15 Aralık 2017 Cuma

TANRI'NIN TARİHİ

İSLAM, HRİSTİYANLIK VE YAHUDİLİĞİN 4000 YILLIK TARİHİ

Karen Armstrong, İngilizceden çevirenler: Oktay Özel, Hamide Koyukan, Kudret Emiroğlu, 2. Baskı: Mayıs 2017, Pegasus Yayıncılık, İstanbul


Emek ürünü bir çalışma.
İlginç-cazip bir konu.
Bol bilgi.
Çokça yorum.
Yorumların bir kısmını doğru bulmasam da, kitap, bence, bilgilendirici-öğretici ve ufuk açıcı!
Yararlandım.
*
Kitapta verilen konuyla ilgili "Ek Okuma İçin Öneriler", s. 573-586, başlıklı uzun listede ülkemizden yayın olmaması da, en azından, ilginç!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Bu kitap Tanrı'nın... kendi gerçekliğinin tarihi olmayacak, İbrahim'den günümüze kadar insanların onu nasıl algıladığının tarihi olacak... Her kuşak kendisi için geçerli olan Tanrı imgesini yaratmak zorunda kalmıştır. Ateizm için de aynısı geçerlidir.../... din fazlasıyla pragmatiktir. Belirli bir Tanrı düşüncesinin mantık veya bilim açısından anlamlı olmasından çok, işlerlik taşımasının daha önemli olduğunu göreceğiz. Etkinliğini yitirir yitirmez değiştirilecektir... Tarih boyunca insanlar ruhun bu geçici dünyayı aşan boyutunu hissettiler... bu aşkınlık deneyimi yaşamın gerçeği olmuştur.../... tanrısallık hakkında Yahudi, Hristiyan ve İslam düşüncesinin çarpıcı derecede benzerlik taşıdığını göreceğiz.../.../... İsrail peygamberleri Tanrı'yı... fiziki bir acıyla hissetmişlerdir... Batılıların Tanrı deneyimi özellikle travmatik görünüyor: Bu kalıtımsal gerilimin nedeni neydi?" 21-23
-"Tanrı'dan söz ederken ortaya çıkan eril tınının özellikle İngilizcede sorun oluşturduğunu belirtmek gerekir. İbranice, Arapça ve Fransızcada ise, dilbilgisindeki cinsiyet ekleri ilahiyat söylemine bir tür cinsel kontrpuan ve diyalektik kazandırıyor ve İngilizcede bulunmayan bir denge sağlıyor. Örneğin Arapçada Allah dilbilgisi bakımından erildir, fakat Tanrı'nın ulaşılamaz tanrısal özüyle ilgili sözcük ez-zat ise dişildir" 24
-"Tanrı'nın... özellikle Batı Avrupa'da gittikçe artan sayıdaki insanın yaşamından... çıktığı görülüyor... o... insanoğlunun yarattığı gelmiş geçmiş en büyük düşünsel tasarımlardan birisidir... anlamak için... yaklaşık 4000 yıl önceye, söz konusu Tanrı tasarımının ortaya çıktığı o eski Orta Doğu dünyasına geri dönmemiz gerekiyor.../.../... tarımsal üretimin gelişmekte olduğu Paleolitik dönemde Ana Tanrıça kültü... bereketin aslında kutsal olduğu düşüncesini yansıtmaktaydı... oldukça sönük bir şahsiyet olarak kalan Gök Tanrı'dan kesinlikle daha güçlüydü. Eski Sümerlerde İnanna, Babil'de İştar, Filistin'de (Kenan ili) Anat, Mısır'da İsis ve Yunanistan'da Afrodit olarak anıldı.../... yeryüzündeki her şeyin tanrıların dünyasındaki bir şeyin örneği olduğuna inanılmıştır.../... Dicle-Fırat vadisi... Sümerler adıyla bilinen halk tarafından İ.Ö. 4000'ler gibi eski bir tarihte iskan edilmiştir... Çok zaman geçmeden bölge Sümerlerin dil ve kültürünü alan Sami Akadlarca istila edildi. Akabinde, İ.Ö. 2000'lerde bu Sümer-Akad uygarlığını Amuriler ele geçirdi ve Babil'i kendilerine başkent yaptılar. Nihayet... Asurlular İ.Ö. sekizinci yüzyılda Babil'i fethettiler. Bu Babil geleneği, ileride İsrailoğullarının Vadedilmiş Toprakları haline gelecek olan Filistin'in (Kenan ili) mitoloji ve dinini de etkiledi... Babilliler, kültürel başarılarını, kendi yaşam tarzını mitolojik atalarına aktarmış olan tanrılarına atfettiler. Böylece Babil, her biri bir göksel tanrısal sarayın kopyası olan tapınaklarıyla cennetin bizzat kendisi olarak kabul edildi... Yeni Yıl Festivali'nde kutlanarak tekrarlandı.../.... Festival'in dördüncü günü... din adamları ve koro, Kutsalların Kutsalı'nda, tanrıların kaosa karşı zaferini simgeleyen epik şiir Enuma Eliş'i okumak üzere yerlerini alırlardı. Öykü... bilinçli simgesel bir girişimdi... Enuma Eliş'e kısaca bir göz atmak, yüzyıllar sonra bizim Yaratıcı Tanrı'mızı doğuran tinselliğe yönelik birincil nitelikte ve önemde veriler sağlamaktadır.../... Enuma Eliş, başlangıçta, tanrıların, kendisi de kutsal olan şekilsiz balçıktan çifter çifter oluştuklarını söyler. Babil efsanesinde... yoktan varoluş düşüncesine rastlanmaz... Babilliler bu kutsal ilk maddenin, herhalde... Mezepotamya'nın bataklık topraklarına benzediğini düşündüler.../ Ardından, bu çorak topraktan üç tanrı peyda oldu: Apsu (Nehirlerin tatlı suyu), onun karısı Tiamat (tuzlu su) ve kaosun rahmi Mummu... henüz yetkinleşmemiş birer modeldiler. "Apsu" ve "Tiamat" adları "gayya kuyusu", "boşluk" ya da "derin uçurum" olarak çevrilebilirler.../... Bu tanrılardan birbirini takiben diğer tanrılar zuhur etti... Önce... kumlu toprak (balçık) anlamına gelen... Lahmu ve Laham, ardından... ufuklarını simgeleyen Anşer ve Kişar geldiler. Bunları Anu (gökler) ve Ea (yeryüzü) takip etti ve süreç tamamlanmış oldu. Böylece, tanrısal evren birbirinden farklı ve ayrı gökyüzü, nehirler ve yeryüzünden oluşmaktaydı... Daha genç olan tanrılar anne-babalarına karşı ayaklandılar... Ea'nın harikulade bir oğlu vardı: Marduk, Güneş Tanrısı, tanrısal evrenin en kusursuz varlığı... Marduk kendisinin hükümdar olması koşuluyla Tiamat'a karşı savaşma sözü verdi... Tiamat'ı güçlükle öldürebildi.../ Sonunda Marduk... yeni bir dünya yaratmaya karar verdi: Tiamat'ın vücudunu gökyüzünü ve insanların dünyasını oluşturmak üzere ikiye ayırdı... yasalar koydu. Düzen sağlanmalıydı... Sonunda tanrılar yeni dünyanın merkezinde, Babil'de toplandılar... bir tapınak inşa ettiler... Marduk'un onuruna yapılmış yeryüzü tapınağı, sonsuz gökyüzünün sembolü büyük Ziggurat ortaya çıktı... Marduk tapınağın zirvesindeki tahta oturdu... Mitos, Babillilerin anladığı biçimiyle uygarlığın özünü, gerçek anlamını dile getirmektedir... bu antik çağın hemen bütün dinsel sistemlerinde önemli yer tutan bir inançtı.../ En sonunda... Marduk insanı yarattı. Tiamat'ın Apsu'yu bertaraf ettikten sonra yarattığı kendi sersem kocası Kingu'yu ele geçirip öldürdü ve onun kutsal kanıyla toprağı karıştırarak ilk insana şekil verdi. Tanrılar şaşkınlık ve hayranlık içinde seyrettiler... bu öykü bir başka önemli noktaya dikkat çekmektedir, ilk insan bir tanrıdan yaratılmıştır... Pagan görüş bütüncü bir nitelik taşıyordu... Tanrısallık temelde insanlıktan farklı değildi... tek fark, tanrıların daha güçlü ve ölümsüz olmalarıydı./... İ.Ö. altıncı yüzyılda Pindaros'un Olimpiyat oyunlarında sunduğu epik şiirde bu düşüncenin Yunan versiyonunu görüyoruz/.../ Marduk ve Tiamat efsanesinin Kitab-ı Mukaddes'te zaman zaman oldukça övücü sözlerle anılan fırtına ve bereket tanrısı Baal-Habad hakkında benzer bir öyküye sahip Filistin halkı üzerinde etkili olduğu anlaşılıyor. İ.Ö. on dördüncü yüzyıla ait tabletlerde Baal'ın deniz ve nehirlerin tanrısı Yam-Nahar'la olan savaşının hikayesi anlatılır. Baal ve Yam'ın her ikisi de Filistinlilerin Yüce Tanrısı El ile aynı zamanda yaşamışlardı. El'in topladığı Meclis'te Yam, Baal'ın kendisine gönderilmesini ister. Baal, iki sihirli silahın yardımıyla Yam'ı yener; tam öldürmek üzereyken El'in karısı ve tanrıların anası Aşera devreye girer ve bir tutsağı öldürmenin onursuzluk olduğunu söyler... Baal utanır... Yam'ı öldürmekten vazgeçer. Mitosun bir diğer versiyonunda Baal, İbranicede Leviathan adıyla geçen yedi başlı ejderha Lotan'ı öldürür... dinin çok eski aşamasında yaratıcılık tanrısal bir eylem olarak görülür.../ Buna rağmen Baal'ın başına tam tersi gelir: Ölür ve ölüm ile kısırlık tanrısı Mot'un dünyasına inmek zorunda kalır. Yüce Tanrı El, oğlunun akıbetini öğrendiğinde tacını tahtını bırakır, yasa bürünür, yüzünü gözünü parçalar ama oğlunu geri getiremez... Bir tanrının ölümü, tanrıçanın arayışı ve sonunda tanrısal dünyaya yeniden dönüş birçok kültürde sıkça gözlenen temalardır; bu Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların tapındığı oldukça farklı bir Tek Tanrı dininde de görülecektir. Söz konusu din, Kitab-ı Mukaddes'te, İ.Ö. yirmi ve on dokuzuncu yüzyıllarda bir zamanda Ur kentini terk ederek Filistin'e yerleşen İbrahim'e atfedilir. İbrahim hakkında hiçbir çağdaş belge mevcut değildir, ancak bilim adamları onun, İ.Ö. üçüncü binin sonlarında halkını Mezopotamya'dan Akdeniz'e doğru yönelten gezgin kabile şeflerinden biri olabileceği üzerinde durmaktadırlar... bu göçmen kabileler İbranice'nin de bir parçası olduğu Batı Semitik dillerini konuşuyorlardı... Kültürel konumları çöl halklarına göre daha yüksekti... Tekvin'de İbrahim'in Sodom Kralı'nın hizmetinde paralı asker olarak çalıştığı... sık sık çatışmaya girdiği anlatılır. Sonunda İbrahim, karısı Sarah öldüğünde Filistin'de... bir parça toprak satın alır./... Tekvin'de... İsrail'de yerleşmeleri sürecinde üç ana döneme işaret etmektedir. İlki... İ.Ö. 1850'lerde gerçekleşmiştir. İkinci bir göç dalgası... İbrahim'in torunu Yakub'la ilişkilidir; Yakup... Nablus'a yerleşti. Kitab-ı Mukaddes, sonradan İsrail'in on iki kabilesinin atalarını oluşturacak olan Yakub'un oğullarının Filistin'deki şiddetli bir kıtlık esnasında Mısır'a göçtüklerini söyler. İbrani yerleşmesinin üçüncü dalgası ise İ.Ö. 1200 sıralarında, İbrahim'in torunları olduğunu söyleyen bir kısım kabilenin Mısır'dan gelip Filistin'e yerleşmeleriyle gerçekleşti. Bunlar, kendilerini Mısırlıların esir aldığını ama liderleri Musa'nın tanrısı olan Yehova tarafından kurtarıldıklarını anlatmaktaydılar... Kitab-ı Mukaddes, bizim eski İsrailoğulları olarak bildiğimiz insanların, esas olarak Musa'nın Tanrısı olan Yehova'ya sadakatin birleştirdiği değişik etnik gruptan insanlardan oluşan bir konfederasyondan başka bir şey olmadığını açıkça dile getirir... daha eski dönemlerin sözlü kaynaklarına dayanmasına rağmen, Kitab-ı Mukaddes'te anlatılanlar yüzyıllar sonra yazıya geçirilmiştir... bazı Alman bilim adamları Kitab-ı Mukaddes'in ilk beş bölümünün -Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye- dört farklı kaynağı olduğunu gösteren eleştirel bir yöntem geliştirdiler. Bunlar sonradan, İ.Ö. beşinci yüzyılda, Pentateuch olarak bilinen nihai metin içinde harmanlandılar... Yaratılış ve Tufan gibi bazı anahtar olayların neden birbirinden oldukça farklı iki versiyonu olduğu ve Kitab-ı Mukaddes'te neden bazen çelişkili ifadelere rastlandı konularında bugüne kadar hiç kimse daha doyurucu bir açıklama getirmemiştir. Tekvin ve Çıkış'a kaynaklık ettiği söylenen en eski iki yazar, söz konusu metinleri... büyük ihtimalle sekizinci yüzyılda kaleme almışlardı. Bu yazarlardan... Tanrı'yı "Yehova" olarak zikredeni "J"... "Elohim"i kullanmayı tercih edeni ise "E" olarak adlandırılır. İsrailoğulları sekizinci yüzyıla gelinceye kadar Filistin'i iki ayrı krallığa bölmüşlerdi. J güneydeki Yahuda Krallığı'nda yazarken, E kuzeydeki İsrail Krallığı'ndan gelmekteydi... Pentateuch'un diğer iki kaynağını -İsrail'in eski tarihini anlatan Tesniye yazan (Deuteronomist) (D) ve Priestly (P) versiyonları- ikinci bölümde ele alacağız./... J, Tanrı'nın tarihine, Enuma Eliş'le kıyaslandığında... gelişgüzel anlatılmış olan dünyanın yaratılışıyla başlar:/... Tanrı Yehova toprağın (adamah) çamurundan insanı (adam) şekillendirdi.../ Bu tamamen yeni bir başlangıçtı... J, daha çok bildik tarihsel zamanla ilgilenmekteydi. İ.Ö. altıncı yüzyıla gelinceye kadar İsrail'de yaratılışa yönelik gerçek bir ilgiye tanık olunmamış, bu dönemde bizim P olarak adlandırdığımız yazar bugün Tekvin'in ilk bölümünü oluşturan muhteşem öyküyü kaleme almıştır... J'nin insan ile tanrısal olan arasında yaptığı belirgin bir ayrımı vurgulamasıdır. İnsan (adam), tanrısıyla aynı kutsal maddeden oluşma yerine... yeryüzüne (adamah) aittir./ J... çabucak... İsrail halkının tarihinin başlangıcına gelir. Bu ise, beklenmedik bir şekilde, insan Abram'ın -ki sonradan Abraham (Çokluğun Babası), yani İbrahim olarak adlandırılacaktır- Yehova tarafından, ailesini Harran'da bırakarak Akdeniz kıyısındaki Filistin'e göçmesinin emredilmesi öyküsüyle On İkinci Bölüm'de başlar. Burada bize, bir pagan olan babası Terah'ın çok daha önceden ailesiyle birlikte Ur'dan ayrılarak Batı'ya göçtüğü anlatılır. Yine Yehova İbrahim'e kendisini özel bir kaderin beklediğini söyler... J'nin anlattığı... bu Tanrı'nın gelecekteki tarihinin de bazı ipuçlarını sunmaktadır... Marduk, Baal ve Anat'ın kendilerine tapan insanların sıradan, dünyasal yaşamlarına karışmaları beklenmezdi... Oysa ki İsrailoğullarının tanrısı kendi gücünü gerçek dünyanın güncel olaylarında etkili kılmaktaydı... Kendisiyle ilgili ilk vahiy bir emri içermektedir: İbrahim halkını terk edecek ve Filistin'e göçecek./ Sahi, kimdir Yehova?... Kitab-ı Mukaddes... bu soruya çelişkili yanıtlar vermektedir. J, Adem'in torunundan itibaren insanların Yehova'ya taptıklarını söylerken, altıncı yüzyılda P, yanan bir çalılık şeklinde Musa'ya göründüğü ana kadar İsrailoğullarının Yehova adını hiç duymadıklarını öne sürer. P Yehova'yaa... kendisinin... İbrahim'in tanrısıyla aynı tanrı olduğunu söyletmektedir: Musa'ya, İbrahim'in kendisini "El Şadday" olarak çağırdığını ve kutsal Yehova ismini bilmediğini söyler... J, tanrısını baştan sona "Yehova" olarak adlandırır. Onun yazdığı dönemde Yehova İsrail'in tanrısıydı ve önemli olan da buydu. İsrail dini pragmatik bir dindi... spekülatif ayrıntılarla pek fazla ilgilenmiyordu... ne İbrahim'in ne de Musa'nın, tanrılarına, bugün bizlerin inandığı gibi inandıklarını sanmamalıyız... İsrail'in üç büyük atasının -İbrahim, oğlu İshak ve torunu Yakub- yalnızca tek bir tanrıya inanan tektanrıcılar olduğunu düşünürüz. Bunun hiç de böyle olmadığı görülüyor... bu ilk dönem İbranilerini... paganlar olarak adlandırmak belki daha doğru olur. Onlar, kesinlikle, Marduk, Baal ve Anat gibi tanrılara inanmış olmalılar. Hepsinin aynı tanrıya inandığını söylemek zordur. İhtimaldir ki İbrahim'in tanrısı, İshak'ın "korkusu" ya da "akrabası" ile Yakub'un "muktedir"i üç ayrı tanrıydılar./... İbrahim'in tanrısının, Filistin'in Yüce Tanrısı El olma ihtimali yüksektir. Tanrı, İbrahim'e kendisin El Şadday (Dağların El'i) olarak tanıtmıştır ki bu, El'in geleneksel lakaplarından birisidir. Bir başka yerde ise El Elyan (En Yüce Tanrı) ya da Beth-El'in El'i olarak çağrılır. Filistin Yüce Tanrısı'nın adı İsra-El ya da İsma-El gibi İbrani isimlerinde de karşımıza çıkmaktadır... İbrahim'in El'i oldukça yumuşak, ılımlı bir tanrıdır... mitolojik zamanlarda bazı ayrıcalıklı bireyler tanrılarıyla yüz yüze gelebiliyorlardı. İlyada bu tür tecellilerle doludur... bütüncül pagan anlayışı dile getirir... Dünya... tanrılarla doluydu... sıradan insanların... tanrılarla karşılaşması pekala mümkündü/... İsrailoğulları kendi altın çağlarına baktıklarında, kendi tanrılarınınkine benzer bir yaşam sürmüş olan İbrahim, İshak ve Yakub'u görmüşlerdir. Herhangi bir şeyh veya kabile şefi gibi, El onlara tavsiyelerde bulunur" 26-42
-"İbrahim... sonunda bir çocuk sahibi olduklarında, ona, "kahkaha" anlamına gelen İshak adını koydular... Tanrı onlardan bu tek oğullarını kendisine kurban etmeleri gibi korkunç bir istekte buılunduğunda.../ Tanrılara insan kurban etmek pagan dünyasında yaygın bir uygulamaydı... İshak örneği farklıydı... İbrahim tanrısına güvenmeye karar verdi... Tanrı merhamete geldi... sınama olduğunu söyledi.../... Tanrı'yı despotik ve kaprisli sadist bir varlık olarak tasvir eder... Mısır'dan... göçleri de... rahatsız edicidir. Firavun, İsrail halkının gitmesini istememektedir... Tanrı denizi... geçmeleri sağlar... Firavun da boğulur gider./ Bu son derece zalim, tarafgir ve katil bir tanrıdır... Çıkış öyküsünün Mısır... başarılı bir köylü ayaklanmasının mitosa dönüşmesinden ibaret olduğu ileri sürülmektedir.../... Yehova'nın Çıkış'ın acımasız ve zalim tanrısı olarak kalmadığını göreceğiz... İsrailoğulları onu... bir yücelik ve merhamet simgesine dönüştürmüştür... İ.Ö. yedinci yüzyılda Tesniye yazarının (D)... seçim teolojisini vurgulamak için söz konusu eski mitosu kullandığını göreceğiz... Tesniye'nin Yirmi Altıncı Bab'ında Çıkış öyküsünün, J ve E tarafından anlatılan versiyonlarının kaleme alınmasından önceye ait olması muhtemel eski bir yoruma rastlıyoruz... hasadın ilk ürünlerinin Yehova'nın din adamlarına sunulması emredilir.../... bizi Mısır'dan çıkardı ve buraya (Filistin'e) getirdi. Süt ve Bal fışkıran bu toprakları bize verdi.../... devrimci bir tanrıdır.../ İsrailoğullarının Yehova'yı "atalarımızın tanrısı" diye çağırmalarına rağmen, onun, atalarının taptığı Filistin'in Yüce Tanrısı El'den oldukça farklı bir tanrı olma ihtimali söz konusudur... Pagan antik çağda tanrılar sık sık birbirine karıştırılır ve birleştirilir ya da bir bölgenin tanrıları bir başka halkın tanrısıyla özdeş kabul edilirdi... Çıkış'ta yaşanan olaylar Yehova'yı İsrailin egemen tanrısı konumuna getirmiştir ve Musa İsrailoğullarını, onun, İbrahim, İshak ve Yakub'un inandıkları tanrı El'le bir ve aynı olduğuna ikna etmeyi başarmıştır./.../... O, kendisi ne isterse tamı tamına o olacak ve... hiçbir garanti vermeyecektir... Çıkış mitosu bunun kesin kanıtıdır.../... Eski Gök Tanrılar insanın gündelik kaygılarından oldukça uzak tutulmuşlardı; Baal, Marduk ve Ana Tanrıçalar gibi daha genç tanrılar insana daha yakın durmuşlar ama Yehova, insan ile tanrısal dünya arasındaki uçurumu bir kez daha derinleştirmiştir.../.../ Musa tek başına yukarıya çıktı, burada Kanun tabletleri kendisine verildi... buraya Kanun yukarıdan indiriliyordu.../ Çıkış'ın İ.Ö. beşinci yüzyılda düzenlenmiş son metninde Tanrı'nın Sina Dağı'nda Musa ile 1200 civarında gerçekleştiği düşünülen bir anlaşma yaptığı söylenir... İsrailoğulları Sina Tanrısı Yehova'nın biricik tanrı olmadığına inanıyorlar ama bu anlaşmayla diğer bütün tanrıları görmezden gelerek yalnızca ona tapacaklarına söz veriyorlardı. Pentateuch'un bütününde tektanrıcı bir ifade bulmak neredeyse imkansızdır. Hatta Sina Dağı'nda indirilen On Emir bile biztihi diğer tanrıların varlığını kabul etmektedir: "Gözümün önünde başka hiçbir tanrı olmayacak." Tek bir Tanrı'ya tapınma hemen hemen daha önce örneği olmayan bir adımdı: Mısır firavunu Akenaton, Mısır'ın diğer geleneksel tanrılarını bir kenara iterek Güneş Tanrısı'na tapmaya kalkışmışsa da halefleri onun bu politikasını hemen terk etmişlerdi" 46-54
-"Elbette ki yalnızca ona tapacaklar, diğer tanrıları reddedeceklerdi. Yeşu onları uyardı: Yehova çok kıskanç bir tanrıydı.../... Kitab-ı Mukaddes İsraillilerin sözleşmeye sadık kalmadıklarını söylemektedir... Baal, Anat ve Aşera'ya eski tarzda tapmayı sürdürmüşlerdir" 56
-"Süleyman'ın... farklı tanrılara tapan birçok karısı vardı.../... 869'da kuzeydeki İsrail Krallığı'nın tahtına kral Ahab geçti... karısı İzebel... sıkı bir pagandı... Ahab... Saltanatının sonlarına doğru, ülkesi büyük bir kuraklıkla karşı karşıya kaldığında, İlya (Eli-Yah, "Yehova benim Tanrımdır") adlı bir din adamı... ülkeyi dolaşmaya başlayıp Yehova'ya gösterilen sadakatsizliğe lanetler yağdırdı. Kral Ahab ve halkını, Yehova ile Baal arasında yapılacak olan yarışma için Karmel Dağı'nda topladı" 57
-"İlya Yehova'yı çağırdı... gökyüzünden bir ateş indi... Kalabalık yüzükoyun yere kapandı: "Yehova Tanrıdır!" diye haykırdılar... İlya... "Baal'ın peygamberlerini tutun!" diye bağırdı. Tek bir tanesi bile yaşatılmayacaktı... hepsini katletti... paganizm... kendini dayatmazdı, çünkü pateonda her zaman diğer tanrılara da yer vardı. Bu olay, Yehovacılığın başlangıçta şiddetli bir baskı ve diğer inançların reddi üzerine kurulduğunu gösteriyor" 58
-"İ.Ö. 800-200 dönemi Eksen Çağı (Axial Age) olarak isimlendirilmiştir... Tüccar sınıfının doğmasına yol açan yeni bir refah söz konusuydu. İktidar... pazar yerine kaymaktaydı... bireysel bilincin gelişmesine de yol açtı... eşitsizlik ve sömürü daha da belirginleşti. Her bölge... kendi farklı ideolojisini geliştirdi... Konfüçyüscülük... Hinduizm ve Budizm, Avrupa'da felsefi akılcılık... İran ve İsrail'de sırasıyla Zerdüşt ve İbrani peygamberler tektanrıcılığın değişik versiyonlarını geliştirdiler... "Tanrı" düşüncesi de saldırgan bir kapitalist ruhun başat olduğu pazar ekonomisi içinde gelişti./... Platon ve Aristoteles'in akılcılığı da önemlidir.../ İ.Ö. yedinci yüzyılda bugünkü İran'da yaşayan Ariler İndus vadisini istila etmişler... Burada... doğa güçlerini temsil eden bir tanrılar kümesi görürüz" 59, 60
-"İ.Ö. 538 sıralarında Siddharta... şahane evini, güzel karısı ve oğlunu terk etti ve dilenci keşişliğe başladı... Altı yıl... nirvanaya, acının sonuna ulaşmak için yeni bir umut doğmuştu. Gautama, Buda yani Aydınlanmış Kişi oldu.../.../ Buda... anlattı: Bütün varoluş dukkha'dan ibaretti. Bu tamamen ıstırabı içermekteydi; yaşam bütünüyle çarpıktı... bütün canlı varlıkların merhametli bir yaşam sürmekle dukkha'dan kurtulmasının mümkün olduğunu öğretmiştir... icat ettiği iddiasında değildir... onu keşfettiğini söylemiştir.../... Nirvana'nın sözcük anlamı "sükunete erme" ya da "sönmek"tir.../.../... Nirvana'yı tanımlayamayız, çünkü sözcüklerimiz ve kavramlarımız değişken duyular dünyasıyla sınırlıdır. Yaşantı tek güvenilir "kanıt"tır.../.../... Buda dilin kavramlar ve aklın ötesindeki bir gerçeği ifade edecek derecede donanımlı olmadığını göstermeye çalışıyordu... Önemli olan tek şey iyi yaşamdı" 65-69
-"Yunanlılar mantık ve akla tutku derecesinde ilgi duymaktaydılar.../ Platon... Bu dünyanın şeyleri sadece tanrısal alemin ezeli formlarını yansıtır.../.../ Platon evrenin esas olarak rasyonel olduğuna inanıyordu... Aristoteles... bütün bilimin temeli olan mantıksal akıl yürütmenin önemini anlayan ilk kişiydi ve bu yöntemle evrenin anlaşılmasının mümkün olduğuna inanmaktaydı... Platon'un üstün formlar görüşüne sert bir şekilde karşı çıkmış.../.../ Aristoteles'in Tanrı tasarımı sonraki tektanrıcılarda... derin izler bıraktı... hiyerarşinin tepesinde, Aristoteles'in Tanrı olarak tanımladığı, ilk Hareket Ettirici vardı.../... Bilgelik (sophia) insani erdemlerin en yükseğiydi.../... Aristoteles'in tanrısının dinsel bir boyutu neredeyse yoktur. Dünyayı o yaratmamıştır... yaşamımıza hiçbir şekilde müdahale etmemektedir... Eksen Çağı'nın insanları olarak... her ikisi de birey vicdanı, iyi yaşam ve toplumsal adalet sorunları üzerinde durmuşlardır... düşünceleri seçkinciydi.../... İsrail peygamberleri... kendi geleneklerini geliştirmekteydiler; bu süreç sonunda Yehova tek Tanrı haline gelmiştir" 70-76
-"İ.Ö. 742'de Yahudi kraliyet ailesinin bir mensubu Kral Süleyman'ın Kudüs'te yaptırdığı Tapınak'ta Yehova'yı gördü. İsrail halkı için sıkıntılı yıllardı.../.../... Eksen Çağı'nın bu yeni Yehova'sı hala "orduların tanrısıydı"... ama artık yalnızca savaş tanrısı değildi. Dahası o artık tutku derecesinde İsrail yanlısı basit bir kabile tanrısı da değildi" 77, 79
-"İsrail'in Tanrısı... bizzat somut olayların içinde görünerek, kendini pagan tanrılardan ayırmaktaydı... 722 ve 701 yıllarında, ülkelerine yönelik başarılı Asur saldırıları.../ Musa'nın Tanrısı muzaffer olmak isteyen bir tanrıyken, İşaya'nın Tanrısı hüzünle doluydu... Artık onların festivallerine... dayanamıyordu... Yehova kurban değil merhamet istemekteydi/.../ Peygamberler Eksen Çağı'nda ortaya çıkan bütün büyük dinlerin ayırıcı özelliği haline gelecek olan merhametli olmanın, kendilerinin en önemli görevleri olduğunu keşfetmişlerdi... şimdi İsraillilerin kendileri zalim olarak suçlanıyordu.../ Yalnızlık bir peygamber için kaçınılmaz bir şeydi.../.../... Yehova... kükremekteydi. İsrailliler de en az goyim, İsrailli olmayanlar kadar kötüydü... buna göz yumamazdı" 82-85
-"Kraliyet ailesinin bir mensubu olan İşaya, Yehova'yı bir kral olarak görmekteydi... Yahudiler, eski dünyada, pagan komşularının hayran kaldığı müreffeh bir sistem kuran ilk halk olmuştur" 89
-"... tektanrıcılığın bir özelliği olarak ortaya çıkan hoşgörüsüzlüğü bugün öylesine kanıksamış bulunuyoruz ki diğer tanrılara karşı düşmanlığın yeni bir dinsel tavır olduğunu göremeyebiliriz. Paganizm temelde hoşgörülü bir inançtı... Yahudi metinlerinde yeni "putperestlik" günahı, "sahte" tanrılara tapma, insanda kusma hissi uyandıracak derecede olumsuz bir şey olarak geçer.../... Çoğu İsrailli gizlice de olsa pagan tanrıların varlığına inanıyordu... Yehova... erkek bir tanrı olarak kalmıştır. Bu bir bakıma, onun bir kabilenin savaş tanrısı olarak ortaya çıkışıyla bağlantılıdır... onun tanrıçalara karşı sürdürdüğü savaş... dişil varlıkların statüsünde bir düşmenin yaşandığı Eksen Çağı'nın pek olumlu olmayan bir özelliğini yansıtmaktadır. Öyle görünüyor ki daha ilkel toplumlarda kadınların bazen erkeklerden daha saygın konumları vardır... kentlerin doğuşu, daha haşin, fiziki güce dayalı erkeksi özelliklerin dişil özellikler karşısında daha fazla yüceltilmesini ifade etmiştir... kadınların konumu eski Yunan'da özellikle düşüktür... Yehova'nın... diğer tanrı ve tanrıçalarını... ortadan kaldırıp tek tanrı konumuna gelmesinden sonra, onun dini neredeyse tamamen erkeklerce sürdürülmüştür. Tanrıçalar kültü bir kenara bırakılmış.../... Yehova'nınki zor kazanılmış bir zaferdi" 91, 92
-""Putperest" bir dinsellik İ.Ö. 622 sıralarında Yahuda Kralı Yoşiya döneminde açıkça tehlikeli bir hale gelmiştir... Yoşiya Tapınak'ta... tamirata girişti. İşçilerin her şeyi altüst ettiği bir sırada, Baş Kahin Hilkiya'nın... bir kitap bulduğu söylenir.../ Hilkiya'nın bulduğu "Kanun Kitabı"nın bizim bugün Tesniye olarak bildiğimiz metnin temelini oluşturduğu hemen hemen kesindir. Bu kitabın reformcu kesim tarafından tam zamanında "bulunmuş" olması... bazıları, bunu Hilkiya ve Şafan'ın... bizzat kendilerinin gizlice kaleme almış olduklarını dahi ileri sürmüşlerdir... söz konusu Kanun Kitabı kesin olarak yedinci yüzyıl bakış açısını yansıtan yepyeni bir ihtilafı dile getirmektedir. Son hutbede, Musa'nın anlaşmaya ve İsrail'in özel olarak seçilişine merkezi bir konum verdiğini görmekteyiz... Yehova... Buna karşılık, kendisine tam sadakat ve diğer bütün tanrıların şiddetle reddedilmesini istiyordu... daha sonra Yahudi inancının temeli haline gelecek olan şu ifadeyi içermektedir:/... Ey İsrail! Yehova bizim Elohimimizdir, Yehova tektir (ehad).../ Tanrı'nın seçimi İsrail'i goyim'den böyle ayırmıştı... Vadedilmiş Topraklar'a vardığında Musa'ya bunları söyletiyordu: "Yerli halkla hiçbir anlaşma yapmayacaklar, onlara en ufak bir merhamet göstermeyecekler"di. Asla kız alıp verme, toplumsal karışma olmayacaktı. En önemlisi, Filistin dininin köküne kibrit suyu dökeceklerdi: Musa İsraillilere, "Onların sunaklarını yerle bir edin..." diye emrediyor, "siz ki Yehova'yı kendinize Elohim seçtiniz, O, sizi dünyanın bütün diğer kavimlerinden ayırıp kendi kavmi seçti," diyordu./... "Yehova ehad"," Tek olan Tanrı'yı değil, kendisine tapılmasına izin verilen tek tanrıyı ifade etmekteydi. Diğer tanrılar hala bir tehdit oluşturmaktaydı.../.../ Yedinci yüzyılın sonlarında... bu sözleri işittikleri sırada, yeni bir siyasi tehdit kapıya dayanmak üzereydi... İ.Ö. 606'da Babil Kralı Nebupolassar Asurluları yenmiş ve kendi imparatorluğunu kurmaya başlamıştı./ Tesniye... bu aşırı tehlikeli ortamda büyük bir etki yarattı... Yoşiya hemen şiddetli bir reforma girişti... paganizm... mekanlar yıkıldı. Ve rahiplerin... yalnızca Yehova'ya kurban sunmalarına izin verildi.../.../ Reformcular İsrail tarihini yeniden yazdılar... eklediler. Yehova... İsraillilere, Filistin'in yerli halkının kendi ülkelerinde yaşatılmamaları gerektiği anlatılmaktaydı... Yeşu'ya uygulattırılmıştır:/... İsrail topraklarında tek bir Anak kalmadı./... bugün, söz konusu kan gölüne dinsel bir gerekçe ileri sürülmektedir... Tanrı'nın... insanmış gibi davranmasına yol açmaktadır. Böylesi bir Tanrı... daha cazip ve popüler olabilmektedir./... haçlılar... kutsal savaşı, kendilerinin, Yahudilerin çoktandır kaybettiği tanrısal misyonu devralmış yeni Seçilmiş Halk oldukları iddiasıyla meşrulaştırmışlardır. Calvinci seçim teolojisi, Amerikalıların kendilerini Tanrı'nın gerçek ulusu olduklarına inanmaya teşvik eden önemli bir etken olmuştur.../... Kudüs'ün İ.Ö. 587'de Nebukadnezar tarafından yıkılıp Yahudilerin Babil'den sürülmelerini önceleyen yıllarda İsraillilerin hepsi Tesniye'nin bu hakim düşüncesini benimsemiyordu.../.../... İsrail pagan bir dünyayla çevrili, Yehovacılığın egemen olduğu küçük bir adacıktı ve Yehova'yı reddeden srailli sayısı hiç de az değildi... Musa2ya... İsraillilere, Tanrı'nın... her kuşakta bir peygamber yollayacağını söyletir./ Yehova kültü içinde henüz... her yerde hazır ve nazır, içsel bir tanrısal ilke yoktu... Siyasi durum kötüye gitmekteydi. Babilliler Yahuda'yı istila etmişler, kralla birlikte bir grup İsrailli sürgüne gönderilmişti.../... Hinduizm ve Budizm birbiriyle yakından ilgilidir ve her ikisi de reforma uğramış bir paganizm olarak değerlendirilebilir./... Kudüs düşmüştü. Koşullar kötüleştikçe, Yeremya Yehova'ya insani duygular atfetme adetini sürdürdü... Tanrı, ne zaman yeryüzünde bir şey yapmak istese insana ihtiyaç duymaktaydı.../... Kudüs 587'de Babillilerin eline geçtiğinde, Yehova'dan biraz daha iç açıcı kehanetler gelmeye başladı: Artık dersini almış olan halkını kurtarma ve yurtlarına geri getirme sözü vermekteydi... kimileri yaşanan felaket için Yehova'yı suçladı.../ Sürgüne gönderilenler, 722'de kuzeyin on kabilesinin başına geldiği gibi bir asimilasyona zorlanmadılar, iki topluluk halinde yaşadılar: Biri bizzat Babil'de, diğeri ise... Tel Aviv (Baahar Tepesi)'ndeydi. 597'de sürülen ilk grup içinde Hezeikel isimli bir rahip vardı... Yehova kendisine göründü... bu yüzyıllar sonra... Yahudi mistikleri için oldukça büyük bir önem kazandı... dört güçlü kuvvetli hayvan tarafından çekilen büyük bir araba görür... hayvanlar... Her biri... dört başlıydı. Her bir tekerlek birbirinden ayrı yöne dönüyordu... "Yehova'nın ihtişamını (kavod) andıran bir şey" vardı. Heziekel anında yere kapaklandı... Heziekel'i "Ademoğlu" diye çağırmaktaydı... kelamını iletecekti... Bir tomarı sımsıkı kavramış bir el iniltiyle peygambere uzanmaktaydı... tomarı yiyip yutmasını emretti... Tomar bal gibi lezzetliydi" 94-104
-"İkinci İşaya... Yehova'nın tek Tanrı olduğunu ilan etti. Yeniden yazdığı İsrail tarihinde Çıkış mitosu, Marduk'un ilk denizi simgeleyen Taimat karşısındaki zaferini anımsatan bir görüntü içinde sunulmuştur/.../ İlk İşaya tarihi tanrısal bir uyarı olarak sunmuştu... İkinci İşaya ise Teselli Kitabı'nda, tarihi bir umut kaynağı olarak görmüştür. Yehova geçmişte İsrail'i nasıl kurtarmışsa, aynı şeyi tekrar yapabilirdi... O, gerçekten dikkate alınacak tek Tanrı'ydı.../.../ İkinci İşaya... bu dünyayı var eden büyük mitolojik eylemi, Marduk ve Baal değil, Yehova'nın gerçekleştirdiğini düşünmekteydi.../.../... Sürgünde, paganizm cazibesini yitirmiş ve Yahudilik dini doğmuştu... insanların imkansız koşullarda bir umut bulmalarını sağlayan bir vasıtaya dönüşmüştür" 106-108
-"Pers Kralı Keyhüsrev İ.Ö. 539 yılında Babil'i fethettiği zaman, sanki peygamberlerden bir öç alınmıştı. Kyros yeni tebasına Pers tanrılarını dayatmamış ama muzaffer bir şekilde Babil'e girdiğinde Marduk'un Tapınağı'nda ibadet etmiştir. Dünyanın artık büyük uluslararası imparatorluklar idaresinde yaşamaya alıştığı bir zamanda... belki de eski sürgün yöntemlerini dayatma gereği duymamıştı... O tam bir hoşgörünün... simgesiydi... Kitab-ı Mukaddes Babil ve Tel Aviv'i 42.360 kişinin terk edip anavatanlarına döndüğünü ve burada geride kalmış şaşkın kardeşlerine kendi Yahudilik anlayışlarını dayattıklarını söylemektedir./ Bunun, sürgünden sonra kaleme alınıp sonradan Tesniye'ye de giren P metinlerine nasıl yansıdığını görebiliriz. Burada, E ve J'de anlatılan olaylar farklı bir şekilde yorumlanmış ve iki yeni kitap, Sayılar ve Levililer, eklenmiştir. Beklenileceği gibi P, daha bir yüceltilmiş ve sofistike bir Yehova sunmaktaydı.../.../ P'nin Tesniye'ye en büyük katkısı, şüphesiz ki Enuma Eliş'e dayanan Tekvin'in ilk bölümündeki yaratılış öyküsüdür... Her şeyin var olmasından yalnızca Yehova sorumluydu... Didaktik tonlama ve tekrarlar, P'nin yaratılış öyküsünün de Enuma Eliş gibi... ayinler için tasarlandığını gösteriyor./... Tapınak inşa etmek... tanrının taklit edilmesi eylemiydi... Mabet inşasının her bir aşamasında Musa "bütün inşaatı gözden geçirmiş".... ibadet... simgesel anlamda tanrısal bir yaşam sürme çabasıydı. Eski paganizmde insanın her eylemi tanrıların eylemlerinin birer taklidiyken, Yehova kültü tanrısal ve beşeri dünya arasında büyük bir uçurum ortaya koymaktaydı... On Emir... Sürgün sırasında... daha da geliştirilerek... 613 emiri... içeren karmaşık bir hukuki düzenleme haline getirilmiştir.../... Sürgünden sonra, peygamberlik döneminin sona erdiği yolunda keskin bir görüş birliği oluşmuştu. Bundan sonra Tanrı'yla artık hiçbir şekilde doğrudan ilişki kurulmayacaktı.../ Babil'de... kahramanlarından birisi Eyüp idi... Tanrı Eyüb'ü sınamıştı... tahammülünü kaybetmemişti. Sonunda Tanrı onu... ödüllendirmişti. Eyüb'ün öyküsünün yeni versiyonunda yazar... Eyüb'ü, Tanrı'ya karşı isyan ettirir. Eyüp... entelektüel bir tartışmaya girişir. Böylece, Yahudi dininin tarihinde ilk defa, dinsel imgelem, daha soyut nitelikte bir kurguya dönüşmüştü... Entelektüel kurgu... Tanrı'nın vahyini gerektirmelidir./ Yahudiler henüz felsefe yapmaya başlamamışlardı. Bu ancak, dördüncü yüzyılda Yunan akılcılığının etkisi altına girmeleriyle söz konusu olacaktır. İ.Ö. 332'de Makedonyalı İskender... Filistin ve civarında Yahudiler Helen kültürüyle sarılmışlardı... İsrailliler Yunan isimleri aldılar... Yunan ordusunda paralı asker oldular.../... Yahudilerin çoğu bundan uzak durdu... bir gerilim doğdu. Kadim dünyada din kişisel bir sorun değildi. Tanrılar bir kent için oldukça önemliydi... Bu tanrıların varlığına inanmayan Yahudiler "ateist" ve toplum düşmanı olarak görülmekteydiler. İ.Ö. ikinci yüzyıla gelinceye kadar düşmanlık giderek arttı... Kudüs'ü Helenleştirmeye ve Tapınak'a Zeus kültünü sokmaya çalıştıkları zaman bir isyan çıkmıştır... İ.Ö. üçüncü yüzyılda kaleme alınan Süleyman'ın Meselleri... bilgeliğin Tanrı'nın dünyayı yarattığı zaman geliştirdiği ana plan, dolayısıyla kendisinin ilk yaratıcısı olduğunu ileri sürmüştür... bu fikir ilk Hıristiyanlar için oldukça önem kazanacaktır.../.../... İ.Ö. 50 civarında İskenderiye'de... Yahudi olan Süleyman... Helen kültürünün cazibesine karşı direnmeleri... konusunda uyarır.../.../... Yunan düşüncesiyle Yahudi dini arasında bir gerilim sezmekte haklıydı... uzlaştırılamaz bir fark vardır... tektanrıcılar ne zaman Yunan felsefesinin cazibesine kapıldılarsa, hep onun tanrısını kendininkilere uydurmaya çalışmışlardır. Bu, öykümüzün en önemli temalarından birini oluşturmaktadır. Bu işe girişen ilk insanlardan biri büyük Yahudi Filozofu İskenderiyeli Filon'du (İ.Ö. 30-İ.S. 45). Filon bir Platoncu idi... Yahudiydi. Kendi tanrısı ile Yunanlıların tanrısı arasında hiçbir uyumsuzluk görmemekteydi... Kitab-ı Mukaddes'in tarihsel boyutundan utanıyordu... Filon, problemi... Tanrı'nın özü... ile onun... eylemleri arasında önemli bir ayrım yaparak açıklamaktadır. Bu aslında, P ve Süleyman'ın Bilgeliği yazarının çözümlerinin bir benzeridir... Filon, bazen Tanrı'nın öz varlığının Hükümdarlık ve Yaratıcı güçle birlikte bir üçlü oluşturduğundan bahseder.../... Yahudiler Filon'un Tanrı anlayışını hep bir parça yapay bulmuşlardır. Bununla birlikte, Hıristiyanlar ondan oldukça fazla yararlanmışlar... Yunanlılar Tanrı'nın bilinmez "özü" ile "etkinlikler" arasındaki ayrıma dört elle sarılmışlardır... Filon... Algılayabileceğimiz en yüksek hakikat, Tanrı'nın... içtenlikle kabul edilmesidir... Tanrı kavrayışı çoğu zaman imgesel bir etkinlik olagelmiştir.../.../ Yahudiler, Yunan dünyasıyla böylesi bir sentezi oluşturabilmelerinin imkansız olduğunu kısa sürede anladılar. Filon'un öldüğü yıl İskenderiya'deki Yahudi topluluğuna karşı bir katliama girişilmişti... İ.Ö. birinci yüzyılda Romalılar... Yunan felsefesini heyecanla benimseyerek Yunan kültürünün üstünlüğünü kabul etmişlerdi. Bununla birlikte Yunanlıların Yahudi düşmanlığından uzak durdular... çoğu zaman Yahudileri Yunanlılara tercih ettiler; onları Roma'ya karşı yerleşik bir düşmanlığın olduğu Yunan kentlerinde kendileri için yararlı bir müttefik olarak gördüler. Yahudilere tam bir dinsel özgürlük verdiler... Romalılar kendilerini Yahudiliğin yüksek ahlaki niteliğine kaptırmışlardı... Öte yandan, Filistin'de gözü kara bir grup insan Roma yönetimine karşı şiddetli bir mücadele başlatmışlardı. Miladi 66 yılında, bunlar Roma'ya karşı bir ayaklanma örgütlediler... 70 yılında, yeni imparator... Kudüs'ü ele geçirdi. Tapınağı yerle bir edip, kenti... bir Roma kentine dönüştürdüler. Bu arada, Yahudiler bir defa daha, sürgüne zorlandı./... değişik tarikatlar ortaya çıktı.../... en yenilikçi olanı... Ferisilerdi. İncil'de Ferisiler bariz ikiyüzlüler olarak gösterilmiştir.../.../... Haham Yuhannah... Yahudi ayaklanmasına karşıydı ve Yahudilerin devlet olmadan daha müreffeh bir yaşam süreceklerine inanıyordu. Romalılar onun... bir Ferisi topluluğu oluşturmasına izin verdiler... bilginler yetiştirdiler... Mişna ortaya çıktı... iki ayrı Talmud derlenmiştir... dördüncü yüzyıl... Kudüs Talmudu... beşinci yüzyıl... Babil Talmudu.../.../ Yehova... uzaktan yönlendiren bir tanrıydı. Hahamlar onu... daha yakın bir şekilde var olan bir Tanrı'ya dönüştürdüler... kendileriyle birlikte yaşayan bir Tanrı'ya ihtiyaç duydular... Onların tinselliği "olağan bir mistisizm" olarak tanımlanmıştır.../... Sanki Tanrı, kendini her birine onların "algılama yeteneğine göre", farklı şekillerde göstermişti.../... Musa bile Tanrı'nın gizini aralamayı başaramamıştı... Kral Davud, onu anlamaya çalışmanın beyhude bir şey olduğunu kabul etmişti... Yahudilerin onun adını dahi ağızlarına almaları yasaklanmıştı. Tanrı'nın ismi YHWH şeklinde yazılmıştı ve hiçbir metinde tam olarak telaffuz edilmemiştir... Tanrı tasarımının bütün amacı, dörtbaşı mamur çözümler bulmak değil, insanda bir gizem duygusu, yaşam hakkında bir merak uyandırmaktı" 106-127
-"Şekina imgesi, sürgünlerin, kendileri neredeyse orada hazır ve nazır bir Tanrı anlayışı geliştirmelerine yardımcı oldu... Hahamlar, İsraillilerin, ilk Hıristiyanlar gibi, kendilerini "tek vücut, tek ruh" bir topluluk olarak görmelerini teşvik etmekteydiler... yeni mabet cemaatin bizzat kendisiydi.../ Sürgün yıllarında Yahudiler, kendilerini çevreleyen dünyanın acımasızlığını daha yakından hissettiler; bu her an hazır bulunuş fikri, onların, müşfik bir Tanrı tarafından sarmalandıklarını hissetmelerini sağlamıştır. Muskalarını... elleri ve alınlarına yapıştırıp... Hahamların görümü, halklarının umutsuzluğa kapılmalarını önlemişti./ Öte yandan, bu tür bir ruhaniyet yalnızca erkeklere mahsustu... Tevrat... cinsel ilişkinin, kutsallığına hazırlaması emredilmişti. Cinselliğin bu şekilde kutsanması, bazen seks ile Tanrı'yı karşılıklı birbirini dışlayan şeyler olarak gören Hıristiyanlık için yabancı bir olgudur.../... iyi ve mutlu bir yaşam sürmenin Yahudiler için bir yükümlülük olduğunu vurgulamışlardı... hatta şarap ve seks gibi zevklerden uzak durmak bile günah sayılırdı.../... Bir diğer insana yardım etmek, bir imitatio dei'dir... Herkes eşittir, çünkü Tanrı onları kendi suretinde yaratmıştır... Özgür olmak çok önemli bir haktı.../ Hayvanlar kendi doğalarına göre yaşamakta hiçbir güçlük çekmezler ama insanlar için tam anlamıyla insan olmak güçtür. İsrail Tanrısı'nın bazen, en bayağı ve insanlık dışı zorbalığı teşvik ettiği görülür. Ancak, yüzyıllar içine Yehova, insanların merhamet duygusunun gelişmesine ve Eksen Çağı dinlerinin temel özelliği, insan soydaşlarına saygı göstermelerine yardımcı olan bir ideale dönüşmüştür. Hahamların idealleri, aynı geleneğin doğrudan bir ürünü olan Tanrı dinlerinin ikincisine oldukça yakındı" 129-134
-"Kuzey Filistin... Adı İsa..." 135
-"İlki olması açısından en güvenilir İncil olarak kabul edilmiş olan Markos'un İncili, İsa'yı, erkek ve kız kardeşleri olan, oldukça sıradan bir adam olarak sunar.../.../... Matta'nın İncili'ndeki antisemitik hava 80'li yıllarda Yahudiler ile Hristiyanlar arasındaki gerilimi yansıtmaktadır.../... İsa'nın insan şekline girmiş Tanrı olduğu öğretisi, dördüncü yüzyıla kadar nihai şeklini almadı" 137-139
-"İ.S. ikinci yüzyıl... filozof Nagarcuna... dilin yetersizliğini göstermek için paradoksu kullanmış ve diyalektik bir yöntem devreye sokmuştur. Nihai gerçeklerin... sezgisel olarak kavranabileceğini iddia etmiştir" 143
-"Miladi birinci yüzyıl... ilk Hristiyan metin yazarı olan Aziz Pavlus... "Christ" sözcüğü Yahudilerin Massiach'ının çevirisiydi ve Kutsanmış Kişi anlamına geliyordu... Birçok Yahudi gibi... "saçmalık" olarak tanımladığı Yunan akılcılığı..." 146
-"Birinci yüzyılda Hristiyanlar da... Yahudiler gibi ibadet etmeyi sürdürdüler. Hristiyanlar, Tevrat'ı dikkate almadıkları için İ.S. 80'li yıllarda sinagoglardan resmen kovuldular. Bunun üzerine Yahudilerle şiddetli bir kavga yaşandı" 152, 153
-"Din bir fikirler manzumesi olmak ziyade bir kült ve ritüel meselesiydi" 154
-"Eğitim görmüş paganlar aydınlanmak için dine değil felsefeye bakmaktaydılar... Hristiyanlık barbarca bir itikat olarak görünmekteydi" 155
-"Sonraki Hristiyanlar... daha kuramsal bir açıklama... eşi görülmedik bir teolojik tartışmanın içine girmişlerdir" 157
-"Markion'un (100-165)... aklı... acımasız bir Tanrı sunan Yahudi metinlerini de bir türlü almıyordu. Sonunda dünyayı "savaşa tutkun, davranışlarında bir süreklilik olmayan ve kendisiyle çelişen" bu Yahudi Tanrısı'nın yaratmış olduğuna karar verdi. Ancak İsa, Yahudi metinlerinin hiç bahsetmediği bir başka Tanrı'nın varlığından söz etmişti. Bu ikinci Tanrı "yumuşak, ılımlı, kısaca iyi ve mükemmel" bir Tanrı'ydı... "Eski" Ahidi reddedip İsa'nın ruhunu muhafaza eden Yeni Ahit kitapları üzerine eğilmeliydik" 162
-"... birçok insan Kitab-ı Mukaddes'in Tanrısı'nı tapmaya değmez aptalca hareket eden, vahşi bir tanrı olarak görmekteydi.../ Yine de... İskenderiyeli... (yaklaşık 150-215)... Clemens'in Yehova'nın ve Yunan filozoflarının Tanrısı'nın aynı ve tek bir tanrı olduğundan şüphesi yoktu" 163
-"Clemens... dönemde henüz resmi bir öğretinin olmamasıydı. Hiç kimse, Tanrı'nın dünyayı yarattığından ya da... kesin olarak emin değildi. Ortodoks inancın belirgin bir tanımı ancak dört ve beşinci yüzyılların çalkantılı olayları esnasında yaşanan acı bir mücadele sonunda yapılabilmiştir" 167
-"Plotinos (205-270)... bir dönüm noktası olarak değerlendirilmiştir... Yunan felsefesini... aktarmıştır... insan ruhunun derinliklerinden başlamalarını istemiştir" 168
-"170'li yıllarda... Frigya'da... Montanus adında yeni bir peygamber... "... mutlak "Tanrı'yım," diye haykırmaktaydı; "Baba, oğul ve Kutsal Ruh'um."... Montanizm... Tanrı'ya giden en emin yolun şehitlik olduğu söylenmekteydi... Şehitler şeytani güçlere karşı savaşan Tanrı'nın askerleriydiler... Doğuda... Tanrı'ya dönmenin barışçı... yollarını vazederlerken, Batı Kilisesi'nde daha korkunç bir Tanrı kurtuluşun baş koşulu olarak feci bir şekilde ölümü talep etmekteydi" 173, 174
-"Zulme uğrayan ve hoşgörü isteyen bir mezhebin temsilcisi olarak doğan Kilise, çok geçmeden insanlardan, kendi kanunları ve itikatlarına uymalarını talep etmeye başladı" 175
-"320'lerde... şiddetli bir teolojik tutku baş gösterdi.../... insanlar artık... Tanrı'nın dünyayı hiçlikten (ex nihilio) yarattığını düşünüyorlardı ve düşüncelerini kutsal metinlere dayandırıyorlardı. Gerçekte Tekvin'de böyle bir iddia yoktu... Tanrı ve insanlık artık Yunan düşüncesinde olduğu gibi aynı soydan değillerdi" 176-178
-"325... İznik... Bu belge ex nihilo yaratılışı ilk kez resmi Hristiyan öğretisi yaptı... Yaratıcı ve Kurtarıcı tekti" 181
-"Kapadokyalı.../.../... Bazı dinsel anlamların her bireyce kendi zamanında anlaşılabilecek... tefekkür adı verdiği içsel titreşimleri vardı.../... Tanrı'yı akılla "göremeyiz"..." 184-186
-"Doğu Hristiyanlığında theoria daima tefekkür anlamına gelir. Batı'da "teori" mantıkla kanıtlanacak akılcı varsayım anlamına gelir" 191
-"529'da İmparator Justinianos Atina'daki eski felsefe okulunu, entelektüel paganlığın son kalesini kapattı" 201
-"Yunanlılar ve Latinler İsa'nın tanrısallığı konusunda çok farklı iki görüş geliştirdiler. Yunanlıların diriliş kavramı... Budacı ülküsüne yakındır" 206
-"Kur'an... akıl gerektiğini vurgular... bilim Hristiyanlık'taki gibi hiçbir zaman din için tehlike olarak görülmemiştir" 225
(?)
-"Kur'an'ı Arapça okunmak üzere indirdik.../... Hristiyanların... kutsal bir dilleri yoktur. Tanrı'nın Sözü İsa'ya aittir ve Yunanca Yeni Ahit'in kutsal bir tarafı yoktur. Oysa Yahudiler için Tevrat'ın anlamı Kur'an'ınkine benzer" 226
-"Muhammed Müslümanlara pagan tanrılara inanmayı yasaklayana kadar önde gelen Kureyşlilerin açık bir karşı koyuşu da yoktu... ilk üç yılında Muhammed'in mesajının tektanrıcı yönünü fazla ön plana çıkarmadığı ve insanların, her zaman yaptıkları gibi, Yüce Tanrı Allah yanında Arapların öteki geleneksel ilahlarına da tapınmayı sürdürebileceklerini sandıkları anlaşılıyor. Ama eski kültür ve putları mahkum edince bir gecede birçok izleyicisin yitirdi ve Müslümanlar horlanan ve sorgulanan bir azınlık haline geldi" 229
-"Üç Arap ilahı Hicaz Arapları için özellikle önemliydi: el-Lat... el-Uzza... Manat... Tanrı'nın kızları anlamında benat'ullah.../... onuncu yüzyıl... Taberi, Muhammed'in, tanrıçaların kültünü reddettikten sonra kendisiyle aşiretinin arasında gelişen gerginlikten rahatsız olduğunu... benat'ullah'a, melekler gibi şefaatçiler olarak saygı göstermeye izin veren bazı sahte ayetler sarf ettiğini anlatır... sonra Cebrail, Peygamber'e bu ayetlerin şeytan kaynaklı olduğunu söylemiştir/.../ Kur'an'ın atalarının pagan tanrılarına yönelttiği en köktenci mahkumiyet buydu ve bu ayetler Kur'an'a dahil edildikten sonra Kureyşle uzlaşma olanağı kalmamıştı... şirk... İslam'da en büyük günah oldu" 230, 231
-"... bugün hoşgörü Batılıların pek İslam'da görme eğiliminde olmadıkları bir erdemdir. Ama başlangıçtan beri Müslümanlar vahyi Yahudi ve Hıristiyanlar kadar dar anlamıyla görmemişlerdir. Bugün birçoklarının İslam'ı mahkum ettikleri hoşgörüsüzlük rakip bir Tanrı görüşünden değil fakat oldukça farklı bir kaynaktan çıkmaktadır. Müslümanlar... adaletsizlik karşısında hoşgörüsüzdürler" 236
(Hoşgörü?)
-"622... Yesrib'e gitti./... Yahudilerin Kefaret Günü'nde Müslümanların oruç tutmaları ve o zamana kadar iki kez iken, artık Yahudiler gibi günde üç kez namaz kılınması düzenini getirdi... Artık Müslümanlar Yahudi ve Hristiyanlar gibi Kudüs'e yönelerek ibadet edeceklerdi. Medine Yahudileri başlangıçta Muhammed'e bir şans vermek istediler... Ancak sonuçta... aleyhine döndüler.../.../ Muhammed'in Yahudiler tarafından reddedilmesi herhalde yaşamındaki en büyük hayal kırıklıklarından biriydi" 238, 239
-"Ocak 624'te, Medine Yahudilerinin düşmanlığının kalıcı olduğu anlaşıldığında, Allah'ın yeni dini bağımsızlığını ilan etti. Muhammed Müslümanlara Kudüs yerine Mekke'ye dönerek ibadet etmelerini emretti... İbrahim Tanrı'ya teslim olan ve O'nun evini inşa eden ilk Müslüman'dı" 240
-"Kadınlar Muhammed'in dinini ilk seçenler arasındaydılar... Ayrıca kadınlara miras ve boşanma konularında yeni yasal haklar verildi: Çoğu Batılı kadın on dokuzuncu yüzyıla kadar benzer haklara sahip olamadı" 243, 244
(?)
-"Yeni imparatorlukta kimse İslam inancını kabul etmeye zorlanmıyordu; gerçekten de Muhammed'in ölümünden sonraki yüzyılda, din değiştirme teşvik edilen bir konu değildi ve 700 yıllarında yasayla da yasaklanmıştı: Müslümanlar İslam'ın, Yahudiliğin Yakup'un oğulları için olduğu gibi, Araplara olduğuna inanıyorlardı... Abbasi halifeleri din değiştirmeyi teşvik etmeye başlayınca imparatorluktaki birçok Semitik ve Aryan halk yeni dini kabul etmekte istekli oldu... Müslümanlar kendilerini Tanrı'nın isteği doğrultusunda adil bir toplum işleyişi sağlamakla yükümlü görürler" 245, 246
(?)
-"Müslümanlar Tanrı hakkında, öteki konularda olduğu gibi konuşup konuşamayacaklarını bulmaya çalışıyorlardı. Yunanlıların bunun olanaklı olmadığı... Sonunda Müslümanların çoğunluğu da aynı sonuca varacaktı./.../... Akılcılık... azınlığın çabası olarak kalacaktı" 257, 258
-"Dokuzuncu yüzyıl... Yunan filozoflarının Tanrısı'nın Allah'la aynı olduğuna inanıyorlardı" 259
-"Feylesoflarsa... Akılcılığın dinin en gelişmiş biçimi olduğuna inandılar" 260
-"Horasan'da doğan... Gazali'nin davası İsmaililerin Şiiliğine karşı Sünni öğretiyi savunmaktı" 281
-"Haçlı... 1099 yazında Kudüs'ü fethettiklerinde... şoke eden bir vahşilikle onları katlettiler./ Bundan sonra Avrupa Hristiyanları Yahudi ve Müslümanları Tanrı'nın düşmanları olarak gördüler; uzun süre, kendilerini barbar ve aşağı hissetmelerine yol açan Bizans2ın Yunan Ortodoks Kilisesi'ne karşı derin bir düşmanlık beslediler" 295
-"1054'te Batı ve Doğu kiliseleri... kalıcı olacak bir biçimde ilişkilerini kopardılar" 298
-"Yahudi, Müslüman, Yunan Ortodoks dünyalarında filozofların Tanrısı hızla mistiklerin Tanrısı haline geliyordu" 309
-"Peygamber Muhammed... Kudüs'teki Tapınak Tepesi'ne... Uykusunda Cebrail tarafından bir gök atı üstünde taşınmaktadır... vardığında Muhammed'i İbrahim, Musa, İsa ve kendisine peygamberlik görevini bildiren birçok peygamber karşılar. Cebrail ve Muhammed merdivenden tehlikeli çıkışlarına (miraç) başlar. Her birine bir peygamberin başkanlık ettiği yedi kat göğe tırmanırlar. Sonunda tanrı katına gelirler. Eski kaynaklar son görüm hakkında sessizdir.../.../ Muhammed, Tanrı'nın kendisini değil, tanrısal gerçekliğe işaret eden simgeler görmüştür" 320
-"Sekiz ve dokuzuncu yüzyıllar... Medine'deki ilk Müslümanların basit yaşamına dönme çabasıyla, peygamberin sevdiği söylenen kaba yünlü elbiseler (sof) giyiyorlardı. Sonuçta sufi olarak bilindiler" 331
-"Cüneyd'in ünlü öğrencisi, Hallac-ı Mansur olarak tanınan Hüseyin bin Mansur uyarıları dinlemedi ve mistik inancın şehidi oldu. Irak'ta dolaşarak halifeliğin devrilmesini... vaaz eden Hallac yetkililerce hapsedildi ve kahramanı İsa gibi çarmıha gerildi" 335, 336
-"İsmaililer ilah sözcüğünün Arapça WLH kökünden geldiğine inanırlar: üzgün olmak" 347
-"On iki ve on üçüncü yüzyıllarda sufizm azınlık hareketi olmaktan çıkmış ve... başat İslamcı anlayış haline gelmiştir... Sufi şeyhin halk üstünde geniş etkisi vardır... Bu dönem siyasal ayaklanmaların da zamanıdır: Bağdat halifeliği dağılmakta, Moğol akınlarıyla bir biri ardına Müslüman şehirleri yağmalanmaktadır. Halk, feylosofların uzak ve ulemanın kuralcı Tanrısı'ndan ziyade, daha somut ve sevgi dolu bir Tanrı aramaktadır.../ Bu sufi tarikatlar içinde en ünlüsü... Mevleviliktir... dansı bir yoğunlaşma yöntemidir... kurucusu... Mevlana (Efendimiz) olarak adlandırılan Celaleddin Rumi'dir... Orta Asya... Moğol ordularından Konya'ya kaçmıştır" 350, 351
-"Bu sırada yaşanan trajedi Avrupa Yahudileri'ne de yeni bir Tanrı kavramı oluşturmalarında yardımcı olmuştur. Batı'nın antisemitik haçlıları Yahudi cemaatleri için yaşamı çekilmez kılmaktadır ve birçoğu, Taht Mistikleri'nin... daha somut, kişisel bir tanrı istemektedir" 354
-"İspanya Yahudiliğini on beşinci yüzyılda yıkım ve trajedi sardığında, acılarına anlam vermekte onlara yardımcı olan Kabbalacı Tanrı olmuştur" 363
-"On altıncı yüzyılın sonuna gelindiğinde Batı bütünüyle farklı bir kültür yaratmak üzereydi... Tanrı kavramında da görülür" 373
-"Tutuculuk eğilimi, şeriat bayraktarı Şamlı Ahmed İbni Teymiye (öl. 1327)... su yüzüne çıktı... çok seviliyordu... "... en iyi yöntem Kur'an'ınki."..." 375
-"Molla Sadra imitatio dei, Tnrı'ya yaklaşmanın, felsefenin hedefi olduğunu... savunmaktaydı" 378
-"Luria öfkeyi putperestlikle özdeşleştirir çünkü kızgın insan "tuhaf bir Tanrı"nın egemenliği altına girmiştir... neşe ve iyilik ruhu aşılamayı başarmıştır" 391
-"On dördüncü yüzyılda... İsa'nın zayıf insanlığı vurgulanmaktaydı... İsveçli Bridget... İsa'nın fiziki durumu hakkında dehşetli ayrıntılar kurgularlar/.../... Batılı... İnsanlar Tanrı'dan başka her şey üstünde yoğunlaşır gibiydi./... Hümanistler insanlığın onurunu yeniden keşfetmişlerdi.../.../... Matematikte "en çok" ve "en az" açıkça birbirine karşıttı fakat mantıkta özdeş görülebilirdi. Bu "karşıtların birliği" Tanrı düşüncesinde içeriliyordu" 393-395
-"1484'te Papa VIII. Innocentius... ve on altı ve on yedinci yüzyıllarda bütün Avrupa'da... Batı ruhunun karanlık yönünü açığa vuruyordu. Bu iğrenç sorgulamalar sırasında binlerce erkek ve kadına şaşırtıcı suçlarını itiraf edene kadar vahşice işkence yapıldı" 396
-"Luther... büyücülüğe katı biçimde inanmaktaydı" 397
-"Newton... ana gücün... kutsal Tanrı'yı açıklayan dominatio (hakim, egemen) olduğu sonucunu çıkardı. Wdward Pococke, Oxford'daki ilk Arapça profesörü, Newton'a, Latince deus'un Arapça du (Hakim)den türediğini söylemişti" 434
(Arapça du (Hakim)...!)
-"Batı'da da Hıristiyanlar, hala Tanrı inançlarını korumakla birlikte, daha dünyevi bir çağın eşiğindeydiler. Yeni akıl dinine Deizm (Yaradancılık) denilecekti... insanın kendi çabalarıyla keşfedebildiği, kişilik sahibi olmayan "Deus"a bağlılığını ilan etti. Sonradan Aydınlanma olarak bilinen hareketin temsilcisi... Voltaire... bu üstün dini tanımladı... yalın olmalıydı" 443
-"Yahudiler... Kant'ın felsefesinden etkilendiler... Tanrı'nın varlığını kanıtlamak olanaksızdı ama aksini kanıtlamak da olanaksızdı. Tanrı düşüncesi bizim için gerekliydi" 449
-"Diğer Kalvinciler ilerlemenin öncüleriydiler: Amerika'daki ders programına kimyayı soktular" 465
-"Kıyamet yılı 1666'da... Sabetay Sevi.../... 1665'te... Mesihlik görevini bildirdi" 465, 466
-"Muhammed bin Abdülvehhab (öl. 1784) İslam'ı başlangıcındaki saflığına getirmeyi ve sonradan yapılmış tüm eklemelerden kurtarmayı istedi. Mistisizme özellikle düşmandı. Sufi erenlerine ve Şii imamlarına bağlılık da dahil diriliş teolojisinin tüm önerileri mahkum edildi. Medine'deki Peygamberin mezarı kültüne bile karşıydı... El Vehhab... küçük bir prensliğin hükümdarı olan Muhammed bin Suud'u inancına döndürdü... Osmanlılar'a karşı bir cihad sürdürdüler" 484, 485
-"Diderot Tanrı'nın zaten olmadığını yalnızca doğa olduğunu savladı" 488
-"Holbach kendi Tanrı tarihini yazmayı denedi. İlk insanlar doğa güçlerine tapınmışlardı  .../.../... "Eğer doğa hakkındaki cahillik tanrıları doğurduysa, doğa bilgisinin onları yok etmesi beklenir."..." 489, 490
-"On dokuzuncu... yüzyılın sonunda çok sayıda insan, Tanrı henüz ölmediyse, akılcı ve özgür insanların görevinin onu öldürmek olduğunu hissetmeye başlamışlardı" 492
-"Hegel (1770-1831) kimi bakımlardan Kabbala'ya dikkat çekecek biçimde benzeyen bir felsefe geliştirdi... ironikti. Hegel'e göre Yahudi Tanrısı... bir tirandı... Kant gibi Hegel de Yahudiliği dinle ilgili bütün yanlışlıkların örneği olarak görmüştü" 500, 501
-"Yahudilik ve Müslümanlığın yaşamın kökenlerine ilişkin yeni bilimsel keşiflerden hiçbir zaman rahatsız olmaması gibi Hıristiyanlık da evrim kuramına uyarlanabilirdi" 505
(?)
-"... kuşku ve yılgı Ortodoks dünyasına yayıldı. Karamazov Kardeşler (1880) romanı Tanrı'nın ölümünün tanımlanması olarak görülebilecek olan Fyodor Dostoyevski, iman ve inanç arasındaki kendi çekişmelerini, Mart 1854 tarihli bir mektubunda bir arkadaşına açıkça yazmıştı:/ Kendimi yaşlanmış bir çocuk olarak görüyorum, inançsızlık ve kuşkunun çocuğu" 509
-"Arap dünyasında... mimari ve kent planının ilerlemeden çok egemenlik altında olmayı yansıttığını belirtirler" 511
-"Müslümanların geleneksel yoldan Tanrı anlayışlarını geliştirmeleri için zamanları veya güçleri kalmadı... Kimileri Batı laikliğini yanıt olarak gördüler... Kimi Müslüman yenilikçiler... ilerleme davasını hızlandırmaya uğraştılar. Sonuçları hiç de umdukları gibi olmadı... Türkiye'nin yeni ulus devletinde... Mutafa Kemal... ülkesini Batılı bir ulus haline getirmeye çalıştı. Dini yalnızca kişisel bir konu haline getirip İslamiyet'in devletle olan ilgisini kesti. Sufi tarikatlar dağıtıldı ve yeraltına saklandılar; medreseler kapatıldı ve ulemanın resmi eğitimine son verildi.../... medreselerin kapatılması kaçınılmaz biçimde ulemanın otoritesinin çökmesine neden oldu. Bu, İslamdaki en eğitimli, ılımlı ve sağduyulu unsur çökerken, yeraltı Sufizminin en aşırı biçimi din adına kalan tek anlayış oldu./ Diğer yenilikçiler zora dayanan baskının yanıt olmadığından emindiler. İslam öteki uygarlıklarla ilişki kurmakta her zaman başarılı olmuştu... Müslüman yenilikçiler Batı'ya düşman değillerdi... Varlıklı Müslümanlar Avrupa'da eğitim görüyorlar... öğrendiklerini paylaşmak için sabırsızlıkla ülkelerine dönüyorlardı. Yirminci yüzyılın başında, neredeyse her Müslüman aydını ateşli bir Batı hayranıydı" 512-514
(?)
-"Şii... Dürzi ve Aleviler, modern bilimle özellikle ilgilenirler. İslam dünyasında batı politikalarına karşı ciddi kuşkular vardır ama çok azı Batı bilimi ile kendi Tanrı inançlarını uzlaştırmayı bir sorun olarak görür./... Abduh inancının köklerine dönmeyi istiyordu" 516
(?)
-"İkbal... Hindistan Müslümanları edilgenliği ve korkakça geri planda kalmayı (İkbal bunu İran etkisiyle açıklar) bırakmalıydılar. Müslüman İçtihat ilkesi onları yeni düşünceleri kabul etme yolunda cesaretlendirmeliydi. Kur'an'ın kendisi sürekli gözden geçirmeyi ve kendi kendini incelemeyi emrediyordu" 517
(?)
-"El-Ezher... 1933... El-Hıdır Hüseyin.../.../... Hüseyin gibi insanlar dini ve Tanrı merkeziyetini anlamışlar ama çağdaş dünyayla ilişkilerini yitirmişlerdi. Çağcıllıkla ilişkide olan insanlar Tanrı duygularını yitirmişlerdi. Bu kararsızlıktan, modern tutuculuk olarak tanımlanan, Tanrı'dan el çekme olan, siyasi eylemcilik çıkar" 521
-"Yahudiler bu ahlaki Tanrı kavramına ulaşan ilk insanlardı. Sürgünde geçen uzun yılları ve Tapınaklarını yitirmeleri onları dıştan gelen destek ve idarelerden soğutmuştu. Böylelikle, Tanrı'ya serbestçe yaklaşmalarını sağlayan daha yüksek bir bilinç türüne eriştiler. Hegel ya da Kant'ın ileri sürdüğü gibi ne tefekküre dalan papazlara bağlıydılar ne de yabancı bir Yasa'yla korkutulmuşlardı. Bunların yerine Tanrı'yı kendi zihinleri ve bireysellikleri aracılığıyla bulmayı öğrenmişlerdi" 522
-"Ancak yükselen antisemitizme kurban edilen Yahudiler... kendi halklarını kendileri kurtarmalıydılar. 1882'de, Rusya'daki ilk Yahudi kıyımından sonraki yıl, bir grup Yahudi Filistin'e yerleşmek üzere Doğu Avrupa'dan ayrıldı. Kendi ülkeleri olana değin Yahudilerin eksik ve yabancılaşmış insanlar olarak kalacaklarına inanmışlardı... olaylar... Tanrıları'nın işe yaramadığına inandırdığından cüretli laik bir hareket olarak Sion'a (Kudüs'ün antik adı) dönüş özlemi başladı... Siyonizm... devrimci sosyalizmin bir yan çalışmasıydı. Yahudi devrimciler yoldaşlarının Çar kadar antisemitik olduklarını fark etmişlerdi ve komünist bir rejimde yazgılarının düzelmeyeceğinden korkuyorlardı: Olaylar yanılmadıklarını gösterdi... Gurion... ateşli genç sosyalistler... Filistin'e yelken açtılar... örnek bir toplum yaratmaya... kararlıydılar. Diğerlerinin bu Marksist düşlere zamanları yoktu... Herzl... yeni Yahudi macerasını bir sömürge girişimi olarak gördü: Avrupa emperyal güçlerinin birinin kanatları altındaki Yahudi devleti İslam çölündeki ilerlemenin öncü kolu olacaktı./ Kabul edilmiş laikliğine karşın, Siyonizm kendini içgüdüsel olarak geleneksel dinsel terminoloji içinde açıkladı; aslında tanrısız bir dindi" 526, 527
-"Auschwitz... bir grup Yahudi... Tanrı'yı yargılamaları üstüne bir öykü... ihanetle suçlarlar... ölümüne karar verirler. Haham kararı açıklar... duruşmanın bittiğini söyler: Sabah duası zamanıdır" 532
-"Yahudi mistiklerin tanrısı" 539
-"Whitehead.../.../ O, Tanrı'yı "büyük dost, dert ortağı, anlayan" diye tanımladı" 543
-"Peygamberler, toplum bütünüyle daha merhametli bir kavim özelliğini benimsemedikçe kült ve tapınmanın yararsız olduğunda ısrar etmişlerdi... Kur'an, adil toplum ve merhametli bir evrenin yaratılmasını, Allah'ın yenileştirilmiş dininin özü yaptı. Merhamet özellikle ayrı bir erdemdir" 553
(?)
-"Yaratıcı olarak Yehova'ya ilgi duyulması Babil'e sürgüne dek Yahudilikte görülmedi. Bu Yunan dünyasına yabancı bir kavramdı: ex nihilo yaratılış 341'deki İznik Konsili'ne dek Hıristiyanlığın resmi öğretisi değildi. Ne ki yaratılış Kur'an'ın ana öğretisidir" 558
*
15.12.2017
*
Ek:
https://odatv.com/kudus-ilk-kible-midir-1512171200.html

Kudüs ilk Kıble midir

Kudüs üzerine yapılan konuşmalarda, yazılan makalelerde ve edilen sohbetlerde sürekli vurgulanan bir husus var: Kudüs’ün Müslümanların ilk kıblesi olduğu iddiası...




Karakter boyutu :

Kudüs üzerine yapılan konuşmalarda, yazılan makalelerde ve edilen sohbetlerde sürekli vurgulanan bir husus var: Kudüs’ün Müslümanların ilk kıblesi olduğu iddiası...
Bu söylem Müslüman kitleleri ve Müslüman kamuoyunu İsrail’e karşı harekete geçirmede kullanılan etkili bir argümandır. Ancak gerçek, hiç de iddia edildiği gibi değildir.
Öncelikle kıble sözcüğünün anlamına ilişkin birkaç kelam edelim.
Kıble, Arapça bir sözcüktür. Namaz ibadetini icra sırasında Mekke kentinde bulunan Kâbe adlı binaya doğru yönelmeye ve bu yönelişin bulunduğu doğrultuya kıble denilmektedir.
Kıble sözcüğünün ses benzerliği nedeniyle olsa gerek; Anadolu bereket ilahesi “kıbele” ile bağını kurmaya çalışanlar da vardır. Lakin biz meseleye semavi dinler çerçevesinde bakalım.
Kıble sadece İslam’da olan bir dinsel unsur değildir. Yahudilerin de kıblesi vardır. Yahudiler günde üç kez yaptıkları “Amida” adlı dua sırasında da kıble olarak Kudüs’e dönerler. (İslam Ansiklopedisi, Kudüs Maddesi)    
Yahudilerin Kudüs’ü kıble olarak kabul etmelerinin nedeni Süleyman Mabedi’dir. Bu mabede Yahudiler, “Beth Hamikdaş” derken Müslümanlar “Beyt’ül Makdis” adını verirler.
Süleyman Mabedi aslında Yahudi krallarından Hz. Davud / David zamanında temeli atılan ve oğlu Hz. Süleyman / Solomon tarafından inşası bitirilen bir ibadethanedir. Mabedin inşa tarihi M.Ö. 832’dir. Yani günümüzden 2849 yıl önceye dayanmaktadır. Bu da demektir ki, Kudüs şehri 2849 yıldır Yahduiler için kıbledir.
Süleyman Mabedi, M.Ö. 422 yılında Babillilerin Kudüs’ü istila edip İsrail Krallığını son vermesiyle birlikte yıkıldı. Mabed Babillilerce özellikle yıkılır ve Yahudiler Babil’e sürgün edilir. Böylece Yahudilerin ilk zorunlu sürgünü başlar. Perslerle Babillilerin  M.Ö. 539’daki savaşını Persler kazanır. Yahudilerin Kudüs’e ve Filistin’e dönüşlerine izin verilir. M.Ö. 352’de mabed yeniden yapılır. Mabedin yeniden yapılışı sonrası Yahudilikte din adamlarınca Hanuka Bayramı başlatılır. Bu, Adanma Bayramı anlamına gelmektedir. Mabede adanmak anlamına gelen bu bayramda dindar Yahudiler Mezmurlarda geçen bir ifadeden esinlenerek şöyle dua ederler:
Eğer seni unutursam ey Kudüs / Yeruşalim, sağ elim hünerini unutsun; eğer seni unutursam, eğer seni anmazsam, eğer Yeruşalim’i baş sevincimden üstün tutmazsam dilim damağıma yapışsın!”
Hanuka Bayramını bazı Yahudi mezhepleri kabul etmez. Söz gelimi, Talmud ve Mişna’yı kabul etmeyen ve yalnızca Tora’ya iman eden Karay mezhebi... Aslen İsrailoğullarından Anan Ben David adlı bir din adamı tarafından kurulan Karay mezhebinin mensuplarının çoğu Hazar Türklerinin soyundan gelen Musevilerdir.
Hz. Davud ve Hz. Süleyman’ın mabedi yaptıkları yer inanışa göre Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İshak’ı kurban etmek istediği yerdir. İslam’a göre kurban edilmek istenen Hz. İsmail’dir.  Bilindiği üzere Yahudiler / İsrailoğulları İshak’ın, Araplar ise İsmail’in soyundan gelmektedir. Yani Yahudiler ve Araplar aynı soydandırlar. Deyim yerindeyse kuzendirler.
Süleyman Mabedi / Beth Hamikdaş M.S. 70’te bu sefer Romalılarca yeniden yıkılır ve o zamandan beri de yıkık vaziyettedir. Lakin o yıkıntılar üzerine Hicrî  72 yılında Emevi Halifesi Abdülmelik Bin Mervan tarafından Mescid-i Aksa inşa edilir. Süleyman Mabedi’nden bugüne ulaşan yalnızca “Ağlama Duvarı” adı verilen batı duvarıdır.
Kudüs’ün sadece Müslümanlar ve Yahudiler için değil Hristiyanlar için de kutsal olduğu malumdur. Zira Kudüs’te, kutsal kabul edilen bölgede “Kutsal Kabir Kilisesi” vardır. Bu kilise, Hz. İsa’nın Hristiyan inancına göre çarmıha gerildiği, öldüğü, tekrar dirilip göğe yükseldiği yerdir.
Gelelim Kudüs’ün Müslümanların ilk kıblesi olduğu iddiasına...
İddianın aksine Hazreti Muhammed, Mekke’den Medine’ye göçten önce ibadet sırasında Kâbe’ye yönelirdi. O sırada Kâbe henüz putlardan arındırılmış değildi. Buna karşın yine de ibadet sırasında Müslümanlar Kâbe’ye yönelmekte bir beis görmüyorlardı. “Böylece Kâbe’ye yönelerek edilen secde ile dolaylı olarak Kâbe’de bulunmakta olan putlara da ta’zim edilmekteydi,” şeklinde bir yorum yapmak, ne derece isabetli olur bilinmez ama yine de içerisinde putların bulunduğu bir yapıya yönelmek, kimilerine göre gerçekten ilginç bir durum arz etmektedir. “Edilen secde, Kâbe’ye yahut onda bulunan nesnelere değil Tanrı’yadır,”  biçimindeki bir açıklamanın ikna edici olduğu muhakkaktır. Fakat o zaman sonradan yaşanacak olan kıble değişikliği olayının ve bu olaydan kaynaklanan şiddetli tartışmaların ayrıca izah edilmesi zorunluluğu da kendiliğinden açığa çıkmakta değil midir?
TANRI’NIN ESİNLEMESİYLE KUDÜS’E YÖNELMEYE BAŞLADI
Nitekim Hazreti Muhammed, Medine’ye göç ettikten sonra ibadet sırasında Kâbe’ye yönelmekten vazgeçip Tanrı’nın esinlemesiyle Kudüs’e yönelmeye başladı. Müslümanlar, böylece yaklaşık on altı, on yedi ay kadar Kudüs’e yönelerek ibadet ettiler. Kimi tarihçiler Kıble değişikliğinin, Hazreti Muhammed’in Yahudileri kazanma amaçlı bir eylemi olduğu görüşündedirler. Hatta kimi Kur’an yorumcuları da bu yönde görüşlere sahiptirler. Sözgelimi, ünlü Türk Kur’an yorumcusu Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.I, s.525’te şöyle demektedir:
“Resulallah... Mekke'de iken Ka'be'ye müteveccihen namaz kılardı. Medine'ye hicretten sonra Sahre'ye (Kudüs'e) müteveccihen namaz ile emrolunnıuştu ki, bunda Yahudileri İslam’a bir nevi te'nis (alıştırma) vardı.”
Muhammed Hamdi Yazır’ın bu husustaki görüşüne koşut bir görüş de Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından onaylı ve Suudi Devletince 1992 yılında bastırılmış “Kur’an- ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Meali” adlı Kur’an çevirisinin 21. sayfasında yer alan Dişi Sığır Bölümü / Bakara Suresi’ndeki ilgili ayetlerin açıklamasında da yer almaktadır. Söz konusu açıklamada şöyle denilmektedir:
“Resulullah Medine’ye geldikten sonra Müslümanlar on altı, on yedi ay kadar Kudüs’e yönelerek namaz kıldılar. Bu durum Yahudilerin şımarmalarına, “Muhammed ve ashabı kıblelerinin neresi olduğunu bilmiyorlardı, biz onlara yol gösterdik.” gibi laflar etmelerine ve bunu etrafa yaymalarına sebep olmuştu. Resulullah, Allah’tan İslam’a kendi kıblesinin verilmesini niyaz etti. İşte bundan sonra Kudüs’ten Kâbe’ye dönülmesi emri geldi. Bunun üzerine Yahudiler ve münafıklar tekrar ileri geri konuşmaya başladılar. Aşağıdaki ayetler bu olayı anlatır.”
Bu açıklamanın ardından kıble değişikliği ile ilgili ayetlerin Türkçe çevirileri sunulmaktadır. Ancak biz burada kendi çevirimizi sunacağız.
Bu arada belirtelim ki, gerek Elmalılı Hamdi Yazır gerekse Diyanet İşleri Başkanlığı onaylı Kur’an Meali’ndeki kıble ile ilgili bilgiler ilk dönem kaynaklara ve kimi hadislere dayanmaktadır.
(Bu konuda daha detaylı bilgiye ve ilk dönem kaynaklara ulaşmak için Ondokuz Mayıs Üniversitesi İslam Tarihi Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Doç. Dr. İsrafil Balcı’nın, İslamî Araştırmalar Dergisi’nde yayınlanan; “İslam’ın İlk Kıblesinin el Mescid’ül- Aksâ Olduğu İddialarının Kritiği ve Kıble Değişikliğinin Tarihsel Arka Planı” adlı çalışmasına başvurulabilir.)
Kur’an’ın Dişi Sığır Bölümü / Bakara Suresi 142, 143, 144 ve 145. ayetlerinde kıble değişikliği olayı şu şekilde geçmektedir:
“İnsanlardan bir takım beyinsizler diyeceklerdir ki; ‘Daha önce yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir?’  De ki; ‘Doğu da, batı da Allah’ındır. O dilediği kimseyi doğru yola ulaştırır.”
“İşte böylece biz, insanlar için örnek olasınız ve elçi de size örnek olsun diye sizi taşkınlıktan uzak bir topluluk kıldık. Biz senin yöneldiğin kıbleyi, yalnızca elçimize uyanlarla ondan ayrılıp geri dönenleri ayırt edelim diye kıble yaptık. Kuşkusuz bu, sadece, Allah’ın doğruya ulaştırdığı kimselerden başkasına ağır gelir. Elbette ki Allah, inancınızı boşa çıkaracak değildir. Çünkü Allah, insanlara karşı çok acıyıcı ve bağışlayıcıdır.”
“Doğrusu, biz senin gözlerini gökyüzüne diktiğini görüyo¬ruz. Onun için seni gönlünün dilediği bir kıbleye döndürüyoruz. O halde şimdi yönünü Kutsal Secdelik’ten yana çevir. Artık siz de nerede bulunursanız bulunun, hep o yöne dönün. Kuşkusuz kendilerine kitap verilenler, onun rablerinden gelen bir gerçek olduğunu iyice bilirler. Çünkü Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.”
“Andolsun ki, sen, kendilerine kitap verilenlere her türlü kanıtı sunsan da onlar yine de senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar, birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Kuşkusuz sen, sana gelen bunca bilgiden sonra onların arzularına uyacak olursan, işte o zaman elbette ki zalimlerden olursun.”
Görüleceği üzere o günün koşullarında Medine’ye göçün ardından, önce Yahudileri İslam’a alıştırmak için kıble olarak Kudüs belirlenmişken daha sonra onlara benzememek için son aşamada nihaî kıble olarak Kâbe netleştirilmiş bulunmaktadır.
Nitekim sonraki ayetlerde yani 148, 149. ve 150. ayetlerde bu netleşmeye vurgu yapıldığı görülmektedir.
“Kuşkusuz herkesin yöneldiği bir yön vardır. Öyleyse siz de iyilik yapmak için yarışın. Nerede olursa olsun Allah hepinizi bir araya getirir. Şu bir gerçek ki, Allah, her şeye güç yetirendir.”
“Bu nedenle, nereden yola çıkarsan çık, yönünü Kutsal Secdelik’e çevir. Elbette ki bu, rabbinden gelen bir gerçektir. Kuşkusuz Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.”
“Yine nereden yola çıkarsan çık, yönünü Kutsal Secdelik’e çevir. Siz de nerede olursanız olun, yüzünüzü ona doğru çevirin ki, insanların elinde size karşı kullanacakları bir dayanak kalmasın. Onların arasından zulmedici olanlara gelince, sakın sizi korkutmasınlar. Siz yalnızca benden çekinin ki, size olan nimetimi tamamlayayım. Ve umulur ki siz, böylece doğru yola ulaşabilirsiniz.”
Ancak ibadet sırasında dönülecek kıble konusundaki esas ilke Yahudilerle olan tartışmalardan bağımsız olarak 142. ayette gayet net bir şekilde ortaya konulmuştur. “…Doğu da Batı da Allah’ındır…” 
Yine Dişi Sığır Bölümü / Bakara Suresi 115. ayette durum daha da netleştirilmiş vaziyettedir. Söz konusu ayetin Türkçe karşılığı şöyledir:
“Doğu da Batı da yalnız Allah’ındır. O halde nereye dönerseniz dönün, Allah’ın yüzü oradadır. Kuşkusuz ki, Allah kuşatandır, bilendir.”
Hz. Muhammed’in Kudüs’e yönemeden önce de Kabe’ye yönelmekte olduğunun en net ifadesi Dişi Sığır Bölümü 143. Sözde / Bakara Suresi 143. Ayette geçen şu ifadedir:
“Ve mâ cealnâ’l kıblet’elletiy kunte aleyhâ...” Daha önce yönelmekte olduğun kıble...
Bu ifade “çift kıbleli mescid / kıbleteyn mescidi” adı verilen ve kıblenin yeniden Kabe’ye çevrildiği Medine’deki mescidde Hz. Muhammed’e vahiy olarak ulaşmıştır. Buna göre peygamber Kudüs’e dönmüş vaziyette namazda iken yukarıdaki ayet gelir ve peygambere; “daha önce yönelmekte olduğun yöne doğru yönel...”   denilir.
Görüleceği üzere İsrail ve Yahudi karşıtlığı için kullanışlı bir slogan olarak sürekli söylenen “Kudüs İslam’ın ilk kıblesidir. İlk kıblemiz işgal altında!” şeklindeki söylevler dinsel bir temele dayanmamaktadır. Dayandığı tek bir temel vardır o da siyasal ümmetçiliğin doymak bilmez oy ve iktidar hırsıdır.
Siyasal ümmetçilik, Yahudi karşıtlığı konusunda İslam’ın barışçıl özüne ve Kur’an’ın evrenselliği ilkesine taban tabana zıt olan bir kısım hurafelere ve uydurma hadislere bile başvurabilmektedir. Bunların en başında da İsrail’e ve Yahudilere hitaben; “Gün gelir arkasına saklanacak bir ağaç bile bulamazsınız!” cümlesine gizlenmiş olan Gargat Ağacı safsatasıdır.
Bu safsataya göre; “Kıyamete yakın bir zamanda Müslümanlar ile Yahudiler arasında bir savaş çıkacak. Doğadaki her nesne arkasına saklanan Yahudi’yi Müslümanlara haber verecek ve Müslümanlar o Yahudi’yi bulup öldürecek. Ama yalnızca bir ağaç türü haber vermeyecek. Bu ağaç Gargat adı verilen bir Yahudi ağacıdır.” (Buhârî, Tecrid, IX, 73; Tirmizî, Birr, 25; Fiten, 2; et-Tâc, I, 25.)
Kudüs meselesinin vicdanî ve imanî çözümü için İslam’ın en temel ilkesi olan hakkaniyet ilkesinin göz ardı edilmemesi elzemdir. Halkların, dinlerin ve kültürlerin kardeşliği çerçevesinde bizce Kudüs tarafsız bir statüye kavuşturulmalıdır.
Kudüs demişken İslamî manada kimi kaynaklarca kentle ilişkilendirilen miraç meselesinin de gerçek boyutlarıyla ele alınması gerekmektedir. Miraç inancının İslam’daki gerçek yeri nedir ve Kudüs’le bir ilgisi gerçekten var mıdır? Bu soruları bir başka yazımızda yanıtlayacağız.
Cemil Kılıç / İlahiyatçı yazar
Odatv.com
*

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder