22 Haziran 2025 Pazar

BİR SÜRGÜNÜN ANILARI, ANILAR

Aziz Nesin, Nesin Yayınevi'nde Onuncu basım Nisan 2016, Nesin Yayınevi, İstanbul


Yıl 1946. 


Yazar Sabahattin Ali ile birlikte çıkardıkları bir yayında yayınlanan Nereye Gidiyoruz başlıklı bir yazısında o dönemde ABD ile yeni başlayan ilişkileri sorgulayıp eleştiriyor ve bu yazısı yüzünden yargılanıp 10 ay hapse ve Bursa'ya sürgün cezasına cezasına çarptırılıyor.

Kitapta işte bu sürgünün anıları yer alıyor.


Dönemin iktidarının son derece olumsuz olan yaklaşımı ibret verici. (Nesin, Sürgün, s. 142-152, 164, 165)


İkincisi de o dönem insan yapısı aynı derecede ve belki de daha fazla ibret verici. Sürgün yerinde insanların büyük çoğunluğu selam vermekten dahi özellikle kaçınıyor, sınıf arakadaşı tanımamazlıktan geliyor. Ülkemizin insan malzemesi açısından üzücü sayılmalı!

Ülkemiz tarihi açısından da ibretlik!


Günümüzde de ülkemizde insani anlayışta aynı durum geçerli, ne yazık ki!

*

Kitaptan bazı notlar:


"Dolandırıcılığın baş kuralı bu numaradır: Boyuna vadedeceksin. İnsafsızca, acımasızca vadedeceksin." (Nesin, Sürgün, s. 39)


"Akıl vermeye bayılırız. Karşımıza biri çıksın da, aman şuna iyi bir akıl verelim diye yolları gözleriz." (Nesin, Sürgün, 51)


"Padişah döneminde de hükümet, işine gelmeyenleri sürermiş ama, o zaman daha insaflıymışlar. Sürgün edecekleri adama taşrada bir görev verirler, daha olmazsa bir gündelik bağlarlarmış..." "Açlık canıma tak dedi." (Nesin, Sürgün, s. 61)


"O günlerde yurttaşlar öyle aşırı bir korkuya kapılmışlardı ki, suçlanmaktan korktuğu için, başak birini suçlayıp kendini kurtarmaya çalışıyordu." (Nesin, Sürgün, s. 65)


"Aç insanda farkında mısınız, bir zavallılık, bir yabancılık var." (Nesin, Sürgün, s. 71)


"(1943-1945 ve sonrası) Türkiye'de... Tahsis malların karaborsaya düşmeden haklı dağıtımı hemen hemen olanaksızdı." (Nesin, Sürgün, s. 79)


"Abdülhamit kolay kolay adam sürmezmiş. Kendine azçok başkaldıranları önce nişanla, parayla uyutmaya çalışıyor. Olmazsa, mutasarrıf, vali, kaymakam, mektupçu filan yüksek işlerde taşra illerine yolluyor. Yine olmadı, o zaman sürüyor. Sürgün işi, İttihatçılar'ın zamanına dek böyleymiş. Sürgünlere ayrıca hükümet aylık bağlarmış." "Zamanımızda sürgünlük rezillikti. İş arasan vermezler, insanlar konuşmaktan bile korkarlar." (Nesin, Sürgün, s. 89, 90)


"Hoca diye sözünü ettiğim kişi Kerim Sadi'dir... Marksizmi en iyi bilenlerden biriydi." "Yaşamımda tanıdığım en bencil insandı", "insancıl değerlerden yoksun bir kişiliği vardı." (Nesin, Sürgün, s. 119-121)


"Cumhuriyet döneminin yöneticileri, gaddar tanıtılan Abdülhamit kadar olamıyordu. Abdülhamit sürgüne gönderdiği insanların ve ailelerinin neyle, nasıl yaşayabileceklerini düşünür ve onlara az da olsa geçinebilecekleri bir aylık bağlardı./ Biz sürgünde... kendimizin günü gününe nasıl yaşayacağımızı düşünüyorduk." (Nesin, Sürgün, s. 169)


"Haber aldığıma göre Sabahattin İstanbul'da mahut safahat alemini devam ettiriyormuş... Bana anlatan, kurdukları masa en aşağı 100 liralıktı diyor." "Sabahattin Bey bir haftadır... bir yazı karalayıp göndermedi." (Nesin, Sürgün, s. 174 ve ayrıca s. 182)

*

1.6.2025

***


Yüzbaşı Selahattin'in Romanı, 2. Kitap

İlhan Selçuk, Beşinci Baskı, 1994, Çağdaş Yayınları, İstanbul


Dünya Savaşı sırasında Irak'ta Halil Kut Paşa'nın yanında bulunup sonrasında Kafkasya'da görev yapan ve bu kitapta yazdıklarına bakılırsa Malkoçoğlu'nu aratmayacak ölçekte bir "kahraman" olan Yüzbaşı Selahattin Batum'dan 5 Şubat 1919'da İstanbul'a geliyor ve 21 Mayıs 1919'da da Anadolu'ya geçiyor.


İstanbul'daki durum hakkında kitapta şöyle söyleniyor:


"Şimdi herkes dünkü kumandanına küfür ediyordu ve herkes dünkü kumandan aleyhine konuşarak kendine yeni bir ortam ve olanak sağlamak yolundaydı." "AŞIRI SERVETLER VE YENİ ZENGİNLER" (Selçuk, s. 16, 17)


"BİZLERE YABANCI İSTANBUL/ İstanbul bu tarihte bir mahşer yerini andırıyordu. İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan, Japon, Amerikan ordularından subaylar, neferler ve dünyanın her ulusundan ve dininden insanlar şehri doldurmuştu... Hıristiyanlar galip devletlerin tabii müttefikiydiler. İngiltere elçiliğinde bir Rum-Ermeni şubesi açılmıştı... bir Pontus devleti kurmak istiyorlardı. Ermeniler... devlet hazırlığı içindeydiler. Bağımsızlık peşinde koşan Arap, Kürt, Rum temsilcileri İstanbul'a dolmuşlardı... uydurma bayraklara rastlanıyordu... Bolşevik devriminden kaçan Ruslar da şehri doldurmuşlardı. İstanbul'da aranıp bulunamayan yalnız Türklüktü... Barlar, banyolar, kahveler, sokaklar artık namus ehli için geçilmez olmuştu. Hiçbir ev saldırıdan uzak değildi... sarhoş yabancılara Rum ve Ermeniler öncülük ediyordu... Rum çeteleri türemişti. Türk köylerini basıyorlar ve yağma ediyorlardı... Eşkiyanın yakalanmaktan korkusu yoktu, ama halk korku içindeydi.../ İstanbul savaş yıllarında derin bir yoksulluk ve yokluk içinde yaşamıştı. Şimdi geniş bir bolluk dönemine girilmişti... Sefaletin zayıflattığı karakterler, paranın tatlı yüzüne dayanamıyordu... Artık ülkenin efendisi olan yabancılara hoş görünmek için birçok okumuş Türk ailesi ya da aydın grubu devreye girdiler. Yabancı subay çevreleriyle ilişkiler kurdular. Balolar, danslar, oyunlar başladı. İstanbul'da hayat, şen, günahkar ve zevkliydi. Gazinolarda içki ve raks vardı... Şişli tarafında Türk hanımlarının da katıldığı çaylar veriliyordu... Herkes kendini Avrupalı saymak ve saydırmak merakına düşmüştü./ SUÇLULAR VE GÜÇLÜLER" (Selçuk, s. 28-30)


Sonrası şöyle gelişiyor:


"Bir ses: -Selahattin Bey!/ Baktım Albay Bekir Sami, sivil elbiseli." "Benimle gel, dedi." "Bu işin içinde asılmak var, kazıklanmak var, hapsedilmek var, tardedilmek var. Yalnız bir şey yok: Armağan! Armağan, vatan kurtulursa "bunda bizim hizmetimiz var" diye sevinmektir. Gider misim?/ -Giderim." "-Ben yarın sabah gidiyorum, gelebilir misin?/ -Gelebilirim." (Selçuk, 34, 35)


Bu şekilde tesadüfen yolda karşılaşınca konuşup böylece kararlaştırdıktan sonra Anadolu'ya gidiyorlar.


Oradaki gelişmelerden bir kısmı da şöyle anlatılıyor:


"SONU BİLİNMEYEN BİR SERÜVEN" "21 Mayıs 1919 günü Bandırma'ya geldiğimiz zaman şehirde Yunan bayraklarıyla süslenmiş zafer takları gördük." "22 Mayıs 1919 sabahı... Bekir Sami Bey beni önce Bandırma 61'inci Tümen Kumandan Vekili Kurmay Yarbay Refet Bey'e gönderdi ve alıp getirmemi söyledi./ Tümene gittim." "Ben-17'nci Kolordu Kumandanı Miralay Bekir Sami Bey oteldedirler; sizi görmek istiyorlar./ Tümen kumandanı-Beni görmek isteyen adam makamıma gelir ve beni görür./ Ben-Kolordu Kumandanı... gelip kendisini görmesini emrettiklerini tebliğe beni memur etti./ Kumandan-Ben böyle bir adam tanımıyorum ve burada 17'nci Kolordu yoktur.../ Ben-... sizi alıp yanına götürmemi emrettiler. Benim bu emri ifaya mecbur olduğumu ve ifa edeceğimi... takdir edeceklerini ümit ederim, deyince... bağırarak:/ -Yüzbaşı, şimdi senin elini ayağını bağlatır, ya bir kenefe, ya bir ahıra tıkarım; defol karşımdan!/ Ben-... kudretim yettiğince... götürmek zorunda bulunduğumu takdir edeceklerini zannediyorum.../ Bu mücadele biraz daha sürdü, ama sonunda tümen kumandanı benimle otele geldi." "Bekir Sami... derhal şu emri verdi:/ -Burası Türkiye'dir, burada tek bayrak Türk bayrağıdır. Bunun dışında... alçaklıktır. Şimdi şehirdeki bütün Yunan bayraklarını kaldırtacaksınız... karşı koyan olursa öldüreceksiniz. Bu iş üç saat içinde bitmezse ben sizi öldüreceğim, haydi görev başına!/ Tümen kumandanı:/ Başüstüne efendim, diyerek çıktı gitti./ Yarım saat sonra şehirde bir alabora başladı. Dipçik, tüfek, tokatla birlikte Yunan bayraklarının indirilişine Türk halkının katılması görülecek şeydi./ Bu iş olurken Bekir Sami Bey beni kaymakama yolladı. O daha çabuk itaat etti ve benimle... geldi./ Kumandan... ona da emir verdi:/ -Öğle namazından sonra camide halkla konuşacağım, siz memurlarınızı alarak ve bütün eşrafı toplayarak camiye gelin!" "Bekir Sami... Reşit'i sordu. Reşit, Çerkez Ethem'in ağabeyi ve Bekir Sami'nin sınıf arkadaşıydı." (Selçuk, s. 37-40)


"Parti Pehlivan Akşehir'den çok şey çalmış, gaspetmiş". "Akhisar eşrafının hali... sarsmıştı./ Hele öğleden sonraya dek uğraşa uğraşa epey de fazla para vererek bir lokma ekmeği zorla bulunca anladık ki, buradan hayır yok./ Gün 26 Mayıs 1919'du./... Bekir Sami bana dedi ki:/ -Selahattin, sen gençsin... Ben ölmeye karar verdim. İstersen sen de git. Ben bu işe devam edeceğim./ Kumandana verdiğim cevap belliydi. Ölmeye hazır olduğumu... dile getirdim." (Selçuk, s. 51, 52)


"Salihli'ye vardık... Yunan bayrakları ve... Yunan bayraklarıyla donanmış taklar görünüyordu." (Selçuk, s. 56)


"Alaşehir camilerine dört hoca gelmiş, halka vaaz ederek diyorlarmış ki:/ -Yunan ordusu padişah emriyle geliyor, sakın hürmette kusur etmeyin!/ Bekir Sami bu hocaların sabahleyin kaymakamlık binası önüne getirilmesini söylemişti... dört hoca oradaydılar./ Kumandan sordu:/ -Hocalar bunlar mı?/ Birisi:/ -Evet, dedi./ Bu karşılık üzerine Bekir Sami umulmadık bir an içinde tabancasını çekip dört hocayı yere serdi." "Bekir Sami 3 Haziran 1919 sabahı Anadolu ihtilalinin ilk kurbanlarının kanlarını Alaşehir'de dökmüştü." (Selçuk, s. 67)


"Genelkurmay Başkanlığı'na yazdığımız raporda", "Fiili hareket başlarsa, herhalde Paris Sulh Konferansı'nın Türk milli varlığını tamamıyla tanıyacağına inanıyorum." (Selçuk, s. 70, 71)


"17 HAZİRAN 1919" "Kula'ya geldik.../ Bekir Sami... eşrafı toplattı ve hapsetti", "Bunlar... mücadeleye girişecekleri... yolunda söz verdiler./ Söz üzerine tutuklular ertesi gün bırakıldılar." "Rumlar deliklerine saklandılar, metropolit Alaşehir'e kaçtı./ Biz de birkaç gün içinde en ileri gelen birkaç Rumu sokak ortasında öldürdük... Rumlar bu panikle Alaşehir'e kaçtılar. Türk halkı büsbütün yüreklendi." (Selçuk, s. 74)


"Milli mücadeleye yardım edecekleri yolunda verdikleri sözlerle serbest bıraktığımız eşraftan birisi de oğlunu askere almak istemelerine kızmış... direnişe geçmişti./ Bekir Sami emir verdi:/ -Evini sarın ve yakın!/ Emir yerine getirildi." (Selçuk, s. 75)


"Nemrut Mustafa... Anzavur.../ Her ikisini de yolda öldürmek için Bekir Sami'ye çeşitli ricalarda bulunduk, ama kumandan rıza göstermedi./... Bursa'nın çoğunluğu Rumdu./ Ve bu işler kolay değildi, kanlı oluyordu... kan dökmek zorundaydık./ Açık ve gizli öldürülenlerin sayısı gittikçe artıyordu... başlangıçta çok tedirgindim... Ama olaylar yavaş yavaş bana da doğal gelmeye başladı." (Selçuk, s. 87)


"Orada padişah namına İstanbul'dan gelen Reşit Bey'le görüşüldü./ Reşit Bey, padişahın bizimle beraber olduğunu... her istediğimizi vereceğini söylüyordu. Ancak padişah, bunun için bir tek şart koşuyordu: "Kendisini namussuzca aldatmış olan Mustafa Kemal'i tanımamamız" isteniyordu." "Kumandan... şu cevabı verdi:/ -... Mustafa Kemal... bu işin başına geçmeden önce bize sordu. Biz... söz verdik... Vatan ne onundur, ne benimdir, vatan hepimizindir... Yunanlıları denize dökelim. O zaman Mustafa Kemal'i kendi elimizle padişaha teslim ederiz." (Selçuk, s. 95)


"Salih Hoca'ya söyledim. Hoca, 70 lira maaşla katip olarak aldı. İyi bir çocuk, mütevazı bir adamdı Mahmut Celal... Bursa'da bulunduğumuz sürece iyi çalıştı." (Selçuk, s. 102)


"Mustafa Kemal.../ 26 Ocak 1920 tarihli raporda:/ Fransızların 1200 kişiyle Maraş'ta bulunduğu; 21 Ocak 1920'de Maraş'ta ilk silahın patladığı; 3'üncü ve 20'nci Kolorduların Maraş halkına yardıma geçecekleri bildiriliyordu./ 30 Ocak 1920 tarihli raporda: 28 Ocak 1920 günü Maraşlıların şehri ele geçirdikleri, Fransızların... Amerikan Koleji'ne sığındıkları yazılıyordu." (Selçuk, s. 104)


"Ulusal direnmeyi örgütleyip yönetenlerin yanı sıra hiç kuşkusuz karşı güçler de boş durmuyor, Türk olmayan çevreleri kullanarak Anadolu'ya hakim olmaya çalışıyorlardı. Türkler arasında karşı tarafın emelleriyle uyuşmuş insanlar, hatta ordu içinde İstanbul hesabına çalışan subaylar da çoktu... devlet örgütlerinde görevli bulunanlar da Babıali'nin adamlarıydı. Bir iç boğuşmadır gidiyordu.../ İstanbul'dan bilgi geldi. Tümen subaylarından... Bekir Sami'yi öldürmekle görevlendirilmişler./ Bilgiyi alınca iki subayı yakalatarak tümene getirdik", "kıyamadık. Onları aydınlattık./... bizimle çalışacaklarına söz verdiler." "Bursa'da milli mücadele yüzünden çok kan döküldü. Türk olan ve olmayan çoğu insan bu yolda harcandı. O zaman Anadolu'nun her yanı bu yüzden çalkalanıyordu. İç boğuşma, dış boğuşmadan belki daha ağırdı." (Selçuk, s. 108, 109) 


"21 Mart 1920 günü telgrafhane... Yusuf İzzet Paşa'yla... Miralay Fahrettin Bey'in telgraf başına geldiklerini ve görüşmek istediklerini bildirdi. Telgrafhaneye emir subayı koymuştuk. Postane konuşmaya izin verip vermeceğimizi soruyordu./ -Görüşsünler, ama haberleşmeyi aynen alın, dedim." "Açık ve şifreli görüşmeler ilginçti. Bu iki kumandan adeta Ankara'daki ulusal harekete karşı çıkıyorlar, İstanbul'un yanında bir tutum alıyorlardı./ Durumu Bekir Sami Bey'e anlattım ve olayın Mustafa Kemal ile Ali Fuat Paşalara bildirilmesi gereğini hatırlattım./ Kumandan:/ -Yusuf İzzet Paşa emrinde çalıştığım bir kumandan, Fahrettin sınıf arkadaşımdır. Bunlar harekete geçerse çarpışırım, ama haklarında jurnal vermem, dedi./ Her türlü uyarmalarıma rağmen inat edince:/ -Ben yazayım, dedim./ -Yaz!/ Bu kez dedim ki:/ -İyi ama, bu sefer de sizi bu adamlarla birlik sanırlar, iyi olmaz./ Cevap verdi:/ -Böyle bir zanna razıyım, casusluk edemem./ Bunun üzerine ben Ankara'ya aşağıdaki şifreyi çektim:" "Yusuf İzzet Paşa, askeri işgalin henüz mütareke şartlarını ihlal etmediğini ve bunu harp ilanını gerektiren bir sebep saymadığını... bildiriyordu, efendim./ Fırka 56. Yaveri Selahattin". "İstanbul'da Harbiye Nazırı Fevzi Paşa (Çakmak) ile Bandırma'daki 14'üncü Kolordu Kumandanı Yusuf İzzet Paşa İstanbul işgalinin mütareke koşullarına uygun olduğunda ısrar ediyorlardı." (Selçuk, s. 118-120)


"Anzavur'un Balıkesir ve Gönen'deki isyanı yayılıyor... 26 Mart 1920'de 174'üncü Alay asiler tarafından perişan edildi." "Anzavur isyanı... Manyas'ı da etkilemiş, Biga asilerce ele geçirilmişti." "Yusuf İzzet Paşa... 172'nci Alay'a derhal Manyas bölgesine hareket ederek eşkiyayı cezalandırmasını emretmişti./ 172'nci Alay Kumandanı Yarbay Osman Bey'di./ Osman Bey elindeki yarım alayla her yanı Çerkez köyleriyle dolu bir isyan bölgesine giremeyeceğini söylemişti." "Yusuf İzzet Paşa 5 Nisan 1920 sabahı teftiş amacıyla Bursa'ya doğru yola çıktığını bildiriyordu./ Gerçekte kolordu kumandanı... ilerleyen Anzavur'un eline geçmemek için kaçıyordu", "çıkageldi." "Yusuf İzzet Paşa: Osman Bey arabada mahpustur... Yarın Harp Divanı'na çıkacaktır." Ve yaver yüzbaşı bu konuda farklı düşünüyor, "Dedim ki:/ -Kolordu kumandanı mütareke şartlarına aykırı bir iş yapılmadığı konusunda bugüne kadar ısrarlıdır. İstanbul'un işgalini onaylamaktadır. Davamıza aykırı adamdır... Bölgemizin bir yanı çöküyor. Bu çöküşü Yarbay Osman Bey durdurabilir", "Yarbay Osman Bey'i bize teslim eder. Eğer... bir saat sonra gerçekleşmezse kolordu kumandanını tutuklar; emr-ü kumandandan uzaklaştırırım... tümenin bana müdahale etmemesini rica ederim", "kolordu kumandanının misafir olduğu oteli sardım... tutklamaya nazır olması için talimat verdim." "Otele gittim... Durumu sezmiş olan Yusuf İzzet Paşa'nın yaveri Yüzbaşı Şükrü:/ -Selahattin ne o? Bizi tutuklayacak mısın?" "Yusuf İzzet Paşa heyecanlı ve sinirliydi./ Kolordu kumandanı bana:/ -Osman Bey'in üstlerine karşı aldığı tutumu biliyorsunuz. Yarın kendisini Harp Divanı'na vereceğim. Bu akşamlık size teslim ediyorum... kaçmasına imkan vermek cüretinde bulunursanız, sizi Harp Divanı'na veririm./ Bekir Sami Bey'in yüzüne baktım. Sus, demek istiyordu. Cevap vermedi." "Yarbayı askeri hastaneye naklettik. Durumu kolorduya bildirdik. Ve böylece bütün yolları kapayarak hiçbir açık kapı bırakmadık." "Anzavur harekatı büyümeye başladı... Karacabey'e girdi." "İşte bu durumda Mustafa Kemal Paşa'dan aldığımız bir emir bildirisini yayınladık:" "BİLDİRİ/ Hilafet makamımızın her türlü kaide ve hakka aykırı olarak itilaf hükümetleri tarafından işgal ve... cüret edilmesi üzerine... hilafet hukuku... gayesine bağlanan milli azmi yıkabilmek için düşmanlarımızın en evvel başvurmak istedikleri çare dahilde nifaktır", "hapis, idam gibi her nevi cezaları tatbik için fevkalade salahiyet verilmiştir", "her türlü söz, propaganda ve icraatın cezası idaamdır." "9 Eylül 1934'te Bekir Sami öldüğü zaman cebinde 9 lirası vardı." (Selçuk, s. 122-128)


"Yusuf İzzet Paşa'nın durumu kaygı verici bir görünüm aldı./ Paşa, her kesimle ilişki kuruyor, herkesi Anzavur'a karşı hazırlığa teşvik ediyor; ama bu görünüm altında tuhaf bir tutum alıyordu... konuştuğu her adama:/ Anzavur çok kuvvetlidir, çok çalışın... diyordu", "9 Nisan 1920 günü... bir toplantıda... Anzavur'un yanında altı binden fazla süvari ve bir o kadar da piyade olduğunu söylemiş", "Mahmut Celal koşarak bana geldi, durumu sordu./ Güldüm:/ -On iki bin kişiyi Anzavur değil Yunanlılar bulsa Ankara'ya giderlerdi... dedim./ Ama olay beni düşündürdü. Yusuf İzzet Paşa her gün bizim daireye geliyor, Bekir Sami'nin odasına giriyordu, akşama kadar laf atıyorlar, satranç oynuyorlardı. Paşa, Bekir Sami'yi öylesine bağlamıştı ki... iş yapamaz hale geldi. Bu konu üzerine birkaç kez Bekir Sami ile aramızda tartışma çıktı./ Celal gelip... olayı anlatınca hemen telgrafhaneye gittim./ Mustafa Kemal Paşa'yı istedim", "-Paşam, Yusuf İzzet Paşa Bursa'ya geldi... olumsuz davranışları hepimizi isyan ettirdi. Emriniz ne olacaktır?" "Mutafa Kemal Paşa, Yusuf İzzet Paşa'ya şöyle bir telgraf yazdırdı:" "Siyasi ve askeri en önemli kararların verilmesi günlerindeyiz. Sizin de görüşmelerde hazır bulunmanız yararlı olacaktır. Ankara'ya telriflerinizi rica eder, saygılarımı sunarım." "Mustafa Kemal Paşa, Bekir Sami'ye de şöyle bir telgraf yazdırdı:" "Yusuf İzzet Paşa'ya yazdığımız şifreyi okuyunuz. Kendisine bir şey duyurmadan ve kırmadan Ankara'ya gelmesini söyleyiniz... Gelmemekte direnirse tutuklu olarak Ankara'ya göndermenizi dilerim." "Mustafa Kemal Paşa bunları yazdırdıktan sonra bana da şunları söyledi:/ -Bekir Sami Bey'e gösterdikten sonra Yusuf İzzet Paşa'nın şifresini kendisine veriniz... Yusuf İzzet paşa Ankara'ya gelmemek için diretirse tutuklayarak Ankara'ya gönderiniz... Bekir Sami Bey engel olmaya kalkarsa, onu da tutuklayarak Ankara'ya gönderiniz", "yerine kimin geleceğini sorduğum zaman Mustafa Kemal Paşa:/ -Sen, dedi." "Ben emirleri yerlerine tebliğ ettim./ Ertesi sabah... yolculuğunu bir oldubitti niteliğine dönüştürdüm. Paşa da durumu anlamıştı, 10 Nisan günü sessizce Ankara'ya doğru yola çıktı." (Selçuk, s. 129-131)


"Bize yardımcı olarak Eskişehir'den üç bin kişilik bir piyade alayı gönderildi./... Bilecik'ten bin kişiyle kalkan taburlar 100-150 kişiyle Bursa'ya varmıştı. Yolda askere karışan sarıklı ve köylü kılığında bazı kişilerin askeri zehirledikleri söyleniyordu. Askere karşılarında padişah kuvvetlerinin bulunduğu, millicilerin dinsiz ve gavur oldukları fısıldanıyor, erler firar ediyordu./ Alınan her türlü çaba boşunaydı./ Son taburu Bilecik'ten alıp getirmek üzere görevlendirdiğimiz beş subayı er kılığında gönderdik... Son tabur 14 Nisan 1920 günü 600 kişiyle geldi. Ötekilere göre firar azdı. Biz de propaganda odaklarını bulmuştuk ve bunları derhal yok ettik./ Tabur Çekirge'de iki gün dinlendi. Sürekli olarak askerler arasında propaganda yaptık. Hocalar, şeyhler ve halktan hatipler kullandık." "Bekir Sami... çıldırmıştı. Durumu ondan öğrendik. Bizim gönderdiğimiz tabur... hava kararınca, birdenbire patlayan bir silah sesiyle dağılmış ve şimdi hep birlikte Bursa'ya geliyorlarmış. Beş yüz silahlı adamın şehre yönelmesi ve bizde 40-50 silahlı bulunması feciydi." "Bu işi ben çözümlerim. Ama bir şartla... bütün yetkileri alırsam... Emrime itaat etmeyenleri derhal vururum./ Bekir Sami Bey:/ -Peki, dedi, başla!/ İşe başladım." "Elimizdeki on neferi Salih Hoca'ya teslim ederek üç köprü başına geldik. Kemal, köprüleri tutmuştu. Biz de kuvvetleri destekledik. Biraz sonra tek tük erler görünmeye başladı. Hepsini durduruyor, durmayanları vuruyorduk." "Öğleye doğru şehre gelebildim. Dairede Bekir Sami alnımdan öptü ve beni kucakladı." "Ertesi gün ivedi bir Harp Divanı'yla bu isyan taburundan üç eri kurşuna dizmeye karar verdik./ Birisi yeni evliydi." "İki eri kurşuna dizip, yeni evliyi bağışladık." "Aslı rol oynayan iki sarıklı hoca imiş./ Ve bu işi padişah namına yapmışlar./ Onları da asıverdik." (Selçuk, s. 131-135)


"Gittikçe genişleyen Anzavur isyanını önlemek üzere Salihli cephesinde bulunan Ethem kuvvetleri görevlendirildi. Ethem yıldırım gibi Anzavur'un peşine düştü. Ve anzavur 19 nisan günü yaralı olarak Bandırma'dan bir vapurla kaçarak yakasını kurtardı./ 20 nisan günü de benim imzamla... dağıtılan yazı şöyleydi:" "Anzavur, Karacabey'de elli hane kadar ev soymuş ve kadınların ırzına tasallut etmiştir." (Selçuk, s. 135)


"22 Nisan 1920 günü Ankara'dan şu telgrafı aldık:" "2. Vatanın istiklali, yüce hilafet ve saltanatın kurtarılması gibi en mühim ve hayati vazifeleri ifa edecek olan Büyük Millet Meclisi'nin açılış gününü cumaya tesadüf ettirmekle sözü geçen günün mübarekliğinden istifade... Camii şerifinde cuma namazı eda olunacaktır." (Selçuk, s. 138, 139)


"25 nisan günü Bilecik Mutasarrıfı, Adapazarı'ndaki 24'üncü Tümen Kumandanı Mahmut Bey'in maiyetiyle birlikte öldürüldüğünü ve bölgedeki Çerkezlerin tekrar ayaklandığını bildirdi." "28 nisanda Ali Fuat Paşa isyan bölgesine vardı./ Aynı günlerde Millet Meclisi'nde okunan ve sonra basılıp her yana dağıtılan bildiri şudur:/ PEK ÖNEMLİ BEYANNAME;/ (Büyük Millet Meclisi'nde alkışlarla okunmuştur.)/ Rus Millet Komiserliği Sovyeti'nden telsiz telgrafla ilan edilen tanimdir:" "Artık Büyük Rus İnkilabı'nın darbeleri sayesinde her türlü esaretin eski binaları yıkılıyor." "Ey Rusya'nın ve Şark'ın bütün İslamları; camileri, ibadethaneleri, harap edilmiş ve hakları gaspedilmiş kimseler!.." "Serbestçe ve maniasız olarak milli hayatınızı tanzim ediniz. Buna hakkınız vardır. Bilmelisiniz ki, Büyük Rus İnkilabı'nın Sovyetleri, sizin hukukunuzu bütün kuvvetiyle himaye edecektir." "Memleketinizin efendisi kendiniz olunuz." (Selçuk, s. 141, 142)


"İstanbul yeni kurulan ulusal düzeni yıkmak için elinden geleni yapıyordu.../ İstanbul'un ilk tepkisi Adapazarı isyanıyla patlak verdi. Adapazarı, Bolu, Düzce, Beypazarı bölgesine egemen olan isyancılar... Hocalar milli mücadeleyi:/ -... padişah ve halifeye, yani dine karşı bir başkaldırma sayıyorlardı./ İsyan dalgaları her yana yayılırken Bursa sağlamdı. Bunda Bekir Sami Bey'in demir karakteri ve sonsuz cesareti rol oynuyordu. Yoksa o günlerde Bursa'nın Rum nüfusu Türk nüfusundan çoktu. İstanbul'un mahallesi gibiydi ve her gün vapurla gidip geliniyordu. İtilafçılar ve İngiliz muhiplerince sarılmış, işlenmişti. Bekir Sami Bey'den başkası bu bölgenin hakkından gelemezdi. İstanbul bizi ele geçirmek için her araca başvuruyordu. Bu araçların içinde kadın da vardı." (Selçuk, s. 147)


"Yarbay Osman Bey'i Bursa Vilayeti Seyyar Tedip Kuvvetleri Kumandanlığı'na tayin ettik./... en ufak bir karşı eylemi ya da başkaldırıyı eziyordu./ Yarbay Osman Bey'e hapis, idam, köy yakmak ve bir bölge halkını sürmek gibi ceza yetkileri verilmişti." (Selçuk, s. 151)


"Anadolu harekatında düşmanlar görünüşte birlikteler ama, içten içe birbirleriyle çekişiyorlardı. İtalyanlarla Yunanlılar, İngilizlerle Fransızlar arasında bir rekabet vardı./ Bursa'da Fransız yedek subay Briso bulunuyordu... Ankara bütün yabancı subayların tutuklanmasını emretmişti. O güne dek bize yardımları bulunan ve Bekir Sami ile çok dost olan Briso'yu kumandan tutuklamadı. Adam... Fransızlarla aramızda bir yakınlaşma sağlamaya çalıştı... yaşlı bir Fransız amirali Bursa'ya geldi; kumandanla görüştü." (Selçuk, s. 152)


"Büyük savaş mütarekesinde düşman devletlerinin elinde altı bin kadar subay, üç yüz elli bin kadar nefer esir bulunuyordu./ Ankara hükümetinin ilk Bursa valisi olan Hacim Muhittin Bey" "Ankara'dan tavsiye edildiğimi söyleyerek beni görmek istemiş./ Birkaç gün sonra gittim; iltifatlarla karşılandım. Mustafa Kemal ve Ali Fuat Paşaların benle işbirliği yapmalarını kendisine tembih ettiklerini söyledi... Aramızda bir dostluk doğdu./ ÇERKEZ ETHEM/ Balıkesir ve Bandırma isyan bölgesini temizlemekle uğraşan Ethem Bey'in... Lefke'ye hareket etmesi Ali Fuat Paşa tarafından emredildi; biz bu emri yerine aktardık./ Çerkez Ethem altı yüz süvari, yedi yüz piyade ve dört toptan oluşan birliğiyle 16 mayıs akşamı Bursa'ya geldi." "Halis bana, Yüzbaşı Tevfik Bey'i tanıttı.../ Ethem'in Süvari Kumandanı Tevfik, Bekir Sami'nin Tümen Yaveri Yüzbaşı Selahattin'le lütfen görüştü. Ben kendisine aldığımız düzeni, birliklerin kente girişi için gerekli programı verdim. Esasen parça parça ve bir sürü gibi gelen birlikler kente sokulmamış ve şehir dışında durdurularak düzene sokulmaya başlanmıştı. Tevfik bu durumdan alınmış, gazaba gelmişti. Benim verdiğim tören programını alınca:/ -Biz Bursa'ya misafirliğe mi geliyoruz, hapse mi? diye öfkesini belli etti./ Bu soru benim için garipti. Çünkü bizim yaptığımız iş, gelenlere en büyük saygı ve askerlik gereğiydi./ Cevap verdim:/ -Hayır, sizi hapsetmek için değil saygı göstermek için bu programı yaptık." "Sonunda Ethem gözüktü./ Ufak tertip bir padişah azamet ve şevketiyle gelen bu süvari çavuşu, hepimizi selamlamak lütfunda bulundu. Ve yanındaki karşılayıcılarla birlikte kente girdi./ Her yandan:/ -Yaşasın Ethem Bey... sesleri yükseliyordu./ Biz de Ethem'in birliklerinin kente bir düzen içinde girmesini sağladık.../ Bütün birlikler belediye önünde vali, Bekir Sami ve Çerkez Ethem huzurunda geçit töreni yapacaklardı. Ben atımı sürdüm... üçünü tören yerine davet ettim./ Ethem yorgunluğundan söz ederek geçit törenine gelmedi. Vali de doğal olarak Ethem'i yalnız bırakmak istemedi." "-Ethem Bey'in süvarileri Merkez Kumandanı Binbaşı Eşref Bey'i yakaladılar, sürükleyerek götürdüler.../ Ben hemen fırladım." "Çerkes Ethem'in iki eri silahlarını Eşref Bey'in göğsüne doğrultmuş duruyorlardı./ Tevfik Bey'i görüp olayın sebebini sordum. Eşref, Tevfik geçerken ayağa kalkıp selam vermemiş./ Aramızda sert bir tartışma başladı./ Yüzbaşı Tevfik:/ -Biz istersek şimdi sizi de tutuklarız, dedi./ Ben:/ -Denemenizi hiç istemem, böyle bir girişim ömrünüzün sonu demektir... diyerek elimi tabancama götürdüm:/ Tevfik:/ -Biz birbirimize silah çekersek düşmanlar bize güler./ O zaman dedim ki:/ -... görev ve yetkilerinizin dışına çıkmayınız./ Geldim Bekir Sami Bey'e durumu anlattım./ Eşref Bey derhal serbest bırakılmazsa bizim askerin Ethem Bey kuvvetlerine silah çekeceğini söyledim./ Gece yarısına kadar bir sürü konuşma ve tartışma süregeldi." "Şerefimizle oynayan bir sürü ahmak karşısında ne yapacaktık? Bir ders vermek gerekiyordu. Kumandanın yanına girdim, durumu bir daha anlattım. Ya Ethem Bey'in emir vermesini ya da herkesin kaderine razı olmasını söyledim. Kumandan çok üzülmüştü, elinden bir şey gelmez duruma düşmüştü./ Kalktı Ethem'in yanına gitti. Uzun konuştular. En sonunda Ethem yaverini benim yanıma verdi. Birlikte gittik. Eşref'i otelden alıp evine götürdük./ Ne var ki, bu işin bir art nedeni vardı./ Binbaşı Eşref'in anlattığına göre olayın asıl nedeni kin güdüsü idi. Eşref, 1913'te... öldürülen Sadrazam Mahmut Şevket Paşa'nın yaveriymiş; suikast sırasında sadrazamın yanındaymış. Silah atanları görmüş ve sonradan bunlar arasında bulunan Yüzbaşı Kazım adında birinin asılmasına sebep olmuş./ Asılan Yüzzbaşı Kazım da Çerkes Ethem'in ağabeyi Yüzbaşı Tevfik'in akrabası oluyormuş./ Demek ki, yedi yıl sonra intikam almak istemişti Tevfik." "16 mayıs akşamı Bursa'ya gelen Ethem kuvvetleri, 18 mayıs sabahı Bursa'dan ayrıldılar", "bu kısa sürede birçok namusa saldırıldı; birçok adam öldürüldü; birçok dükkan yağma edildi./ Derbeder Ethem birlikleri dükkanlara girip istediklerini alıp savuştular, Bursa belediye ve hükümeti halka 180 bin lira ödedi./ Ve 18 Mayıs 1920'de şehirden ayrılan Ethem, bir yıldırım hızıyla Lefke'ye, oradan Sapanca'ya ve Adapazarı'na hücum etti. 21 Mayıs günü Adapazarı, Bolu, Düzce elimize geçti, isyan bastırıldı. Bu olaydan sonra hemen bir bildiri basıp İstanbul'a dağıttık./ Adapazarı... yağma ve katleden serseri eşkiyaların... 24 Mayıs 1920 tarihinde tedip... tenkillerine başlanmış... kamilen bu şakilerden temizlenmiştir", "idam edilmişlerdir." (Selçuk, s. 153-158)


"Bursa İstanbul'la Anadolu arasında tam bir köprü başı olmuştu.../ Büyük savaşta Irak Ordusu Kumandanı olan Nurettin Paşa da geldi. Nurettin Paşa'nın büyük savaşta Bekir Sami'yle arası açılmıştı. Ama ben kendisine çok saygı gösterdim. Yalnız Ankara'ya karşı durumu bir tuhaftı. Padişah ile Anadolu hükümetinin arasını bulmak istiyordu." (Selçuk, s. 160, 161)


"O sırada Bursa'da bulunan... Mahmut Celal ile arkadaşları birçok entrika çevirerek Bekir Sami ile Hacim Muhittin'in arasını açtılar... 22 Haziran 1920'de Eskişehir'de Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa, Hacim Muhittin ve Bekir Sami buluştular:/ Mustafa Kemal beni de çağırdı./... Bana çok iltifat etti.../ konuşma sonunda valiyle kumandan barıştırıldı." "Ne var ki entrika devam ediyordu. Sinirler de gergindi." (Selçuk, s. 162)


Konser ve parasal durumla ilgili bir konuşma sonrasında "Bekir Sami Bey beni çağırdı." "Bana bir süre olanca şiddetiyle baktıktan sonra:/ -Sen söylediğinin manasını biliyor musun? Ve askerliğin temeli olan itaate aykırı olduğunu biliyor musun?/ Cevap verdim:/ -Yaptıklarımı biliyorum, bana hakaret edildi./ Bekir Sami şiddetle:/ -Ben adamın beynini patlatırım, diye önce üzerime, sonra tabancasını almak üzere masaya yürüdü. Hiç kuşkusuz beni öldürecekti. İlk adımını atarken elimi tabancama götürüp:/ -Bir adım daha atarsanız, tereddütsüz hayatınıza son veririm, dedim./ Bekir Sami bana döndü, görevi, şefkati, cesareti, sevgisi, öfkesi, onuru birbirine karışan bu kahraman adam şiddetli bir bunalımla taş gibi yere yuvarlandı./ Ben şaşırdım, yardım çağırdık, doktor, ilaç ve Bekir Sami Bey'i en aşağı bir inmeden kurtardık. Ben tarifsiz pişmanlık ve üzüntü içine düştüm. Ama iş böylece kapandı. Bunda Bekir Sami'nin büyüklüğü rol oynadı." (Selçuk, s. 164)


"1 temmuzda... Bursa paniğe uğramış muhacir kafileleriyle dolmuştu. 2 temmuzda Bekir Sami Bey... Tümenlere Bursa'ya hareket emri verdi", "3 temmuzda tümenler yola çıktıklarını bildirdiler. Ama akşam üzeri önce Mustafa Kemal Paşa'dan ve sonra Ali Fuat Paşa'dan gelen emirde, bu tümenlerin Bozüyük ve İnönü bölgelerinde kalmaları ve Bursa'dan muharebesiz çekilmemiz emrediliyordu./ Bekir Sami, emri birliklere iletti; ama savaşmadan Bursa'daki kuvvetlerle çekilemeyeceğini Ankara'ya haber verdi./ Bunun bir nedeni vardı./ Bursa'da tümen namına sekiz yüz kişi kalmıştı; bunlar Bursalı idiler. Hiç olmazsa bu kuvvetle bir zaman kazanmak... gerekli görülüyordu." "7 temmuzda 56'ncı Tümen'le düşman karşı karşıya geldiler. Sıkı bir savaşa girişmeden İnegöl yönüne çekilme emri verdi." "Bekir Sami, odasında bir aşağı bir yukarı geziniyor, artık hiçbir şey görmüyordu.../ -Düşman şehre girmiş, tümen çoktan çekilmiş, neredeyse esir düşeceğiz./ Hazır duran atlara atladık." "Biz karargah olarak şehri en son teslim ettik./ Yunanlılar girdiler", "şu raporu yazdık:" "Tabur efradının yarısının müsellahan (silahlı olarak) firar etmiş olmaları... muharebesiz Bursa'yı terk ederek elde kıt'a bulundurmaya arzu ve imkan bırakmıyordu." "Ne bir top ne de bir makineli tüfek kurtarılamamış ve hepsi firar eden efrat yüzünden yollara terk edilmiştir." (Selçuk, s. 167-170)


"Daha Eskişehir'de kendimize bir düzen vermeden şu emri aldık:" "14.7.1920" "Büyük Millet Meclisi'nce izhar edilen arzuyu şedit (şiddetli arzu) üzerine vekiller heyeti kararıyla K. 20 Kumandanı Miralay Bekir Sami Bey'in vazifesine hitam (son) verilmiştir."/ "Müdafaai Milliye Vekili/ Ferik Fevzi" "Bekir Sami bunun üzerine Mustafa Kemal'e başvurarak hemen Kafkaslar'da çalışmak üzere yollanmasını ve ülke böylesine acı içindeyken boş bırakılmamasını istedi./ Mustafa Kemal.../ -Meclis'teki saldırı, size değil, bana ve hükümetedir. Sabırlı olunuz her şey düzelecektir." "Yunanlılar 22 Haziran 1920'ye dek Milen hattında durmuşlardı. Bu tarihte genel saldırıya geçmişlerdi." "Biz Eskişehir'e kadar çekildik./... Yunanlılar 26 ağustosta Uşak'ı zeptederek ilerlediler." "Meclis'te 13 Temmuz 1920 günü", "Bekir Sami... niçin Divanıharbe gönderilmiyor? diye..." (Selçuk, s. 171, 172)


Ali Fuat ve İsmet paşalar Ağustos'ta Meclis'te Bekir Sami'yi savunuyorlar, Mustafa Kemal de "Bekir Sami Bey Bursa'yı bırakmamıştır. Ve ben... emir verdim... doğrusu Bursa'yı terk etmekti" diyor ve Bekir Sami aklanıyor. "Mustafa Kemal Paşa'nın düşüncesine göre... iç düşman yok edilmeden, dış düşmanın istilasını durdurmaya çalışmak yanlıştı", "iç düşmanlar dize getirildikten sonra dış düşmanın herhangi bir başarısı... geçici olmaktan ileriye gidemezdi", "asilere karşı gönderilen kuvvetler, cephede Yunana karşı bırakılsa gene sonuç değişmezdi." (Selçuk, s. 174-177)


"İstanbul Sevr Antlaşması'na doğru gidiyordu. Ankara kaynıyordu./ Bekir Sami Bey işten çekilince... söylentiler yaymaya başlamışlar ve bizi... meşhur hırsızlar düzeyine çıkarmışlardır." "Oysa.../ 1. Bekir Sami Bey'in muharebe yeri Bursa değil, Eskişehir'di. Sırf yurtsevrliğinden orada kalmıştı." "Bu (s)ırada 7 eylül günü Bekir Sami Bey'in Antalya ve Muğla Bölge Kumandanlığı görevine atandığı emri geldi./... yola çıktık." "Kastamonu", "eşkiyanın... üç mebusu soyup bir adam öldürdüklerini işittik." "Antalya'da her şeyden çekinen yetkisiz bir mutasarrıf bulduk." "İşte bu sırada idi ki Konya isyanı başladı. Delibaş... Çumra'yı bastı. 3 ekim sabahı Konya'yı da işgal ederek yönetime el koydu... Bursa'da idam edilmekten zor kurtulan Yarbay Osman Bey... geri aldı./... çok sertti./ Anlatıldığına göre", "üç saate kadar teslim olmazsa, köyü insanlarıyla birlikte yakarım./ Ve üç saat sonra köy cayır cayır yanıyor, bu dehşetin haberi Konya ovasına yayılınca Delibaş'ın korkusu ve şöhreti... uçuyordu." "Hocalar askerin karargahına girdikleri zaman 42 adet darağacının hazırlandığını görüyorlar" "ve asıyorlar tümünü." (Selçuk, s. 179-183)


"6 Aralık 1920'de Garp Cephesi Kumandanı Ali Fuat Paşa'dan aldığımız telgrafta kendisinin "Moskova Sefiri Kebiri" olduğu yazılıyor, Bekir Sami'nin Şimali Kafkas Askeri Murahhaslığı'na, benim de murahhas muavinliğine tayinimiz haber veriliyor", "bu emir üzerine 8 Eylül 1920'de Antalya'dan yola çıktık." "Ankara istasyonunda... Ali Fuat Paşa bizi karşıladı", "Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat'a... anlatarak:/ -... bize yardım edilmesini Moskova'dan isteyeceğiz. Asker sorunu, Rusya'da bulunan Müslümanlardan birlikler kurarak Türkiye'ye getirmektir./ Bunun üzerine Rusya'da Müslümanlardan kurulacak askerleri bulmak, birlikleri kurmak ve yurda getirmek işini becerebilecek subaylar saptanmış; ilk bölüm olarak Kuzey Kafkasya için Bekir Sami Bey uygun bulunmuş. Şimdi oraya Kuzey Kafkas halkından bir kolordu meydana getirmek üzere gidecektik./HAZIRLIK/... iki bin beş yüz lira vermişlerdi./... Ankara'dan Kastamonu'ya yola çıktık." "Ilgaz'ın doruğunda bir karakol vardı... kapıları... açmıyorlardı... yola devam edersek donacağımızı anlamıştık./ Kapıları zorla açtırdık... Karakolun çevresinde oraya kadar gelip donakalmış dört nefer bulduk. Jandarmayı sıkıştırdık. Eşkiyadan korktukları için gece kimseye kapı açmadıklarını söylediler." "Bekir Sami Bey Kastamonu'da evinde kaldı." "Şubat 1921", "İnebolu'ya doğru" "yolculuk başladı." "Karadeniz'de, Fransız, İngiliz, Yunan donanması vardı. Yollarda vapurları çevirip "millici" olanları alıyorlardı. Ama İtalyanlar bizi sağ salim Trabzon'a götürmek konusunda teminat vermişlerdi." "12 Şubat 1921 akşamı Trabzon'a vardık." "Batum yoluyla buradan hareket edeceğiz. Yollarda hiçbir emniyetsizlik yok." (Selçuk, s. 184-187)


"Rusya'daki açlık konusunda... duyuyorduk... Rusya tam anlamında anarşi ve yağma ülkesi olmuştu./ Trabzon'da duyup gördüklerimize... göre... inkılap, uygulama biçiminde zararlı bir niteliğe bürünmüş, gittikçe zalimleşmişti", "Rusya'da proletarya egemenliği, can, mal, namus bırakmamış, halk bir sürü halini almıştır", "görevimiz... bu inkılaptan ülkemize yarar getirip zarar getirmemek ve Rusya'nın Türk ve Müslümanlarına faydalı olmaktı." "Bekir Sami Bey yaptığı incelemelerde bugünkü Rusya'nın anarşi içinde yüzdüğü ve orada çalışma olanağı bulunmadığı kararına vardı. Ve... istifasını sundu." "Kazım Karabekir", "Size sagı ve içtenliğim çoktur. Emrederseniz sizi Kars Müstahkem Mevki Kumandanlığı'na inha edeyim, gene beraber çalışırız./ Kumandan bu öneriyi:/ -Peki, diye karşıladı./ Beklemeye başladık./ Mart sonuna doğru Kazım Karabekir'den yazı geldi. Bekir Sami Bey'in... tayinini Ankara'da Milli Müdafa'nın kabul etmediği bildiriliyordu./ Bunun üzerine kumandan tedavi için izin istedi." "Ankara hükümetinin o zamanki politikası Bekir Sami Bey'in etkin bir göreve atanmasını uygun görmüyordu. Ben de kumandandan ayrılmadım." "5 Ekim 1923'te beni... Bölük Kumandanlığı'na tayin ettiler." "Kurmay sınavlarına girdim... kopya çekildiği kuşkusu üzerine topyekun iptal kararı verildi... büyük bir öfkeye kapılarak... istifa ettim./... 11 Nisan 1926'da yüzbaşılıktan emekli oldum", "bir çiftlik kurarak geleceğimi düzenlemey karar verdim." "Zaten... 20 Eylül 1920'de... söylüyordum:" "Şu sırada İtalyan ve Fransız başvekilleri, Anadolu hükümetiyle İstanbul'daki Feritçileri barıştırmaya ve Türk hükümetine azami yardımı yapmaya karar vermişler... düşüncem... çiftlik haline getirmektir." "Sebzecilik yapacağım arazı beş yüz dönüm kadardı." (Selçuk, s. 184-193)

*

ARA NOT:

Canını ortaya koyup çabalayan Bekir Sami bu şekilde görevden atılıyor.

Nutuk konusundaki bir youtube videosunda Ahmet Kuyaş Bekir Sami’nin görevden alınmasını çok masumane bir şekilde doğal gösterircesine o Rauf’un adamıydı, Çerkez’di diyor. 

*


"1932... Gümrük ve Muhafaza Genel Komutanı General Seyfi Düzgören ile görüştüm. Ve İstanbul'da "Kaçak İstihbarat Amirliği" görevini 200 lira net ücretle kabul ettim." "Trakya, Çanakkale, İstanbul... güçlü ve ciddi bir örgüt oluşturmaya çalıştım./ Ne var ki 1932-1933 yılları gerekli randımanla çalışan bu örgüt, 1934 yılında içinden bozulmaya başladı. Bozulma nedenleri belliydi. Bu iş... çok zenginlikler sağlayabilirdi... Kısa zamanda zenginlik hevesleri yarattı", "benim aleyhime bir blok oluşturdular. Aralarına Ankara'daki... ortaklarını da aldılar", "Düzgören, çevrenin etkisiyle beni İstanbul'dan uzaklaştırmak istedi ve "Cenup İstihbarat Müfettişliği"ne verdi./ Onuruma vurulan bir darbe saydığım bu karar karşısında çekilmek istedim./ Bir rastlantıyla Saffet o sırada İstanbul'daydı. Ve hükümetin Maarif Bakanı'ydı. Beni Dolmabahçe Sarayı'na çağırdı... önerdiler." "Seyfi Paşa beni bırakmadı", "Güney sınırları... anarşi", "İsmet Paşa... sorunca", "Selahattin... ne yapmak gerektiğini o bize söyler, demiş", "Seyfi Paşa... bana böyle yansıtınca, çekilmek ayıp olacaktı... gerçekten böyle mi olmuştu?/ Bilemiyordum./ 1935 yılının 1 ekiminde... yola çıktım." (Selçuk, s. 198-200)


"23/24 Ekim 1935 gecesi, Maraş gezisi", "Beş ilin en medenisi Antep'tir. Maraş düşünülemeyecek kadar geri durumdadır. Urfa ve Mardin'de yiyecek ve yatacak konusu benim için bile zor." "6 Kasım 1935... Antep'ten otomobille hareket ettim... Narlı istasyonuna... geldim... Maraş'a ulaştım", "1935'te Maraş! Simsiyah ve tek bir lamba bile yok", "Maraş, bir dağ yamacına yaslanmış harap bir kasabaydı. Malatya ise daha derli toplu ve güzeldi", "Urfa'ya girdiğim zaman Bekir Sami'yi andım. Otuz beş yaşında tümen kumandanı olan Bekir Sami Bey'in önünden geçit resmi yaptığım yere gittim", "Göz yaşlarımı tutamadım./... yazdım:" "Hayatta alacak hiçbir nasibim kalmamıştır". "Benim aldığım maaş... yüksekti. Buna rağmen üç çocuklu bir ailenin masraflarına yetişmek zordu." (Selçuk, s. 203-206)


"Abidin Özmen Bursa'da polis müdürüyken yetersiz sayılarak Bekir Sami Bey tarafından görevden alınmış, bir ilçeye kaymakam olarak gönderilmişti. Sonradan Milli Eğitim Bakanı oldu." "Mahmut Celal'i yolda görmüştüm, konuştuk", "-İktisat vekiliyim./ Şaşırmıştım ve "Ne günlere kaldık?" diye düşünmüştüm." "Ankara'da karanlık geceler ve günler geçirdim." 1936'da görev değişikliği gündeme geliyor, "hor görülen emeklerim" deniyor, alay itihbaratı görevi veriliyor. "Güney kaçakçılığı, güney sınırlarımızdaki devletlerin bir iktisadi taarruz hareketidir." "Konu, hırsızlarla mücadeledir." "1938/... Gümrük Muhafaza Kaçak Müfettişi oldum." "1940'ta Nimet'i kaybettim." (Selçuk, s. 208-215)


Eşinin tedavisi ve para sıkıntısı anlatımı. (Selçuk, s. 217-219)


"14 Mayıs 1950... Celal Bayar ise Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne taşınmışlardı", "cumhurbaşkanlığı forsunu dalgalandıran bir siyah araba, Selahattin'in evinin önünde durdu. Mahmut Celal, Albay Bekir Sami'nin yaverini ziyarete geliyordu./ Geliş o geliş oldu... bağlar tazelenemedi." "Yüzbaşı Selahattin'in Romanı gerçekte bir kişinin değil, bir kuşağın romadır." "Kişisel mutluluğun toplumsal mutluluktan soyutlanamayacağını öğrenmek kolay değil." (Selçuk, s. 243-247)

*

9.6.2025

***


Modern Türkiye'nin Şifresi İttihat ve Terakki'nin Etnisite Mühendisliği (1913-1918)

Fuat Dündar, 8. Baskı 2023, İletişim Yayınları, İstanbul


Kitapta esas olarak Balkan savaşları sonrası Anadolu’ya çekilip burasını son kale olarak savunmaya karar veren İttihatçıların bilinçli olarak Anadolu’yu Türkleştirdikleri ve 1910’lu yıllardaki Rum ve Ermenileri hedef alan eylemleri başta olmak üzere İttihatçıların neredeyse tüm eylemlerinin genelde bu amaca dönük olduğu anlatılıyor.

*

Kitapta tamamen tutarsız bazı anlatımlar da mevcut.


“Şeyh Şamil'in ayaklanması bölge nüfusunun hedef haline gelmesine yol açmıştı." (Dündar, s. 41-45)


Bu cümlede bir değil iki açık hata var: Birincisi önceki dönemde Rusya’ya tabi olmayan Şamil ayaklanmamış, sadece Rus saldırganlığına karşı direnmiş, ikincisi de bölge halkları çok öncesinden beri işgalci Rusların hedefi olmuştur.


*

Kitaptan bazı notlar şöyle:


"Giriş" "İTC (İttihat ve Terakki Cemiyeti), iktidarı 1913 Darbesi ile almış ve böylece göçmenlerin ülke kaderinde belirleyici olduğu bir iktidar dönemini açmıştır... Kafkas göçleri İslami politikaların, Makedonya göçleri ise Türkleştirme politikalarının gündeme gelmesinin demografik nedenini ve zeminini oluşturmuştur." "İttihatçı politikanın en ağır bedelini ise Ermeniler ödeyecektir... politik takibat, tehcir ve katliam... yarım asırdan beri ıslah edilmemiş bir coğrafyaya, Zor'a sürülme". (Dündar, s. 27-30)


"Karpat'ın ve Justin McCarty'nin tezleri... çürütülecektir. İlk tez... Osmanlı iktidarının nüfus verilerini değiştirmek için bir neden olmadığıdır. Oysa... Osmanlı iktidarı nüfus sayımı verilerine müdahale etmiştir. İkinci tez ise, Osmanlı'nın Müslümanları etnik kökenine göre saymadığı tezidir. Oysa... Osmanlı tüm dinsel ve etnik farklılıkları sicile kaydetmektedir. Ama yayın aşamasında Müslümanları bir blok altında toplamaktadır. Yani Osmanlı... nüfus verilerine politik çıkarları gereği müdahale etmektedir." (Dündar, s. 33, 34)


"Talat Paşa'nın Kara Kaplı Defteri" "İttihatçı politikanın bir hesap kitap işi olduğunun ve nüfusun sevk ve iskan politikasının aslında İttihatçılar tarafından sıradan bir toplama ve çıkarma işlemi olarak algılandığının açık kanıtıdır." (Dündar, s. 37)


"Osmanlı Göç Tarihi ve İttihat ve Terakki Cemiyeti" "Osmanlı... iki karakteristik nüfus hareketi ile özetlenebilir... dış dönük nüfus hareketi... içe dönük nüfus hareketi." "Osmanlı... her fetih sonrası, toprakların etnik-dinsel kompozisyonuna müdahale ediyordu.../ Balkanlar'daki her fetih ve kolonizasyon, sistemli bir sevk ve iskan politikası eşliğinde yürütülüyordu." "Osmanlı klasik sürgün ve iskan politikasının en önemli noktası, her türlü etnik, dinsel ve hatta politik nüfus yoğunlaşmasını engellemek ve mümkün mertebe karıştırmak olarak özetlenebilir." "Çöküş" "dönemi... toprak kayıplarının başlıca sebebi... Rus Çarlığı idi... Slav ve Rus Kazakları başta olmak üzere, Hıristiyan nüfusun fethedilen yerlere iskanı, bir Rus yayılma biçimi olarak, Osmanlı iskan siyasetinin karşısına inatçı bir benzerlik ile dikiliyordu. 1768-1774 Rus Savaşı'ndan itibaren, Osmanlı ciddi bir muhacerat sorunu ile karşı karşıya kalmıştı... iki imparatorluk arasındaki savaş, dinsel bir savaş görünümü kazanıyordu", "alınan her mağlubiyet, Osmanlı İmparatorluğu'na sığınan Müslüman nüfusu artırmakta idi. Ama en trajik olanı Kafkaslardaki iki imparatorluğun karşılaşmasında yaşanacaktı. Rusya'nın Kafkasya'yı kesin fetih... politikası ve Şeyh Şamil'in ayaklanması bölge nüfusunun hedef haline gelmesine yol açmıştı. Bölge halklarının büyük bir kısmı kaçıp Osmanlı İmparatorluğu'na sığınmıştı. Aslında bu kaçış...Osmanlı yetkilileri tarafından teşvik ediliyordu... savaşçı Kafkas nüfusu... işe yarardı. Yani bilinenin aksine yalnız Rusya değil, Osmanlı da bu muhaceratta ısrarcı olmuştur. 1860 yılında iki imparatorluk arasında yapılan anlaşma Osmanlı tarafının baskısıyla "Rusya'nın Kafkasyalıların göçüne izin vermesi" maddesini içerecekti. Ancak Rusya bu maddeyi göçmenlerin sınırdan uzaklara iskan edilmeleri şartıyla kabul ediyordu./ Müslüman nüfusunun artırılmasını hedefleyen Abdülhamid için, Kafkasyalılar... önem kazanıyordu. Abdülhamid'in verdiği 30 Mart 1888 tarihli emir bunu açıkça göstermektedir: Anadolu'da bazı vilayet-i şahanede İslam nüfusunun çoğaltılması için... Kafkas muhacirlerinin... iskanları." Ayrıca Kafkasyalılar önemli bir askeri kaynaktı.../ Kafkasyalıların büyük bir kesimi... Hıristiyan bölgeler iskan edildi." "Kafkas göçmenlerin sayısının 1.800.000-2.750.000 arası olduğu öne sürülür." (Dündar, s. 41-45)


"Aslında, iki imparatorluk arasında adı konulmamış bir nüfus mübadelesi yaşanıyordu... 1828... Bir yıl sonra, Rus ordusu geri çekildiğinde ise, on binlerce Ermeni'yi beraberinde götürmüştür./... iki imparatorluğun emperyal çıkarları uğruna, temas noktalarındaki halkların kendi rızalarına bakmadan tarihsel yerlerinden koparılmasının hikayesidir... kurbanı, otokton halklar olur... iki imparatorluğun elde ettiği sonuçlar farklıdır. Buna iki asli sebep gösterilebilir. İlki... toprakların topografik farkılılığı, diğeri ise mübadele edilecek halkların aidiyet duyguları arasındaki farklılıktır... İkinci sebep ise, Rum ve Ermenilerdeki milli duyguların, Kafkas Müslüman halklarındakinden daha güçlü olmasıydı. Rumlar... Yunan Krallığı'nı tercih ediyorlardı... Ermeniler de... kendi ulusal projelerine... yakın görünüyorlardı... bir Rus yetkilisi 1884'te, "Tüm bu halklar... Rusya ile alay ediyor ve onu aldatıyorlar," diyerek, bunların sadakatinden dert yanıyordu. Oysa Osmanlı tarafında bu gayriresmi mübadele işe yaramıştı. Çünkü Rus işgaline uğrayan Kafkas Müslümanlarında ulusal duygular çok daha zayıf ve dinsel aidiyet oldukça güçlü idi. Böylece, Kafkas Müslümanlarının göçü Osmanlı İmparatorluğu'nun ihtiyacına yanıt verebilecek bir nüfus hareketi yaratmış oluyordu. Rus ordusu karşısında Osmanlı'nın ömrünü uzatan etmenlerden biri Kafkas göçüdür dersek hiç abartmamış oluruz./ Bu göçlerin etkisi ile Müslümanların nüfus oranı artmıştır... 1820'de %60 olan bu oran 1890'da %76'ya çıkmıştır... Tekeli'ye göre 1783-1922 yılları arasında 1.8 milyon Tatar muhaciri, 1859-1879 arasında 1.5 milyon Kafkas göçmeni, 1877-1878'de 1.5 milyon Bulgar göçmeni ve 1912-1913 Balkan Savaşları sonrası 640.000 Balkan muhaciri Osmanlı İmparatorluğu'na göç etmiştir. McCarthy 1827-1922 yılları arası göçmen sayısını... 4 milyon 481 olarak hesaplamışken, Karpat ise... 9 milyona yaklaştığını iddia etmektedir. Bu rakamlar abartılıdır. Çünkü AMMU Müdürü... 24 Mart 1918’de '93 Harbi'nden... beri göç edenlerin sayısını 854.870, 1880'den beri göç edenleri 450.000 ve Şark mültecilerini de 1.5 milyon olarak hesapladıklarını söyler... 1912 Balkan Savaşı sonrası göç eden nüfus ise, 270-300 bin arası hesaplanabilir.../ Muhacir sayısı abartıldığı kadar yüksek değilse de, toprak mülkiyeti üzerindeki etkisi çok fazladır." "Tanzimat Dönemi... göçebelerin iskanı meselesi, merkezi otoritenin sağlanmasının bir önkoşulu olarak ortaya çıkıyordu... iskan projesine göçebelerin direnişlerini kırmakta devlet zorlanıyordu.../ Göçebelere yönelik en büyük iskan hareketi, Fırka-ı İslahiye olup... 26 göçebe aşiretin iskanı... hayata geçirilmişti./ İmparatorluğun doğusundaki, çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu göçebelerin iskanı ise iktidarın en çok zorlandığı meseleydi. Ancak, Ermeni sorunu... Kürt göçebelerin iktidarın iskan politikasına sempati ile bakmasını sağlayacaktı." (Dündar, s. 47-52)


"İttihat": "iki farklı Cemiyet söz konusudur. 1889'da İstanbul'da bir araya gelen grup ile 1906'da Selanik'te bir araya gelen grup. İlkinde... Osmanlıcılığın savunulduğu bir Cemiyet; ikincisinde ise...Türkçülüğün hakim düşünce olduğu bir Cemiyet söz konusudur." (Dündar, s. 56)


"Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşı ve İttihatçıların Anadolu tercihi/ Selanik'te toplanan Cemiyet'in gizli kongresinden... bir gün evvel 29 Eylül 1911'de İtalya, Osmanlı İmparatorluğu'na savaş açar ve 4 Ekim'de Trablusgarp'a çıkarma yapar. Birkaç gün sonra bir kısım İttihatçı subay ordudan ve hükümetten onay almadan, Enver Paşa komutasında Trablusgarp'a direniş örgütlemeye gider. 24 Ekim 1911'den 25 Kasım 1912'ye kadar Trablusgarp'ta kalırlar; oysa Osmanlı devleti İtalya ile 18 Ekim 1912 tarihinde Uşi Anlaşmasını imzalamış ve bölgenin İtalya egemenliğine geçtiğini kabul etmiştir. Bu subaylar, 1 Ocak 1913'te İstanbul'a vardıkları zaman, Osmanlı ordusu Balkan Savaşı'nı kaybetmiştir. Bu kaos ortamında, hiç gecikmeden Enver Paşa öncülüğünde 23 Ocak Darbesi gerçekleştirilir./... Osmanlı ordusunun... gelecek vaat eden subayları, neden... olası bir Balkan Savaşı sırasında orduyu kendilerinden mahrum bırakmışlardır?.. savaş ilanından sonra dahi bu subaylar tekrar gerisin geri İstanbul'a gelip orduya neden destek olmamışlardı? Uşi Anlaşması'na rağmen... dönmek için neden altı hafta beklemişlerdi? Bu kritik günlerde... neden İttihatçılar hükümeti kolaylıkla muhalefete teslim ederler?.. daha önceden hazırlanmış olan... Makedonya'da izlenecek askeri stratejiyi belirleyen planlar neden ve nasıl ortadan kaybolmuştur?/ 16 Temmuz 1912'de, Halaskar Zabitan'ın muhtirası üzerine... ITC kabinesi istifa eder. Yani Balkanlar'da bir savaşın beklendiği günlerde İttihatçılar, iktidarı muhalefete şaşırtıcı bir hoşgörüyle terk ederler. Talat'ın cevabı çok şaşırtıcıdır: "Öyleyse bırakalım öbürleri geçsin başına. Onlar da bu vatanın evlatları değil mi? Belki de bizden daha iyi başarırlar."/ Enver Paşa ve ekibi, Trablusgarp'ta vakit yitirirken, başını Talat Paşa'nın çektiği İttihatçılar, İstanbul'da Balkan ülkelerine karşı savaş ilan etmesi için hükümete baskı yaparlar. Aslında, İttihatçı karşıtı olan hükümet... sorunun barışçıl... yollarla çözülmesinden yanaydı... İttihatçılar... hükümeti savaşa sürüklemeye kararlıdır... Karadağ Osmanlı Devleti'ne savaş ilan ettiği gün Tanin, "Hele şükür harp başladı" mealinde başlık atar. Hükümet savaşa sürüklenmiştir. Talat Paşa vakit geçirmeden askere yazılır. Rıza Nur'a göre ise niyet başkadır, askerleri teşvik edeceğine cepheyi terk etmeye davet etmiş ve mevcut hükümetin karşı propagandasını yapmıştır. Bu propagandanın etkisiyle midir bilinmez ama Anadolu'dan gelen Doğu taburları askerlerinin büyük kısmı kaçmıştır./ İttihatçıların desteğini alamayan ordu, ayrıca bir de bu savaş planlarından yoksun olarak, dağınık ve perişan bir halde savaşa girmek zorunda kalır. İttihat karşıtı olan Nazım Paşa... kumandasındaki Osmanlı ordusu... hezimete uğrar./ Öncesinde olduğu gibi, savaş sırasında ve sonrasında İttihatçıların tavrı şaşırtıcı derecede vurdumduymazdır... savaş sonrası ilk kongrede, delege Hacı Adil Bey... şöyle seslenmiştir: "Neden bu kadar muzdarip oluyorsunuz? Makedonya bizim için menba-i müşkilat ve zayiat idi. Burada idame-i mevcudiyet bizim için kabil olamazdı. Hamdolsun bu beliyyeden kurtulduk ve şimdi Anadolu'da tamamiyet-i mlliyemizi bulduk."/ Balkanlar'ı bırakma fikri Osmanlı Meclisi'nde de telaffuz edilir." "Özcesi tüm bu sorular beni, İttihatçıların Balkanlar'ın kaybını muhalefete yükleyerek sorumluluktan kaçmak ve Anadolu'ya yoğunlaşmak istedikleri sonucuna verdırmıştır... Almanlar Balkanlar'ı bırakıp Anadolu'ya çekilmek ve burada yoğunlaşmak gerektiğini sık sık önermiş ve bu da mektepli subaylarda ciddi etkiler yaratmıştır." "Enver Paşa Trablusgarp'tan İstanbul'a vardığında, savaş bitmiş... Çok geçmeden Enver... bir grup İttihatçı arkadaşıyla... 23 Ocak 1913 Darbesi'ni gerçekleştirir... yeni bir dönemi açan bu darbe... önceden planlanmış bir siyasi projenin ilk adımı olacaktır: Anadolu'da Türklüğün yaşayacağı bir vatan yaratmak.../ Başkentin güvenliği için Edirne'nin geri alınışı gerekliydi, ama ötesi için... İttihatçıların ciddi bir çabası olmayacaktır." "Goltz Paşa" "Yerleştirilenler, o yörenin yerli halkı ile kaynaşamayıp örneğin Çerkesler gibi devlet içinde bir nevi devlet teşkil ediyorlar ve askerlikten çekiniyorlar." "Goltz Paşa... göre Zeytun, Dersim gibi politik ve etnik sorunlu bölgeler, bir topografik engel gibi ordunun hareket kabiliyetini kısıtlamaktadır", "millet ordunun hizmetinde olmalıdır." "Goltz Paşa'nın düşüncelerinin -neredeyse- kopyası" olan "Asker adlı broşür ile Ahmed Rıza... İttihatçı politik projenin genel hatlarını çizmiştir", "askerlere toplumu şekillendirme rolünü de verir." "Ahmet Ferit, Akçura'nın Türkçülüğün en önemli getirisi olarak sunduğu asimilasyonun, aslında Osmanlıcılık örtüsü altında da gerçekleştirilebileceğini savunnmaktadır... Osmanlı Devleti'nin zaten kuruluşundan beri "dinsel asimilasyon" yani ihtida politikasını, Tanzimat'tan beri de "dilsel asimiliasyon"a başvurduğunu hatırlatır... Osmanlı Devleti'nin Tanzimat'ın başında, "idari ve hukuksal bir asimilasyon" politikası izlediğini belirtir. Osmanlı Devleti bu amaçla muhacirleri belirli bölgelere -özellikle gayrimüslim nüfusun yoğun bölgelerine- iskan etmiştir. Kafkasyalı göçmenlerin Bulgaristan'da... iskanlarını buna örnek olarak verir. Ayrıca eğitim alanında modernleşmenin aslında asimilasyon amacıyla devreye sokulduğunu da belirtir... Osmanlı... Türk olmayan Müslümanlar arasına önce vaizler, hocalar gönderirken... bunların homojen nüfusunu sarsmak ve "seyrekleştirmek" için, "hakim millet" Türklerden bir miktar nüfusu bunlar arasında iskan etmiştir. Aynı zamanda, diğer halkların dil ve kültürel gelişimini engellemek için iktidar, tüm aygıtları ve araçları ile birlikte "hükümetin lisanını, gücünün yettiği her vasıta" ile dayatır. Eğer... bu halklardan biri... direnirse tek çare onları mevcut politik sınırları terke zorlamaktır, der./... Balkan kayıpları ile Türkçülük politikasının imparatorluğun hayatını devam ettirmek için bir engel değil aksine bir garanti olacağı görüşü hakimiyet kazanır. Köprülü... göre yeni politikanın derin çekirdeğinde Türkçülük, etrafında İslamcılık olmalı, dış kabuğunu da Osmanlıcılık sarmalıdır. Aslında, çıkar denklemi baş aşağı edilmiş, Osmanlıcılık ve devletin, Türkçülüğün hizmetinde olması gerektiğinin altı çizilmiştir./... Gökalp... Türklüğün geri kaldığını, Tanzimat'ın ve Osmanlıcılık politikasının asıl mağdurunun Türkler olduğunu belirtir. Derin çekirdeğinde Türkçülüğün bulunduğu, yüzeyde yapay bir Osmanlıcılık diskuru, İttihatçı politikanın en karakteristik özelliği olacaktır." "İttihatçıların tartışılmaz lideri Talat Paşa... Kürtleri asimile etme politikasından bahsetmekteydi." "Akçura için Türklük... temel kaygıyken, Gökalp için devletin bekası merkezde yer alıyor, devletin çıkarı için esnek milliyetçiliği sunuyordu... Sosyoloji Kürtleri Türkleri birbirine bağlayacak... bir gereklilik idi." "Kürtlüğe karşı konumlanışında, kişisel ve ailesel menfaat de rol oynamıştır... dayısı Pirinççizade Arif Efendi, Milli İbrahim Paşa'nın hegemonyasına karşı dururken, Gökalp'i de yanına almıştır... Abdülhamid'e çekilen telgrafları kaleme alır", "telgraflarda... ecdatlarının devletin sipahisi olduğu, Milli aşiretinin ise "çobanlık ve şekavetle geçinir, hazeleden (alçaklar) ibaret" oldukları belirtilir." "İbrahim Paşa "Kürdistan kralı" diye adlandırılmış". "1908 Devrimi ardından Gökalp, dayısı... ile birlikte mebus seçilirken, İTC'nin Diyarbekir şubesini kurar. Cemiyet'in Diyarbekir şubesinin ilk hedefi İbrahim Paşa olur ve 2000 gönüllü toplanarak İbrahim Paşa'nın peşine salınır. Ancak, bu sırada birçok yağmalama, katl olayı gerçekleştirildiği için... şikayet konusu olur.../ 1908 doğudaki dengeleri altüst etmiştir... bölgedeki asıl sorun şimdi Kürtlük olmuştur. Gökalp, Şaki İbrahim Destanı'nı kaleme alır... olayları bir medeniyet sorunu olarak resmeder". "1909'da... Selanik'e gider... Cemiyet'in merkez komitesindeki en etkili 7 kişi arasında Balkanlı olmayan tek kişi olarak yer alacaktır. Cemiyet'in Kürt politikası üzerinde... çok etkili olur." (Dündar, s. 57-83)


"Anadolu'nun İslamlaştırılma ve Türkleştirilmesinde üç temel enstrüman kullanıldı: etno-istatistik, etnografik harita ve etnografik araştırmalar." "İlk modern nüfus sayımı olarak nitelenebilecek 1881-93 sayımında, ilk defa kadınlar sayılmış ve... Bu sayımın en önemli özelliği... nüfus cüzdanı dağıtılmasıdır", "12 farklı etnik-dinsel grup sayılmıştır.../ 1906-7 son Osmanlı nüfus sayım verilerinde ise 8 yeni grup daha vardır." "Askeri celp konusunda ise patriklik tüm nüfusun askere alınmasını savunurken "Kürtler, Çerkezler ve diğer göçebe nüfusun dahil edilmemesi"ni... önermiştir." (Dündar, s. 85, 90, 98)


"Rum... yayımlar patrikliğin verilerini çarpıtarak, patrikliğin 2.008.000 olarak saydığı nüfusu 2.347.974 olarak sunmuşlardır... Gerçek veriler... 1.729.738 olduğunu iddia eden Osmanlı verilerinden %16 yüksektir." (Dündar, s. 108)


"Nubar Paşa'ya göre nüfus 2.026.000 iken Kevorkian-Paboudjian'a göre tüm Ermeni nüfus 1.915.873'tür.../ Kevorkian-Paboudlian verileri ile Osmanlı verileri arasında tam 687.000 nüfus farkı vardır, yani %55 fazladır." (Dündar, s. 110)


"Bizim gözümüz dünyanın öbür ucunda Kafkasya'larda, Türkistanlar'da, Çin sınırlarındaydı. Oralara gidecektik." "Politik projeleri/arzuları, haritalar kadar kamçılayan bir başka araç yoktur." (Dündar, s. 119)


"Gökalp... 1913'te... "Halkıyat" makalesinde... etnik araştırmaların "bilimsel" çerçevesini belirler. Durkheim gibi iki tip kavim olduğunu belirtir: İlkel kavimler ve milletler. İlk grup içinde yer alan 4 alt gruptan biri olarak aşiretlere detaylıca değindikten sonra milletleri de 4 gruba ayırır: imami milletler, teşri milletler, harsi milletler ve istiklalini kaybetmiş milletler." (Dündar, s. 125)


"Şapolyo, Gökalp'in aralarında Ermeni sorunun da bulunduğu azınlıklar sorunu üzerine... yaptığı... araştırmalardan sonra Ermeni sürgünlerinin başladığını belirtir." (Dündar, s. 127)


"Dağıstanlı ya da Çerkez olduğu söylenen... Beş yabancı dil... bilen Baha Said, 1912'de... İç Anadolu'daki ekonomik sistem -lonca sistemi- üzerine araştırma yapmak için Ankara ve Kırşehir' gönderilir." "En aktif İttihatçı araştırmacı olan Habil Adem, gerçek adıyla Naci İsmail (Pelister), Arnavut kökenli olup Almanya'da felsefe eğitimi yapmış, Almanca dışında İngilizce ve Fransızca bilmektedir", "4'ü 1916 yılında olmak üzere toplam 12 eser kaleme aldığını iddia eder. Bu eserlerde Habil Adem'in ismi ya hiç (geçmez) ya da çevirmen olarak geçer." (Dündar, s. 133-135)


"1918'de... AMMU üç yayın yapar." "AMMU'nun ikinci yayını... Türkmen Aşiretleri'dir." "Bu çalımanın en önemli yanı, Osmanlı'da yaşayan halkların nüfusuna ilişkin veriler sunmasıdır. Büyük ihtimalle 1915... verilerine göre... Çerkez 0.5... milyondur." (Dündar, s. 137-139)


"Bu çalışmanın etnik mühendislik başlığıyla tanımlanmasını gerektiren emir, Türkleştirme operasyonuna karar verildiği ve gizli milli mücadelenin başladığı tarih olarak kabul ettiğim, 20 Temmuz 1915 tarihli Talat Paşa'nın emridir. Bu gizli emirde, tüm köylerin (ve mahalle) milliyet esasına göre istatistik cetvelleri ve haritalarının hazırlanması istenir". "Diğer önemli bir nokta da, bu haritaların hiçbir zaman, ne normal idari kadrolara ve ne de kamuya açılmaması, küçük bir grubun elinde, gizli Türkleştirme operasyonu için kullanılmasıdır." "Batı bölgelerinde Müslümanlar tek bir grup halinde toplanırken, Türk ve Kürt nüfusunun temas noktası olan Maraş yöresinde ise nüfus cetvelleri... Kürt ve Türk diye ayrılmıştır... 15 farklı Müslüman grup mevcuttur (... Çerkez...)... Osmanlı'nın nüfusu dinsel olduğu kadar etnik kimliğe göre de kütüklere kayıt ettiğini göstermektedir... Müslümanlar ayrıca kendi etnik kimliklerine göre nüfuslara kaydedilmiştir." "Elimizde, 16'sı Anadolu'da toplam 24 Osmanlı vilayetinden 5'inin verileri bulunmakatdır... Aynı şekilde elimizde 16'sı Anadolu'da bulunan 21 Osmanlı sancağının 8'inin verileri mevcuttur (... Maraş... Zor)." (Dündar, s. 147-152)


"Maraş: Verileri elimizde olan, Ermeni nüfusunun yoğun olduğu tek sancak olan Maraş'ın bir haritası da hazırlanmış olmasına rağmen sadece istatistik verileri katalogda yer almaktaydı. Buna göre Ermenilerin üçte ikisi Ağutos 1915'e kadar sürülmüş ve sadece 7 köyden biri tehcir edilmemiştir... memuru... "kaza Ermenilerinin teb'idi (sürgün)" olarak belirtmiştir." "Göksun Müslümanları da etnik kimliğe göre belirtilmiştir; 10 Kürt köyünde 1.057, 15 Çerkes köyünde 2.939, 16 Ermeni köyünde 3.462 ve 55 Türk köyünde 17.636 kişi yaşamaktadır." (Dündar, s. 167-169) 


"İttihatçılar... etno istatistik verilerini oldukça sık kullanmışlardır... her üç ayda bir hazırladığı nüfusun milliyet esasına göre dağılımı cetvelleri ile Sicill-i Nüfus İdaresi... neredeyse bir "ölçüm istasyonu" işlevi görmüştür. Ama en önemlisi 20 Temmuz 1915 tarihli harita ve nüfus cetveli emridir./ Bu haritalar... "nüfus yoğunlukları ne?" sorusuna cevap bulmak için hazırlanıyordu./ Köylerin milliyet esasına göre düzenlenmiş nüfus cetvelleri eşliğinde belirtildiği haritalar birer etnografik harita işlevine bürünmüş ve bu sayede de İttihatçı iktidar teritoryal bir düzenlemeye girişmiştir... İttihatçılar için, ideal bir morfolojiden bahsedilebilir; tüm kıyıları Müslüman ve Türklerle çevrili ve iç bölgelerinde de Türklerin arasında bire on veya yirmi nispetinde bulunacak bir azınlık morfolojisi. Bu yüzdendir ki Talat Paşa yıllar sonra bir İngiliz ajanına Anadolu'yu bir "kale" olarak tanımlamaktan çekinmemiştir.../ Harita ve istatistik verileri sayesinde İttihatçılar, gayrimüslim ve gayri-Türk köylerini seçebiliyor.../ Yves Lacoste'in eserinin kışkırtıcı başlığındaki gibi -"coğrafya (bilgisi) her şeyden önce savaş yapmaya yarar"- ... İttihatçıların her köyü bir cephe, bir askeri birim gibi algıladıkları sonucuna varabiliyoruz." (Dündar, s. 171, 172)


"Uygulama: Etnik Grupların Sevk ve İskanları" "1909 ve 1910 yılları boyunca İttihatçılara Makedonya'nın etnik dinsel yapısını değiştirmek kaygısı hakimdir. Ancak... Müslümanları göçe teşvik yeterli sonucu vermeyip... Hıristiyanları kovmanın... daha vahim sonuçlara yol açacağı korkusu hakim olunca, Dr. Nazım başka nüfus "organizasyonu" alternatifleri düşünür... Rusya Yahudilerinin Osmanlı'ya sığınma taleplerinden yararlanmaya çalışır. 200.000 Yahudi'nin tüm Vardar nehri boyunca iskan edilmesi fikrini... açar. Selanik merkezli Yeni Asır zaten Aralık 1908'de Rusya Yahudilerini Makedonya'yı "şenlendirme"ye çağırır./... hedef politiktir... Müslüman unsurunu artırarak... ezici bir nüfus çoğunluğuna erişmesini sağlamak... diğer bir çözüm ise... Makedonya Hristiyanlarını Anadolu'ya sevk etmektir./... nüfus kompozisyonunu değiştirme girişiminin faturası ağırdır. Aslında birbirlerine düşman olan Balkan ülkelerinin, Osmanlı karşısında bir ittifak yapmalarını sağlayan en önemli neden, İttihatçıların bu nüfus politikasıdır. Zaten, Balkan ittifakının "izahname" başlıklı notasında... şu çağrı yapılır: "Müslüman göçmen yerleştirmek suretiyle, vilayetlerin ulusal topluluklarının değiştirilmesine çalışılmayacağına dair Osmanlı Hükümeti söz verecektir." Dört Balkan ülkesini... bir araya getiren Balkan Savaşı 18 Ekim 1912'de başlar./ İttihatçılar tüm çabalarına rağmen Makedonya'nın nüfus dokusunu değiştiremeyeceklerini anlamışlardır. İlginç bir şekilde, bu nüfus politikası ve kiliseler kanunu ile birleşmeye zorladıkları ve savaşa kışkırttıkları Balkan ülkelerinin karşısına hükümet olarak dikilmemişlerdir. Enver Paşa Trablusgarp'a giderken, Talat Paşa muhalefete iktidarı kolaylıkla devretmiştir! Balkanlar'ın kaçınılmaz bir şekilde elden çıkacağı ve Anadolu'da yoğunlaşılması gerektiğine, İttihatçılar çok büyük bir ihtimalle 1911 Kongresi'nde ikna olmuşlardır. Balkanlar'ın kaybından çok kısa bir süre sonra Enver İstanbul'a dönüp Talat ve Cemal paşalarla birlikte 1913'teki darbeyi gerçekleştirir. Balkanlar'ın kaybı muhalefete yüklenmiştir; artık Anadolu'da yoğunlaşma hedefi hayata geçirilebilir. Anadolu'nun da Makedonya'nın akibetine uğramaması için Cemiyet'in hedefi Balkanlar'dan kovulan ve ayrıca celp ettiği muhacirleri ve göçebeleri kullanarak Anadolu'nun etnik-dinsel kompozisyonunu değiştirmektir./ Anadolu'ya müdahale etmek için öncelikle İstanbul'un güvenliği sağlanmalıdır. Bu Edirne'nin geri alınmasından geçmektedir... (22 Temmuz 1913), birkaç ay içinde bu sorun çözümlenir./ Bu arada 1913 Kongresi'nde alınan karar gereği, 13 Mayıs 1913'te IAMM kurulur. İttihatçıların iki temel nüfus kaynağı vardır: Muhacirler ve göçebeler. Bu müdüriyet hükümetin nüfusun sevk ve iskanı ile ilgili politikalarını hayata geçirmekle yükümlü kılınır... göçebe aşiretlerin iskanın kongrede bir gündem maddesi haline gelmesinde Gökalp faktörü etkilidir... Böylece 1909 tarihli Gökalp'in önerisi, Balkan kayıpları sonrası, Cemiyet'in merkezi kongresinde politik gündeme alınıyordu./ Bahsi geçen iki nüfus kaynağı... iki bölgeye müdahale anlamına geliyordu. Muhacirlerin iskanı ile batıdaki bölgeleri ve esas olarak iki halkı, Bulgarları ve Rumları; göçebelerin iskanı ile doğudaki bölgeleri ve esas olarak Ermenileri ve Kürtleri hedefliyordu./ Cemiyet Balkanlar'dan... muhacir celp ediyordu... çalışkan ve Türk olmalıydı.../ Cemiyet'in Türkleştirme politikaları üzerinde savaşlar... belirleyici olmuştur... asker millet yaratılması düşünen Cemiyet için savaşlar, kimlik inşası için bir zorunluluktur." "Yunanistan ile zorunlu bir mübadeleyi hedefleyen komisyon 13 Ocak 1915'te sadece malların mübadelesi işleri ile sınırlı kalınca, açıkta bir miktar iskan edilmemiş muhacir kalmıştır. Diğer yandan Süveyş Kanal operasyonundan yenilgi ile dönen Cemal Paşa, bölgenin nüfus dokusuna müdahale etmeyi son çare olarak görmektedir. Bu iki faktör Ermeni olaylarını tetiklemiş, 24 Nisan 1915'te çöl bölgelerine tehcir kararı çıkarılmıştır./ 30 Mayıs 1915 tarihli geçici kanun ile Osmanlı ordusu tam yetkili olarak bir yerleşim birimini... istediği zaman boşaltma gücüne hakim kılınır.../ 20 Temmuz 1920'de (benim notum: 1915'te olmalı, değil mi?) tüm vilayet ve sancakların milliyet esasına göre nüfus verileri ve haritaları emir üzerine hazırlanır... 1884'te kurulan Sicll-i Nüfus İdaresi, nüfusu etnik ve dinsel kimliğine göre kütüklere geçiriyordu.../ 25 Temmuz 1915'te Ermenilerden boşalan yerlerin envanterinin çıkarılması ve çok geçmeden, 21 Ağustos'ta tüm Türk göçebe ve yarı göçebelerin emvali metrukelere iskanı emri verilir.../ 5 Ocak 1916'da Enver Paşa'nın talimatnamesi ile Ermenice, Rumca, Bulgarca "vilayet... isimlerin Türkçeye tahvili" emredilir.../ Ocak ayının sonlarında Kürtlerin Türk nüfusunun arasına dağıtılması kararı... bildirilir." "İAMM 14 Mart 1916 tarihinde AMMU adıyla yeniden organize edilir." (Dündar, s. 175-181)


"Bulgarlar: İlk İttihatçı hedef ve Avrupa sınırlarının İttihatçılarca çizilmesi" "Osmanlı-Bulgar Konvensiyonu (29 Eylül 1913) ile Edirne kesin olarak Osmanlı'ya bırakılıyordu. Böylece Osmanlı'nın... Avrupa sınırları neredeyse son şeklini alıyordu. İki yıl sonra İttihatçıların Bulgaristan'a müttefik güçler saflarında savaşa katılması için verdikleri küçük bir toprak parçası dışında, bu bir çeşit "toprak rüşveti"dir, Avrupa sınırları bir daha değişmeyecekti... böylece Makedonya ve Selanik'in geri alınması fikrini terk etmiş oluyorlardı. Bu, aynı zamanda Andolu'nun homojenleştirilmesi için gerekli bir ilk adım ve yeni bir dönemin başlangıcıydı./ Anlaşmanın mübadeleye ayrılan C kısmında, her iki devletin ortak sınırın 15'er km içerisinde bulunan bölgesindeki halkın... değişimi karar altına alınmıştı. Mübadele köy köy yapılacaktı. Yani sınırın iki yakasındaki Bulgar ve Müslüman iki köy, köylerini değiş tokuş edecekti." (Dündar, s. 182, 188) 


"Rumlar: "Kovma"dan "hapsetme"ye kıyıları Türkleştirmek" "Balkan kayıplarının Osmanlı tarihinde... en önemli sonucu... Cemiyet'in Anadolu'ya taşınmasıdır... bağlı çetelerin... -yaklaşık 270.000... muhacirler- beraberinde taşınmasıdır... Türkçü politik proje de İstanbul'a taşınmıştır. Başlangıcı 1913 Bab-ı Ali Darbesi olan bu yeni dönem, Balkan muhacirlerinin Osmanlı'nın tüm egemenliğini mutlak iktidarları altına almasıyla başlar." (Dündar, s. 191, 192)


"1. Dönem (1913-1914): Bir İttihatçı rövanş olarak Rumların gayriresmi yollarla kovulması" "Rumlar kitlesel bir şekilde kovulurlar.../ 1913'ün sonlarında başlayan Rum göçü, 1914'ün ilk çeyreğinde ivme kazanır." "Mart ayında... Ege bölgesindeki Rumlara karşı saldırılar artmaya başlar. Halil Menteşe... açıklamaktadır:" "Talat Bey, Balkan Harbindeki hıyanetleri tebarüz eden unsurlardan memleketi temizlemeyi ön safa almıştı.../ Sıra Trakya'daki Rumlara gelmişti... Alınan tedbir şu oldu: Valiler ve diğer memurlar resmen işe müdahale eder görünmeyecek, cemiyetin teşkilatı işi idare edecek. Bir vak'a ihdas edilmeyerek, yalnız Rumlar ürkütülecek. Bu talimat dahilinde harekat başladı... 100.000'e yakın Rum, kimsenin burnu kanamaksızın Yunanistan'a çekip gittiler. Bundan sonra aynı tarzda İzmir civarında teşebbüs ele alındı. Urla ve Çeşme'de hicret başladı." "Kuşçubaşı'nın aktarımına göre, Harbiye Nezareti ve Cemiyet'in teşkilat binasında bir dizi gizli toplantı yapılır. İlk toplantı 1914 Martı'nda, Yunan savaş gemisi Averof'un bölgeye gönderilmesinden sonraya rastlar... bu toplantılar mayıs, haziran ve ağustos aylarında düzenli olarak yapılır. Gündem maddesi, "stratejik bölgelerde yoğunlaşan gayri-Türkler"e karşı yapılan operasyonları organize etmek ve... yeni stratejileri belirlemektir." "Kuşçubaşı... Kafkas Ubıh boyundan... ITC'nin İzmir şubesini 1908'e doğru kurar... Rum karşıtı operasyonun "derin" tarafını yönlendirir." (Dündar, s. 194-198)


"Bir kovma metodu olarak muhacir iskanı" "İç ve dış baskılar karşısında hükümet ve Talat Paşa, Rumlara yönelik zulmün tüm sorumluluğunu muhacirlere yüklemekten çekinmezler. Perde gerisinde Cemiyet'in yerel teşkilatlarının olduğunu saklarcasına Meclis-i Mebusan'da Talat Paşa, "muhacirlerin varışıyla bu olaylar başladı" demekten çekinmez." "Elbette Balkan ülkelerinin... anti-Müslüman ve anti-Türk politikalarının olduğu bir gerçektir. Ancak bu politika Cemiyet'in işine gelmekle kalmaz, dönem dönem Balkanlar'dan muhaceratını teşvik ettiği ve muhacir celbettiği de çok net bilinmektedir. Hatta Yunanistan'ın İttihatçıların teşvik ettiği Müslümanların göçlerini engellemeye çalıştığı da olur." (Dündar, s. 207-209)


"Terör ayları ve Yunanistan'ı mübadeleye ikna etme çabaları (Mayıs-Temmuz 1914) (Dündar, s. 210)


"Meclis tartışmaları ve Talat Paşa'nın ikili üslubu/ 6 Temmuz 1914 günü... Meclis oturumlarının birinde, 14 Rum mebusun önerisi üzerine ilk kez Meclis çatısı altında Rumların göçüne sebep olan olaylar tartışmaya açılır." "Dahiliye Nazırı Talat Paşa söz alır... Kendisine göre Rumların kaçmasına sebep muhacirlerdir". "Muhacirlerin Rum köylerinde iskanın da, pratik nedenlerden kaynaklandığını anlatarak... iskana mecbur kaldıklarını savunur. Öne sürdüğü diğer bir neden, Ermenilerin sürüldüğü çölümsü bölgelerinin "öldürücü karakteri" ile ilgilidir. Emanüelidi Efendi... muhacirlerin Halep'ten ötesi topraklara neden gönderilmediklerini sormuştur. Talat'ın yanıtı, Ermeni trajedisinde hükümetin sorumluluğunu ele verecek niteliktedir. Muhacirlerin bahsi geçen bölgelere iskanının, tümünün ölümüne yol açacağını... öne sürer." "Meclis'teki konuşmasının aksine şifreli emirlerinde, Rum Ortodoksları hedefleyen boykotu engellemeye yönelik hiçbir girişimde bulunmaz." "Talat'ın Meclis'teki konuşması... gerçeğe zıt beyanlarda bulunur." "Meclis çatısı altında bu resmi söyleminin aksine Talat Paşa, şifreli telgraf ile Rum din yetkililerinden oluşan komitenin engellenmesini emretmişti", "açık telgrafla vaki olan tebligatta ve nasihat içün patrikhanece 4-5 kişiden mürekkeben gönderilecek heye'tin eline dünkü tarihle verilmiş olan tavsiyename münderacatına itibar edilmeyip". "Osmanlı içi çözüm arama çabalarına Yunanistan'ın politikaları bahane edilmiş, Osmanlı vatandaşı Rumlar sisten dışına itilmişlerdir." (Dündar, s. 219-225)


"2. Dönem (1915-1918): Bir "tehdit vasıtası" olarak kullanmak ve kıyıları temizlemek için Rumların iç bölgelere sürülmesi" (Dündar, s. 225)


"Savaşa giriş ve Rumların iç bölgelere sevki/ 22 Ekim 1914 tarihi Rumların göçünün kesin olarak yasaklandığı... tarihtir... şifre", "Rum muhaceratı Yunanistan'a karşı bir vesile-i tehdit olarak kullanılacağından... Rumların muhaceratına katiyen müsaade olunmaması." "Devletin vaziyeti hazıra siyasiyesine göre, Rumlara tazyikat icrası münasip olmayacağından bunlara karşı tecavüzat ve tazyikat vukuuna meydan verilmemesi." "Rumların Anadolu'nun iç bölgelerine sevki yönünde ilk karar verilir." "Trakya Rumları da, Anadolu'nun içlerine sevk edilmeye başlanır. Yunanistan'ın diplomatik tepkisi gecikmez... Yunanistan'ın tarafsızlığı Osmanlı ve Almanya için önem taşıdığından, bu sevkiyata Şubat 1915'te ara verilir." (Dündar, s. 230-233)


"Yunanistan'ın savaşa girişi.../ Rumlara yönelik nüfus politikasının safhaları, Yunan iç politikasına göre şekillenir." "Yunanistan'ın savaşa katılmasından itibaren (29 Haziran 1917)... yeni bir operasyon başlatılır... Adana'daki bir kısım Yunanlı da Maraş'a sevk edilir." "Savaşın kaybedileceği anlaşılınca, tehcir edilenlerin yerlerine geri gönderilmeleri yönünde girişimlere başlanılır." "Rum dönüşünün Kemalist hareketi doğuran en önemli iki nedenden biri olduğunu (diğeri de galip devletlerin işgalidir) belirtmek isterim. Özellikle Rum ve diğer Hıristiyanların hanelerine yerleştirilmiş muhacirler ve diğer yerli halk Kemalist hareketin en ciddi kitlesel tabanını oluştururlar. İttihatçı politikanın mayası tutmuş, dağıtılan mal-mülk üzerinden "kişisel çıkar", "milli çıkar"larla başarıyla birleştirilmiştir./... ilk dönem için 150 bin civarı Yunanistan'a kaçan ve 50 bin civarı iç bölgelere dağılan Rum nüfus söz konusudur. İkinci dönem için ise... 500 bin Rum sürülmüş ve bunların yarısı hayatlarını kaybetmiş... geri dönenlerin sayısı ise 140 bindir... bu operasyonun, yaklaşık 150-250 bin Rum'u etkilediği makul bir taahmin gibi görünmektedir." (Dündar, s. 240-246)


"Ermeniler: "Kesin çözüm" için çöle sürmek" "Deir-ez-Zor, Ermenilerin iskanına ayrılan ana bölge, 78.000 kilometrekarelik yüzölçümü ile imparatorluğun en düşük nüfus yoğunluğuna sahip olup 1907 itibariyle 66.294 kişi barındırabilmektedir./... Yazları aşırı sıcak ve aşırı susuzluktan dolayı, adım başı rastlanan hayvan leşleri, bölgenin olağan manzaralarındandır.../ Göçebelik ve yarı göçebelik sayesinde, Zor bölgesi (sınırlı bir nüfus için) yaşanabilir hale geliyordu(r).../ Göçebeliğin hakim olduğu bu "çöl vilayeti"nde aşiretçiliğin... egemen sosyal doku olması, Osmanlı'nın bölgede otoritesini sağlaması karşısında büyük bir engeldi. Arap aşiretleri Bedevilerin, askeri güçlere ve yerleşim birimlerine saldırıları ciddi bir güvenlik sorunu yaratıyordu... 1851-1852 tarihinde, "Zor, Bedevilere karşı bir (askeri) kuvvet noktası olarak seçildi." Bölgede artırılan askeri güç, beklenen tatmin edici sonucu vermemiştir. Osmanlı'nın çözüm için müracaat ettiği diğer bir yöntem demografiktir. Bu amaçla, Kafkas muhacirlerinin bölgenin kuzey taraflarına (en yaşanabilir yerlerdir) iskanları ile Bedevi ataklarına karşı set çekilmesi amaçlanır./ Resulayn ve Nusaybin kazaları Zor bölgesiyle, Osmanlılar için sadece iklimsel sınır değil aynı zamanda "medenileşme" sınırı olarak algılanır. 1890'larda, Osmanlı medeniyetinin sınırını daha güneye, Zor'a kadar indirmek için... geniş çaplı bir "ıslahat" kararı alırlar." "1870 sonrası askeri bir set oluşturmak amacıyla, stratejik yerlere yerleştirilen Çerkez kolonilerinin güvenlik sağlayıcı yararları yanı sıra, bölgenin zirai ıslahına da katkıları olur... 1891'de İrade-i Seniyye ile, bedevilerin saldırısından harabe haline gelmiş Resulayn ve Harbo'ya bağlı köylerde Kiki ve Halican göçebe aşiretlerinin iskanları ile "nimet-i medeniyetden müstefim ve müstefid eylemleri" hedeflenir." "Lütfi Efendi... bölge, Anadolu'dan gönderilecek muhacirlerin iskanına uygun değildir", "bölgenin eski mutasarrıf yardımcısının 21 Mart 1912 tarihli raporunda "arazinin" %80'inin henüz ıslah edilmediği belirtilir... askeri güçleri artırma yönteminin sonuç vermeyeceğini vurgulayarak... Lütfi Bey, İstanbul'un düşündüğü Zor'u muhacir iskanına açma düşüncesinin ciddi bir altyapı gerektirdiğini vurgulayan, olumsuz görüş belirtmiş olur./... rapordan iki yıl sonra... Talat Paşa, rapordan haberdar olduğunu, bölgenin yaşam koşulları taşımadığının bilincinde olduğunu açıkça ortaya koyan bir konuşma yapar." "1918'de dahi Zor bölgesi, "vahşi" karakterinden bir şey kaybetmemiştir." "Tarih 6 Temmuz 1914" "Talat Paşa", "Bu muhacirleri dedikleri gibi, oralara gönderip çöllere serpecek olsaydık oralarda cümlesi açlıktan öleceklerdi." "Sadece 10 ay sonra, 24 Nisan 1915 günü, Talat Paşa Ermenilerin söz konusu bölgeye yönelik ilk tehcir kararını verir. Osmanlı tarihinde bir ilktir, önceleri nadir de olsa tek tük siyasi sürgünün gönderildiği bölge şimdi bir halkın toplu gönderildiği bir bölge olur. Bir milyon civarında bir halk... çölümsü bölgeye sürülürler." "Hatta, Kafkasya'dan göçler sırasında dahi bu bölgede onların iskanı düşünülmüştü." (Dündar, s. 248-257)


"Tehcir kararına götüren süreç/ 1914 "Vilayet-i Şarkiyye ıslahatı"/ 20. yüzyıl başlarına kadar Büyük Britanya... Ermeni sorunu görüşmelerinde Osmanlı iktidarına destek olur... 8 Şubat 1914 tarihinde... "6 vilayet"i ve Trabzon'u kapsayan bölgenin iki yabancı "genel müfettiş" sorumluluğuna verilmesi kararlaştırılır." "Cemiyet, o güne kadar sıkı ilişkilerd bulunduğu Ermeni politik çevreleri ile ilişkilerini koparır." "1914 Ekimi'nde Meclis-i Vükela kararıyla Ermeni ıslahat reformu iptal edilir". "Erzurum... Ağustos 1914" "Taşnak... kongresine... Bahaeddin Şakir gönderilir... Osmanlı ve Rusya vatandaşı Taşnakçıların, Rusya Ermenilerini kışkırtmaları böylece Kafkasya'nın fethine yardımcı olmaları ve karşılığında da Ermenistan'a otonomi verileceği önerisinde bulunulur... güven kalmamıştır ve Taşnakçılar, Ermenilerin yaşadıkları ülkelere olan vazifelerini yerine getirmeleri çağrısında bulunur. Ermeni kaynaklara göre, Taşnak'ın olumsuz cevabı Bahaeddin Şakir'i kızdırmış ve şöyle bir cevap vermiştir: "Bu bir ihanettir. Böylesine kritik bir anda, Devleti savunmayı reddedip Rusları destekliyorsunuz."/ Osmanlı askeri istihbaratına göre ise, Ermeni mebusu Viremyan tarafından Erzurum valisine bir öneri yapılmıştır... Kafkas Ermenilerinin desteğini sağlama almak için Osmanlı... Ermenilere bir Ermenistan sözü vermelidir. Ancak istihbarat yetkilisine göre bu teklif bir taktiktir", "bir dizi görüşme yapıldığı ve... uzlaşma sağlanamadığı da kesindir." (Dündar, s. 258-262)


"Sarıkamış askeri operasyonu... sırasında Osmanlı ordusu... az miktarda Osmanlı Ermenisini karşısında bulmuştur... tüm Ermenileri rahatlıkla kendilerine karşı kışkırtacağı endişe ile... Sarıkamış operasyonunun beşinci günü... memur Ermenilerin görevlerine son verilmesi emri verilmiştir." "Tiflis'te çok farklı yerlerden gelen Ermenilerden gönüllü birlikler oluşturulmuştur... en önemlisi Antraniğ komutasındaki 1.200 kişilik birlikti." "Savaş, artık sadece iki ordu arasında değil, nüfusun hesaba katıldığı bir savaş halini alacaktır." "Zeytun... 1910'dan sonra... asker kaçaklarına sığınk olmuştur. 1915 Şubat sonunda, bölgedeki asker kaçaklarını hedef alan operasyon başlar./... asker kaçakları Zeytun'da bir askeri güç haline gelip Ermeni köylerini, aralarında İttihatçı çetelerin de bulunduğu "Türk ve Çerkez çeteler"ine karşı koruma misyonunu kendilerine biçmişlerdi./... Cemal Paşa'nın... harekatı bir dizi çatışmaya yol açar. Süveyş Kanalı operasyonunun mağlup komutanının, başka bir yenigiye tahammülü yoktur... Müslüman çeteler de operasyona katılırlar." "Bu çetelerden bir kısmı Talat Paşa tarafından ödüllendirilir." "Osmanlılar için artık söz konusu bir isyandır... Ardından dünyanın dört bir tarafındaki Ermeniler... gönüllü birlikler oluşturarak İtilaf Devletleri safında savaşa katılma teklifinde bulunurlar. Ama bu teklifler... reddedilir./ Bu arada... ilk sürgün kararı 8 Nisan 1915'te Cemal Paşa tarafından verilmiştir... "Zeytun ve Maraş'ta ikameti muzır olanların Konya'ya gönderilmesi zaruri" olduğu... vurgular./... Ermeni sivil halk, büyük bir korku ile makus kaderi beklemektense direnişçilerin saflarına katılır. Sürgünler arttıkça direnişlerin çapı genişler... nisan ortası, bölge kısmen boşaldıktan sonra Zeytun sorununu çözmek için bölgeye Müslüman muhacirler iskan amaçlı gönderilir. Cemal Paşa... "siyasi nedenlerle" bir iskan olacağını da belirtir." Böylece, on yıllardır hep gündemde olan ama... bir türlü hayata geçirilemeyen, Ermeni sorununun çözümü için... nüfus dokusuna müdahale projesi devreye sokulmuştur." (Dündar, s. 264-271)


"Bir İttihatçı korku: Ermeni-Kürt ittifakı" "Kürt milliyetçiliği... Ermeni milliyetçiliğine bir tepki olarak doğdu". "Rus işgalinin başladığı günlerde Enver, imparatorluğun geleceğini tehdit edenin "Rusya değil Kürtler" olduğunu ifade etmiştir." "Kürtler ile Ermeniler arasına nifak sokulması için Teşkilat-ı Mahsusa'nın işe koşulması talep edilir.../ Bu telgraftan sadece birkaç ay sonra, Ermenilere yönelik kitlesel katliamların başladığı günlerde, Kürtleri büyük bir korku sarar, İttihatçı projenin kendilerini de kapsayacağı düşüncesi hakim olur. 1915 Temmuzu'ndan itibaren... Kürtler arasında; "(Türklerin) Ermenileri mahv itdikten sonra Kürdleri de imha ideceğine dair" bir söylenti dolaşır. Kürtlerdeki bu can korkusu, karşı kampta politik korkuyu doğurur. İttihatçılar, Kürtlerin bu korkusundan korkar." "Tehcir için dört önemli tarih verilebilir: ilki 24 Nisan 1915 olup çöllere ilk sürme kararı; ikincisi 9 Mayıs tarihli, Van, Bitlis ve Erzurum'un kısmi olarak boşaltılması kararı; üçüncüsü 23 Mayıs 1915, kıyı ve Rus sınır bölgelerindeki 6 vilayetin boşaltılması kararı ve sonuncusu da 21 Haziran tarihli emir olup... "istisnasız tüm Ermenilerin" sürülmesi kararıdır." "İttihatçılar Anadolu içlerinde yeni Ermeni mıntıkaları yaratmaktansa, Ermenileri tasarladıkları vatanın sınırları dışına transfer etmeyi uygun bulurlar." "Çanakkale'deki kitlesel kayıpların... etkisi de büyüktür." "Haziran 1915'te, Rusların kovduğu Müslümanların bir kısmı Van ve Erzurum'daki Ermeni evlerine yerleştirilecektir." "Geri kalan Ermenilerin sayısı öğrenildikten sonra, Zeytun'un tamamen Ermenisizleştirilmesi, aynı gün emredilir. Ve hemen iki gün sonra, 11 Mayıs tarihinde, bir cami inşası ile yeni gönderilen muhacirlerin iskanı emredilir. Zeytun'un Türkleştirilmesi için bir tek engel kalmıştır: İsmi. Zeytun'un adı Haziran 1915'te "Süleymanlı" olarak değiştirilir. Ardından çevre yörelerin de Müslüman nüfus ile iskanına geçilir." "Van... Taşnakçılardan oluşan 4 kişilik bir grup Cevdet Bey ile görüşmeye gider, ancak bir daha geri dönmez... Ölüm haberi Ermeni mahallesine ulaşır ulaşmaz, Armen Garo... öncülüğünde barikatlar kurulur ve 19 Nisan 1915'te direniş başlar. Rus ordusu 19 Mayıs'ta gelene kadar direniş sürer. Bu tarih, Van'ın düştüğü ve aynı zamanda toplu katliamların başladığı tarihtir... bölge, "Cevdet Bey'in kasap taburları" diye nam salanların katliam haberlerini duymaya başlamıştır.../ Van'ın kaybı yeni bir tehcir kararı doğurur." (Dündar, s. 272-284)


"Meclis-i Vükela Kararı ve Tehcir Kanunu/ Müttefik devletlerin deklarasyonu sonrası... o güne kadar şifreli yazışmalarla, gizli talimatnamelerle yürütülen operasyona yasal bir boyut verme çabasına girer... Talat Paşa, tek başına sorumluluğu üstlenmekten kaçınmak için yasal mekanizmaları devreye sokar; 26 Mayıs 1915 günü Sadaret'e 270 no'lu tezkireyi sunar. Meclis-i Vükela tarafından... 31 Mayıs 1915'te kabul edilir." "Bu yasa Ermeni mallarına el konulması ve köylerinin İslamlaştırılmasını da meşrulaştırıyordu.../ Yasanın en kilit ifadesi "anasır-o ihtilaliyye"dir... sık sık karşımıza çıkan, net olmayan, çift anlamlı terimlerden biri... Yasada gerektiği durumda "anasır-ı ihtilaliyye"nin bölgeden sürüleceği söylenir; oysa... yaklaşık bir hafta evvel, 23 Mayıs 1915'te Talat Paşa bölgede "hiçbir Ermeni bırakmama" emri vermişti." (Dündar, s. 286, 287)


"1915 Sonbaharı'nda... Balkanlar'dan muhacir celbetmek mümkün olmadığı kesinleştiği vakit, İttihatçı hükümet Kürt göçebelere yönelir." "Bunlar da yeterli olmaz... boşluğun sağdan soldan küçük nüfus grupları ile kapatılamayacağı yakıcı olarak hissedildiği günlerde (1916 başlarında) Rusya'nın işgalinde olan bölgelerden... Müslümanlar kaçarak Osmanlı'ya sığınırlar... Nikitin'e göre, bu kaçışı İttihatçılar teşvik etmiştir." (Dündar, s. 292, 293)


"Kirkor Zohrab ve Vartkes Efendi gibi... bir grup insan haziran başında tutuklanır ve... öldürülür." (Dündar, s. 297)


"Gerçek politikayı gizlemek için, mutlaka bir miktar Ermeni'nin Hıristiyan olarak kalması gerekmektedir." (Dündar, s. 303)


"Bir devlet politikası olarak Ermeni kadınların zorunlu evlendirilmeleri: Tezvic/... İAMM, "genç kız ve dul kadınların Müslüman erkeklerle evlendirilmeleri"ni "uygun" bulduğunu beyan eder." (Dündar, s. 304)


"Kısa bir süre... sonra, yeniden Ermeni sevkiyatına başlanır. 4 Ağustos 1915 tarihli emirle, Maraş, Adana, Sis ve diğer illerin hiçbir Ermeni barındırmayacak biçimde boşaltılması emredilir./ 21 Ağustos 1915'te en önemli talimatnamelerden biri yayımlanır. Talat Paşa'nın 21 Haziran'daki emrinden sonraki en önemli emirdir bu. Tüm vilayetlere... Türkleştirme çağrısı yapar." (Dündar, s. 310)


"Tehcirin sona erdirilmesi/ Sevkiyatın durdurulduğu ilk tarih 29 Ağustos 1915 olup, durdurma kararı ABD'nin protestosundan sonra alınmıştır... Talat Paşa Amerika'ya cevap vermekten geri kalmaz. Ancak bu cevap, şaşırtıcı olduğu kadar Talat'ın resmi ve şifreli telgraflarındaki diskuru arasındaki uçurumu da göstermesi açısından ilginçtir de. Diplomatik üslupla mümkün mertebe olayı saklamaktadır... cevapta "Ermenilerin merkezi hükümet tarafından uzaklaştırılmaları söz konusu değildir" der./ Bir yandan Amerika'ya gayriciddi cevaplar verilirken... sevkiyatın durdurulmasının ertesi günü bir başka önemli şifreli telgraf tüm vilayetlere gönderilir... gayenin Ermenilerin "imhası olmadığı"... belirtilerek, sevkiyat sırasında Ermenilere yönelik saldırıları gerçekleştirenler... hakkında kanuni takibat yapılması emredilir./ Ancak çok geçmeden, Ermenilerin sevklerine kalındığı yerden devam edilir." (Dündar, s. 311)


"1916 Baharı'nda, Halep valisi bölgesindeki "fazla" Ermenileri Zor'a sevk ederek kurtulmaya çalışırken, aynı günlerde Zor mutasarrıfı da kendi bölgesindeki "fazla" Ermenileri bir başka bölgeye sürerek kurtulmaya çalışıyordu. İstanbul... Zor ve Resulayn'daki Ermenilerin Musul'a gönderilmesini emrediyordu... çelişkili ve ilginç bir emir gönderilerek, Halep'teki Ermenilerin Zor'a sevk edilmesi emredilir." "Sırf Resulayn'da 1916'nın ortalarında, -katliamı yapan bir kişinin aktardığına göre- Kafkasyalılar tarafından 35.000 Ermeni katledilir... Güvenilir kaynaklardan elde edilen bilgilere göre, Zor bölgesinde 1916 Temmuzu'nda 120.000 Ermeni katledildi". (Dündar, s. 318)


"1916 Haziran ayında... Musul iskan bölgesi olmaktan çıkarılır.../ Askeri nedeni yaratan ise Britanya ordusunun Bağdat'a doğru ilerleyişidir... 1 Haziran 1916'da Zor ve Halep'ten Musul'a gönderilmek üzere yola çıkarılmış "fazla" Ermenilerin gerisin geri gönderilmeleri emredilir." (Dündar, s. 320)


"Halep... Ağustos 1915 ayında merkez seçilir." "Şükrü Bey ile Cemal Paşa arasındaki sorun... merkez (yani Talat Paşa) ile taşranın (yani Cemal Paşa) arasındaki en ciddi krizdir. Çünkü bölgenin... yerel ve daha acil sorunları vardı... asıl tehlike... Araplardır... Ermeniler ciddi bir demografik sorun teşkil etmezler. Cemal Paşa'nın politikası... "Anadolu'daki zararlı Ermeni külliyetlerinden, Suriye'de zararsız Ermeni cüz'iyetleri" oluşturmak politikasıdır./... Halep, İstanbul'u Arap topraklarına bağlayan geçit... Arap... bir vilayettir." "İttihatçıların klasik reçetesi olan her türlü sorunu nüfusun etnik kompozisyonuna müdahale ile çözme politikası, bu bölgede de sahneye konur... Ermeniler... Araplara karşı, Cemal Paşa için yararlı bir nüfus demektir... İşte bu yüzden, Cemal Paşa... bölgesinin bir kısmını Ermenilere ayrılmasını İstanbul'a kabul ettirme uğraşısına girer. Ama Şükrü Bey, genel çıkarlar açısından Halep'in sadece doğu ve güney kesimlerinin tahsis edilmesinde ısrarlıdır... sorunu çözmek amacıyla... bir toplantı Kasım 1915'te yapılır. Ermenilerin il ve ilçe merkezlerinde %2 oranında iskan edilebileceği kararlaştırılır... geriye kalan nüfus, diğer bölgelerde olduğu gibi köylere veya çadır kamplara dağıtılacaktır.../ Bu uzlaşıya rağmen yeni sorunlar çıkar." (Dündar, s. 324-327)


"İttihat... Cemiyeti'nin isim babası... Ahmed Rıza Bey, Ermeni tehcirine en sert eleştiride bulunan kişidir... 29 Eylül 1915'te... sorar." (Dündar, s. 328)


"Savaş propagandasından resmi ideolojinin inşasına/ Ermenilere yönelik politikanın gizli saklı yürütülmesine rağmen Osmanlı... İtilaf devletleri tarafından "insanlık suçu" işlemekle suçlanır.../ Bunun üzerine Osmanlı Hariciyesi, dahiliye nezaretini uyararak, vakit geçirmeden gereken acil tedbirlerin alınmasını... vurgular... Hükümetin Ermenilerin can ve mal güvenliğini sağlamada ne kadar hassas olduğunu ve ihmali olan memurların hükümet tarafından nasıl cezalandırıldığını... göstermelidir. Bu noktalar, sonraki sürecin ve hatta günümüz resmi söyleminin ana argümanları olacaktır." (Dündar, s. 330, 331)


"Sayısal boyut ve "Talat Paşa'nın defteri"/... Bu defterin en önemli özelliği, İttihatçılar tarafından Ermeni nüfusunun, 1.251.785 değil, 1,5 milyon olarak kabul edilmiş olduğunu gözler önüne sermesidir.../ Defter... en önemli kaynaktır." "1918 sonlarında, Kafkaslardaki "400.000 Osmanlı Ermeni" mültecisi arasında 300 bin kişi sadece ot ile beslenmekte ve günde 1.000 ölüm"e rastlanmaktadır". "Toplamda 836.000 Ermeni'nin, yani 1914'teki 1,5 milyon nüfustan %55'inin sağ kaldığı söylenebilir." "1916 Bahar aylarında Talat Paşa... tehcir edilen Ermenilerin 800.000 ve kayıpların da 300.000 olduğunu belirtmiştir." (Dündar, s. 335-339)


"Ermenilerin isyan ettiği... sonradan yaratılmıştır." (Dündar, s. 340) 


"Nasturiler/ Neredeyse tamamı Hakkari'de... yaşayan Nasturiler... savaşın çıkması ile... önem kazanırlar. İttihatçı savaş stratejisi, bu sınır bölgesini üs olarak seçip Rusya topraklarındaki Müslümanları kışkırtacak eylemlerde bulunmak üzerine kuruludur... Bu amaçla Kürt aşiret alayları yanı sıra... çeteler oluşturulur.../ Aslında, Rus ordusu da aynı askeri zihniyete sahiptir." "Nasturilerin ecnebi tahriklerine hep "vasıta ve alet" olmaları ve... ilerde de böylesi girişimlerde bulunmaları ihtimaline karşı... "ihraç ve tardları" emrolunur." "13 Nisan 1915'te" "operasyon başlar. Ancak, Nasturiler yüksek rakımlı yerlerde yaşamaktadırlar. Osmanlı ordusu... zorlanır. Bir kısmı kaçar bir kısmı da Musul'a sevk edilir." "Süryaniler/... sadece bir bölgede yoğunlaşmamış olup, %70'i Diyarbekir vilayetinde, nüfusun %6'sını oluşturacak büyüklükte idi... daha çok Ermeni karşıtı operasyondan etkilenirler... merkezin özel emri olmamasına rağmen sürülürler... Çünkü Ermeni karşıtı hareket tam bir Hıristiyan karşıtı hareket haline dönüşmüş". (Dündar, s. 350-353)


"Yahudiler: "Sadık unsurun" tehciri" "1881 yılında... bir milyonu aşkın Yahudi... sığınacak yer aramak için Rusya'yı terk etmek zorunda kalmışlardır. Osmanlı için bu göçü özel kılan, yüzyıllık baş düşmanı Rusya'dan gerçekleşmiş olmasıdır. Bu iki imparatorluk arasında tam bir demografik savaşın yaşandığı yüzyıl olmuştur... En önemli nüfus hareketlerinden biri '93 Harbi'nden sonra gerçekleşen Kafkas halklarının göçüdür. Düşman ülkeden gelen böylesi bir göç... Osmanlı iktidarı bakımından yararlı idi... Osmanlı iktidarına sadık olan Kafkasyalılar, 'sadık olmayan' nüfus arasına dağıtılacaktı... 1881 Sonbaharı'ndaki Yahudi göç talebi de ilk başta böyle bir yararı olabilir ümidiyle ele alındı... Filistin dışına yerleşmeleri şartıyla kabul edildi. Nasıl ki Kafkasyalılar... nüfus yoğunlaşmasına yol açmayacak... dağıtılmayı kabul ettilerse, Yahudiler de bu şartla gelmeliydiler." (Dündar, s. 354-356)


"Makedonya'da Osmanlı hükümranlığı Yahudilerin çıkarınadır. Bu sosyal ve ekonomik denklem, Yahudilerin kaderini Türkler ile, Cemiyet özelinde ortak çizmelerine yol açmıştır." "1919'da İzmir'i işgal eden Yunanlılara ilk kurşunu atan Hasan Tahsin (Osman Nevres) Sabetay kökenlidir." (Dündar, s. 365)


"Balkanlar'dan Yahudi muhaceratı/ Balkanlar'da Rus ilerleyişi, sadece Müslümanları değil Yahudileri de muhacir kılıyordu... Kafkasya'dan bile Yahudilerin göç ettiği olur.../ Bu eğilim, Bulgar ve Yunan milliyetçiliklerinin Müslüman ve Yahudilere saldırılarından dolayı sürekli artar." "Balkan ülkeleri... Balkan yarımadasında yaşayan farklı ırktan halklara karşı da savaşmaktadır." "En önemli nokta, Balkanlar'ın kaybından sonra... Anadolu'ya... göç eden kitle... içinde Yahudilere çok cüzi bir oranda rastlanmasıdır... Türklerle ortak kaderi paylaştığına inanılan Yahudiler geride bırakılmış oluyordu... Balkan Yahudilerinin bir çoğu Avrupa ülkelerini ve Amerika'yı sığınak olarak görürken çok azı Trakya ve Anadolu'ya sığınmıştır... bu İttihatçıların Anadolu'yu İslamlaştırma ve Türkleştirme projelerinin bir sonucuydu. Balkanlar'da Hıristiyan çoğunluğa karşı işe yarar bir nüfus olarak görülen Yahudi nüfus, Anadolu'da ve özellikle Filistin'de istenmeyen bir nüfus olacaktı." "Yahudilere yönelik kovma ve sevk politikası/... Abdülhamid... Yahudilere yönelik kitlesel kovmaya başvurmazken, İttihatçılar... buna başvuracaklardır.../ Cemal Paşa... 4. Ordu kumandanı olarak Kasım 1914'te atanır." "17 Aralık 1914... birkaç gün geçmeden Filistin'deki yüzlerce yabancı tebaası Yahudi'nin polis zoruyla evlerden toplanıp gemilere bindirilip kovulması operasyonu başlatılır." "Talat Paşa'nın resmi beyanatı ile şifreli yazışmalarındaki üslup arasında hep bir uçurum olduğunu Rum, Ermeni bölümlerinde göstermiştik. Nitekim aşağıda da Talat'ın şifreli telgraflarda, Siyonizmi ezmeyi ve Yahudi kolonilerini muhacirlere vermeyi... düşündüğü görülecektir." (Dündar, s. 369-374) 


"Türk nüfusunun değil Suriye ve Filistin, Halep'ten ötesine dahi gönderilemeyecek kadar az olduğu anlaşılacaktı. Yani Anadolu'ya öncelik verilmeliydi. Bu nedenle Suriye ve Filistin'i Türkleştirmek fikri ağustos başında tamamen ortadan kalkar. 3 Ağustos 1916 tarihli şifre ile, Talat Paşa Halep'ten ötesinin, Kürt ve Türklerin iskanında öncelikli bir bölge olmadığını ilan eder./ Anadolu ve Trakya sahillerinden Yahudi sürgünü/... sayıca çok az olmalarına... rağmen... sevkiyata tabi tutulurlar." (Dündar, s. 386)


"Yafa'nın boşaltılması ve Kudüs'te benzer girişim/ 1917... Talat'a göre, Siyonizm devletin çıkarlarına karşı bir hareket olup, bu yüzen "Siyonizmin imha ve izalesi" gereklidir ama önemli olan bunun metotlarıdır." "Cemal Paşa'nın Almanya'ya resmi ziyaretinin nedeni Filistin'deki Yahudilere yönelik politikadır... Almanya'da iken görüştüğü Siyonist liderlere, Yahudilere iyi davranılacağı sözünü verir... Almanya'daki görüşmelerden pek etkilenmiş gözükmez. 1917 Ekim'inde... Siyonist takibatı yeniden başlatılır... tüm Filistin'e yayılır. Yüzlerce kişi, cemaat ileri geleni tutuklanır ve kötü muameleye maruz bırakılır." (Dündar, s. 388, 392)


"Sonuç/ 1492" "Osmanlı... Yahudilere kucak açmıştır. Bu ne... Yahudi sevgisinden kaynaklanmaktadır, ne de soyut bir misafirperverliğin sonucudur. Politik konjonktüre bağlı bir gelişmedir.../ 19. yüzyıl sonu; tüm dünyada antisemit... ırkçı... teorilerin revaçta olduğu bir dönem olur. Bu ortamda... dünya Yahudileri arasında... ortak bir vatan ihtiyacı doğar... Özellikle dönemin en büyük Yahudi nüfusuna sahip Rusya'da, kitlesel göçlere yol açan Yahudi pogromları bu ortak vatan fikrinin ne kadar hayati olduğunu gösterir./ Rusya gibi ezeli bir düşmandan gerçekleşen bu göçün, aslında Osmanlı İmparatorluğu'nca olumlu karşılanması gerekirdi. Ancak 1492'nin tersine bu kez... Yahudiler istenmeyen muhacirler sınıfına sokulmuştur./ Başlarda, Osmanlı Yahudi göçüne sıcak bakmaktadır... Çerkezlerin üç kıtada dağıtılarak imparatorluğun ömrünün uzatılması gibi, Yahudi nüfusundan da ekonomik, politik ve milli çıkar elde edilebileceğine Abdülhamid ikna olmuş görünür. Ancak, ilk Siyonist kongre sonrası... Yahudi göçünü yasaklar." "Yahudilerin sadakatinden her fırsatta bahseden Talat Paşa, şifreli telgraflarda... Sİyonist iddia edilenlerin çiftliklerine Türk muhacir yerleştirmeyi düşündüğünü ortaya koymuştur." (Dündar, s. 396-399)


"Kürtler: Asimile edilebilir bir halk" "İttihatçı Türkçülük politikasının olmazsa olmaz ayaklarından biri, Gökalp tarafından önerilen... Kürtlerin asimilasyonu politikasıdır... bu politikanın izleri Abdülhamid'e kadar sürülebilir." "Abdülhamid'in nüfus politikasının diğer bir bileşeni de göçebe Müslümanların... iskanı idi. Bu politika en çok Kürtleri etkiliyordu.../ Kürt göçebelerin iskanının, diğer amacı... "Kürtleri yoğurup kendimize maletmemiz gerekiyor" politikasına dayanıyordu." "İttihatçı Türkleştirme politikasının hedefinde... Çerkez gibi diğer Müslümanların da olduğunu bir önceki çalışmamda detaylıca analiz etmiştim." "Hamidiye Alayları" "1890 sonlarında, 63 alay halinde 865 aşiret subayın idaresinde 32.000 kişilik bir güce sahip idi." "Gökalp, Milli İbrahim Paşa'ya karşı, dayısının yanında yer alarak iki kez telgraf eylemi gerçekleştirir. Ve 1908 Devrimi sonrası ilk işi Diyarbekir'de Cemiyet'in şubesini açmak ve İbrahim Paşa'nın hegemonyasını yıkmak için gönüllü toplamak olur." "Hastalık diye adlandırdığı, aşiretlerin bölgedeki hakimiyetidir. Bunu kırmak için bir dizi "toplumsal çözüm" önerir." (Dündar, s. 399-402)


"3. Etap: Uygulama, Kürt nüfusunun %5 oranında dağıtılması/... Rusya'nın savaşa girmesiyle... Rusya ve İran'dan... Müslüman mülteci akınına sahne olur... Kürtler hedef alınır... 1916'dan itibaren büyük çaplı iskan faaliyeti devreye girer./ 1916'da Rusya... birçok Osmanlı vilayetini fetheder. Bu işgal büyük bir göç dalgası yaratır. İttihatçılar Kürtlerin... Türk bölgelerine serpiştirilmelerini planlamaktadır." "İAMM, AMMU olarak 14 Mart 1916'da yeniden organize edilir... "aşiretler şubesi" oluşturulur... 1917'de bu şubeye bağlı kurulacak bir ilim encümen heyeti ile asimilasyon politikasının merkezi durumuna gelir./ Nisan 1916'da... bildirilmesini ister./ Mayıs ayında, Talat Paşa Kürt nüfusuna ilişkin belirlenen İttihatçı politikayı vali ve mutasarrıflara bildirir... İkinci tamim öncelikle Türkleştirilmesi gereken bölgeler olarak Musul, Urfa, Maraş ve Ayıntab bölgelerine gönderilir. Üçüncüsü de... Kürtlerin serpiştirilmesi gereken bölgelere gönderilir./... Kürtlerin ve Türklerin ayrı iskana tabi tutulacakları için ayrıştırılması emredilir." "Ne Türk ne de Kürt olanlar ise, Amasya, Tokat livalarıyla Malatya'ya serpiştirilmelidir." "İkinci bölge ise, Türk mültecilerin iskanına ayrılmış, Türkleştirilmesi öncelikli olan Urfa, Maraş ve Ayıntab'dır... Kürt mülteciler varsa... dağıtılması ve aile reislerinin de gözetim altında tutulabilmesi için kasaba merkezlerinde iskanları emredilir. Amaç, "lisan ve adetlerini terk" etmelerini sağlayarak "yararlı bir unsur" haline getirmektir." "1917'den sonra Rus ordusu işgal bölgelerini boşalttığında bile... Kürtlerin geri dönüşleri... yasaklanır.../ Tüm bu operasyonlar şifreli telgraflarla gizli bir şekilde yürütülürken, resmi düzeyde, Kürtlerin ve Türklerin ayrı bir iskan politikasına tabi tutulduğundan hiç bahsedilmez... aksine gerçek dışı bilgiler verilir." "Ekim 1916'da 659.100 olarak hesaplanan toplam mülteci sayısı... Mart 1918'de 1,5 milyon olarak zikredilir. Savaş sonrası AMMU... yardım edilen mülteci sayısını ise 902.865 olarak açıklar... insan kayıpları konusunda bir rakam verilmez." "1917 yılı sonunda, İttihatçılar Kürtlere ilişkin yayım faaliyetlerine başlar... Resmi amaç, aşiretlerin ilmi ve esaslı yöntemlerle iskan ve medenileşmesidir... Batılı yazar ve eserlerden çeviri iddiası... bilimsel kılıf geçirmek ve gerçekdışı iddialarına bir meşruiyet kazandırmak amacı taşır." "Gökalp Malta'da hapse atılır. O sırada... Sevr KOnferansı'nın gündem maddelerinden biri Ermenistan ve Büyük Yunanistan projesidir... Bu ortamda İttihtçı hükümet gibi, ardılı hükümet de Kürt mültecilerin geri dönüşlerine karşı çıksa da, nüfus kompozisyonunu Ermenilerle dengelemek için Kürtlerin geri dönüşüne göz yumulur." "Gökalp... Rıza Nur tarafından , Kürtler üzerine araştırma yapmakla görevlendirilir", "Maksadım orası Makedonya'ya dönüşmeden meseleyi kökünden halletmek." "1919'da, Ermeni nüfusu 1914'teki nüfusa göre %58 azalmıştır." "Gökalp, sadece üç ayda istenen raporu hazırlar." "Ona göre... Türklerle Kürtler birbirlerine kolayca karışırlar.../ Arapları asimile edilebilir olarak görmediğinden... araştırma yapmaz... Kürtlerin çıkarının Türkiye Cumhuriyeti'ne katılmak olduğunu belirtir... tercih, bir medeniyet tercihi olacaktır. Çünkü Türk-Kürt ve Arap sınırı bir "medeniyet" sınırı olacaktır." "Gökalpsiz bir İttihat ve Tderakki, sadece Selanik Cemiyeti olarak kalacak ve... böylece Türkiye Cumhuriyeti'ne götüren Türk milliyetçilik modeli ortaya çıkmayacaktı./ Gökalp'in ölümünden... 4 ay sonra Şeyh Said isyanı patlak verir (3 Mart 1925). 1905-1907 yıllarında Milli aşireti reisi İbrahim Paşa'ya direniş örgütleyen Gökalp'in savunduğu surların önüne 7 Nisan'da isyancı güçler dayanır. Kürt sorununun doğuşudur bu tarih." (Dündar, s. 409-422)


"Sonuç: Türk Milliyetçiliğinin Şifresi" "İttihatçılar Türkleştirme operasyonu sırasında "tahribatın ve cinayatın istatistiği"ni de yapmışlardı... politikasının iki temel karakteristiği... istatistik ve gizlilik.../ 1913 Bab-ı Ali Darbesi'nden itibaren... nüfus sayımları/hesaplamaları, etno-istatistikler vazgeçilmez araçlardı.../ Bu süreçte en önemli adım Milli Mücadele'nin başladığı an diye nitelediğim 20 Temmuz 1915... tarihli şifreli telgraf ile verilen emirdir. Bu emir ile nüfusun etnik istatistikleri... yapılmış ve... en belirleyici istatistik operasyonuna başlanmıştır. Müslümanların Kürt, Türk, Çerkez vb. etnik kimliklerine göre ayrıldığı bu istatistikler sayesinde... yeni bir nüfus kompozisyonu yaratmak için sevk ve iskan operasyonuna girişilmiştir... veriler bize, Osmanlı nüfus sicillerinin Müslümanları... etnik kökenlerine göre tasnif ettiğini ispatlamıştır. İttihatçılara kalan... kullanmak olmuştur." "Anadolu'da kalmasına izin verilen Ermenilerin hiçbir mahalde nüfusun %5'ini geçmemesi... iskan mahalline varabilen şanslı Ermenilerin yerli nüfusun %10'unu geçmemesi için... bu oranı aşan Ermenileri başka bir vilayete yeniden sevk ediyorlardı." "Batı'nın zoruyla başlatılan reformlar, gayrimüslimlerin eşit vatandaş olarak devlete katılımının bir gereği olarak Osmanlı nüfus sayımlarını başlatan nedenlerden biri olmuştu." "İttihatçılar için... çoğunluk olmak... yeterli bir meşruiyet aracıydı." "Babası da istatistikçi olan Gökalp için istatistik toplumsal hastalıklarla mücedele etmenin en büyük aracıdır", "yeni hayat bilimsel metotlarla inşa edilmelidir." "İttihatçılar için bilim/bilimsellik, politik söylemlerinin vazgeçilmez vurgularından biriydi... kendi milliyetçi, ideolojik görüşlerine "objektif" kılıfı geçirmek için de sıklıkla kullanılmıştır... İttihatçıların elinde bilim/bilimsellik; mobilize edici, inandırıcı ve meşrulaştırıcı faydalarıyla oldukça politize edilmişti." "Topluma, matematik formülasyonu uygulamak ve bundan da matematik kesinliğinde bir sonuç beklemek, İttihatçılara hakim olan bir zihniyetti./... kendi başına nüfus, bir "savaş aracı" gibi görülerek ordu ile birlikte... sevk edildiği de olmuştur... sivil nüfusun sevkiyatı bir askeri işlev kazanmıştır." "İttihatçı operasyonun bi diğer karakteri... dönemin mebus ve ayanlarının bir kısmının İttihatçı operasyondan... habersiz olmalarıdır... Talat Paşa imzalı şifreli telgraflar ile... Türkleştirme operasyonu gerçekleştirilmiştir." "Osmanlı... döşenen ilk telgraflar... Kırım Savaşı sırasında, askeri nedenlerle gerçekleştirilmiş idi." "Telgraflar, İttihatçı Türkleştirme operasyonun diğer bir karakterini de belirlemiştir: Sürat. Telgraf... sağladığı olağanüstü hız sayesindedir ki, İttihatçıların operasyonu başarılı olmuştıur... Yani, iktidar sürattir./... bu teknolojinin pozitivist İttihatçılar elinde nası tehlikeli bir hale geldiğini hatırlamak gerekir." "Talat ve Enver'in evlerine özel telgraf aygıtları yerleştirdikleri ve şahsi olarak kullandıklarına dair tanıklıklar vardır." "Telgrafların sağladığı sürat dışında, İttihatçı operasyonun zaman boyutunun ikinci bir bileşeni daha vardı: Savaş. Bu İttihatçı ve genelde de Türk milliyetçiliğinin üçüncü karakterini -gizli ve istatistiki- askeri karakterini de belirlemiştir... savaşlar olmasaydı bu operasyonlar... gerçekleşemezdi... barış zamanında dış güçlerin engelleyecekleri demografik operasyonların savaşın yarattığı fırsattan istifade ile gerçekleşebileceğinin de farkındaydılar." "İttihatçılar için savaş, politikalarının olmazsa olmazıydı. Rusya ve müttefiklerinin Osmanlı'nın birliğini garanti etmesine rağmen, İttihatçılar bu fırsatı kaçırmak istememişlerdir. Aslında "Avrupa savaşı", Abdülhamid tarafından da imparatorluğun yıkılışını engeller umuduyla uzun zamandır beklenmekteydi... "Harbi Umumi İttihatçıların imdadına yetişmişti." Talat Paşa'nın... açıkladığı gibi büyük devletlerin müdahalesini engelleyecek bu savaş sayesinde "iç düşmanlardan" kurtulacaklardı." "Milli duyguların yükseltilmesi, gelecekteki askeri zaferler için bir gereklilik idi." "Asimilasyon dışında, askeri kaygı da öne çıkmaktadır... vatanı savunma... köyde de yerine getirilmesi gereken bir vazife haline gelmişti.../ Sarıkamış ve Süveyş Kanalı yenilgileri bu açıdan önemli iki dönemeçtir. Sarıkamış ile Turan hayallerinin yıkıldığı ve Rusya'nın ezici üstünlüğü anlaşılmış ve Süveyş Kanalı operasyonu sonrası imparatorluğun korunabileceği hayalleri son bulmuştu. Bu durum, savaşı kazanmanın yolunun cephelerden değil, nüfusun etnik kompozisyonunun değişmesinden geçeceğini göstermiş ve adı konulmamış gizli "milli mücadele" başlamıştır./... askeri ve etnik amaç iç içe geçmiş.../ İttihatçı Türk milliyetçiliğinin anahtar kelimesi olan "fayda" bu noktada anlam kazanmaktadır. Gayri Türk Osmanlı unsurlarını "nafi bir unsur haline getirmek" ifadesi, asıl sahibinin Türkler olduğu bir devlet projesinin dile dökülmüş halidir. Tasarlanan devlette her unsurun faydası ve bunun derecesi farklı olacaktır... kurtulunması gereken Rum nüfusu... Yunanistan'a karşı bir koz olarak kullanılarak faydalı hale getirilmiştir... Filistin'deki işe yaramaz yaşlılarını -Cemal Paşa'nın deyişiyle- "boşu boşuna memleketimizde beslememek" gerekecektir." (Dündar, s. 423-442)

*

18.6.2025

***