29 Aralık 2021 Çarşamba

Milena’ya Mektuplar

*Franz Kafka, Çeviren: Semih Uçar, 1. baskı/ Şubat 2021, Doğan Egmont Yayıncılık, İstanbul 

 *Giriş sayfasındaki yazıda, Kafka, 1883’te Çek asıllı Yahudi oğlu olarak doğdu, bir katip olarak çalıştı, Dönüşüm 1915 Ekim’inde yayınlandı, 1924 3 Haziran’da gırtlak vereminden öldü, dostu Max’tan yazdığı her şeyi yakmasını istemişti, deniyor. 
*Arka kapak yazısında da, “Milena’nın, “Giyinik insanlar arasında çıplak biri” diye tanımladığı Kafka, sadece bu aykırı kadına yazdığı mektuplarda kendini ifşa eder. Kafka’nın tutkulu aşkının ürünü olan Milena’ya Mektuplar, çaresizlikle, endişe ve korkuyla sarmalanmış bir yazarın itiraflarıdır aynı zamanda”, denmiş.  
*
*Prag ile Viyana ve civarları. 
*1920 ila 1923 arası yıllar. 
*37 yaşındaki Kafka’nın 23 yaşındaki evli Milena’ya çoğunluğunu 1920 yılında yazdığı, ancak kitapta cevapları olmayan, mektuplar. 
*Niye kitaplaştırılmış? 
*Niye çevrilmiş? 
*Bence, olmasa da eksiklik sayılmazdı! 
*Ve, ayrıca, yine bence, sanki çeviri de iyi değil ve kitabın gereksizliği hissiyatına katkıda bulunuyor! *Acaba görülecek bir şey var mı, diye, ısrarla, inatla uğraşıp sonuna kadar okumakla ben de gereksiz bir iş yaptım! 
*Tabii bundan kitabı okuyup bitirince emin oldum! 
*** 
*29.12.2021

23 Aralık 2021 Perşembe

DORIAN GRAY’İN PORTRESİ

DORIAN GRAY’İN PORTRESİ OSCAR WILDE, İngilizce aslından çeviren: NİHAL YEĞİNOBALI, 10. Basım, Ağustos 2012, CAN Yayınları, İstanbul *Sanki bir tür aforizmalar kitabı! *Hatta aforizmaların zıddının kitabı! *** * Muhtemelen 1800’ler sonlarında Londra’daki asiller yaşamından kesitler. *Gece yemekli salon toplantıları, av partileri. *Bir yandan da batakhaneler, uyuşturucular. *** *Baştaki iç kapak yazısından: *“1880’lerin başında estetikçiliğin Londra edebiyat çevrelerinde öfke ve düş kırıklığı yarattığı dönemde Wilde, zekası ve pırıltılı kişiliğiyle bu çevrelerde önemli bir yer edinmiştir. Dorıan Gray’in Portresi adlı tek romanı, 1891’de ilk basıldığında ahlaksızlık suçlamalarıyla karşılaşarak büyük tepki çekmiş, buna karşılık sanatın özünde ahlakdışı olduğunu vurgulayan Wilde, romanın üç ana karakteri için şöyle demiştir: “Basil Hallward, ben olduğumu sandığım kişidir; Lord Henry dünyanın ben sandığı kişidir; Dorian ise benim olmak istediğim kişidir, belki başka bir çağda…” Wilde yaşamı boyunca baskı görmesine ve parasızlık çekmesine karşın… “ruhunun yenilmez neşesi”ni her zaman koruyabilmiştir” *** *”Sanatçı güzel şeyler yaratandır” 9 *** Bir yönüyle fantastik bir eser: Kendi kendine değişime uğrayan bir resim, resme bıçağı saplayınca kendisi ölen bir adam, gibi yönleriyle. * Dünya coğrafyasının ve tarihinin bir çok yerinden imge ve nesne anlatımlarına yer verilmesi ile de bir tür İngiltere anlatımı. Ve her biri özel uşağa sahip İngiliz asillerinin günlük yaşamından kesitler. Özellikle de yemekli akşam toplantıları… *** Kitaptan birkaç not: *”Bu ülkede insan biraz seçkin, biraz kafalı olmaya görsün, hemen avam tabakasının diline düşer… bizler ikiyüzlülüğün anavatanı olan bir ülkede yaşıyoruz./… İngiltere’nin kötü yönleri olduğunu bilmez değilim. İngiliz toplum yapısı da temelden bozuk… Senin arkadaşların tüm onur kavramlarını, iyilik, temizlik kaygılarını yitiriyorlar sanki. Onlara zevk ve sefa çılgınlığı aşılıyorsun. Hepsi de birer uçurumun dibine düşüp kalmışlar. Sen sürükledin onları oraya…/…/… Senin yakınlık kurduğun herkesin ahlakını bozduğunu söylüyorlar” 289, 290 *”… tuvalden… sırıtan iğrenç yüz… Dorian Gray’in yüzüydü. Portreye dadanan ürkünç etki –ne olabilirdi bu?- o şahane güzelliği henüz tümüyle bozamamıştı…/… resim onun yaptığı resimdi… Neden böyle değişime uğramıştı bu resim!” 194, 195 *”İngiltere’de her yıl, neredeyse her ay, onun yaptığı bu iş yüzünden adam asılıyordu” 200 *”İzmir’deki küçük kahveyi anlatan satırları okudu… oturmuş kehribar teşbihlerini çeken hacıları… sarıklı tüccarları” 205 *”Uzun, sinsi adımlarla yürüyordu” 207 *”Çifte yaşam sürmenin müthiş zevkini bir an olanca keskinliğiyle tattı” 217 *”Saf, köy yaşantısı. Sabahleyin erkenden kalkıyorlar, çünkü yapacak pek çok işleri var; akşamleyin de erkenden yatıyorlar, çünkü düşünecek hiçbir şeyleri yok” 218 *”Bir görenin bir daha asla anımsayamadığı tipik İngiliz yüzüyle rüküş, donuk bir kız. Ve kocası, sınıfından olan birçok kişi gibi, akıl fukaralığının açığını aşırı neşeyle kapatabileceğini sanan kırmızı yanaklı… bir yaratık” 219 *”Kadınlar kusurlarımızdan ötürü severler bizi” 222 *”Bir erkek herhangi bir kadınla mutlu olabilir, yeter ki onu sevmesin./…/… Geleceği olan erkeklerle geçmişi olan kadınlardan hoşlanırım…/…/… Ilımlılık felakettir. Yeter kavramı yavan bir yemek, fazla kavramıysa nefis bir şölendir” 223 *”Irkının soydan geçme budalalığının –o buna sağlam İngiliz sağduyusu diyordu- toplum için en iyi siper olduğunu kanıtlamaya çalıştı” 224 *”… çılgın yaşama arzusu, insanoğlunun bu en ürkünç iştahı… Tek gerçek çirkinlikti. Adi kavgalar, iğrenç izbeler… unutabilmek için gereksindiği şeyler işte bunlardı” 230 *”… bütün günahların kaynağı… büyük sözünden çıkmaktır” 235 *”İngiltere’mizi bugünkü durumuna getiren, bira, İncil ve yedi ölümcül erdem olmuştur./…/… Yurttaşlarımız tanımlardan hiçbir şey çıkartamazlar./…/ Pratikten çok kurnazdırlar. Hesap defterlerini tutarken budalalığı servetle dengelerler, kötü huylarını da ikiyüzlülükle” 241 *”Ancak yırtıkların ayakta kalabildiğinin resmidir, bizim ırk./…/… sanat…/ Bir illettir./ Aşk./ Yanılsama. / Din?/ İnancın yerini tutan günün modası./…/ Tanımlamak kısıtlamaktır” 242 *”Ben Troyalılardan yanayım. Bir kadın uğruna savaştı onlar” 244 *”Gündelik olgular dünyasında ne kötüler ceza görüyor ne de iyiler ödüllendiriliyordu. Başarı güçlülere veriliyor, yenilgi zayıfların eline tutuşturuluyordu” 247 *”Dünyada tek feci şey can sıkıntısıdır… Hiç bağışlanmayan tek günah odur… Kaderin bizlere önceden haberci göndermek gibi bir huyu yoktur” 251 *”Her skandalın dayanağı ahlakdışı bir güvendir./…/… sevmenin ne olduğunu da unutmuştum” 253 *”Bilmek her şeyin sonu olur. Çekici olan bilmemektir. Sis her şeye harika bir güzellik katar./ Ya da insana yolunu şaşırtır” 254 *”İyi şeyler yapmaya dün başladım./…/… Kent dışında herkes uslu oturur. Baştan çıkarıcı bir şey yok ki orada. Kent dışında yaşayan kimselerin uygarlıktan iyice uzak olmaları da bu yüzdendir ya. Uygarlık, ulaşılması hiç de kolay olan bir şey değildir. Kişi ancak iki yoldan ulaşabilir uygarlığa. Biri kültürlü olmak, öbürü de ahlaksız olmak. Kent dışında yaşayanlar bunların ikisine de fırsat bulamadıkları için durgun sular gibi yosun tutup giderler” 258 *** 21.12.2021

17 Aralık 2021 Cuma

PETROL FIRTINASI

PETROL FIRTINASI *Raif Karadağ, Üçüncü Baskı, 1979, Adak Yayınları, İstanbul, (Divan Yayınları) *Kitabın Önsöz’ünde şunlar var: *“Dünyada her şey, ama akla gelebilen her şey, hammadde kaynaklarına bağlıdır…/… Son asır… mücadelenin mihrakını ise, petrol teşkil etmektedir. Yirminci asrın başlangıcı… devletlerin mücadelesine şahid olmuştur…/… Denilebilir, ki dünya bugün eğer teknik sahada korkunç bir ilerleme kaydetmiş ise, bu ilerlemeyi petrole borçludur… 1880 yılından beri bu madde etrafında cereyan eden mücadeleler bu hususu teyid etmektedir./ Halen dünya’da petrol’a sahip iki beynelmilel dev şirket, büyük ve çok ciddi bir mücadelenin içindedirler… mücadele… her ne pahasına olursa olsun… bütün gücü ile devam etmektedir. Bu mücadele Amerikalı… Rockfeller’in… STANDART OIL Co. İle İngiliz-Hollanda… ROYAL DUTCH – SHELL Grupu ve Rusya arasında devam etmektedir. Bu kitapta okuyacağınız her şey, hakikatın tam ifadesidir diyemeyiz. Amma hakikata en yakındır diyebiliriz…/ Yapılan bu çalışmanın hatasız olduğunu iddia etmiyorum. Elbette bir çok hatalar olabilecektir. Büyük mikyasta noksanlar olacaktır. Bunu biliyor ve daha derine inemediğim için cidden esef ediyorum. Fakat buna rağmen, 30 yıllık bir çalışma sonunda meydana konan bu kitap, iddia ediyorum ki hakikate en yakın olanıdır…/ Raif Karadağ/ Pendik/İstanbul/18/6/1969” *Arka kapak yazısında da şunlar: *“Bu gün medeniyetin teknik inkişafında hala en mühim hareket ve enerji kaynağını teşkil eden petrol, aynı zamanda, dünya siyasetinin de açık-kapalı mücadele mevzularından biri ve belki başlıcasıdır. Petrolün bu siyasi mahiyeti üzerinde uzun zaman çalışan ve esrarı hala çözülemiyen bir ölümle Ankara’da bir otel odasında ölen merhum Raif Karadağ bey’in bu eseri cihan-şumul bir mücadelenin bir safhası ile ilgilidir./…/ DAĞITIM:/ DİVAN YAYINLARI” * Kitabın ekindeki bir kitap tanıtım ilanında ise şunlar yer alıyor: *“Osmanlı Devletinin yıkılmasına matuf isyanların başlangıcı ile, bugünkü anarşik ortam ve ihtilal gayretleri arasındaki şaşırtıcı benzerlikler. Bu belgesel eseri okuduktan sonra, bilinmezliğe terkedilen TARİHİ GERÇEKLERİN ışığında ‘Batılılaşma ihaneti’ ile sahte kahramanları daha iyi tanıyacak, kararı siz vereceksiniz./ DİVAN YAYINLARI/ Sultan İkinci/ ABDÜLHAMİD/ ve Osmanlı İmparatorluğunda/ KOMİTACILAR/ ÜÇÜNCÜ BASKI/ Nizameddin Nazif Tepedelenlioğlu” *** *İlginç bir kitap. *Sanki bir gizli servis işler romanı. *Yazarın önsözde belirttiği gibi, yazılan her şey doğru değil, ama doğrular var ve düşünmeye teşvik edici. *Zaman kaymaları yapan ve zamandan kopuk bir eser. Bilinçli bir anlayışın ürünü olduğunu düşündüğüm bu durumsa yanıltıcı çıkarımlara neden olabilecek nitelikte. *Bütün bir yakın tarih tamamen petrole bağlanıyor, ki bence, bu görüş, başka bazı görüş ve değerlendirmeleri gibi, bir ölçüde de olsa, abartılı bir değerlendirmenin ürünü. *** *Kitaptaki anlatıma göre, dönem tarihinin dinamiği sanki Amerikalı Standard ile İngiliz Shell şirketlerinin, başka bir ifadeyle Rockfeller ile Deterding’in rekabetinden ibaret. Ve bu ikisi de, bir dönem biri, başka bir dönem diğeri olmak üzere, zaman zaman diğerine karşı Ruslarla, yani komünistlerle, bilinçli olarak, müttefik olup, ittifak kurup, iş birliği yapıyor. *İran’da da, hem Musaddık hem de Fedaiyanı İslam Cemiyeti güya komünistlerin müttefikleri imişler ve komünistler yararına iş görüyorlarmış. *Ve yoğun bir komünizm karşıtlığı var. *Ayrıca, İkinci Abdülhamid’e övgü, İttihat ve Terakki’ye antipati ve Cumhuriyet’e soğukluk var. *** Kitapta Osmanlı döneminde Musul petrolleri için imtiyazı verilmesi konusunda şunlar söyleniyor: *“CAHİD BEYİN LONDRA SEYAHATİ VE ELDEN ÇIKAN PETROLLER/…/ 1914 yılı Mart ayının 10 na takaddüm eden günlerde, Londra’da hummalı bir faaliyet vardı… Osmanlı Maliye Nazırı Cavid Beyin Londra’da giriştiği bir takım faaliyetler başlıca amil olmuştu./… Yanında Düyun-u Umumiyede mühim bir mevkii olan ve kendisine Ermeni hanedanına mensup bulunduğu süsünü vererek kendi kendine prens diyen Kalust Gülbenkyan vardı… müzakereler yaparken… Cavid Bey… acele… İstanbul’a döndü… Gülbenkyan’ı müzakerelere Osmanlı Devleti adına devam etmek üzere orada bıraktı… İngilizlerin ellerine muazzam bir fırsat geçmiş oluyordu… Gülbenkyan ile bir anlaşma imzaladılar. Bu anlaşma ile de İngilizler, sonradan zorla girdikleri Musul’dan bir daha çıkmayacaklar ve Orta- şark petrollerini diledikleri gibi kullanacaklardı. Bu anlaşma, bir eski Türk vatandaşını “Mister Yüzde Beş” olarak dünyanın en büyük zenginleri arasına soktu. İngilizler aynen İranda olduğu gibi, Irak petrollerini de akla gelmedik bir yolla ellerine geçirdiler./… 19 Mart 1914… takaddüm eden günlerde Londra’da… Doyçe Orient Bank ile Royal Deutch-Shell grupları arasında… aktedilen anlaşmada, en büyük rolü İngilizler tarafında bulunan… Gülbenkyan ile Sir E. Cassel oynamıştır. Bu tarihte… anlaşmayı imza ettiler, ve (The Turkish Petroleum Company Limited) teşekkül etti… hisseleri şöyle tesbit edildi… yüzde elli… İngiliz… D’Arcy grubu adı ile faaliyet gösteren gruba, yüzde yirmi beşi İngiliz… Anglo Saxon Petroleum’a ve… yüzde yirmi beşi de Doyçe Orient Bak’a aitti./…/ The Turkish Petroleum… anlaşmanın üzerinden 11 gün geçtikten sonra, 30 Mart 1914 de Osmanlı… Ticaret ve Ziraat Nezaretine müracaat ederek bütün Irak’a şamil olmak üzere petrol imtiyazı talebinde bulundu. Cavid Beyin hatası yüzünden meydana gelen bu emrivaki karşısında, İttihat ve Terakki ister istemez bu imtiyazı verdi ve böylece İngilizler Irak petrol sahalarına yerleşiverdiler./ Gerek İngilizler gerek Almanlar… işletme imtiyazlarını, Osmanlı… fiilen harbe girinceye kadar ellerinde ancak tutabildiler… harbe girdiği andan itibaren… hakları işlemez oldu. Fakat… imtiyaz anlaşması mevcuttur… harp sonrası, Türkiye Cumhuriyetine çok pahalıya mal olan bir takım neticeler meydana gelmişti. Bu neticelerin başıKitaptan diğer bazı notlar da şöyle: D’Arcy’nin İran petrol imtiyazını alması bambaşka bir şekilde anlatılıyor. s. 36-44 “Yirminci asrın başından itibaren Avrupa kıt’ası… büyük bir mücadele…/ … mücadele Bankalar ve gizli ajanlar vasıtasıyla yürütülüyordu” 51 -“… huzur, insanlık için seraptan başka bir şey değildir” 57 İngilizler Birinci Dünya Savaşı sonrasında Romanya’da petrolün millileştirilmesi fikrini propaganda edip benimsettiler, bunun sonucunda 1921’de petrollerinin %60’ı Romenlerin oldu. 58 “… asrın en büyük siyasilerinden olan İkinci Sultan Abdülhamid Han…” 61 ve ayrıca 64 “Osmanlı İmparatorluğunun adeta zorla Almanlar safına itilerek Birinci Dünya Savaşına katılması…” 63 “1908 yılı Osmanlı… için en kritik ve nazik bir devredir. Bu devre ile birlikte iç ve dış tavizler başladı… Bu tarihte “Hareket Ordusu” adı altında İstanbulu işgal ve yağma eden Rum-Bulgar-Sırp Hırvat ve Arnavut çetelerinin de kadrosu içinde bulunduğu Üçüncü Ordu, bütün memlekete hakimdi. Mahmut Şevket Paşa ve İttihat ve Terakki Fırkası, ilhamını nereden aldığı bilinmeyen bir ta’viz siyasetine giriverdi./ Sultan İkinci Abdülhamidin bütün tazyik ve tehditler karşısında titizlikle muhafaza etmesini bildiği petrol havzası da İttihat ve Terakki haydutlarının kurbanı oldu… Sultan Abdülhamidin hal’ine kadar Memalik-i Şahane olarak ilan edilmiş bulunan petrol sahaları, 1824 yılının 24 Temmuzunda ilan edilen Meşrutiyetle birlikte Ticaret ve Ziraat Nezaretine intikal ediyordu” 69 “Dokotovsky’nin… söyledikleri…./ “… menfaatlerini korumak hususunda Rusya, Türkler ile daima uyuşabilecektir…”…” 81 -“İttihat ve Terakki, gaflet, hatta ihanet içersinde hükümet ediyordu” 88 nda Musul’un Türkiye hudutları dışında bırakılması yer alır" 104-107 *Oysa, daha sonra yazılan çeşitli kaynaklarda bu konuda çok farklı anlatımlar var. *** 17.12.2021 *** Kitaptan diğer bazı notlar da şöyle: D’Arcy’nin İran petrol imtiyazını alması bambaşka bir şekilde anlatılıyor. s. 36-44 “Yirminci asrın başından itibaren Avrupa kıt’ası… büyük bir mücadele…/ … mücadele Bankalar ve gizli ajanlar vasıtasıyla yürütülüyordu” 51 -“… huzur, insanlık için seraptan başka bir şey değildir” 57 İngilizler Birinci Dünya Savaşı sonrasında Romanya’da petrolün millileştirilmesi fikrini propaganda edip benimsettiler, bunun sonucunda 1921’de petrollerinin %60’ı Romenlerin oldu. 58 “… asrın en büyük siyasilerinden olan İkinci Sultan Abdülhamid Han…” 61 ve ayrıca 64 “Osmanlı İmparatorluğunun adeta zorla Almanlar safına itilerek Birinci Dünya Savaşına katılması…” 63 “1908 yılı Osmanlı… için en kritik ve nazik bir devredir. Bu devre ile birlikte iç ve dış tavizler başladı… Bu tarihte “Hareket Ordusu” adı altında İstanbulu işgal ve yağma eden Rum-Bulgar-Sırp Hırvat ve Arnavut çetelerinin de kadrosu içinde bulunduğu Üçüncü Ordu, bütün memlekete hakimdi. Mahmut Şevket Paşa ve İttihat ve Terakki Fırkası, ilhamını nereden aldığı bilinmeyen bir ta’viz siyasetine giriverdi./ Sultan İkinci Abdülhamidin bütün tazyik ve tehditler karşısında titizlikle muhafaza etmesini bildiği petrol havzası da İttihat ve Terakki haydutlarının kurbanı oldu… Sultan Abdülhamidin hal’ine kadar Memalik-i Şahane olarak ilan edilmiş bulunan petrol sahaları, 1824 yılının 24 Temmuzunda ilan edilen Meşrutiyetle birlikte Ticaret ve Ziraat Nezaretine intikal ediyordu” 69 “Dokotovsky’nin… söyledikleri…./ “… menfaatlerini korumak hususunda Rusya, Türkler ile daima uyuşabilecektir…”…” 81 -“İttihat ve Terakki, gaflet, hatta ihanet içersinde hükümet ediyordu” 88 ***

8 Aralık 2021 Çarşamba

KÖRLÜK

KÖRLÜK *Portekizli yazar Jose Saramago'nun eseri. *Künyesini not etmeyi unuttuğumdan buraya yazamıyorum. *İnsan anlatılıyor, insanın iyi ve kötü yönleri vurgulanıyor. *Bu pandemi günlerine denk düşen de bir içeriği var: Herkese körlük mikrobu bulaşmaya başlayıp yaşam allak bullak olunca meydana gelen karmaşada insanın ne denli kötü, ancak bazı insanların da ne denli özverili-fedakar olabileceği güzel bir şekilde anlatılmış. *Bir yerde, kötülük çok kolay yapılabilen bir şeydir, anlamında bir ifade vardı ki, bence, çok çarpıcı ve doğru bir tespitti. *Kitabı sevdim. *Paragraf içinde nokta ve virgül kullanılmayan, ama büyük harf kullanılan alışılmamış-değişik bir anlatımı var. Bu anlatım şeklini de güzel buldum. *** 8.12.2021

7 Aralık 2021 Salı

OBLOMOV

OBLOMOV *İvan Aleksandroviç Gonçarov, Çevirenler: Sabahattin Eyüboğlu-Erol Güney, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nda XXXII. Basım: Mart 2021, İstanbul *Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi XXVI *Arka kapak yazısında şöyle deniyor: “İvan Aleksandroviç Gonçarov (1812-1891): Rusya’nın 19. yüzyılda yetiştirdiği en önemli romancılardan biridir. Yazarın… ikinci romanı Oblomov’sa (1857), yalnız Rusya’da büyük bir etki yaratmakla kalmamış, dünya edebiyatına da son yüz elli yıldır hem trajikomik bir karakter hem de adıyla özdeşleşmiş bir insanlık durumu kazandırmıştır.” *Önsöz’de de şunlar var: “Doğu, belki de ilk defa olarak Gonçarov’un bu büyük eserinde kendi kendini tanımaya, Batı’dan farkını anlamaya başlamıştır./…/ Oblomov, yıkılmakta olan bir toplum düzeninin, Rus derebeyi sınıfının çocuğudur…/ Oblomovka… eski Rusya’dır… Oblomovka’da köylülerin hazırlayacağı ekmeği yemek için büyütülmüş Oblomov, ekmeğini kendi kazanan insanlar arasında ne yapacağını şaşırır… sonunda toplumdışı bir insan… bir yük olur./… Tembel, işten kaçan ve işsizlikte mutluluğu bulan adamdır. Oblomov’sa hiçbir zaman işe giremeyen, işsizlikten de zevk alamayan bir adamdır…/… derebeyleri için mutluluk çalışmakta değil, işsizlikte; değer, çalışanda değil, çalışmayanda idi… derebeyleri, çocuklarını yeni hayata, Rusya’ya yeni giren endüstrinin yarattığı çalışma yollarına sokamıyorlardı… çocuklarını Alman öğretmenlere göndermeye razı oluyorlardı. Ama gene de bunun için eski rahatlıklarından bir şey feda edemiyorlardı. Oblomov işte bu değişen hayat koşullarının ve bu kararsız aile eğitiminin kurbanıdır…/… yeni hayatın mümessili Ştolts’dur… Ştolts, derebeyi, hatta Rus bile değildir… Rusya’yı Avrupalaşma yoluna götürecek insanların temsilcisi olduğu içindir ki… refahı kolayca elde ediyor…/ Oblomov’un ruhu Ştolts’unkinden daha zengin, daha derindir… Rusya’nın Ştolts gibi bayağı, ama güçlü, çalışkan insanlara ihtiyacı vardır./ Büyük Petro’dan beri Rusya’da devam eden büyük Rusya-Avrupa kavgasında, Gonçarov… Avrupa’nın tarafını tutuyor. Diğer büyük Rus romancıları bu yolda o kadar ileri gidemiyorlar. Gogol, Dostoyevski, Tolstoy Avrupa’dan çekiniyorlar, Rusya’nın… değerleri korumaya çalışıyorlar… büyük bir işadamı olan Ştolts, Dostoyevski’nin, hele Tolstoy’un nefret ettiği insanlardan biridir./ Gonçarov, Ştolts-Oblomov karşıtlığında eski ve yeni Rusya’yı, Doğu’yla Batı’yı karşı karşıya koymuştur…/… büyük romancılarda görülen bu dram karşısında gülümseme, bu humor olmasaydı, Oblomov… sıkıcı bir kitap olabilirdi… ikinci plan tasvirlerinde realist edebiyatın her zaman veremediği doyulmaz tablolar vardır… ilk bakışta tekrar gibi görünen belirsiz renkleri biriktirerek canlı bir bütün yaratıyor./… Avrupa, hayallerini gerçekleştirmek üzere kuran insanların ülkesidir. Orada gerçekleşemeyen hayal bir acı kaynağı, bir tragedya konusudur. Doğu’da ise hayal bir keyif, bir gerçekten kaçma vesilesidir. Doğulu… hedefsiz, başıboş hayaller kurar. Oblomov’da gerçeğin yerini tutan hayal, Ştolts’da bir teşebbüsün hazırlığı, ilk adımıdır./… Avrupalılaşma yolunu tutan her Doğu milletinde Oblomovluk kolay kolay ruhlardan çıkmayacaktır…/… Fransızca çevirisi Oblomov’un Fransa’da ne kadar az anlaşıldığını gösteren bir laubalilikle yapılmıştır…” v-x *Bir yerde de şu var: -“Onda sevdiğin şey zekadan daha değerli bir şeydi; onun dürüstlüğünü, vefalı yüreğini sevdin… bu değer onun doğuşunda vardı, hayat o yanını hiç değiştirmedi. Birçok zorlukla karşılaştı, donuklaştı, uyuştu, neşesi, zevki bozuldu, yaşama gücünü yitirdi. Ama yüreği hiçbir sahteliğe düşmedi, lekesiz kaldı. En çekici kötülük onu ayartamaz, hiçbir güç onu doğru yoldan çıkaramaz. Bütün kötülükler etrafını alsa, dünyanın altı üstüne gelse Oblomov kötülüğün ardından gitmez, her şeye rağmen temiz, dürüst ve iyi kalır… Ruhu her zaman pırıl pırıldır. Onun gibi insanlara dünyada az rastlanır; kalabalıklar içinde birer inci gibidirler… insan her zaman, her yerde ona güvenebilir” 588, 589 *Zevkle okudum. Sevdim. *Genel bazı ifadelerden Oblomov’u sadece tembellik sanıyordum, yanılmışım, çok daha fazlası imiş. Mesela, felsefe var, kültür var ve dahası var. *Bence çok hoş bir üslubu var, bazı tiplemeler harika bir şekilde anlatılmış, Dickens’in İki Şehrin Hikayesi’nden sonra en keyif alarak okuduğum kitap oldu, Gonçarov’u, Dostoyevski’den ve Tolstoy’dan çok daha fazla güzel buldum. * 7.12.2021

The Great Gatsby

* However, of all the characters, I liked Gatsby the most. He is a man that embodies the American dream of coming from nothing and achieving wealth and success through ambition and hard work. From a young age Gatbsy despised poverty and longed for wealth and riches. He also wanted to become wealthy so that he could marry his love Daisy, whom he has loved for many years. Gatsby is a tragic hero however. Gatsby is not in love with Daisy but the idea of her. For him Daisy represents everything he has worked hard for - wealth, money and status. Gatsby is also a man stuck in the past. He cannot let go of Daisy no matter what and this ultimately leads to his tragic demise. In short I liked the novel a lot because of its characters, its setting, the story’s meaning and its themes. Fitzgerald narrates the story through Nick exceptionally well which gives the story a more personal feel. The author uses the story as a way to highlight the lack of morality in 1920s America, as everyone is obsessed with money and wealth. * Ancak, tüm karakterlerden en çok Gatsby'yi sevdim. O, Amerikan rüyasını yoktan var etme ve hırs ve sıkı çalışma yoluyla zenginlik ve başarıya ulaşma hayalini somutlaştıran bir adam. Gatbsy genç yaştan itibaren yoksulluktan nefret etti ve zenginlik ve zenginlik için can attı. O da uzun yıllardır sevdiği aşkı Daisy ile evlenebilmek için zengin olmak istiyordu. Ancak Gatsby trajik bir kahraman. Gatsby, Daisy'ye değil, onun fikrine aşıktır. Onun için Daisy, uğruna çok çalıştığı her şeyi temsil ediyor - servet, para ve statü. Gatsby aynı zamanda geçmişe saplanmış bir adamdır. Ne olursa olsun Daisy'den vazgeçemez ve bu, sonunda trajik ölümüne yol açar. Kısacası ben romanı karakterleri, kurgusu, hikâyenin anlamı ve temalarıyla çok sevdim. Fitzgerald, hikayeyi Nick aracılığıyla son derece iyi anlatıyor ve bu da hikayeye daha kişisel bir his veriyor. Yazar, hikayeyi, herkesin para ve zenginliğe takıntılı olduğu 1920'lerin Amerika'sındaki ahlak eksikliğini vurgulamanın bir yolu olarak kullanıyor. * İ'in sunumuyla ilgili anlatımından bir bölüm ve Türkçesi bu metin. *Öğrendim. *Yararlandım. *Sevdim. * 7.12.2021

4 Kasım 2021 Perşembe

HAYIR…

HAYIR… DAR ZAMANLAR III Adalet Ağaoğlu, 4. Basım: Ocak 2021, Everest Yayınları, İstanbul “İnsanın düşünsel faaliyeti derinleştikçe, başkaldırı sesinin de derinlerden, boğuklaşmış olarak gelmesinden daha doğal ne var? Haykırmalar, savsözler ancak yüzeyden yüzenlerin kulak yırtan gürültüsünden başka bir şey değil.” (Arka Kapaktaki yazılardan, ve, s. 21) Ölmeye Yatmak ve Bir Düğün Gecesi ile birlikte üçlemenin son kitabı olduğu için özellikle alıp okudum. Cumhuriyet’in ilk kuşak kızlarından Prof. Aysel’in 80’lerdeki gözüyle ülkenin ve hatta bir ölçüde Batı’nın hali anlatılıyor. Esas olarak bazı insanlık halleri... Geçmişten bugüne… Düşle gerçek arası… Bir tür sayıklama gibi! Olaydan ziyade daha çok geçmişe dair düşünceler var. Birkaç farklı kişinin bakış açısından… Sonuçta insanlık açısından Cumhuriyet’in geldiği yer kötü, deniyor! İnsanlık da… Ve, Batı’nın hali de. * Genel olarak ülkedeki yaşamın bilinen bazı halleri kayda geçirilmiş. Olumsuz, sevimsiz haller. * Cumhuriyet baskıcı. Zamanla Aysel yorulmuş. Yaşlanmış. Yalnızlaşmış. Yaşam sevimsiz. Yaşam pek insani değil, iki yüzlü ve riyakarca. Yaşamın tadı kalmamış. İnsanlarda yozlaşma, Gündemde intihar düşüncesi var! * Bir de, artık hiç sevemediğim o çok yaygın, biz Batı’dan iyiyiz, halleri… Biz var ya biz, der gibi! * Kurgu? Karmaşıklık var gibi! Anlatım tarzı ise, bence, yorucu ve sevimsiz. Sanki düşle gerçek iç içe. * Üçlemenin üçüncü kitabı diye, özellikle satın aldım, ama, meğerse daha önce okumuşmuşum ve köyde kitabın kendisi de varmış. Ama hiç iz bırakmamış! Okuduğumu dahi unutmuşum! Üstelik, kitabın arkasına kitapla ilgili düşüncelerimi de yazdığım halde! İlginç. Kitapla ilgili ilk okuduğumda yazdığım düşünceler aynen şöyle: “Ne kadar aşırı bireye, içe dönme./ Sanki idealizm, bütün kötülüklerin sorumlusu tek tek bireylerin olumsuzlukları. İnsan kendi kendisini, deyim uygunsa, yetiştirip aşabilir olumsuzluğu, sanki./ Yoğun kuşkuculuk. Bireyin kendi içine dönük arayışı./ Belli bir dönemdeki yaşamın sanki fotoğraf şeklindeki bazı görüntüleri; temelden özünden koparılmış görüntüler sanki./ Yoğun kuşkuculuk. Arayış, ama herhalde henüz bulamayış./ Cemal’in hastalığı ve onunla ilgili değerlendirmeler, ona bakış; yalnızca aşırı içe dönme sonucu düşünceden kaynaklanmıyor mu? İdealizm değil mi? Özünden koparılmamış mı bazı şeyler?/ Bireycilik./ Kuşku./ Koparış./ İdealizm./ Arayış; bulamayış; yitiş mi?/ Yalnızlık./ Birlikte harekete yer yok mu?/ 5.12.87-Ank./ Yalnızca küçük burjuva eleştiriciliği değil mi? Yeni bir davranış biçiminin olmadığı açık.” Böyle yazmışım, ama şimdiki düşünceme göre, en azından bir ölçüde bir tür ukalalık etmişim. Tam algılayamadan, şematik bir şekilde, güya, değerlendirme yapmışım. Başka bir ilginç nokta da şu: Yeni aldığım kitapta “1. Basım: Haziran 2014” deniyor. Oysa önceki kitap Remzi Kitabevi yayını olarak 1987 yılında çıkmış. İkincisindeki ifade yanıltıcı değil mi? Ve, yeni baskıda kitabın başlığına, DAR ZAMANLAR III, şeklinde bir ek de yapılmış. * Kitaptan bazı notlar: -“İrfan ordumuzun tarihi, talime çıkarılmış eratın yazılamamış tarihine benzetilmiştir…/ Bu ülke düşünce insanlarımızı yerden yere çaldı” 10 -“… dostun düşmanlığını doğallaştıran bir hayat…” 22 -“Bir masal akıldışılığında olup biten her şey gerçek. Bir Ortaçağ zorbalığında yaşanan her şey gerçek./… binlerce insanın tutukevlerine tıkıldığı… onların çeşitli işkencelere uğratıldıkları, bazılarının ortadan kaybolduğu, bazılarının sakat kaldığı… gerçek./…/… bütün bu uygulamalara, “Hayır!” diyelim” 55, 56 -“Altmış sekiz gençliği… Onların hızla dalga dalga yükselişi ve bayrak direğinin kırılışı. Kimdiler? Jön Türklerden ya da Cumhuriyet’in eski gencinden farkları neydi?/…/ Alev böyledir. Hiçbir bilgiyi tam anlamıyla kavrayamadığına inanır, yarım bilgiden vebadan korkar gibi korkar” 127 -“Can gibiler insanlığın bu kadar aşağıda olduğuna inanmak istemezler. Pislik üstlerine üstlerine gelirse, gözlerini sımsıkı yumarlar; insanoğlunun kıskançlık, doyumsuzluk gibi ayıplarından utanç duyarlar” 137 -“Asılanlar sakin sakin asıldı./ Sakin sakin sahtekarlık, sakin sakin onur” 153 -“… vicdanı çıkarılmış, içi boşaltılmış bilim adamı ordusu kurdular” 197 -“Kopenhag’da… dayanıştıklarını anlatıyor…/… Avrupalı hala ve yalnız kendi adasının kurtuluşunu düşünüyor… ırkçı, milliyetçi, ayrılıkçı bir tutum bu…/…/… egzotik bir meyve gibi Avrupa Topluluğuna sunarlar beni… Batı, gelişiminden ne kadar sıkıldı. Sıkıldıkça yeni oyuncaklar, yeni hava delikleri aradı” 199 -“Senin gelişim dediğin, kişiliğin ortadan kaldırılmasıdır… Bir rumuzdan, bir sayıdan ibaretsin artık… Senin toplumunun üyesi olmak isterdim” 200 -“”Senin memlekete birçok kez gittim” demişti. “Orada hayatın baş edilmesi gerekli günlük zorlukları insanları ayakta tutuyor…”/…/… Yumuşak, ışıklı bir kar. Hiç ışığı olmayan günlerin aydınlatıcı karı. Ortalık öyle güzel ki…” 201 -“İnsan yurduna, toprak ve töreden başka, nelerle bağlıdır? Çocukluğuyla, anılarıyla, yakınları, akrabaları, dostları, küçüklü büyüklü olaylarıyla. Herhalde asıl bunlarla” 206 -“Şurada birbirinden kopmayan, birbirinin izini yitirmeyen kaç arkadaş kaldık ki? Bütün iyi, güzel birliktelikler tek tek solup gitti sanki” 208 -“… arayışlarımın içinde yaşadığımız şu toplumla herhangi bir bağı kalmamış gibi bir duygu var içimde. Gittikçe soyutlaşan sorular. Fikirler… İnsanımızdan gittikçe uzak düşüyorum anlayacağın…/…/… Onda, bir kuşağın, o kuşaktan bir avuç insanın hem onurlu, hem çok acıklı-gülünçlü serüvenini görüyorum” 209 -“Dürüst olunca, kırıcı olmak da kaçınılmaz” 210 -“… gerçeklerin arkeolojik kazılar istediğini…/…/… Geçmişle ilintili her şey sürekli değer değişimine uğrayınca, şimdiyle, gelecekle ilgili her şey de aynı değer değişimine uğruyordu” 211 -“… bu konuşma gerçekten olmuş gibi yüzünü buruşturuyor” 212 -“Biri ötekinin aynısı kasabalar, küçük kentler. Bir tren istasyonu, bir alışveriş merkezi, bir küçük alan, bir kilise, donuk ışıklı bir barla bir otelin, otel olduğunu elevermeyen kapalı yüzü…” 218 -“Petra’yı özlüyor: Ama ne kadar mekanik bir istek bu. Susamak gibi, canım bir kadeh içki istiyormuş gibi. Yasaklanmamış herhangi bir şey. Ne tuhaf, insan hakları, göçmen hakları, nükleer silahlanmaya karşı yürüyüşlerimizde de ülkemdeki karşı koymanın heyecanı yok. Duygunun değil, mantığın buyruğu…” 219 -“Özel hayatım yok ki… karım ve çocuklarım Leiden’de otururlar. Arasıra buluşuyoruz” 220 -“Ülkemin bir avuç aydını, onca itilip kakılmalara karşın, hala direniyor, hep de direnecek…/…/ “Ama sizin hayatınız da büyük bir direniş örneği. Bu gücü nereden alıyorsunuz, bilmek isterdim.”/ Kendi payına düşen bu övgüden rahatsız oluyor… Bu bakışın altında ne büyük bir küçük görüş yatıyor! Buralarda en çok bu nedenle onur kırıklığına uğruyorum” 221 -“… en alçakça, en bayağı yollara başvurularak yok edilmeye çalışılanlar, sadece en doğal olanı yapmak, aklın yolunda onurla yaşamak istediler. Bu da, özellikle sizlerin tarihlerinizin yabancısı olmalı./…/… kimse, yönetenin dayattığı sürü hayatlarının güvencesinden yoksun kalmak istemiyor. Yönetilmek rahat” 222 -“Cumhuriyet’in ilk idealist kuşakları… “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen…”… artık ya bizden öncekilerde ya bizden sonrakilerde yeni bir güç aşısı arayıp duruşlarımız. Her kezinde birlikte suya gömülüşler ya da dıştalanış, dıştalanış… Yalnızlıktan ne kadar korktuk! Tek kalmaktan./… Yiğitlik taslıyor. Halkı başkaldırıya kışkırtmakla suçlanan bir prof.’un yanında duracak da, ilericilerin gözünde yükselecek!.. Artık yiğitliğin, yüceliğin terazisi günlük politikanın günlük ölçüleri olup çıktı… İşten atılmayı, hapse tıkılmayı göze almaktan başka karşı duruş yolu yok. Aykırı tek ses yok./… Düzen ve baskıcı dönemler en doğal edimlerimizden birer kahraman yaratıyor. Böyle dönemlerde, o en doğal edimler, eğilimler insanda bir yanlışlık duygusu uyandırıyor. Değerler sarsılmıştır” 258-260 -“Kimseye muhtaç değildir kendileri…” 265 -“Ölümü… Varoluşçu anlamda… İnsanın kendi türüyle, kendisiyle, yalnız kendisiyle hesaplaşması… Tanrı kavramı altüst olduğu, onurun, kahramanlığın anlamı tepeden tırnağa değiştiğine göre, ölüm ve onu seçişin anlamı da…/… siyanürlü bir yüzük saklayıp saklamadığını bilmek isterdi… “Her şey birden terk ediyor beni, ben her şeyden, büyük uyumdan hızla uzaklaşıyorum” diye yazılmış bir not…/…/… İç dünyalar, iç yaşamlar yok… Dış zamanın karşısına iç zaman konmayınca kozmik an nasıl yakalanacak? Bir tek yoldan. Kendini sonsuz özgür duymakla. Reddedişle. Yapayalnızlıkla…” 268, 269 -“… artık kişisel düşünce ve duygularımızı hiç aktarmıyoruz karşımızdakine. Paylaşmak, yük olmakla eş anlamlı sanki…/… Fakat bu teslim oluş nasıl hoş kılabilir insanı?” 286 -“Temmuz 1984-Temmuz 1987” 303 * 27.8.2021

YAŞAMAK

YAŞAMAK Yu Hua, Çince Aslından Çeviren: Bahar Kılıç, 5. Baskı: Eylül 2018, Jaguar Kitap, İstanbul Fugui, kendisiyle birlikte altı insanın hayatını ve ülkesi Çin’den bazı olayları anlatıyor. “Basit bir anlatım, güçlü bir anlatı…” Yayımlandığında ülkesinde yasaklanıyor. Okurları, “bir hayat öyküsü okumamış da sanki bir hayat yaşamış olduklarını” söylüyor. Kitap bir “modern klasik”e dönüşüyor. (Arka Kapak yazısından) * Çok güzel bir anlatım. Muhtemelen çeviri de öyle olmalı. İçerik de yaşam. * Çin’de Mao öncesi dönemde fakirliğin ne denli yaygın olduğu ve özellikle fakir insan hayatının ne denli önemsiz olduğu, Mao sonrası dönemde de farklı bir anlayışla insan hayatına nasıl önem verilmediği, ve, bazı komik görünen dramatik haller, var. * “Çok geçmeden yemek pişirdiğimiz tencere ve tavaların da komüne verileceğini kim bilebilirdi ki? Demir elde etmek için eritileceklerini söylediler. Bir gün Yoldaş Başkan kapı kapı dolaşıp bütün demir tencere ve tavaları toplayıp parçaladı” 91 Yemek herkes için bir yerde pişirilecek, şeklindeki gayet güzel görünen bir fikir, sonradan bir tür fiyasko haline geliyor, gerçekleşemiyor. * Kitaptan diğer birkaç not şöyle: “Bir iki aydır sofradan karnımız tok kalkmaz olmuştuk” 118 “Kasabada bile kimse yiyecek bir şey bulamıyordu” 120 “Youqing’in yaptığı tek şey gölete gitmek ve açlığını bastırabilmek için ağzını şapırdatarak su içmekti” 123 “Köylüler gittikten sonra, başkan kapıyı kapattı… şöyle söyledi: “… eğer yiyecek bir şeyiniz varsa bana da bir lokma verin!”/…/ Pirinç hasadına kadar günler böyle geçip gitti” 129 “Yoldaş Başkan iyi bir adamdı” 145 “Kültür Devrimi başladıktan sonra ortalık karıştı. İnsanlar her gün şehrin caddelerine doluşuyor ve kavga ediyordu. Kimi zaman ölenler oluyordu. Köylüler şehre inmeye cesaret edemiyordu. Köyler… şehirlere göre daha sakin ve huzurluydu. Geceleri güven içinde uyuyamamız dışında, her şey eskiden olduğu gibiydi. Çünkü Büyük Başkan Mao’nun emirleri hep gecenin bir yarısında gelirdi. Yoldaş Başkan toprak alan gider ve var gücüyle düdüğünü çalardı. Düdük sesini duyunca yataklarımızdan fırlar, duyuruları dinlemek için toprak alana koşardık. Yoldaş Başkan bağırırdı: “Herkes toprak alana! Saygıdeğer Başkan Mao’nun size talimatları var!/ Hepimiz sıradan insanlardık. Elbette ülke sorunlarına ilgisiz değildik, sadece olanları anlamıyorduk… Baştakilerin buyurduğu şekilde düşünür, her şeyi onların buyurduğu şekilde yapardık” 150 “Fakir olduğumuz için hiçbir zaman kazak giyme lüksüne sahip olamadık” 165 “Kültür Devrimi şehirde her geçen gün daha da şiddetleniyordu. Bütün caddelerin duvarları dazibao’larla* (benim notum: * dazibao’lar: 1978-79 yıllarında önemli işlevler gören posterler) donatılmıştı. Onları yapıştıranlar bir düzine aylak insandı…/… her yerde, lavaboda bile, Büyük Başkan Mao’nun sözleri yazılıydı…/… Kasabada her zaman kavga ve kargaşa vardı; birkaç kere bazı insanların ölesiye dövüldüğünü, yerden kalkamadıklarını gördüm. Yoldaş Başkan’ın kasabadaki toplantılara artık gitmiyor olması boşuna değildi… bir gün…” Çok korkuyorum…”/ Yoldaş Başkan köyde saklanıyor, hiçbir yere gitmiyordu. Ama sadece birkaç ayı huzur ve sükunet içinde geçirebildi. O gitmese bile, gelip onu alacaklardı… bir gün, uzaklardan kırmızı bir bayrağın dalgalanarak geldiğini gördük. Şehirden bir grup Kızıl Muhafız geliyordu. Yoldaş Başkan da tarladaydı…/ kızıl Muhafızların başında genç bir kız vardı…/…/ Kız en fazla on altı on yedi yaşlarındaydı, ama Yoldaş Başkan’ın karşısında kendini çok beğenmiş bir tavrı vardı…/…/ Kız… “… aranızda kapitalist yolcu var mı?”/…/ “Kim bilir,” diye kükredi kız. “Belki de kapitalist yolcu sensin!..”/…/ Kız…/… muhafızlara dönüp elini salladı. “Götürün onu!”/…/… bağırıp çağırsa da yararı yoktu… onu alıp götürdüler… Üç gün geçmeden geri döneceğini kim bilebilirdi? Gözü şişmiş, burnu morarmış bir halde, evine doğru tökezleyerek yürüyordu…/…/ Chunseng’ın başının dertte olduğunu bilmiyordum…/ Kollarına kırmızı bant takmış birkaç çocuk hemen ona doğru koştu. Onu tekmeleyip döverken küfrediyorlardı: “… Seni şerefsiz kapitalist yolcu!”/… Öyle dövdüler ki, artık sesi çıkmaz olmuştu… “Yalvarırım vurmayın,” dedim./…/ İçlerinden biri Chunsheng’i işaret edip, “Onun kim olduğunu biliyor musun?” dedi. “Bu eski vali bir kapitalist yolcu.”…” 168-173 * Çok acıklıydı. Okurken gözümden yaş eksilmedi. Duygulandım. Etkilendim. * 28.8.2021 Bir de, bir not: Yu, Çeçence’de dişiller için var anlamında, Hu da, ne anlamında, iki sözcük. Yazarın adının bu sözcüklerden oluşması ilginç değil mi?

TAYMİN (Tayma’nın) BİYBOLAT

TAYMİN (Tayma’nın) BİYBOLAT TAYMANIN OĞLU BİYBOLAT Biyografik Roman BAYSAGUROV SUPYAN YUNADİYEVİÇ, Çeçen Dilinden Çeviren: ALİ BOLAT, 1. Baskı, Ocak 2021, Omca Yayınları, Ankara Roman denmiş, ama romandan daha çok bir rapor gibi! 1800'lü yılların ilk otuz yılına ait Çeçen tarihine dair bir rapor sanki! * Zaten kitapta da bu husus şöyle vurgulanmış: “Çeçen tarihinin otuz yıllık önemli bir kesitine ışık tutan tarihi “Taymin Biybolat” romanını yayımlamıştır. Romanda geçen tarihi olaylar ve ana karakterler gerçektir./…/ Kadiyev Abdulhamid/ “Terek Haberleri” gazetesi yazarı” 7 * Daha çok günümüzün bakış açısıyla yazılmış bir tarih denemesi gibi! * Türkçe yazımda bazı sıkıntılar var sanki! Hem de tercümenin sağlığı konusunda, acaba, dedirtecek türden! Tercümeden mi, yazımdaki özensizlikten mi? Yine de tercüme edilmesi bence gayet iyi olmuş. Tercümanın emeğine sağlık. Bilgilendiriyor. * 4.11.2021

MUCİZE

*Görmesini mi bilmiyoruz? *Görmesini bilse insanın çevresinde ne çok mucizevi şeyler var: Doğa, bitkiler, canlılar, gökyüzü, evren… *Her şey ayrı bir mucize sanki! *Her yerden bilim fışkırıyor sanki! *En büyük mucize de insanın kendisi değil midir? *İnsanın kendi varlığı! *** Can Ataklı: İnsan dediğimiz şey ne acayip bir şey | Korkusuz Gazetesi Can Ataklı 31 Ekim 2021 İnsan dediğimiz şey ne acayip bir şey Çok güzel bir yazı buldum izlediğim sosyal medya hesaplarından birinde. İnsan’ı anlatıyor. Meğer ne çok özelliğimiz varmış. Bildiklerimizle bilmediklerimizle gelin “insan denen şeyin ne acayip bir şey” olduğunu birlikte okuyalım; 1. İnsan kalbi yerinden çıkarıldığında bir süre daha atmaya ve etrafındaki havadan oksijen almaya devam eder çünkü kendi elektrik sistemine sahiptir. 2. Mide asidi o kadar güçlüdür ki vücudunuz her 3-4 günde bir midenizin iç katmanını baştan aşağı yeniler. 3. İnsan burnu 50.000 kokuyu tanır ve hatırlar. 4. Vücudunuzda 96.000 km uzunluğunda kan damarı vardır. Bu uzunluk Ekvator’un çevresinde 2.5 tur atabilir. 5. Kalbiniz her gün bir kamyonu 32 km götürmeye yetecek enerji üretir. Ömür boyunca ürettiği enerji ile bir kamyon aya gidip geri dönebilir. 6. 70 yıllık ömrü boyunca bir insan kendinden ortalama 48 kilo deri döker. 7. Havanın açık olduğu bir gece gökyüzüne bakarsanız Andromeda galaksisini görebilirsiniz, bu gözlerinizin küçücük bir ışık huzmesini yakalayabilecek kadar hassas ve güçlü olduğu anlamına gelir zira bu komşu galaksi 2,5 milyon ışık yılı uzaklıktadır. 8. Bir insan ömrü boyunca 25.000 metreküp hacminde iki yüzme havuzunu dolduracak kadar tükürük üretir 9. Uyanık olduğunda beyniniz bir ampulü yakmaya yetecek kadar elektrik üretir 10. Kemikleriniz aynı ebattaki çelikten daha güçlüdür, buna karşın çelikten 4-5 kat daha hafiftir ve çelikten bile güçlü olan kemiklerinizin yüzde 31’i sudur 11. İnsan gözü dijital bir kamera olsaydı, 576 megapiksel olurdu. Piyasada bulabileceğiniz en gelişmiş 80 megapiksel DSLR’nin fiyatı 34.000 dolardır. Ayrıca uzmanlar insan gözünün 10 milyon farklı rengi ayırt edebildiğini tahmin etmektedir. 12. Kılıf içerisinde olmasaydı tüm hücrelerinizde yer alan DNA dünyadan Plüton’a gidip geri gelecek kadar esneyebilirdi. 13. Ömrünüz boyunca, beyninizin uzun dönem hafızası 1 kuadrilyon (1 milyon x milyar) ayrı bit bilgiyi tutabilir 14. Ortalama bir insan ömründe, kalp yaklaşık olarak 1.5 milyon varil – 200 tankeri doldurmaya yerecek kadar – kan pompalar. 15. Vücudunuz saatte 180 milyon kırmızı kan hücresi üretir 16. Hamilelik süresince, eğer annede organ hasarı ortaya çıkarsa, rahimdeki bebek hasarlı organı onarmak için kök hücre gönderir 17. Bir adım atmak için 200 kas çalışır 18. Tek bir hücrede 6 milyar DNA bulunur 19. Bir insan hiç yemek yemeden 2 ay yaşayabilir 20. Hafızanıza yeni bir şey kaydettiğinizde beyindeki nöronlar arasında yeni bir fiziki bağ oluşturulur. Her yeni kayıt ile beyninizde fiziki bir değişim yaşanır 21. Beyin hücreleriniz ölmeye başlamadan önce oksijensiz 5-10 dakika hayatta kalabilirsiniz 22. Beyninizin yüzde 60’ı yağdan oluşur 23. Yüzünüzü bir duyguyu yansıtacak şekilde değiştirdiğiniz zaman o duyguyu yaşamaya başlarsınız 24. insan gözü her defasında yalnızca görüş alanınızdaki küçük bir alanı görebilir, bunları tek bir resim haline getirebilmek için saniyede 2-3 seğirme (hızlı, otomatik göz hareketi) gerçekleştirir 25. Beyniniz kendisini aşırı yüklenmeden ve duygusal çöküntülerden korumak için bazı bildiklerini unutur, bu yeni bilgileri daha kolay ve hızlı öğrenmenizde size yardımcı olur. ***

Ermeni Soykırımı’nın Kısa Bir Tarihi

*Taner Akçam, Nisan 2021, Aras Yayıncılık, İstanbul *Kitap, ilk sayfasında, 2007’de öldürülen Hrant Dink’e, soykırım dediği için hakkında açılan dava dolayısıyla, “Bu kitap senin yapmak istediğin savunmanın bir parçası olsun Hrant” diye seslenerek başlıyor. *1915-1918 döneminde yaşananlar için soykırım diyor! * 4.11.2021

19 Ekim 2021 Salı

YAZMAK VE YÜRÜMEK

*Yazmak çok öğretici, *Yürümek çok zihin açıcı, imiş. *Bunları yakın zamanda, geç de olsa, öğrendim-idrak ettim. *Güneşten, yazın korunmak, kışın yararlanmak, gerektiğini de. *Ve, başka bazı şeyleri. *19.10.2021

22 Eylül 2021 Çarşamba

GÜNEŞİN ÇOCUKLARI

Yatılı İlköğretim Bölge Okullarından izlenimler Sevim AK, Genişletilmiş 4. Basım: Kasım-2008, Can Sanat Yayınları, İstanbul "İLKYAR, ODTÜ, TEGV, ODTÜ Koleji destekli 'Gezici Deneyler' projesinin otuz candan gönüllüsüyle 9 Eylül 2000 sabahı, Ankara'da başlayan yolculukla Yatılı İlköğretim Bölge Okulları (YİBO) ziyaretlerine başlayan grup, 4 yıl boyunca Eylül aylarında 10 gün ve kış aylarında bazı hafta sonları gerçekleştirilen projelerle Türkiye'nin doğu yarısındaki yerlerde bulunan 62 yatılı bölge okulu ve 15 PİO'ya, köy okuluna gidiyor. Kitapta, oralardaki çocuklarla görüşmelerden izlenimler aktarılıyor. Aktarılan, yoğun bir yoksulluk ve cehalet manzarası! * Kitaptan birkaç not: "Malazgirt... inşaat kalitesinin kötülüğü..." 33 "... çocuklar banyoları nasıl kullanacaklarından, muslukları nasıl kapayacaklarından habersizmiş... Sular... sel olup akıyor da kimsenin aklına suyu kullandıktan sonra musluğu kapatmak gelmiyormuş. Yöneticiler... çözüm bulmuşlar:/ "... günde sadece bir saat su verilecek!"" 34 "Tuvaletler pislikten tıkanmış" 40 "Çoğunun evinde düzgün tuvalet olmadığından gece kalkıp pisliğini, çişini koridorun ortasına yapanlar var" 123 * 16.9.2021

28 Şubat 2021 Pazar

Yaratıcı Aklın Sentezi

FELSEFEYE GİRİŞ Server Tanilli, Dördüncü Basım: Şubat 1998, Adam Yayınları, İstanbul Yararlandım. Bazı bölümlerini sevdim. Özellikle, yalan ve doğru konusundaki, aşağıda aktardığım kısımları öğretici buldum. * Kitaptan birkaç not: -"Felsefenin, insan zekasının bulduğu bu en anlamlı uğraşın amacı, doğa, toplum ve insan, giderek evren üstüne tutarlı, sistemli ve bütünlüğüne bir göüşe varmaktır. Bir yerde dinden bağımsız yürütülen bu uğraş, "özgür aklın sorgulanması"na dayanır... eski Yunan'dan beri sürüyor... çağımızda, daha insanca bir düzen kurmanın kaygısı da eklenmiştir.../... "yerleşik düzen"... sahipleri, bu arada din, felsefeye karşı daima dişlerini göstermiştir" 9 -"... gerçeğin er ya da geç... yalana karşı zafer kazanacağı inancı... Derrida'ya göre, biraz safdillik olabilir./.../ Derrida'nın... deyimiyle "Yalanın yeni, modern sınırlarını, daha doğrusu sınırsızlığını tanımlamak gibi bir görvle karşı karşıyayız." Çünkü söz konusu olan, kişilerin değil devletlerin yalanı... devletin halkı aldatması yahut gerçekleri çarpıtması sözkonusu./ Derrida... Arendt'i örnek verdi. Gerek Nazi... gerekse... Vietnam politikasındaki yalanlara dayanarak, Arendt'in "modern politikada yalan" üzerine geliştirdiği teoriyi ele aldı./ Arendt'e göre, modern politikada yalan "tam, kesin ve mutlak" hale gelmiş; bir bakıma tarih mutlak yalana dönüşmüştür. "Yalanın bu mutlaklığı, olguların modern kitlesel propaganda teknikleriyle tahrif edilmesinden kaynaklanır".../... Politika aracı olarak yalan, artık gerçeği gizlemekle yetinmemekte, gerçeği bozmakta yani yok etmektedir./.../... "Devlet her yalan söylediğinde... sınırlı bir çıkar grubunu temsil ediyor..." dedi./... "Modern politikada yalan, tarihi yaşamış olanların gözünün içine bakarak tarihi yeniden yazmaktır. Kurgu artık... gerçekliğin yerini alıyor...".../ (Nilüfer Kuyaş, "Yalancının Mumu Sönmeyebilir", Milliyet, 15 Mayıs 1997)" 243-245 -"İnsanlar doğanın kölesi olmaktan kurtulduktan sonra, toplumda şiddetin yerine de hukuk kuralları koymuşlar" 251 -"İnsanı rahatlatan bir yanılgıdan çok, rahatsız eden bir doğrunun arkasından koşmak niçin? Bizi avucunda tutan yalana, gözümüzdeki perdeyi kaldıran doğruyu yeğlemek de neden? Doğru, ama ne o? Ölçütleri neler? Yanlışla yalan nerede bitiyor, doğru nerede başlıyor?.../ "Doğru", gerçeğe uygun olan, mantıkta da düşünme yasalarına uygun olan demek; "gerçek" ve "gerçeklik" ise, düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan, bilinçten bağımsız, nesnel anlamına... Yunanca... doğru... aynı zamanda "bir şeyin üstündeki örtüyü kaldırma" anlamına. Böylece doğru, gerçeğin, gerçekliğin olduğu gibi ortaya çıkışı, dile getirilişi!" 463 -"Doğru, önce Platon'da ve mutlak bir görünüş altında belirir. Ne var ki, bir tarihten sonra, "göreceleşme"ye yönelir: Bu yöneliş Kant'da ve Nietzsche'de çok açıktır; çağdaş felsefe de aynı çizgi üzerinde yürüyor" 464 -"Ortaçağ'daki anlayışa göre, doğruyu oluşturan, nesneyle düşüncenin denkliğidir... Aslında doğru, gerçekliğin bir fotoğrafı değil, bir kuruluş, bir "inşa"dır... 18. yüzyılla beraber... doğrunun eleştirisi gündeme gelecektir./.../ Descartes... bir dönüm noktası olur... kuşkudan... sarsılmaz bir apaçıklığa... varır: Doğru, apaçıklıktadır... Leibniz... karşı çıkar buna: Ona göre, apaçıklık ve kesinlik, kişiden kişiye değişeceği için, özneldir.../ 18. yüzyılın sonlarından başlayarak, bir başka dönüm noktasına gelinir; doğrunun görecelleştirilmesi yolunda bir büyük hareket uç verir. Yolu da Kant... açar... doğruyla ilgili bütün klasik modelleri bir yana atıp bilginin kutbunu düşüncenin yapısına doğru kaydırır. Doğru, zihnimizde kimi biçimler ve kategoriler arasından geçerek oluşur: İnsan zekasının a priori ve evrensel yapısına bağımlı olduğu için de, görecedir. Mutlak doğru diye bir şey yoktur. Kant, Tanrı ve ruh gibi bir bilinemezlik alanını sisteminde saklı tutsa da, ona göre doğrunun alanını oluşturan, olaylardır. Böylece bir göreceliliğe varılmıştır; ama herşeye karşın, olayla kendinde şey (chose en soi) ikiliği sürmektedir./ Bir ideal ve mutlak gerçekliğin ürünü anlamına doğru düşüncesinin mezarını asıl kazan Nietzsche'dir... İdeal doğruyla varlığımızın güvenlik ihtiyacını birbirine yeniden bağlayan odur./.../ Felsefe tarihinin akışı boyunca, ideal, mutlak ve evrensel olmaktan çıkan doğru, bizim için, düşünceyle eylemin buluştuğu yolağzında yerini alır... bilimler eylemimiz için bize araçlar sağlarlar; doğru ise, bir koruyucu açıdır, insansoyunun ayakta kalıp yaşamını sürdürmek için yarattığı bir şeydir. Doğru yaşamsal, sosyal ve ahlaksal görevlerini yerine getirerek, kaygılarımızı giderip rahatlatır bizi ve korur. Öte yandan, tek bir doğru yok, çoğul ve görece doğrular vardır. Ancak, bu görececiliği kuşkuculukla da karıştırmamalı.../.../ Doğru, gerçeklikten başka bir şeydir ve nitelemek, açıklamak ya da yargılamak ister... Spinoza'nın (1632-1677) dediği gibi, doğru, düşüncelerin ve yargılamanın bir niteliğidir./.../ Genellikle, bir düşüncenin bir nesnenin kopyası olduğu sanılır... Oysa, bir görünümle bir tablo, ikisi de görülebilir şeylerdir, ama düşüncelerimiz nesnelerden kökten farklı bir nitelik taşırlar./ Algılanabilir gerçeklikte, yalnız somut ve tekil nesneler bulunur; oysa düşüncelerimiz, zihnimizin ürettiği soyutlamalardır.../.../... Düşüncelerimiz, zihnimizin ürünleridir: Kelimeler, simgeler, rakamlı formüller biçiminde ortaya çıkarlar ve bütün bunlar, elle tutulur dünyada var değildirler... biz gerçekliği, olduğu biçimiyle değil, zihnimizin, elindeki biçimler ve aletlere dayanıp anlattığı biçimiyle tanırız. Buradan kalkıp diyeceğiz ki, doğru, dünyayı tanımak amacıyla, zihnimizin bir kurgusudur bir yerde.../ Ve bir alan vardır ki, düşünce kendi kendisiyle tutarlı kaldığında, tartışılmaz bir doğruya varılır: Matematiktir bu alan./ Peki, ya bilimin öteki alanları?/ Dış dünyada nesneler nedir ne değildir, matematik uğraşmaz bunlarla; ilgilendiği, onları düzene sokmak, ölçüp hesaplamaktır. Matematik doğru çelişmeme demektir. Matematik düşünceler, insan zekasının serbestçe yarattığı sayı ve biçimler dünyası için geçerlidirler ve bu dünya içinde tam anlamıyla doğrudurlar. Peki, fizikte ya da biyolojide de aynı yolla doğruya varmak mümkün olacak mı?/ Deneysel bilimlerde, dış gerçeklik işin içine girer, orada doğruya varmanın yolu pek farklıdır: Söz konusu gerçekliğe deneyden deneye, gözlemden gözleme giderek yaklaşıyoruz. Zihin, gerçekliği anlamak için kuramlar koyuyor ortaya... kuram, daha açıklayıcı güçte bir başka kurama yerini bırakmadığı sürece, doğru olarak görülecektir... geçicidir o.../ Toplum halinde yaşayan insanları anlamak söz konusu olduğunda, daha da karmaşıklaşır işler... sosyal gerçeklikler esrarlı şeyler değildirler... Ne var ki... bir başka alana, insan davranışlarının yorumlanmasına geçeriz; sosyolojiden tarihe kadar, bütün bu bilim dallarında söz konusu olan doğru yorumlayıcı doğru diye adlandırılır./ Peki.../... sanatta?/ Sanatın da doğruların üretilmesinde yer almasında şaşırtıcı bir yan yoktur... her sanatçı, insan yaşamının bir görünüşünü aydınlatır.../.../ Ahlakın, kişinin keyfine terkedilemeyecek doğruları barındırdığı söylenir... "dinin doğruları"ndan söz etmek, doğru kavramının saptırılmasıdır, çünkü birer dogmadır bunlar ve... denetlenme ve doğrulanmaya kapalıdırlar./ Kuşkuculuk gibi dogmatizm de, doğrunun önünde bir engeldir./ Doğru, eleştirici aklın ve diyalektiğin alanında gezinir./... Doğruya, inançlar değil bilgi götürür; ve doğru, başta aklın ve deneyin çocuğudur... hazır olarak bize sunulmaz... çabaların ve araştırmaların ürünüdür.../ Doğru, gerçekliğin bir kopyası değildir ama... nesneldir... nesnel olarak var olan dünyayı yansıtır.../... bilgi yoluyla ulaşılan doğru, gerçekliğin belli ve somut bir alanına aittir ve... somut koşullarda gelişip durmaktadır... süreci yansıtan doğru da değişikliklere uğruyor. Bir süre için doğru olan şey, yeni koşullarda yanlış olabilir.../.../... diyeceğiz ki, doğrunun belki tek ölçütü vardır ki, o da pratiktir" 465-470 * 28.2.2021

19 Şubat 2021 Cuma

ZAPT ET YA DA YOK ET

Son Başkanın Çeçenistan Hatıraları Ahmed Zakayev, Rusçadan Çeviren: Batuhan Sagun, 1. Baskı/ Aralık 2020, Koyusiyah Yayıncılık, Ankara Son Başkan, kim, anlayamadım! * Ama kitap benim Çeçenistan konusunda okuduğum en bilgilendirici kitap. Esas olarak, 1990-2000 ama özellikle, 1994-2000 dönemiyle ilgili. Benim açımdan epeyce aydınlatıcı oldu. Tercümesi de bence epeyce iyi. Gayet ilgili olduğum konu hakkında beni bilgilendiren bu kitap için yazarına ve başta tercümanı olmak üzere Türkçe yayında emeği geçenlere teşekkürler. * Genelde, kitabın içeriği, bende epeyce olumsuz duyguya yol açtı. Umutlarımı aşındırdı. Başlangıçta, tıpkı, kitapta hemen şu aşağıdaki ifadelerle ender iyilerden biri olarak anlatılan Şeyh Fathi'nin niyetinde olduğu gibi, ata vatan için her türlü özveride bulunmaya hazır biri olan bende, başlangıçtan buyana çokça biriken hayal kırıklıkları, bu kitabı okuyunca daha da arttı. * -"Şeyh Fathi'nin gizemli ölümünden sonra bu cemaatin emiri, tüm Vahhabilere... hükümet yapılarına karşı direnme emri veren Abdurrrahman oldu./... 90'lı yıllar... Ürdünlü bir Çeçen olan Şeyh Fathi ortaya çıkmıştı... göç eden Çeçenlerin torunlarından birçoğu... dönmeye başladı ve... normal kabul edildi. Buna rağmen İÇC Ulusal Güvenliği Fathi'ye CIA ile işbirliği yapmaktan dolayı dava açtı... nedeni, Afganistan'da... savaşmasıydı... Ancak... kimse Fathi'nin peşine düşmedi ve... engellemedi.../... Argun'da küçük bir İslam Okulu açtı... kendi askeri cemaatini kurdu... genç Çeçenlerden oluşuyordu ve... özverili bir şekilde savaştılar.../ O sıralarda... Dudayev'i... devirmek isteyen Amerikalı bir Çeçen'in ortaya çıktığı konuşuluyordu... Fathi... Cohar ile görüşmek için ısrarda bulundu... Fathi... Çeçenistan'a... halkına yardım etmek... üzere geldiğini ve başka hiçbir amaç peşinde olmadığını söyledi... Dudayev'e bağlılık yemini etti.../... sık sık görüştüm, onunla arkadaş oldum ve ona büyük saygı duydum. Fathi, dindar ve iyi bir adamdı... tam bir Çeçen'di.../ Çeçenlerin kendi aralarında dini konular yüzünden ayrışmalarına kesinlikle karşıydı... büyük bir otorite kazandı./... Ortadoğu'dan gelen başkaları da vardı. Bunlardan Hattab 1995'te ortaya çıktı... dini eğitim faaliyeti yürütmedi" 360-364 * Konu, yani Çeçenistan, hakkında, genel olarak bilgim olduğu halde, kitapta anlatılanlar karşısında epeyce şaşırdığımı söylemeliyim. Bu kadar da olmaz, diyorum! Yani olmamalıydı! * Neler-kimler yok ki? -Karizmatik, fedakar, halk desteğine sahip, ancak toplumdaki mafyatik kargaşayı ve bölünmeyi önleyemeyen, Başkan Dudayev, -Çeçen olduğu halde Çeçenistan'daki olumsuzluklarda en çok pay sahibi ve baş provokatör olduğu ifade edilen, Rusya Yüksek Sovyeti Başkanı Hasbulatov, -Provokatif, yalancı, entrikacı, bölücü, karanlık, halk tarafından sevilmeyen, sonradan dinci, kifayetsiz, ancak hırsı sınırsız, hiç makul olmayan bir tavırla ülkeye çok yararlı AGİT'i-Tim Goldimann'ı ülkeden resmen kovan, önce başkan yardımcısı, sonra Başkan Yandarbiyev, -Önceleri, sakin, makul, ama ilk başkanla bile anlaşamayan, sonradan, halk desteğine sahip, dincilere göz de kırparak mevki için taktik peşinde koşan, yandaş ve akrabalara mevki ve makam dağıtarak toplumda bölünmeyi derinleştiren, ancak kararlı bir icraatla suç dalgasına son verip toplumdaki kargaşayı önleyemeyen, Avrupa ile ilişkileri neredeyse baltalayan, önce genelkurmay başkanı, sonra Başkan Mashadov, -Kullanışlı beceriksiz, başkan yardımcısı Abumuslimov, -Hırslı, ancak kifayetsiz, Avrupa ile gelişmesi muhtemel ilişkileri neredeyse tamamen bitiren, başkan yardımcısı Arsanov, -Önce, dünyaya örnek fedakarlığıyla halkının ve dünyanın gönlünü fetheden, ancak sonradan, halkın sevgisini taşımayı bilmeyerek, bir nevi dincilerin oyuncağı haline gelip, gerçeklikten de koparak, toplumun iç savaş şartları içinde yaşar hale gelmesinde, ve ayrıca, dış düşmanın terörist yaftasıyla bir askeri saldırı başlatmasına bahane yaratmakta, en çok paya sahip olanlardan biri olduğu düşünülebilecek olan, komutan ve Başbakan Basayev, -Para, güç, iktidar için yalan dahil her yol mübah dercesine her tür şaibeli ilişkiye giren, bu yolda sanki gözleri dönmüşçesine hırslı, ancak bir o kadar da kifayetsiz olan, bakan, komutan, dinci cemaat lideri sıfatlı, Udugov ile onun üvey kardeşi İsa Umarov ve Barayev başta olmak üzere birçok kişi, ve, bunları yakınlarında tutup onlara prim veren liderler, -Ağustos 1996'da Grozni'nin ele geçirilmesinde, ve özellikle de, 30 ve 31 Ocak 2000'de Grozni'den çekilme sırasında, organize olmayı reddedip başına buyruk hareket ederek, ve ayrıca, hemen sonrasında Şubat/2000'de Saadi Kotor'da emrindeki güçleri başıboş ve hareketsiz bırakarak, zaman zaman son derece ölümcül sonuçlara yol açan davranışlarda bulunan, komutan Gelayev, -Başkan aleyhine şaibeli çabalar içine giren Grozni'nin genç Belediye Başkanı Leça Dudayev, -Hep şov peşinde koşup toplumdaki anarşi ateşine odun atan ve bu arada silahlı eylemleri ile devlet görevlilerini dahi öldüren, ancak Mashadov tarafından cezasız bırakılan, Raduyev, -Sonuçta, seçilmiş devlet başkanına mürtet diyebilecek seviyelere kadar da varmak suretiyle, topluma fitne tohumları saçtıkları söylenebilecek davranışlarda bulunan Ortadoğulu cemaatçi görünümlü, Çeçen kökenli Suriyeli Abdurahman ile Abu Umar ve Hattab ve benzeri dinci finansör ve militanlar, ve aynı nitelikteki Dağıstanlı Bagauddin ve arkadaşları, -Her tür fitne fesadı organize edip, cinayet işleyen ve katliam yapan entrikacı Rus siyasetçi ve istihbaratçıları ile Çeçen işbirlikçileri, -Ve, Apaçık Rus katliamları, var. * Ve, bir de kitapta yazılanların bir örneği olması açısından, şu var: -"Cohar'ın... hayatta olduğu... kendi yokluğunda en çok Zelimhan'a güvendiğinden onu kendi yerine bıraktığı söyleniyordu.../ Bu söylentilerin, tedavisinin ardından Türkiye'den Çeçenistan'a dönen... Raduyev gibi çok ünlü figürler tarafından yayıldığını... öğrenmek fazla zaman almadı.../.../ Ofisine ilgiyle baktığımı fark eden Salman, Zelimhan'ın bu binayı... tahsis ettiğini söyledi.../.../ Daha sonra Raduyev'in söylediği her şeyin... Yandarbiyev'in seçim stratejisinin bir parçası olduğunu öğrendim... Zelimhan'ın kendisiyle konuşmak zorunda kaldım... neden Cohar'ın ölümü hakkında resmi bir açıklama yapmadığını... sordum... böyle bir açıklama yapmayacağını ve "insanları gerçekten üzdüğü için"… cevap verdi. Ancak... asıl nedeni... Dudayev ve... Yandarbiyev'i "Birlikte sonuna kadar!" sloganıyla tasvir eden bir reklam posteri yayınlandığında ortaya çıktı./... Zelimhan'a... Mashadov'u halef ilan etmesini önerdim... Yandarbiyev'e... minnet borcu olduğunu düşünürdü... Zelimhan... görüşlerime katılmadı... Mashadov... minnettarlık hissini sadece kampanyasının bir parçası olanlara karşı besledi. Onun kampanyasında çalışan herkes... bağımsızlık destekçisi değildi. Bazıları Rus istihbaratındaki amirlerinden aldıkları emirleri yerine getirmeye çalışırken kendi iç çatışmalarımızı körüklüyorlardı. Çok sonraları, tek aday üzerinde neden anlaşamadığımızı anlamıştım. Rus istihbarat servisleri Çeçenistan'daki tüm ajanlarını ve tüm kaynaklarını bunun olmasını önlemek için kullanmışlardı./... Mashadov'u, 1995'ten, yani müzakere sürecinin başlangıcından itibaren ajanlar aracılığıyla kuşatmaya başlamışlardı. Örneğin, müzakerelerin başlamasından bir hafta sonra hükümetimizin parasıyla birkaç ay önce Moskova'ya kaçan Lom Ali Alsultanov ortaya çıkmıştı. Fakat parayı, savaştan önce her fırsatta o benim "idolüm" dediği... Dudayev'e değil, kendi Teip'inden olan... Mashadov'a getirmişti. Kısa süre sonra... Terek Bank... Müdürü Alhazur Abdulkadirov da Aslan'la... görülmeye başlandı... bugün itibariyle onların Rus istihbarat... etkisi altındaki ajanlar olduklarına hiç şüphe yok./ Başka bir örnek ise... Basayev'in... en önemli sponsor ve destekçisinin, KGB'nin kuruluşundan bu yana bir Lubyanka ajanı olan Ruslan Atlangeriyev olmasıydı... Yandarbiyev'in kampanya merkezindekiler de bu konuda saf ve günahsız değildi. Rus yanlısı Zavgayev hükümetinin eski bakanlarına koalisyon hükümetindeki pozisyonları herkesin gözü önünde satan Hamzat İdrisov'un varlığı bile tek başına yeterliydi. Yani... Rus istihbarat servisleri tüm ajan kaynaklarını... Mashadov'u göreve getirmek için kullandılar... Rusya, dürüst ve cesaretli ancak bir o kadar da siyasi deneyimden yoksun olan Aslan'ı etkilemelerinin daha kolay olacağını hesaplamıştı./ Aslan'ın seçim zaferinden sonra, kendisine... karşı olan muhalefet, otomatik olarak bağımsız Çeçen devletine karşı bir muhalefete dönüştü... bu... muhalefetin liderleri... bağımsızlığımız için savaşan... insanlardı. Durum … Basayev ve... Yandarbiyev'in... kendi emeklerini küçümsediklerini düşündükleri tüm Çeçen halkına da kin gütmeleri nedeniyle daha da kötüleşti. Onların daha sonraki davranışları, Çeçen halkına ve kendi devletlerine zararlı olmak dışında başka bir şekilde tarif edilemez... bir Sovyet dönemi fıkrasını hatırlatıyor... (Lenin) annesine, kardeşi Aleksandr'ın niçin asıldığını sorar. Annesi, "Rus halkı için." diye cevap verir... "Dert etme anne," der, "büyüyünce bunu Rus halkına ödeteceğim." Seçimleri kaybeden Şamil ve Zelimhan da işte bu şekilde Çeçen halkına "ödetmeye" karar verdiler" 195-199 * -Öte yandan, yetenekli, becerikli, fedakar, özverili, halkı ve özgürlüğü için her tür çabayı gösterip, sonunda halkının özgürlüğü uğruna canını da veren, Komutan Aslanbek İsmailov (Cim Aslanbek), Komutan Hunkar İsrapilov, İstihbarat Başkanı Abu Movsayev, Komutan Aslanbek Abdulhacıyev (Vok Aslanbek), Ve, diğer birçok kahraman ve fedakar Çeçen evladı, var. * Bir de, kısaca da olsa, Vaynah halkının yiğit evladı, İnguşetya Başkanı Auşev, var. * Ve, Gantemirov'un Rus yanlısı Çeçenleri dahil, Çeçen, İnguş, Oset ve Gürcüleri kapsayan Kafkas dayanışması denebilecek dayanışma örnekleri var. * Ayrıca, İran'ın realpolitik tavrı ve parası ile Ortadoğuluların parasının yol açtığı son derece olumsuz sonuçlar var, fitne var. * Ama, nedense, Türkiye yok! Bu, bence, eksiklik! * Bu arada, bazı isimlerin açıkça yazılmış olması bazı insanlar için risk oluşturmamış mı, acaba, diye düşündüm! * Birçok ayrıntı var, onlar anlaşılıyor, ama, özünde-genelde, yazar, ne diyor, doğrusu öz olarak tam anlayamadım! Yazarın kendisi, ve, "Beni bu çağda yarattığı, Cohar Dudayev ve Aslan Mashadov gibi olağanüstü insanların yoldaşı yaptığı için Yüce Allah'a ömrümün sonuna kadar şükredeceğim", 47, ifadesinde olduğu üzere çok olumlu bulduğu Dudayev ile diğer bazı istisnalar dışında, Mashadov da dahil Çeçen yetkililerin neredeyse tamamı, hırslı, bencil, entrikacı, veya, başka bazı olumsuz özelliklere sahip, gibi! Ama yine de Çeçenistan'daki olumsuzluklarda asıl kabahat hep Ruslar'da, Rus istihbaratında! Böyle olur mu? Evet, bunu tam olarak anlayamıyorum! * Kitap, sonuçta, bana, şunları da düşündürdü: -Çeçenistan'a yönelik son dönemdeki Rus askeri saldırılarının ikisi de, Çeçenler için nimettir, demek, doğru sayılmaz mı? Zira, aksi halde Çeçenler birbirlerini daha çok öldüreceklerdi, Ruslar gelip, Çeçenlerin birbirlerine yapacaklarının, yani birbirlerini öldürmelerinin, hiç olmazsa bir kısmını kendileri yapıp, Çeçenlerin birbirlerini öldürmelerini bir ölçüde azaltmak suretiyle, hiç olmazsa, iç savaşın yoğunluğunu azalttılar, ki, bu da, bir nimet sayılır, denemez mi? -Şamil Dağıstan'a sefer yapıp Bagauddin'in köyüne gitmekle iyi bir iş yapmadı, diye düşünürdüm, oysa işin aslı başka, yani, Bagauddin'in Çeçenistan'a gelip, sanki benzin döker gibi, iç savaş ateşini büyütmeye çalışması, değil miymiş? -Rusların 31 Ekim 1999 günü akşamüzeri özellikle en kalabalık olduğu saatlerde Grozni pazar yerine beş füze atarak 250'den fazla sivil insanı öldürmesi örneğinde olduğu gibi, Çeçenistan'da yıllarca süren ağır insan hakları ihlalleri karşısında Batı nasıl sessiz kalabiliyor diye düşünürdüm. Meğer, Avrupalılar insan hakları dedikçe, sanki uğraşmayın dercesine tavırlar takınıp onları bezdirerek, Rusların çok ağır hak-hukuk ihlalleri karşısında onların sessiz kalmalarına yol açanlar Çeçenler değil miymiş? -Baştan itibaren baba Kadirov en haklı olan, ve en sonunda da, gayet hayırlı bir iş yapıp, iç ve dış savaşları bitiren oğul Kadirov, değil miymiş? -Bir de, kaynağı büyük ölçüde Moskova olup Çeçenistan'dan da fışkıran o inanılması zor vahşeti yaratan insanları üretmeyi ya da muhafaza etmeyi Sovyetler nasıl başarabildi? * Böyle bir kitabın yazılması bence çok iyi olmuş! Keşke başkaları da yazsa! * Bazı değerlendirmelere katılamadım. * Bir de, benim dahi görebildiğim bir bilgi yanlışı var! Şöyle yazılmış: "İlk kaçırılma olayı kurbanlarından biri de Çeçen kökenli Türk vatandaşı Ali Cunid oldu. İlk savaşta Çeçen direnişine yardım etmek için para toplayan ve aynı zamanda Türkiye'nin büyük şehirlerinde Çeçenistan'ı desteklemek amaçlı bilgi ve ideolojik çalışmalar yürüten komiteler kurulmuştu. Bu komiteler... dergiler yayınlayıp dağıtmışlardı. Bu komitelerin kurucusu ve yöneticisi Ali Cunid Çeçenistan'da kaçırıldı ve birkaç ay esir tutuldu" 343, 344 Belirtilen olay doğru, ama isim yanlış. Ve eksik. Türkiye'de Çeçen destekçisi olan bir değil iki kişi Mart/1997'de Çeçenistan'da kaçırıldı ve 8 ay kadar sonra Çeçen yönetimi tarafından kurtarıldılar. * Fehim Taştekin'in sunuş yazısında da, bence, bazı ilginç noktalar vurgulanmış. Mesela, şunlar: -"Kopenhag'daki kongre... Hasbulatov... Duma'nın başkanlık koltuğunda oturan bir Çeçen idi. Muktedir bir Çeçen. Ruslara direnen bütün Çeçenlerin düşmanıydı... Zakayev... provokasyonlardan Hasbulatov'u sorumlu tutuyor. Hasbulatov, Çeçen-İçkerya devlet başkanlığı ve parlamento seçimini geçersiz ilan eden Duma'daki oylamanın kahramanıydı. Bunu büyük bir gururla yapmıştı. Hasbulatov sohbetimiz sırasında Çeçen halkına en büyük kötülüğü Şamil Basayev ve arkadaşlarının yaptığını söyledi... Zakayev de silah arkadaşı Basayev'i bağımsızlık mücadelesini yolundan çıkarmakla suçluyordu" viii, ix -"Mütercimim 18 yaşında bir Çeçen'di... Çeçen lidere ismiyle "Zelimhan" diye seslendi... tuhafıma gitmişti. Ama insana ismiyle hitap etmek kesinlikle saygısızlık değildi. Eşit olmanın, kendini özgür hissetmenin getirdiği bir davranış tarzıydı" x -"Kafkasyalı farklı kaynaklardan dinlemiştim... Kalmuk Yura... Dudayev'i Tataristan'a verilen statünün bir benzerine razı ederek Moskova'ya dönüyor. Çernomirdin... "… Güvenlik Konseyi bu savaşın başlatılması yönünde bir karar aldı. Bunun dönüşü yok artık." diyor.../... Çeçenler bulunmaz savaşçılardı ama barış zamanında sistem kurmak... için ne kadroları ne tecrübeleri ne de mali kaynakları vardı. Fikir birliği de yoktu. Ülkeyi bağımsızlık yolunda ilerletecek bir stratejinin olduğu da söylenemezdi./ Rusya... koşulları hazırlamaya koyuldular. Çeçen savaşçılar da Rus istihbaratının işini ziyadesiyle kolaylaştırdı. Fidye için adam kaçırma olayları çığırından çıktı" xi -"… direniş, 1990'larda ulusal ve milliyetçi bir çizgideydi. Bunun yerini "radikal İslamcı" hareketlerin alması Rusların işini kolaylaştırıyordu... Bu işin kahramanları... Suudi Arabistan doğumlu Emir Hattab (Samir Salih el Suveylem) ile Dağıstanlı Selefi İmam Bagauddin Muhammed idi. Arap savaşçılar ve finansörlerle köprü görevi gören Hattab Çeçenistan'daki savaşın ardından Karamahi köyüne yerleşmişti./ Yeltsin, Şeriat ilanı karşısında "Bırakın yapsınlar" diyen bir hoşgörü abidesi kesilmişti. Basayev'e göre cihat Dağıstan'a sıçradığında gücünü yitirmiş olan Rusya aciz kalacaktı. Bu yüzden Dağıstan'ı fethetmek üzere askeri güç göndermekte tereddüt etmedi.../ Direniş bundan böyle hep "Vahhabi terörü" olarak karakterize edilecek...ti./.../ Tarihçilerin gözünde Çeçen direnişini besleyen manevi damar Kafkasya'ya özgü Sufilik'ti. Ama küresel cihat ağı Çeçen direniş kültürünü geleneksel köklerinden sökmeyi başardı" xii, xiii -"Kunta Hacı... Şamil, onu Mekke'ye sürgüne göndermişti" xiv -"Ruslar... Kunta Hacı'yı Novgorod zindanına atmıştı. Çeçenler 18 Ocak 1864'te Kunta Hacı'nın bırakılması için 4 bin kişilik zikir halkası kurmuştu. Tek silahları ellerindeki teflerdi. Ruslar yaylım ateşiyle 160-200 müridi halkadan düşürmüştü. Kunta Hacı üç yıl sonra hapishanede ölmüş, asi müritler sürülmüştü.../... Savaşçılar Çeçenistan dışındaki savaşların da birer parçasına dönüşüverdi" xv -"1992-1993'te Basayev, Rusya'nın göz yummasıyla Kafkasya'dan gönüllüleri toplayıp Abhazya'da savaşa katılmıştı... İkinci Çeçen-Rus Savaşı'nda Basayev'in adamları bölündü... Basayev'in eski adamları Suriye'de de karşı karşıyaydı./ Ayrıca Suriye'de 19. yüzyılda vatanlarından sürülüp Suriye'ye yerleştirilmiş Kafkasyalılar da akrabalarıyla cephenin hasım taraflarında karşılaşıyordu. Bu da apayrı bir trajediydi... bazı saldırılara Çeçenler öncülük ederken Sere Kaniye'deki yerleşik Çeçenler kendilerini savunmak için Kürtlerle güç birliği yapıyordu./.../ Ben Radikal Gazetesi'ndeki bir yazımda Çeçenleri düştüğü ya da düşürüldüğü bu durum için "Kırık Milletler" ifadesini kullanmıştım... Parçalanan ve dört bir tarafa dağılan Çeçenler artık kayıp bir davanın kırılmış halkaları... Çeçenler büyük acılar çekti ve o acıların içinde kayboldu. Hepimize dokunan acılar" xvii * 17.2.2021

2 Şubat 2021 Salı

BARIŞ

O çok sevdiğim genç bir adam. Sağlıklı. Yakışıklı. İki yabancı dili, İngilizce ve Almanca'yı, iyi derecede biliyor. Avrupa'da çok iyi bir ortamda iyi bir üniversitede eğitim görüyor. Ayrıca, bence, fazlasıyla da akıllı. Dolayısıyla, birçok şeyi benden daha iyi bileceğinden ve düşüneceğinden hiç kuşkum yok. Ama bir konudaki hareket tarzı bence iyi değil. O da şu: Gece değil gündüz uyuyor ve çok az hareket ediyor. Bunu alışkanlık edinmiş ve sanki elinden geldiğince hareket etmekten kaçınıyor. Benden daha iyi düşünüp, daha iyi bileceği konusunda kuşkum olmamasına rağmen, ona, yaşamında yararlı olabileceği düşüncesiyle, bu konuda ısrarla birkaç kez akıl verip tavsiyede bulundum: Sağlığını ve dolayısıyla yaşam performansını olumlu yönde etkileyeceğini düşündüğümden, gece karanlık saatlerde uyu ve bolca hareket etmeye çalış, dedim. O ise, tamam, dedi, ama, tavsiyemi dinlemedi, eski hareket tarzını sürdürmeye devam etti. İnsan, ne kadar akıllı olsa da, zaman zaman, basiretinin bağlanması durumu söz konusu olabilir, ve, özellikle de, gençlikte, kendine çok fazla güvenip, ben her şeyi bilirim, diyebilir, gibi geliyor bana, ve bunun sonucunda da, kendi zararına olan alışkanlıklar edinip sürdürebilir. Ben de, bu yaklaşımı doğru bulduğum için, onun performansına olumlu yönde etkili olabileceğini düşüncesiyle, o tavsiyede bulunmuş ve ısrar etmiştim, ama o dinlemedi. Umarım ve dilerim, gelcekte tavsiyemi dinlemediği için pişman olmaz, ve ayrıca, performansı mevcut hareket tarzı yüzünden olumsuz etkilenmez ve kapasitesine uygun şekilde başarılı olur! * 2.2.2021

28 Ocak 2021 Perşembe

ROMALILAR

Reginald H. Barrow, Çeviren: Ender Gürol, 2. Baskı, 2006, İz Yayıncılık, İstanbul Çeşitli başlıklar altında Romalılar hakkında değişik bilgiler veriliyor. * Şehir devleti imparatorluğa dönüşüyor. Bunu sağlayan en önemli etken, kitabın arka kapağında, Romalıların kendilerini "bir amaca, hatta tanrısal denebilecek bir amaca adama duygusudur", deniyor. Bu görev duygusu da, temeli Roma dinine dayanan çeşitli anlayışların ürünü, olarak ifade ediliyor. * Kitabın içeriğine göre, Roma İ.Ö. 753'te kurulmuş, kuranlar da Truvalılarmış. Romalılar pratik. Constantinople'de 500'lü yıllarda derlenen Roma hukuku önemli. Ayrıca başka bazı ilginç bilgi ve değerlendirmeler var. * Mesela şöyle: -"Yahudiliğe... Roma... her türlü ayrıcalık tanımıştı... Roma'nın Yahudilerden bütün istediği, haraç vermeleri ve komşularıyla, yabancılarla, özellikle Suriyeli Yunanlılarla iyi geçinmeleriydi... Roma din konusunda tebaasına özgürlük tanımıştı. Ama hoşgörünün karşısına milliyetçilik ve taassub çıktı... Yahudiler... dünyaya hükmedeceklerine inanıyorlardı.../.../ Otuz yıl kadar bu özgürlükten Hıristiyanlık da faydalandı... İlkin müridler Kudüs'te Yahudi yasasını dinlemeğe devam ettiler... birçok Yahudi din değiştirmişti. Hıristiyanlığı yayanlar, Yahudiler tarafından çok geçmeden Kudüs'ten, Samarya ve Suriye'deki havralara sürüldü... İncil Yahudi olmayanlara va'z edilmeğe başlandı.../ St. Paul... yola çıkmıştı... arasıra düzensizliğe sebep oluyorduysa da, buna sebep Yahudilerdi. Romalılar onu başka mezhepten diye koruyorlardı.../... halk... Yahudilikten daha tehlikeli... bir şey olduğunu düşünüyorlardı. Nero zamanındaki kovuşturma tarihi olan İ.S. 64'den önce, hükümet işin farkına varmıştı... Roma'nın hoşgörü şartlarına karşı geliyordu./... O zamanın Romasına, Hıristiyanlar insan ırkından nefret ediyorlarmış gibi geliyordu. Kendilerinden başka herkesin mahvolması için Mesih'in bir an önce gelmesini istiyorlardı; bu faciada "Sonsuz Roma" ortadan kalkacak ve insanlık kurulacaktı. İkinci yüzyılda... bu zihniyet kendini başka türlü ifade etmeğe başladı... şehit-aziz olabilmek için düşmanlık yaratmağa başladılar... Gizli toplantılar perdesi altında korkunç işler beceriyorlardı-ahlaksızlıklar, yamyamlıklar almış yürümüştü... Aile hayatını bozuyorlardı.../ Roma'nın türlü dinler üstündeki kontrolü, Hıristiyanlara da uygulanacaktı... yasaya aykırı geldikleri takdirde ortadan kaldırıverirler, biterdi.../ Hıristiyanlar bu sadakatı göstermiyorlardı; devlet de ısrar ediyordu... Romalı için İmparatorluğun birliği hayati önemi haizdi... Roma ve Augustus'un tanrısallığına saygı göstermek Hıristiyanlık inancıyla bağdaşmayan dinsel bir inançtı. Bu yüzden anlaşmazlık çıktı... taraflardan biri dinsel, öteki siyasal açıdan bakıyordu işe... Hıristiyanların evrensellik amacı devlet içinde bir devlet düşünüyordu, propagandasını da gizliden gizliye yapıyordu.../.../... üçüncü ve dördüncü yüzyıllarda... ilişkiler... başka bir kılığa büründü... Kilise üyeleri hem artmış, hem de itibarları yükselmişti... Şimdi günün en kabiliyetli ve iyi okumuş kimselerinin dini Hıristiyanlıktı... uzun barış devreleri, arasıra kovuşturmalarla kesiliyordu... kovuşturma din uğruna değil, devletin birliği ve refahı için yapılmaktaydı... Hıristiyanlar, başlangıçtan beri... başka dinlerin varlığını kabul etmemişlerdir... devlet birlik sorunuyla yakından ilgilenmek zorundaydı./... Diocletianus... çalıştı... İ.Ö. (Benim notum: S olmalı, değil mi?) 303'de... devlet içinde bir devlet olduğuna karar verdi. Aldığı tedbirler, o ana kadar görülmemişti. Hiçbir Hıristiyan, Roma vatandaşı olamıyordu... hiçbir işe giremiyordu.../ Böylece, İmparatorluğun birliği uğruna Hıristiyanlık yok edilecekti. Bu fermanlar İmparatorluğun birliğini sağlamadıysa da, Kilisede ayrılığa sebep oldu./ Bunu izleyen yıllarda, İmparatorluğun birliğini sarsan rakip imparatorların çatışmasıydı. İ.S. 311'de Kilise ile İmparatorluk arasındaki ilişkilerde, yeni bir safhaya girilmiş oldu. "… Hıristiyan kalmalarına müsaade ediyoruz..."… meseleye yeni bir veçhe veren İ.S. 313'deki Milano fermanı dedikleri ferman olmuştur-bu da devletin dine karışmamasını sağlamıştır. Böyle bir ferman, aslında ferman olarak yoktur... İmparator Constantinus tarafından İ.S. 311-13 yılları arasında memurlarına gönderdiği talimattan çıkarılmaktadır... "… herhangi bir dini veya üyelerini hor görmüyoruz." Kilisenin bütün malı mülkü... geri verilecekti. Aynı zamanda İmparator Constantinus Hıristiyanlığını ilan etti ve putperestleri kovuşturmadan Hıristiyanlık tarafını tuttu./ Roma Hükümeti Hıristiyanlık karşısında şaşırmıştı. Yeni inancı anlamak için epey zaman geçmesi gerekiyordu... çare dine karışmamaktı, bu durum altmış yıl aynı şekilde sürmüştür... İ.S. 378'de... laikliği kabul edip putperestliği yasak etmiştir (Benim notum: ?)... putperestlik bayramlarına dayanan takvim değiştirilmiştir... Tanrıların yok olduğu ilan edilmiştir. Geçen yüzyılda aleyhine kullanılan aleti bu kez Devlet, Hıristiyanların lehine kullanmıştır... Nasıl eskiden İmparatorluğun birliğinin bozulmaması için Hıristiyanlar kovuşturuluyorsa, bu kez de aynı amaçla Hıristiyan olmayanlar kovuşturulmağa başlanmıştır. İmparatorluğun bekası, bir zamanlar İmparatorluğun birliğini tehdit eden şeye bağlanmıştı. Üyelerinin az sayıdaki bir kısmının dini olan Hıristiyanlığa sığınmıştı şimdi Devlet.../... Bu değişiklik bir kişi tarafından yapılmıştır, karakteri çağa uymayan... yepyeni ve beklenmedik bir dili olan bu kimse Constantinus'tur.../.../... kaçınılmaz gördüğü bir görevi olduğuna inanıyordu, Hıristiyan Tanrısı onu kulu olarak seçmişti... kendisini "dışarıdakiler"i Katolik Kilisesine sokmakla, özel olarak görevlendirilmiş görüyordu./... saldırma da putperestliğin temellerine balta indirmişti. Putperest... eserlerine karşı önce insafsızca davranıldı... Birtakım vicdan çatışmaları sonucu, kilisenin en kabiliyetli üyeleri, putperest edebiyatının putperestlik olmadığını ve Hıristiyanlığın bu gibi bilim ve edebiyat eserlerinden faydalanabileceğini düşündüler... Hıristiyanlık yeni bir hayat anlayışı getiriyor ve bütün dil ve düşünce biçimlerini değiştiriyordu... Kilise sırasıyla kovuşturmadan, önce ilgisizliğe sonra da başarıya; hoşgörüden, saygılılığa ve vakara; kör inançtan felsefenin en güçlü mantıki düşüncelerine varılan bir inanca; bilgisizlikten bilime ve alimliğe geçmişti. Bundan böyle Hıristiyan kilisesi tarihinin ikinci devresine, Greko-Romen uygarlığıyla baştan aşağı mücehhez bir şekilde geçiyordu. Bu devre aslında Roma tarihinin devamı denebilirse de, Orta Çağlardır" 189-200 -"Diocletianus'un saltanatı ve devletçiliği, Cato veya Cicero'nun, hatta Plinius'un Roma'nın temel özelliği diye gördüğü her şeyi yok etmişti./ Augustus ve Senatonun ortaklığı yavaş yavaş bozulmuştu … Senato... bazı ayrıcalıkları olan bir "toplum sınıfı" haline gelmişti... İmparatorun yetkisi mutlaktı.../ Roma vatandaşlığı bir zamanlar değerli bir şeydi... İmparator Caracalla, bütün dünya Roma vatandaşlığının verdiği vergiyi ödesin diye, bütün Roma dünyasını vatandaşlığa kabul edince, vatandaşlığın değeri kalmamağa başladı. Derken vatandaşlık ülküsü ortadan kalktı... Hıristiyanlık Kilisesine bağlı insanlar... bir vatandaşlık duygusu duyuyorlardı.../... şimdi hükümet memurundan nefret ediliyordu, çünkü görevi zorla vergi almaktı... baskı altında bulunanlar, güvenlerini devletin bir yargıcında değil, Kilisenin piskoposlarında buluyorlardı. Halk seçtikleri kimseye veriyordu piskoposlukları... Kilise yoksulluk ve sefaleti azalttı.../... eskiden... vatandaş olarak döğüşmek, Romalının bir ayrıcalığıydı. İlkin süvari, sonra da lejyon askerleri ön plana geçmişti... ihtiyaçları, bunu değiştirmişti; ilkin muvazzaf ordu, sonra Romalı olmayan elemanların askere alınması, en sonunda da ordunun barbarlaşması yer aldı. Artık, sınırı bir ücret karşılığı savunan barbar krallardı... Romalılaştırıcı bir unsur olan asker ve subay, şimdi Roma dünyasının en kaba ve uygar olmayan kimseleriydi... disiplin çok sıkı ve şiddetliydi... süvari, ordunun en gözde birliğiydi.../ Toprak küçük mal sahipleri ve çiftçilerin elinden gidiyordu. Devlet... el koyuyordu... ahlak bozukluğu ve rüşvet, almış yürümüştü.../ … Gözde olan edebiyattı, felsefe suya düşmüştü.../... Roma'nın savaşı haklı bir temele dayanıyordu, barışında kibir yoktu ve geniş kaynaklarına şeref ilave olunmuştu... Hıristiyan... arasında bir fikir ayrılığı ortaya çıkmıştı... Beşinci yüzyıla kadar bu çatışma genellikle halledildi; Hıristiyan önderler çoğu zaman günün en iyi okumuş kimseleriydi. Bu merkezlerde hayat kaynıyordu.../.../ İmparatorluk, Akdeniz bölgesini de içine alacak kadar genişleyince, yeni dinsel törenler, felsefeler, bir uçtan öteki uca kadar yayılmıştı... bir sürü tanrı daha vardı tapılan... Bütün bu inanç ve törenler -yüzlercesi vardı- Hıristiyan İmparatorluğu adı altında dahi devam ediyordu... Roma'nın asil aileleri, Cumhuriyetin tanrılarını elden bırakmak istemiyordu... eski Roma dinlerini... muhafaza ediyordu, Roma devletinin devamının, Roma tanrıları ve onlara tapma sayesinde olacağına inanıyordu... Geleneksel kültürü aralarında birbirlerine geçirirken, asil aileler birbirlerini izleyen dinlerin moda oluşunu görmüşlerdi … bu dinlerin sonuncusu Hıristiyanlıktı, ama devam etmesi ille de gerekmezdi... Karşı oldukları şey; Hıristiyanlığın... eski Roma dinlerinden nefret etmesiydi./... Roma'nın kanadı altına aldığı bütün Akdeniz uygarlığı, artık Greko-Romen uygarlığıydı, bunun sürmesinden de Roma sorumluydu.../.../ … İ.S. 410'da Got'ların kralı Alarik, İtalya'yı istila etti, Roma'yı ele geçirdi, sonra da çekildi... uygarlık mahvolmak üzere gibi görünüyordu. Roma'nın hala ayakta durmasına devam ettiği... görülünce panik hafifledi; çünkü şehre büyük zarar yapılmamıştı, barbarlar ümit edilemeyecek kadar itidalle hareket etmişlerdi.../ İ.S. 413'de St. Augustine.../... Sadece eski dinlerin ve kültürün uygarlığı kurtarabileceği yaygın ve güçlü inancıyla savaşıyordu./.../... kuruluşunu ve düşüncesini toptan mahkum etmek kolaydı... bu yolu seçmedi. Seçseydi tarih başka türlü yönelirdi./.../... Hıristiyanların putperest düşüncesini tenkit etmelerine sebep, bunların insanın kendi kendiyle yetinebileceği, dünyanın dünyayla açıklanabileceği inançlarıydı; kendileriyse, insan kendi dışında bir ilkeye baş vurmadan sorunlarını çözemez diyorlardı.../.../ Barbar istilaları ne feci olmuştur, ne de ani, yıkıcı ve bozucu da olmamıştır. Roma hiçbir zaman düşmemiştir, başka bir kılığa bürünmüştür. Siyasi iktidarın kaynağı haline gelen Roma, bir fikir halinde daha bir üstünlük kazanmıştır; Roma Latin dilinde ölümsüzlük kazanmıştır" 203-216 * Dili pek hoş değil. Bu durum, sanırım, orijinal yazımdan değil, muhtemelen tercümedendir. * 27.1.2021