27 Ekim 2024 Pazar

CENNETİN KILIÇLARI ŞEYH ŞAMİL EFSANESİ

LESLEY BLANCH, Türkçesi: Sinan Coşkun, 1. Baskı, Eylül 2020, KETEBE Yayınları, İstanbul


Kitabın girişindeki “Kitap Hakkında Yorumlar” başlıklı bölümün bir yerinde şu var:  “Jacqueline Kennedy: The White House Years adlı kitabında şöyle yazıyor: Jacqueline Kennedy ve Kruşçev arasında yemek boyunca keyifli ve nükteli bir muhabbet yaşanıyordu. Sayın Kennedy, Kafkaslar’da Rus yayılmacılığına direnen Müslüman kabilelerin müthiş hikayesini anlatan Lesley Blanch’ın İmam Şamil Efsanesi adlı eserini yeni bitirmişti. Sovyet liderle bu konuda konuşmak istedi. Kruşçev, Sovyet ve Çarlık dönemleri… öğretmen sayısını karşılaştırarak cevap verdi…/ HAMISH BOWLES” (Blanch, ŞŞE, s. Kitabın Başı) 

*

Kitabın girişindeki bilgilere göre, Rusya, Balkanlar ve Ortadoğu’ya tutkuyla bağlı bir edebiyatçı olan yazar, 1904’te Londra’da dünyaya geliyor, 1946’da İngiltere’den ayrılıyor ve ziyaretler haricinde bir daha geri dönmüyor, Fransız romancı ve diplomat Romain Gray’le yaptığı evlilikten sonra yıllarca dünyayı geziyor, 1963’teki boşanmalarından sonra Paris’teki evine sadece eşyalarını toplamak için dönüyor, Fransa’nın güneyindeki Menton şehrinde 103 yaşında ölüyor, bir röportajında da şöyle söylüyor: “General de Gaulle, Cennetin Kılıçları hakkında bana güzel bir mektup yazdı. Onun, bir kadının savaşı bu kadar iyi anlayıp bu denli canlı bir şekilde tarif edebilmesi takdire şayan dediğini duydum.”

*

Kitabın sonundaki Teşekkür yazısından da yazarın bu kitabı hazırlarken çok çeşitli kişi, kurum ve kaynaklardan yardım aldığı/faydalandığı anlaşılıyor. (Blanch, ŞŞE, s. 643-645)

*

Arka kapak yazısında da şunlar var: ”Büyük dini ve askeri lider ”Dağıstan Aslanı” Şeyh Şamil’in ve Cennetin Kılıçlarının kusursuz hayat hikayesi./ 1834-1859 yılları arasında yaşanan Kafkasya Bağımsızlık Mücadelesi’nde Dağıstan ve Çeçenistan’ın birbiriyle çatışma halindeki aşiretleri Şeyh Şamil’in karizmatik liderliğinde birleşti. Güçlerini Kafkasya’yı bağımsızlığına kavuşturma arzusundan ve imanlarından alıyorlardı.” ”Blanch acımasız dağlılarla emperyalist işgalciler arasındaki dengeyi adilce korumayı başarıyor./ Yazarın kitabı yazma serüveni tam altı yıl sürdü. Bu süreçte Rusya ve Kafkasya’da araştırmalar yürüttü. Şamil’in Türkiye ve Mısır’da yaşayan torunlarının izini sürdü.”

*

Arka kapaktaki tanıtım yazısından başlanacak olursa, bence, bu yazıda doğru olmayan hususlar bulunuyor: Birincisi hikaye “kususuz” değil, ikincisi “birbiriyle çatışma halindeki aşiretler” birleşmedi ve üçüncüsü ve en önemlisi de “Blanch acımasız dağlılarla emperyalist işgalciler arasındaki dengeyi” adilce korumayı başarmıyor.

*

Kitaba gelince:

Öncelikle belirtmeli ki, kitap emek ürünü çok önemli bir çalışma ve pek çok renkli bilgiyi bir araya getirmiş.

Ayrıca özellikle Cemaleddin ile esaretten sonra Şamil’in Rusya’daki yaşamlarıyla ilgili bölümlerde anlatılanlar, hemen aşağıdaki şu  örneklerde de olduğu üzere, iki ayrı dünyanın farkını ufuk açıcı bir nitelikte ortaya seriyor.

*

Adeta elmastan bir nehri andıran kolyeler bellerine kadar sarkıyordu. İnci gerdanlıklar halat kalınlığındaydı. Tabak büyüklüğündeki büyük broşlar, güvercin yumurtası kadar büyük yakut ve zümrütlerle süslenmişti./… Cemaleddin, Smolnili güzellerden birinin önünde mahmuzlu çizmelerini yere vurarak dans ediyordu… bu dünyaya kendini iyice kaptırmıştı.” (s. 389)

Cemaleddin… gözünde bütün Rusya, muhteşemdi… Ruslar, ele geçirdikleri yerlere aydınlanma götürüyordu. Kutsal Rusya için seve seve canını verirdi.” “Çar… Cemaleddin’in gelmesini bekliyordu. Onu oğlu gibi görmeye başlamıştı… Eğer Cemaleddin’i verirse, onu dağlarda ne kadar hazin bir akibetin beklediğini biliyordu.” (s. 481-489)

“Cemaleddin, gittiği her yerde el üstünde tutuluyordu… başına gelecekleri bile bile teslim olmayı kabul etmişti… esirlerin neler çektiğini tahmin edebiliyordu. Dağıstan’daki ilkel yaşam şartları ve gözü kara savaşçı topluluğu, sanki bir kabus gibi aklından çıkmamıştı.” “İnsani bir anlayış kazanmam ve eğitim görmem için o yarı vahşi avuldan alındığımda sadece yedi yaşındaydım. Öğrenmenin faydalarını hemen anlamaya başladım… kader beni tekrar cehaletin ortasına savurdu.” “Prens David, Cemaleddin’in Tatarlara hiç benzemediğini… söylüyordu.” “Büyük Avul’a geri dönen naiplerin yüzü asıktı… İmam’ın oğlu geri gelmişti ama çocuk, Allah’ın yolundan sapmıştı.” (s. 491-505)

“Şamil’in gücünü azaltmıştı. Fakat şimdi, iç çekişmeler, daha da şiddetlenmeye başlamıştı… Koca avul ve iller, bir gecede kafirin tarafına geçiyordu. Şamil’in taleplerinden bıkan aşiretler, teslim oluyor, Şamil’in misillemesine karşı Rus koruması altına alınıyordu. Korku, Şamil’in elindeki en güçlü silahtı… Fakat Baryatinski’nin merhameti, daha güçlü bir etki uyandırmaya başlamıştı… Şamil’in yanından ayrılan binlerce kişi, Rusların safına geçiyordu…/ Değişim rüzgarı esiyordu. Her şey yeniydi… daha insani bir yaklaşım benimseyen Baryatinski başarıyordu.” “Yeni Çar, anayasa ilan edilmesini ve kölelere özgürlüklerinin verilmesini savunuyordu.” 

“Halkın morali, hızla bozuluyordu. Kabardeylilerin ardından Osetler de düşman saflarına geçince Kafkasya’nın ortasında Rus yanlısı bir blok oluştu.” “Kafkas halklarını zayıf düşüren… mağlubiyetin kaderleri olduğuna inanmalarıydı… Müritler… kaderlerine boyun eğip ölümü beklemeyi tercih ettiler…/ 1857-1858 kışı, böyle mezarlarla doluydu. Şamil’in umutları, işte bu mezarlara gömüldü. Adım adım Çeçenistan dağlarına doğru çekilmek zorunda kaldı. Şamil’in durumu, beyaz adamların işgaline karşı çaresizce mücadele eden Kuzey Amerika yerlilerinin hikayesine benzetilebilir. Apaçiler gibi Şamil, kendi av bölgesine yani dağlara çekildi.”

“Şamil, oğlunu önde gelen naiplerinden Talgik’in kızıyla evlendirmeyi planlıyordu. Casuslar, bu kızın bir fidan gibi zarif olduğunu söylüyordu… Babasının isteğine boyun eğen Cemaleddin, eşiyle yaşamayı reddetti.” “Mayıs ayının başlarında Hasavyurt… birkaç ay önce gelen ulaktı… Cemaleddin’in durumunun hızla kötüleştiğini söyledi… Doktor… gitmeye gönüllü oldu.” “Cemaleddin’in odasına götürdü. Doktor… Cemaleddin’in küçük bir karyolada uyuduğunu gördü… doktor için bir yatak hazırlanmıştı. Bu iki tekerlekli yatak, Batı’ya dair odadaki tek izdi. Odada neredeyse hiçbir şey yoktu.” “Doktor, Şamill’in bilmeden de olsa ne kadar ağır şartlar dayattığını fark etmişti… Cemaleddin’in savaş ve Rusya’daki hayatı hakkında konuşmasını yasakladı… Ne yiyeceklere ne evlere ne de iklime hızlı uyum sağlayabilmişti.” “İmam’ın oğluna kavuşma sevinci kısa zamanda kursağında kalmıştı. Geriye dönen oğlu değil, bir Rus’tu… Şamil, İstanbul haremlerinde büyük değer verilen ceylan gibi güzel Çerkes kölelerden getirtti; ama nafile.” “Etrafındaki şüpheci bakışlar ve katı tutum yüzünden Cemaleddin, kendini iyice yalnız hissetmeye başladı. Avrupai bir ev inşa etmeye başlamıştı. Fakat toplanan kalabalık, öfkeyle evin haça benzediğini söylemeye başlayınca bu işten vazgeçti. İçlerinde bir gavur yaşıyordu… Şamil, taraftarlarını bir türlü susturamıyordu… Sonunda oğlunu ziyaret etmeyi bırakan Şamil, Cemaleddin’in kardeşleriyle görüşmesini yasakladı.” “12 Temmuz 1858 gecesi Cemaleddin… gözlerini yumdu.” “1859 yılı, Şamil için oldukça kara bir yıl olacaktı… 15 Ocak… askerler… Argun Geçidi’ne ulaştılar… Şatoy ve Argun nehirlerinin birleştiği yüksek mevkileri ele geçiren Ruslar, Şamil’in son kalesine açılan Vedan yaylasının yamaçlarına kadar ilerledi…/ Şubat ayı boyunca Ruslar… yol açmak için… devasa ağaçları kesti. Kullandıkları baltalar İngiltere’den ithal edilmişti… Bazı kayın ağaçları, yaklaşık yüz metre boyunda ve on-on beş metre kalınlığındaydı. Bu ağaçları baltayla kesmenin mümkün olmadığını gören Ruslar, onları havaya uçurdu… Vedan’a giden devasa yol açılmıştı.” “Dargiye-Vedan, Haziran ayında düştü… 24 Temmuz’da Çoh avulu teslim oldu. Dört gün sonra Kibid Muhammed, Rusların tarafına geçti… Rusları, Titilt’e götürdü… Şamil’in elindeki son Avar avulları, iskambil kağıtlarından yapılmış kuleler gibi yıkılıyordu. İrib kalesini teslim eden Danyal Bey, bir kez daha Rusların merhametine sığındı ve hoş karşılandı.” “Şamil, Gunib’de son direnişini yapmaya hazırlanıyordu… burada ölünceye kadar savaşacaktı… Gunib… ihtiyaç duyulan her şeyi içinde barındırıyordu./… Ne Şamil ne de naipleri, teslim olmayı akıllarından geçiriyordu.” “Rusların safına geçen aşiretler, Şamil’in eşlerini katledip… yeni efendileri olan Ruslara sunma fırsatını kaçırmak istemezdi… Şamil ve adamları, yağmacı aşiretler tarafından saldırıya uğramıştı. Bütün eşyaları çalınmıştı…/ Günlerden 24 Ağustos’tu… Etrafları tamamen sarılmıştı… 25 Ağustos, Çar’ın doğum günüydü… güzel bir hediye olacaktı.” “Ruslar… topları… getirdi. Aniden başlayan şiddetli saldırı… gafil avladı. Şamil’e ihanet eden Naip Ali Kadı, bulunduğu kapıyı Ruslara teslim etti. Ruslar, buradan içeriye daldı… Baryatinski, mümkünse Şamil’in sağ ele geçirilmesini emretmişti… Şamil, yaşadığı gibi Allah yolunda ölmeye hazırlanıyordu… Şamil, ilk defa tereddüt etti. Yanında sadece oğulları ve Müritler olsaydı, şüphesiz oracıkta ölmeyi tercih ederdi. Fakat etrafı eşleri ve çocuklarıyla, sadık tararftarlarının aileleriyle doluydu”. “Sonunda Şamil’i dize getiren şey… ailesi ve geriye kalan taraftarlarına duyduğu sevgiydi.” “Her şey Allah’ın elindeydi. Şimdi Şamil’in kaderi, Beyaz Sultan’a teslim olmaktı.” “Rusların safına geçen aşiret… mensupları bayram ediyordu. Bu adamların arasında Muhammed Emin, Bata, Ali Kadı, Kibid Muhammed ve Danyal Bey vardı.” “Başını eğdi, “asil ve mütevazı bir edayla” kılıcını Baryatinski’ye uzattı”, “mücadelesini hatırlatacak on sekiz yara izi.” s. 521-546)

Kafkasyalıların sadakat ve cesareti, Türkiye’de meşhurdu. Sultan, Gazi Muhammed’e paşalık verdi.” 1864 yılında Türkiye’ye göç eden Çerkeslerle birlikte Çeçenistan ve Dağıstan’dan çok sayıda insan gelmişti… bazı liderlerinin Ruslardan para aldığı ve bu insanlara, gitmeye ikna ettiği her bir Kafkasyalı için yüklü meblağlar ödendiği iddia edildi. Boşalan toprakları, daha uysal Kazak yerleşimcilerle iskan etmek Rusların işine geliyordu.” “Türkiye’ye sığınan Çerkesler ve Kafkasyalılar… Romanya’daki Dobruca ve Bulgaristan’a yerleştirildi… yerleşmekten başka pek bir imkan sağlanmadı. Türklerin, hakimiyetleri altındaki illerde asayişi temin etmek için görevlendiriği (düzensiz askerler olan) başıbozuklarla birlikte bir eşkiya düzeni kuran Çerkesler, bağımsızlık girişimlerini gaddarca bastırdı. Hristiyan Bulgaristan’da yaşanan bir dizi zulüm, Avrupa’nın ortak vicdanını harekete geçirdi… Disraeli, Bulgaristan’daki yağmadan okkalı bir pay alan Çerkeslerin, ülkede büyük menfaatleri olan yerleşimciler olduğunu söyledi.” “Dindaşı Hristiyanları korumak, Rusya’ya düşmüştü… Türkiye’ye savaş ilan etti.” “Gazi Muhammed, bir kez daha sahneye çıktı… Rus gavurlara karşı müminlerden oluşan bir ordunun başına geçmesi emredildi. Bir Dağıstan alayının komutanı olarak atandı… sürgündeki (sıradan olayları bırakıp gerçek savaşa giriştikleri için çok sevinçli olan) insanlardan oluşan bir kuvvetin başında doğuya doğru yola çıktı.” “Gazi Muhammed’in şöhreti Kafkasya’da o kadar etkileyiciydi ki Ruslar, onu bölgeye vali olarak getirmek için her yolu denedi… ancak o, bütün teklifleri reddetti. Yine de Rus hükümeti, babasına tahsis edilen ödeneği uzun yıllar ödemeye devam etti. İstanbul’daki Rus elçiliğine gönderilen paraya kimse dokunmadı ve yıllar boyunca burada birikti.” “1880 yılında Gazi Muhammed ve Dağıstanlı Muhammed Fazıl, düşmanlarının entrikaları sonucu alaşağı edildi. Kafkasyalılar, uzun süredir Sultan’ın güvenine mazhar olmuştu. Ahlaksız ve entrikacı biri olan Deli Fuat Paşa, bir gece geç vakitlerde Koska’ya geldi. Gazi Muhammed’in, Sultan’ı tahttan indirip genç “terakki” partisi’ni iktidara getirecek darbe planına destek vermesini istedi. Sultan’a sadakat yemini ettiğini söyleyen Gazi Muhammed, bu talebi reddetti. Muhammed Fazıl da Gazi Muhammed’e destek verdi. Deli Fuat Paşa’nın bütün ikna çabaları sonuçsuz kaldı. Kafkasyalıların kendisini Sultan’a ihbar edeceğinden korkan Deli Fuat Paşa, Yıldız Sarayı’na giderek, kendi önerdiği planı onların üzerine yıkmaya çalıştı. Etrafında dönen entrikalardan bunalan Sultan, sadık iki adamına kızdı…/ “Deli Fuat’ın planı hakkında beni uyarmadınız. Size nasıl güvenebilirim?” diye sordu Sultan. Gazi Muhammed, şöyle cevap verdi:/ “Efendim, ben askerim, casus değilim.” Abdülhamid, entrika bataklığına batmıştı… Bu iki Kafkasyalıyı kaybetme pahasına tereddüt içindeki sarayın desteğini kazanmaya karar verdi./ Gazi Muhammed ve Dağıstanlı Muhammed Fazıl, İstanbul’dan ebediyen sürgün edildi… Gazi Muhammed, Medine’ye, Muhammed Fazıl’sa Bağdat’a gönderildi.” “Naip Hacı Harito’yu, kötü bir son bekliyordu. Rusya uğruna can verecekti… Unkratl bölgesine naip atandıktan sonra… Bir süre sulh yoluyla hükmetmeyi denedi… onu bir züppeye benzeten vahşi halk, bütün uzlaşma çabalarına direndi ve ilde terör estirmeye devam etti. Sonunda elebaşıları, kanunlara göre yargılanmak üzere Rus yetkililere teslim edildi… yasal önlemleri benimseyen Hacı, böylelikle ölüm fermanını imzalamış oldu./ Fırsat kollayan halkın, uzun süre beklemesi gerekmeyecekti./… Fırtınalı bir gecede, dağda… Saldırı başlamadan önce kapıyı sürgüleyecek ve küçük pencerenin önüne barikat kuracak vakti vardı. Koruması kaçmıştı. Birkaç saat… yaklaştırmadı… ateşe verdiler./ Hacı Harito, halkı aydınlatmak için geri dönmüştü; ancak hiçbir şey değişmedi. Sadece Hacı Harito, halkın gözünde düşman haline geldi. Bıçaklanarak öldürüldü. Katilleri, yakalanıp yargılandı ve Sibirya’ya gönderildi.” “Rus ordusunda görev yapmaya devam eden Muhammed Şefi, tümgeneral rütbesine kadar yükseldi. 1877 yılındaki Rus-Türk savaşı esnasında II. Aleksandr, Muhammed Şefi’yi dindaşlarına ve kardeşine karşı kullanmak istemedi. “Prusyalılarla bir savaş çıkana kadar bekle. O zaman gider, bizim için savaşırsın” dedi.” “III. Aleksandr tahta çıktıktan sonra Asyalı soylulardan seçilen Muhafız Alayı, bir gecede bastırıldı. Muhammed Şefi, artık Çar’ın yakın çevresinde değildi.” “Şamil ve Mürit hareketi hakkındaki değerlendirmeler, son kırk sene içinde Rusya’daki çeşitli parti görüşleri ve siyasi meselelerden etkilenerek bir dizi köklü değişiklik geçirdi…/ Şamil’i destansı ifadelerle anlatan Çarlık Rusyası, onun karşısında elde ettikleri zaferi daha büyük göstermek için zaman zaman Şamil’in cesaretini abartırdı. İlk Bolşevikler, Şamil’i kahraman olarak görüyordu. Neticede o, feodal çarlığın zulmüne karşı mücadele etmişti. Dahası Karl Marx, Şamil’in büyük bir demokrat ve ideolojik bakımdan komünizmin öncüsü olduğunu düşünüyordu.” “1947 yılından sonra Şamil ve Mürit hareketi, militan İslam’ın bir ifadesi ve aşırı gerici diye nitelendi ve eleştirildi./… Şamil… Rus kanı dökmüştü. Bunu göz ardı etmek zordu. Savaş sırasında bütün eski askeri zaferler… yüceltildi. Dolayısıyla Rusya’ya kafa tutan ve Rus askerleriyle savaşan Şamil, otomotikman düşmana dönüştü…/ Bütün bu ithamların arkasında, dağlarda yeniden şiddetli bir direnişin başlamasından duyulan endişe vardı.” “Lenin, bağımsızlık ruhuna sahip Dağıstanlıları Bolşeviklere katılmaya ikna etmek için General Denikin’le (?) birlikte Moskova müzelerinde bulunan Şamil’in sancak ve ganimetlerini gönderdi.” (s. 609-635)

*

Ancak bence yazar kitapta edebiyatçılığını fazla öne çıkarmış ve yer yer yazının “şehvetine” kapılıp ölçüsüzce ileri gitmiş. Bunun sonucunda da anlatılanların neresi kurgu, neresi gerçek olduğu anlaşılamaz hale gelmiş ve sonuçta anlatılan gerçeğin hikayesinden daha çok bir efsane niteliğine dönüşmüş.

Ya orijinalinde ya da tercümesinde, yer yer, “Araplarsa 1387 yılında Kafkasya üzerine yürüyen… Timur’a yenik düştü”, (s. 43-45), ifadesinde olduğu üzere, açıkça doğru olmadığı bilinen ya da doğruluğu çok kuşkulu olan çeşitli bilgilere yer verilmiş ve yer yer de, “1837’de Ahulgo’da, ”Taş kalmayınca, erkekler kendilerini süngülerin üzerine attı. Erkeklerin hepsi hayatını kaybedince bu defa kadınlar, çocuklarını adeta birer canlı füze gibi askerlerin üzerine attı ve arkalarından kendileri de atladı”, (s. 17-19), ve ”1830 yılının Mayıs ayında seksen bin adamıyla birlikte Hunzak’ın üzerine yürüyen Gazi Molla, avula iki koldan saldırdı”, ( ŞŞE, s. 95-106), anlatımlarında olduğu üzere,  bazı anlatımlarda çok fazla abartıya kaçılmış.

Yer yer, bir yandan, ”ŞAMİL” ”1796 dolaylarında doğduğuna inanılıyor”, ( s. 75-77), denilirken, diğer yandan, “Şamil… D. Gimri 1798”, ( s. 637), denilmesi örneğinde olduğu üzere, birbiriyle çelişen çeşitli ifadelere de yer verilmiş.

Sonuçta da gerçeğin anlatımı konusunda güvenilirlik sorunu ortaya çıkmış.

Bu kapsamda bir örnek olarak, Şamil övgüsünde sınır tanınmazken, bölge “aşiretleri”, yani Şamil’in “yönettiği” bölge halkları, sanki, Tolstoyvari bir şekilde, gereğinden fazla olumsuz olarak resmedilmiş.

Bir de kitabın Türkçe metninde açıkça tercümeden kaynaklanan Emine ve Fatma gibi isimler , bu konuda özellikle Danyal Bey ifadesi ilginç bir örnek oluşturuyor., ve aşiret, asker ve ordu gibi ifadelerin kullanımı başta olmak üzere güvenilirlik konusunda kuşku uyandıran çeşitli hususlar bulunuyor.

Öyle ki, kitabın Türkçe yayınlanan iki çevirisi birbirinden birçok noktada farklı bir hal almış.

Sanki bu kitapta, daha önce sadece Cennetin Kılıçları adıyla yayınlanmış olan diğerinden epeyce farklı bir metin ortaya çıkmış.

*

Mesela, bu kitapta bir ölçüde farklı olan anlatımlardan bazıları, CENNETİN KILIÇLARI, Lesley Blanch, Çeviren: Prof. Dr. İzzet Kantemir, Haziran 1978, Özal Matbaası, İstanbul”, adlı diğer kitapta şöyledir:

“Muhammed onun ilk ve ben ikinci peygamberiyim”. (Blanch, s. 128-132)

Bir sedakate karşı en ufak bir şüphe edilince eller kesilirdi. Sağda solda taş toprak içinde başlar yuvarlanırdı. Şamil itaat istiyordu. O Allahın peygamberiydi ve onun isteklerini icra etmek için doğmuştu.” (Blanch, s. 132)

“Rusların galebesinden sonra Çerkezler Türkiye’ye kaçmışlar ve Sultan onlara yuva kurmuştur. Rus makamları ilk kaçanların emrine denize pek yatkın olmayan gemileri tahsis etmiş ve bunlar daha Çerkez kıyılarının açıklarında batmışlardı.” Onlara kardeşler olarak hitabeden “Sultan onların emrine bir filo vermişti. Bu suretle büyük göç başladı Üçyüzbin insan vatanlarını terketmişlerdi.” (Blanch, s. 402) 

*

Sadece örnek olmak üzere belirtilecek olursa, bu kitapta,

s. 51-73’de anlatılan kısım, diğerinden farklı gibi, diğerinde Yermolov Şah’a saygılı, ancak diğer İranlıları aşağılayan biri olarak anlatılıyordu, bunda öyle değil.

s. 77’deki Gürcü Prens Aleksandr ile ilgili ifadeler diğerinde farklı.

s. 78-79’deki, bu bölgede dağlarda petrol ifadesi ve Şamil’i çocukların dövüp karnından bıçakladığı anlatımı diğerinde yok.

s. 80’deki, soylarının Yunanlılara dayanması anlatımı diğerinde yok.

s. 81’deki, Hevsur-Haçlı, Arap-binicilik anlatımları diğerinde yok.

s. 82-83’deki, içerik de diğerinde yok.

s. 281-282’deki, Victoria devri anlatımı diğerinde yok.

s. 307’deki, Napolyon-Aleksandr görüşmesini baba Vorontsov’un gizlice dinleyip İngilizlere aktarması anlatımı diğerinde yok.

s. 363’teki, Rus askerlerinin arkadaşlarının etlerini yemesi anlatımı diğerinde yok.

s. 389-391’deki, Çeçenlerin ölümü anlatımı diğerinde bir ölçüde farklı.

s. 411’de, Çerkes eşkiyası olarak geçen ifade diğerinde Çeçen eşkiyası olarak şeklinde.

s. 442’deki, bu canavarlardan birine Fransızca öğretmeye karar verdim anlatımı diğerinde yok.

*

Kitaptan diğer birkaç not da şöyle:

”GİRİŞ/ Kafkasyalılar… Dünyanın en güzel insanları olduğu söylenen bu esmer halk için savaşmak hayatın ta kendisiydi... Cenk etmek onlar için nefes almak gibiydi. Amentüleri intikamdı. Havaya şiddet hakimdi./… ”İranlı hadım” namıyla tanınan Ağa Muhammed Han 1795 yılında Tiflis’i aldığı zaman askeri, kazandıkları zaferin bir hatırası olarak ele geçirdikleri bütün bakirelerin sağ bacağını topal bırakmışlardı./ Amazonlardan geldiklerine inanılan kadınlar da savaşmayı biliyordu.” 1837’de Ahulgo’da, ”Taş kalmayınca, erkekler kendilerini süngülerin üzerine attı. Erkeklerin hepsi hayatını kaybedince bu defa kadınlar, çocuklarını adeta birer canlı füze gibi askerlerin üzerine attı ve arkalarından kendileri de atladı.” ”O zamana kadar birbirleriyle çatışan bütün Müslüman aşiretler, cengaver liderleri Avar Şamil’in emrinde bir araya gelerek muazzam bir güç oluşturdu.” ”Şamil, Müslüman aşiret mensuplarını Müritler olarak bilinen bir mümin ordusu haline getirdi. Bu savaşçılara, naipler liderlik ediyordu. Hiçbir naip düşmanları tarafından sağ ele geçirilemedi.” (Blanch, ŞŞE, s. 17-19)

”Kafkasya böyle bir yer: sert ama büyüleyici, ürkütücü ama bir o kadar da çekici. Bu toprakların ete kemiğe bürünmüş hali olan Şamil de aynı zamanda hem savaşçı hem mutasavvıf, gaddar ama evliya gibi, kurnaz olduğu kadar masum, nazik olduğu kadar acımasız biriydi… karısına o kadar aşıktı ki”. ”Tiflis ise dalavere, zevküsefa ve siyasi entrikalarla doluydu.” ”Valerik Nehri’nin (Ölüm Nehri) kıyılarında yer alan Kazak kakollarında… iri yarı adamlar yaşardı: ”Sınır Kazakları”… Rus istihkamlarını korumak için yetiştirilmişlerdi… Kafkas aşiretleri topluluğuna genel bir ifadeyle ”Tatarlar” denirdi. Kazakların ömrü, Tatarlarla mücadeleyle geçerdi.” ”Buraya gönderilen kişiler genellikle… Kafkaslara sürülen St. Petersburg’un kaymak tabakasından geliyordu.” ”Birine hıncalın paslansın demek bedduaydı.” ”Kafkasyalılar, her daim ve her yerde savaş halindeydi. Cenk etmek, onlar için nefes almak gibiydi… dalga dalga gelen düşmanlar, karşılarında korkunç bir hasım bulmuşlardı.” ”Shakespeare’nin ”buzlu Kafkasyası” idi buralar.” ”Tolstoy’u hayran bırakan ve hayata bakışını kökten değiştiren bu heybetli sıradağlar karşısında Alpler dahi cüce kalır… Turgenyev’in Tolstoy’un en güzel eseri diye tarif ettiği Kazaklar’a yine bu dağlar ilham vermişti.” ”Efsanevi bir dev gibi buralarda hüküm süren Şamil… Birbirleriyle çatışan dağ aşiretlerini amansız bir mümin ordusuna dönüştürmüştü… Müritlerinin hayatları, tıpkı gezegenler gibi Şamil’in varlığının etrafında dönüyordu. Her şartta onun sözü kanundu. Herkes, son nefesine kadar Rusya’ya direnmeye ant içmişti. Dört eşi de sevgi ve bağlılık içinde onun önünde eğiliyordu. Küçük oğlu hürriyet yolunda feda edildi. Kız kardeşi, Şamil’in emri üzerine iki yüz metre yüksekten kendini dereye bıraktı. Yükümlülüğünü yerine getirmeyen bir aşiret için af talebinde bulunan annesi, Şamil’in emriyle bayılana kadar dövüldü./… kedisi… için özel yiyecekler getirtirdi./ Gerçi zaten şefkat, despotluğun geleneğinde vardır.” ”Şamil çocukları ve hayvanları çok sevrdi; çocuklar da onu. Ancak 1839 yılında… Ruslar Şamil’i oğlu Cemaleddin’i rehin vermeye zorladığında gözbebeğini feda edecekti.” (Blanch, ŞŞE, s. 20-26)
*
27.10.2024

13 Ekim 2024 Pazar

YENİ SAĞ VE DEVLETİN DEĞİŞİMİ YAPISAL UYARLAMA POLİTİKALARI

Birgül AYMAN GÜLER, TODAİE, 1996, Ankara


Arka kapaktaki tanıtım yazısında şunlar söyleniyor: “Yeni sömürgecilikten küresel sömürgeciliğe, ulusal kalkınmadan dünya ile “bütünleşme” stratejilerine, Birleşmiş Milletler’den Dünya Bankası öncülüğüne ve idari reformdan yapısal uyarlamaya…/ Son onbeş yıldan bu yana hem devletin hem de devlet örgütlenmesini değiştirme yönteminin değişimi…/ Bir eleştirel inceleme…”

İçerik böyle açıklanıyor.

Sözkonusu dönemde bütçe dışı fonlar eşliğindeki “prensler” tarafından yönetilen “projeci” “ikili bürokrasi” önemli bir mekanizma oluyor. (AGüler, s. 58-70) 

Dünya sistemindeki paradigma değişimini açıklıka görmek ufuk açıcı oluyor.

*

Kitaptan bir kaç not da şöyle:

“YÖNTEMDE DEĞİŞME/ İdari Reformdan Yapısal Uyarlamaya” “İkinci Dünya Savaşı sonrasında azgelişmiş ülkelerde ve ülkemizde herşey “ulusal kalkınma” hedefine endekslenmiştir. 1945-80 arasında geçerli olan inanca göre ekonomik kalkınma herşeyin başıdır.” Ancak geçen zamana karşın “kalkınma gerçekleşmemiştir.” “1980’li yıllardan başlayarak “kalkınma” kavramının yerini aynı güçle “demokratikleşme” kavramı almıştır. Bu yılların inancına göre… demokratikleşmenin yolu… üç anahtar süreç ile açılabilecektir: Küreselleşme, özelleştirme ve yerelleşme.” Küreselleşme sayesinde “büyük insanlığı bölen ulusal devletlerin ortadan kalkışı ile büyük özgürleşme süreci başlamıştır. Özelleştirme devletin sınırlandırılmasıdır.” Yerelleşme ise “küçük birimlerde “ortaklaşacılık” kültürünün gelişmesi anlamına gelmektedir. Sonuçta bunların hepsi birlikte, özgürleşme ve demokratikleşme demektir.” (AGüler, s. 7)

“ULUSAL KALKINMA VE İDARİ REFORM” “DÜNYA DÜZENİ: Yeni Sömürgecilik” “1870-1930… klasik sömürgecilik… 1930-1970… yeni sömürgecilik… 1971… küresel sömürgecilik”. İlişkilerin “yönlendirilmesi, Birleşmiş Milletler kurumunda somutlanmıştır… IMF ve IBRD gibi özerk kurumlar, dünya sisteminde önemli roller üstlenmişlerdir.” (AGüler, s. 13-15)

“DEMOKRATİKLEŞME VE YAPISAL UYARLAMA/… “yapısal uyarlanma” yöntemi, 1980’li yıllarda… demokratikleşme öngören yeni sağ ideoloji çerçevesinde ortaya çıkmıştır.” “Ancak bu kez yapılması gereken, 1945 sonrası yapılması gereken işlemin tam tersidir… devlet aygıtını küçültmek… hedeflenmektedir.” “DÜNYA DÜZENİ: Küresel Sömürgecilik”. Yardım yerine sermaye ihracı denmiş, “meşruiyeti, “dünya ile bütünleşmek” sloganı ile sağlanmıştır.” (AGüler, s. 43-45)

“YÖNETİMDE DEĞİŞME:/ Yapısal Uyarlanma Süreci”. “Politikalar “ikili bürokrasi” yaratılarak uygulamaya geçirilmiştir. İkili bürokrasi süreci 1980-1983 yıllarında üst kurullar ile başlamış, 1983-1986 yıllarında “alternatif bürokrasi”nin kurumsallaşması ile ilerlemiştir.” (AGüler, s. 75)

“UYARLANMA SÜRECİNDE DÜNYA BANKASININ ROLÜ”. (AGüler, s. 79)

*

13.10.2024


23 Ağustos 2024 Cuma

GENÇ BİR KÖY HEKİMİ

Mihail Bulgakov, Çeviri: Ergin Altay, 6. Baskı, Aralık 2023, Can Yayınları, İstanbul


Kitabın arka kapak yazısında şöyle söyleniyor: "Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1916 yılında üniversiteden diplomasını alan genç doktor Bulgakov gönüllü olarak Kiev'de çalışmaya gitti. Smolensk bölgesindeki küçük bir köy hastanesinde çalışmak, genç doktorun bir genç yazar haline gelmesinde büyük bir rol oynadı. Rusya yeni bir devrime ve içsavaşa doğru sürüklenirken Bulgakov, Rus halkını en çıplak haliyle ve en hayati sorunlarıyla tanıdı."

*

Kitapta, Rus Çarlığı'nda "Mısır karanlığı" denen çağdışı bir yaşam süren kırsal kesimde görevli bir hekimin 1910-1920'li yıllarda yaşadıklarından/gördüklerinden bir kesit anlatılıyor. (Bulgakov, s. 89)

İçinde on ayrı hikaye bulunuyor.

Bu hikayelerden "Bir Doktorun Olağanüstü Serüvenleri" adlı olanı da bir doktorun 1917-1920 Sovyet İhtilali dönemine ait olduğu anlaşılan Çeçenistan anılarından/gözlemlerinden bir kısmını içeriyor. (Bulgakov, s. 119-136) 

Bu anıların/gözlemlerin bir kısmı şöyle:

"Doktor N.nin... dağınık notlarını herhangi bir değişiklik yapmadan... yayınlıyorum." "Doğu tarafında makineli tüfekler takırdıyordu. "Onların" makineli tüfekleriydi bunlar. Batı tarafındakiler de "bizim"." "Böyle kargaşa görmemiştim. Süvariler. Piyadeler. Arabalarla  toplar gidiyordu". "VIII. Hankalsk Vadisi" "... bulanık kabaran dalga./ Kötü yürekli Çeçen, sahile iniyor,/ Kamasını biliyor./ Çeçen köyünde Uzun-Hacı. Köy dağların mavimsi dumanının fonunda bir düzlükteydi. Pek derin olmayan Hankalsk Vadisi'nde yollarda arabalar, kağnılar süzülürcesine gidiyordu. Sol kanatta Kizlyarogrebenski Kazakları, sağ kanatta süvariler vardı. Bataryalar çiğnenmiş mısır tarlalarına yerleşmişti. Uzun'u şarapnellerle dövüyorlardı. Çeçenler "beyaz şeytanlarla" şeytanlar gibi dövüşüyorlardı. Şişmiş bir at leşinin yattığı nehrin kıyısında tuhaf bir Kızılhaç flaması dalgalanıyordu. Kanlar içinde Kazakları getiriyorlardı bana ve onlar elimde ölüyordu." "Makineli tüfekler hep birlikte takırdıyordu./ Çeçenler umutsuzca köyden saldırıya geçiyor, var güçleriyle savaşıyordu. Ama bundan bir şey çıkmıyordu. Köyü yaktılar. Kuban piyadesinin üç bataryası karşısında eski püskü, ahşap evleriyle başka ne yapabilirlerdi.../ Süvari alayları çiğnenmiş, yakılmış mısır tarlalarında naralar atarak saldırıya geçti. Kanattan usta savaşçı Kazaklara saldırdılar./ Orada geçmelerine izin vermediler; Kubanlılar makineli tüfeklerini o yana doğrulttu, Çeçenler mısır tarlalarının ötesinde ancak dürbünle görülebilen, yok olmaya mahkum tahta damlarına doğru çekildi./ Gece/ Silah sesleri giderek azalıyor, azalıyordu... Hava karardıkça insanların ruhuna daha çok korku, hüzün çöküyordu... Vadi uzundu. Gece kadife gibi ama bilinmezliklerle doluydu." "Gözlerinizi bir an kapamaya gelmezdi: nefretten gözleri kararmış çılgın gölgeler naralar, çığlıklar atarak ve... "Amin!" diye bağırarak saldırabilirlerdi." "Kimse blemez... Birden çalıların arasından çıkıverirler. Çok oldu bu..." "Karanlıkta dumanlar. Uzun-Hacı uğursuz köyünde.../ Peki ama kimim ben, Lermontov mu! Yanılmıyorsam, onun ihtisas alanıdır bu, öyle değil mi? Ben burada hiçbir şeyim!!/... binlerce verst yukarılarda korkunç bir gece var. Hankalsk Vadisi'nde..." "İnsanın dayanabileceği bir yorgunluk değil bu. Hem Çeçenleri boş verin. Hayat boyu hatırlamazsın mermiyi.../ Ters geliyor bana şu Lermontov. Hiçbir zaman sevemedim onu. Hacı. Uzun. Kırmızı ciltli, bir kitapta." "Sabah/ İş tamam. Siyah duman kütleleri platodan kalktı. Terek boyu Kazakları, atlarını mısır tarlalarının ötesine sürdü. Makineli tüfek tekrar takırdamaya başladı ama çabuk sustu./ Çeçen köyü alınmıştı.../ Ve işte platodaydık. Ateş sütunları göğe yükseliyordu. Beyaz evler, çitler alev alev yanıyor, ağaçlar çatırdıyordu. Dar, eğri büğrü sokaklarda ateş fırtınası esiyor, birbirinden uzak ateşlerin dumanları yukarıda birleşiyor ve "İblis"te1 olduğu gibi ağır ağır uzaklaşıyordu." "1. Mihail Yoryeviç Lermontov'un bir şiiri. (Ç.N.)" "Yerler de, hava da tüy doluydu. Greben'li yaman Kazaklar köye doğru fırtına gibi gidiyor, sonra geri geliyorlardı. Eyerlerinin arkasına bağ bağ sarkan tavuklar, kazlar dehşet içinde bağırıyordu./ Konaklama yerimizde sabahtan beri büyük bir eğlence vardı. Kazanda on beş tavuk pişmişti.../ İleride... esrarengiz çukurda ise esrarengiz Uzun, içi intikam hırsıyla yanarak kaçıyordu./ Bütün bunların kötü sonuçlanacağından en küçük bir kuşkum yoktu. Ve köyler yakılmamalıydı." "X. Çeçenlerle de çarpıştım/ Sıcak bir eylül günü./... Skandal! Birliğimi kaybettim." "Yer yarılmış, hepsi içine girmiş... Toplarıyla birlikte on bin kişilik birlik de, Çeçenler de. Beş verst ötede yanmakta olan Çeçen köyünün dumanı olmasa, burada hiçbir zaman insan olmadığını düşüneceğim." "Beş köyünü yaktığınız Çeçenlerle karşılaştığınızda nelerin olabileceğini söylemek zordu. Bunun için kahin olmaya gerek yoktu....." "Kağnıyla gidiyoruz. Kullanılmayan, ot kaplı yolun kenarında bir Çeçen yatıyor. Kolları haç gibi iki yana açık. Başı arkaya düşmüş. Siyah cüppesi parçalanmış. Ayakları çıplak. Süngüsü yok. Fişekliğinde fişek yok. Kazaklar, Gogol'ün Osip'i1 gibi tedarikli millettir." "1. Gogol'ün Müfettiş oyunundaki Hlestakov'un uşağı. (Ç.N.)" "Sol elmacık kemiğinin altında bir delik var, bu delikten göğsüne, güneşte kurumuş kan lekesi bir şerit gibi uzanıyordu. Zümrüt rengi sinekler deliğin üzerine yığılmışlar. Sinirli kuzgunlar alçakta dönüp duruyor, bağırıyorlardı." "Gidiyoruz. Ve işte dağlar, iki adım ötemizde. İşte vadi. Vadiden sesler geliyor. Atlar, atlar! Gümüş kılıçlar..." "Fark ettiler bizi. Toz kaldırdılar. Bize doğru dörtnala geliyorlardı. Yanımıza geldiler. Dişleri bembeyaz parlıyordu. Güneşe baktım. Hoşça kal, güneşçik!" "Ne istediklerini Tanrı bilirdi. Elimi cebime sokup Browning'imi yokladım, emniyetini açtım. Beni yakalarlarsa namluyu ağzıma sokacaktım. Öylesi daha iyi. Bana böyle öğretmişlerdi." "Şugayev... anlaşılmaz bir dilde bir şeyler söylemeye başladı". "Gülümsediler. Dişleri inanılmaz güzeldi. Ellerini kollarını sallıyor, başlarını eğiyorlardı./ Şugayev'in yüzü normal rengini aldı:/ "Dost bunlar! Dost, doktor bey! Onlarla anlaşmışlar. Bizimkilerin Bolgatoe'den Şali köyüne gittiğini söylüyorlar. Bizi onların yanına götürmek istiyorlar! Yani bunlar da bizden! Yerinizde kalın, bizden bunlar!"/ Baktım, yamacın dibinden ateş ediyorlar.../ Çeçenlerin yüzü sevimliydi. Gözlerini Zeiss'ten ayırmıyorlardı./ Kıs kıs güldü Şugayev:/ "Dürbünden pek hoşlandılar." "Şugayev... beni yatıştırmaya çalışıyor./ "Huzursuz olmayın. Burada dokunmazlar bize. İşte bizimkiler! Bakın, orada! Ama iki verst daha uzakta olsaydık..." "Bir sözcük olsun anlayabilseydim... Ama Şugayev anlıyor, onlarla konuşuyordu da... Hemen yanımda sürüyorlardı atlarını, kılıçlarını şakırdatıyorlardı." "XI. Ateşin başında/ Köy yanıyor. Uzun'u kovalıyorlar. Gece soğuk. Ateşe sokuluyoruz. Alevler tabanca kabzalarında oynuyor. Çeçenler bağdaş kurup oturmuş, kolumdaki kırmızı haça bakıyorlar. Bunlar bizim sakinleşmiş, bize yakınlık duyan dostlarımız. Şugayev parmaklarıyla da, diliyle de benim başdoktor olduğumu anlatıyor onlara. Çeçenler başlarını eğiyor, yüzlerinde saygılı bir ifade, gözlerinde ışık beliriyor. Ama iki verts ötede olsaydı..."

*

Kitaptan diğer birkaç not da şöyle:

"Asıl deneyim köyde elde edilebilir... ama yine de okumak, okumak, daha çok okumak... yine okumak gerekir." (Bulgakov, 53)

"... su katılmış ispirtoyu bir dikişte içtikten sonra hapşırdı". (Bulgakov, 69)

"Ama bir kez daha geldi. Elinde bir paket vardı: iki funt yağ ve yirmi yumurta. Uzun bir mücadeleden sonra yağı da, yumurtaları da almadım. Bir genç olarak bununla çok övündüğüm de oldu. Ama daha sonra, açlık çektiğim devrim yıllarında... çok kez hatırladım." (Bulgakov, s. 80)

"Yani doktorun doğum gününde, reçeteler için olan ispirtoya su katıp birer kadeh içemez, birer lokma taşra çaçabalığı yiyemez miyiz?" (Bulgakov, s. 90)

*

24.8.2024

***

18 Ağustos 2024 Pazar

KAFKASYA'DA İMPARATORLUKLAR SAVAŞI KIRIM'A GİDEN YOLDA ANAPA KALESİ (1781-1801)

Cengiz FEDAKAR, I. Basım: Mart 2014, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul


Kırım'ın kaybı Osmanlı'da haklı olarak hayati bir kayıp olarak algılanıyor ve geri alınması hedefleniyor. Bunun için öncelikle Anapa kalesi yapılandırılıyor ve yoğun bir çaba içine giriliyor. 

Kitapta bu konu anlatılıyor. Doğal olarak Kuzey Kafkasya hakkındaki bazı bilgilere de yer  veriliyor. 

*

Anapa kalesi vasıtasıyla "Rus hududunun güvenliği sağlanmakla kalmayıp Buhara'daki Osmanlı hilafetini kabul eden Sünni Müslümanlarla (Batı Türkistan hanlıkları) irtibat da buradan sağlanmakta idi." "Rus tehdidi, bölge ahalisini derin endişeye sevk etmiş... bu durum, Osmanlı Devleti'nin Kuzey Kafkasya savunma hattını kuvvetlendirmek amacıyla bölgeye atadığı paşa için fırsat olmuştu... kale yapılmasına karar verildi." "Ferah Ali Paşa da bizzat kale inşa olunacak mahali görmek için Soğucak Kalesi'nden Anapa'ya gitmeye karar verdi. Fakat bu niyetini gizli tuttu. Zira Anapa'nın bulunduğu dağlık bölgede yaşayan kabilelerin saldırılarından çekiniliyordu... kabileye misafir oldular... Selim'e gizlice... kabiledeki kızlardan biriyle evlenmesini istediğini söyledi. Kabul ederse kendisine çok ikramda bulunacağını... ifade etti. Selim'in kabul etmesi üzerine onu bu kabileden bir kızla evlendirdi. Böylece Derbend Boğazı'ndan rahat geçildiği gibi... güven tesis edilmişti... Anapa limanına indiğinde burada Cenevizlilerden kalma kale ve bina kalıntılarıyla karşılaştı ve buraya kalenin yapılmasına karar verildi." (Fedakar, s. 51-53)

"Kaybedilen ilk İslam toprağı... Kırım'ı tekrar geri alınması gerekmekte idi... büyük önem verildi." "1787... cepheleşmeler... ilki Rusya-Fransa-Avusturya, diğeri ise İngiltere-Prusya-Felemenk'tir. Osmanlı... kendini ikinci gruba yakın görmüştü... İngiltere ve Prusya'nın yardım vaatlerine de inanan İstanbul, acele alınmış bir kararla kendini Rusya ile savaşta bulmuştu... İstanbul, Fransız ve İngiliz hükümetlerinin kışkırtmalarının da etkisinde kalmıştır. Ayrıca İsveç'le yapılan askeri ittifak da... etkili olmuştur... İstanbul'un güvenliğinin de teminatı olan Kırım'ın tekrar alınması, devletin bekası için vazgeçilmezdi." "Kuzey Kafkas-Kırım-Özi hattı... Kuzey Kafkasya'dan... 10-15 bin askerle birlikte, bölge kabilelerinden toplanacak askerlerle Kuban Nehri geçilerek Kabartay üzerinden Rusya'ya saldırı düzenlenecekti... ordunun başına... Battal Hüseyin Paşa'nın... Tatar kabilelerinin başına da Şahbaz Giray'ın han olarak atanması ile bu plan tatbike konulacaktı." (Fedakar, s. 138-147)

Anapa Kalesi'nin ilk inşasında bir Fransız mimar, sonraki tamirat sırasında bir İngiliz mühendis de görev yapıyor. (Fedakar, s. 77, 192 ve ayrıca s. 191, 200, 205)

*

Dönem 1780'ler.

Yer esas olarak Kuzey Kafkasya.

İki imparatorluk bölgede karşı karşıya gelmiş ve etnik yapısı zaten karışık olan bölgeye güç oluşturmak için iki imparatorluk da yeni iskanlar yapıyor. Osmanlı Kırımlı Tatar ve Nogayları iskan ederken, Ruslar Kazakları ve diğer hıristiyan halkları bölgenin çeşitli yerlerine iskan ediyorlar. Bölgede büyük bir kaos hakim. Yoğun bir mücadele var. 

Nüfusları 19. yüzyılın ilk yarısında yaklaşık iki milyon civarında olarak ifade edilen Çerkezlerden 100 bin civarında asker sağlanacağı da umuluyor. (Fedakar, s. 11, 12)

Kitapta anlatılanlardan ortaya çıkan tablonun bazı noktaları şöyle:

*

1. Yazar bir çok yerde tekrar tekrar Kuzey Kafkasya'nın Kırım'ın kaybından önceki dönemde Kırım idaresinde olan Osmanlı toprağı olduğunu belirtiyor.  

"Kırım ve idari bakımdan ona bağlı olan Kuzey Kafkasya". (Fedakar, s. 3, 15, ve ayrıca s. XIX, 2, 21-25, 92)

*

2. Osmanlı'nın da aynı anlayışta olduğu anlaşılıyor, ama bu durum kitapta anlatılan diğer çeşitli hususlarla/olgularla uyuşmuyor ve dolayısıyla da pek gerçekçi görünmüyor.

Kitaptaki anlatıma göre, Kırım 1774'te Osmanlı'dan kopmuş ve 1783'te Rusya'ya ait olmuştur. Kitapta bir yerde, "Küçük Kaynarca Antlaşması sonrası serbestiyet kazanan Çerkeslerin, Kırım'a mı yoksa Osmanlı Devleti'ne mi bağlı oldukları hususundaki belirsizlik", (Fedakar, s. 41), de denmektedir. Ancak sonuçta yazara göre, önceki dönemde Kırım'a ait olan Kuzey Kafkasya Osmanlı'ya kalmıştır. Ne var ki Osmanlı bölgeyi hiç tanımamaktadır ve ahalisinin kalbini de esas olarak dini telkin, reislerine hediye ve unvan verme, çeşitli vaatler ve kızlarıyla evlenme gibi yollarla kazanmaya çalışmaktadır.  

"Çerkez kabile reislerine kalplerinin kazanılması için... kabilelere verilmek üzere bol miktarda hediye gerektiği". (Fedakar, s. 17-19)

En "önemli hususlardan birisi... İslam dinin telkini olmuştur. İzlenecek yollardan en önemlisi ise kabile halklarıyla sıhriyet bağı kurmak, bu yolla içlerine sızmak ve planını uygulamaktı. Nitekim kendisi... Şabsıh kabilesi beylerinden birinin kızıyla evlenmiştir. Daha sonra kendi maiyetinde bulunan Enderun ve Birun ağalarının her birinin bir kabileden bir kızla evlenmesini sağladı." (Fedakar, s. 21-23)

"Ferah Ali Paşa'nın Çerkez kabilelerini Osmanlı tarafına celp etmek için kullandığı en etkili yöntem... İslam dinini... bölgeye yaymak olmuştur." "Ferah Ali Paşa için, kabilelerle olan münasebetleri geliştirmek amacıyla ileri gelenleri başta olmak üzere kabile halkına hediyeler vermek ve onların güvenini kazanmak, yapılması gereken öncelikli işlerden diğeri idi... Hediye verme yöntemi ile kabilelerden asker toplamak daha kolay olmakta idi." (Fedakar, s. 24, 25

Kabilelere "gönderilen hediye bahası veya nakit paranın, Rusya ile olan savaş dönemlerinde ağırlık kazandığı görülür." (Fedakar, s. 34)

"İstanbul'a gelen haberciler... savaş durumunda Kabartay bölgesinden 40 bin bahadır savaşçı çıkacağını belirttiler... Çerkes kabilelerinin yanısıra Dağıstan ve Faş Kalesi havalisinde yaşayan Çeçenler de İstanbul'a yönelmişlerdi. Bunlar da tahminen 100 bin savaşçı asker çıkarabilecek konumda idiler. Ruslarla düşman olduklarından... cansiperane savaşacakları... yolunda İstanbul'a haberler gönderiyorlardı. İstanbul'da yapılan değerlendirmelerde, bunların da... casuslar gönderilmek suretiyle Osmanlı Devleti tarafına celp edilebilecekleri vurgulandı. Nitekim Anapa Kalesi'nin yapımından sonra bölge kabilelerini kazanma faaliyetleri hız kazanmış... muvaffakiyet sağlanmıştı." (Fedakar, s. 35-40)

"Küçük Kaynarca Antlaşması sonrası serbestiyet kazanan Çerkeslerin, Kırım'a mı yoksa Osmanlı Devleti'ne mi bağlı oldukları hususundaki belirsizlik... Çerkez kabilelerini endişeye sevk etmişti... Zanoğlu Mehmed Giray... kendini tüm Çerkez ulusunun lideri olarak görmekte idi. Osmanlı Devleti'nin onu Soğucak beyi olarak ataması, Abaza dışında diğer kabileler tarafından hoş karşılanmamış". (Fedakar, s. 41)

Osmanlı tarafından İstanbul'a getirilen Kalkay sultan "Şahbaz Giray'ın Tatarlar ile Abaza ve Çerkez kabilelerine fazla güveninin olmadığı anlaşılmıştı... onların dağlı kavimler olup siyasi mülahazlardan bihaber olduklarını belirttikten sonra, onlara yapılacak iltifatlar ile verilecek hediyelerle kabilelerin kazanılabileceğini belirtti. Aksi takdirde Rusların da aynı yönteme başvurarak kabileler üzerinde nüfuz kurup... Anadolu'ya bile girebileceği uyarısında bulundu... Kuzey Kafkasya halklarının elde iken bir işe yaramasalar dahi Rus ilerleyişi önünde bir set vazifesi göreceklerini söylemiştir./ Şahbaz Giray'a Kabartaylar hakkındaki düşünceleri sorulduğunda, onların Osmanlı Devleti'nin himayesine can attıklarını, şayet kazanılırlarsa Çeçen, Kumuk ve Dağıstanlıların da Osmanlı tabiiyetine gireceğini belirtmişti." (Fedakar, s. 44, 45)

Bicanzade sonrası Anapa muhafızı olan İpeklizade Mustafa Paşa "bölge kabilelerinin beylerini de kaleye davet ederek... onlara hediyeler vermişti... kabileden kız alarak evlilik bağı kurmuş... bir kız da Nogaylardan alarak hem Çerkez hem Tatarlara damat olmuştur." (Fedakar, s. 93)

"Osmanlı... kaybettiği Kırım'ı geri almak için... bir savunma hattı görünümü" alan faaliyetlere girişiyor ve bu süreçte diğerleriyle birlikte "Dağıstan hanları ve Kuzey Kafkasya ahalisi olan Abaza-Çerkez ve Tatarlar, Osmanlı Devleti'nin kuzeydoğu güvenliğinin temel taşları olmuşlardır./... bölge kabileleri üzerinde uygulanan psikolojik harekatla da ortak düşman algısı kuvvetlendirilerek Ruslara karşı birlikte savaşma olgusu yerleştirilmeye çalışılmıştır." (Fedakar, s. 101)

"1787 Rus Seferi öncesi... ordu defterdarı" "Memiş Efendi'ye de bölge kabilelerinin Osmanlı tarafına celbi için elinden gelen çabayı göstermesi, hediye ve maaşlarının aksatmadan verilmesi, onlara nasihatlarda bulunması ve gönüllerini hoş tutması konusunda emirler gönderilmişti. Kırım üzerine yapılacak harekatla ilgili Çerkez, Abaza ve Nogay kabilelerinin ileri gelenlerine bilgiler verilmiş... çok sayıda askerin Kuzey Kafkasya'ya gönderildiği... Osmanlı kuvvetleriyle uyum içinde hareket etmeleri nasihatlerinde bulunuldu." "Süleyman Ağa o sırada zaten Çerkez kabilelerine hediye vermek üzere Anapa-Soğucak havalisinde bulunmakta idi... Bu kez kendisine verilen görev... nüzül eminliği ile birlikte, daha önce de münasebetlerinin iyi olduğu Kuzey Kafkasya kabilelerinin içerisine girerek bunlarla merkez arasında koordinasyonu sağlamak oldu." "Öteden beri kabilelerle sıkı münasebetleri bulunan Kırım hanları sülalesinden birinin de kabileler üzerine serasker atanması düşünülmüş olmalıdır".  (Fedakar, s. 106-108)

"Bahadır Giray Sultan'ın Kuzey Kafkasya'da olması ve Ruslarla muhaberatta bulunması kabileler arasında hoşnutsuzluğa vesile olmakta idi." "Memiş Efendi... bölgede yoğun olarak yaşayan Nogay kabilelerinin istenildiğinde 60 bin asker çıkarabileceklerini... başlarında bulunan yedi-sekiz Kalkay sultanın da hediyeler verilerek gönüllerinin hoş tutulması gerektiğini beyan etmişti. Ayrıca Kalkay Kutayisli Mehmed Giray Sultan'ın Kabartay tarafına geçtiğini... sağlandığında 20 bin kişilik orduyu hazır hale getireceğini belirtti... Osmanlı... kabileler ve Kırım Hanlığı sülalesinden gelen girayların celbi için onlara hediye, mühimmat ve cephane vermeyi devlet politikası haline getirmişti. Rusya hudutları dahilinde kalan Kabartay kabilelerine de... pahalı hediyeler gönderildi." (Fedakar, s. 128-137)

"Abaza ve Çerkez kabilelerinin kalplerini kazanmak için onlara... hediyeler gönderilmiştir... kabile ileri gelenleri... Osmanlı Devleti'ne bağlılıklarını bildirmişlerdi... Rusya'nın rahatsız olduğu hususlar... engellenmek istenmiş... Kabile ileri gelenleri ile dokuz maddeden oluşan anlaşma üzerine yemin ettirilerek kendilerinden senet alınıp İstanbul'a gönderilmiştir." "Osmanlı Devleti'nin dostuna dost, düşmanına düşman olunacak." (Fedakar, s. 180)

"Bu paranın içinden bölgede bulunan giraylardan Mehmed Giray Sultan'a 20 bin ve adamlarına 5 bin; Bahadır Giray'a 2.500, Hacı Giray, Salih Giray ve Arslan Giray'a 1.000'er; Selim, Mahsud, İslam ve Murad Giraylara 750'şer kuruş harcırah verildi. Diğer kabile ileri gelenlerine her biri 60 kuruştan 15 altın saat ki toplamda 900 kuruş ve 500 kuruş değerinde 80 diba verildi. Paranın geriye kalan kısmıyla da çeşitli değerli kumaş, kürk ve altın ve gümüş kakmalı silahlar verilmiştir. ... Hediyeleri götüren çukadara da 150 kuruş harcırah verilmiştir. Yine beyleri ve ileri gelenlerine verilmek üzere üçer kollu 1.500, dörder kollu 250 ve beşer kollu 250 olmak üzere toplam 2 bin adet gümüş çelenk Anapa'ya gönderildi. Bunların dışında 25'i yaldızlı olmak üzere toplam 100 adet yedi kollu çelenkin hazırlanması için Darbdhane-i Amire'ye emir gönderilmiştir. Yine kabilelere verilmek üzere 500 tay kirpas da bölgeden temin edildi. Kabilelere gönderilen kirpas bahasından 1.675 kuruşu Aydın ve bölgesi mukataası gelirinden karşılandı. Daha sonra her bir tayda 60 adet bulunan 300 tay kirpas Amid ve Kudüs'den tedarik edilerek Anapa'ya gönderildi." (Fedakar, s. 272) 

"Daha sonra... kabilelere ve giraylara harcaması için de 60 bin kuruş gönderildi." (Fedakar, s. 274)

*

3. Osmanlı Rusya ile belirlediği sınıra bölge halklarının da uymasını beklemekte, sınır ihlali yapılmaması konusunda sık sık "talimat" göndermektedir.

"Rusya ile barış döneminde olunduğundan, iki ülke arasında sorun oluşturacak sınır ihlallerinden kaçınılması gerektiği hususunda... emirler gönderildi... Rus elçisiyle tekrar mutabakat sağlandı." (Fedakar, s. 28, 29)

Bölgedeki "kabilelerin Rusya sınırını ihlal etmemeleri" için "sınır denetimini sağlamak üzere Sivas ve havalisinden 500 kadar sipahi ve silahdar vs. asker toplanarak Anapa'ya gönderilmesi... emredilmiştir." (Fedakar, s. 213) 

*

4. Rusya bölgede katliam ve yağma yaptığında ise sessiz kalınmaktadır.

"Rus askerlerinden bir kol... kabileleri gece baskına uğratarak birçok insanı katledip, mallarını yağmalamışlardı... Ruslar kabilelerin kendi taraflarında olmasa dahi, en azından tarafsız kalmalarını sağlama politikası gütmekte idi... 100 Rus askeri... talan yapmış, kabilelere korku vermişti... Ruslar, Büyük Kabartay'ı basıp beylerinin çoğunu katletmişlerdi... onlardan mühür ve rehine istemişti." "Şahin Giray'ın idaresini kabul etmiş olan... Tatar kabileleri... Çerkez kabileleri üzerine akınlar yapmakta... idi." (Fedakar, s. 35-40)

"Ruslar 1788 yılı ortalarında 15 bin askerle... Besni kabilesine baskın yapmış... şiddetli çatışmalar olmuştu." (Fedakar, s. 149)

"Ruslar 20 Şubat 1790'da Demirköy'e gelmiş... Kuzey Kafkas kabilelerinin ileri gelenleri... Rusların yaklaşık 25 bin kişi ile saldırdıklarını belirtmişlerdi... kabilelerden 15 mirza ile... Arslan Giray'ın oğlu Selim Giray Ruslara esir düştü." (Fedakar, s. 159)

"Şabsıh kabilesi ile Bezadug kabilesi arasında sekiz yıldır husumet bulunmakta idi... 1796 yılında her iki kabile arasında çıkan muharebede Bezaduglar Rusların yardımına müracaatla top ve mühimmat alarak muharebede Şabsıhlardan beş-altı yüz askeri öldürmüştü. Bu sebeple Şabsıhlarda Bezaduglara karşı intikam alma duygusu ağır basmakta idi. Diğer yandan Şabsıh kabilesi Rusya hudutlarını geçerek yağma ve talanda bulunmakta idi. Rus elçisinin durumu İstanbul'a bildirmesiyle çalınan hayvanlar iade edilmiştir. Bununla birlikte Ruslar iki kabile arasındaki husumetten faydalanarak Bezaduglarla olan münasebetlerini artırma, onları nüfuzuna alma gayretinde idiler... Bazedug kabilesi Şabsıhlardan korkmakta idi... bu iki kabilenin barışmasının Osmanlı Devleti'nin çıkarına olacağı... emirde, her iki kabilenin ileri gelenleriyle görüşerek aralarındaki husumetin kaldırılması istenmiştir." "Bazedug beyi... Rusların 46 süvari ile Kuban Nehri'ni geçerek köyün ileri gelenlerinden beş kişiyi katlettiklerini bildirmişlerdir. Bazedug'dan 200 kadar kişi de sınırı geçerek Ruslara ait yüz kadar beygiri gasp ettiklerini... belirtmişlerdir." (Fedakar, s. 219, 220)

*

5. Osmanlı Kırımdan göç eden Tatarları/Nogayları bölgede iskan etmektedir.

"Bucak Tatarları... Kuzey Kafkasya'ya ulaşmışlar... 1784 yılında Osmanlı Devleti'ne sığınma talebinde bulunmuşlardı." "Göçmenlerden 10 bin kişilik bir grup, Kabartay karşısına Abazin kabilesi içine... Besni bölgesinde yerleştirildi... 10 bin kişi Kerkenay ve Hemenşi adlı kabilelerin yakınına Labe Nehri civarına; 10 bin kişi Hata ve Hatukay kabileleri civarına, geriye kalan 10 bin kişi ise Anapa limanı başında dere kenarına yerleştirilmiştir." (Fedakar, s. 31, 32)

"Rusya ile husumet içinde bulunan göçmenlerin, Abaza kabilesi ile de arası iyi değildi... Abaza kabilesinden herhangi bir muhalif tavır söz konusu olduğundan bu defa bunları bastırmak için Tatar kabilelerinin yardımından faydalanılacaktı." "Ferah Ali Paşa, Tamanlı göçmenleri... onlara hediyeler vererek... Abaza kabilelerinin yaşadığı bölgeye iskan etmişti. Ne var ki kabile mensuplarından bazılarının göçmenlerin mallarını yağmalaması... zor duruma sokmuştu." (Fedakar, s. 31, 32)

"Tatar göçmenler aile ve çocuklarıyla birlikte geldiklerinden, göçmenlerin dışında iskan ettirilen bölge kabileleri mensuplarından, hile ve fesat yoluyla huzuru kaçırmak isteyenler olduğu gibi, yine göçmenlerin kendi içinden de huzursuzluğa vesile olan insanlar vardı." (Fedakar, s. 56)

"Anapa Kalesi ... 130 haneye yakın Nogay kabilesi yerleşmişti." "1795-1797 yılları arasında Anapa Kalesi tamiratında 1.500'ün üzerinde amele çalışmakta... firar edenler de olmakta idi." "Mustafa Paşa İstanbul'a yazdığı takririnde... bölge kabilelerinden istihdam edilen yerli yeniçerilerle birlikte çok sayıda askere ihtiyaç duyulduğunu belirtmiştir." "Nogayların da kale ahalisiyle arasının iyi olmaması sebebiyle bunlardan asker temin etmenin mümkün olmadığı... daha önce de yapıldığı gibi Rus işgali sonrası... diğer bölgelere göçen ahaliden dört-beş yüz hanenin Anapa'ya gönderilmesi ve burada iskanıyla birlikte muhafız açığının da bunlardan karşılanabileceği ifade edilmiştir." (Fedakar, s. 208-210)

"Nogay mirzası Ali Bey İstanbul'a gelmişti. Kendisi ve kabilesinin Bucak'tan gelerek Anapa civarında Abaza kabilelerinin yaşadığı bölgelere yerleştiklerini fakat bunlara güvenmediklerini belirterek can güvenliklerinin olmadığını belirtmiştir... Eğer kabilesinin güveni sağlanamazsa Bucak tarafına tekrar gitmelerine müsaade istemiştir... Anapa muhafızı Osman Paşa'ya yazılan emirde Tatar kabilelerinin güvenliğini tesis etmesi istenmiştir." (Fedakar, s. 213) 

"Anapa Kalesi'nin... kalenin tekrar şenlendirilmesi için... tekrar ve acilen Anapa'ya sevk edilmeleri istenmiştir", "kısa süre sonra tekrar cazibe merkezi halini almıştır... 1809 sonbaharında Ruslar tarafından denizden saldırılmış, kale içerisine yaklaşık 6 bin Rus askeri girmiş, Çerkez kabilelerinin de yardımıyla bunlardan yarıdan fazlası öldürülmüş, kalanı ise kaleden atılmıştı./ 1812 Bükreş Antlaşması sonrası Anapa Kalesi yine tamirattan geçmiştir." (Fedakar, s. 222)

*

6. Osmanlı'nın kendisine ait saydığı Kuzey Kafkasya'ya, 1774-1783 döneminde "bağımsız" olan Kırım da sahip çıkmakta ve 1783'te Kırım'ı bünyesine katan Rusya da bölge halklarını kendi taraftarı yapmaya çalışmaktadır.

Bölgede "Rusya ve ona tabi konuma gelen Şahin Giray da yoğun... faaliyetlerde bulunmakta idiler." "Bölge halkı... hala onların hanları olduğunu iddia eden Şahin Giray'ın tazyikine de maruz kalmakta idiler. Rusların bağımsızlık vaatlerine kanan Şahin Giray... meşruiyetini İstanbul'a da kabul ettirmişti... bağımsız hükümdar edasıyla Taman'da bölge kabileleri arasında Rus propagandası yapıp onları Osmanlı Devleti'nden uzaklaştırarak kendi tarafına çekmeye çalışıyordu." (Fedakar, s. 35-40)

"Şahin Giray'ın para dağıtarak kabile arasına nifak soktuğu... Ali Paşa, Şahin Giray'ın kabileler arasına tefrika sokması ve kargaşalık çıkması durumunda... Şahin Giray'ın üzerine gitmek gerektiğinde 200 çürük adamla bu işin yapılamayacağını belirterek İstanbul'dan bölge için toplanacak askerlerin bir an evvel gönderilmesini istemiştir." (Fedakar, s. 42)

"Rus casuslarının faaliyetleri Kırım'da kargaşa ortamının doğmasına sebep olmuştu. Çerkez, Abaza ve Tatarlardan oluşan bir grup, Şahin Giray'ı öldürmek amacıyla sarayına hücum etmişlerdi. Kendisine yapılacak suikastı önceden anlayan Şahin Giray, Yenikale'deki Rus generaline sığındı." (Fedakar, s. 43)

*

7. Osmanlı'nın bölge ile ilgili sorunlarından belki de en önemlisi kendi içindeki uyumsuzluklar ve çekişmeler oluyor, öyle ki, çok kapsamlı bir savaş ortamında bölgeye tayin ettiği komutanlar genellikle zamanında bölgeye gitmiyor, gidenlerden de biri kaçıyor, biri tam savaş sırasında orduyu dağıtıp Rusya'ya firar ediyor, bir diğeri de bölgeye gitmediği için Anapa'nın kaybından sorumlu görülüp idam ediliyor.

"Ferah Ali Paşa'yı sıkıntıya sokan diğer bir husus... kabilelerden esir alınıp satılmasına karşı çıkmasının doğurduğu sonuçtur... bu hal üzerine İstanbul'da ona muhalif bir zümrenin oluşmasıyla, kendilerine köle gönderilmiyor diye kalenin zaruri ihtiyaçları için verdiği arzların kabul görmemesine yol açmıştır... muhaliflerinden biri de Bahadır Giray idi... onu kollayan güçlü bir isim olmasına rağmen onun icraatlarından rahatsız olan bir kitle de oluşmuştu... köle ve cariye... beklentileri boşa çıkarması... İstanbul'da oluşan olumsuz hava... askeri ve mali desteğin aksamasına yol açmıştır." "Canikli Ali Paşa... bölgenin imarı ve teşkilatlandırılmasının kendi oğulları tarafından yapılmasını arzu ettiğinden, Ferah Ali Paşa'nın bölgeye muhafız olarak atanmasını hoş karşılamamıştı... zan altında bırakmalarıyla, paşanın İstanbul'dan talepleri göz ardı edilmekte idi." Sorunlardan biri "Tatar göçmenler olmuştur... 1784 yazına gelindiğinde, iki yıldan beri Anapa havalisine iskan için bekleyen göçmenler sıkıntı çekmekte idiler... askerler, maaşlarını alamadıkları için yeniçeri ağasını dağa kaçırarak tehdit etme planları dahi yapmakta idiler." (Fedakar, s. 58-60)

"Anapa Kalesi'nin inşası ve Kuban Nehri'ne yapılmakta olan kaleler, bölgede yaşayan kabilelerin güvenlik endişesini gidermiş oldu." "Zira endişe sebebi sadece Rus tehdidi olmayıp öteden beri var olan ve gerek Çerkez kabilelerinin kendi aralarında, gerekse Çerkezler ile Tatarlar arasındaki huzursuzluğun yeniden su yüzüne çıkması idi." (Fedakar, s. 62, 63)

"Kabilelerin ileri gelenleri... talepleri yerine getirilmezse işçileri toplayıp gidiyorlardı." "Nogay kabilelerinin işgücünden faydalanıldı." "Nogay kabileleri ile Abaza kabileleri arasındaki husumetin etkisi büyüktü." (Fedakar, s. 69, 70)

"Abdullah Ağa kimseye haber vermeksizin eşyalarını gemiye yükleyerek Sohum tarafına firar etmiştir... yakalanarak İstanköy Adası'na nefyedilmiştir." (Fedakar, s. 78)

"Bicanzade'nin... bazı saray mefruşatını zapt ettiği bazılarını ise sattığı anlaşıldı." (Fedakar, s. 88)

Ferah Ali Paşa'dan sonra "kabilelere kötü davranılmış"tır. (Fedakar, s. 89)

"Haşim Efendi... köle ticaretiyle meşgul olan Bicanzade Ali Paşa'nın devlet erkanına verdiği cariyeler mukabilinde, kendisine... Anapa muhafızlığı ihsan edildiğini iddia eder." Haşim Efendi Bicanzade'nin "bir gece kadın kıyafetleriyle komşusuna sığınıp... atla kaleden Abaza Dağları'na kaçtığını iddia eder. Daha sonra... getirilerek... Sinop'a gönderilmiştir." (Fedakar, s. 90, 91)

"Bicanzade'nin usulsüzlük yaparak zimmetine zahire geçirdiği tespit edilmiştir." "Altıkulaçzade Hüseyin Ağa, Anapa Kalesi'ne muhafız olarak tayin edildi... Kudretli ve zengin birisi olduğu için... atanan Hüseyin Ağa'ya... bin askerle Anapa'ya gitmesi istenmiştir... gitmekte acele etmeyip işlerine devam eden Hüseyin Ağa, kendisine fermanlar getiren mübaşirleri... kuruş vererek geri göndermişti. Daha sonra mübaşirleri... yakalatarak öldürtmüş, para ve değerli eşyalarını almıştı. Suçu da bölge köylülerinin üzerine atmış, hatta bu işi yaptıklarını iddia ettiği ve sevmediği adamları yakalatarak öldürtmüş, kesik başlarını da İstanbul'a göndermişti... 9 Ekim 1786 tarihinde İnebolu iskelesinden hareket etmiş fakat kötü hava şartları sebebiyle Amasra'ya geri dönmüş... kış mevsiminin şiddetlenmesiyle birlikte bahara kadar Amasra'da kalıp... görev mahaline o ana kadar gitmemiş olmasının suç olmasına rağmen mazeretine binaen... uygun rüzgara tesadüf olunduğunda Anapa'ya gitmesi emredildi." (Fedakar, s. 94, 95)

Anapa seraskerliğine "10 Eylül 1789'da Battal Hüseyin Paşa getirilmiştir", fakat "görev yerine gitmesi gecikmişti." (Fedakar, s. 102, 103)

"Bu arada Kalkay Mehmed Giray ile Anapa Kalesi'ndeki bazı kişiler arasındaki husumetten dolayı Mehmed Giray Anapa Kalesi'ne gitmekten imtina etmekte idi." "Abdullah Ağa'nın firarı ile birlikte nüzül eminliğine Süleyman Ağa atanmış, 28 Ocak 1789'da görevine başlamıştır." (Fedakar, s. 106-108)

"Anapa kadısı İsmail Halife... para alarak Anapa'ya gitmek üzere İstanbul'dan" ayrılmış, ancak Sinop'tan "gizlice tekrar İstanbul'a dönmüştü." (Fedakar, s. 111)

Kara ve deniz güçleri uyumsuzluğunun yanı sıra Canik ve Trabzon'da bulunan "Battal Hüseyin Paşa her defasında bir bahane ile görev yerine gitmekten kaçınıyordu." "Diğer yandan kabilelere hem moral takviyesi yapılmakta hem de merkeze bağlılıkları canlı tutulmaya çalışılmakta... İslam dini telkin edilmekte idi... Bu süreçte, ortak düşmanla birlikte ortak din düşmanlığı olgusu da yerleştirilmiştir." Tatarlara han yapılması planlanıp İstanbul'a çağrılan Şahbaz Giray "Selim Paşa konağına yerleştirilmiş... 10 Eylül 1787'de sultanın huzuruna çıkmış... hanlık verilerek... görevlendirilmişti. Biraderi Mübarek Giray da Kalkay olmuştur. Şahbaz Giray'ın... Kırım'a geçmesi veya Kabartay tarafına geçip o tarafta bulunan kabileleri yanına alarak Rusya üzerine hücum etmesi planlanmıştı. Ancak Şahbaz Giray'ın Anapa'ya gitmesi bahar ayını bulacağından, o vakte kadar... Saadet Giray Kuban başbuğu olarak atandı. Şahbaz Giray da... Besarabya'ya geçmiş... 40 bin Tatar'ı toplamıştı." "Fakat Şahbaz Giray... maiyetindeki askerleri küstürmüştü... itibar gören Arslan Giray dururken onun han ilan edilmesi pek hoş karşılanmamıştı." "Kuzey Kafkas kabilelerinin ileri gelenlerini Osmanlı tarafına çekmek için 50 bin kuruştan fazla tutarda mühimmat... birçok hediye... gönderildi." "Çıldır valisi Süleyman Paşa... askerin Dağıstan'a gitmesiyle bol miktarda zahireye ihtiyaç duyulacağını bildirdi." "Anapa'da huzursuzluklar meydana gelmekte idi. 15 Mayıs 1790'da... Süleyman Ağa, bazı zorluklarla karşılaşmıştı... Anapa Kalesi'ne gönderilen zahireye ve hazineye serasker Battal Hüseyin Paşa'nın el koyduğu ve Süleyman Ağa'nın zor durumda kaldığını beyan etmişti. Battal Hüseyin'in, Süleyman Ağa'ya tüccardan elli-altmış keselik mal aldırarak onun üzerine tahvil etmesiyle silahşor, içinden çıkılmaz zarara boğulmuştu... İstanbul'a dönme isteğini artırdı." "Memiş Efendi... bazı sıkıntılardan bahsederek yardım talebinde bulundu... böyle taleplerin gelmesi İstanbul'un tepkisine yol açmıştır." "Abdullah Paşa... 19 Ağustos 1790 tarihinde Anapa seraskeri olarak atanmıştır." "Soğucak muhafzılığına Canik muhassılı Hayreddin Bey atandı. Kendisine gönderilen emirde, Canik ahalisiyle arasında iyi münasebetler bulunmadığı gerekçesiyle böyle bir karar alındığı belirtilerek yakınlarını toplayarak bir an önce Soğucak'a gitmesi bildirild." (Fedakar, s. 138-147)

"Mir Mehmed, Battal Hüseyin'in sefer esnasında İstanbul'dan kendisine maddi yardım yapılacağına inanmadığını, tüm masrafların kendi üzerine kalacağına inandığını ifade etmiştir." (Fedakar, s. 151)

Mir Mehmed "Zanoğlu Mehmed Giray'ın... Rusları Anapa'ya davet ettiğini iddia etmektedir... onunla ilgili malumata şüpheyle yaklaşmamıza sebep olmaktadır... Mir Mehmed Anapa'ya dönüşte, İstanbul'dan getirdiği... emirleri göstermiş, kabilelerin ileri gelenleri, Osmanlı Devleti'nin kendilerine yardım göndereceği hususunda mutabık kalmışlardır... Battal Hüseyin Paşa... kabileleri tahkir etmişti... İstanbul'dan da Battal Hüseyin Paşa'ya tehdit ve uyarı dolu bir emir gönderilerek aklını başına devşirmesi... bildirilmiştir", "Kabartay'a geçmesi... Kızlar Kalesi'ne hücumu... Kırım hanlarının soyundan olanların da savaşta istihdam edilmesi emredildi... Paşa alınan bu tedbirleri yeterli görmemekte idi... o an için gerçekleşmesi imkansız taleplerde bulunarak... görevini yapamadığını söylemek için bahaneler ileri sürmüştü./ İstanbul'da alternatif çareler aramak için müzakerelere başlanmıştı. Tebdil hasekisi Mahmud, Battal Hüseyin Paşa'yı Kabartay bölgesine götürmek üzere görevlendirilmiş... Abdullah Paşa'ya da... onun yerine... serasker olarak atandığını ve Anapa'ya gitmesi istendi. Eğer gerekirse... durumu gizlemesi tembihlenerek... bildirildi." (Fedakar, s. 152-154)

"Memiş Efendi... 10 kesesinin yağmalandığını... belirtmiştir." "Trabzon ve havalisinden toplanan askerin Battal Hüseyin Paşa vasıtasıyla tertip edildiği için bunlara da güvenilmediğini... yeniden askere ihtiyaç duyulduğunu... Arnavut askeri, evlad-ı fatihan ve Kürt aşireti olursa faydalı olacağı beyan edilmiş". (Fedakar, s. 169)

"Battal Hüseyin'in firarıyla birlikte yerine serasker atanan Abdullah Paşa... türlü bahanelerle oyalanarak Anapa'ya gitmemişti... gitmediği için kalenin işgaline sebep olduğu düşünülen Abdullah Paşa'nın ölüm fermanı çıkartılmış, valisi olduğu Erzurum'a giderken yolu kesilerek öldürülmüştür (26 Ekim 1791)." (Fedakar, s. 175-179)

"Sohum Kalesi merkez seçilmek suretiyle... 1.500 askerle Kuğuzade Süleyman Paşa 15 Ağustos 1791'de başbuğ olarak atandı... Ancak görev yerine gitmeyen Kuğuzade'nin vaktini Trabzon'da geçirmesi üzerine kendisine verilen 12.500 kuruşun geri alınmasına karar verilmiştir." Bölge "kabilelerinin Rusya tarafına meyletmeleri tehlikesinin bertarafı için tedbir alınması görüşülmüştür." (Fedakar, s. 180)

"Dağıstan hanları Umm Han ve İbrahim Halil Han'a 60-70 bin askerle Bayezid mutasarrıfı İshak Paşa ile birlikte Gürcistan üzerine yürümeleri emri verilmiştir." "Dağıstan hanlarından Umm Han ise maiyetine çok sayıda asker alarak Gürcistan üzerine yürümüştü. Çıldır valisi Süleyman Paşa'dan Dağıstan ve Azerbaycan hanları ile ittifak ederek Rus yanlısı Erekli'yi cezalandırması istenmişti... Süleyman Paşa'nın gönderdiği askerler Tiflis'i yağmalamak suretiyle Erekli cezalandırıldı. Dağıstan ve Azerbaycan hanlarının kendi aralarındaki husumetten dolayı Erekli'ye karşı birliktelik sağlanamamıştı. Dağıstan'ın en muktedir hanı olan Avar hanı Umm Han'a hassa silahşorlarından Mehmed Salih Ağa ile başka bir emir gönderilerek Rusların ileri karakollarından biri olan Kızlar Kalesi'ne akınlar düzenlemesi istenmiştir... Kabartay ümerasına da savaşa teşvik mahiyetinde emirler gönderilmişti. Diğer bir çağrı da Buhara Hanlığı'nadır... Buhara üzerinden de Ruslara saldırılması istenmişti." "Anapa Kalesi'ne gitmesi için emir gönderildiği halde gitmeyenler de mevcuttu. Bunlardan birisi de Boyabadlı Elhac Ali Ağa'dır." Müzakere "sürecinin başlamasıyla... bölge kabile beyleri, Kırım hanları soyundan olan ve Kuzey Kafkasya'da bulunan giraylara hükümler gönderilmiştir... devlete güvenmeleri... teyakkuz halinde bulunmaları emredilmiştir." "1792... Yaş Antlaşması ile Kırım'ın Ruslar tarafından ilhakı kabul edilmiş... Kuban Nehri sınır olmuş, Ruslar Kafkasya'da işgal ettikleri bölge ve kaleleri iade etmiştir... kabilelerin... Rus hududu geçilerek verilecek zararın... tazmin edilmesi de anlaşma hükümleri arasında yer almıştır./... işgalle burada yaşayan halkın birçoğu göç etmek zorunda kalmıştı." (Fedakar, s. 181-184)

"Şahin Giray'ın hanlıktan uzaklaştırıldıktan sonra Osmanlı Devleti'ne sığınması ve katledilmesine kadar olan süreçle ilgili daha geniş malumat için..." (Fedakar, s. 255)

"Cevdet, Tarih, III, s. 231. Faş muhafızı İbrahim Paşa'nın, İstanbul'dan gönderilen emirlere karşı geldiği, buna rağmen cezalandırılmadığı ve yerine Faş muhafızı atanan Bicanzade'yi kaleye sokmadığı ifadeleri yer alır... Bicanzade, İbrahim Paşa'nın kaledeki mühimmat ve topları bölgedeki derebeylerine ve düşmana vermekle kalmayıp kaleyi bile teslim edebileceğini iddia ederek, her ne yolla olursa olsun, kaleyi muhasara edip zorla ele geçirme hususunda İstanbul'dan emir gönderilmesini talep etmişti. İstenen emir geldikten sonra Faş muhafızı İbrahim Paşa'yı idam eden Bicanzade, onun kesik başını İstanbul' göndermiştir." (Fedakar, s. 262, 263)

"Karahisar-ı Şarki ve kazalarından toplanan 3 bin piyade askerin gönderilmesi için kadı ilamı lazım olmuş, Tabanzade Süleyman Efendi adlı kadı, kendisine bin kuruş verilmeden ilamı çıkarmayacağını belirtmişti. Daha önceden de vukuatları ve cüretleriyle bilinen kadının inadında ısrar etmesi üzerine Niksar Kalesi'ne nefyedilmiştir." (Fedakar, s. 267)

"Haşim Efendi, Bahadır Giray'ın kabileler arasında "Batıl Giray" olarak adlandırıldığını ve sevilmediğini, Ruslardan kurtulmak için oğlu Selim Giray'ı rehin bıraktığını ifade etmiştir. Ayrıca Selim Giray'ın da Rus hizmetine girerek binbaşılık rütbesine kadar yükseltildiğini, daha sonra baba-oğulun Abaza ve Çerakise'yi Rusya'ya bağlamak için işbirliği yaptıkları da belirtilerek Selim Giray'ın babasıyla sürekli muhabere halinde bulunduğunu belirtmiştir. Bahadır Giray'a oğlu tarafından gönderilen habercilerinin duyulması üzerine kendinden gelen mektup ve Rusya ahvaline dair bilgi istendiğinde, Bahadır Giray'ın mektubu inkar edip gerekli bilgiyi gizlediği, oğlunun kendine harçlık gönderdiğini söylemiştir... Selim Giray'ın Rusların elinden kaçarak Anapa'ya gelmesi ve orduya katılması, Haşim Efendi ve kabilelerin, hadiselere biraz hissi yaklaştığı intibaını uyandırmaktadır." (Fedakar, s. 271)

"İsmail'e yardım için gönderilen Baht Giray'ın görevi yerine getirmeyerek geri döndüğü belirtilmektedir." (Fedakar, s. 274)

"Abdullah Saydam... Battal Hüseyin Paşa için, "... Rus Savaşı devam ettiğinden merkezden Anapa'nın düşman saldırısından kurtarılması için fermanlar yollanmasına rağmen itaat etmeyerek Ruslara teslim olmuştu. Rusların elinde dokuz yıl esaret hayatı yaşadıktan sonra 1799'da Rus Çarı I. Pavel'in ricası üzerine affedilmişti..." şeklinde... malumat vermiştir." (Fedakar, s. 278)

"Cevdet Paşa... Kutayisli Mehmet Bey olarak da ismi zikrolunan Mir Mehmed'in kimliği ile ilgili Haşim Efendi'ye dayanarak ilginç bilgiler vermektedir. Buna göre, Acaralı olan Mir Mehmed'le Kutayisli Mehmed aynı şahıstır. 1768-1774 Rus Savaşı'nda Canikli Ali Paşa'nın adamları yanında hizmetkarlıkla Kırım'a gitmiş ve muharebe esnasında Ruslara esir düşmüştü. Daha sonra bir Rus generaline hizmetkarlığa başlayan Mehmed, Kırım civarında onunla beraber dolaşmıştı. Generalle birlikte Kabartay tarafına geldiğinde bir yolunu bularak Abaza Kabilesi'ne sığınmış, burada kabilenin örf ve adetlerini öğrenmişti. Buradan da yanına aldığı iki köleyle birlikte bir gemiye binerek İstanbul'a gelmiştir. Bu esnada esir pazarı ticaretinden Bicanoğlu Ali Paşa'nın Anapa muhafızı olduğunu duyduğunda ona giderek kendisinin sadece bir unvan mukabilinde hazinedarlık hizmetiyle onunla birlikte Anapa'ya gideceğini bildirmesiyle, Ali Paşa da durumu memnuniyetle karşılamıştı. Anapa'da kendisini herkese bey olarak tanıtmış ve herkesi kendisine inandırmış, İstanbul'a gittiğinde de aynı eda ile hareket eden Mehmed hükümete, güya kendisine vezirlik verildiğinde tüm bölge kabilelerinin ona biat edeceklerini belirterek yanında kabilelere ait mühür ve evraklar götürmekte imiş. Kabartay halkına yardım yapılırsa Rusya içlerine akınlarda bulunabileceklerini de ifade eden Mehmed, Battal Hüseyin'in Kabartay'a gitmesini, eğer itiraz ederse idam olunsun diye yanında bulunacak mübaşire hatt-ı hümayun verilmesinin yerinde olacağını tavsiye ederek devlet erkanını yönlendirmiş, bu durumu kullanarak Battal Hüseyin'den hediye yollu çıkar sağlama düşüncesine kapılmıştı. Bu defa Battal Hüseyin'in yanına giderek, İstanbul'dan gelen mübaşirin yanında kendisinin idamını emreden hatt-ı hümayun olduğunu belirtmesi üzerine Battal Hüseyin Paşa firar ederek ihtiyarlayana kadar esaret altında kalmıştır... Bizzat Anapa'da bulunan ve paşanın katipliğini yapıp... kaleme alan Haşim Efendi'nin konu hakkında malumat sahibi olması olağandır... Lakin Ferah Ali Paşa'dan sonra Bicanoğlu gibi bir zatın paşa olması, Mir Mehmed'in de onun yanında hazinedarı hüviyetinde kalede görev yapması ve... paşanın icraatlarıyla gerek kale ahalisi ve gerek kabilelerin nefretini kazanarak kaçmak zorunda kalması, Haşim Efendi'nin daha duygusal tepki vermesine sebebiyet vermiş olmalıdır. Haşim Efendi'nin iddia ettiği diğer bir husus, Mir Mehmed'in kabileler içinden rasgele beş-on kişiyi toplayarak İstanbul'a götürdüğü ve onları her bir kabilenin temsilcisi imiş gibi tanıtarak İstanbul'da, kabileler üzerindeki nüfuzunu göstererek kendine çıkar sağladığı şeklindedir. Bunun da teknik anlamda mümkün olmadığı aşikardır. Çünkü Divan-ı Hümayun'da her kabileye ait mühür kaydı ve kabile mutemedlerinin isimleri yer almakta, tatbik için mühürler de mutemetlerde bulunmakta idi. Dolayısıyla Kuzey Kafkasya'dan gelerek herhangi bir kabilenin temsilcisi veya reisi olduğunu iddia etmenin kabul görmesi mümkün değildir. Bu sebeple Kutayisli Mehmed'in Anapa ile İstanbul arasında bilgi akışını sağlaması ve hükümetin bölge ile ilgili politikalarında etkili olması hasebiyle çalışmamızda onun icraatlarından bahsedilecektir." (Fedakar, s. 278, 279)

*

8. Bir sorun da çeşitli imkansızlıklar olmuştur.

"Anapa Kalesi'nde görev yapmakta olan 79 topçu askeri iki yıldır mevaciplerini alamadıklarından perişan olmuşlardı." (Fedakar, s. 117, 118)

"Anapa'da da zahire kıtlığı çekilmekte idi." (Fedakar, s. 120)

"Samsun iskelesinde toplanan askerin burada elli gün beklemek zorunda kalması, üretilen peksimetin Anapa'ya gitmeden burada tüketilmesine sebep oldu." (Fedakar, s. 121)

"Bölge iskelelerinde toplam 172 adet gemi olduğu tespit edilmiş, bunlardan 162'si kullanıma uygun bulunmuştu." (Fedakar, s. 122)

"Tatar, Abaza ve Çerkez kabilelerinden reis ve beyleriyle birlikte askerlerinin geldiği... zahire kıtlığı çekileceği ifade edilmiştir." (Fedakar, s. 125)

"Anapa Kalesi'nde bazı sıkıntılar baş göstermişti. Serasker Battal... Paşa... mühimmat sıkıntısı çekildiğini belirterek... 200 asker ile 100 süratçi askeri takviyesi yapılmasını istemişti... bölgeden temin etmesi emredildi." "Anapa'dan... daha önceden gönderilen süratçilerin 50'ye yakınının bazen firar ve bazen de hastalık yüzünden İstanbul'a döndüğü, geriye kalan 55 askerin ise işe yaramayacağı bildirilmişti. 1790 yılına gelindiğinde... Memiş Efendi... 100 süratçi askerden... 31 kişi kaldığı... iletmiştir." "Serasker Battal... Paşa... savaşa hazırlık bağlamında... paranın kendisine gönderilmesini arz etti." "Nüzül emini Süleyman Ağa maddi imkansızlıklardan dolayı sıkıntı yaşamakta idi... daha fazla paraya ihtiyaç vardı... para yetmemiş... Süleyman Ağa da görevden affını istemişti." "İpeklizade Mustafa Paşa'nın yanına her gün birkaç yüz Abaza ve Çerkez kabilelerinden insanların gelip gittiğini... günlük 200 öğün tayinatın kendisine yetmediğini bildirmişti." (Fedakar, s. 128-137)

"Karadeniz'de Rus... gemileri dolaştığından Anapa'ya ikmal yapılamamakta idi." (Fedakar, s. 158)

*

9. Sonuç da şöyle oluyor.

"Bölgeye daha önce peyderpey 10 binin üzerinde asker gönderilmiş, daha sonra 21.850 askerin gönderilmesiyle birlikte 30 binin üzerinde asker Anapa'da konuşlanmıştır." (Fedakar, s. 116 ve ayrıca 112, 113)

"Dağıstan hanlarından Avar Umm Han da Çıldır valisi Süleyman Paşa'ya yazdığı mektupta, maiyetinden 30 bin askerle ister Gürcistan isterse Rusya tarafı olsun istenilen yere gideceğini belirtmiştir." (Fedakar, s. 117, 118)

"İstanbul'dan gelen yoğun baskılar sonucunda... Osmanlı donanmasının Anapa önlerine gelmesiyle, gönülsüz de olsa Kabartay'a doğru yola çıkıldı. Mahmud Haseki ile birlikte bölgeye giden Haseki Osman Ağa, İstanbul'a geri dönmüş... Battal Hüseyin Paşa ve ordusunun 8 Ağustos 1790 tarihinde... Kabartay'a doğru yola çıktığını bildirmiştir... Ruslar... 30 bin kişilik Türk ordusunun Kuban Nehri'ni geçerek Rusya topraklarına girmek üzere Anapa'dan ayrıldığı haberini almışlardı." "Osmanlı ordusu... lüzumsuz yere oyalanıp... 12 menzillik mesafeyi 63 günde kat etti... Kabartay askerleriyle beş beyi, Osmanlı ordusuna katıldı... Battal Hüseyin... kabilelerin ileri gelenlerini azarlıyor morallerini bozuyordu... oyalanmaya devam ediyordu." "Battal Hüseyin'in kesinlikle Kabartay'a gitmeyeceğini belirtmesi üzerine... İnadında ısrar eden Battal Hüseyin, Besni'den ileri gitmeyeceğini, geri döneceğini belirtmişti. Battal'ın oradan hareket etmeme sebebi ise Rusya'ya gönderdiği habercinin gelmesini beklemek imiş." "(14 Eylül 1790) günü... Kabartay'a varılmıştı... 30 bin civarında Kabartaylının da emre amade oldukları... Rus taburunda yaklaşık 3 bin asker bulunmakta idi./... kabile reisleri Kabartay, Dağıstan, Çerkez ve Çeçen'den 100 bin civarında askerin toplandığını belirterek... Rus taburunun yok edilmesi için seraskere müracaat etmişlerdi. Bu arada Ruslar Kömi'yi zapt etmişlerdi... Topyekun Ruslar üzerine saldırı fikrini reddeden Battal Hüseyin, 12 Ekim günü başlarına atadığı delibaşlarıyla birlikte 700 civarında piyade ile 300 süvariyi Rus birlikleri üzerine göndermişti... Osmanlı askeri pusuda beklerken serasker onlara, hepsinin izinli olduğunu belirterek memleketlerine gitmelerini emretmesiyle ordu dağılmıştı. Kendisi de, ordu kadısı Osman Efendi, silahdarı, gavvası ve tütüncüsünü alıp atlarına binerek Rus tarafına geçmiştir. Battal Hüseyin'i Rus generalinin karşılayarak hürmet gösterdiği müşahade olunur. Kabile halkı... hayal kırıklığına uğramış... Buna rağmen... orduyu Anapa'ya kadar salimen getirmişlerdir." "Kaleye dönüldüğünde Canik, Karahisar-ı Şarki ve Trabzon askerleri... memleketlerine dönmek istediklerini belirtmeleri üzerine... bahşiş verileceği vaadiyle asayiş sağlanmıştı... Bozguna uğrayan asker daha önce 18 günde geldikleri mesafeyi 12 saatte kat edip Besni'ye geldiler." "Ahmed Cevdet Paşa... Battal Hüseyin Paşa'nın... Mahmud Haseki'nin de Anapa'ya gelmesinden kaygılanarak Ruslara firar ettiğini yazmaktadır. Asım Efendi de Mahmud Haseki'nin Battal'ın yanına gitmesiyle, onun kendisine suikast yapılacağı endişesinden dolayı firar ettiğini yazmaktadır... Memiş Efendi... Mahmud Haseki'nin Battal Hüseyin'le şiddetli münakaşaya girdiğini, Rusya'ya dahi gitse onu yakalayacağını söylediğini aktarmaktadır... daha önce Canikli Ali Paşa Rusya'ya firar ettiği sırada Battal da babasının yanında kalmıştı." "Ahmed Cevdet Paşa... Battal'ın firarının hainlik olarak nitelenebileceğini, ancak içinde bulundukları asırda... Battal'ın yaptığının normal olduğunu ifade etmektedir." "Battal Hüseyin Paşa'nın daha önceden Ruslarla yaptığı gizli muhaberatta 800 keselik hazinesini çadırı içine gömdüğü... sonra geri gelip hazineyi çıkardığı... iddia edilmektedir." (Fedakar, s. 162-168)

"Anapa Kalesi'ni... Ruslar, üçüncü defa... kuşattılar... yeni seraskerin gelmemesi, Rusların kaleyi işgal etme şevkini artırmıştı. Eğer Abdullah Paşa... Anapa'ya gelmiş olsaydı Ruslar muhasaraya teşebbüs bile edemeyeceklerdi... 12 bin kişilik Gudoviç'in... Rus ordusunun 10 Temmuz'da kaleye ateş açmasıyla savaş başlamıştı. Türk ordusu, Şeyh Mansur'un da desteğini alarak Rusların kaleyi teslim çağrısını reddetmişti... 14 gün boyunca... Rus muhasarası devam etti... Rus kazakları içeriye girerek kaleyi zapt etmişti... 13.532 kişi esir alınmış, 150 kadar Türk teknelerle kaleden ayrılmıştı... muharip Türk askerinin çoğu hayatını kaybetmiştir (26 Temmuz 1791)... Birçok insan esir edilmiştir. Bunlar arasında... Mustafa Paşa ile Defterdar Memiş Efendi de bulunmakta idi." "Mustafa Paşa, Moskova'dan yazdığı takrirde... İstanbul'dan kendisine harçlık gönderilmesi talebinde bulundu... gönderilmesine karar verildi. Esir düşenler arasında Çerkezlerin ileri gelenlerinden ve savaşta yaralanan Zanoğlu Mehmet Giray da bulunmakta idi. Mehmed Giray yapılan barışla birlikte serbest bırakılmış... İstanbul'a çağrılmıştır." (Fedakar, s. 175-179) 

*

10. Sonucun özeti de şöyledir.

"Dünya coğrafyası üzerinde kuzey-güney ve doğu-batı (Asya-Avrupa-Afrika) yollarının kesişme noktasında bulunan Kafkasya, bu konumu itibariyle bölgeyi elinde tutan devlete hasımlarına karşı stratejik üstünlük sağlamıştır... Kırım'ın işgale uğramasıyla... Kafkasya'nın önemi Osmanlı Devleti açısından hayatiyet arz eder olmuştur./... daha önce Kırım Hanlığı tasarrufunda olan Kuzey Kafkasya hakkında İstanbul'un malumatı yok denecek kadar azdı." Bölgede "öncelikli  hedef olarak bölge kabileleri ile İstanbul'u yakınlaştıracak politikalar belirlenmiştir... bölge ahalisinin desteği ve yardımı olmadan Kuzey Kafkasya'dan yapılacak askeri harekatın başarı ihtimali zayıf olacaktı. Ayrıca Rusya'nın da kabileleri kendi tarafına çekme faaliyetleri oldukça yoğundu... Ferah Ali Paşa... İslam dinini telkinle kısa sürede başarıya ulaşmıştır. Başarıya ulaşmasında, uyguladığı yöntemin etkisi büyük olmuştur. Kendisi de dahil kalede görevli muhafızlardan her biri bir köyden evlendirilmek suretiyle iletişim kanalı açılmış, bu yolla dini telkinlerde bulunulmuş ve başarıya ulaşılmıştır... Hem Osmanlı Devleti hem de Rusya, kabile ileri gelenlerine hediyeler vermek suretiyle bölgede kendi nüfuzunu tesis etmeye çalışmakta idi... manevi köprü kurulmasıyla Ruslara karşı ortak düşman olgusu kendiliğinden vücut bulmuştur... yerel liderler de ortaya çıkmakta, Rusların Kuzey Kafkasya üzerinden Gürcistan'a ulaşma planlarını daha da zora sokmakta idi. Şeyh Mansur bu liderlerden olup daha sonra adına Müridizm denen harekatın öncüsü, aynı zamanda Kafkaslar'da Ruslara karşı direnişin sembol isimlerinden birisi olmuştur. Mensubu olduğu Çeçen kabilesi dağıstan ve havalisinden olup... daha dindar oldukları için, Mansur'un cihat çağrısı bunlar arasında geniş taraftar bulmuştu... Mansur'un şöhreti tüm Osmanlı coğrafyasına yayılmış, onun maiyetine katılmak üzere yüzlerce insan Kuzey Kafkasya'ya gitmişti." "Diğer yandan eski Kırım hanı Şahin Giray, bir zamanlar Kırım Hanlığı'nın nüfuz bölgesi olan Kuzey Kafkas kabileleri üzerinde yoğun siyasi faaliyetlerde bulunmakta... bölge ahalisini tekrar kendine bağlamaya çalışmakta idi. Zaman zaman kendine meyleden kabileler olduğu gibi genelde Rus taraftarı olduğu için kabileler nezdinde nefretle anılan isim halini de almıştı./... Rus hududuna en yakın mevkide olan Anapa'ya gidilerek buradaki Ceneviz kale kalıntıları üzerine yeniden bir kale inşa edilmiştir... Bölge ahalisinin ve toprakları Rus işgalinde kalan Tatarların kale içine veya çevresine iskanı ile Anapa'nın kısa zamanda nüfusu da artmıştı... Anapa, 1786 yılına gelindiğinde... politikaların şekillendirildiği merkez olmuştur." "Ferah Ali Paşa'nın vefatıyla... bölgeye atanan muhafızlar kaht-ı ricalden dolayı zoraki görevlendirmelerin ötesine gidememiştir. Bicanzade Ali gibileri ya kaleden kaçmak zorunda kalmış ya da bölgeye serasker olarak atanan Battal Hüseyin gibiler çareyi düşmana firarda görmüştür. Başbuğ olarak atanan Köse Mustafa Paşa... devleti... zarara uğratmış, borçlarının silinmesi mukabilinde başbuğluğu kabul ederek Kuzey Kafkasya'ya gitmişti... muhafız olan Bicanzade Ali Paşa, asıl mesleği olan köle ticaretini muhafızlığı döneminde de uygulamaya kalkması, kale muhafızlarına ve kabile halklarına uyguladığı kötü muamele sonucunda söz konusu kesimlerden şiddetli tepki görmesine neden olmuş ve canını kurtarabilmek için kadın kılığında kaleden kaçmak zorunda kalmıştı... Kabilelerin gönüllerini hoş tutmak ve Osmanlı tarafında yer almalarını sağlamak için İstanbul'dan gönderilen hediyelerin ahaliye dağıtılması... özen gösterilmiştir./ Rusya'ya sefer açıldıktan sonra, en ince ayrıntılarına kadar hesaplanan savaş planının tatbikine sıra geldiğinde, planın kilit ismi hüviyetinde olan Serasker Battal Hüseyin Paşa'nın taahhütlerinde durmayarak gerekli askeri toplamaması savaşın Özi cephesinde ilk aksamalara yol açmıştı... Kuban Nehri'ni geçerek Rusya üzerine taarruz etmeye sıra geldiğinde ayak diretmiş, orduyu dağıtmış, kabileleri küstürmüş ve nihayetinde Ruslara sığınmıştı. Yaptığı fiilden dolayı hem İstanbul hem de kabileler hayal kırıklığına uğramıştı. Durumu telafi etmek isteyen İstanbul, daha önce gizli Kırım seraskeri olarak tayin ettiği Abdullah Paşa'yı bu defa açıktan Anapa seraskeri atayarak zaman kaybetmeden Kafkas harekatının tamamlanmasını planlamıştı. Ne var ki Abdullah Paşa da görev yerine gitmek yerine oyalanmayı tercih ettiğinden Anapa Kalesi Rusların eline geçmişti. Durumdan zamanında görevi başına gitmeyen Abdullah Paşa sorumlu tutulmuş, bunun bedelini canıyla ödemişti./ Barış döneminde kaleye atanan muhafızlar Anapa'ya gitmek yerine, daha çok uhdelerinde olan Trabzon'da ikameti tercih etmeye başlamalarıyla birlikte, kaleye ve bölge insanına gereken ihtimam gösterimemiştir. Bu gelenek kalenin tamamen elden çıktığı 1829'a kadar devam etmiştir."  "Yaklaşık 700 bin kuruşa mal olan Anapa Kalesi Kafkasya'da stratejik önemi hasebiyle yeni bir savaş hazırlıklarının merkezi olmuştur." (Fedakar, s. 223-229)

*

Kitapta Çeçenlerle ilgili doğru olmayan şöyle ifadeler de bulunuyor: 

"Dağıstan ve Faş Kalesi havalisinde yaşayan Çeçenler". (Fedakar, s. 35-40)

"Kabartay halkından Çeçen kabilesinden Şeyh Mansur" ve "Rusların 8-17 Temmuz 1785 tarihlerinde... 7 bin asker ile Türk sınırlarında olan Sunuç Nehri'ni geçerek İmam Mansur'un yaşadığı Çeçen köyüne geldiği". (Fedakar, s. 128-137)

*

18.8.2024