Alexander Dumas, Türkçesi: Sedat Özden, Ağustos 2000, Kafkas Vakfı Yayınları, İstanbul
Kitabın Türkçe metni, 1859'da Paris'te Fransızca yayınlanan eserin 1962 tarihli İngilizce baskısından yapılan çeviridir.
Kitapta Dumas'nın ressam arkadaşı Moynet'le birlikte yaptığı Rusya seyahatinin Kafkasya bölümüne ait izlenimler aktarılıyor.
Dumas ve yol arkadaşı 2 Kasım 1858'de refakatçiler eşliğinde Hazar Denizi kıyısındaki Astrahan'dan hareket edip 7 Kasım 1958'de Kızılyar'a geliyor, sonrasında, Çervelone, Şukovaya, Hasav-Yurt, Çiryurt, Karanay, Temirhanşura, Parul, Buynak, Derbent, Kuba, Surakani, Bakü, Şemha, Aksu, Nuha, Elizavetpol, Tiflis, Gori ve Kutais güzergahını izleyerek ve güzergah üzerindeki çeşitli yerlerde molalar vererek sürdürdükleri seyahatlerinin Kafkasya'daki bölümünü Karadeniz kıyısındaki Poti'de tamamlıyorlar ve buradan da 21 Ocak 1859'da hareket eden bir buharlı gemiyle geldikleri Trabzon'da aktarma yaptıkları bir Fransız gemisiyle İstanbul üzerinden Marsilya'ya gidiyorlar. (Dumas, s. 6, 13, 195, 205)
Seyahat böyle bitiyor, ancak anlatım Poti'de tanıştıkları becerikli Gürcü Vasili'nin "Poti'den Paris'e kadar tek başına, tek bir kelime Fransızca bilmeden ve sadece altmış bir frank ödeyerek" gelip Paris'teki evinde Dumas'ı bulmasına kadar sürüyor.
*
Dumas Ruslar'dan çok itibarlı bir konuk muamelesi görüyor.
"Yolum üzerindeki askeri postalardan her türlü refakat birliğini talep etmeye yetkili olduğumu gösteren ve Prens Baryatinski tarafından imzalanmış olan özel izin belgesi... etkimi daha da arttırıyor... Bütün Fransızlarda Ruslara karşı doğuştan gelen bir sempati olduğundan her şey yolunda gitti." (Dumas, s. 18)
"DERBENT" "Bagration... tipik bir Gürcü prensiydi: cesur, misafirperver, cömert, romantik ve yakışıklı./ Ayrılmadan önce... tarantamızı erzakla doldurmak istediğim zaman şöyle demişti: "Ben sizin için oraya bir kaç parça koydum: bir tavuk, bir kaç keklik, sert kaynamış yumurtalar, ekmek, şarap, tuz ve biber. Bakü'ye giden yol üzerinde bulunan her zamanki duraklarda öğlen ve akşam yemekleriniz hazır olacaktır. Bakü'ye ulaştıktan sonra orada geceyi yerel şef... yanında geçireceksiniz... Daha sonra Şemha'ya gideceksiniz ve orada şehrin komutanında kalacaksınız... Nuha'da yanınızda Prens Tarkanov olacak. Kendisi müthiş birisidir! Yirmi iki haydudun başı karşılığında İmparator'un ona verdiği elmas yüzüğü göstermesini isteyiniz... Tsarsko Kalatzi'de Prens Melikov ve Kont Toll ile karşılaşacaksınız... Tiflis'te Fransız konsolosu Baron Finot ile kalacaksınız. Tiflis'in ötesinde benim topraklarımın dışında kalacaksın. Fakat... diğer insanlar da sana yardımcı olmaktan mutluluk duyacaklardır", "haberci gönderdim". (Dumas, s. 123-132)
*
Dumas görüp yaşadıklarını Rus anlayışına uygun anlatıyor, ama yine de iyi yapıyor, o dönemdeki yaşamı hakkında pek fazla bilgi olmayan bölge ile ilgili capcanlı bir tablo ortaya koyuyor.
Anlatımdan bazı başlıklar şöyle:
1. Birçoğu Fransızca da konuşan Ruslar ve özellikle de Rusların emrinde öncü olarak çalışan Gürcüler medeniyet götürenler oluyor.
Çeçen ve Lezgiler ise haydut olarak niteleniyor.
Bu iki halkın dışındaki bölge yerlileri genelde tamamen Rus egemenliğini kabullenmiş bulunuyor ve hepsi canlarını ortaya koyarak Ruslara hizmet ediyorlar, daimi hizmetkar Kazaklar dışında Rus yandaşlığında Kumuk, Ermeni, Kabarey, Tatar, Gürcü gibi etnik topluluklardan bazı isimler özellikle öne çıkıyor. Rus ve Kazaklar ile Kafkas yerlilerinden başka Ermeniler, Tatarlar, Avarlar, Kalmuklar, Nogaylar ve Yahudiler birlikte yaşıyorlar.
2. 1858 yılı sonu gibi geç bir tarihte bile Kafkas dağlarında Rusların egemen olmadığı bölgeler bulunuyor ve özgüveni yüksek insanların yaşadığı güvenlikten yoksun olan bölgede kıyasıya bir savaş sürüyor.
"KIZILYAR", "her adam tamamen silahlıydı". (Dumas, 13, 14)
"Yolda karşılaştığımız bütün yolcular tepeden tırnağa silahlıydı... zengin bir Tatar gördük... karşılaştığımız bütün yayaların da uzun hançerleri, bellerinde tabancaları ve omuzlarında tüfekleri vardı. Bize, cesaretinin farkında olan insanlara özgü gururlu bakışlarla bakarak geçiyorlardı. Bizim St. Petersburg ile Astrahan arasında karşılaştığımız aciz serflerle, bu dehşetli Dağlılar arasında ne kadar da büyük bir fark var", "bu insanların sahip oldukları yüksek derecedeki özgüven ve özgürlük dolu gururları bizi kendilerine bağlamıştı." (Dumas, s. 37)
"Üstelik hiç bir çiftçi köylünün de, atlarının Çeçenlerin eline geçmesi ihtimali yüzünden bizlere hayvanlarını kiralamayacakları konusunda da uyarılmıştık." (Dumas, s. 41)
"Terek... Rusya'nın kontrol ettiği toprakları sınırlıyor ve karşı yakadaki yerler düşman sınırları içinde kalıyordu... karşılaşacağımız her adam, gözünü kırpmadan bizi öldürebilirdi... Hiç bir yolcunun tek başına o bariyeri geçmesine izin verilmemektedir", "nöbetçiler, Rus topraklarının pek de belli olmayan sınırlarında devriye gezerler. Dağlı akıncılar, bu sınır boylarına istedikleri anda meydan okuyabilmekte ve buraları kana bulamaktadırlar... bu topraklarda kanla sulanmamış tek bir karış yer yoktu." (Dumas, s. 55, 56)
"Hasavyurt ile Çiryurt arası... son derece tehlikeli". "Dağlı soyguncuların asla esir almadıkları anlamına gelmez. Tam tersine, onların bu faaliyetlerinin ana hedefi budur... Esirler fidyeleri ödeninceye kadar tutulurlar... istenen fidyeyi ödemek konusunda isteksiz davranırsa, esir Trabzon'daki pazarlarda köle olarak satılır." (Dumas, s. 57-62)
"HASAVYURT" "Köprüyü geçtikten sonra... Burası yerli kabileler tarafından terk edilmiş, fakat henüz Ruslar tarafından da işgal edilmemiş yerlerdi." "Hasavyurt'a ulaştığımız zaman, Şamil'in ileri karakol hatlarından sadece bir kaç kilometre ve başkentinden yirmi kilometre kadar uzakta kalacaktık./... yol o kadar dik ve öylesine sallantılı taşlarla doluydu ki, Avrupalı bir arabacı bu yolları geçilmez olarak kabul eder". (Dumas, s. 63-67)
"Rusya'daki Rus askeri ile Kafkasya'daki Rus askeri arasındaki farklılıkla çarpılmıştım. Rusya'daki bir asker, son derece üzgün, içinde bulunduğu kölelikten nefter eder... aşağılanır bir durumdadır. Kafkasya'daki Rus askeri ise neşeli, canlı, mutlu ve daima yüksek morallidir ve giydiği üniformadan gurur duyar." (Dumas, s. 81-90)
3. Genelde bölgedeki "medeni" Rusların davranışı "kelle başına" 10 rublelik ödül karşılığı Dağlıları "av"layıp kafa kesmek şeklinde olurken "barbar" Dağlılar fidye almak için rehine ele geçirmeyi amaçlıyorlar.
"Dağlılar, yakaladıkları rehineleri fidye karşılında geri verirken... çay... şart koşarlar... birisinin fidye için kaçırılmadığı bir gece çok seyrektir", "üç çocuk hala esir olarak tutulmakta ve Dağlılar bin ruble fidye istemektedir." (Dumas, s. 63-67)
"Dağlı kadın... masanın üzerine küçük bir torba koydu ve içinden iki insan kulağı çıkardı. Albay... kulakları çevirdi ve her ikisini de sağ kulaklar olduğuna kani olunca bir makbuz yazdı. Kadına kendi dilinde, "Bunu kasiyere götür. O sana paranı ödeyecektir," dedi... Dağlı başı için on ruble ödenmektedir./ Prens Mirsky öldürülen... Dağlıların kafaları yerine sadece sağ kulaklarını getirmelerini emretmişti. Fakat hala, bu insan avcılarını bu yeniliğe alıştıramadı. Onlar yine de yakaladıkları Çeçenlerin kafalarını keserek bu uygulamaya devam ediyorlar ve buna sebep olarak da, sağ kulağı sol kulaktan ayırt edemediklerini söylüyorlar!" (Dumas, s. 63-67)
4. Hatta bir defasında teke tek bir düello çağrısında Dumas'nın kendisi de 2-3 kat yükselterek 20-30 ruble ödül vaadediyor ve bizzat kendisi düello çağrısına cevap vermek istiyor.
"Çeçenler, genellikle ilk atışlarından sonra düşmanın üzerine hücum ediyorlardı./... Kazaklarımız... atıldılar. Fakat bu arada başka bir atlı, bize ateş ettiği çalılıkların arasından çıktı. Kaçmak için hiç bir harekette bulunmadı... tüfeğini başının üzerinde sallarken "Abreg!" diyerek bağırdı./ Kazaklarımız da "Abreg!" diye haykırarak cevap verdiler". "Bunun anlamı o adamın, her yerde tehlikeyi kovalamak ve düşmana asla arkasını dönmemek için yemin etmiş birisi olduğudur. Kazaklarımızdan bir tanesini teke tek savaşa davet ediyor", ""kabul eden kişiye yirmi ruble vereceğim," diye haykırdım./... derin bir sessizlik çöktü... Dağlı da... "Abreg!" diyerek bağırıyordu./... "bana karabinamı ver," diyerek haykırdım. "Bu gururlu çakalı kendim aşağı indirmekten büyük bir mutluluk duyacağım!"/ Kalino, "Sakın öyle bir şey yapma," dedi. "Biraz sonra görülmeye değer bir şeye şahit olacaksın. Kazaklarımız, şu anda ona kimin karşı çıkacağını tartışıyorlar. Onu tanıdılar. Kendisi bu dağlarda çok ünlü bir şampiyondur." "Dağlı... bize oldukça yaklaşmıştı... Fakat hiç kimse, bir kere savaş davetinin kabul edilmesinden sonra ateş etmeyi yasaklayan şeref kuralını bozmadı." "Kazak... uzaklaştı", "ateş edecek kadar düşmana yaklaşmıştı. Fakat tam ateş ettiği sırada Dağlı atını şaha kaldırdı ve mermi atın omuzuna saplandı. Dağlının bu atışa karşılık olarak gönderdiği mermi Kazak'ın başındaki yün kalpağı götürdü. Şimdi her ikisi de tüfeklerini omuzlarına attılar ve kılıçlarını çektiler. Dağlı yaralı olan atını o kadar ustalıkla idare ediyordu ki... Şimdi her ikisi de teke tek kılıçla vuruşuyorlardı. Bir an için bizim Kazak'ın Dağlıyı deldiğini düşündüm... Fakat sadece elbisesi delinmişti... arkasından mücadele durdu ve bizim Kazak yavaşça eğerinden aşağı kaydı ve gövdesi toprağın üzerine yığıldı. Kanlar damlayan kafası, Dağlının korkunç bir zafer narasıyla birlikte bize doğru sallandı ve daha sonra muzaffer savaşçının eyer kayışına bağlandı.../ Daha sonraki savaşçı olmak isteyen Kazak'a döndüm... "Tamam! Gidiyorum," dedi./ Daha sonra Dağlıya meydan okuduğunu belirtmek için bir nara attı... "Tamam!" diye bağırdım Kazak'a. "Şimdi, ödülü otuz ruble yapıyorum".../ Abreg tekrar silahını doldurmak için zaman bulamamıştı. Kazak'ımız yaklaşık kırk metre kadar bir mesafeden tüfeğini doğrulttu. Uzaktan bir dumanın çıktığını gördük... Bu arada silahını doldurmuş olan Dağlının ateş ettiğini gördük. Fakat Kazak atını yana atlatarak... mermiden kurtulmayı başardı. Arkasından bizim Kazak'ın tekrar ateş ettiğini ve Dağlının... vurulduğunu anladık", "dağların şampiyonu gerçekten ölmüştü. Kazak... Dağlının kafası elinde olduğu halde ayağa kalktı." Kazak "o duman lülemden çıkan dumandı. Onu bu amaçla ağzımın içinde tutmuştum." "Fakat beni çok daha müteessir eden şey, böylesine kahramanca bir kalp taşıyan bu Dağlının zavallı cesedinin gömülmeden açıkta bırakılmasıyla yapılan insanlığa sığmaz davranıştı.(Dumas, s. 45-49)
5. Dumas'nın anlatımı genelde söylenegelen Kafkas-Rus savaşları tabirinin ne denli yanıltıcı olduğunu da apaçık ortaya koyuyor. O dönemde bölgede yaşanan Kafkas-Rus savaşı değil Çeçen ve Lezgilerin Ruslara ve daha çok da Rus hizmetindeki diğer yerlilere karşı sürdürdüğü mücadele oluyor. Çeçen ve Lezgilere asıl düşmanlık Ruslardan daha çok bölgenin yerli halklarından geliyor.
"Hasavyurt'u gördük", "Kazaklarımızdan bir tanesini... yanında Kabardey alayına ait iki genç subay olduğu de bizi beklemekte olduğunu gördük... subaylar... onların karargahlarının dışında başka bir yerde kalmamam için ısrar etmişlerdi", "ev sahibem", "Vladikafkaslı son derece hoş bir Çerkes", "Lezginka oynamasını isteyiniz." "Kabardey alayı, Rusların Dağlı kabilelerden aldıkları toprakların en ileri hattında bulunmaktadır." (Dumas, s. 63-67)
Muhemelen Oset asıllı olan "Vladikavkaz'ın milli kıyafeti içinde... güzel Leyla" dansıyla Rus güçlerine moral verirken Rus hizmetindeki devşirilmiş suçlular ile "avcı" Kabardeyler Çeçen "av"lıyorlar.
"HEYECANLI BİR GECE/... ev sahibemiz.../ Kız yirmi, yirmi iki yaşlarında son derece güzel birisiydi. Vladikavkaz'ın milli kıyafeti içindeydi... güzel Leyla". "Yüzbaşı Grabbe ile çıktık... portrelere özel ilgisi olan yetenekli bir amatördü. Onlardan özellikle dört tanesi", "Her gece en azından bir Çeçen'in başını kesmek için yemin ettiler ve şimdiye kadar da yeminlerini tuttular", "Bu işi para için yapmıyorlar. Sadece kendi zevkleri için yapıyorlar. Elde ettikleri her ödülü ortak bir fona yatırıyorlar. Eğer adamlarımızdan biri savaşta esir düşecek olursa, onun fidyesini ödemek için bu fon hazır bulunmaktadır", "Eğer bütün Rusya'yı tarasan, bu tür adamlardan bir alay oluşturmak için yeterli sayıda kişi bulamazdın. Bunlar, Prens Baryatinsky'nin Kabardey Alayı'nın albayı iken oluşturduğu özel birliklere bağlıdır. Onlara Tula'da şimdiye kadar yapılmış olan en iyi tüfekleri verdi", "Bunlar Bageinok, İgnasiyef ve Mişeluk'tur... Avcı askerlerimiz olmadan eğlencenin tadı çıkmayacağından, onları bu akşam görebileceğinizden emin olabilirsiniz." "Albay Coignard, Fransız asıllı bir aileden gelmektedir... Kabardey alayının diğer subayları ile buluşmak üzere çabuk dönmemizi şart koştu./... Leyla tam bir gece kıyafeti içindeydi." "Bana göre Gürcüler Çerkeslerden daha güzeldir... Leyla'ya dönmeliyim./ Bizim için dans etmeye söz vermişti ve bu sözünü yerine getirdi... dans o kadar hoştu ki". "Ruslar belki de Gürcülerden sonra dünyanın en sıkı içicileridir." "Kafa avcısı askerler, bir Rus dans gösterisi sunarak bizi eğlendirmeyi planlıyorlardı... portelerini gördüğüm Bageinok, İgnasiyef ve Mişeluk'un asıllarını hemen tanıdım. Onlara isimleriyle seslendiğim zaman son derece şaşırdılar ve bir kaç dakika sonra da dünyanın en iyi arkadaşları olduk. Sanki çocukmuşuz gibi elleriyle bizi sararak yukarı aşağı zıplayıp durdular!/ Çok geçmeden oradaki her adam, elinden geldiğince dans etmeye başlamıştı. Kabardeyler, Çerkes ve Lezgi kabilelerinin geleneksel danslarından örnekler sundular... Ben de Fransız dans stili olan kankandan örnekler verdim." "Leyla... tatlı bir gülümsemeyle karşıladı. Bageinok'un elini sıktı... İgnasiyef, viyolasını aldı ve... kuvvetli bir şekilde çalmaya başladı.../ Ev sahibemiz, kendisine eş olarak Bageinok'u seçti ve dans etmeye başladı.../ Gece yarısına doğru... Kelle avcılarının diğerleri, arkadaşlarını almak için gelmişlerdi... kanlı iş elbiselerini giyiyorlardı". "Onlarla birlikte bu sefere gitmek istediğimizi kendilerine açıkla", "kurallar", "Bir asker bir Çeçen'e saldıracak, adam adama". "Kasabanın dışına çıktıktan sonra Karasu'nun sağ kıyısını izlemeye başladık", "ikinci bir ırmağa ulaşıncaya kadar... bir yamacı tırmandık... Bu, Terek'in kollarından birisi olan Aksay Irmağı'ydı... karşı kıyısı... ırmağın sol yakasından aşağı doğru gittik." "Onların av için yerlerini almakta olduklarını anladım. Baskından dönmekte olan Çeçenler, ırmağı belli bir noktadan geçmezler... Bu yüzden avcı askerler... yüz metre aralıklarla yerleşiyorlardı", "düşman ülkesindeki bir ırmağın kıyısında... pusuda yatıyorduk. Amacımız... vahşi hayvanlar avlamak değil; bizim gibi Allah tarafından yaratılmış olan insanları öldürmek veya onlar tarafından öldürülmekti. Üstelik kendimizi bu maceranın içine neşeli bir gülüşle atmıştık.../ Bizim avladığımız insanların adam öldürme ve talanla yaşadıkları ve arkalarında yıkım ve yas dolu bir yol bıraktıkları doğruydu. Fakat onlar bu dağlarda, medeniyetten binlerce kilometre uzaklıkta doğmuşlardı ve atalarının çok eski zamanlardan beri yaptıklarını tekrarlıyorlardı... Eğer Çeçenlerin saldırısına uğrayacak olursak hayatım, sadece gözlerimin keskinliğine ve kollarımın kuvvetine bağlı olacaktı./ İki saat sürünerek geçti." "Dört nala gelen bir atın nal seslerini duydum ve en sonunda hayvanla binicisini suyun kenarında gördüm. Fakat orada bundan fazlası da vardı. Atın arkasında kuyruğuna bağlanmış bir esir sarsılıyordu... bir kadın çığlığı işittim.../ Aniden Bageinok'un gözden kaybolduğu yerden bir alev yükseldi ve arkasından bir silah sesi işitildi... haykırmalar ve çığlıklar duydum.../ Sonunda ırmaktan bize doğru gelen bir siluet gördük... Hançerini dişleri arasına sıkıştırmış olan Bageniok, sağ omuzunda kendisinden geçmiş bir kadın taşıyordu. Kadının kolları arasında kenetlediği bir çocuk da vardı. Sol elinde ise bu Dağlıların kafalarının üzerinde bıraktıkları bir tutam saçtan tuttuğu bir Çeçen kellesi sallanıyordu." "Kalino bütün olayı anlattı. Bageinok... Çeçen'in esirinin kadın olduğunu anlamıştı. Eğer önce haydudu öldürseydi at ürkebilir ve boynuna ip geçirilmiş olan kadını boğabilirdi. Bu yüzden, hepsi suya girinceye kadar bekledi ve atı göğsünden vurdu. Bu şekilde at çırpınarak binicisinin nişan almasını engellerken Bageinok, suya girdi ve ipi kesti. İkinci atışı adamı ölümcül şekilde yaralamıştı. Fakat henüz ölmemişti ve ölü atının altından sürünerek çıkmayı başardı. Bageinok, kadını almak için yere eğildiğinde... keskin dişlerini düşmanının baldırına geçirdi. Bunun üzerine avcı askeri onun kafasını keserek kendisini kurtarabildi.../ Muzaffer bir şekilde Hasavyurt'a dönerek... Fakat hala insanın, bir geyik ya da yabani domuz avlarcasına kendisi gibi bir insanı avlamasının doğru olduğunu kabul edemiyorum." (Dumas, s. 69-80)
Kumuk Prensi Ruslara hizmet ediyor.
"PRENS ALİ SULTAN/ NİJNİ-NOVGOROD SÜVARİLERİ" "Hasavyurt'tan çıktık ve geniş Kumuk ovasında ilerlemeye başladık... bu muhteşem düzlükler... Şamil'in elinde bulunan dağların eteklerine kadar uzanıyordu", "altmış veya yetmiş kadar atlı Dağlının bize doğru geldiklerini gördük... Coignard... "Bu Ali Sultan'dır," dedi./... saldırıya uğrama ihtimalimizi düşünen Ali Sultan, bütün özel ordusuyla bizi karşılamak için yola çıkmıştı. Silahlı atlılardan oluşan bu grubun oluşturduğu coşkulu havanın benzerini başka hiç bir yerde görmemiştim. Prens... muhteşem bir şekilde giyinip nefis silahlarla donanmışlardı... biraz gerilerinde başka bir Dağlı soylusu geliyordu... adı Kuban olan bu adam çok ünlü bir savaşçıydı... St. George Haçı ile taltif edilmişti", "elli veya altmış kadar Tatar... vahşi bir şekilde haykırarak geliyorlardı... muhafızlarımızın sayısı yüz elliye ulaşıyordu." "Prens Ali'nin köyü görünüyordu... Bu benim ilk defa ziyaret ettiğim hakiki bir Dağlı köyüydü ve gerçekten çok sayıda yakışıklı insan görmekten büyük bir şaşkınlığa kapıldık. Bu insanlar, steplerde gördüğümüz Tatarlardan çok farklıydı." "Çiryurt'a gördük. Aynı anda, bizden sadece bir kilometreden daha yakın bir mesafedeki bir dağın tepesinde, bir Çeçen nöbetçinin, olası bir avı gözleyen alıcı bir kuş gibi bir ağacın tepesinde olduğunu gördük... saat yedide Çiryurt'ta emniyetteydik./ Prens Dondukov-Korsakov'un kaldığı yeri sorduk... Nijni-Novgorod süvarilerinin barakaları tarafından çevrilmiş olan son derece muhteşem bir şekilde aydınlatılmış büyük bir evdi... davet edilmişiz gibi içeri girdik", "prens içeri girdi... Sol eli Çeçenlere karşı yaptığı en son sefer sırasında aldığı bir yaradan dolayı sarılıydı. Kendisi, tam tahmin ettiğim gibi bir adamdı: gururla bakan keskin gözler, gülümseyen bir ağız ve samimi, dürüst bakışlar." (Dumas, s. 81-90)
Yerli milisler gönüllü olarak savaşıyorlar.
"ÇİRYURT İLE TEMİRHAN ŞURA ARASINDA" "Bir kere daha imparatorluğa ait atlarla yola çıktık... Muhafızlarımızın sayısı yirmi beş kişiydi. Fakat bu adamlar elli kişiye bedeldi. Çünkü hepsi de Hat Kazak'ıydı... bir saat sonra Çeçenya ile Dağıstan arasındaki sınırda bulunan kaleye ulaştık", "habere göre altmış kadar Lezgi... Dağlardan soymak, öldürmek ve yok etmek için inmişlerdi." "Unterkale'yi gördük. Burası, Ruslara boyun eğmiş bir Dağlı auluydu." "Lezgilerin baskın söylentisi bu aula da erişmişti ve bütün milisler keşif için dışarı çıkmışlardı." "Ne kadar basit bir hikaye... iki ay kadar önce... yolcular, ağaçların altında yirmi beş tane başsız ceset buldular. Askerler bir grup Çeçen tarafından sürprize uğratılmışlardı. Cesetlerinin yattığı yere haçlar dikildi." (Dumas, s. 91-101)
"LEZGİ AKINCILARLA BİR ÇARPIŞMA" "Tarantamız makaslarına kadar kalın bir kil tabakasına batmıştı." "Manzara benim için son derece güzeldi... yirmi beş civarında arabanın... hepsi de çamura saplanmıştı." "Uçurum... havaya yükseliyordu... dev kayalığın tepesinde muhkem bir ev yapılmıştı ve sahibi de... bakıyordu", "Arabacımız, "O Şamhal Tarkovski'dir," dedi." "Üç gün boyunca Lezgi akıncılarla ilgili... haberler duymuştuk. Helli'nin milisleri gerçekten onlarla kapışmıştı... çarpışma devam ediyordu", "Gaubdenli ünlü abreg Tamyas Gumiş Burum komutasındaki eli kadar Lezgi... koyunlara el koyarken çobanları da esir almışlardı. Çobanlar gece vakti kaçmayı başararak Parul'a gitmişler, fakat oradan sürülmüşlerdi. Akıncılar daha sonra Guilley adındaki bir köye saldırmışlar", "çobanlar Helli'ye geldiğinde ortalık aydınlanmıştı ve iki üç bin nüfusa sahip büyük bir aul olan Helli'de muhafızlar, bunun bir hile olmasından daha az korkmuşlar ve onları dinlemeye meyilli olmuşlardı. Anında... milisleri toplamış ve yüz kişilik bir gönüllü birliği de çağırdıktan sonra... gitmişti". "Lezgilerle yaptıkları çarpışmadan galip ayrılan Helli milisleriydi... ganimetlerini... kaldırarak geliyorlardı... "Kafalar! Kafalar!" anlamına geldiğini biliyorduk./ Çok geçmeden iki grup, neşeli bir şekilde birbirine karıştı... üçüncü bir grup... ölü ve yaralıları taşıyordu... dört veya beş kesik kelle ile... insan kulaklarının ne anlama geldiğini anlamamak imkansızdı... milislerin kayıplarının üç ölü ve beş ağır yaralı olduğunu öğrendik... On beş Lezgi öldürülmüştü", "savaş alanına ulaşmıştık. Bütün cesetler... yatıyordu. Beş tanesinin başı yoktu. Diğerlerinin de sağ kulakları kesilmişti... Bu kadar korkunç görüntülerin insan üzerinde neden bu kadar hayranlık verici bir etki bıraktıklarını bilmiyorum... gözlerimi onlardan ayıramadım." (Dumas, s. 102-111)
Rus hizmetindeki öncüler elbette Gürcüler oluyorlar.
"KARANAY" "Prens Bagration... Çerkes kıyafeti içinde son derece zarif... kırk yaşlarında... Rus ordusunun en iyi subaylarından birisi... Dağlı yerlilerden oluşan bir alayın komutanlığını yapıyor. Ovalık bölgelerden gelen bir Gürcü olarak, bu Dağlıları kontrol altında tutabilmesi için onların en cesurlarından daha cesur olmak zorundadır." "Bunlar kanun kaçakları veya suçlu insanlardı... kan davasından kaçmak için Ruslara sığınarak bu alayda görev yapmaya gönüllü olarak talip olmuşlardı. Şeytanlar gibi savaşıyorlar! Böyle yapmak zorundalar." "1842 yılında Ruslar tarafından yok edilmiş bir köyün yıkıntılarına geldik... taş üstünde taş kalmamıştı." "Burası Tuşenlerin toprağıydı. Hıristiyan olan bu insanlar, Şamil ile devamlı bir savaş içindedirler." (Dumas, s. 113-122)
"PRENS TARKANOV" "Çocuk... muhteşem dişleri ile tipik bir Gürcü'ydü... Fransızca ile sordu", "Dumas değil misiniz?", "siz de Prens İvan Tarkanov olmalısınız". "Lezgilerin Nuha'daki ipek fabrikasına bir baskın yapacaklarını haber vermişlerdi... büyük ihtimalle beni kaçırmak isteyeceklerdi. Babam onlara çok zararlar vermiş bulunuyor! En azından onlardan otuz tanesinin kafasını kesti. Öldürdüğü adam sayısı yirmi ikiyi geçtiği zaman İmparator ona bir yüzük gönderdi!" "Babam onlara büyük bir fidye ödeyinceye kadar beni rehin olarak tutarlardı... Lezgiler, düşmanlarının kafalarını değil de, sadece sağ ellerini kesiyorlar." "Ben üç kelle kestiğim zaman babam, o elması bana hediye edeceğine dair söz verdi."/ Onunla biraz şakalaşmak için, "Yirmi iki kafa kesinceye kadar beklesen daha iyi olur", "Benim babam kadar fazla şansım olmayabilir. O kadar çok köy Çar'a teslim oldu ki, isyancı haydutların sayısı her gün daha da azalıyor... onlardan üç tane öldürebileceğimden eminim", "çocukça bir şey yoktu." "Bu iki asil arasındaki sevgi ve uyumu görmek son derece hoş bir şeydi." "Tarkanov'un evine geri geldik. Anında akşam yemeği verildi... baş subayı Badridza odaya girdi... yüzü mutluluk içinde parlıyordu", "misafirler gelmeye başlamışlardı... kadınların bir kısmı ve özellikle Ermenilerle Gürcüler çok güzeldi", "gölgeler arasından bir adam çıktı . Elindeki sopanın ucunda... taşıdığı şey bir insan kafasıydı... onun bir Lezgi'ye ait olduğunu anlamıştım", "Badridza'dan bir armağan olmalı. O adam onun hizmetkarı Halim'dir", "herkes kesik başı görmüştü. Kadınlar geri kaçınırken bütün erkekler ileri doğru eğildiler. Prens Tatar dilinde bağırdı: "Hey... Halim. Elinde ne var çocuğum?"/ Halim kelleyi kaldırdı... "Lezgi liderinin başıdır," diyerek cevap verdi. "Badridza... gönderdi... kendisi... kıyafetini değiştirmek için gitti... Adamı o öldürdü, fakat kafasını ben kestim. Bu yüzden on rublelik ödülü istiyorum."/ "Tamam... ödeyeceğim", "Emredersiniz..." diye cevap verdi Halim. Merdivenleri çıktı... odalardan bir tanesinin içinde kayboldu... eli boş olduğu halde geri geldi. Çok geçmeden Badridza, temiz ve düzgün bir kıyafet içinde... geldi. Haydutlar Nuha'yı basmak için girişimde bulunurlarken, kendisi ve adamları pusu kurarak onlardan üç tanesini öldürmüşlerdi. Geri kalanlar kaçmışlardı.../ Prens Tarkanov... dinledi... "Balo salonuna geçelim... Dumas, nasıl Lezginka oynadığımızı merak ediyordur." "Bu seyretmesi son derece zevkli zarif bir danstı... çok geçmeden... monoton bulmaya başladım ve bütün dikkatim Halim'e yöneldi. Yüzünde son derece şaşırmış ve sıkıntılı bir ifade olan Halim... bir şey arıyordu./... "Kafasını kaybetti, Lezgi'den aldığını... birisinin onu çaldığını düşünüyor!"/ Parti dağılıncaya kadar bu esrarın sırı çözülemedi. Halim, kafayı ışığın oldukça loş bir şekilde olduğu antrelerden birisine koymuştu... Tarkanov'un misafirleri, raftaki kafayı görmeden pelerinlerini oraya atmaya başlamışlar ve çok geçmeden kafanın üzerinde bir ipek ve kadife yığını birikmişti. Son misafir de ayrıldıktan sonra Halim'in kafası, sağlam bir şekilde bulundu ve Halim'i büyük bir mutluluğa boğdu." "Ertesi sabah... haydudun başı bir sırığın ucuna geçirilmişti". (Dumas, s. 161-171)
Vaynah halkının bir kolu olan Tuşenler Şamil güçleriyle savaşıyor.
"Burası Tuşenlerin toprağıydı. Hıristiyan olan bu insanlar, Şamil ile devamlı bir savaş içindedirler." (Dumas, s. 113-122)
Acemler ve Tatarlar Ruslara hizmet ediyorlar.
"DERBENT" "Yirmiye yakın Acem'in bize doğru geldiklerini gördüğüm zaman" "Bagration'a sordum", "grubun liderini tanıdım. Kendisi son derece saygın bir adamdır ve şehrin anahtarlarını Rus İmparatoru'na sunmak için seçilen adamın oğludur. Adı Kavus Beg Ali Ben'dir", "senin romanlarından bazılarını Rusça çevirilerinden okumuş... takdirlerini bildirmek için gelmişler." (Dumas, s. 123-132)
"DERBENT'TEN BAKÜ'YE" "Kuba Hanlığı... bir grup Tatar... oturuyordu." "Tatarların yanına gittik. Bakü'den alarak Kafkasya'da savaşan orduya götürdükleri un çuvallarının üzerinde ateşin etrafında oturmuşlardı... ekmek pişirmekle meşgullerdi... büyük bir et parçasından... bir dilim kesti... ekmeğin piştiği demir sacın üzerine attı... bizim için olduğunu işaret etti... bıçakları bu sulu etlere daldırdık ve tuz ile ekmek eşliğinde yedik". (Dumas, s. 134-141)
6. Bölgenin doğal güzelliğine ve jeolojisine de değiniyor.
Bölge mitolojiye konu olmuştur.
"Promete'nin zincirlerle bağlandığı kaya buradaymış. Ruslar bu dağa Kazbek adını verdiler." (Dumas, s. 8)
Geçmişte jeolojik değişim geçirmiş olan bölge o günlerde çamur deryası halindedir, ancak manzarası mükemmeldir.
"Bir zamanlar bu bozkırları kaplamış olan okyanuslardan, adalar gibi, sadece Kafkaslar değil; Türkiye'deki Toros Dağları, İran'daki, Demavend Dağları ve Kırım'daki Taurida Dağları da ortaya çıkmış. Eskilerin, Hazarların gölü adını verdikleri Hazar Denizi aslında bu okyanusun bir parçasıdır. Geçmişte, büyük bir ihtimalle, kuzeydeki Baltık Denizi ve Beyaz Deniz ile birleşik haldeydi./ İlmi ya da dini; hangi tarih Karadeniz, Aral Gölü ve Erivan, Urmia ve Van Göllerinin nasıl ayrı düştüklerini... açıklayabilir?.. bildiğimiz bir gerçek var: Hazar Denizi, hala bir takım yer altı kanallarıyla diğer denizlerle irtibat halindedir. Bu kanallar sayesinde Hazar, Ural, Volga, Terek ve Kura nehirlerinin boşalttığı suları başka yerlere gönderir. Hazar'ın derinliği periyodik olarak değişmektedir." "Kafkasların, birbirine paralel iki sıra dağı vardır.../ Bu dev bariyer boyunca sadece iki geçit vardır: Daryal Boğazı... ve tarihte Büyük İskender'in kapısı olarak bilinen Derbent Geçidi. Her iki geçitten de geçtim." (Dumas, s. 9)
"Kızılyar'ın en işlek caddesi olmasına rağmen dizlerime kadar çamura saplandım." (Dumas, s. 20)
"Sukoypost karakoluna ulaştık. Burada bizi muhteşem bir manzara bekliyordu... muhteşem Kafkas dağ zinciri, Elbruz'dan Şalbuz'a kadar, gözlerimizin önüne serilivermişti. Karlarla kaplı Kazbek de... yükseliyordu. Bu muhteşem manzara karşısında bir an için nefessiz kaldık. Alpler'i ve Pireneler'i daha önceden biliyorduk. Fakat bu gördüğümüz manzara, şimdiye kadar şahit olduklarımızdan, ya da en inanılmaz rüyalarımızda gördüğümüz hayallerden çok daha güzeldi!" (Dumas, s. 36)
"Kafkas dağ silsilesi, güneşin son ışıklarına boğulmuştu. Dağların daha aşağıdaki etekleri derin bir mavilik içinde iken, zirveleri pembe bir renk banyosu içinde kalıyor ve bu ikisi arasındaki yer de yavaş bir şekilde parlak menekşeden koyu eflatun rengine dönüşüyordu. Gök yüzü erimiş altın gibiydi. Gördüğümüz bu muhteşem manzarayı hiç bir kalem tasvir edemez ve hiç bir fırça da kağıda çizemezdi." (Dumas, s. 38)
"KARANAY" "Karanay'dan çevrenin görüntüsü", "karşılaşabileceğiniz en nefis manzaradır." "Sabah beşte... iki bin metre kadar tırmanacağız." "Bagration'un alayından yüz atlı bizi kapıda bekliyordu... bizimle birlikte Karanay'ın zirvesine yaya olarak tırmanacak olan beş yüz silahlı adam da hazırdı." "Nihayet en son bir zirveye ulaştık... İki bin iki yüz metre yükseklikteki derin uçurumun tepesindeydik!.. yükseklikte başım dönüyordu... yüzü koyun yatarak gözlerimi... kapamak zorunda kaldım", "bakmaya zorladım... vadi, Avar toprağıydı ve iki gümüş çizgi... Avar Koysu ve Andi Koysu idi". "Kafkasların dağ silsilesini... seyretmek için Karanay'ın zirvesinden daha güzel bir yer olamaz... yavaş yavaş eşi olmayan görüntünün korkunç azametine alıştım./ Prens Bagration'a itiraf ettiğim gibi, Alplerin en yüksek zirvelerinde bulunmuş olmama rağmen, hayatımda böylesine muhteşem bir panoramayı asla görmemiştim... beş yüz asker tüfeklerini aynı anda ateşledi!.. Gimri halkının, duydukları bu sesten korkuya kapılarak karıncalar gibi kaçıştıklarını... gördüm." (Dumas, s. 113-122)
7. Genelde kabul etmek istemeyip mazeretler uydurmaya çalıştığımız Kafkasyalıların kızlarını köle olarak satması konusunda Kabardeylerin kızlarını köle olarak satmak için Osmanlı'ya getirmelerine dair bir tanıklığını aktarıyor.
"Kaptan... "Gemide... üç yüz hakiki Kabardey var," diyerek devam etti." "Bu uğursuzların, kadın ve çocukları oradaki köle pazarına götürdükleri bana gün gibi aşikardır!" "Hepsinin geçerli pasaportları var ve ücretlerini ödediler. Her şey yerli yerinde, bize asla sorun çıkartmıyorlar. Üstelik kızlar buna pek aldırmıyorlar. Hepsi bir paşa ile evlenmeyi ya da büyük bir beyin haremine katılmayı bekliyor. Eğer şikayet edecek olsalardı, hemen önlemler alırdık. İsteseler bunu kolaylıkla yapabilirler... fakat hiç bir şey söylemiyorlar."/... her sabah ve akşam, bu kızların tek sıra halinde vakur tavırlarla güvertede gezindiklerini gördüm... yaşlı bir Kabardey'in gözetimi altında gösterişli tavuklar gibiydiler." (Dumas, s. 189-205)
8. Anadilin önemine çarpıcı bir vurgu yapıyor.
"Trabzon limanında bir Fransız gemisi olup olmadığını kendi gözlerimle görmek istiyordum... kaptan... Fransız bayrağını görmüştü... Bu gemi Sully idi ve birkaç saat sonra... onun güvertesine çıkmıştık. Britany ve Marsilya'nın aksanlarını yeniden duymanın bana neler ifade ettiğini anlatmam! Fransızca, bir Rus'un dilinde aynı değildir. Kendimi evde gibi hissettim." (Dumas, s. 189-205)
*
Bazı yerlerde de yanlış ya da abartılı anlatımlar var: s. 12'deki Gazi Muhammed/Molla, s. 57-62'deki Ahulgoh ve s. 173-188'deki Prenses Çavçavadze'nin kaçırılıp Şamil'in oğluyla takas edilmesi ile ilgili anlatımında olduğu gibi.
*
26.2.2025
***