20 Mayıs 2025 Salı

Ahmet Yesevi Yolu ve Hikmetler

Namık Kemal Zeybek, 1. Baskı, 2003, Ahmet Yesevi Vakfı Yayınları, Ankara


"Hikmetler"e göre Yesevi  şunlardan çokça yakınıyor : Gösterişçi, yalancı, cahil, menfaatçi, çıkarcı şeyh ve dervişler.

İstediği ise hoşgörü imiş. 

Ne kadar hoş!

Ama sanki bu konularda hiç olumlu yönde etkisi olmamış!

Bugün de aynı şeyler en şiddetli ihtiyaçlar. Sanki hiç değişiklik olmamış ve hatta değişiklik olmuşsa bile ters yönde olmuş!

İbretlik bir durum değil mi?

*

Kitapta benim anlamını idrak edemediğim şu türden hususlar var:

"Allah'a ulaşmak". "Yani AŞK". "Aşk Allah'a ulaşma coşkusu... Aşk'ın amacı ALLAH". (Zeybek, s. 23)

"AŞK ile BİRLİK İNANCI bir arada olur." "Allah'ta yok olma ve ALLAH ile sonsuzluğa ulaşma halidir... Sonsuz boyutta sonsuzluk". (Zeybek, s. 25, 26)

*

Katılmadığım bazı yönleri olsa da bilgilendirici bir eser.

*

Kitaptan diğer bazı notlar:

""Milliyet" dediğimiz gerçekliğin iki ana unsurundan birincisi "dil" ise ikincisi de dilin ana taşıyıcısı olduğu bütün kültür unsurlarıdır. Kültür unsurlarını... en etkilisinin de "din" olduğu bilinen bir gerçek... Ahmet Yesevi dilimizi, dinimizi ve din anlayışımızı en çok borçlu olduğumuz insandır." "Türk dünyası deyince aklımıza ilk gelen yedi bağımsız cumhuriyetimizdir." (Zeybek, s. 10)

"Türklük yeryüzünün geçmişinde ve bugününde eşi ve benzeri olmayan bir güzelliktir." "1990 yılında Kazakistan... Türkistan şehri... Yesevi türbesinde... ev sahipliğimi yapan Gümüşcan Hanım... "Siz Hazret Sultan'ın mezarına hürmet gösterdiniz; onun ruhaniyeti de size himmet edecektir." Doğrusu şaşırdım. Henüz Sovyetler Birliği yaşıyordu... Gümüşcan Hanım Başbakan Yardımcısıydı ve "Ahmet Yesevi'ye hürmet" onda ""himmet" kavramını çağrıştırıyordu." "Rejim Ahmet Yesevi'yi karalıyordu... ama başaramıyordu.../ 1993 yılında... gezilerim oldu." "Ahmet Yesevi adının ve hatırasının... etkilerinin dipdiri olduğunu tesbit ettim." (Zeybek, s. 12, 13)

"İnsanoğlu'nun yaşarken ulaştığı en yüce yükseliş Mirac'dır. Mirac, Allah elçisinin Allah'a eriştiği andır." (Zeybek, s. 15)

"Allah'a yücelmek istiyorsan işte yöntem:" "gariplerin gönlünü al". (Zeybek, s. 16, 17)

"İslam dininde en önemli ibadet, insana hizmet". (Zeybek, s. 19)

"Şeyh Mansur öz başını darda gördü". (Zeybek, s. 27)

"İhlas yani din adına yaptığın her işi Allah için yapmak... severek, sevinerek yapmak". "İhlasın karşılığı riya... Yani gösteriş". (Zeybek, s. 29)

"Şeyh tasavvuftaki anlamı ile... yol göstericiliği yapan insan demektir. Pir, mürşid, şeyh eş anlamlı sözlerdir." (Zeybek, s. 32)

"Melamet "kendini aşağı görme ve halkın aşağılamasını istemek" diye anlatılabilir." (Zeybek, s. 35)

"Ahmet Yesevi Atamızın sözlerinin kaynağı Kur'an ve Yüce Muhammed". "Ahmet Yesevi inanç adamıdır... hayatının anlamı inanmak, inandığını yaşamak ve inançlarını yaygınlaştırmak üstüne kurmuştur./ Ancak bu yolda zorlama yoktur." (Zeybek, s. 39)

"Cihat... müslümanlara sadece kendilerini, dinlerini ve inançlarını "savunmak" amacıyla savaş izni verilmiştir. Yani... "cihat" sadece savunma amaçlıdır." "Emevi sultanlarının müslümanlıklarında öyle çok fazla "ciddiyet" yoktur. Hatta Yezit örneğinde olduğu gibi müslüman olmadıkları bilinenler vardır." (Zeybek, s. 41)

"Tarihi okumak ve dini olanla tarihi olanı birbirinden ayırmak... İşte, saf İslam'ı arayanlar için, bir altın açacak", "hiçbir din içine geldiği toplumun kültür birikiminin etkilerinden kendisini koruyamaz. Arap... açısıyla birleşince ister istemez İslam, kadın konusunda başlangıcından ayrı bir yere gelmiştir." "Zühre B. Kilab... kızını diri diri toprağa gömer." (Zeybek, s. 47)

"Hangi şeyh... kendisine bağlananları örgütleyip ticari ve siyasi güç haline getiriyorsa onlardan uzak durulacaktır.../ Ahmet Yesevi binlerce öğretmen yetiştirip, Türk Dünyası'nın her yerine gönderirken... geçimini; ürettiği tahta kaşık ve kepçeyi satarak sağlıyordu". (Zeybek, s. 52)

"Din ancak BİLİM'le tamamlanır." (Zeybek, s. 54)

"Allah'ı bilmenin yolu da bilimdir./ Allah sonsuzluktur." (Zeybek, s. 56)

"Hür düşnceyi, felsefeyi tekfir eden, bağnazlığı din durumuna getiren, üretilmiş bilgiler ile yetinip onları tekrarlamayı marifet sanan anlayışlar, İslam toplumlarını kaplamıştır. Bunun sonucunun gerilik ve gerilemek olacağı belliydi. Olmuştur." (Zeybek, s. 58)

"Macar Prof. Vamberi Armin... anlatıyor:" "İslam dinine cihanşumül idrak felsefesini veren Türk bilginleridir... Evliya Çelebi de Ahmet Yesevi ailesine mensuptur." "Türk Dünyası'nda Ahmet Yesevi'nin etkileri çok derindir." (Zeybek, s. 60)

"Bizi biz yapan öncelikle dilimizdir. TÜRKÇE'miz", "ne yazık, atalarımızın kurduğu en büyük devletlerden olan Selçuklular döneminde yok olma yoluna sokuldu./ Selçılu'yu kuran... Dukak oğlu Selçuk". "Türklüğe karşı oldu. Çünkü din ve ilim dili olarak Arapça'yı; devlet ve edebiyat dili olarak Farsça'yı benimsediler. Büyük Selçuklularda, Nizamiye Medreselerinde Arapça ve Farsça egemendi. Bu medreseleri... kuran kişi Nizam'dı ve Nizam Fars'tı.../ Anadolu Selçukluları da Büyük Selçukluların yolundan gitti. Farsça ana dil durumuna geldi". "Mevlana... bütün eserlerini Farsça yazmıştır." ""Key" Türkçe'deki "Alp" sözünün karşılığıdır." "Dilini yitiren bilincini yitirir, bilincini yitiren varlığını yitirir./ İşte böyle bir zamanda 12. Yüzyılda Ulu Türkistan'ın YESİ şehrinde Hoca Ahmet adlı bir Ulu Kişi ortaya çıktı... TÜRKÇE bayrağını yükseltti... Öğrettiği İslam'dı... İslam Tasavvufunun yollarıydı... Bilimdi... Dili Türkçe'ydi." (Zeybek, s. 62, 63)

"Hoca Ahmet 126 yıl yaşadı.../ Yetiştirdiği öğretmenleri Türk dünyasının her bucağına gönderdi." "Doğru İslam'ı anlatıyorlardı." "Ve Türkçe anlatıyorlardı." "Ölmek üzere olan Türkçe dirilmeğe başladı." (Zeybek, s. 66)

"Bilinen gerçek, Türklerin İslam dinine geçmeden önce birçok dine girip çıktıkları... İslam'dan önce Türkler şamanist değildiler", "şamanizm bir din olmaktan çok... bir durugörü ve sağaltma yöntemidir... Türkler hangi dine girerlerse girsinler bu yöntem... varlığını sürdürmüştür.../ Çoğunlukla Karahanlı Han'ı Satuk Buğra'nın 10. yüzyılın ortalarında müslümanlığa girmesi Türklerde İslam'ın yayılmasının başlangıcı olarak söylenir." "Ahmet Yesevi okulunda yetişen öğretmenlerin birinci görevi; henüz İslam'a girmeyen Türkler ve yakın uluslar arasında dini yaymak... dinin gerçeğini öğretmekti." "Ahmet Yesevi öğrencileri... Cengiz'in torunlarını müslümanlaştırıp Türkçe'ye ve Türklüğe kazandırmışlardır./ Cengiz'in büyük oğlu Cuci'nin oğlu Berke, Altınordu Hanı iken Ahmet Yesevi'nin öğrencisi Sarı Saltuk tarafından İslam'a kazandırılmıştır. Berke'nin başkomutanı Nogay'ı da yine Sarı Saltuk müslümanlığa ısındırmıştır... Cuci'nin torunu Özbek Han'a İslam bilincini ve bilgisini veren ise Baba Tüklü diye bilinen Yesevi öğrencisidir./... Anadolu'ya... İslam'ı yayan yine Yesevi dervişleridir.../ Türklere Arapların zorla müslümanlığı kabul ettirdikleri ise bilimsel temelleri olmayan bir iddiadan ibarettir... Hallacı Mansur'un bu yolda beş yıl çabaladığını da bir örnek olarak verebiliriz." "Milletimiz arasında yaygın olan ortak din bilincini, doğrudan Ahmet Yesevi'ye borçluyuz." (Zeybek, s. 69-71)

"Doğmadan önce neredeydik?../ Bu sorular insan beyninin sorduğu sorulardır... İşte felsefenin ortaya çıkış sebebi... Ve tasavvufun kaynağı.../... Düşüncelerin kaynağına ulaşmak... bütünlüğe yönelmek... için teknikler... İşte tasavvuf budur". (Zeybek, s. 72, 73)

"Tasavvuf yolunda düşülen yanlışlıklardan birisi, yolu amaç sanmaktır... Halbuki yol aşılmak içindir... Yol gösteren... Amaca giden yolda yardımcıdır sadece. Bunu unutanlar... "şirk" batağına saplanırlar", "tehlikelerine rağmen tasavvuf vardır, haktır ve gereklidir... Tasavvuf, dinin iç dokusudur, içinin içidir, özünün özüdür." "Tasavvufun amacı ihsandır. Yani insanı "olgun insan" haline getirmek, nefsin kirlerinden ve yüklerinden kurtararak temizlemek ve hafifleştirmek, varlığın sırlarına eriştirmek ve Allah'a ulaştırmaktır./ Tasavvuf yolunda zikir vardır." "Felsefe... aklın gücünü ve imkanlarını değerlendirir. Tasavvuf ise aynı sorulara "aşkın akıl" gücü ile yani aklı genişletme yöntemi ile cevap bulmaya çalışır", "sorulardan birincisi "varlığın nasıl var olduğu"dur... İkinci soru ise... "ruh"un ne olduğudur." "Var eden Allah'tır ve O sonsuzluktur. Allah'ın Zat'ının ne olduğu ve nasıl olduğunu kavramamız mümkün değildir.../ Yaratıcı "varlığı" isimlerinin ve sıfatlarının "nur"larının gölgesinden yaratmıştır. Yani varlığın esası "nur"dur... Yani "var"lığın esası "bir"dir ve kaynağı da "mutlak bir"dir. Başlangıç da, son da Allah'tır." "İnsan Allah'ın yeryüzündeki vekilidir, halifesidir. İnsan varlığın özetidir." (Zeybek, s. 75-79)

"İşte tasavvufun en önemli amacı insanın nefsini eğitmek sureti ile insan onuruna yakışır hale getirmektir." (Zeybek, s. 81)

"Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat/ Tasavvuf yollarının bir çoğunda gerçeğe ulaşma yolculuğunda dört kapı ve kırk makam kavramı vardır. Özellikle Yesevilik ve onun devamı olan Bektaşilikte bu konu çok önemlidir." (Zeybek, s. 84)

"Tasavvuf yolu... insanı kötülüklerden uzaklaştırıp iyiliklere yaklaştıracak bir yol olarak değerlidir." (Zeybek, s. 87)

"Ahmet Yesevi" için "Birçok kaynak ölüm tarihi olarak 1166'yı verir", "126 yıl yaşadığını söylersek, doğum tarihi 1105 yılıdır." Doğduğu yer "bugünkü Kazakistan... Çimkent İl'inin Sayram şehridir", "Yesi'ye yerleşmiş". "Türk-İslam tasavvuf yolu böylece adı sonradan Türkistan olan Yesi şehrinde başlamıştır." "Yesi'de bir okul kurmuş... öğrencilerini dünyaya yaymıştır. Tarihin yönünü değiştirmiş, Türklüğün "yeniden dirilişini" sağlamıştır", "ötelere göç... Tarih 1227 olabilir./... iki asır sonra gelen büyük cihangir Timur tarafından bugünkü türbe ve dergah yaptırılmıştır... İkinci Mekke denilir." (Zeybek, s. 99-102)

"Yesevi yolundan yürümek isteyenlerin önce bir işlerinin olması gerekir." "Gerçek müslüman dünyayı başının üstüne koymaz, ayağının altına alır. Kalbinde Allah vardır, elinde ise işi.../ İşi olmalıdır ki; halka aş verebilsiz... Yesevi yolcusu "alan el" değil "veren el"dir. Bunun için de "olan el" olmalıdır./ Yesevi yolcusu... hoşgörülüdür ve bilim arayıcısıdır. Bilim yolunda gerçeği arar." (Zeybek, s. 104, 105)

"Bu kitabı yazmadım, sadece derledim." (Zeybek, s. 109)

"HİKMETLERDEN SEÇMELER" (Zeybek, s. 111 vd.)

"Sapıtmış der mollalar

Şeyh Mansur öldürüldü

Kafir diye öldürüldü

Üç yüz molla toplaşıp" (Zeybek, s. 169)

"YALAN ŞEYHLER", "YALANCI ŞEYH", "HAKK'A RAKİP ŞEYH", "GÖSTERİŞÇİ SON DEMİ", "SON ZAMAN ŞEYHİ", "GÖSTERİŞTEN UZAK OL", "YALANCI ZAKİRLER", "GÖSTERİŞÇİ DERVİŞLER" "HARAMCILAR", "YALAN ALİM", "AMELSİZ ALİMLER", "NADANLAR (KARA CAHİLLER)" (Zeybek, s. 178-183, 186, 188-194)

"HOŞGÖRÜ" (Zeybek, s. 205)

"Şeyh Bayezid yetmiş kere özün sattı" (Zeybek, s. 222)

"Kaf dağı bütün yutsa turlanmaz o" (Zeybek, s. 240)

"Günahım çok Allah'ım

Bağışlansın günahım

Bütün kullar içinde

Asi kuldur Hoca Ahmet" (Zeybek, s. 306)

*

19.5.2025

***


İNSAN İLİŞKİLERİNE DAİR I

 "Mühendislik gibi teknik alanlarda bile mali başarının yaklaşık %15'i kişinin teknik bilgilerine, %85'i ise insan ilişkilerindeki başarısına ve insanları yönetme yeteneğine bağlıdır." (Öztürk, Not Defteri II, s. 46)  

"İnsan doğasının en önemli dürtüsü, "Önemli olma ya da beğenilme tutkusu"dur. Bu tutku insanın içini kemiren bir açlıktır. Kalpten gelen bu açlığı giderebilen kişi insanları yönetmekte zorlanmaz!" (Öztürk, Not Defteri II, s. 50) 

20.5.2025
*

14 Mayıs 2025 Çarşamba

İMAM/ŞEYH ŞAMİL’E DAİR

*

KISALTMALAR

DÇ: Dağıstan-Çeçenistan

KK: Kuzey Kafkasya

*

İÇİNDEKİLER

I.GİRİŞ

II. KAYNAKLAR HAKKINDA

    1.Genel Olarak

    2.Kaynaklardaki Bazı Sorunlar

       2.1.Anlatım Farklılıkları

       2.2.Çelişkili ya da Tutarsız Anlatımlar

       2.3.Açıklamaktan Çok Karartan Açıklamalar

       2.4.Gerçeğe Aykırı Anlatımlar

       2.5.Doğru-Yanlış İç İçe

III.KISA BİR DÖNEM TARİHÇESİ

IV.DEĞERLENDİRME 

    1.Şamil Çokça Övülmektedir

    2.Övgüler Genelde Faydacı Anlayış Ürünüdür

    3.Övgüler Gerçeklerle Uyumlu Değildir

        3.1.Birlikten Ziyade İç Savaş Yaşanmıştır

        3.2.Zor ve Dayatma Esastır

        3.3.Acımasızlık Egemendir

        3.4.Peygamberlik İddia Edilmiştir

        3.5.Teslim ve Barış Karşıtlığı Anlatımları Gerçeğe Aykırıdır

        3.6.Algı İçin Tiyatral Çabalar

        3.7. Asıl Beceri: Algı Oluşturma

        3.8.Yozlaşma ve Çürüme

     4.Anlatımlarda Şamil’in Çeçen Düşmanlığı

     5.Övgülere Karşı Aykırı Sesler

         5.1.Dağıstan’dan

         5.2.Türkiye’den

V.SONUÇ

*

EKLER

KAYNAKLAR

*


I.GİRİŞ


Kafkas kartalı ya da Dağıstan aslanı olarak anılan ve adı Şeyh ya da İmam nitelemesiyle birlikte söylenen Şamil Kuzey Kafkasya(KK)’nın doğusunda Rus işgaline karşı sürdürülen mücadelenin 1834-1859 dönemindeki lideridir. Çok popüler olduğu ülkemizde adından çokça söz edilmesine karşın kanımca hakkında derli toplu tatmin edici bilgi bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Mevcut bilgilerin çoğunluğu genelde gerçekliği kabul edilemeyecek ölçüde abartılmış övgü niteliğindeki bazı ifadelerin tekrarlanmasından ibarettir. 


Şamil genelde pek çok övülmüş ve günümüzde de övülmektedir. Ancak şaşırtıcıdır ki çok ünlü olmasına karşın bir bütün olarak kendisi ve hareketi hakkında yapılmış tutarlı bir çalışma bulunmamaktadır. Hatta tam tersi yapılıp gerçek dışı unsurlarla süslenen övgülerle Şamil sanki gerçekliğinden koparılarak bir tür masal/efsane haline getirilmektedir.


Kısacası ülkemizde Şamil’in biyografisinin tutarlı bir anlatımı bulunmamaktadır. Öyle ki Vikipedi kendi bünyesindeki Şeyh Şamil maddesinde yer alan ifadelerin uygunluğu konusunda dahi şüphe belirtmektedir. 


Aslında sadece Türkiye’de değil genelde de Şamil hakkında yapılmış bütünlüklü ve tutarlı bir çalışma yoktur.


Bu çalışmada mevcut kaynaklardaki bilgilerden hareketle İmam/Şeyh Şamil’in anlaşılıp değerlendirilmesine çalışılacaktır.

*

“Bu madde, Vikipedi biçem el kitabına uygun değildir. (Haziran 2009) Bu maddenin tarafsızlığı konusunda kuşkular bulunmaktadır. (Ağustos 2008) Bu maddedeki üslubun, ansiklopedik bir yazıdan beklenen resmî ve ciddi üsluba uygun olmadığı düşünülmektedir.” (Şeyh Şamil - Vikipedi)


Türkiye’de Şamil’in gerçek kişiliği “hakkında yapılmış tutarlı çalışmalar çok azdır. Ve Şamil, sadece Ruslara karşı savaşmış bir kahraman olarak anlatılır.” (Baddeley, içinde Özden, s. 13) 

“Yüzbaşı Runovsky ve Madam Çiçagova gibi Şamil’i yakından tanıyanların yazdıkları ve sırdaşı Muhammed Tahir’in yazdığı… eserde dahi tarihlerin uymadığı büyük boşluklar ve atlanan gerçekler var.” "Şamil, şimdiye kadar gizemini korudu.” (Blanch, ŞŞE, s. 547-563)

“Şamil'in Kaluga'daki hayatı 1862'den sonra daha az kayıt altına alındı. O sene Runovski gözetim subaylığından ayrılmıştı.” “Polonya kökenli bir albay olan gözetim subayı hayatını karartıyordu.” “Toplamda Şamil'in ailesinden ve hane halkından on yedi kişi Kaluga'da yaşamını yitirdi... Kaluga'yı 1869'da terk etti. Kiev'e gitti ve bir sonraki yıl hacca gitmesine izin verildi. Yetmiş dört yaşındaydı./ Türkiye'de... çılgınca alkışlandı./ Mekke'ye vardığında yine aynı ilgiyi gördü... 4 Şubat 1871'de... öldü.” “Gazi Muhammed İstanbul'da bir süre yaşadı ve hatta 1877-78'de düzensiz bir süvari birliği ile Kafkasya'yı tekrar ele geçirmeye teşebbüs etti. Ancak, Türk hükümetinin şüphesini çekti ve birkaç yıl sonra Orta Doğu'ya gönderildi, genç kaynı Muhammed Fazıl Dağıstani ile birlikte.” (Bullough, s. 321-324) 

2001 yılında Şamil’in 19 mektubu Şerbatov tarafından Rusya’nın New York Konsolosluğu’na teslim ediliyor ve teslim sırasında Yastrjemski “bugünkü durumun çözümü için yol gösterici olacak” diyor. (Yeni Şafak Gazetesi, 7.11.2001, s. 2)

*


II.KAYNAKLAR HAKKINDA


1.Genel Olarak


Öncelikle konu hakkındaki kaynaklar yetersizdir.  


İkinci olarak resmi devlet belgeleri de dahil olmak üzere mevcut kaynaklarda kavram sorunlarının yanısıra çeşitli karışıklıklar, anlatım farklılıkları, bazı açık yanlışlıklar ve güvenilirlik konusunda kuşku yaratıcı çelişki ve tutarsızlıklar bulunmaktadır.

Öyle ki kaynaklarda en temel ve sıradan hususlarda dahi açıkça birbirinden farklı bilgiler yer alabilmektedir.

Konuya ilişkin bazı çalışmalarda yer yer kıymetli tesbit ve değerlendirmeler de bulunmakla birlikte genelde özensizlikler ve çoğu kez benzer genel geçer görüşlerin tekrarlanması yüzünden zaman zaman çeşitli sorunlu durumlarla karşılaşılabilmektedir.

Aynı konudaki farklı anlatımlar ise ilgili konuyu gerçeklikten çıkarıp bir nevi efsane

niteliğine büründürmektedir.


Konuyla ilgili kaynaklardaki yanlışlık, çelişki ve tutarsızlıklar neredeyse ayrı bir kitap konusu olacak kadar çoktur, ancak burada bunların tam bir envanterinin çıkarılmasına çalışılmadan gelişigüzel bir şekilde seçilen örneklerden sadece bazılarına değinilmesiyle yetinilecektir.

*

Aslında bir konudaki bilgilerin farklı olması durumuna Onat’ın “bu kadar farklı tarihler, ifadeler nasıl yer alır, anlamak mümkün değil” ifadesinde de dile getirildiği üzere şaşılacak şekilde zaman zaman çeşitli farklı alanlarda da karşılaşılabilmektedir. (Onat)


“Fransız asıllı olup Rus bürokrasisinde görev yapan 19. yüzyılın tanınmış Kafkas uzmanlarından birisi olan Adolf Berje 1860’lı yıllarda Kafkasya’da saha araştırmaları yapmış, Rus makamları arasındaki yazışmaları inceleme imkânı bulmuş ve elde ettiği birikimleri üzerine Kafkasya ile ilgili birçok eser kaleme almıştır. Bu eserlerinden birisinde Berje göçün sorumluluğunu Kafkasyalılara ve onları sözde kışkırtan Osmanlı bürokrasisine yıkar, dolayısıyla Rusya ve Çar Aleksandr’ı aklar. Kısacası eserde hatalı bilgiler ve yanlı yorumlar mevcuttur.” (İpek-Kafkas Göçü)


*

2..Kaynaklardaki Bazı Sorunlar

2.1.Anlatım Farklılıkları


En sıradan konularda dahi anlatım farklılıkları bulunmaktadır.


Mesela, Şamil’in,

Doğum tarihi,

Adı,

Etnik kimliği,

Liderliğe geliş tarihi,

1859’da Ruslara teslim olduğu tarih,

İstanbul’a geliş tarihi, 

Ve hatta ölüm tarihi,

gibi konularda farklı anlatımlar mevcuttur.

*

KK dendiğinde ilk akla gelecek şahsiyet olan İmam Şamil’in en bilinir olduğu bir zamandaki, yani 1859’daki Ruslara teslim olduğu tarih konusunda dahi kaynaklarda mutabakat bulunmamaktadır, çok şaşırtıcı bir şekilde bu tarih çeşitli kaynaklarda farklı olarak ifade edilmektedir. Ayrıca Şamil’in teslim olmaya karar vermesi ile diğer bazı hususlardaki anlatımlarda da farklılıklar bulunmaktadır.


Şamil’in 1859’da teslim olduğu tarih Yaşurka’da 5 Ağustos, El-Karahani’de 17 Ağustos, Baddeley’de 21 Ağustos, Henze ve Blanch’ta 25 Ağustos, Kaflı’da Ağustos/1859, Gammer, Bice ve Hızal’da 6 Eylül şeklinde ve hatta Akyüz-Orat/Tanrıverdi’de “5 Aralık 1859’da Şeyh Şamil’in esir düşmesiyle” şeklinde farklı olarak yer almaktadır. 


5 Ağustos 1859 tarihinde Şamil’in esir düşmesinden sonra prens Baryatinskiy, çar İkinci Aleksandr’a coşku içinde şu mesajı gönderiyor: “Gunib fethedildi.” (Yaşurka, s. 169-173)


"En son saldırı da 17 Ağustos tarihinde yapılmış ve... dirençleri kırılan müritlerin ısrarları karşısında Şeyh Şamil çaresiz boyun eğmek zorunda kalmıştı." Baddeley'den alıntıya göre, "Ruslar 21 Ağustosta yeniden saldırıya geçtiler.../... kuşatmanın 80 gün sürdüğü..." (El-Karahani, 69, 70, 77)


“Çar II. Alexander'in doğum günü 25 Ağustos 1859'da Baryatinsk Gunib'e saldırdı. Gunib'i savunmak için savaşan 500 Mürid öldürüldü. Şamil akşam üstü saat dörtte gidip bizzat Baryatinsky'ye teslim oldu. Şamil'in teslim olduğu yere 1894 yılında bir anıt dikilmiştir." "Şamil teslim olduğunda onurlu bir biçimde karşılandı... 3 Eylül 1859'da Dağıstan'dan ayrıldı... Moskova'da yaşlı general Ermolov'la tanıştı." (Henze, s. 26, 27)

“26 Eylülde tam Gunib’in düşmesinden bir ay ve bir gün sonra Petersburg’a geldiler… heyecanla karşılanmıştı… Trenle seyahat kelimelerle anlatılır bir şey değil diyordu.” (Blanch, s. 370-372)


"Ağustosun 29'unda kuşatma başladı". "Ruslar yerli casus kılavuzların yardımı ile Gunip yaylasına çıkıp, yerleştiler". "Dağıstan alimlerinin ısrar ve fetvaları üzerine Şamil Ruslarla müzakereye girişti." "Şamil 1859 Ağustos'unda esir düşünce..." (Kaflı, s. 167, 176)


"Baryatinski'nin Şeyh Şamil'in, aile üyeleri ve seçeceği kırk müridiyle beraber İstanbul'a gitmelerine izin verilmesi şartını kabul etmesi üzerine 6 Eylül 1859'da... Ruslara teslim oldu.../ İmam Şamil teslim olduktan sonra sözünü tutmayan Ruslar..." (Bice, s. 24)


"300.000 kişilik bir süngü gücü düşmanın ağır basmasına sebep oldu. 6 Eylül 1859 günü Dağıstan'daki mücadele Gunip Dağında hazin bir şekilde son buldu... İmam Şamil... silahını bırakmak mecburiyetinde kalmıştı." (Hızal, s. 44, 46) 


“5 Aralık 1859’da Şeyh Şamil’in esir düşmesiyle”. (Akyüz-Orat/Tanrıverdi)

*

Şamil’in 1795, 1796, 1797 ve 1798 şeklinde farklı olarak ifade edilen doğum tarihi ile  Şamil, Ali, Samuel, Şamuil ve Şamuyil şeklinde farklı olarak söylenen ismi konusunda dahi mutabakat bulunmamakta ve hatta zaman zaman aynı eserde aynı konuda iki farklı ifade yer alabilmektedır.

*

“1795 senesinde Dağıstan’ın Gimri köyünde doğan Şeyh Şamil, Avar boyuna mensuptur.” (Çakmak, s. 32)


"Şamil doğduğunda kendisine Ali adı konulmuştu... nazardan koruması için adı Şamil (Samuel) olarak değiştirilmişti." (Henze, s. 7-9)

“Şamil (şamuyil... 1797-1871)". "Şamil en sonunda 6 Eylül 1859'da teslim olmak zorunda kalmıştır." Dağıstan'ın büyük adamlarından en önde geleni "Şamil'dir (1798-1871)". (Gammer, s. 10, 47) 

Hatta aynı eserde aynı konuda farklı ifadeler olması durumu, arka kapaktaki tanıtım yazısında ”Büyük dini ve askeri lider ”Dağıstan Aslanı” Şeyh Şamil’in ve Cennetin Kılıçlarının kusursuz hayat hikayesi” denilen bir kitapta, bir yandan, ”ŞAMİL” ”1796 dolaylarında doğduğuna inanılıyor”, denilirken, diğer yandan, “Şamil… D. Gimri 1798”, denilmesi örneğinde de olduğu üzere, konuya ilişkin en önemli eserlerden biri olan bir eserde dahi görülebilmektedir. (Blanch, ŞŞE, s. 75-77, 637)

*

Şamil’in etnik kimliği de tartışma konusu olmaktadır.

*

“Şamil Türkiye'de uzun zamandan beri Türk olarak kabul edilmekle birlikte... Avarlar'dandı." (Henze, s. 7-9)

Beşten az olmayan hadiselerin tanığı kişilerce Arap harfleriyle Türkçe yazılmış olup Elyazması İstanbul/Bayazıt Kütüphanesinde bulunan 1824-1855 dönemine ilişkin bazı olayları anlatan eser olarak tarif edilen Kırzıoğlu’nun eserinde şöyle söylenmektedir: “İslam Dini uğrunda Cihadı emreden “Nakşibendi Şeyhi ve İmam olan Dağıstanlı Ulu Kahramanımız’ın (ki Ataları, Kumuklar’dan gelip, Avarlar bölgesine yerleşmiş olduğu, tevatürle biliniyor) asıl adının… “Şamil” değil, bir (İsrail/’İbrani Peygamber’inden gelen) “Şamuil” olduğu, hep tekrarlanmıştır. Zaten, Hazret’in Elyazısiyle İmzası ve kullandığı… Mührü ortasında da, adı böyle yazılı.” Eser’in Dili “Kumuk ve Terekeme Ağzı ile Temiz Türkçe’dir.” (Kırzıoğlu, s. VII-IX, 71)

“Dağıstan'ın Gimri köyünde 26 Haziran 1797 tarihinde dünyaya geldi. Bir görüşe göre Avar kökenlidir.” Babası Avarlardan Muhammed, annesi Avar beylerinden Pîr Budak'ın kızı Bahu Mesedu'dur. Diğer görüşe göre ise Baba tarafından Kumuk kökenlidir. “Avar Asıllı Devlet Adamı ve Tarihçi Ramazan Abdulatipov ise annesinin kökeninin Mantaşhilal adlı Kumuk sülalesine mensup olduğunu belirtmiştir.” “Rus Yazar Verderevsky'ye göre Şamil kendisini "Tatar" olarak adlandırıyordu”. (Şeyh Şamil - Vikipedi)

”ŞAMİL” ”1796 dolaylarında doğduğuna inanılıyor. Babası, bir Avar asilzadesi olan Dengav Muhammed’di… Yerel bir inanışa göre aslında o 1801 yılında Gürcistan Krallığı’nı Rusya’ya veren ağabeyine başkaldıran Prens Aleksandr Batonişvili’nin oğluydu. Aleksandr, İran’a yerleşmeden önce Dağıstan dağlarına kaçmıştı… yerel halkın gözünde bir kahramandı. Şamil’in yakışıklı yüz hatları, Bagrat ailesine bariz bir şekilde benziyor, tavrı bir hükümdar havası taşıyordu... Prens’in oğlu olduğu inancı halk arasında yayıldı. Şüphesiz bu hikaye uydurmaydı.” (Blanch, ŞŞE, s. 75-77)

*

Şamil’in yaşamının son dönemindeki İstanbul’a geliş tarihi ile ölüm zamanı konusunda dahi kaynaklarda farklı anlatımlar bulunmaktadır. 

*

“1870 martında Çardan Mekke’ye gitme izni aldı… İstanbul’a gelince büyük bir kalabalığın rıhtımı doldurduğunu gördüler. İnsanlar kendilerini yerlere atıyorlar, sevinçten bağrışıyorlar… Sultan Abdülaziz onu parlak bir surette kabul etti. Dolmabahçe sarayının incilerle süslü holünde Babıali ona Allahın ikinci peygamberi olarak bütün saygıyı göstermişti. Halk her yerde onun arkasından geliyordu. Camilerde her bastığı yeri öpüyorlardı.” “Hatta bir seferinde Sultan Şamil’in halk tarafından çok tutulmasından, bunun, Osmanlı tahtı için bir tehlike olarak görmüştü. Bana “senin bir eşkiya olduğun söylenmişti” demişti. “Sizden daha fazla değil artık” diye cevap vermişti.” (Blanch, s. 405-409)


“Sürgünde on yıl kadar geçirdikten sonra Çar, Şeyh Şamil'in hacca gitmesine izin verdi. Kendi isteği ile gönderildiği Kiev'den 31 Mayıs 1869'da İstanbul'a gitti. Gittiği gün sadrazam ve şeyhülislam ile görüştü. Ardından 15 Ağustos 1869'da Dolmabahçe Sarayı'nda Padişah Abdülaziz ile görüştü. Padişah kendisine ve aile bireylerine maaş bağlattı. 15 Ocak 1870'te Abdülaziz'e veda ziyaretinde bulunmasının ardından yedi ay kaldığı İstanbul'dan 25 Ocak 1870'te hac vazifesini yerine getirmek için ayrıldı.[20] Hac görevini yerine getirdikten sonra Şeyh Şamil, Şubat 1871'de Medine'de öldü. Şeyh Şamil, Medine'de bulunan Cennetü'l-Baki'ye defnedildi.[21].” (Şeyh Şamil - Vikipedi)


“Şamil, 1870 yılında maiyetindeki adamları ile birlikte Rusya'dan ayrılarak önce İstanbul'a uğrar. Sultan Abdülaziz tarafından karşılanarak sarayda ağırlanır.” (ŞEYH ŞAMİL KİMDİR? - Şeyh Şamil Ortaokulu)

“4 Şubat 1871… tarihinde Şamil… gözleri… kapandı.” (Blanch, ŞŞE, s. 585-608)

“Şeyh Şamil öncülüğündeki kabileler uzun süre direnmeye çalışmışlarsa da Şeyh Şamil’in hayatını kaybetmesinden sonra direnci kırılan bölge insanı özellikle 1864 yılında soykırıma dönüşen Rus saldırılardan kurtulmak için akın akın Anadolu’ya göç etmeye başlamışlardır.” (Köse-Lokmacı)


Oysa göçlerin en yoğun olduğu 1864’de Şeyh Şamil hayatını kaybetmemişti, yaşıyordu ve ayrıca göç 1864’den daha önce başlamıştı.

*

Şamil’in liderliğe gelişi de tarih dahi farklı olmak üzere farklı şekillerde anlatılmaktadır, Şamil Al Kadari’ye göre Aşilta köyünde, Yaşurka’ya göre Haragit köyünde imam seçilmişken, Blanch’a göre Şamil kendi kendini Gotsak avulunda imam ilan etmiştir.  

*

"Hamzat Bek'in katlinden sonra... (M. 1834) yılının temmuz ayında Aşilta köyünde toplanan Avar bölgelerinin halkı (temsilcileri), Gimrili Dengo oğlu Şamil Efendi'yi imam olarak seçti.” (Al Kadari, s. 119)


"İmam ül-Azam Gamzat-Bek... bir çanka (yada canka) idi", Gazi-Muhammed'in yardımcısı olduğu dönemde bir çarpışmada Ruslarca tutuklandı ve Tiftis'e Paskeviç'in yanına gönderildi, "Aslan-Han Kyuri'linin aracılığı ile... memleketine geri gönderildi... sonra müritlerin aktif önderi oldu", "zaman zaman bek ve hanlarla gerektiğinde iyi geçindi (birilerine karşı savaşırken, diğerlere yardım etti)". Bazı grupların Gamzat-Bek'in imam seçilmesine karşı çıktığı ve "imam seçilmesinden sonra 'iki partinin oluştuğu'" belirtiliyor. "Partilerden biri Gamzat-Bek'e itaat etti, diğeri ise onu kabul etmedi ve karşı savaştı". Seçilmesi konusunda aksakallardan memnunsuzluk sesleri duyulması üzerine Gamzat-Bek şöyle  söylüyor: "Sizden itaat etmenizi istiyorum yoksa Gamzat sizi silah zoruyla itaate zorlayacaktır". Memnun olmayan ses çıkaranların Gimri'de ölen müritlere yardıma gelmeyen ve Aslan-Han ile diğer feodallerle iyi ilişkiler içinde olan Gamzat-Bek'ten hoşnutsuzluk duyanlar olup olmadığı soruluyor. Bununla birlikte 1834 yazında "Gamzat-Bek Avaristan'ın neredeyse tüm köylerini kendi tarafına çekmişti. Ama bazı köyler Hana sadık kaldı ve Avaristan'ın başkenti Hunzah'a çekildiler./ 1834. yılın Ağustos ayında Gamzat-Bek... Hunzah'a yaklaştı, onu kuşattı ve kadın Hana tarikata girip, Ruslarla ilişkilerini kesmeyi... teklif etti. Kadın Han buna razı olmayınca... Gamzat-Bek, Hanın oğullarını yanına davet edip, öldürülmelerini emretti... Rus ordusunun albay rütbesinde olan Surhay-Han'ı öldürttü... Han da öldürüldü. Hanın evinde bulunan tüm değerli eşyalar müritlerin kasasına ganimet olarak girdi". Gamzat-Bek "Akuşililer, Tsudahar ve Mehtuli hanlığına askeri seferler düzenlemek üzere hazırlıklara başladı", çok zaman geçmeden de " en önemli amacı olan gazavatı yayma hedefinden vazgeçti ve Hunzah'ta muazzam camii inşaatına başladı; dikkatini daha çok Şeriat'ı uygulamaya koymaya ve eski stil yaşamı propaganda etmeye verdi: tütün ve içkileri yasakladı... memnun olmayanlar da vardı./ Gamzat-Bek'i öldürmeye karar veren han yandaşları da halk arasındaki bu hoşnutsuzluğu kullandılar. Kendisine karşı komplo kuruldu ve 19 Eylül 1834 yılında suikast düzenlenerek Hunzah camiisinde Avar hanların yandaşları tarafından öldürüldü./... sonra Haragit köyünde geçen müritlerin toplantısında Şamil imam olarak seçildi", Şamil "eşsiz yeteneklere sahip olan bir insan idi", Gimri'de Rus süngüleri arasından "vücudun sağ tarafına aldığı neredeyse ölümcül darbeye rağmen kurtuldu", "yerel dağlı halk arasında büyük otorite kazanmıştı... imamlığa ilk adaydı. 'Çok sayıda alimin, bilim adamın ve aksakalın katıldığı bir toplantıda 'Koysubulu'dan aday' olarak bu göreve atandı (Abdurrahman). Magomet Tahir böyle yazıyor: 'Gamzat'ın ölümünden sonra Şamil imam olarak seçildi. Kendisine teklif edilen şerefi -imamlığı- kabul etmemek için uzun süre boyunca direndi. Ama alimlerin ve halkın ricaları onu nihayet herkesin isteği önünde boyun eğmeye zorladı'./ Hacı-Ali... anlatıyor: 'Gamzat'ın öldürülmesinden sonra imam iktidarı... Şamil'e geçti. Halk ve bazı köylerden toplanan alimler (Hindal-Koysubu), Aşilti'de toplanarak, onu imam görevine atadılar'./ Gamzat-Bek'in seçilişinden farklı olarak Şamil gücü kullanmak zorunda kalmadı, tam tersine toplantılarda alimlerin ve halktan insanların... ısrarcı ricalarına boyun eğmek zorundaymış gibi bir izlenim yaratıldı", "Şamil, Dağıstanlı özdenlik sınıfın önde gelen temsilcisi olarak seçildi. Çeçenistan'ın da özdenlik sınıfı ile müritçilik hareketi boyunca sıkı ilişkiler ve bağlantılar içinde kaldı." "Halkın daha fakir kısmı... tarım sorunun çözülmesini bekliyordu. Müritlerin hareketi boyunca bu sorun imamatın... ülkenin en önemli iç sorunu olarak kalmaya devam ediyordu", Şamil "aralarında düşmanlıklar yaşanan kavimleri kendi arkasından yürümeye zorluyor ve ısrarcı tavırları ile onları Şeriat'a tabii olan milletler haline getiriyordu". "Hacı-Murat Rus ordusunun yardımı ile müritlere birkaç kez bozgunun acı tadını tattı ama buna rağmen Şamil 1835 yılında... Gotsatl'ı işgal etti. Ki, çok zaman geçmeden çekilmek zorunda kaldı." (Yaşurka, s. 89-91) 


Bir cuma günü Hunzah’ta “Hamzat Bek camiye girdi… Osman ve kardeşi Hacı Murat… araya kimse girmeden hemen Hamzat Bek’e ateş etmişler ve kama ile de yaralamışlardı. Bir mürid Osman’ın üzerine atlamış ve onu öldürmüştü…/ Şamil Hunzah’ta değildi… gelmişti. Onun zamanı idi tam… Artık kan davası ve karşılıklı intikam yeterdi. Şimdi hepsi Ruslara karşı savaşmak için birleşmeli ve… büyük bir kuvvet olmalıydı. Şamil adamlarını topladı ve Hamzat Bek’in servetinin olduğu ve küçük Bulaç’ın kardeşinin öldürülmesinden beri tutsak olduğu Gotsak avuluna yürüdü. Şamil eğer görevi ondan isterse önüne durulamazdı. Ne entrikalara tahammül etmeye ve ne de küçük prensin bir defa olmak istediği bir taht adayını düşman eline düşmesine tahammülü yoktu. Hiç bir şey onu amacından saptıramazdı. Gazavat… Zındık sömürücülere karşı kutsal savaş. Hazineleri aldı ve bir katıra yükledi ve Bulaç’ı boğarak cesedinin bir uçuruma atılmasını emretti. Bundan sonra kendini üçüncü imam olarak ilan etti ve atını Gimri’ye sürdü./ Bu aynı zamanda müthiş ve şöhretli hakimiyetin korkunç başlangıcı idi. Onun idaresi altında bütün Kafkasya bir kale olmuş, birbirlerinden ayrılmış kabileler, şaşılacak surette birbirleriyle kaynaşmış ve çok kuvvetli bir idare kurulmuştu… “Şeriat zamanı, Şamil’in devri” başlamıştı.” (Blanch, s. 121-123)

*

2.2.Çelişkili ya da Tutarsız Anlatımlar


Bazı hususlar farklı kaynaklarda çelişkili ya da tamamen tutarsız bir şekilde anlatılmaktadır.

*


Tarihi Ocak, Ekim ve Aralık şeklinde farklı olarak da verilen ilk İmam Gazi Muhammed’in öldürüldüğü 1832’deki Gimri çatışmalarından Şamil’in sağ kurtulması olayı ikisi aynı eserin iki farklı tercümesi olan altı farklı kaynakta şöyle anlatılmaktadır: 


Şamil Gimri'de Rus süngüleri arasından "vücudun sağ tarafına aldığı neredeyse ölümcül darbeye rağmen kurtuldu". (Yaşurka, s. 89-91) 


Gimri köyünde 17 Aralık 1832 tarihinde “Gazi Muhammed ve on üç arkadaşı… şehit düştü, eski arkadaşı Şamil Efendi ise kurtuldu./ Şamil Efendi'nin kurtulması şu şekilde olmuştur... Gazi Muhammed ve arkadaşlarını şehit olduğu yerde Şamil Efendi birkaç yerinden ağır şekilde yaralanıp yere düşmüş ve cesetlerin arasında kalmıştır. Gece karanlığında kalkıp yürümeye takat bulan ve oradan yavaş yavaş ayrılan Şamil Efendi bir başka tarafa gidip saklanmış, altı ay kadar tedavi görerek hiçbir işe karışmamıştır." (Al Kadari, s. 111-113) 


Gimri'deki kurtulması sırasında Rus askerlerinden biri "elindeki süngü ile Şamil'in göğsüne dürttü", diğer "biri de büyük bir taş atıp Şamil'in köprücük kemiğini kırdı”, yaraları bunlardan ibaretti ve bir arkadaşıyla "muhasara hattını yardılar" ve kaçıp kurtuldular. (El-Karahani, 18)


“Gimri savaşı… 17 Ekim’de başlamıştı.” “Yalnız iki mürid ölümden kurtulmuştu. Bunlardan biri Şamil idi. Burada o ilk defa muhakkak bir ölümden kurtulmuştu. Onun nasıl savaştığı ve nasıl kaçtığı Kafkasya tarihine mal olmuştur. Bunlar onun ölmezliğine dair efsanesinin menşeini teşkil ediyorlardı. Bir Rus subayı:/ “Karanlıkta, yanmakta olan bir samanlık damının ışığı ile biraz yüksek duran Saklia’nın giriş yerinde bir adam gördük. Bu adam çok büyük ve kuvvetli idi-orada tamamen sakin duruyor ve adeta bizim ona nişan almamız için vakit bırakıyordu. Tam ona davranan askerlerin başı üzerinden bir vahşi hayvan gibi ansızın dışarı fırlamıştı. Ve onların arkasından sol eliyle -bilindiği üzere Şamil solaktı- kılıcıyla askerlere saldırdı ve üçünü öldürürken dördüncüsünün süngüsü onun göğsünü deldi. Hiç yüzünde değişme olmadan süngüyü yakaladı, vücudundan çıkardı ve askeri yere vurdu ve ikinci defa insan üstü bir kuvvetle duvarın üstünden atladı ve karanlıkta kayboldu. Bütün bunlar belki bir buçuk dakikada olup bitmişti” diyerek bu sahneyi hatırlamaktaydı.” Şamil aylarca Gimri’den çok uzaklarda olmayarak saklanmıştı. Ciğerleri delinmiş ve vücudunda sayısız kılıç darbelerinin izleri vardı. Bir kaç kaburga kemiği kırılmış ve vücuduna iki kurşun saplanmıştı. Gimri’den kaçan çobanlar tarafından bulunmuştu.” (Blanch, s. 73-75, 111-115)

”1832 yılı.” ”Gimri muharebesi 17 Ocak’ta başladı… dağı aşmakla görevlendirilen askerler beklenmedik bir anda ateş açınca, Müritler savaşı kaybettiklerini anladı. Naip Hamza Bey’in adamlarıyla beraber Rusları dağın tepesinde durdurmasını beklemişler ancak Hamza Bey geri çekilmiş ve yolu açık bırakmıştı. O, cesaretinden ziyade kurnazlığıyla tanınırdı. Daha sonra yaşanacak olaylar, onun sadece bir korkak değil aynı zamanda hainin teki olduğunu da gösterecekti.” ”O gün, sadece iki mürit ölümden kurtuldu. Bunlardan biri Şamil’di… ilahi bir güç tarafından korunduğuna dair efsanelerin başlangıç noktasıydı. Bir Rus subayı manzarayı şöyle tarif ediyordu:/ Hava karanlıktı… bir adam… kıpırdamadan duruyordu… Sonra birden, vahşi bir canavar gibi fırladı… sol elindeki kılıcını… sallayarak üç askeri biçti. Dördüncü asker, süngüsünü onun göğsüne saplamayı başardı. Yüzünde en ufak bir tepki yoktu. Süngüyü kavradı, vücudundan çıkardı ve karşısındaki adamı devirdi. Yine insanüstü bir sıçramayla, surların üzerinden atladı ve karanlıkta kayboldu… olaylar, çok çok bir buçuk dakikada olup bitmişti./ Ertesi sabah… Gazi Molla… şehit düşmüştü. Ruslar, sevinçten havalara uçtu… cesedi… Tarku’ya götürüldü. Tarku Şemhali, yıllar önce kendi rızasıyla bağlandığı Rusya’ya kati bir sadakat gösteren yerel hükümdarlardan biriydi… cesedi günlerce Tarku pazarında sergilediler.” (Blanch, ŞŞE, s. 109-115)

“Sadece iki mürid kurtulmayı başardı, biri Şamil idi. “Sahip olduğu olağanüstü kuvveti, çevikliği ve kılıç kullanmadaki ustalığı sayesinde kendisini kurtarmayı başardı. Şamil, kapıyı açarak eşiğe çıktığı anda Rus askerleri, hemen nişan aldılar. Fakat Şamil, onların ateş etmelerinden önce hızla sıçrayarak askerlerin üzerinden aştı ve arkalarına düştü. Sonra, sol eliyle korkunç bir şekilde kullandığı kılıcıyla askerlerin üçünü anında cansız olarak yere serdi. Fakat dördüncüsü tarafından göğsünden süngülendi. Bu korkunç darbe karşısında bile metanetini yitirmeyen Şamil, bir eliyle süngülü tüfeği yakalarken diğeriyle de askeri kesip devirdi. Sonra da süngüyü göğsünden çıkararak attı ve koşarak ormana daldı. Bu süngü yarasından başka, bir kaç yerinden daha yaralanmış ve özellikle atılan taşlarla kırılan kaburgası ve omuzu ona korkunç acılar vermişti./ Üç gün kadar saklandıktan sonra, komşu köy olan Unsokul köyüne ulaştı. Orada, 25 gün boyunca ölümle yaşam arasında mücadele verdi.” (Baddeley, s. 268, 269)

*

2.3.Açıklamaktan Çok Karartan Anlatımlar

 

Türkçe’de Şamil hakkında mevcut olan kaynaklardaki bilgilerin bir kısmı ise ne yazık ki konuyu açıklamaktan çok karartıcı niteliktedir. Bu duruma örnek olarak Şamil hakkında Türkçe yayınlanmış en önemli iki eser olan Baddeley ile Blanch’ın eserlerinin Türkçe metinleri gösterilebilir. 


Bu iki yazarın iki eserinin ve özellikle Blanch’ınkinin Türkçe çevirilerinde belirgin sorunlar bulunmakta ve bu durum da ne yazık ki bu eserlerdeki bilgilerin güvenilirliği konusunda kuşku doğurmaktadır.


Bu durum özellikle Blanch’ın eserinin Türkçe yayınlanan iki farklı çevirisinde belirgin olarak görülmektedir. 1960’ta İngiltere’de yayınlanan Blanch’ın bu önemli eseri Türkçe’de önce 1978 yılında Prof. Dr. İzzet Kantemir çevirisi olarak Cennetin Kılıçları adıyla ve 2000 yılında da bu defa Sinan Coşkun çevirisi olarak Cennetin Kılıçları Şeyh Şamil Efsanesi adıyla yayınlanmıştır. Bu iki çeviri arasında farklı olan adlarının dışında şaşırtıcı ölçüde farklılıklar bulunmaktadır. Hatta bazı bölümlerde zıt anlamlar içerecek ifadeler mevcuttur. Bu durum da sanki konuyu açıklamaktan çok karartmaktadır.


General Tornau’nun 1832 yılı ile ilgili bir anlatımına ait tek bir metin bu iki eserin Türkçe’lerinde farklı aktarılmış ve hatta bu aktarımlar “Bizim Tatarlarımız (Ruslara kaçanlar) başları yaralanmış olarak eğerleri üzerinde dönerlerdi” ifadesi ile “Yerli Tatar müttefiklerimiz, eyer kayışlarına bağlanmış kesik başlarla geri dönüyorlar” ifadesinde görüldüğü üzere tam zıt anlamlı şekilde olabilmiştir.

*

“General Tornau bu seferlerde geçen normal bir günlük yaşantıyı şöyle tasvir etmiştir:/ “Bir yürüyüşten sonra birlikler bir gün kadar kamp yaparlardı. Burada kalışın süresi bu çevrede tahribedilmesi icabeden ne kadar sayıda avul varsa ona göre idi. Asilerin tarlalarını ve evlerini tahribetmek ve ürünlerini mahvetmek, avullarını kundaklamak için ve direnen kabilelere karşı küçük gruplar gönderilirdi. Akşamlayın yaralılarımızı ve ölülerimizi karargaha geri getirirdik. Bizim Tatarlarımız (Ruslara kaçanlar) başları yaralanmış olarak eğerleri üzerinde dönerlerdi. Esir olmak yoktu, hiç kimse merhamet dinlemiyordu. Çoğu zaman çocuklarını ve kadınlarını hiç kimsenin aramaya cesaret edemeyeceği yerlerde saklıyorlardı. Tam şimdi karargaha birliğin başı dönüyordu... Çeçenler gaddar, hiç yorulmayan düşmanlardı.”” (Blanch, s. 91) 

”General Tornau, seferde geçirdikleri sıradan bir günü şöyle anlatıyor:” “Küçük birkaç bölük, isyancıların evleri ve tarlalarını yakıp yıkmaya gönderilirdi. Mahsuller yok edilir, avullar ateşe verilir ve direnen aşiretler vurulurdu… Ölü ve yaralılar akşamları kamp yerine getirilirdi. (Rusların tarafına geçen) Tatarlar, aldıkları kelleleri eyerlerine asardı. Esir alınmazdı. Kimse merhamet istemezdi zaten… Çetin bir düşman olan Çeçenlerse yılmak nedir bilmiyorlar.” (Blanch, ŞŞE, s. 140)

Aynı husus Baddeley’de de şöyle anlatılmıştır: 1832 Ağustosunda "Rozen ve Velyaminof, Nazran'da 9.000 asker ve 28 top toplayarak Aşağı Çeçenistan'ı basarak talan etmek için harekete geçtiler. Bu sefere katılmış olan Kont Tornau, bu seferde karşılaşılan zorlukları ve subayların sorumluluklarını canlı bir dille anlatmıştır." "Bir günlük yürüyüşten sonra askerler, yeniden kamp kurmuş bulunuyorlar. Çevredeki köyleri ve avulları yoketmek için onların kuvvetine göre, gerekli sayıdaki askerler sağa sola gönderiliyorlar. Köyler, alevler içinde kalıyor, ürünler de yakılıyor, tüfek sesleri aralıksız işitiliyor, toplar gürüldüyor ve sonunda yaralılarımız ve ölülerimiz geri getiriliyor. Yerli Tatar müttefiklerimiz, eyer kayışlarına bağlanmış kesik başlarla geri dönüyorlar. Fakat hiç esir alınmıyor. Erkeklere kesinlikle merhamet edilmiyor; kadınlar ise, çoktan gerilere gönderildiğinden onlara pek rastlanmıyor." (Baddeley, s. 257-259

Blanch’ın belirtilen eserinin büyük ölçüde farklı olan iki ayrı tercümesindeki farklılıklara dair diğer iki örnek de şöyledir:


“1830 Mayıs’ında Gazi Molla sekizbin insanla Hunzah’a saldırdı”. (Blanch, s. 64)


”1830 yılının Mayıs ayında seksen bin adamıyla birlikte Hunzak’ın üzerine yürüyen Gazi Molla, avula iki koldan saldırdı”. (Blanch,  ŞŞE, s. 97)


Hacı Murat’ın öldürüldüğü tarih aynı eserin iki farklı Türkçe tercümesinden birinde 24 Nisan 1852 iken diğerinde 22 Eylül 1852 şeklinde ifade edilmiştir. (Blanch, ŞŞE, s. 376; Blanch, s. 252)

*   

Konu hakkında çok önemli bilgiler içeren Yaşurka’nın eseri için de aşağıdaki Taşı-Hacı ile Hacı-Murat isimlerinin karıştırıldığı izlenimi veren paragraftan da görüleceği üzere benzer bir durum söz konusudur.


"1840 yılın sonunda Rus hapishanesinden kaçışından sonra Taşı-Hacı Şamil'in tarafına geçti. bu çok önemli bir olaydı. Hacı-Murat, soylu Avar beydi. Önce Gamzat-Bek'e Avar hanların katliamı için intikamcı olarak sesini duyurdu, sonra Avar hanlığın yöneticisi olarak atandığında Rus çarlığı ile mücadele etmek için müritlerin tarafına geçti. elimizde olan kaynaklarla, Taşı-Hacı'nın neden Şamil'in tarafına geçtiğini anlamak zor. Tahminlerimize göre Taşı-Hacı aşağılandığı için ve Rus çarlığın halkını sömürdüğü bilincinde olduğu için de şahsi intikamını almak istemişti. Ne olursa olsun Taşı-Hacı gibi ünü olan birinin Şamil'in saflarına geçmesi, Şamil'in gücüne güç kattı, çünkü Avar hanlığın büyük bir bölümü şimdi Şamil'in tarafında idi." (Yaşurka, s. 102)

*

2.4.Gerçeğe Aykırı Anlatımlar


Aşağıdaki örneklerde olduğu üzere konuyla ilgili çeşitli kaynaklarda yaşananların efsaneleşmesine katkıda bulunabilecek ve neden ihtiyaç duyulduğu kolay anlaşılamayacak nitelikte olan gerçeğe tamamen aykırı ifadeler yer almaktadır. 

*

Blanch’ın eserinde şöyle yazılmaktadır: “Hiç bir Naip ölmeden düşmanın eline geçmezdi.” “Kafkasyalı savaşçılar silahların alınması yerine ölümü tercih ediyorlardı.” Şamil “Hiçbir zaman teslim olmayacaktı. O Allah, özgürlük ve kendi gururu için savaşıyordu.” “O zamana kadar birbirleriyle savaşan bütün İslam kabileleri dehşet saçarak bir kuvvet olarak birleşmişler ve onların peygamberi ve savaş komutanı ve bir Avar olan Şamil denen adamın arkasından gitmişlerdir. 1834 yılında… cehennemden çıkan ilkel bir çevrenin ateşli prensi olarak sahneye çıkmıştı.” Şamil kutsal savaş gazavatı açıp “birbirleriyle dalaşan dağ kabilelerini gözüpek merhametsiz bir ordu halinde birleştirmişti. İçlerindeki bütün kavgalar imansız saldırıcılar karşısında müşterek bir kin duygusu ile bir tarafa atılmıştı… Herkes Rusya’ya karşı ölünceye kadar direnmeye and içmişlerdi.” (Blanch, s. 14, 15, 19, 161, 173)


Aslında Blanch’ın aynı eserinin diğer tercümesinde buradaki ifadenin tam tersi anlamına gelebilecek ifadeler de yer almaktadır. “Rus askerlerinin… niteliklerini… fark eden Şamil, kendi askerlerine onları (ve Fransızları) örnek gösteriyordu. Sadık Müritlerine söylediği sözler yenilir yutulur gibi değildi: ”Çar’ın emrindeki o alaylardan bir tanesi için hepinizi veririm. Emrimde bir kıta Rus askeri olsa bütün dünyayı dize getirebilirim. Cümle alem Allah’ın önünde eğilir. Ondan başka ilah yoktur. Elçisi Hz. Muhammed’dir. Ve O beni size İmam seçti” diye kükrüyordu 1837 yılında Ahulgo’da uğradıkları mağlubiyetin ardından. Şamil doğuştan komutandı. Zekice taktikler kullanıyordu ve aslan gibi yürekliydi. Disiplinli, manevra kabiliyeti olan askerlerin kendi fevri adamlarından daha üstün olduğunu hemen anladı. Kendi adamları yerinde duramazken Ruslar sabırlıydı… iyi eğitimli… Fransız modelini takip etmek istiyordu.” (Blanch, ŞŞE, s. 151-154)

*

Oysa Yaşurka’nın yazdıklarına bakıldığında durum hiç de Blanch’ın anlattığı gibi değildir ve hatta büyük ölçüde tersi söz konusudur. (Yaşurka, s. 148-151)


Nitekim Şamil’in adı en çok bilinen “naibi” olan Hacı Murat sürekli bölgede birlik sağlandığı belirtilmesine karşın Şamil ile anlaşamadığından ondan ayrılarak kendisi gidip Ruslara teslim olmuştur, ki bir tek bu örnek bile o ifadenin gerçeğe aykırılığını apaçık ortaya koymaya yeterlidir.


Şamil’in yakını El-Karahani’nin yazdığına göre de birlik bir yana Şamil devrinde Ruslarla savaştan daha çok "Rus'a gerek yok, münafık çok" anlayışıyla sürdürülen bir tür “iç savaş” hali yaşanmıştır. (El-Karahani, 58)

*

Erkilet Şamil’in şöyle dediğini yazmaktadır: "Müritler, dinsizlerle yaşamaktansa, Ruslar’ın düşmanı olarak ölmek daha iyidir... kesinlikle emrediyorum: Rus himayesine girmeyi değil benimsemek, aklınızın ucundan dahi geçirmeyin!" (Erkilet, s. 172) 

*

Şamil’in 1859’da Ruslara teslim olup 1859'dan sonra 10 yıl kadar bir süre Rusların arasında Ruslarla birlikte yaşamış olduğu apaçık ortadayken, hala Şamil’in Ruslarla bir arada yaşamaktansa ölmeyi yeğlediği ileri sürebilmektedirler. Üstelik bunu ne yazık ki profesör unvanlı kişiler de yapabilmektedir. 


Oysa, öyle söylenmişse bile bir değerinin olmaması gerekir, çünkü gerçekte tam tersi yaşanmıştır.


Üstelik Şamil sadece teslim olup Ruslarla bir arada yaşamakla da kalmamış, kendisinden istenmediği halde iki oğlu, sonradan Osmanlı paşası olan Gazi Muhammed ve sonradan Rus generali olup 1904’teki ölümüne kadar Rus vatandaşı olarak yaşamış olan Muhammed Şefi, ile birlikte 1866’da Çar’a sadakat yemini edip bağlılığını bildiren konuşma da yapmış ve bu konuşmasında ikinci bir defa daha yaşayıp “kendisini tamamen Beyaz Çar’ın hizmetine verebilmediği için üzülmekte” olduğunu söylemiştir. Ayrıca Ruslarla gayet memnun ve uyumlu olarak yaşadığı gibi Kafkasyalılara yaptığı tarifsiz zalimliklerle nam salmış olan entrikacı “şeytan” Yermolov’a 1860’ta Moskova’da saygılarını da sunmuştur. (Blanch, s. 393-399)

*

“Rus esirleri çoğu zaman ne denli korkunç şartlarda esir tuttuğu, yarı çıplak çukura attığı hatırlatılınca… “O zamanlar bildiğim buydu” dedi.” “Çareviç’le Danimarka Prensesi Dagmar’ın 1866 yılında yapılan düğününde Şamil, asil davranışlarıyla dikkat çekti. Gelin, Şamil’in elini öpmek için eğilmişti… Şamil, gelini zarif bir mısrayla selamladı… Çar, yaşananları yabancı elçilere ve misafir devlet adamlarına anlata anlata bitiremiyordu… İmam’ı karşı konulmaz buluyordu. Şamil, meşhur konuşmasını bu düğünde yaptı:/ Herkes bilsin ki ihtiyar Şamil, tekrar yaşayıp bütün hayatını Beyaz Çar’ın hizmetine adayamayacağı için ömrünün sonuna kadar pişmanlık duyacak./ Bu, bir riyakarlık mıydı”. “Şamil, Baryatinski gibi büyük birinin… makamını kaybettiğini görünce… kahroldu… Madam Davidova’yla ilişkisi… yıllarca… devam etmişti. Fakat 1861 yılında eşine boşanma davası açan Albay Davidov, Vali’yi davanın tarafı olarak belirtti ve düelloya davet etti… İstifa etmek zorunda kaldı./… Yanına metresini alan Baryatinski, gece vakti kaçarcasına Tiflis’ten ayrıldı… Almanya’da bir kaplıcaya gittiği söyleniyordu… Tiflis halkı, “Madam Mareşal”... Davidova’dan hoşlanmıyordu… Belki de Albay ve eşi, birlikte karar verip Mareşal’i köşeye sıkıştırdı…/ Prens Baryatinski, Şamil ve oğullarını sık sık… evine davet ederdi. Şamil, bu davetleri severek kabul ederdi. Baryatinski’ye gururla “Bizim Mareşal” diye hitap ederdi. Baryatinski’nin… evine yeni bir bölüm eklendi. Buradaki odalar, sık sık ziyarete gelen İmam için hazır tutuluyordu.” “Gazi Muhammed… Kıstaman’la evlenecek ya da hiç evlenmeyecekti.” “Kıstaman… Küçük kardeşi Muhammed Fazıl’la birlikte… Kaluga’ya ulaştı. 1863… evlendi… ömrünün sonuna kadar kocasını yürekten sevecekti. Gazi Muhammed, eşinin adını Habibe olarak değiştirdi./ … zarafeti ve cazibesi sayesinde… herkesin gönlünü kazanıyordu. Şamil’in ona ilk günden kanı kaynadı. Çok dindar biri olan Habibe, Şamil’in yüzüne kendisini Allah’ın yeryüzündeki ikinci peygamberi olarak adlandırmasının günah olduğunu söyledi… Çar’ın ailesi ve Baryatinski’ler de… büyüsüne kapıldı.” “1866 yılında Şamil, büyük iki oğlu, Naip Hacı Harito ve Abdurrrahman, Çar’a sadakat yemini etti… Şamil’den böyle bir şey yapması talep edilmemişti… Muhammed Şefi, Rus ordusuna kabul edildi.” “1861 yılının Şubat ayında (Kölelerin) Özgürlük Bildirisi yayınlandı. Aynı sene Amerika’da kölelik meselesi yüzünden İç Savaş patlak verdi.” “Eski düşmanı Danyal Bey, 1869 yılında emekli oldu ve Türkiye’ye yerleşmesine izin verildi. Fakat Şamil’in Mekke’ye gitmesine hala izin verilmiyordu.” “Şamil, 1870 yılının Mart ayında Çar’dan Mekke’ye gitmek için izin aldı. Yetmiş dört yaşındaydı… yetkililer, fevkalade katı davrandı. Gazi Muhammed ve Muhammed Şefi’nin, Şamil’e refakat etmesine izin vermediler.” “Şamil, eşleri, çocukları ve geriye kalan naipleriyle birlikte hacca gitmek üzere yola çıktı./ Kafkasya’ya uğramadan Anapa üzerinden İstanbul’a gitmek üzere gemiye bindiler… telgraf gönderdiği için çocuk gibi sevindi… İstanbul’a yanaşan gemiyi, sevinç gösterileri yapan devasa bir kalabalık karşıladı. Rus Elçiliği, grubu yanlarında kalmaya davet etti; ancak Türk topraklarında Padişah’ın misafiri olduğunu söyleyen Şamil, bu daveti geri çevirdi. Sultan Abdülaziz, Şamil’i fevkalade görkemli bir törenle karşıladı. Dolmabahçe Sarayı’nın… göz kamaştırıcı salonunda Şamil’i başıyla selamladı. Halk… Şamil’in peşinden ayrılmıyor, camiye giderken bastığı toprağı öpüyordu./ Sultan, konaklaması için Şamil’e birkaç saray önerdi… Sultan, halkın çok sevdiği Şamil’in Osmanlı tahtını tehdit edebileceğinden çekinmişti. “Bana, sizin eşkiya olduğunuzu söylediler” dedi. Yüzünde muzip bir gülümseme beliren Şamil, “Olsa olsa sizin kadar” diye cevap verdi. Sultan’a, söz verdiği yardımın neden gönderilmediğini sordu. İmam’ın varlığından faydalanmayı bilen Sultan… Kahire’ye gitmesini istedi. Vazifeyi kabul eden Şamil, meseleyi başarıyla halletti…/ Şamil’in yokluğunda ailesi… Koska’da bulunan köşkte bekledi”, “Şamil döndükten sonra bütün kafile, Mekke’ye gitmek üzere doğuya doğru yola çıktı.” “Şamil, Mekke’den Kafkasya Valisi Grandük Mihail’e bir mektup yazdı:/… Sizin cömertliğiniz, Allah’ın Eyüp Peygamber’e yaptığı ihsana benziyor. Yaptıklarınızın karşılığını ödeyemem.” “Medine’ye gitti. Şamil ve ailesi, Cennetü’l-baki’ye defnedildi.” (Blanch, ŞŞE, s. 585-608)

"Şamil, 1866 yılında Çar'a karşı sadakat yemini etti. Oğullarından birisi Rus ordusunda general olurken diğeri, Osmanlı ordusu hizmetine girdi ve 1877-1878 tarihinde tekrar Kafkasya'ya dönerek bir kıyama sebep oldu." (Luxembourg, s. 260-Dipnot: 279)


“29 Nisan 1877'de Çeçenya ve Dağıstan'da bir ayaklanma çıktı. Daha önce Hac'dan Mekke'ye dönen Alibek-Hacı Aldamov, İstanbul'da Gazi Muhammed ile buluşarak Kuzey Kafkasya'da bir ayaklanma başlatmak için bir eylem planı tartıştı. Altın harflerle basılan bildiriler orada ikincisi adına iletildi.” Savaştan sonra saray entrikaları sonucunda Sultan, Gazi Muhammed'i görevden aldı ve onu Medine'ye şerefli bir sürgüne gönderdi, ancak ona müşir unvanı verdi. Gazi Muhammed 1902'de orada vefat etti.[2](Şeyh Şamil - Vikipedi)

Osmanlı’da paşa olan Gazi Muhammed 1877’de cepheye gönderilirken Rus Çarı incelik gösterip Rusya’da general olan kardeşi Muhammed Şefi’yi Avrupa’da lazım olursun diyerek ağabeyinin karşıda bulunduğu o cepheye göndermemiştir.


“Mohammed Şafi Rus ordusunda Tümgeneral idi. İkinci Aleksandr onu 1877’deki Rus-Türk savaşında onun dindaşlarına ve kendi kardeşlerine karşı savaşmasına razı olmamıştı.” Prusya ile savaş çıkıncaya kadar beklemesini istemişti. “Ailesini ziyaret ediyordu, fakat Koska’daki evde kalmıyor, aksine Rus elçiliğinde kalıyordu.” Ona vatan olan Rusya’da 1904’de öldü.” (Blanch, s. 422, 423)


”Şeyh Şamil’in oğlu Muhammed Şafi bile tesliminden 7 yıl sonra 1866’da Rus ordusu için süvari alayı toplayıp eğitmekle görevlendirilerek Kafkasya’ya gönderilmişti.” (Berzeg, s. 100)


"Şamil Efendi... Medine-i Münevvere'ye geçti ve orada öldü. Büyük oğlu Gazi Muhammed Efendi ailesi ile birlikte orada yaşamaktadır. Küçük oğlu Muhammed Şefi Efendi de Rusya'da, Rus yönetiminde general rütbesiyle görev yapmaktadır." (Al Kadari, s. 126)


Teslim olması sonrasında “Şamil, 1506'da Rusların tarafına geçerek Ortodoksluğu kabul etmiş Altınordu Tatar prensi Arslan Murza Yermol'un soyundan gelen Yermolov'u ziyaret ederek saygılarını sunmayı ilk önceliği yapmıştı." (Forsyth, s. 317)

Ermolov "her düşmanlığı ve tartışmayı onların zaten zayıf olan birliğini daha da bozmak için her zaman kullanırdı. Sorunları olan her bölgeye düşmanlık meşalesini atan Ermolov, daha zayıf olanlara daha güçlülerin karşısında yardım eder, onların minnettarlığını kazandıktan sonra, güçlülerin istilası için zayıfları kullanırdı. 'Zafer kazanan biri istila edilen topraklarda hiçbir zaman bu kadar gaddar olmamış ve ismi bu denli lanetlenmemişti'./ Ermolov, değişik kavimler arasında iç çekişmeleri ustaca kullanmayı bildi. 'Kavimleri birbirine düşürdü: bazıları(nı) minnet borcu ile kendisine bağladı, bazıları(nı) da korku ile yanında tutarak, genelde 'böl ve yönet' politikasının yandaşı oldu. Dağlılara öyle bir korku yaşattı ki, dağlarda kendisinin lakabı şeytan idi'." (Yaşurka, s. 70-73)

*

3.5.Doğru-Yanlış İç İçe


Çeşitli kaynaklarda özensizlikten kaynaklandığı düşünülebilecek nitelikte olup büyük ölçüde uydurma ya da doğruyla yanlışı birlikte içeren veya birbirinin zıttı olan ifadeler de yer alabilmektedir.

*

”O zamana kadar birbirleriyle çatışan bütün Müslüman aşiretler, cengaver liderleri Avar Şamil’in emrinde bir araya gelerek muazzam bir güç oluşturdu.” ”Şamil, Müslüman aşiret mensuplarını Müritler olarak bilinen bir mümin ordusu haline getirdi. Bu savaşçılara, naipler liderlik ediyordu. Hiçbir naip düşmanları tarafından sağ ele geçirilemedi.” ”Kafkasya böyle bir yer: sert ama büyüleyici, ürkütücü ama bir o kadar da çekici. Bu toprakların ete kemiğe bürünmüş hali olan Şamil de aynı zamanda hem savaşçı hem mutasavvıf, gaddar ama evliya gibi, kurnaz olduğu kadar masum, nazik olduğu kadar acımasız biriydi… karısına o kadar aşıktı ki”. ”Efsanevi bir dev gibi buralarda hüküm süren Şamil… Birbirleriyle çatışan dağ aşiretlerini amansız bir mümin ordusuna dönüştürmüştü… Müritlerinin hayatları, tıpkı gezegenler gibi Şamil’in varlığının etrafında dönüyordu. Her şartta onun sözü kanundu. Herkes, son nefesine kadar Rusya’ya direnmeye ant içmişti. Dört eşi de sevgi ve bağlılık içinde onun önünde eğiliyordu. Küçük oğlu hürriyet yolunda feda edildi. Kız kardeşi, Şamil’in emri üzerine iki yüz metre yüksekten kendini dereye bıraktı. Yükümlülüğünü yerine getirmeyen bir aşiret için af talebinde bulunan annesi, Şamil’in emriyle bayılana kadar dövüldü./… kedisi… için özel yiyecekler getirtirdi./ Gerçi zaten şefkat, despotluğun geleneğinde vardır.” ”Şamil çocukları ve hayvanları çok sevrdi; çocuklar da onu. Ancak 1839 yılında… Ruslar Şamil’i oğlu Cemaleddin’i rehin vermeye zorladığında gözbebeğini feda edecekti.” “İngilizlerden gelecek destek konusunda durum başkaydı… Şamil… İngiltere’nin maddi ve manevi yardımda bulunmasını bekliyordu…/ İngiliz Hükümeti… Kandahar ve Kabil’i… zapt edip… Hindistan İmparatorluğu’na katmaya karar vermişti… Rus görevlilerin yaptığı hamleleri Afganistan’ı işgale -ve Rusya’nın Hindistan üzerindeki emellerine- hazırlık olarak görüyordu. Aslında Rusya, İngiltere’nin asırlardır yaptığını yapıyordu.” ”İngilizler, adalet konusundaki efsanevi şöhretlerini muhafaza ediyorlardı…/ İngilizlerin hem adil hem de güçlü olduğuna dair efsaneler Kafkasya’ya da ulaşmıştı. Şamil, İngilizlerin kendisine yardım edeceğini düşünüyordu. Bu nedenle, Kraliçe Victoria’dan destek talebinde bulundu… büyük bir güvenle Kraliçe’ye mektup yazıyordu… İngilizlerin, işgal edilen taraftaki halkın görüşlerini anlama ihtimali pek yoktu. Başkalarının topraklarını işgal etme alışkanlığı edinmişlerdi… Olaylara Şamil kadar basit bakmayan biri, İngilizlerin nabza göre şerbet verip zamana oynayacağını görebilirdi./ Fakat Şamil, ne Avrupa’nın adetlerinden ne de Batı’nın siyasetinden anlıyordu. Nabza göre şerbet vermeyi ya da taviz vermeyi bilmiyordu… Onlar, kutsal ve adil bir savaş veriyorlardı. Bu nedenle Kraliçe Victoria’ya mektup göndermişti… Türkçe-Tatarca yazılmış bu mektupların Kraliçe’nin eline geçip geçmediğini bilmiyoruz… Stratejik olarak ne kadar faydalı olurlarsa olsunlar, sarayda isyancılara pek de iyi gözle bakılmazdı. Gönderdiği mektupların altında en az seksen kadının, hakimin, en muhterem ve muteber mollalarının imzası olmasına rağmen İmam Şamil gibi büyük bir dini lidere sahip isyancılara dahi mesafeli yaklaşılırdı. Kafkasyalı liderler, nedense Batılılara pek sempatik gelmiyordu… Çok şiddet yanlısıydılar… Bazı bakımlardan gerçekten vahşiydiler. Ah o haremler yok mu? O kadar gereksizlerdi ki… Şamil, şöyle yazıyordu:/ Ey şerefli Kraliçe… Bize yardım getirin.” ”1846 yılının Ekim ayında The Times gazetesinde şöyle bir haber yayınlandı:/ ”Dağıstan İmamı Şamil’in, Hunzak’ın kuzeyindeki tepelerde direnmeye devam ettiği bildirildi…” İngiliz halkı, Şamil ve müthiş ordusuna giderek daha fazla ilgi göstermeye başladı. Çerkes aşiretlerinin 1850’lerde Londra’ya gönderdiği heyet, coşkuyla karşılandı… Çerkeslerin güzel sözleri ve cömertliği bir yana İngilizler, Kafkasya’nın eninde sonunda Rusların kudreti karşısında ezileceğini görüyordu. Ve bu gerçekleştiğinde, Hindistan’a giden yol açılmış olacaktı. Bir şeyler yapılmalıydı.” ”Konuya duygusal yaklaşmayan İngiliz Dışişleri Bakanlığı’ysa Şamil’i dikkatle ama uzaktan izlemeyi tercih ediyordu.” ”Kafkasya’dan dönen gazeteci ve seyyahlar, İngiltere’nin umursamazlığını kınıyor… anlatıyordu; ama nafile.” ”Afganistan’da yaşanan felaketi hatırlayan İngilizler kaygılıydılar. Bağış toplamaya devam ettiler… Çerkes komiteleri kurdular. İngiliz, Fransız, Macar ve Polonyalılardan oluşan yaklaşık altmış ”gönüllü özgürlük savaşçısı” bölgeye gönderildi. Yüzbaşı Bell, var gücüyle Karadeniz’e silah kaçırıyordu.” ”Şamil, gönderilen malzemelerin ve Kuzey Batı Sınır illerinden geçerek İran üzerinden bölgeye gelen Hint ordusuna mensup bir avuç subayın ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyordu; ama nafile. Bu subaylar, Kraliçe Victoria’nın Şamil’in mektuplarına verdiği cevaba (benim notum: başka bir yerde de mektupların Kraliçe’nin eline geçip geçmediğinin bilinmediği belirtiliyor!) binaen modern topların nasıl çalıştığını öğretmek üzere bölgeye gönderilmişti. Ne Kraliçe ne de İngiliz Hükümeti resmi bir destekte bulunuyordu./ İngiltere, Kafkasya seferinin sonuçlarını tam anlamıyla kavrayamamıştı. 1854 yılında Kırım Savaşı çıktığında… açıktan Şamil’e destek verebilirdi. Böylece Şamil, bölgede hakimiyet kurabilir, İngiltere’nin stratejik hedefi olan Kafkasya’nın bağımsızlığını koruyabilirdi.” ”Hisleriyle hareket eden bir İngiliz komitesi, ihtiyatı bir kenara bırakıp Şamil’e bir bayrak gönderdi. Bayrağın üzerindeki üç yıldız Çerkesya’yı, Gürcistan’ı ve Dağıstan’ı simgeliyordu.” ”Şamil, çok sayıda yabancı ve Rusça gazeteyi getirtip tercümanlarına okutturuyordu”. “Kırım Savaşı” ”İngilizler ve Türkler… Şamil’e destek vermeyi, onunla birlikte savaşıp bütün Kafkasya’yı ele geçirmeyi başaramadı”, “ne Şamil eline geçen fırsatı değerlendirebildi ne de müttefikler… Kafkas aşiretlerine destek gönderebildi.” “Osmanlı ordusunun, elindeki bütün mühimmata ihtiyacı vardı. Bu nedenle Şamil’in Türkiye’den aldığı düzenli silah desteği kesilmişti.” “Fidyenin miktarı Şamil yerine Halka Meclisi tarafından belirlenmişti. Şamil dahi bu meclisin kararlarına karşı çıkamıyordu… Şamil’in tek derdi, oğlunu geri almaktı; ancak halk, esirlerin karşılığında para istiyordu./ Bir bakıma, Şamil’in kendisi de esirdi. İstibdatla hükmetmesine rağmen halkın iradesine karşı çıkamıyor, kudretli naiplerinin desteğini kaybetmeyi göze alamıyordu.” “Yönetimin dayandığı demokratik ilkelere göre halk, geçerli bir neden olduğu müddetçe İmam’ı eleştirebiliyor… Fakat Şamil’in şahsi hayatı, eleştirilemezdi.” “Muhammed onun ilk ve ben ikinci peygamberiyim.” “Bir sedakate karşı en ufak bir şüphe edilince eller kesilirdi. Sağda solda taş toprak içinde başlar yuvarlanırdı. Şamil itaat istiyordu. O Allahın peygamberiydi ve onun isteklerini icra etmek için doğmuştu.” Kırım Savaşı döneminde “Osmanlı ordusunun, elindeki bütün mühimmata ihtiyacı vardı. Bu nedenle Şamil’in Türkiye’den aldığı düzenli silah desteği kesilmişti. Dağlara çekilen Şamil’in kötü durumda olduğu düşünülüyordu.” ”Şamil… siyasi nedenlerle oğlu Gazi Muhammed’i Danyal Bey’in kızı Kerime’yle evlendirdi. Kerime’ye pek güvenmiyordu; ama Danyal Bey’le akrabalık bağı kurmak akıllıca bir hamleydi.” “Fidyenin miktarı Şamil yerine Halka Meclisi tarafından belirlenmişti. Şamil dahi bu meclisin kararlarına karşı çıkamıyordu… Şamil’in tek derdi, oğlunu geri almaktı; ancak halk, esirlerin karşılığında para istiyordu./ Bir bakıma, Şamil’in kendisi de esirdi. İstibdatla hükmetmesine rağmen halkın iradesine karşı çıkamıyor, kudretli naiplerinin desteğini kaybetmeyi göze alamıyordu.” “Çocuklar, dağlılardan hiç çekinmiyordu.” “Esirler… Şamil’e hayran hayran bakmaktan kendilerini alamazdı.” “Şamil’in, zannettikleri gizi zalim bir canavardan ziyade… adil ve şerefli bir adam olduğunu görmüşlerdi. Hiçbir zaman esirlere bilerek eziyet etmiyordu.” “Yönetimin dayandığı demokratik ilkelere göre halk, geçerli bir neden olduğu müddetçe İmam’ı eleştirebiliyor… Fakat Şamil’in şahsi hayatı, eleştirilemezdi./ Emine, Şamil’in özgürlük teklifini reddetti.” “Rus silahları karşısında tutunamayan Çerkesler, 1864 yılında büyük kafileler halinde Türkiye’ye göç etti. Şamil teslim olduktan sonra beş yıl boyunca Sultan’ın ve diğer yabancı güçlerin desteği sayesinde Rusya’ya direnmeye devam etmişlerdi… Şamil’den ayrı mücadele yürüten Çerkesler, Muhammed Emin’in muğlak liderlik dönemi ve Şamil’in ilk yılları haricinde İmam’la yakın bir ittifak kurmadılar. Sonunda ihanete uğradılar ve… mağlup oldular./ Rusların tarafına geçen Muhammed Emin, burada da ihanete devam etti. Hayati bir öneme sahip bir çatışma esnasında Çerkeslerin askeri sırlarını Ruslara verdi. Bu hareketinden dolayı yüklü bir ödül alan Muhammed Emin, Rus elçiliğindeki yeni arkadaşlarının himayesinde yaşaması için Türkiye’ye gönderildi. Fakat intikam almaya kararlı olan Çerkesler, onun peşini bırakmadı. Muhammed Emin, yıllarca Anadolu’nun iç bölgelerinde saklanmak zorunda kaldı. Sonunda aklını kaybedince, önemini yitirdi. Ruslar, sonunda Çerkesya’yı işgal etmişti. Sultan’ın himaye teklifi üzerine aşiretler, Türkiye’ye kaçtı. İlk yola çıkanlar, (sinsi Rus yetkililer tarafından temin edilen) mahon teknelerle denize açıldı. Fakat dalgalara dayanamayan tekneler, Çerkes kıyılarından uzaklaşamadan battı. Sultan, dehşete düşmüştü. “Onların ağabeyleri, benim ağabeyim; onların kardeşleri, benim kardeşim” diyen Sultan, dindaşlarını almak üzere bir filo gönderdi ve büyük göç, başladı. Üç yüz binden fazla kişi, anayurdunu terk etti. Ayrılan her adam, silahını üç kere ateşleyerek dağlara veda etti. Yüce dağlarda yankılanan silah sesleri, gök gürültüsü gibi yeri göğü inletiyordu.” (Blanch, ŞŞE, s. 17-26, 128-132, 343-351, 409-426, 455-479, 585-608)

"Mayıs 1860'da, Şamil'in eski subayı... Muhammed Emin ziyarete geldi... Emin... Türk politik sahnesinde defalarca engellerle karşılaşmıştı.../ Şamil teslim olduğunda, silah arkadaşına teslim olması için teklifte bulunmuştu.” “Emin liderliğindeki... Abazeklerin töreleri onlar için özel eğlence kaynağıydı. Şamil ve oğulları bir Abaza erkeğin karısını gün ışığında ziyaret edemeyeceğini öğrendiği zaman gülmekten kırıldılar.” “Emin Türkiye'ye göçmen olarak gidiyordu.../ Bu Çerkeslerin acımasızca aceleyle sürgüne gönderilip ulus olarak çöküşlerine neden olacak eylem değildi... dini liderler ve Şamil'in eski subayları, kafirler tarafından yönetilmek istemediler.” “Gazi Muhammed, 1861... Kafkasya'ya yaptığı bir geziden döndüğünde... Şamil'in yönetiminde bastırılan kan davalarının... tekrar ortaya çıktığını söyler./ Şamil, Ruslara eskiden kendi tabiyetinde olanların kanun dışı alışkanlıklarına dönmemeleri için baskı uygulamaları konusunda tavsiyelerde bulunmuştu. "Şimdi, bunlar koyun gibidir," demişti.../ Ruslar, kavimlerdeki halkların "isteklerine boyun eğme" konusunda yumuşak davranmalarının bedelini ödüyorlardı.” 1861'de “Gürcistan'da bile hava karardıktan sonra evden dışarı çıkmak cesaret istiyordu ve Dağıstan... sürekli başkaldırının merkeziydi”, “saldırıların hedefi... daha önce... halkın özgürlüklerini vahşice bastıran Şamil'in hizmetindekiler de oluyordu. İntikamdan korkan bu adamlar... Osmanlı... doğru yola çıkıyorlardı... Daniel Sultan bunlardan biriydi ve birçoğu onunla gitti./... bu son fethin Kafkas halkları için sonun başlangıcı olduğunu... kabullenemiyorlardı. Bunların arasında Rus devlet hizmetinde Kafkas halklarından en önemli bir kişi olan Musa Kundukhov da vardı./ 1818'de Müslüman Osetyalı bir ailede dünyaya gelmiş, küçük bir çocukken Ruslara rehin olarak verilmişti.” “Rusların yönetim biçimlerini anlayabildiği bu yakınlaşma, onların sözde medenileştirme çabaları konusunda... Kundukhov'u hayal kırıklığına uğratmıştı. Ona göre çar, bir Çeçen delegasyonunu kendini beğenmiş bir ifadeyle ağırlamıştı, kıymet bilmezler olarak hitap edip onların güvenini ve desteğini kazanabilme şansını kaybetmişti./ Çar Nikolay, Çeçenleri felaket ile sonuçlansa da onları aşağılayarak bastıran General Pullo'nun kör bıçak gibi işi sonuçlandıramayan taktiğine sırtını dayamak zorundaydı. Pullo ateşli sözleri ile tanınıyordu, "Artık silahları yok, şimdi sıra kadınlarının pantolonlarını indirmeye geldi."/ Kundukhov, kendisinin ölümünden sonra yayınlanan anılarında, "Geçmişteki yirmi beş yıl... Şamil'in üstünlüğünün baş nedeninin Nikolay'ın barışçıl dağlı topluluklarının isteklerine kulak tıkaması ve korku yerine, bu yerlerde nefret ve kendisine karşı kin oluşması için yaratılan ortam olduğunu düşünüyorum," diye yazıyordu./ Erkek kardeşlerinden iki tanesi... Şamil'in yanında savaştıkları için bu nefretin nasıl bir şey olduğu hakkında kişisel tecrübesi vardı. Rusya'ya hizmet ettiği halde... Rus değerlerine sahip çıkmıyordu. Hala kan davalarına karışıyordu ve bir keresinde başı dik bir şekilde insanların arasında yürüyen tehlikeli bir Çeçeni vurarak öldürmüştü./... Şamil'e karşı savaşmayı reddetmesine rağmen, vatanında gerici İslam'ın ilerlemesinden yakınıyor ve hem Şamil hem de çarın vatanına huzur getirdiğini düşünmüyordu.” “1860'da... Çeçen bölgesinin başına getirilmişti... sözler vermişti. Fakat... hükümet bu sözlerden vazgeçmeye karar vermişti. Çeçenlerin topraklarının bir kısmını Rus Kazaklarına vermişti. Kundukhov bir yalancı durumuna düşmüş olmaktan nefret etti ve çok sinirlendi./ Ancak bu merhametli bir adam olduğu anlamına gelmez... teslim olmayan Şamil'in subaylarına karşı acımasızdı. Örneğin, Baysungur adındaki bir Çeçen, Çeçenistan'ın ücra köşelerini elinde tutmaktaydı ve bu kişi, 1860'da yakalanana kadar acımasızca Kundukhov'un askeri becerisinin hedefi oldu./ O yıl Ocak ayında yazılan bir raporda, "Benoy bölgesinde ne teslim olmayan bir kişi ne de ayakta bir ev kalmıştı. Bütün yiyecek dükkanları yakılıp yıkılmıştı," deniliyordu./ Ancak... başkaldırmayan insanların... cezalandırılmasına da karşı çıkıyordu. Hükümetin isyanı önlemek için insanları ülkenin iç kısımlarına doğru sürme planı onu özellikle çok sinirlendirdi... Rusların Kafkasya için iyilik düşünmediklerine ikna olup oraları terk etmeye karar verdi. Yaşlıların arasında dolaşıp planını onlara da kabul ettirmeye çalıştı.” “Konuşmaları onu dinleyenleri mest ediyordu... Türkiye'yi ziyaret etmişti ve oradaki hükümetin her yıl Kafkasya'nın her yerinden 5.000 aileyi kabul edeceğini öğrenmişti./ Göçmen olarak istediği kadar kişiyi toparlamakta başarılı değildi, fakat yine de binlerce aileyi bir araya getirmişti. Bunlar çoğunlukla Çeçen ve Osetyalılar'dı. Ulaşım masrafları için hükümetten para almayı da başarmıştı. Yazın başlarında ayrılan ilk kafilenin içinde kendi ailesi, anne ve babası vardı. Sıradağları aşıp Tiflis'e vardılar. Diğer kafileler de Temmuz'a kadar yola çıktı.../ Belki de bir gün geri döneceğini düşünüyordu... dönmedi... onun kafilesinden aileler Türkiye'nin dört bir yanına dağıldılar ve Türk iş pazarının ve askeri sınıflarının önemli bir kısmını oluşturdular./ "Büyük Allah'ıma duacıyım; Kafkasya'yı bu iğrenç hükümetin elinden kurtarmak için Türk askerinin başına geçebilmem için bana güç versin." Bu satırları sınırdan nasıl geçtiğini anlatırken yazmıştı./ Ve dualarının ilk kısmı gerçek oldu. Türkiye ve Rusya 1877-78'de savaşa girdiler... Kundukhov eski silah arkadaşlarına karşı bir süvari birliğine komuta ediyordu. Fakat, yine Türk ordusu... bozguna uğramıştı ve Kafkaslar'ın tekrar bağımsızlıklarını kazanması doğrultusundaki son dilekleri de bu bozgunla beraber bitmişti./ Savaşın yanısıra Çeçenistan ve Dağıstan'da ayaklanma vardı... Ancak Ruslar acımasızdı; sivilleri bulundukları yerlerden sürüp evleri yerle bir ediyorlardı. Bir kez daha, isyancılar... yenilmiş ve ele geçirilmişlerdi. Kasım 1877'de liderleri hapsedildi ve ertesi senenin Mart'ında bunların çoğu idam edilmişti./.../ Binlerce Çeçen ve Dağıstanlı Rusya'ya gönderilmişti... birçoğu... Osmanlı'ya göçen ikinci kafile dalgasını oluşturuyordu.” (Bullough, s. 312-319)

*


III.KISA BİR DÖNEM TARİHÇESİ


Bu bölümde ilgili dönemin olaylarından bir kesitin kronolojik olarak aktarılmasına çalışılacaktır. Ne yazık ki o dönemin olayları iyi bir şekilde tespit edilip kamuoyuna yansıtılmış değildir. Burada aktarılan bilgiler sadece ulaşılabilen sınırlı kaynaklardan edinilebilen bir kısmının da doğruluğu kuşkulu bazı bilgilerden ibaret olacaktır. Bu çerçevede durum özetle şöyledir:


Çeşitli yerlerde sürekli olarak söylendiği gibi bölgede Ruslara karşı direniş Şamil’le başlamış değildir, Çeçen bölgesinde kesintisiz olarak özellikle 1780’li yıllardan itibaren yoğunlaşarak süregelmiştir. Ve Şamil’in teslim olmasıyla da bitmiş değildir. Çeçenler Beyno Basyğur, Duin Umma ve Atin Atabi gibi liderler önderliğinde direnişlerini 1860’lı yıllarda da sürdürmüşlerdir.


Rusların Kafkasya’ya saldırıları 1700’lü yılların başlarında başlamış ve Kırım’ı büyük ölçüde Kırımlıların iç çekişmelerinin de katkısıyla 1783’te ele geçirmelerinden sonra KK’da yoğunlaşmıştır. Rusların ilk aşamadaki hedefi KK’nın orta ve doğusu olmuş ve bu duruma paralel bir şekilde direniş de bu bölgede gelişmiştir. Direnişin liderliğini 1780’li yıllarda Şeyh Mansur yapmıştır. Onun 1794’te Rus zindanında öldürülmesinden sonra da direniş sürmüştür. Rus yolu üzerindeki ilk hedef olan Kabartayların 1820’li yılların başında yenilip teslim olmalarından sonra direnişin omurgasını eskiden bu yana aralıksız direnegelen ve 1800’lü yılların ilk çeyreğinde direnişlerini İmam Hadis ve Taymi Biybolt gibi liderler öncülüğünde sürdüren Çeçenler oluşturmuştur. 

*

"Bu asırda ve bu sıralarda İslam Dini'ni yaymak için ortaya çıkan Şeyh Mansur, yani ünlü İmam Mansur... Çeçenya'daki hayli Müslümanı Osmanlı Devleti'nin himayesine razı ettikten sonra Çeçenya'da ve Dağıstan'da kendi düşüncelerini yerleştirmek istedi. Fakat Uma Han karşı gelip Avar halkının ona kulak asmasına izin vermedi... Uma Han tarafından Şeyh Mansur'a yazılan bir mektup" mealen şöyledir: Rusya'ya karşı cihad teklif ediyorsunuz, fakat Rusya güçlüdür, onlarla savaşacak olan millet organize olmuş güçlü bir yönetime sahip olmak zorundadır, Kur'an'da, yeterli kuvvetiniz olunca onlarla savaşın, denilmektedir, Dağıstan halkının kuvveti yeterli değil, organizasyonu da yok, Ruslara karşı başarı elde edilemeyeceği malum olduğu gibi Dağıstanlılar için ölüm nedeni olur, bu sebeple sizin eyleminize ortak olamam. 1785'de zuhur eden Şeyh Mansur zamanında Osmanlı Sultanı I. Abdülhamid Han "tarafından Dağıstan ve Çeçenya'ya cihad çağırıcıları gönderilmiştir." Kısa zamanda "Dağıstan halkları arasında da hürmetle anılıp şöhret yaptığı... anlaşılmaktadır." Fakat "Avar hanı Uma Han, halkının ona tabi olmasını engelledi, keza Şamhal Tarkovski, Gazikumuk ve Kura hanı Muhammed Han ve onun oğlu Surhay Han da aynı şekilde." Anapa'da "esir düşen Şeyh Mansur, Rus ordusu tarafından Petersburg'a gönderildi. Oradan Solovetskiy manastırına yollandı ve vefat etti." (13 Nisan 1794) (Al Kadari, s. 99, 100)

"Rusların Dağıstan'a dördüncü defa girişi". 1800'lerde Gürcüler "Rus Devletinin himayesine girmeyi uygun buldular... (M. 1801) yılının 18 Ocağında, Gürcistan topraklarına... bir tümgeneral gönderildi. Bu durum olurken imparator öldürüldü". (11 Mart 1801). Yeni imparator göreve başlayıp Ruslar Gürcistan'da yönetimi ele alırken "geri kalanlar da Dağıstan topraklarında yönetimin Rus himayesi altında kalmasını tercih ettiler./ Bunlardan Derbent hanı Fatali Han oğlu Hasan Han, Derbentli Haci Tagi'yi Derbent halkı adına şehri himaye altına alması arzıyla Rusya imparatoruna murahhas olarak gönderdi." Ardından Kuba, Baku, Taliş, Tarki, Kaytag, Tabasaran ve Avar halklarının han, şamhal, utsumi ve kadı unvanlı yöneticileri de Rusya'ya himaye isteğiyle temsilciler gönderdiler. "İmparator gelen bu temsilcileri kabul buyurarak arzlarını gerçekleştireceğine dair söz verdi." İki sene boyunca "Gürcistan bahsi geçen General Knorring'in yönetiminde kaldı, diğer Kafkas ve Dağıstan idarecileri onların yönetiminden memnun kalarak görevlerini sürdürdüler." İki sene sonra "Gürcü asıllı Naib-general Prens Tsitsianov Rusya Devleti adına Gürcistan'ın yönetimine tayin edildi... Bu prens Gürcistan'ı başarıyla yönetti, Kafkasya ile Dağıstan'ın diğer ileri gelenleri ile kurduğu dostane ilişki gün geçtikçe daha da gelişip güçlendi." (Al Kadari, s. 97, 98)

Rusların Çeçenlere yönelik baskıları sonucunda 1825, 1830, 1831, 1834 ve 1836 yıllarında ayaklanmalar meydana geldi. Sömürgecilik ve haksızlıklar yüzünden Dağıstan-Çeçenistan (DÇ) 19. asrın birinci yarısında sürekli kaynayan bir kazan halinde kalmıştır. (Yaşurka, s. 65)

*

İmam Mansur’dan sonra  direniş sürmekle birlikte müridizm sessizlik dönemine girmiştir. Müridizmin ikinci dönemi Yermolov’un bölgede sınırsız bir vahşet uyguladığı 1816-1827 döneminden hemen sonra başlamıştır.


Şirvanlı Has Muhammed ile Kürdemirli Şeyh İsmail Efendiler kanalıyla Yukarı Yarag köyüne ulaşan Nakşbendi Tarikatı öğretisini Şeyh Muhammed Efendi kanalıyla benimseyen Gazi Muhammed ile Şamil memleketlerine döndükten sonra 1829/1830 döneminde Gazi Muhammed “kin ve nefretle Rusya'ya karşı savaşa” başlamış ve Rusların hedefi haline gelmiştir. (Al Kadari, s. 144)

*

"Huzur bereket için, iki kural bulunur:/ Tatlı dil, şefkat gerek, dostlarla söyleşirken,/ Daima uyuşmak gerek, hasmile konuşurken!/ İşte Rusya'daki Müslümanlar arasında da bir yandan hakiki mürşidlerle müritler, diğer yandan da herhangi bir yerde kendi halinde Allah'a kulluk ederek huzur içinde yaşayan Müslümanlar bulunmaktaydı. Bunlar, Ruslar da olsa hiç kimseyle münakaşa etmeden, merhamet ve saygı yoluyla rahat ve huzur içinde yaşamaktaydılar. Fakat içlerinde Gazi (Muhammed) Efendi ve benzeri Dağıstanlılar, tarikati bir üstünlük ve egemenlik yolu gibi göstererek, sıradan Dağıstanlıları saflarına çekmek suretiyle haksızlığa sürükleyip onları da gözden düşürdüler; fakat kendileri ve yandaşları ezilmeye ve baskı altında kalmaya sebep oldular." (Al Kadari, s. 115)

*

İlginçtir ki mahiyeti konusunda farklı görüşler bulunan KK müridizminin her iki başlangıç dönemi sanki tam olarak Osmanlı’nın ihtiyaç duyacağı zamanlara rastlamıştır. Osmanlı bu dönemlerden hemen önce ilkinde Kırım, ikincisinde tüm KK üzerinde hak iddia etmekten vazgeçip her iki bölgeyi, üstelik KK hiçbir zaman kendine ait olmadığı halde, Ruslara bıraktığını bildirmiştir.


Dini bir anlayış olan Müridizm Kafkasya’da bir ölçüde nitelik değiştirerek ulusal hal almış ve böylece dünyada modern anlamdaki siyasal dinciliğin ilk örneği ortaya çıkmıştır, denilebilir. Müridizm konusundaki bazı anlatımlar ekteki Kafkasya Müridizmine Dair Bazı Görüşleri İçeren Liste başlıklı listede yer almaktadır. (Ek 1 ve ayrıca Aytek Kundukh) 


Müridizmi 1820’li yılların sonlarında tekrar canlandıran Gazi Muhammed’in 1830’da başlayan Ruslara karşı direnişteki liderliği ve ömrü kısa olmuştur. 1832’de Ruslarca öldürülmesinden sonra yerini alan Hamzat da yine kısa bir süre sonra 1834’de kan davası yüzünden Hacı Murat ile kardeşi tarafından öldürülünce bu defa İmamlığa Şamil gelmiş ve sonraki 25 yıl boyunca KK’nın doğusunda Ruslara karşı yürütülen mücadelenin liderliğini sürdürmüştür. (Luxembourg, s. 71)


Bu dönemde bölgede Ruslarla mücadelenin yanı sıra Dağıstan egemenleri arasında çeşitli iç çekişmeler de yaşanmıştır.

Blanch’ın İmam Hamzat, Şeyh Şamil, Hacı Murat, Gazi Kumuk Hanı Aslan, Tarku Şemhali ve Avar Hanı Bahu Bike ile kızı Sultanat’ı esas aktörler olarak ele alıp anlattığı merkezinde Ruslar bulunan 1832-1834 dönemi entrika ve cinayetleri o dönemin Dağıstan’ı hakkında bir fikir vermesi açısından çarpıcıdır. Buna göre “Allah tarafından vazifelendirildiğine emin” olarak tarif edilen Şamil ile Şamil öncesinin lideri “bir eşkiya” ve “beş para etmez bir adam” olarak tarif edilen İmam “Hamza Bey… tarikatı” kurup 1832’de Avar yurduna saldırıyor ve teslim olmayı kabul etmiş olan Bahu Bike ile iki oğlunu entrikalarla teslim aldıktan sonra öldürüyorlar, üçüncü oğul çocuk Bulaç Hanı da yakalayıp Avar Hanlık sarayına yerleşiyorlar. “Hamza Bey, korkudan titreyen Bulaç’ı sürükleyerek çadırdan çıkardı.” Sütkardeş “Osman ve Hacı Murat kardeşler, Bahu Bike ve oğullarının intikamını alacaktı.” İki yıl sonra 1834’te ”Hamza Bey’in üzerine atılıp onu bıçakladılar.” Onun ölümünden sonra ”Şamil, Hamza Bey’in hazinesinin bulunduğu Gotsak avuluna gitti… Hazineye el koyup katırlara yükletti. Bulaç’ın boğulup uçurumdan atılmasını emretti. Emri yerine getirildikten sonra kendini Dağıstan’ın üçüncü İmamı ilan etti ve atını Gimri’ye sürdü.”(Blanch, ŞŞE, s. 165-180)

*

Ekim 1832’de Gimri’ye ulaşan Ruslar Erpeli yolunu kontrol ediyor, “Mektule Hanı Ahmet Han da, kendisine kışlık elbise ve erzak sözü verilmesi üzerine kararlaştırdığı gibi sıvışmaktan vazgeçerek güney yönündeki Irganay yolunu kontrol etmekle görevlendirildi.” Gimri’deki saldırıda önce siperlerden biri ele geçiriliyor, Tiflis alayı askerleri çekilen müridleri çok hızlı bir şekilde izliyor, son iki duvarı savunmaya fırsat kalmıyor, altmış kadar mürid olay yerinde öldürülüyor, Ruslar hiçbirine acımıyor, esir düşenleri kayalardan aşağı fırlatıyorlar, müridler ne merhamet diliyor, ne de kendilerine merhamet ediliyor, iki kişi kurtulabiliyor, bunlardan biri kendi becerisi sayesinde kurtulabilen Şamil oluyor, yaralı bir şekilde komşu Unsokul köyüne ulaşıyor, Gazi Muhammed ölüyor, 18 Ekim 1832’de Ruslar Gimri’ye giriyorlar. Hamzat Bek önce Gazi Muhammed’e katılıyor, bazı başarılardan sonra yenilince maaş bağlanması suretiyle anlaşıp Tiflis’e gönderiliyor, orada tutuklanıyor, fakat Gazi Kumuk Hanı Arslan’ın araya girmesiyle serbest bırakılıyor, bunun sonradan önemli sonuçları oluyor, Ahmet Han evlenmek istediği Seltanetta ile evlenmesine kendisine damat olarak Tarku Şamhalının oğlunu daha uygun gördüğü için engel olan kızın annesi Bahu Bike’den intikam almak istiyor, Hamzat’ı da bu işi gerçekleştirecek kuvvet olarak görüp Hamzat’ın hırsını ateşliyor, Hamzat İmam seçilince çok başarılı oluyor ve iki yıl içinde 1834’e gelindiğinde Hunzah hariç bütün Avaristan onun otoritesini kabul ediyor, 1830’da müridleri püskürtmeyi başaran Bahu Bike de şimdi Ruslara karşı gazavata katılmadan müridizmden yana oluyor, anlaştığını göstermek içinde küçük oğlu Bulaç Hanı rehine olarak Hamzat’a gönderiyor, Hamzat diğer iki oğlu Ebu Nutsal ve Umma Han’ın (Omar) da gelmesini istiyor, tereddüt ettiğinde Şamil teşvik edince Hamzat’ın verdiği talimat üzerine Umma Han ve Ebu Nutsal katlediliyorlar, sonra Hunzah’a gidip Bahu Bike’nin başını kestirip kendisini de han ilan ediyor, Hunzah Hanlığı Ruslardan para da alıp onlarla hareket eden bir yapıda bulunuyor, ölenlerden Umma Han anneleri emzirdiği için Hacı Murad ile kardeşli Osman’ın süt kardeşi oluyor ve yerel geleneklere göre kan davasını sürdürüp intikam almaları gerekiyor, 19 Eylül’de Hunzah camiinde iki kardeşten Osman Hamzat’ı öldürüp intikam alıyor, kendisi de öldürülüyor, bunu haber alan Şamil gidip küçük çocuk olan Bulaç Hanı alıp yalçın bir uçurumdan Avar Koysu’ya atıp öldürüyor, sonra da Aşilta’ya gidip orada İmam seçiliyor. (Baddeley, s. 266-277)


"Rus otoriteleri, Kafkasya'da Ruslara bağlılıklarını ifade eden Avarlar gibi kabileleri Hamzat karşısında birleştirmeye çalıştılar... Hamzat, on bin kişilik bir kuvvetin başında Avar başkenti Hunzah önünde göründü. Bir Avar prensinin kendisine rehin olarak verilmesinden sonra Hamzat, sözünde durmayarak bunları öldürmeye başladı. Kendisi, bu eyleme, demirin tavında dövülmesi gerektiğini söyleyen Şamil tarafından ikna edildi. Bu olayın ardından Müridler, bütün Avarya'ya hakim oldular./... Hamzat... 1834 yılının Eylül Ayı'nda hakettiği sonu, öldürülen Avar prenslerinin süt kardeşleri olan Osman ile Hacı Murad'ın elinden aldı." (Luxembourg, s. 70)


Tolstoy da şunları anlatıyor: Avar hanlığından direniş lideri Hamzat'a gazavatı kabul ettikleri haberi yollanıyor, habercilerin burun delikleri deliniyor, Hamzat emanet olarak Han oğullarını istiyor, gönderilince de, "Hamzat'ın çadırında... korkunç şeyler gördüm. Ummahan kanlar içinde, yerde yüzükoyun yatıyor, Abununsal son bir çabayla müritlerle dövüşüyordu... yıkıldı". "Hamzat, Hunzah'a girerek Hanların sarayına kuruldu. Ama Hanların anası hayattaydı... müritlerinden Asildir... sırtına bir bıçak vurup öldürdü kadını”. “En küçük Han'ı Şamil uçurumdan attı”. (Tolstoy, s. 65, 66, 72)


“Hamzat Bek han soyunu sinsice ve haince yok etmişti... Nutsal Han'ın süt kardeşi olan Osman ve kardeşi ünlü Hacı Murat ile bazı akrabaları bir tuzak kurup Hamzat Bek'i öldürmeye karar verdiler. "Kendileri Müslüman olan yaşlı bir kadınla, ergin olmayan bir çocuğu öldürecek kadar gaddar davranan böyle mü'min olur mu? Böyle şeriat ve tarikat olur mu? Bu zalimce hareketler Müslümanlığı zayıflatmaktan başka ne anlama gelir?" şeklinde konuşulmaktaydı. Nitekim cuma günü cemaat toplandığında Hamzat Bek'i camide öldürdüler. (19 Eylül 1834)" (Al Kadari, s. 115, 116)


"Hamzat Bek'in katlinden sonra... (M. 1834) yılının temmuz ayında Aşilta köyünde toplanan Avar bölgelerinin halkı (temsilcileri), Gimrili Dengo oğlu Şamil Efendi'yi imam olarak seçti.../ Şamil Efendi... kendisine tabi yörelerin halkı arasında kabul gören, özellikle şeriat usulleri dışında adil ve disiplinli bir dizi medeni ve siyasi yönetim şekli tesis etti. Mevcut olan... örf ve adetlere dayanan bütün töreleri tamamiyle kaldırdı... sosyal ve toplumsal düzenin tesisi için naibler, adaletin tesisi için de kadılar tayin etti... naiblik... uyarmak yetkisine sahip olmakla birlikte karar mercii kesin surette kadılık makamı idi. Her dört kadının... bir üst merci, müftülük makamı olacaktı... her bir müftülük de meselelerin çözümünde dört naibe karşı sorumlu olacaktı... çıkmazla karşılaşılırsa naiblik ve müftülük, bunu Şeyh Şamil Efendi'ye yazmak zorundaydı, ondan gelen cevaba göre hareket etme mecburiyeti vardı." (Al Kadari, s. 119)


Bahu Hanım ve oğullarının öldürülmelerini Şamil’in yazıcısı El-Karahani ise şöyle anlatılıyor. "Şamil... Kundelel'e gidip oranın mücahidleriyle... kararlaştırılan günde Hunzah arazisine gelip Hamza ile buluştu./ Hunzahlıları din-i Muhammediyye ahkamına tabi kılmak için on beş gün kadar beklendi. Mücahidlerden bazıları açlık ve rahatsızlık dolayısıyla bırakıp çekilmek istediler, fakat Şamil'in vaaz u nasihatiyle sabr u sebat ettiler./ Bahu Hanım'ın oğlu Bulac'ın rehin olarak Hamza'ya teslimi ile musaleha vuku buldu ve rehin Bulac, Haraç Köyü'ne sevk olundu. Bundan sonra Bahu Hanım'ın diğer oğulları Nusal Han ve Ömer Han ile eşraf ve ayanından iki yüz kişi gelip Hamza ile musahafa etti./ O sırada Şamil:/ -Biz buraya iki şerli katilden başkasının katli kastıyla gelmedik, ki onlardan biri Boğa el-Zerakadi, diğeri Mollaçi et-Tanusi'dir, dedi." "Şeyh Şamil o iki katili istedi vermediler." "Sığınmak için yaptığınız kaleleri yıkıncaya kadar Nusal Han ile Ömer Han ve filan filan benim yanımda sakin olsunlar, diye Hamza teklifte bulundu. Onu da kabul etmeyip gitmeye kalkıştılar./ Hamza'nın refikleri bunların avdetine mani olunca içlerinden Mirza Haciyev isminde bir alim silaha davranıp:/ -Ey Hunzah gençleri, Hamza ile arkadaşlarını öldürün, diye mukateleye başladı. Hamzalılar da mukabele ettiler. Müsademe sonunda Bahu Hanım'ın oğullarıyla Nur Muhammed Kadı, Mirza Hacıyev, Kadı Hasan b. Muhammed Harabiki ve saire öldürülüp Hunzah resilerinden meşhur bir kimse kalmadı./ Beri taraftan da Hamza'nın biraderi Murat Bey, amcazadesi Çapan, Molla oğlu Sula Muhammed Rikkuni, Muhammed Ali Gimrevi ve saire maktul oldu./ Bundan sonra Hamza, Şamil ile beraber kalkıp asli vatanı olan Huzal Köyü'ne geldi." "Şamil Kuncuk'a gittiyse de birşey bulamadı. Fakat ahaliyi tehdit edince yedi sekiz arabalık eşya hasıl oldu ve bunları alıp Huzal'e getirdi." "Hamza ile Şamil Hunzah'a gittiler ve sağ kaldıkça fitnesi bitmeyecek olan Bahu Hanım ile reislerinden Surhay'ı katlettiler." "Hamza'yı öldürdüler." "Said İbili:/ -Bahu Hanım oğlu Bulac sağ kaldıkça fitne eksik olmayacaktır, diye haber gönderdi./ Şamil de bunu hale muvafık bulup iki adam göndererek Bulac'ı nehre attırdı." (El-Karahani, s. 31-36)


Yani, buradaki anlatıma göre, öz itibariyle, kuşatılmış olanlardan bir grup görüşmek üzere kuşatanların yanına geliyor ve burada kendilerini kuşatmış olanları öldürmek için saldırınca öldürülüyorlar! Artık ne kadar inanılırsa! 


"Şamil Efendi... şer'i akaidi yerleştirdikten sonra Nakşbendi Tarikatı'nın düzenli ve kurallara uygun olarak yürütülmesi için de çaba sarf etti; Dağıstan'daki çeşitli yönetim gruplarını şeriat ve tarikat yolunda yekvücut eyledi. Yönetim sırasındaki ilim sahipleri bir kategoride kayıtlıdır." (Al Kadari, s. 119-121)

”1834 yılında Hunzak’taki camide Hamza Bey’i öldüren kişi Hacı Murat’tı… Şamil, Hacı Murat’ın nüfuzu yüzünden Hunzak’ta beklemediği bir direnişle karşılaştı. Hacı Murat, yükselen Müritçiliğin neden olduğu sayısız suçu unutamıyordu. Hanın büyük iki oğlunu öldürmüştü. Şamil ise nedensiz yere Bulaç Bey’i katletmişti. Üstüne üstlük Bahu Bike’nin boynu vurulmuştu. Daha bunun gibi nice isimsiz kurbanlar vardı… Ruslar kurtuluşları olabilirdi… Müritçiliğe direnebilirlerdi. Tarku Şemhali, Ruslara biat etmiş ve halkı birden refaha kavuşmuştu… Rusların tarafına geçen Mektule Hanı’nın hakimiyeti altındaki Avarların durumu da böyleydi. Rusya, kuvvetli bir düşman olabildiği gibi kuvvetli bir müttefik de olabilir, diyordu Hacı Murat./… Sözlerinin altında intikam arzusu ve şahsi hırs yatıyordu… can düşmanı Mektule Hanı Ahmet’i kıskanıyordu… Rusların düşman saflarını bozmak için yerel anlaşmazlıklardan faydalandığı gibi bazen dağlılar da, şahsi hırsları ve oyunları için Rusları kullanıyor, Valilik Sarayı’nda güç devşirmeye çalışıyordu.” (Blanch, ŞŞE, s. 353-376)

*

Şamil 1834-1839 döneminde genelde yandaşlarıyla birlikte Rus karşıtı eylemlerini Dağıstan’da sürdürerek çoğu kez köylerde savunma yapıp direnmeye çalışmış, ancak savunulan köyler genellikle Rus topçu ateşi ile tahrip edilirken, direnenlerin çoğu da katledilmiştir. 

*

"Ruslar tarafından Çokh, Saltı, Gergebil, Ahhulgoh... gibi aulların kuşatılmaları sırasında Dağlıların gücü hiç bir zaman 200'ü, 400'ü, 600'ü geçmediği halde, Rusların elinde her türlü top ve başka silahlarla donatılmış 15-20.000 kişilik bir kuvvet varolmuştur. En önemli ayrım, bu aulların teslim olmamasındadır. Ruslar... aulun sadece enkazını işgal ediyorlardı." (Aytek Kundukh, s. 59)


Ekim 1834'te Şamil Gimri yakınlarında bir Rus askeri birliğine "büyük bir darbe indirdi", buna cevaben "Temirhan-Şura'dan Avaristan'a albay Fon Clugenau büyük bir askeri birliği ile gönderildi. Albay, Gotsatl'e kadar tüm barışçıl köyleri yağmaladı ve Hunzah'ta Han olarak... Magomet-Mirza'yı atadı." (Yaşurka, s. 91, 92)

*

1837’de Gimrililer Ruslara komşuları Unsokul köylülerinin Ruslara karşı yardım teklifini reddettiklerini söylüyorlar, Klugenov da onlara, 1832’de Gazi Muhammed öldürüldüğünde Unsokul’luların tüm ürünlerini yaktıklarını ve kendisinin onları açlıktan kurtardığını hatırlatıyor, şimdi ise isyana teşvik ediyorlardı, Gimrililer Ruslara asla saldırmayacaklarına söz veriyorlar. Rusların 1837 seferi tamamen Şamil’in artan gücünden korkmaya başlayan Mektule Hanı Ahmet Han’ın hileli bir anlayışla mektup yazıp Rusları davet ederek kışkırtması sonucu gerçekleşiyor. 1837’de Şamil’in bulunduğu Tilitl köyüne saldırı için geldiklerinde Rusların yanında kendilerini “destekleyen Gazi Kumuk ve Mektulelilerden” oluşan Dağıstanlı işbirlikçiler de bulunuyor. (Baddeley, s.278- 286)


1837’de Çar’ın bölgeyi ziyareti sırasında Şamil’in teslim olması için görüşme yapılıyor, ancak Şamil teslim olmayı reddediyor.

*

”Bir adamın Kafkasya’da gaddar biri olarak nam salması için Batıda hayal edilemeyecek derecede vahşi olması gerekir. İşte Rus General Pullo bunu başardı… Çeçenler, bu ahlaksız ve acımasız adamdan nefret ediyordu… acımasız ve adaletsizce muamele etti… bütün Kafkasya ayağa kalktı. Aşiretler, bir kez daha Şamil’in siyah sancağının altında toplandı.” ”Çar, Şamil’i… bir eşkiya olarak görüyordu.” ”Şamil… Adı… dehşet verse de bazı aşiret reisleri gibi vahşiliğiyle nam salmayacaktı. Örneğin Çeçen Sate’nin adını duyanın ödü kopuyordu.” ”Şamil, bu tür vahşiliklerden uzak bir adamdı… düşmanlarına karşı son derece katı davranırdı… iktidarını baltalamak için kullanılabilecek genç Bulaç Bey gibi kişileri yok etmekten çekinmezdi… Özellikle çocukların üzerine titrerdi. Mahkumlara, özellikle Rus esirlere çok katı muamele ederdi. Çoğu mahkum, korkunç koşullarda çukurlarda tutulurdu… doğru dürüst bir hapishanesi de yoktu./ Doğuda, Batılıların aklının almayacağı gaddarlıklar yaşanıyordu. Şamil ve Kafkasyalılar ne kadar katı olurlarsa olsunlar tutumları, Buhara’daki mahkumların maruz kaldığı acımasızlıkların yanından geçemezdi… Afganlar, zaman zaman zindanlara atılan insanları görünce hırsla saldırsınlar diye bu işkence için özel olarak yetiştirdikleri sıçan ve keneleri beslerdi… Buhara’dan Orta Asya’ya kan kırmızı bir gölge yayılıyordu. Bu pis kokulu karanlıkla karşılaştırıldığında Kafkasya, hararetli ama temiz bir havaya sahipti… destansı masumiyetini muhafaza ediyordu./ Kafkasyalılar için gaddarlık, sahip oldukları katı adalet ve intikam standartlarını korumak için ödedikleri sıradan bir bedeldi. Adalet ve intikam yoksa şeref de yoktu (Ve bir Kafkasyalının şerefi olmadan yaşaması mümkün değildi). Kafkasyalıların tarihi ve efsaneleri, adalet ve intikam üzerine kuruluydu. Gaddarlık ve bedel olarak çekilen acılar, pek de önemsenen konulardan değildi.” ”Kafkasyalılar, belli standartlara göre yaşardı. Kan davalarında yaralanan ya da elini kaybedenler olurdu; ama hürriyetlerinden asla vazgeçmezlerdi. Haşin olduğu kadar cesur ve şefkatli mizaçları, Kafkas dağlarının azametini andırırdı.” (Blanch, ŞŞE, s. 283-286)

”David Urquhart ve Yüzbaşı Bell gibi bazı kişiler tehlikeli bir hayat sürüyor, Rusların galibiyetini engellemek için aşiretlere silah kaçırıyor; İngiliz hükümeti Çar, Şamil ve Sultan arasında çetrefilli bir oyun oynuyorlardı.” ”Lermontov, 1841 yılında hala St. Petersburg’daydı… Yine de Kafkasya’nın en saplantılı şahsiyetlerinden biri olan Lermontov’un efsanesi baki kalacak./… Lermontov, Kafkasya’da Rusya’nın ete kemiğe bürünmüş haliydi. Gördüğü manzara karşısında büyülenen o aksi, gösterişli ve genç subayların ilk örneklerindendi. O, Rus halkına Kafkasya’yı tanıtan büyük bir yazardı. Rusların gözünde ”Kafkasya Şairi” olarak yerini koruyor…/ Kafkasya, Mürit Savaşları esnasında bölgeye ilk gelen o parlak nesli derinden etkiledi. Destansı ve büyülü bir yerdi. Bu karışım, hayal güçlerini harekete geçirmişti. Puşkin… genellikle bölgenin romantik yönlerinden bahsederken Tolstoy doğanın… psikolojik etkilerini ele alıyordu. Lermontov, araziyle arasındaki duygusal bağın tadını çıkarıyordu… Manasız bir düelloda hayatını kaybettiğinde… Lermontov, arazinin hem büyüleyici hem de rezil yönlerini görebiliyordu… satırlarında hiçbir şeyi gözden kaçırmıyordu. Can veren Rus ve Tatarların kanlarıyla kırmızıya boyanan Ölüm Nehri Valerik.” ”Ve bir akşam manzarası:/ Kayşavur vadisine girdiğimde güneş, karlı tepelerin ardında batıyordu. Gece çökmeden dağ geçidini aşmak isteyen Oset arabacı atları kamçılıyordu… Bu vadi fevkalade bir yerdi.” ”Kafkasya’yı tutkuyla seviyor. Buradaki arazi yapısı ve etrafındaki dünya aklını o kadar başından almış ve gözlerini o kadar kamaştırmış ki mısralarında yeryüzünde cenneti gören bir sürgünün neşesini hissedebiliyoruz.” ”Zengin büyükannesinin himayesinde Moskova’da yalnız bir yetim olarak büyüdü. Saray entrikalarına kurban giden Puşkin’in ölümü hakkında yazdığı şiirle on dokuz yaşında meşhur oldu. Çar’ın despotluğunu eleştiren Lermontov… Nüfuzlu arkadaşları müdahale etmese Sibirya’ya sürgüne gönderilecekti. Bunun yerine cezası hafifletilerek Güney Ordusu’nda görevlendirildi. İşte genç hussar, kader yolculuğuna böyle çıktı. Kafkasya şairi olacak, Kafkas dağlarında şöhrete kavuşacak ve ölümü bulacaktı.” ”On-yirmi yıldır Güney Ordusu’nda görev yapan, Yermolov döneminden kalma tecrübeli askerlerin çoğu, Kazak ve Tatar başıbozuklar, çoğu zaman küçük gruplar halinde kendi başlarına hareket ediyorlardı ve düzenli orduyla pek bir bağları yoktu. Kendi savaşını yürüten bu grup, en tehlikeli görevleri severek kabul ediyordu… Üniformaları gelişigüzeldi ve hiç traş olmazlardı. Tenginski alayından ayrılan Lermontov böyle bir takımın başına geçirildi. Bu çok çetin bir görevdi ancak adamlarının gösterişli haline, zorba ve cüretkar tavırlarına bayılmıştı. Bu hayata kendini kaptıran Lermontov apoletsiz, kirli bir kırmızı gömlek giymeye başladı. ”Saldırı anında kepini kulağına doğru çevirir ve Çeçen mevzilerine doğru dörtnala atılırdı…” Bu tür kahramanlıklar, ihtiyatlı kurmay subayların canını sıkıyordu.” ”Ama askerleri… emirlerine körü körüne itaat ediyordu. Verilen görevlerde fevkalade başarı elde ediyorlardı… kendisine Aziz Vladimir nişanı verilmesi teklif edilmişti”, ”savaşta gösterdiği kahramanlıklar dahi itaatsizlik olarak yorumlandı… cephede çürümeye terkedilecekti.” (Blanch, ŞŞE, s. 263-269)

”Polonyalı ve Sarmat askerler, Kafkasyalılar kadar şevkle savaşıyorlardı… Kafkasya’ya ulaştıklarında Ruslarla Polonyalılar arasındaki derin nefreti hatırlayan bu askerler… Şamil’in saflarına geçiyorlardı. Onlarla birlikte mücadele eden İngiliz paralı askerler, Şamil’in dikkat çekici derecede kayıtsızca davrandığını düşünüyordu. İkişer üçerli gruplar halinde Hindistan üzerinden karayoluyla gelen İngiliz topçu subayları, Şamil’in adamlarını eğitmeyi teklif ettiğinde, kimse bu durumu sorgulamamıştı. Müritlerin saflarına katılan Rusların sayısı çok azdı…/ Tamamen kişisel nedenlerle Rusların emrinde savaşan yabancılar da vardı.” (Blanch, ŞŞE, s. 279, 280 ) 

”Çar, Kafkasya’da… zafer turunu atmaya hazırlanıyordu.” ”Fese, Çar’a umut vermişti… Peki kim Şamil’i Tiflis’te ikna etmeye çalışacaktı?.. Fese… Klugenav’ı müzakereleri yürütmek üzere kuzeye gönderdi.” ”İki lider saatlerce konuştu. Klugenav, İmam’ı ikna edebilmek için sabırsızlığını dizginlemeye çalışıyordu.” ”Eğer iki lider anlaşmaya varabilseydi binlerce hayat kurtarılmış olacak… Ahulgo düşmeyecek ve Şamil’in oğlu Cemaleddin o acıklı kaderi yaşamak zorunda kalmayacaktı.” (Blanch, ŞŞE, s. 193-196)

”1837 yılının sonbahar mevsiminde, Çar’ın Gürcü başkenti Tiflis’e bir devlet ziyareti yapacağı ilan edildi. ” (Blanch, ŞŞE, s. 197-200)

”Çar Nikola, 21 Ekim’de Tiflis’e ulaştı.” ”Birisi Çar’a Şamil’in teslim töreninin olmayacağını söylemeliydi… Çar’ın Tiflis’e ulaşmasından iki gün önce gelen bir Çeçen ulak Şamil’in bu konudaki son kararını bildirmişti.” (Blanch, ŞŞE, s. 206, 207)

”Ahulgo’nun 1839 yılında ikinci kez kuşatılıp düşmesi, Mürit Savaşları’nın dönüm noktası olarak görülebilir.” (Blanch, ŞŞE, s. 225)

”Şamil, gecenin karanlığında yaralıların büyük kısmını Koysu’nun karşı yakasına tahliye etmeyi ve diğer avullardan takviye birlik toplamayı başarmıştı. Rus keskin nişancıların gözü önünde Ahulgo’ya mühimmat ve erzak getiriliyordu.” ”Ağustos ayı ortaları…/ Şamil köşeye sıkıştığının farkındaydı. Sadece bir avuç askeri hayatta kalmıştı… Grabbe, Şamil’in Rus hükümetine teslim olmasını ve müzakereler esnasında iyi niyet göstergesi olarak oğlu Cemaleddin’i rehin vermesini talep etmişti… Ne Ruslar Ahulgo’yu ele geçirebiliyordu ne de Şamil mücadeleyi sürdürecek imkana sahipti…/ 18 Ağustos’ta Şamil teslim bayrağını çekti. Küçük oğlu (büyük oğlu olmalı, değil mi?) Cemaleddin’i menfur kafirlere rehin vermeyi kabul etti.” ”Yanında babasının en güvenilir naipleri Yunus, Taljik ve Eski Naip’le birlikte Ahulgo’yu terk eden Cemaleddin Rus mevzilerine doğru yola çıktı.” ”Şamil sabaha kadar düşündü. Kendisi asla teslim olmazdı… Ertesi gün müzakerelere başlayacaktı./ General Pullo ve kurmayları kaleye alınmıştı… Şamil, her zamanki gibi mağrur ve sakindi. İki şartla teslim olurum, dedi: memleketi Dağıstan’da yaşamasına müsaade edilmesi ve oğlunun yakınlardaki Çirkey avulunda aşiret reisinin himayesine verilmesi… Müzakereler birkaç gün boyunca devam etti… Grabbe… Kısa ve öz bir cevap gönderdi. Şamil, Çar nerede isterse orada yaşayacaktı. Çocuğa gelince, o çoktan St. Petersburg’a gönderilmişti… Rusların bu hareketi açıkça kalleşlikti… savaş kaidelerini çinemişlerdi… Şamil’e bir savaşçıdan ziyade bir eşkiya muamelesi yapmışlardı./ Haberi alan Şamil yıldırım çarpmışa döndü… tek umudu kaçmaktı… Kafkasya’nın bağımsızlığı ve Cemaleddin’in hürriyeti için mücadeleye devam etmeliydi./ Ertesi gün… sessizlik hakimdi… Ruslar Yeni Ahulgo kalesine girdi… Eski Ahulgo’yu ayıran uçurumun diğer tarafında kaçmaya çalışan çok sayıda asker gördüler… Rus askerler, kaçanları izlerken birden bir grup köylünün saldırısına uğradılar. Şamil’in İlahisi’ni söyleyen köylüler, avullarını savunmaktan ziyade Allah yolunda şehit olmaya kararlıydı.” ”Kuşatma 29 Ağustos’ta sona erdi… Hevesi kursağında kalan Grabbe, Şamil’in Gimri’de düşmanlarının üzerinden atlayarak ortadan kaybolması kadar efsanevi bir kaçış gerçekleştirdiğini kabul ediyordu./ Ruslar, uzun süre gerçeği öğrenemedi… Şamil, 21 Ağustos gecesi cüretkar bir plan yapıp uygulamıştı… kaçmak üzere tehlikeli bir yolculuğa çıktı./… Tam Cevheret… geçecekti ki tepedeki Rus nöbetçiler ateş açtı. İkisi de oracıkta can verdi. Grubun elinden bir şey gelmiyordu. Onları defnetmek için tekrar karşıya geçmenin manası yoktu. Ayrıca kendileri de Rus ateşinin tehdidi altındaydı. Yola devam etmeye karar verdiler… Rus keskin nişancılar gidene kadar kayaların arasında saklanan grup sürünerek aşağıya indi ve nehre ulaştı. Kütükleri birbirine bağlayarak yaptıkları salın üzerine, içine ot doldurdukları kuklaları koydular. Amaçları Rusların dikkatini salın üzerine çekmekti. Şafak vakti akıntıya bıraktılar. Ateş açan Rus askerleri, akıntı boyunca salın peşinden koşturmaya başladı. Bu fırsatı değerlendiren Şamil ve arkadaşları, nehrin yukarısına doğru ilerleyip yamacı tırmanmaya koyuldu… Rus nöbetçilerle karşılaştılar. Çıkan çatışmada Şamil yaralandı ve bir naip can verdi… Şamil, şaşkasıyla Rus teğmenin hakkından geldi. Komutanları öldürülen nöbetçiler, arkalarına bile bakmadan kaçtı./ Bütün gün Çeçenistan’ın kayalarla dolu dağ geçitlerinden… ilerlediler… mola verdiler. Rusların safına geçen bir grup Gimrili onları aramaya çıkmıştı. Şamil ve arkadaşlarını gören Gimrililer ateş açtı. Ama kötü nişancıydılar… Şamil karşısındaki hainleri tanımıştı… bunun intikamını alacağım, diye bağırdı. ”Gimrililer, yine görüşeceğiz” diye kükrüyordu… Gimrililer… kurşun yağdırıyordu ama peşlerinden gitmeye cesaret edemediler… hain Ahmet Han… saklandıkları yerin birkaç adım yakınından geçti… Şamil’i bulamayan Ahmet Han ve adamları Rus üssüne geri döndü. Şamil, bir kez daha mucizevi bir şekilde kaçmayı başarmıştı.” ”Kafkasyalı savaşçılar, silahlarını vermektense ölmeyi yeğlerdi.” (Blanch, ŞŞE, s. 229-239)

“Ahulgo’daki felaketten sonar Şamil… yüksek dağlık bölgelere sığındı… İçkeri avulunda “kenara atılmış bir paçavra gibi yaşıyordu… Şamil gibi Avar olan bölgenin güçlü aşiret reislerinden Şuayb Molla ve Cevad Han, onu sadakatle destekliyordu… altı ay sonar Küçük Çeçenistan’ın başına geçmeyi kabul etti.” “1845-1850 yılları arasında gücünün doruğuna ulaştı…/ Rusya’da insan canı ucuz ve kaynaklar sınırsızdı… Polonyalı bir azınlık olan Sarmatlar… görev alırdı… hayattaki tek amaçları savaşmaktı. Paralı asker gibi savaşmayı o kadar çok seviyorlardı ki”. “1834-1859 yılları arasında düzenlenen Kafkas seferlerinde yarım milyon Rus askerinin hayatını kaybettiğine inanılıyor… Çoğu zaman ellerine bir süngü tutuşturulan askerlere savaşmaları emrediliyordu (Tanrı ve Çar yolunda ölmek için can atan disiplinli ve düzenli birlikler için bu durum geçerli değildi).” “Hayranlık uyandıran istihbarat teşkilatına… ragmen Şamil, Cemaleddin hakkında herhangi bir bilgi edinememişti. Sadece… sarayda yetiştirildiğini biliyordu… Esir aldıkları oğlunu, öz babasına karşı savaşması için yetiştiriyorlardı… Şamil, asla teslim olmayacaktı.” (Blanch, ŞŞE, s. 254-257)

*

1838 ve 1839’da Şamil bölgede otoritesini kabul ettirmeye çalışıyor, Avaristan’da Andelallar ve “kanun tanımayan Unsokullular” kabul etmiyorlar, Unsokul genelde anlaşamadığı komşu Gimri’nin tersine tavır almıştır, “Çeçenistan’da ise Şamil’in vefalı Müridi Taşof Hacı, geniş bölgeleri Şamil’in otoritesini kabul etmeye razı etmişti. Salatav ve Aukh bölgeleri, açıkça İmam’dan yana olduklarını ilan ettiler. Sadece, Ruslara tehlikeli şekilde yakın bulunan İçkeri gibi yerler, bunun dışında kaldı. Fakat onlar da İmam’a katılmak için en uygun zamanı kolluyorlardı… Kuzeydeki düzlüklerde yaşayan ve Ruslarla müttefik olan Kumuklar, Müridlere karşı can ve mal emniyetinin telaşına düşmüş bulunuyorlardı. Fakat Ruslara “baş eğmiş Çeçenler” çok daha kötü durumdaydılar. Bu talihsiz insanlar, gerçekten balyozla örs arasında gibiydiler.” Ruslar harekete geçip Çeçenistan ve Kuzey Dağıstan’ın işgalini tamamlamak istiyorlar. 30 Mayıs’ta Arguani’nin bombalanmasına başlanıyor, toplananlar ve özellikle Andililer seyrediyorlar, Kazaklar ve yerli milislerin yardımda bulunduğu Ruslar burada da katliam yapıyorlar, sokaklar cesetlerle doluyor, Dağlılardan 2.000 kişi öldürülüyor, 500 hanelik köyün tamamen yokedilmesi için çaba sarfediliyor, genel uygulamada olduğu gibi bağ ve bahçelerdeki ürünler ve evler yakılıyor. Çinkat’a ulaşan askerin erzak konvoyunu Mektule ve Avar milisleri de koruyor, ancak ne Ahmet Han ne de Şamhal Ahulgoh’daki Şamil’in yakınlarına sokulmaya cesaret edemiyor, görev verildiğinde de ikisi de yerinden kımıldamıyor, İçkeri’den Şura ile bağlantı kurulmaya çalışılıyor, fakat dost olduklarını söylemelerine rağmen Ruslarla can düşmanı olan bu bölge halkının baltalaması yüzünden bu çaba sonuçsuz kalıyor, 12 Haziran’da Ahulgoh’daki bu en ünlü kuşatma başlıyor, Şamil’in gücü 4.000 iken Ruslara yardımcı olan dost hanlık milislerinin sayısı 3.600’e ulaşıyor, ordusu 8.500’e yükselen Grabe geri hatların korunmasını yerlilere bırakıyor, Dağlılar savunmada iyi olmalarına rağmen saldırıda zayıf ve “kuvvetlerini birleştirerek ortak bir şekilde hareket etmek düşüncesinden de oldukça uzak” olarak hareket ediyorlar, harekete geçtiklerinde de havaya ateş açıp düşmanın toparlanmasına sebep oluyorlar, Kazaklarla yerli süvariler Rusların saflarında yer alıyor, Gimrililer bu kritik durumda Şamil’e yardım için çok az şey yapıyorlar, halkın büyük kısmı Ruslara karşı açık tavır almaktan çekinip başlarına Rusların atadığı Ullu Bek’e itaat ediyor. Ahugoh’ta 27 Haziran’da öğleden sonra Kabarda alayı da saldırıya geçiyor. 4 Ağustos’ta askerlerle Avar ve Mektule milisleri Ahulgoh’un karşısındaki tepelerde mevzileniyor. (Baddeley, s. 301, 304-314, 319)

*

"Müritlerin durumu Kaytag, Tabasaran ve Kyuri hanlığında dağlıların ayaklanması ile daha iyi oldu", bazı başarıları üzerine "Şamil imam olarak kabul gördü ve bu görevi kendisi için isteyen Taşı-Hacı, ona itaat etti". "Şamil'in iktidarı devamlı olarak büyüyordu... Andiya, Gumbet, Salatau, Koysubu ve Çeçenistan'ın bir bölümü Şamil'in imamatın idaresi altında bulunuyordu." 1839'da Grabbe "Ahulgo'ya saldırı düzenlemek istedi.../ 'Müritler 500 kişi... ölmek için çarpışmaya hazırlandılar'./ Bir ay boyunca mürtiler çarın ordusuna ve ona yardım eden Tarki şamhalın milis kuvvetlerine karşı direndiler.../... Şamil 'barış anlaşmasına' razı olmak zorunda kaldı... oğlu Cemalettin'i rehine olarak verecekti." "Ahulgo'dan çekilmesinden sonra 24 Ağustos 1839 yılında Şamil daha uzun ve kanlı geçecek çarpışmalara hazırlanmaya başladı", sonraki on yıl "Şamil'in parlak dönemi" sayılıyor. (Yaşurka, s. 93-96)


"Irgan hezimetinden sonra... Ahulgoh civarında Çirukta Köyü'ne gittiler. Çiruktalılar, yurtlarını bırakıp öteye beriye dağılmak istiyorlardı. Şamil bunları tehdit eyleyerek cümlesini toplayıp Ahulgoh'a getirdi. Hep birden oraya yerleştiler./ Aradan bir müddet geçince Hunzah ve Ensal münafıklarıyla Ruslar, Aşiltaya cihetlerinde  toplandılar." (El-Karahani, 66, 67)


“1839’da Ahulgo’nun ikinci defa işgali ve zaptedilmesi müridler savaşının belki dönüm noktasıydı.” “Ruslar 29 haziranda şafakla beraber saldırdılar.” “Gimri Rus birliklerinin geçmesine hiç engel olmadı. Şamil bunu hiç bir zaman Gimri’yi affetmemişti.” “Şamil nihayet kapana kısıldığını anladı.” Bir aracıdan görüşme önerisi gelince general “Grabbe ona Şamil’in ancak şartsız olarak teslimini kabul etmesi cevabını vermişti. Bundan başka görüşmeler esnasındaki iyi niyetinin delili olarak oğlu Cemaleddin’i rehine olarak teslimini de istiyordu. Şamil evvela bu şartları kabul etmek istemedi./… 18 Ağustosta Şamil beyaz bayrağı çekmiş ve ızdırap içinde menfur zındıklara oğlu Cemaleddin’i rehine olarak vermeye karar vermişti.” Çocuk teslim edildi. “Şamil… kendisi hiç bir zaman teslim olmayacaktı… Fakat evvela bir defa müzakere etmeliydi./ General Pullo ve kurmayı kaleye sokuldu. Şamil… İki şartla teslim olurum diyordu: Vatanı olan Dağıstan’da yaşaması ve oğluna… yakınında bırakılması şartıyla… Müzakereler bir kaç gün sürdü… Grabbe… Teklifi sert bir şekilde reddetti. Şamil Çarın istediği yerde yaşayacaktı. Delikanlıya gelince o çoktan Petersburg’a gönderilmişti. Rusların bu hareketi açıkça emniyeti kötüye kullanmaktı…/ Haber Şamil’de bir yıldırım çarpması gibi etki yaptı. Cevabı şiddetli bir ateş… idi…/ Ertesi günü Ruslar yeniden saldırdılar. Müridlerin beklenen karşı koymaları olmadı… Ahulgo… İçeriye giren erler terkedilmiş avulda bir köşeyi dönerlerken vadinin öteki tarafında karşıdaki kayalıklara tırmanan ve vadideki dar köprüye doğru keçi yolunu izleyen bir grup insanı gördüler… Ruslar direnen bir kaç müride rağmen eski şehirde duruma hakim oldular. Bunlar teslim olmadılar ve savaş bir hafta daha sürdü./ Milyutin “her taş kulübe, her daklia, her oyuk zorla alınıyordu” diye yazıyordu. “Kadınlar ve çocuklar saldırıyorlar… muhakkak ölümle bitmek üzere kayalıklara kendilerini atıyorlardı. Bunların arasında Şamil’in kız kardeşi de vardı… Ruslara esir düşmemeleri için kendi elleriyle yavrularını öldürüyorlardı…” İsyancıları Koysu üzerindeki kayalıklı oyuklardan çıkarmak çok güçtü./ “... Binden fazla ölü sayıldı… Çoğu kadın, çocuk ve yaşlılar olarak dokuzyüz insan esir alınmıştı…”/ 29 Ağustosta muhasara sona erdi. Seksen gün sürmüş ve Rus birliklerinin yarısına mal olmuştu. Fakat zafer elden gitmişti, zira Şamil kaçmıştı.” “Şamil 21 ağustos akşamı Cemaleddin’in Petersburg’a götürüldüğünü öğrendikten sonra kaçma planını hazırladı ve başardı… bir grup ona sadık naipler” “Gündüzün ufak grup kayalıkların ortasındaki bir kovukta saklandılar… gece karanlıkta vadi yamaç üzerinde sallanarak tehlikeli duran ağaç kütüğü ile karşıya geçmişlerdi… Rus ateşinin tehdidi altında idiler… ağaçlar birbirine bağlanarak sal ve üstüne ottan bebekler yaptılar. Bu bebekler Rusların atışını üzerlerine çekmek içindi. Gün ışırken salı çektiler, akıntıya kapılınca Rus nöbetçileri ateşe tuttular ve nehir boyunca izlediler. Şamil ve grubu bu fırsatı kullanarak nehrin yukarısına doğru giderek ta ki, dağlarda bir korunma yeri buluncaya kadar gittiler. Ancak Rus devriyelerine rastladılar ve umutsuz bir savaşa tutuştular. Şamil yaralandı, bir naip öldü… Fakat Şamil’in kılıcı Rus teğmenini hesaplamıştı ki, bunun üzerine başsız kalan posta kaçmıştı./ Bütün gün… Çeçenistan’ın içine doğru… tırmandılar… Öğleyin… Gimri casusları onları görmüşler ve tanımışlardı… Ateş açıyorlar fakat iyi nişancı olmadıklarından kurşunlar vızıldıyordu. Şamil bu hainleri tanımıştı. Ayağa kalktı, hiç önem vermeden kendine iyi bir hedef yaptı ve onları lanetledi. “Biz birbirimize yine rastlayacağız, Gimri’nin adamları” diye bağırdı. Buna cevap bir salvo ateşi oldu, fakat kaçanları izlemediler… Gece uyurlarken… hain Ahmet han bir grup serkeşlerin başında olarak onların saklandıkları yerden bir kaç adım öteden geçmişlerdi. O Ruslardan imamı her tarafta aramak için izin almıştı… Şamil yine mucize gibi kurtulmuştu.” (Blanch, s. 151-161; ve ayrıca, Luxembourg, s. 209, 210, El-Karahani, 77-81)


Şamil 1839'da "Şabanın iptidasında Vidan Köyü'ne geldi ve ehl ü ıyalini bırakıp kendisine bir yurt bulmak üzere bazı refikleriyle dolaşmaya çıktı./ Şubut nahiyesine tabi Çeçen köylerinden bulunan Araşketi Köyü'nü ikamete elverişli gördüler ve ahaliden birinin evinde misafir oldular. Hane sahibi Vidan'a gidip Şamil'in çoluğunu çocuğunu getirdi." Arkadaşlarından 8'i "Araşketi'de yerleştiler. Sair mücahidler de Vidan Köyü'nü vatan edindiler./ Şamil bu köyde bulunduğu esnada meşhur bahadır Şuayb Zemuteri ile Cevad Han gelip kendisi ile görüştü.../... Şamil de onları naib tayin ederek nahiyelerine gönderdi ve giderlerken:/-Memleketinize Avar taraflarından gelen olursa derhal çıkarınız... dedi." (El-Karahani, 84, 85)


1839’da "Ağustos'un sonuna gelindiğinde Rusların Ahulgoh'u işgalleri tamamlanmıştı. 1837 yılının tersine Ruslar bu kez emellerine ulaştılar... Burada yine, artık Rusların bir Kafkas köyünü almalarını karakterize eden vahşi ve acımasız bir katliam yapıldı." Genelde büyük ölçüde yerlilerle de çatışan Şamil 1839’da Ahulgoh’ta Ruslara yenilmiş ve sonrasında Ruslar ile onların Dağıstanlı işbirlikçilerinin elinden kaçıp Çeçen bölgesine sığınarak kurtulabilmiştir. Bu sırada Şamil’i Ruslar adına yakalamak için peşinden gelip kovalayanlar Hacı Murat da aralarında bulunan Dağıstanlılar olmuştur. (Luxembourg, s. 209, 210, 70-Dipnot:59)


“1834 yılında, öldürülen Avar Hanlarının intikamını almak amacıyla İmam Hamzat’ı öldüren Hacı Murad, o zamandan beri Ruslara olan sadakatini sürdürmüş ve onların üniformalarını bile giymişti.” Ancak Avaristan yönetimine getirilen “Ahmet Han ile Hacı Murad arasında ölümcül bir kan davası vardı” ve sonunda Ahmet Han Hacı Murad’ın gizlice Şamil ile ilişkide bulunduğunu söyleyerek onu Rus kumandanına tutuklatıyor, bu durumdan rahatsızlık duyup neye inanacağı konusunda da tereddüt yaşayan Klugenav Şura’ya gönderilmesini istiyor, bir topa zincirlenmiş olarak Hunzah’ta tutuklu bulunan Hacı Murad 10 Kasım 1840 günü yola çıkarılıyor, karlı bir ortamda süren yolculuk sırasında Hacı Murad kendisini bir uçurumdan atıp yaralı olarak kurtuluyor, “ondan sonra da Doğu Dağıstan’ın Kamçısı ve Şamil’in en cesur ve başarılı Naibi oldu.” “Bununla birlikte, ovalık bölgelerde yaşayan bahtsız Çeçenlerin şimdiye kadar görülmemiş bir şekilde hırpalandıkları bu dokuz aylık savaşlarda iki taraf da, güçlerinin sınırına gelmişti.” 12 ay önce “Çeçenistan’a peşinde sadece 7 kişi olduğu halde girmiş bulunan Şamil” şimdi “silahlı bir halkın başına geçmişti.” Rusların 1841 planında ise “önemli bir avul olan İçkeri’de bir kale kurulması” ve bir Rus tarafına bir Müridizm tarafına geçip iki tarafın da düşmanlıklarına maruz kalan buranın talihsiz halkının “ihanetlerinden” dolayı cezalandırılması isteniyor. Çeçenistan’da “köyler yakılıp yıkılacak, ürünler imha edilecek ve bura halkı, kılıç zoruyla dize getirilecekti.” “Çeçenistan, kan ve ateşe boğuldu.” (Baddeley, s. 334-336) 

*

Şamil’in 1839’da Dağıstan’dan kaçıp Çeçen bölgesine sığınmasından sonra belli bir mekanda direnmek yerine sürekli hareket halinde olma yöntemini uyguladığı sonraki yaklaşık 10 yıllık dönemdeki mücadelesinde mürit hareketi bir ölçüde “başarılı” olabilmiştir, ki bu dönemdeki belirleyici etkenin de Çeçenlerdeki şiddetli Rus karşıtlığı olduğu varsayılabilir.

*

"19. asrın 30. yılların sonunda bu gelişmeler dünya tarihinde 1812 yılın savaşından sonra önemli bir olay... olarak tarihe geçti." "Şamil'in bu parlak dönemi... Çeçenistan'ın ırak bölgelerinden de savaşabilecek birlikleri gazavata çekmeye başladığı zaman, başladı./ Çeçenistan'da Şamil Rus çarlığın zayıf noktalarını buldu. Yerel halk general Pullo'nun yönettiği idarenin küstahça davranışlarından bezmiş halde idi... 'bu barbar ve vahşi kabilelerin teskin edilmesi' için... general sıkça kanlı seferler düzenlerdi... kanlı işlerinden memnuniyetle bahsediyor: 'Akınlarımı bahar ve kış aylarında yaparım, çünkü dökülen yapraklar askerlerimiz için daha az tehlike anlamına geliyor... suç derecesine göre ya herkesi öldürürüm yada rehine ile ceza ödetip, en suçlu olanları tutuklarım'. Haydut edası ile general Pullo, Çeçenistan'ı her yönden geçmekte ve 'tüm bağımsız toplumlara mallarını yok edeceğini tehdit etmekle' ve cezalandırma seferleri ile korku dolu yıllar geçirtmekle övünmektedir... Çeçenistan'ın nüfusu aşağılanıyor ve köleler durumuna sokulmaya çalışılıyordu. Fransız elçi vikont Castilogne'nin notlarında belirttiği gibi general Pullo ve yandaşlarının faaliyetleri 1840 yılında Çeçenistan'da genel bir ayaklanmaya sebep oldu. '... Terek ile Sunja arasında yaşayan Çeçenlerin sürgün edilmesi de o zamana denk geliyor. O zamandan beri Sunja'nı yanında Rus bataryaların namluları altında Ruslara sadık kalan üç köy haricinde tüm Çeçenistan silahlandı ve Şamil'in iktidarı orada sınırsız güce sahip'.../ Şamil halkın bu durumunu ustaca kullandı.../ Ahukho'dan çekildikten sonra Şamil Çeçen köylerin çoğunu Rus çarlığına karşı savaşa kaldırabildi", Pruzhanovskiy'in yorumuna göre kendini haddinden fazla beğenen Grabbe'nin en büyük hatası ülkeyi Pullo'ya vermesi oldu, onun hareketleri "Grabbe'nin ün haricinde tüm başarıları sildi, Çeçenleri bizim iktidarımıza karşı kaldırdı ve onların Şamil'in tarafına geçmeleri için zemin hazırladı", Çeçenistan "mürtiçilik hareketi için çok önemli bir ülke idi". "Şamil artık ulaşılmaz sanılan bölgelerde karargahlarına güvenmiyor", Rus yönetimindeki yerlere saldırılar yapıyor. "Şamil Rus çarlığın Çeçenistan ve Dağıstan'daki ilerleme planlarını bozdu.../ 1840 yılı içinde... en az 10 bin mürit bulunuyordu." Çeçenler müritlere katılıyordu. "Gaddarlık, barbarlık ve acımasızlık, her şekli alabiliyordu-basit soygunlardan kurşuna dizmelerine kadar. Şamil bunun da biliyordu", Çeçenistan'da seyahate çıktı, her yerde Şeriat'ı uygulamaya koydu, Allah'ın düşmanlarına karşı ülkeyi ayağa kaldırdı, "Çeçenler onu neşe ile karşılayarak, kendisine saygıda bulunuyor, değişik hediyeler veriyorlardı. Gavurların yanına çektiği ve iyi davrandığı yerliler bile Şamil'in yanına geldiler. Subaylar bile gelerek, apoletleri... ayakları altına alıyorlardı". Şamil "Açık düzlüklerde bulunan bütün köylerin halkına 'aileleri ve malları ile birlikte ormana taşınmalarını ve dedelerin evlerini ateşe vermelerini' emretmişti.../ Çeçenlerden Şamil karargahı Gehi köyünde bulunan Ahverdi-Magoma komutanlığında, toplanma merkezi Meşke'de olan Şuaip komutanlığında ve Şali'de karargahı olan Cevathan'ın önderliğinde üç birlik oluşturdu. Şamil, askeri disipline uymayanları ölüm cezasına kadar giden ağır cezalarla cezalandırıyordu." Mürit hareketinin kar topu gibi büyüdüğü 1840 yılında Şamil "İşkarti köyüne saldırı düzenledi./... hiçbir direnişle karşılaşmadan Erpeli köyüne geldi". Şamil "kendisi ile çarlığın güç dengesini iyi bildiği için çok ileriye gitmeden savaş harekatları yavaş bir tempo ile geliştiriyordu. Müritler ise zaman zaman bu yavaşlığa tepki gösteriyorlardı. Ama Şamil kararlarını sertlikle uygulayarak, bu çizgiden sapan naiplerini (askeri komutanları) görevden alıyordu. Mesela, iki sadık naibi Ahverdi-Magoma ve Şuaip aynı akibete uğradılar." (Yaşurka, s. 97-102)


"Şamil Batı Adığe kabilelerinden bazılarının ısrarları üzerine 1842 yılında Hacı Muhammed'i temsilcisi olarak gönderdi... Fakat zamansız ölümü başlanan işin sona erdirilmesine olanak vermedi. Ondan sonra oraya görevini tam olarak yapamayan Süleyman Efendi gönderildi./ 1848 yılında Çerkes toplumları... bir adam yollanmasını istediler.../ Bu çağrı üzerine Şamil'in naibi olarak Muhammed Emin gönderildi. Söz geçerlikleriyle ayrıcalıklarının yiteceğinden korkan kimi seçkin Çerkeslerin muhalefetine karşın Muhammed Emin müridizmi temelli bir biçimde kurmayı ve... bir Çerkes ordusu oluşturmayı başardı." "Batı Kafkasya'da yönetim biçimini dikkatle inceleyecek olursak, demokratik temellerin egemen olduğunu görürüz." "Dağlıların bu savaşta yenilmelerinin başlıca nedeni... savaşın, örgütlenemedikleri ve birlik içinde bulunmadıkları bir durumda başlamasıdır." (Aytek Kundukh, s. 92)


"Şamil tarafından 1842'de hapsedilmiş olan teğmen Orbeliani'nin, 1943 Şamil imamlığının dini, sivil ve askeri yönetimi ile ilgili raporu:" "Dini liderlik, Şamil'in hızlı bir şekilde yükselişini temin eden gerçek sebebi teşkil eder... Şamil, kendisinin Peygamber'in temsilcisi... olduğu ve Allah ve din için savaştığı fikrini aşılayarak... Peygamber'le gayb aleminde buluşup görüştüğü söylentisini yaymak suretiyle, saf Dağıstanlılar'ın ruhuna tam manasıyla hakim olmayı başarmış ve onlardan yararlanmıştır.” "Şamil'in iktidarı bugün yüz-yüzelli bin aileye kadar yayılmıştır." "Üç tane bölge mevcuttur:" "a) Çeçen bölgesi Lideri: Şali adlı Çeçen köyünde oturan ve büyük saygınlığı olan, Şamil'in Kazıkumuh'lu kayın pederi Abdullah Tsakar." "b) Avar bölgesi Lideri: Hacı Murat." "c) Andalal bölgesi Lideri: Tilitli'li naib Kibit-Muhammed." "Şamil kısa bir süre içerisinde yirmi ile otuz bin süvari ve piyadeyi harekete geçirebilmektedir." "Şamil, saf Dağıstanlılar'ın gözünde daha da yükselmek için çeşitli siyasi tedbirlere başvurmaktadır... Osmanlı Sultanı ile Mısır Paşası'nın... imdadına yetişmeye söz verdiklerine inandırmaya çalışmaktadır... Türk veya Mısır büyükelçilerini veya kendisinin de elçiler göndrdiği Kabarda'nın prenslerini kabul ettiği bahanesiyle günlerce bir yere kapanıp ortaya çıkmadığı da olmaktadır... Şamil'in müridlerine göre güya Sultan'dan gelen, büyük mühürlü kağıtlar üzerine yazılmış mektupları gösterdiği de vaki olmaktadır. Fakat gerçekte bu mühürler bile Dargo'da Erpeli asıllı bir mücevheratçı olan Butam Üstad tarafından imal edilmiştir." "Bu çeşitli tedbirler sayesinde Şamil Dağıstanlılar'ın gözünde büyük bir prestij elde etmeyi başarmıştır. Fakat... Şamil'in veli olduğu inancı artık eskisi kadar sağlam değildir." "Halbuki, Dağıstan'da... büyük saygı ile kabul gören bir adam var." "Cemaleddin, Kazikumuh'ta doğmuş... Muhammed'in soyundan olan bir seyyid aileye mensuptur.. şöhreti kısa zamanda bütün Dağıstan'a yayıldı. O sırada Gazi Molla sadece basit bir molla idi... Kazikumuh'a gitti. Orada Cemaleddin kendisine... Müridiz'min anlamını anlattı... Cemaleddin, onu şeriatçı hareketin yönetimini eline almaya ikna etti. Onun Ruslar'a karşı savaşa girmesini kesinlikle yasakladı ve çalışmalarını, medeniyetten yoksun Dağıstanlılar'ı doğru yola sevkederek orada yerleşmiş olan kötü alışkanlıkları ve gelenekleri yok etmeye yöneltmeye teşvik etti." "Gazi Molla... Müridizm'i anlatmaya koyuldu. Halk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu... Müridizm böyle doğdu." "Cemaleddin... taraftarlarının Ruslar'a karşı yürüttükleri mücadeleyi tasvib etmemektedir... kan akıtmayı kınamakta ve katliamı durdurmaya çalışmaktadır." "Cemaleddin'in Dargo'da nasıl bir tutku ve saygı ile kabul gördüğüne şahit oldum... Şamil, büyük saygı işareti olarak O'nun elini öptü." "Cemaleddin, Dargo sakinlerini camide topladı ve onlara bir konuşma yaptı... Sonra Şamil'e döndü ve şunları söyledi:" "Sana Ruslar'a karşı silaha sarılmayı yasaklamıştım... dinlemedin. Bugün yine savaşa son vermeni tavsiye diyorum... müslümanları ve hatta Ruslar'ın idaresi altındaki insanları yağma ederseniz Allah ve Rasülü'nün laneti senin üzerine olsun." "Cemaleddin benden ayrılırken şunları söyledi:" "Oğlum, Ruslar'a, müslümanlar kadar onların da iyiliğini arzu ettiğimi söyle." "Şamil'in üç hanımı vardır." "Geçen kasım ayında (1843) Şamil... Abdullah Tsakhar'ın kızıyla evlendi." "Şamil Dargo'da uzun süre kalmaz." "Çeçenistan'a geldiği zaman, genellikle Dağıstan'lı bir muhafız grubu bulundurur. Dağıstan'a da bir Çeçen muhafız grubuyla gelir." "Biz kaçmadan önce Şamil sık sık bizi görmeye gelir, hücremizden çıkartır ve bizimle görüşürdü... Şamil bize şunları söylüyordu:" "Muhammed Ali yakında Rusya'yı mahvedecek ve ikinci Allahınızı hapse attıracak... Muhafızlarımızdan birisi, İstanbul'dan gelen Untsukul'lu bir hacı olan Cebrail'in, Muhammed Ali'nin yüzbin kişilik bir ordusu olduğunu, askerlerin alınlarının ortasında birer gözü olduğunu ve baştan ayağa çelik elbise giydiklerini anlattığını söyledi. Dağıstanlılar saftırlar ve birazcık aklı olan onları kolayca peşinden sürükleyebilir", "bir defasında dedim ki:" "Şamil... Er veya geç boyun eğmeye mecbur kalacaksınız, fakat bu arada fakirlik ve sefalet çekiyorsunuz." "Bana cevabı şu oldu:" "Allah bizi öbür dünyada mükafatlandıracaktır." "Bunun üzerine dedim ki:" "Sizin... Peygamber'in vekili... Sultan, İran Şahı gibi bizimle barış içinde yaşadığı halde siz niye ona uymuyorsunuz?" "Şamil bana şu cevabı verdi:" "Sultan'ın Muhammed'in Şeriatına sadakatle riayet ettiğne ve Türkler'in gerçek müslüman olduklarına gerçekten inanıyormusun? Onlar kafirlerden de kötüdür. Ah onları bir elime geçirebilsem, Sultan'dan başlayarak keser, yirmi dört parça ederim! Dindaşları olan bizim Allah ve din için yıllardan beri Ruslar'a karşı savaştığımızı biliyorlar, fakat bize yardım etmiyorlar." (Bennigsen, s. 327-343)


"Şeyh Cemaleddin Gazikumuki... Şamil Efendi'nin yönetiminde tarikatın mürşidi olarak ileri derecede hüsni kabul görmüş... Şamil Efendi teslim olduktan sonra... Rusya Devleti'nin izniyle Türkiye'ye gelmiş, İstanbul'da vefat etmiştir." (Al Kadari, s. 121) 


"Andalyal ve Karah... Şamil'in tarafına geçmiş oldu", gücü çok arttı, "Çeçen müritlerin komutanlarından biri, Cevathan, ikna ve silah gücüyle 1842 yılında Kuyadin ve Karadah toplumları hareketin tarafına çekti... 1842 yılında Şamil Kumuh kenti fethetti. 'Han evin taraftarlarından' 15 kişi idam edildi". "Grabbe'nin 1842 tarihli İçkeriya seferi Şamil'ce püskürtüldü." "İçkeriya ve İgali seferleri Rus çarlığına Çeçenistan ve Dağıstan'ın kendisine ait olmadığını bir kez daha gösterdi." 1842'de "dağlıların bağımsızlık mücadelesi uluslararası önem kazanmaya başladı. Avrupa gazetelerin çoğu hakkında makaleler yayınlıyordu." "Şamil bu organizasyonu içinden güçlendirmeye çalışarak... isyankarları silah zoru ile bastırıyor, bazen en büyük cezalandırma metodu-köyleri bile yok edebiliyordu. Mesela Untsukul yer yüzünden silindi", "1843 yılında Hunzah yakınında Rus orduları büyük bir bozguna uğrattı.../... Gergebil'i fethetti. Bu gelişme Dağıstan'ın kadıları Tsudaharlı Aslan ve Akuşi'li Muhammed'in saflarına katılmasında büyük rol oynadı", Ahmet-Han Mehtuli'nin sarayını yaktı. "Çirkeyliler ve Gimrililer Şamil'in tarafına geçmeye hazır olduklarını belirtmek için geldiler", neredeyse tüm şamhallılar tam itaati dile getirdiler, Ruslar her yerde geri çekiliyorlardı. "Daha sonra Ruslar çok sayıda askeri ve diğer depoları bırakarak, Çiri-Yurt, Yangi-Yurt ve Zubato ile Miatlo'dan da çekildiler." 1844'te Tabasaran bölgesinin "tümü Şamil'in oldu", o zamana kadar Rus ordusunda tuğgeneral olan "Elisi'li Daniel-Sultan Şamil'in yardımcısı oldu". Çoh köyü "müritler tarafından fethedildi, yıkıldı ve yakıldı. Şeriat'ten çıkıp Rus çara hizmet edenleri Şamil böyle cezalandırıyordu./ 1845 yılına doğru Şamil bağımsızlık mücadelesinde çok büyük başarılar elde etti", "hainlere özellikle ağır cezaları uygulardı", "Vorontsov Şamil'e karşı muazzam askeri sefer hazırladı... Şamil'in askeri merkezi Dargo'yu işgal edip, orada konuşlanmayı düşündü... çok sayıdaki askeri birlikler bir sürü zorluklarla karşılaştı", kötü hava şartları ve yiyecek ihtiyacı büyük sorun oluşturdu. "Bir seri çarpışmadan sonra askeri zafer mürtilerin elinde kaldı." Voronsov "geri çekilmeyi başlatmak zorunda kaldı./ Vorontsov'un bu yenilgisi çarın prestijini kötü zedeledi ve mürtilerin umutlarını yeşerdi." "Rus ordusu 44 yıl içinde (1800-1844) birkaç binden 200 bine yükselmişti./ 1800 yılında Lazarev Tiflis'i en çok 4000 kişi ile fethetmişti. 1818 yılında Ayrı Gürcü Kolordusu Ermolov zamanında 60 bin kişiden oluşuyordu, 1838 yılında Ayrı Kafkas Kolordusunda 155 bin kişi vardı, 40'lı yıllarda ise bu tugayın er sayısı 200 bin kişi idi." (Yaşurka, s. 103, 104, 108)

*

Şamil 1843 güzüne doğru “Murtaza” adı verilen her evden bir kişinin katıldığı devamlı bir atlı birlik oluşturuyor. (Baddeley, s. 342)


Rusların halkı kendi yanlarına çekme çabası sonuçsuz kalıyor, çünkü Şamil “kendisiyle Naiblerinin haricindeki kimselerin düzenledikleri toplantılara katılacak olanları ölümle tehdit etmişti”, müridler birçok yeri kontrol altına aldılar. (Baddeley, s. 358)


Şamil, kıyı boyu Dağıstan'ın feodallerinin Rus çarlığına bağımlılığı karşısında uzun ve çetin mücadele vermek zorunda kaldı. Müritler tarafından Ruslara uşaklık ettikleri için han ve soyluların “kelleleri tek tek uçuruldu”.  Müritçilik “askeri bir tarikat haline geldi”, “dinin renklerine büründüyse de, dağlıların Rus çarlığa karşı özgürlük mücadelesinin şekli olmuştu". (Yaşurka, s. 118-124)

*

"Danyal Sultan... Rus ordusunda tuğgeneral rütbesiyle Ilısu topraklarını idare etmekteydi. Sonra Şamil Efendi... emrinde kalmıştır... Şamil Efendi teslim olduktan sonra Rus yönetimi onu affetmiş, eski rütbesini iade ederek, yıllık 3000 ruble maaş bağlamıştır. Daha sonra o da Türkiye'ye göç etmiş ve orada vefat etmiştir." (Al Kadari, s. 122)

”Alman kökenli ukala biri olan Niedhardt” ”Danyal Bey’in halkı üzerindeki hakimiyetini yok etmeyi kafasına koymuştu… Danyal Bey’in sabrı taştı. (Ailesi Romanovlardan daha köklü bir hanedan olmasına rağmen) Sultan, o güne kadar Rus devletine sadakatle hizmet etmişti. Gururla giydiği Rus üniformasını yırtıp atan Danyal Bey, burkasını sırtına geçirdi ve dağa kaçtı. Şamil’le ittifak kurarak, güney Dağıstan’ın tamamının ona destek vermesini sağladı… tek suçlusu Niedhardt’tı. Danyal Bey ve Şamil birbirlerini pek sevmezlerdi. Fakat Şamil… Danyal Bey’i oldukça sıcak karşıladı.” (Blanch, ŞŞE, s. 313-315)

”Vorontsov’un emrindeki Rus ordusu, 3 Haziran1845’te… karargahlarını terk etti.” ”On bin askerden oluşan ordusunun yanı sıra maiyetinde… soylu isimler vardı.” ”Vorontsov’un… Şahsi muhafızları, dehşet verici kıyafetleriyle Kürtlerden oluşuyordu… emrindeki düşük rütbeli subayların dahi çok sayıda muhafızı, hizmetçisi, seyisi ve aşçısı vardı.” ”Vorontsov, ateşin geldiği ormana saldırması için Gürcü milisleri ve Kazakları gönderdi./ Şamil, yine kaçınma ve oyalama taktiği uyguluyordu.” ”Rusların yanında çarpışan ve cesaretleriyle tanınan Tuşen birliği, her zaman yaptıkları gibi ele geçirdikleri Müritlerin ellerini kesmiş ve kampa getirmişti.” ”10 Temmuz sabahı Passek, Kabardey alayından iki tabur askerle birlikte o korkunç patikaya doğru ilerledi…/ Rus birlikleri arasından ne zaman kargaşa çıksa Müritler birden ortaya çıkıyor ve hıncal ve şaşkalarıyla düşmanlarını yere seriyordu… saldıran Passek ağır yaralandı… ordu bozguna uğramıştı./… Gerideki Kabardey alayı, sıkı disiplinini koruyordu.” ””Yiğitlerin en yiğidi, namı tabura bedel” General Passek işte böyle hayata veda etti.” ”17 Temmuz günü Vorontsov, daha fazla ilerleyemeyeceğini anladı. Askerleri, açlıktan ölmek üzereydi”. ”Şamil’in adamları Freitrag’ın menziline girmeden dağlara ve ormanlara çekildi. Rus kaynakları, Müritlerin neden birden kuşatmayı kaldırdığını bugüne kadar açıklayamadı… gerçek neden, Muhammed Tahir’in hatıratında buluyoruz./ Şamil, Fatma’nın ölüm döşeğinde olduğunu ve kendisini görmek istediğini haber almıştı… 17 Temmuz’da etrafı sarılan Rus kuvvetlerinin direnecek gücü kalmadığını gören Şamil, Fatma’nın yanına gitmesini söyleyen naiplerinin sözünü dinledi… Freitag’a haber ulaştırıldığını bilmeyen naipler, zaten Vorontsov’un teslim olması an meselesi demişlerdi. Grozni’den yardım gelse dahi zamanında ulaşacağına da inanmıyorlardı. İmam, eşinin yanına gitmeliydi. Emirlerine harfiyen uyacaklardı. Gönlünün sesini dinleyen Şamil gitmeye karar verdi… Tam zamanında vardı ve son nefesini vermeden önce Fatma’ya sarıldı. İki gün sonra savaş alanına döndüğünde kazandığı zaferin yerinde yeller esiyordu… Adamlarından birinin kendisine ihanet ettiğini biliyordu. Emirleri yerine getirilmemişti. Naipler, saldıracakları yerde hareketsiz kalmışlardı. Freitag’ın bölgeye ulaşmasıyla artık iş işten geçmişti… Şamil, naiplerine şüpheyle bakacaktı.” ”Artçı birlikler, yine Kabardey alayına mensup kahraman askerlerden oluşuyordu… bu askerler, Şamil’in adamları tarafından yok edildi. Sadece üç asker hayatta kalmıştı… üç general… İki yüz subay ve üç bin beş yüz otuz üç asker ya öldürülmüş ya da yaralanmıştı. Kurin alayından sadece yirmi dört asker sağ kurtulabildi… Kürtlerin üniformaları… dağlarda kaldı.” ”Çar, Vorontsov’un kurtulmayı başarmasının büyük bir zafer olduğuna karar verdi.” (Blanch, ŞŞE, s. 317-326, 331-335)

“Şamil’in başarılarından bir diğeri-devlete ait hazineyi kurması oldu.” “Tüm kavimler hasadın yüzde onunu imamat için ayırıyor.” “Şamil hesabı iyi bilen bir yönetici idi… her kaynağı bağımsızlık davası için saklardı.” “80 kadar tüccar Şamil’den koruma ve yolcu belgeleri aldı. Ticaretle uğraşan insanlar her zaman Şamil’in gözdesi olmuşlar. Bazıları ise, mesela Musa Kazikumuklu gibi… Şamil’den para yardımı bile aldılar./… Ama… tüccarlar bağımsızlık için çok fazla canla başla mücadele etmediler.” “Warner Şamil’in Avrupalı hayata büyük ilgi duyduğunu yazmış… Esirken… Telgraf onu büyülemişti… deniz filosu, cam fabrikaları… darphane, onu hayran bıraktı”, “Müslüman dinin demir yolları neden ret ettiğini anlayamıyordu.” Bazı sosyal hayat girişimleri oldu. “Han ve beklerin birçok avantajlarını ortadan kaldırma ve köleleri serbest bırakma işlerini bunlardan sayabiliriz.” “Rus çarlığı önünde uşaklık eden hanlar ve bekler, Şamil’in acımasızlığı ile ‘kellelerinden oldular’.”Genel olarak ise sosyal düzenlemeler savaşın fakirleştirdiği ve yorduğu halkı çok rahatlatamadı. Savaş sırasında naiplerin ‘büyük malikaneleri’, buğday tarlaları ve hazineleri ele geçirdiğini, Şamil’in naiplerin üçte birinin imamın bağımsızlık savaşı esnasında kendilerine verdiği emirlere uymadığı, Abdurrahman’ın itiraf ettiği gibi ‘halk için çıplak kılıç’ olarak tarihe geçtiklerini göz önünde bulundurursak… sosyal düzenlemelerin… başarılı olamadıklarını görebiliriz.” Yine de Şamil’in yaptıkları “geleceğe, gelişime doğru büyük adımlardı. Daha da fazlası, Şamil’in faaliyetleri, ülkeyi toptan ve perakende Rus çarlığa satan ve çarlık önünde uşaklık eden han, utsmi, bek ve diğer feodallerin paragöz politikaya göre, büyük ve ilerici bir atılımdı.” Şamil “40’lı yılların sonuna doğru… zorlukları hissetmeye başladı.” “1847 Eylül ayında çarın ordusu… Saltı’yı ele geçirdi. 16 Haziran 1848 yılında Gergebil de düştü… Rus çarlığı… işgal politikası yerine, işgal edilen topraklarda bulunan ve yakılmış köylerle verimli vadiler üzerinde birçok kale inşa ettirdi. 1850 yılında Ruslar, Çeçenistan’ı işgal etmek ve Şamil’in devletini ekmeksiz bırakmak için kollarını sıvadılar. Sadece 1850 yılında Küçük Çeçenistan denilen bölgeye dört büyük sefer düzenlendi. Bu askeri baskı sonucunda Rus çarlık Küçük Çeçenistan’ı ele geçirdi.” “40’lı yılların ortasında prens Vorontsov’un emrinde 250 bin asker bulunurken, Şamil’in savaşa hazır sadece 4 bin atlı, 5 bin piyade ve 7 top bulunuyordu”. “Şamil’in devletinde tüm nüfus sayısı 1 milyondan azken, Rusya’da 126 milyon Rus yaşıyordu”. “1852 yılında Büyük ve Küçük Çeçenistan, Şamil’in devletinden ayrıldılar. Bu süre boyunca Rus çarlığı, dağlıları verimli topraklardan dağlara sürerek, elde ettiği bu toprakları Ruslar ve Rus Kazaklardan zengin olanlara ve köylülere veriyor, bazen bunun tersine davranıp, dağlılar arasında fitne yaymaya çalışıyordu. Köylerinden edinen Çeçenler yerine Rusları yerleştirme politikanın amacı, şovinist devletin dayanağı haline gelecek toplumu oluşturma çabası idi… ‘Şamil… sahip olduğu ve Çeçen halkın teşkil ettiği ince ve muktedir silahı kaybettikten sonra… başarılı olamazdı…’/ Şamil’in 1850-1853 yılları arasında organize ettiği bir seri saldırı, sonuçsuz kaldı… Kırım savaşının sürdüğü 1855-1856 yıllarında… bu son derece uygun zamanda, faaliyetleri kısır kalmıştı./ Geniş halk kitlelerin Rus çarlığına karşı sürdürdükleri uzun mücadelede yıpranmış olmaları, bazı naiplerin hain davranışları, kendilerine teslim edilen naipliklerde kanunsuz davranmaları ve halka fakir düşürmeleri, naiplerin halkı sömürme sayesinde zenginleşmesi ve Şamil’in siyasetinde halkın refah durumunu yükseltmek ve acılarını hafifletmek için kesin maddelerin olmaması, tüm bunlar Şamil’in devletinin içten çürümesine ve halk arasında farklılaşmanın had safhaya ulaşması ile, devletin dağılma sürecinin başlamasına neden olmuştur. Sırası gelince çarlık, bu dağılıma hız vermeye çalıştı ve bazı naipleri satın alma faaliyetlerine ağırlık verdi. Bunun sonucunda da 50’li yıllarda bazı naipler Rus çarlığın tarafına açıkça geçtiler ve Şamil’in askeri sırlarını Ruslara açıkladılar.” “Şamil’in 50’li yılların başına güçsüzlüğü ve 1855-1856 yılları arasında baş gösteren pasifliği, sadece dış etkenlerle açıklanamaz… Şamil’in yenilgisinde son rolünü oynayan iç dalgalanmalar ve karışıklıklarla açıklanabilir.” “Dağıstan ve Çeçenistan nüfusunun geniş kısımları askeri harekatlarla yıpranmanın son safhasına getirildiler… en çok ihtiyaç duydukları şeylere sahip olmakla zorluk çektiler… öncelerde zengin olan köylerin çoğu, Ruslarca askeri kaleler haline getirildi. Halkın bir yarısı durmak bilmeyen çarpışmalarda öldürülmüşken, diğer yarısı dağlara çekilmek zorunda bırakıldı ve bunun neticesinde dayanılmaz hayat şartlarına zorlandı. Verimli topraklara el konuldu… Şamil… ‘ekmeğin sadece açlıktan ölmemek için yettiği fakir ülkenin fakir önderi idi’. Sadece 300 bin kişinin Şamil’i önderi olarak kabul ettiğini, ama onların da tam fakirlik içinde yaşadığı, konuşuluyor.” Köylerin çoğunda para karşılığında bile yiyecek bulunamıyor, tüm vadiler Ruslarca işgal ediliyor. 1855’te “Hayvancılık, tarlacılık ve buğdaycılık ürünleri Ruslarca yok ediliyor-insanların fakirliği dayanılmaz seviyeye ulaşıyor”. “1847-1848 yılların kış aylarında… Şamil’in iktidarı kopacak duruma gelmişti… tarlaların işlenmemiş ve ailelerin aç kalmış olduğunu gören halk, bu duruma karşı çıkmıştı”. “Rus çarlığı… vadilerini, otlak yerleri işgal ediyor… en iyi ve verimli topraklara el koyuyor, asırlık ormanları kökünden keserek, yeni köyleri kuruyordu… Rus çarlığı her yeni adımını, dağlıları verimli topraklardan, düzlük vadilerden ve ekilebilir arazilerden çıkarmak için attı, asırlardır duran ormanları kesti, sistematik bir şekilde yeni Rus köyleri kurdu.” “”40’lı yılların ortalarında müritlerin hareketinde gerginlik zirvesine ulaştı. Geniş halk kitleleri harap edildi. O zamana doğru sayıları 30 bin olan (atlılar ve piyadeler) askeri müritleri beslemek… halka çok şeye mal olmuştu./ Dağlılar sonu olmayan çarpışmalar ve seferlerden yoruldu, ağır vergilerle tamamen yıkıldılar. Parası ve gıdası olmayan bir halk… direnemezdi. Hacı-Ali’nin yazdığı gibi ‘zengin malikanelerin’ sahibi olan naiplerin ve diğer üst düzey yetkililerin kanunsuzluklarından bıkan, savaşın son derece yıprattığı müritler ve halk, haklarından ediliyordu. Şamil’in devletinin zenginleşen müdürleri ve naipleri ile sıradan müritler arasındaki fark daha belirgin olmaya başladı. Altlarla üstler arasındaki mücadele, Rus çarlığın dışarıdan her baskısı ile daha zarar verici olmaya başlamıştı. Geniş halk kitleleri Şamil’den ayrılmaya başladı. Bazı bağımsız toplumların özdenleri de müritçilik hareketi terk etmeye başladı.” “Şamil’in yakın yardımcılarından Halat-Efendi Rusların tarafına geçmişti. 1852 yılında sözleri şöyle idi: ‘Dağıstan’ın dağlık bölgelerinde umutsuzluğa yakın moralsizlik hakimdir. Durmak bilmeyen savaş dağlık halkın en iyi kısmı yok etti. Cesur, akıllı ve etkin insanlar, ya Ruslarla çatışmalarda öldüler, yada güçlü her biri kendine rakip gören Şamil’in karamsar şüpheleri altında ezilmişti. Gücünün temeli olan terör, son zamanlarda daha dayanılmaz oldu: ikbalperest bakışları artık, halefi yapmak istediği oğlu Gazi-Muhammed’e döndü. Ama evladı, kendisinin sahip olduğu yeteneklere sahip değil ve ancak insanların olmadığı bir yerde insanların önderi olabilir./ Şamil’in çelik iradesi, oğluna iktidar yolu açmak için hiçbir kurban varmekten alıkoyamaz onu. Kendi şerefine sahip çıkmak isteyen ve itaat etmeyen her dağlı, hayatından olacaktır bu yolda. Şamil’i azletmek, kurtuluş için tek yoldur./ Dağlarda Rus silahın kesin zaferinden emin olmayan tek bir aklı selimi insan kalmamıştır. Herkes çok iyi anlıyor ki, devam eden savaş bağımsızlığı getirmez, ama Şamil’in dayanılmaz iktidarını koruyacaktır. Ama buna rağmen hiç kimse ona karşı başkaldıramıyordu çünkü hiç kimse, bu isyanı tek zamanlı ve genel yapmak için yeterli güce sahip değildir’.../ 1846-1847 yıllarından itibaren ve 1859 yılına kadar Şamil… en az yirmi büyük mağlubiyeti aldı./ En iyi ve davaya en sadık müritler başlarını… kaybettiler…/ ‘Başarısız saldırılar Şamil’in köylerinde gençlerin en iyilerini yok ediyordu. Halk, korkunç bir oranla yok ediliyor’./… Müritlerin zafere olan inancını kaybetmesinde başka önemli bir etken… naiplerin Şamil’in aleyhine ihanet etmeleri ve onların, yerel halk sayesinde zenginleşmeleridir. Şamil’in en yakın adamlarından olan Abdurrahman, anılarında, naiplerin sıradan insanlardan rüşvet aldığı ve halkı soyduğunu, belirtmektedir… naipler, Şamil’in verdiği emirlere uymak için acele etmiyor ve kendi gönlünce hareket ediyorlardı.” Şikayet olduğunda “Şamil’in sekreteri imam adına… emir yazıyordu. Bu insan imamdan mektup ile naibe geldiğinde, naip ona: ‘İmama hangi şikayet ile başvurdun?’ sorardı. Daha sonra naip adamı sıkıştırıyor, ona baskı uyguluyor ve onu öldürdükten sonra, bu kişinin Rusların hesabına ispiyonculuk yaptığını yada onlara kaçma hazırlığı içerisinde bulunduğunu söyleyerek, onu öldürürdü’ (Abdurrahman)./ 1847 yılında ‘naiplerin kavgaları ve halkın onlara karşı memnuniyetsizliği, büyüyen açlık ve tehditkar umutsuzluk…’” “Küskün özdenlerin sesi bazen imama ulaşmıyordu… İmamın öfkesini çevirmek isteyen naipler, sözde Rusların hesabına ispiyonculuk yapan halkı şikayet etmeye başlıyordu. Böyle bir olayda Şamil, köyleri yerle bir eden ve yakan birlikler gönderirdi… Saygın insanların ailelerinden rehine alıyordu. Şamil’e boyun eğmeyen kavimlerin hayvan sürülerine el konuluyor, köyleri yerle bir ediliyordu’./ Müritlerin kendi aralarındaki mücadelenin ortaya çıkması, müritçilik hareketin üstlerinde de bu mücadelenin daha keskin bir biçimde baş göstermesine neden oldu. Özellikle Şamil’in oğlu Gazi-Muhammed, imamın halefi olarak kabul edildiğinde, işler daha da karıştı. Bu ana kadar her naip ve bazı müritler… bu yüksek rütbeyi hayal ediyorlardı./… esaslı çalışmada Fadayev: ‘Müritçiliğin temel attığı iktidar, zamanla oturaklık kazandı. Taraftarları önemli bireyler haline geldiler ve otuzlu yıllarda ortadan kaldırdıkları aristokrasinin yeni biçimini oluşturdular. Şamil dağlık toplumlara oğlu Gazi-Muhammed’i halefi olarak kabul ettirdi ve yönetici aile biçimleştirme yolunu seçti… İlk başlarda yeni öğretiye canla başla inanan halk, müritçiliğe soğumuş’ yazmıştı./ 1848 yılın yaz aylarında Şamil’in en önemli kalelerinden-Gergebil köyü fethedildi, 1849 yılında ise… Çoh köyünde Şamil’i büyük hezimete uğrattı./ Naipler imamın emirlerini yerine getirmek için eskisi gibi can atmıyorlardı…/… Onlara bakan diğer müritler başlarını eğdiler…/… İzafi olarak tek birlik olan müritçiliğin kampındaki zıtlıklar, malvarlığındaki eşitsizliği nedeniyle de, sorunu daha vahim hale getiriyordu. Cihadı sonuna kadar götürmek için Şamil’in inatçı davranışları paylaşmayan bazı naipler kendisine karşı entrikalara girişirken, diğerleri de açık bir şekilde Rus çarlığa hizmete başladılar./ Şamil’in tarafında kendisine ve birbirlerine karşı mücadeleye başlayan ayrı gruplar belirginlik kazanmaya başladılar. Bek sultan grubu diyebileceğimiz birinci grup, kendi açgözlüğü peşinde geriye giderek, çarlığa teslim olmayı ve kendisi için maksimum avantajları sağlamayı düşünüyordu./ Elisu’lu sultan Daniel-Bek ve… onun eniştesi olan Gazi-Muhammed (Şamil’in oğlu), bu birinci gruba dahildiler. Aslında Gazi-Muhammed… 1859 yılındaki dramatik sona kadar, Daniel-bek ile Şamil arasında barıştırıcı rolü üstlenmişti./ Şamil’in oğlu Gazi-Muhammed önce naip ve daha sonra birkaç naip üzerinde kontrol görevi olan ‘müdür’ rütbesine yükselmişti… en yüksek rütbe buydu./… 1847-1848 yılları arasında Gazi-Muhammed kendi başına hareket eden bir naip olup, şahsı adına zengin malikaneye sahip idi. ‘... yaşadığı Gotsatl köyünde… tüm gelirler, devletin hazinesine değil, Gazi-Muhammed’in karına gidiyordu’... bu köy ‘cennete benziyordu… binaların altından sular akar’. Gazi-Muhammed özdenleri kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı için, mürtiler arasından memnuniyetsizlik sesleri çıkıyordu…/ Gazi-Muhammed, kendisi gibi ‘müdür’ olan… Daniel-Bek ile yakın ilişkiler içerisinde idi. Kendini Şamil’e karşı çıkartacak kadar güç kazanmak için Daniel-bek, adamlarına zengin hediyeler veriyor, Şamil’e karşı gizli ve geniş bir mücadele yürütüyordu. Geçmişinde ‘Elisu’daki feodal toprakların sahibi’ ve çar Nikolay I. kendisine veral rütbesini taşıyordu. Bunun yanında çarlık Rusya’nın lehine ispiyonculuk yapmakla suçlanmıştı.” “Daniel-bek insanlarla iyi geçinmeye çalıştı. Onlar da onu yükselttiler. Alim ve muhacirleri toplamaya, onlara saygı göstermeye… başlamıştı. Bu işlerden dolayı Dağıstan’da herkesin ona parmakla işaret ettiği insan olmuştu… çok dost edinmişti. İmamdan gizli olarak onlara para hediyesi verirdi.” “Daniel-bek’in grubu Şamil’in mücadelesinin üçüncü döneminde kendisini daha açık ifade etti. Bu grubun elebaşısı Daniel-bek, Şamil’e karşı çıkmak için her fırsatı kullandı… imam olma umudu, halefin belirlenmesi ile, kaybolduğunda, bu düşmanlık belirgin hatları kazandı… Rus çarlık rejimi ile yürüttüğü görüşmelerden maksimum netice almıştı-hem sultanlık görevi geri alacak, hem de yıllık emeklilik maaşı alacaktı./ Bir başka ‘arkadaş’ grubu toplayan lider… Hacı-Murat idi… Şamil’in tarafına geçmesindeki başlıca nedeni, Rus çarlığın Hacı-Murat’ı Şamil ile ilişkilerinden şüphelenmiş olmasıydı. Tutuklandı… kaçabilmişti. Daniel-bek gibi Hacı-Murat da, Avar hanlığı geri almasına kadar giden imtiyazları koparma çabaları harcıyordu./… Hacı-Murat, başarıları ile Daniel-bek’in otoritesini aza indirmeye çalışıyor, onunla sıkı bir mücadele içinde bulunuyordu. Bu karşık durum… Şamil’in hareket özgürlüğü kısıtlıyordu./… Şamil, Hacı-Murat’a hedef gösterip, onu nereye gönderirse göndersin, bahsi geçen kişi bu emri soygun için kullanıp, zengin savaş ganimetleri ile dönüyor ve önemli kısmını kendisinde bırakıyordu./ Kaynakların çoğu… Hacı-Murat’ın savaşmaktan çok çapulculuk işinde başarı gösterdiğini anlatıyor.” “Şamil’e en erken katılan… Kibit-Magoma etrafında birkaç grup oluşmuştu. Onlar… Hacı-Murat ve Daniel-bek’i saf dışı bırakmak için mücadele ederken, diğer taraftan Şamil’in kendisine karşı mücadele ediyorlardı. Kibit-Magoma… imam olmak için siyaset yürütüyordu…/… Kibit-Magoma da büyük zenginliklerin sahibi idi… Agalar-Han’a bazı Dağıstan köylerin teslim edilmesi hakkında mektup yazdığını öğrenen Şamil, sadece onu naip görevinden almakla yetinmedi, akrabalarını da yanından uzaklaştırmıştı.” Başkaları da vardı, mesela, Golbats-Dibir “müritlerin ortak hazinesini alarak, kaçmıştı.” “1847 yılın sonunda Şamil tüm naiplerine, alimlerine ve otorite sahibi insanlara İçkeriya’nın Belgit köyünde toplanmasını emretti. Burada onlar, Şamil’in oğlu Gazi-Muhammed’i imamın halefi olarak kabul ettiler ve bağlılık yemini ettiler. O andan beri… anlaşmazlıklar ve düşmanlıklar başladı. Daha önce iktidar arayan naipler, Şamil’in niyetlerini kötüye tefsir ederek, zenginlikleri biriktirmeye başladılar…/ Şamil’in devletinde, aktif taşıyıcaları çok zengin naibler olan, feodal ilişkiler temel atmaya ve kök salmaya başladı.” “Naipler, halkı boş yere öldürmeye ve soymaya devam ediyordu”. “Tapi ve İssa (Küçük Çeçenistan’ın naipleri), yaşlı ve saygın aşiretlerden olup, Şamil’e pek yakın değiller, ama sağduyulu insanlardı; Verhniye Goytı naipi Taib-yaşlı, hilebaz, maceralarda saçları beyazlaşan ve hiç güvenilmez bir insandı”. Savaşların dağlıları yıpratması, “naiplerin devamlı yağmaları, halkı soymaları, Şamil’in iktidarını son derece zayıflattı.” Şamil’in etkisinin zayıflaması ve dağlıların Rus tarafına geçmeleri “aralarında Çeçen Batı, Avar Hacı-Murat ve Cumut’lu Kara-Ali’nin Şamil’i terk etmesi ile kendini yansıtıyordu”. “Sözü edilen Kara-Ali, önce çarlık Rusya’ya ‘uzun zaman ve faydalı şekilde’... hizmet etti, daha sonra da Şamil’i ilk terk edenlerden oldu.” 1859’da Rus başkomutan sefere çıktı, halk “kalabalıklar halinde ona gelmeye başladı. Başkomutan onları iyi karşıladı ve cömert hediyeler verdi… Şamil’e en yakın adamları, naipleri bile, Rusların tarafına geçmek istediler. Emir-han Çirkeyli, Rusların cömertliğini duyduktan sonra, Şamil’in mührü ile başkomutanın yanına geldi. Önce halk ve daha sonra komutanlar… hediye ve para aldılar… Şamil’in iktidarı, naiplerin dürüstsüzlüğü, naiplerin ihaneti, Rus ordusu ve altının gücü ile yok edilmişti”. “Andi’li Labazan’ın da aralarında olduğu bazı naipler hakkında Abdurrahman, bu kişilerin halk için ‘çıplak kılıçlar’ olduğunu yazıyor. ‘Karakterleri ile hayvanlara benziyorlar. İnsanlardan intikam almak ve onların malvarlığına el koymaktan başka işleri yoktu. Bunun için bizden Ruslara kaçanların çoğu, bu naipliklerden geliyordu. İmamı güzel yalanlarla kandırıp, Şamil’in yaptığının tersini yapıyorlardı’./ Belirleyici bir özellik-Şamil’in atadığı 85 naiplerin üçte biri değişik zaman dilimlerinde görevlerinden alınmışlardı… Bu naipler çıkarcı olup… Ruslarla barışmanın peşindeydiler.” “40’lı yılların sonunda… Şamil’in durumu daha da kötü oldu; kendisine sadık Şuaip-Molla ve Ahverdi-Magoma’yı kaybetti… Hacı-Murat yine çarlığın tarafına geçti.” 1853-1855 Kırım savaşı döneminde İngiltere ve Fransa Rusya’yı bozguna uğratmışken Şamil’in durumu lehine kullanmaması “dış siyasetle ilgilenmeyecek kadar meşgul olması ile” açıklanabilir. “Mücadelenin ağırlık merkezi iç meseleleri çözümlemeye geçti… mürit üstlerin hain davranması… Şamil’i… güçsüz bıraktı… 1853-1856 yılları arasında Rusya’nın içinde kaldığı zor durum, Şamil tarafından hiç değerlendirmeye alınmadı.” “Bazı naiplerin hain çıkması, halk sayesinde zengin olmaları, kanunsuz davranışları, zaten fakir halkı daha da sömürmeleri… Şamil’in politikasında geniş halk kitlelerin durumunu hafifletmek için belli programın olmaması-tüm bunlar müritçilik hareketin içindeki farklılıkların hızla büyümesine ve müritlerin devletinin büyük bir suratla dağılma yoluna girmesine neden oldu”. Rusya da naipleri rüşvetle satın alma yoluna gidiyordu, “iç siyaset çatışmaları Şamil kendi güçleriyle aşamazdı”, “umutsuzca girişimlerde bulunuyordu.” Batı Kafkasya’daki “Muhammed-Emin ile iyi ilişkiler, Şamil’e önemli yardımlar vaat ediyordu.” Abdurrahman “Muhammed-Emin’in emrinde 200 bin askeri olduğunu… Şamil’e yardımcı olabileceğini… Şamil’e tam da sahip olduğu askeri kaynakları kullanmasını teklif ettiğini, yazıyor.” “Ruslara 1852 yılında kaçan Halat-Efendi’nin itirafları” naipler arası mücadelenin keskinleştiğini kanıtlamaktadır. “Şamil’in naiplerinden biri Halat-Efendi evde yokken, onun evine girip, mallarını soydu ve eşini yaraladı. Buna kızan Halat-Efendi Şamil’in en çok sevdiği müritlerden biri olan bu naibi, öldürdü ve Şamil’in öfkesini üzerine çekti. Bu davranışı için Şamil onun malikanesini aldı ve gizlice öldürülmesini emretti. Ama Halat, Efendi'yi seven insanlar, onun kaçmasına” ortam hazırladılar. “1854 tarihli başka bir belge, Küçük Çeçenistan’ın naibinin kendisi ve akrabaların Rus hükümetine bağlılık yemini etmek istediğini ve oğlunu bağlılık rehini olarak vererek, ailesi ile Rus ordunun hakim olduğu bölgeye taşınmak için Rus birliklerin Roşni kanyonuna gelmelerini rica ettiğini, gösteriyor. Albay Predimirov, Çeçenistan’da aklı ve Çeçenistan’ın en saygın aileleri ile ilişkileri bakımından saygı duyulan böyle bir naibin Rus tarafına geçmesinin ne denli önemli olduğunu anlayarak, bu taşınmayı gerçekleştirmeye karar verdi./ Çarlık… daha çok naibin kendi tarafına geçmesi için destek sağlıyordu.” “Fakat ünlü ve zengin özdenlerden gelen naipler Rus… tarafına geçerek, gizli askeri sırları Ruslara veriyorlardı.” Şamil Şeriat’a uymadığı gerekçesiyle “köylere cezalandırmaya yönelik askeri seferler düzenliyordu. Asında naiplerin bu şikayetleri… halkın memnuniyetsizliğini bastırmak için kullandıkları bir hile idi.” Daha önce “bu kadar çok cezalandırma seferi düzenlenmemişti. Halkın önemli bir bölümün Şamil’den ayrılma nedeni de budur…/ Halkın Rus himayesi ile Şamil’in naiplerin egemenliği arasındaki seçim zorluğu, Şamil’in zorba metotları açıklıyor…/ 1857 yılına doğru Çeçenistan’ın büyük bir bölümü Rus ordusu tarafından fethedildi. 1858 yılın yaz mevsiminde… Rus ordusu Şamil’in en önemli kalelerinden güçlü yerleşim birimi Şatoy’u ele geçirdi…/… General Vrevskiy’nin seferi tarihe özellikle merhametsizliklerle dolu bir sefer olarak geçti. Sadece 1858 yılı içerisinde… en az 40 köyü yok etti. Ölüm korkusu altında dağlılar Rus çara ‘itaati dile getiriyordu’. Çarlık, dağların halkı açlıkla boğmayı kesmiyordu…/ 1858 yılında Şamil, ülkesinin gıda tedarikçisi durumunda olan Çeçenistan’ın tümünü kaybetti.” “1859 yılın yazında Rus birlikleri imamatın iç kesimlerine kadar ilerlediler.” “29 haziran 1859 yılında Şamil’in en önemli naiplerinden Kibit-Magoma tuğgeneral Wrangel’e mektup göndererek, Şamil’in hocası Cemalettin’i tutukladığını bildirdi… 2 Ağustos’ta ise Elisu’lu Daniel-bek… kendi ikametgahı-İrib’i teslim etti ve… tüm eski ayrıcalıklarını çarlıktan kopardı. Şamil’in son kalesi Gunib’e gitmesinden önce naiplerin neredeyse tümü çarlık tarafına geçtiler.” “Gelişmelerin şahitleri-Abdurrahman, Magomet Tahir ve Hacı-Ali, Şamil’in… bu dönemdeki güçsüzlüğünü dile getiriyorlar.” Gunib’de “Albay Lazarev, Daniel-bek ve Şamil’in eski naiplerinden birkaç kişi, barış görüşmeleri için” geliyorlar. Şamil yakınlarıyla Mekke’ye gitme izni verilirse barış olacağını,aksi halde olmayacağını bildiriyor… Müritler barış istediler… İmam önünde ısrar ettiler. “Kalbi yumuşayan Şamil, Çirkeyli Yunus’un ve Çoh’lu Hacı-Ali’nin Baryatinskiy yanına gitmesini istedi… Yunus serdarın niyetini bize iletti. Şamil’in yanına gelmesini istiyordu… 13 kişilik bir kafile halinde Şamil ile birlikte serdarın yanına gittik’.” “Şamil’i cesaretsizlik ve çıkarcılıkla suçlamak mümkün değil… halkın onurlu evladıydı./… son anlarda bile… teslim olmak istemiyordu. Ancak ‘ölümü istemeyen müritlerin’ baskısı altında ve ‘oğlunun ricası ile’ Şamil’i Baryatinskiy’nin huzuruna gitmeyi zorladı. Orada… Şami ve ailesi zengin hediyelerle karşılandılar.” “Baryatinskiy, Şamil ve ailesini razı etmek için her yola başvurdu… ‘5 Ağustos 1859 tarihinde Şamil’in esir düşmesinden sonra prens Baryatinskiy, çar İkinci Aleksandr’a coşku içinde: ‘Gunib fethedildi. Şamil esir edildi…’ yazmıştı./… Dağıstan ve Çeçenistan, Rusya imparatorluğunun kelimenin tam anlamı ile sömürgeleri olmuştu.” (Yaşurka, s. 141-173)


Bir yoruma göre Şamil'e tabiatı "sürükleyici ve ateşli konuşma becerisi verdi... o kadar güçlü ve akıllıydı ki... Şamil'in savaş hileleri ve başarıları, bu merhametsiz ve ustaca sürdürdüğü ve yıllar süren savaşta halk arasında organize ettiği nizam ve düzeninden çok şey kazandırıyordu", "kendine has bir devlet sistemi oluşturdu... düzene soktu... kendi görüşlerini kabul ettirebilen bir konuşmacı idi", 1840-1859 döneminde "çok renkli tabloya sahip olan Dağıstan ve Çeçenistan'ın önemli bölümünü fethetti... iktidarı çevresinde 900 kilometreyi kapsıyordu", çeşitli bölgelere ilaveten "Dağlık İçkeriya (yani İçkerler, Shubuzovlar, Rişni, Ceni-Butri, Galgaylar ve düzlüklerde Miçikliler) ve Mçik'ten Argun'a kadar, Goytı'dan Nazran kentine kadar, yani dağların yamaçları boyunca uzanan tüm ormanlık vadi, genel nüfus toplamı 1 milyon kişi olmak üzere (onlardan 100 bin kişi kadar Çeçenistan) Şamil'in devleti içinde idi. Şamil bu değişik 'bağımsız toplumları' birleştirebildi, ortak askeri-siyasi bir sistem oluşturdu. Dağıstan ve Çeçenistan'ın çok renkli ve farklı sosyal ve ekonomik gruplaşmaları olan ülkelerinde izafi olarak büyük bir devlet oluşturdu... farklar silindi... Güney Dağıstan... han ve bekleri... Rus çara nasıl daha iyi hizmet edeceklerini ve bunun karşılığını nasıl alacaklarını düşünmekle meşgüllerdi. Denize kıyısı olan Dağıstan'ın tarihi (Tarki şamhallığı, Kazı-kumuk ve Kyuri hanlıkları), bu bölgelerin soyluların bağımsızlık için mücadele etmek yerine, işgalcinin safına geçtiklerini gösteriyor. 'Kafkasya'da Türkiye ve İran'ın gücü eksildiği ve bölge Rusya'nın egemenliğine geçtiği zaman, buranın hanları, bekleri ve şamhalları, diğer taraflara başvurmadan, hayat ve akibetlerini yeni iktidara uyacak şekilde düzenlemeye başladılar'. Şamil, kıyı boyu Dağıstan'ın feodallerinin Rus çarlığına bağımlılığı karşısında uzun ve çetin mücadele vermek zorunda kaldı. Han ve soylular... Rus çara uşaklık ettikleri için 'müritler tarafından kelleleri tek tek uçuruldular'./ Müritçilik... askeri bir tarikat haline geldi... genelde bağımsızlık hareketine dönüşür... dinin renklerine büründüyse de, dağlıların Rus çarlığa karşı özgürlük mücadelesinin şekli olmuştu", müritçilik hareketinin "en iyi uzmanlarından olan Fadayev,-Doğu Kafkasya'nın tüm gruplarını toplayıp, onları gazavat, yani gavurlara karşı savaşa kaldırdı", tüm bölgeleri naibliklere (illere) böldü, 50'den fazla naiblik vardı", "naipler eşit iktidara sahiptirler. Şamil'in en yakın dostu olan dört naip hariç. Bu dört kişi kendi işlerinden Şamil önünde sorumlu değiller ve hesap vermezler. Adamlarının hayatları tamamen onlara ait", "Şamil, nüfusa ait malların ve canlarının ne amaçla kullanılacağına dair karar verebilen ve ikili rütbeye sahip bir yöneticidir. İktidarı sert şekilde organize edilmiştir... hukuk yerine Şeriat normları getirdi", "Naiblerin çoğu varlıklı ve hatta zengin özdenlerden ve beklerden oluşuyordu... naiblerinden sadece biri, Auh'tan Ulubey, fakir özdenlerden idi./... 'Naibin görevleri... vilayeti sıkı yönetimle yönetmek... vergileri toplamak, yeni asker bulmak, Şeriat'a kesinlikle uyulmasını sağlamak, sorunları çözmektir'". "Her naip kendisine verilen bölgede tam bir iktidara sahip olup, bir tek suçluları ölümle cezalandırma kudretine sahip değildi. Bu görev, yanında devamlı kılıçla cellat bulunduran imamın görevi idi./ Ama naibler arasında sadece bazıları Şeriat'a tam uyulmasını sağlıyorlardı. Daha çok zengin tabakayı teslim eden naipler, Şamil'in emirlerini her zaman yerine getirmiyorlardı. Yerel tarihçiler naiplerin paragözlüğüne, çıkarcılığına ve bu tip özelliklerine işaret edip, Şamil'in devletinde bunun karakterize eden bir özellik olduğunu da belirtiyorlar. Naiplerin elinde 'büyük arsaların' olması, hayvanların sayılarını artırmaları ve daha zengin olmaları, imamatta halk kitleleri arasında ekonomik farklılığın büyümesine ve Şamil'in devletini siyasi yönden etkilemesine neden oldu… halkın rüşvet alan… görevlerini suistimal eden naiplerden memnun olmadığını söylüyorlar…/… Şamil’in bu en yakın adamları arasında, iktidarı kullanıp, büyük zenginlikler elde eden, dağlıları rüşvet yolu ile kendi tarafına çeken, imama karşı gizli entrikalar yürüten Elisu’lu Denil-bek gibi adamlar vardı… En sonunda… görevinden alınmış ve Rusların tarafına geçen ilk müritlerden olmuş. Onun yerine Kibit-Magoma seçildi. Ama o da, Şamil’in Kibit-Magoma ile yerel feodal Agalar-Han Kazikumuk’lu ile ilişkileri öğrendikten sonra, Dargo’da tutuklanmıştı./ Dağıstanlı alimlerin 1847 yılında babasının ölümünden sonra imamatın mirasçısı seçilen Gazi-Muhammed’in oğlu üçüncü yönetici oldu./ Müritlerin üst düzey kurumlarında, bağımsızlık savaşın daha ilk yarısında Şamil’in bu devletinin dış ve iç siyaseti hakkında anlaşmazlıklar başlamıştı. Şamil’in göreve atadığı 85 müritlerden çoğu ilerideki zamanda görevden alınmıştı…/… açgözlü naipler… Şamil’i çökertmek için değişik yöntemlere başvurmayı sürdürdüler (komplolar, çarlığın aleyhinde ispiyonculuk, müritlerin silahlı kuvvetleri arasında organizesizlik tohumları atması, yalan söylentileri yayma ve saire)./… Şamil, kendisine sadık dört naibin yardımı ile… düşmanları ile amansız mücadele yürütüyordu." “Ama gerçek şu ki, neredeyse her davada kazanan taraf, daha zengin olan yada, müftü ve kadı üzerinde mutlaka bir etkileme gücü olan naibe daha yakın taraf kazanırdı.” “Kadı ve yardımcısı ‘köyde tüm davaları ve köylüler arasında anlaşmazlıkları’ çözerdi.” “Müslüman alimler daha çok Dağıstan’da bulunurdu.” “Alimlerin müritçilik hareketindeki rolü çok büyüktü… müritçiliğin hiçbir evrağı şu yada bu alimin katılımı olmadan düzenlenemezdi… son karar… onların elinde idi./ Dağıstan’dan farklı olarak Çeçenistan’da sadece birkaç kişi alim sayılıyordu: Atabay Abdul Kadır, Omar ve Mirza Ali-kadı./ Serbest bırakılan uşaklardan gelen Muhammed Emin haricinde neredeyse tüm alimler, genelde zengin veya iyi halleri olan özden ailelerinden çıkmıştı… Kadılar ve özellikle müftüler hakkında aynı şeyler söylenebilir.” (Yaşurka, s. 118-127)


“Müritlerin hareketinde önemli rol tutan başka bir kurultay, Andiya’da 1847 yılında yapıldı. Burada Şamil, halkının ve naiplerin ‘itaat etmeye ve mücadele etmeye daha ne kadar hazır olduklarını’ denemek istedi…/… imamlığı bırakmak istediğini, bu görevi hak eden, yetenekli birinin seçilmesini istediğini… duyurdu. Toplantı ise oy birliği ile halkın davasına Şamil’den daha iyi kimsenin hizmet edemeyeceğini, iradesine tamamen uyacaklarını… söylediler. Böyle bir cevaptan sonra Şamil halkın iradesine itaat edeceğini… yazılı bir belge hazırlattı”, Andiya toplantısı “tarihi bir önem taşıyor… bir dizi husus görüşüldü”, ancak bazı hususlar çözümsüz kaldı, “çünkü imamatın içindeki malvarlığı eşitsizliği soy demokrasisi ve müritçilik hareketin diğer temelleri ile çok ters düşüyordu. Rusların… uyguladığı baskı ilerledikçe… basit halk, elinde ‘pahalı malikaneleri bulunduran’ naiplerle Rus çarlığı arasında sıkışıp kalıyordu./ Şamil’in her başarısızlığı ve hezimeti ile başkaldıran ve hain olarak azlettirilen naiblerin sayısı artıyordu.” Şamil zamanında alim ve naiplerin son toplantısı 1859 yılında Hunzah’ta yapıldı./… büyük tartışmalar meydana geldi. Naiplerin ve halkın kendisine ihanet edip Ruslarla anlaşma yapmak istediğini gören Şamil, onlardan bağlılık yemini etmelerini ve son nefese kadar Rus çarlığı ile savaşacaklarına dair söz vermelerini istedi. Herkes… yemin ettiler. Ama yine de ona ihanet ettiler.” “Şamil, iç ve dış zorluklara karşı savaşmak zorunda kaldı.” “Nizamı bozan buyruk tanımaz naiplere Şamil, ölüm cezası tehdidinde bulunurdu”. “Sözlü kanun Adat’ın hakim olduğu her yere yazılı kanun Şeriat’ı getirdi./… danslar, oyunlar, telli çalgıları çalma, tütünü kullanma gibi alışkanlıklar yasaklandı. Bu yasağı çiğneyenler için ölüm cezasına kadar gidin çok sert cezalar vardı./ Şamil, dedelerden kalma geleneklerin düşmanı idi… çok kavimli o zamanki hayatın içinde bu, kuşkusuz ve şüphesiz geleceğe doğru bir atılımdı./ Şamil büyük bir ordu kurdu”, “savaşı sürmek için ekonomik temel oluşturdu”, “her naip en az 300 kişilik bir süvari birliği toplamak zorunda idi… Her on haneden en az bir kişi süvari olarak askerlik görevini yapacaktı… askeri besleyip, onun ihtiyaçlarını karşılarlardı”. Her köyün 15 ile 50 yaş arası sakinlerinden oluşan halk tugayları vardı, “kaçak Rus ve Polonyalı askerlerden oluşan bir taburu vardı. Şamil’in orduları genelde her köyde konuşlanırdı… Müritlerin askeri gücü zirvesine 40’lı yıllarda ulaştı… silahlı mürtilerin sayısı 15 bine ulaşmıştı. Bunlardan 5880 kişi süvari idi… bazı operasyonlara… asker sayısı 30-40 bine ulaşıyordu./… adamlarına madalya ve diğer nişanları verirdi.” “1840 yılın sonunda Şamil, ordusunda Avrupa’yı örnek alarak rütbe sistemi uygulamaya başladı.” Bazı “suçluları derin bir kuyuya atıyorlardı. Kaçma teşebbüsünde… zincire vuruyorlardı.” “Şamil topçu birlikleri kurabildi…/… topların üretimini sağlayabildi.” (Yaşurka, s. 128-140)

*

Bir süre hareketsiz de kaldığı 1850’den sonraki dönem Şamil açısından tam anlamıyla bir başarısızlık dönemidir, ki sonunda 1859’da Ruslara teslim olmuştur. 

*

”Şamil’in emrine muhakkak itaat edilirdi ancak… isteklerini tamamen göz ardı edemiyordu.” ”Bazı çatışmalardan Şamil galip çıksa da muharebelerin büyük kısmını Ruslar kazanmaya başlamıştı.” (Blanch, ŞŞE, s. 393, 394)

*

Özellikle bu son dönemde Şamil cephesinde büyük bir yozlaşmadan söz edilebilir. Yaşurka’nın anlattığına göre, bu dönemde Şamil’in en yakınındaki yandaşları arasında entrika, yolsuzluk ve zulüm ile şiddetli iç çekişmeler ve diğer çeşitli olumsuzluklar almış başını gitmiş ve halk da iki taraflı zulüm arasında bunalıp kalmış durumdadır. (Yaşurka)


Bu dönemin sonuna doğru halk büyük ölçüde Şamil’den uzaklaşmaya ve hatta Şamil’e daha çok karşı olmaya başlamış ve bu durum da muhtemelen Şamil’in sonunu hazırlayan en önemli etken olmuştur. (Baddeley, s. 439-450)


1853-1856 dönemindeki Kırım savaşı sırasında Ruslara karşı önemli bir fırsat ortaya çıkmışsa da Rus karşıtı cephedeki özellikle İngilizler ile Fransızlar arasında olduğu anlaşılan ancak doğru bir analizle niteliği net olarak ortaya konulmayan uyuşmazlık nedeniyle bu fırsattan hem Şamil hem de Osmanlı yararlanamamıştır. Savaştan sonra imzalanan Paris Antlaşması da artık önemli bir halk desteği kalmayan Şamil’in sonunu getirmiştir. Bu sonda Paris antlaşması görüşmelerinde başdelegesi Ali Paşa’nın sergilediği tavır dolayısıyla Osmanlı’nın katkısının da büyük olduğu belirtilmektedir.


1853’de Osmanlılar Çerkeslere yönelik genellikle önemsiz olan desteklerini biraz arttırıp Zanıko Sefer Bey'i lider olarak önermişlerdi, fakat o Çerkesleri birleştirmekten çok ayrılıklar yarattı. Muhammed Emin hala oldukça fazla desteğe sahipti ve bir güç paylaşımına da açık değildi, bu iki kişi zamanlarını daha çok birbirleriyle mücadele etmeye ayırdılar. (Richmond, s. 79-99)

Kırım savaşı döneminde müttefiklerin zıt amaçları ve birbirleriyle uyumsuzlukları yüzünden Kafkasyalılarla verimli bir ittifak kurulamamıştır. Bu dönemde Osmanlı Şeyh Şamil'e yardımcı olmamış, tam tersine Osmanlı adına hareket eden Sefer Bey ikilik yaratmıştır. (Terim, s. 142-157)


Sonra da 1859’da Şamil Ruslara teslim olmuştur.

*

”Naiplerine yakın zamanda İngiltere ve Osmanlı’dan yardım geleceğini söylüyor… Kraliçe Victoria ve Sultan’la irtibat halinde olduğunu anlatıyordu. Kabardeyliler onu yüzüstü bırakmıştı…/ Hrıstiyan Gürcülerin aksine Kırım Tatarları, kafire direnen Şamil’i seviyordu. Fakat geçmişteki efsanelerle avunan bu halk edilgen hale bürünmüştü… Şamil’e yardım edemezdi. Onların mücadelesi sona ermişti…/ Şamil, Çerkes aşiretlerini bel bağlayabileceği bir kuvvete dönüştürmeyi başaramamıştı… Aşiretler arasında çıkan anlaşmazlıklar, gönderdikleri yardımın azalmasına neden oluyordu. Abazalar, Ubıhlarla, Adigeler ise her ikisiyle çatışma halindeydi. Müritler, bu aşiretlerin hepsini ilgisiz Müslümanlar olarak görüyorlardı… Bu aşiretler, kendi adet ve törelerine bağlıydılar. Ayrıca, sahip oldukları kabile sistemi, Müritçiliğin demokratik ilkelerine ters düşüyordu./ Şamil, bölgeye ilk temsilcisini 1843 yılında göndermişti. 1850 yılında daha güçlü bir ismi, Naip Muhammed Emin’i bölgeye gönderdi. Bu kurnaz adam, aşiretleri birbirine düşürdü. Korkunç bir şiddetle hükmeden Muhammed Emin, bir yandan düzeni sağlama kisvesi altında katliamlara girişiyor, diğer yandan aldığı rüşvetlerle cebini dolduruyordu. En az yedi Çerkes güzelle evlendi… Zamanla bütün Çerkesya’yı karşısına aldı. Türkler, Rus saldırılarına karşı aşiretleri birleştirmek için bölgeye Sefer Bey’i gönderince, iki rakip arasında şahsi mücadele yaşandı. Neticede Şamil Çerkesya’nın desteğini sonsuza kadar kaybedecekti.” “Şamil, İngilizlerin kendisine yardım edeceğini düşünüyordu. Bu nedenle, Kraliçe Victoria’dan destek talebinde bulundu… büyük bir güvenle Kraliçe’ye mektup yazıyordu… İngilizlerin, işgal edilen taraftaki halkın görüşlerini anlama ihtimali pek yoktu. Başkalarının topraklarını işgal etme alışkanlığı edinmişlerdi… Olaylara Şamil kadar basit bakmayan biri, İngilizlerin nabza göre şerbet verip zamana oynayacağını görebilirdi./ Fakat Şamil, ne Avrupa’nın adetlerinden ne de Batı’nın siyasetinden anlıyordu. Nabza göre şerbet vermeyi ya da taviz vermeyi bilmiyordu.” (Blanch, ŞŞE, s. 343-351)

“Müritlerin hakimiyeti zayıflamaya başlamıştı… halkın çoğunluğu, artık onların arkasında değildi. Bezmişlerdi… Ömür boyu çile çeken aşiretler, Rusların tarafına geçmeye başlamıştı.” “Şamil’in yenilmesine, şu üç şey neden oldu: Kırım Savaşı’ndan sonra Kafkasya’ya yığılan Rus ordularının muazzam kuvveti… Baryatinski’nin liderliği ve hepsinden önemlisi, Şamil’in çevresindeki iç çekişmeler. Aşiretler arasında zaman zaman yaşanan çatışmalar, Şamil’in gücünü azaltmıştı. Fakat şimdi, iç çekişmeler, daha da şiddetlenmeye başlamıştı… Koca avul ve iller, bir gecede kafirin tarafına geçiyordu. Şamil’in taleplerinden bıkan aşiretler, teslim oluyor, Şamil’in misillemesine karşı Rus koruması altına alınıyordu. Korku, Şamil’in elindeki en güçlü silahtı… Fakat Baryatinski’nin merhameti, daha güçlü bir etki uyandırmaya başlamıştı… Şamil’in yanından ayrılan binlerce kişi, Rusların safına geçiyordu…/ Değişim rüzgarı esiyordu. Her şey yeniydi… daha insani bir yaklaşım benimseyen Baryatinski başarıyordu.” “Yeni Çar, anayasa ilan edilmesini ve kölelere özgürlüklerinin verilmesini savunuyordu.” “Prens’in yanında oturan güzel Madam Davidova, ev sahibi gibi davranıyordu…/ Şanlı ve kudretli Baryatinski, bölgeyi adeta bir tanrı gibi yönetiyordu… Aşiretler dahi, onu yiğit bir düşman olarak tanıyordu. Şereflerinden bir şey kaybetmeden barış yapılabileceğine inanmaya başladılar.” “Vizyon sahibi ve işini bilen bir adamdı… Şamil’i çevrelemeye başladı. Yevdokimov’un emrindeki Sol Kanat Ordusu, Çeçenistan’da görevliydi… Rus ordusu tarihinde ilk kez yivli tüfek kullanmaya başladı…/ Baryatinski, ormanları yok etmeye devam etti… Yapılan köprüler, getirilen uzun menzilli toplar ve dinamitler sayesinde dağlar dahi aşılır hale gelmişti.” “Rusların tarafına geçen aşiretler, ordunun ihtiyaç duyduğu işgücünü temin ediyor, rehber ve casus olarak hizmet ediyordu. İşgalin gerçekleşmesinde, yolsuzluk da etkili oldu. Alkol ve rüşveti iyi kullanan Ruslar, pohpohlamayı ve göz boyamayı iyi biliyordu.” “Yanından celladını hiç ayırmayan Şamil gibi Baryatinski, her zaman hazinedarıyla birlikte gezer, işbirliği yapan aşiret reislerini altına ve kıymetli taşlara boğardı.” “Şamil de ödül dağıtıyordu; ancak Ruslarla aşık atacak kadar zengin değildi… Müritleri tabi tuttuğu katı kuralları gevşetmek zorunda kaldı. Hiç beklenmedik mükafatlar vadediyordu. Çeçenistan’da… bir Rus kalesini kuşatmışlardı… Albay’ın kızının kalede olduğunu öğrenen Şamil, surlara sancağı diken ilk naibe bu kızı vermeyi vadetti…/ Ne madalyalar ne Şamil’in etkileyici sözleri… aşiretlerin saf değiştirmesini engelleyemedi… Halkın morali, hızla bozuluyordu. Kabardeylilerin ardından Osetler de düşman saflarına geçince Kafkasya’nın ortasında Rus yanlısı bir blok oluştu.” “Kafkas halklarını zayıf düşüren… mağlubiyetin kaderleri olduğuna inanmalarıydı… Müritler… kaderlerine boyun eğip ölümü beklemeyi tercih ettiler…/ 1857-1858 kışı, böyle mezarlarla doluydu. Şamil’in umutları, işte bu mezarlara gömüldü. Adım adım Çeçenistan dağlarına doğru çekilmek zorunda kaldı. Şamil’in durumu, beyaz adamların işgaline karşı çaresizce mücadele eden Kuzey Amerika yerlilerinin hikayesine benzetilebilir. Apaçiler gibi Şamil, kendi av bölgesine yani dağlara çekildi…/ Şamil, yıllarca barış görüşmelerine yanaşmadı. Baryatinski elçiler gönderiyor; Danyal Bey, eski müttefikleriyle müzakerelerde bulunmak için izin istiyordu… Büyük vaatlerde bulunan Türkler de, fazla bir yardım göndermemişti.” “1857 yılının sonunda Çeçenistan ovaları Rusların eline geçmiş, Dağıstan’ın doğu kısımları düşmüştü.” “1859 yılı, Şamil için oldukça kara bir yıl olacaktı… 15 Ocak… askerler… Argun Geçidi’ne ulaştılar… Şatoy ve Argun nehirlerinin birleştiği yüksek mevkileri ele geçiren Ruslar, Şamil’in son kalesine açılan Vedan yaylasının yamaçlarına kadar ilerledi…/ Şubat ayı boyunca Ruslar… yol açmak için… devasa ağaçları kesti. Kullandıkları baltalar İngiltere’den ithal edilmişti… Bazı kayın ağaçları, yaklaşık yüz metre boyunda ve on-on beş metre kalınlığındaydı. Bu ağaçları baltayla kesmenin mümkün olmadığını gören Ruslar, onları havaya uçurdu… Vedan’a giden devasa yol açılmıştı…/ Üç Rus ordusu, Şamil’in kalelerinden biri olan…  İtumkale’yi kuşatmaya hazırlanıyordu. Uzun zaman önce Ruslara boyun eğen Nazran halkı, gördükleri acımasız ve yağmacı muameleden dolayı ayakladı… haksız sayılmazlardı… Ruslar… İnguş aşiretlerini toplu yerleşimlere göndermişti… dört bin atlıyla birlikte yaylaya inen Şamil, Açkoy’da yenildi… Ayaklanma… acımasızca bastırıldı.” “Kerime… bir gece avuldan kaçtı.” “Dargiye-Vedan, Haziran ayında düştü… 24 Temmuz’da Çoh avulu teslim oldu. Dört gün sonra Kibid Muhammed, Rusların tarafına geçti… Rusları, Titilt’e götürdü… Şamil’in elindeki son Avar avulları, iskambil kağıtlarından yapılmış kuleler gibi yıkılıyordu. İrib kalesini teslim eden Danyal Bey, bir kez daha Rusların merhametine sığındı ve hoş karşılandı.” “Şamil, Gunib’de son direnişini yapmaya hazırlanıyordu… burada ölünceye kadar savaşacaktı… Gunib… ihtiyaç duyulan her şeyi içinde barındırıyordu./… Ne Şamil ne de naipleri, teslim olmayı akıllarından geçiriyordu.” “Rusların safına geçen aşiretler, Şamil’in eşlerini katledip… yeni efendileri olan Ruslara sunma fırsatını kaçırmak istemezdi… Şamil ve adamları, yağmacı aşiretler tarafından saldırıya uğramıştı. Bütün eşyaları çalınmıştı…/ Günlerden 24 Ağustos’tu… Etrafları tamamen sarılmıştı… 25 Ağustos, Çar’ın doğum günüydü… güzel bir hediye olacaktı.” “Ruslar… topları… getirdi. Aniden başlayan şiddetli saldırı… gafil avladı. Şamil’e ihanet eden Naip Ali Kadı, bulunduğu kapıyı Ruslara teslim etti. Ruslar, buradan içeriye daldı… Baryatinski, mümkünse Şamil’in sağ ele geçirilmesini emretmişti… Şamil, yaşadığı gibi Allah yolunda ölmeye hazırlanıyordu… Şamil, ilk defa tereddüt etti. Yanında sadece oğulları ve Müritler olsaydı, şüphesiz oracıkta ölmeyi tercih ederdi. Fakat etrafı eşleri ve çocuklarıyla, sadık tararftarlarının aileleriyle doluydu”, “kimse, teslim olmaktan bahsetmeye cesaret edemiyordu… kalan naipler, Gazi Muhammed’i meseleyi babasına açmaya ikna etti.” Şamil “Herkes gibi sen de teslim olmamı istiyorsun. Öyle olsun.” “Sonunda Şamil’i dize getiren şey… ailesi ve geriye kalan taraftarlarına duyduğu sevgiydi./ Ruslar… Albay Lazarev’i gönderdi… şahsen tanıyordu… Kurnaz ve zeki biriydi. İmam’ın önünde saygıyla eğildi… Şerefli bir barış yapılacaktı… Her şey Allah’ın elindeydi. Şimdi Şamil’in kaderi, Beyaz Sultan’a teslim olmaktı.” “Rusların safına geçen aşiret… mensupları bayram ediyordu. Bu adamların arasında Muhammed Emin, Bata, Ali Kadı, Kibid Muhammed ve Danyal Bey vardı.” “Başını eğdi, “asil ve mütevazı bir edayla” kılıcını Baryatinski’ye uzattı”, “mücadelesini hatırlatacak on sekiz yara izi.” (Blanch, ŞŞE, s. 521-546)

"Şamil, son kez şansını denedi... Vladikavkas'a doğru harekete geçti. Görünen oydu ki Rus hizmetinde olan Müslüman general Musa Kundukhov... Şamil ile işbirliğine söz vermişti. Bundan bir şey çıkmadı.” “Son vuruş 1859 Temmuz'unda geldi.” “Eylül ayının altısında”, “Şamil müritlerine kendisini öldürmelerini istedi.../... adamları bunu reddettiler... gidebileceklerini söyledi ve yalnız başına öleceğini onlara bildirdi. Yine reddettiler. Oğlu Gazi Muhammed... ona teslim olması için yalvardı... Üçüncü seferde imam kabul etti... bir babanın sevgisi bir fanatiğin şevkini kırmıştı./ On iki müridi eşliğinde Ruslara doğru atla gitti... teslim oldu.” “Şamil... onurlandırılacak ve ağırlanacaktı... İmam Rusların sergilediği bu asil davranışı çok takdir etti... kendisini tutsak edenleri sevdi.” “Şaşılacak derecede naif./... Modern dünya ile hiç karşılaşmamış birisi gibi bir izlenim uyandırıyor./... Gördüklerinden çok mutlu olmuştu.../... İmparator II. Aleksandr'a da çok sıcak duygular besliyordu.../ "… Eğer bu yeryüzünde Allah'ın gücünü temsil eden birisi varsa, bu da sizsiniz... yaşlı Şamil, artık... bir pişmanlık hissediyorsa, o da hayatını sizin hizmetinize sunmak için tekrar dünyaya gelemeyeceğindendir," dedi.” (Bullough, s. 288-297)


"Baryatinski'nin Şeyh Şamil'in, aile üyeleri ve seçeceği kırk müridiyle beraber İstanbul'a gitmelerine izin verilmesi şartını kabul etmesi üzerine 6 Eylül 1859'da... Ruslara teslim oldu.../ İmam Şamil teslim olduktan sonra sözünü tutmayan Ruslar..." (Bice, s. 24)


"Şamil Efendi... Medine-i Münevvere'ye geçti ve orada öldü. Büyük oğlu Gazi Muhammed Efendi ailesi ile birlikte orada yaşamaktadır. Küçük oğlu Muhammed Şefi Efendi de Rusya'da, Rus yönetiminde general rütbesiyle görev yapmaktadır." (Al Kadari, s. 126)

*


IV.DEĞERLENDİRME 


Bu bölümde konu mevcut kaynaklardaki bilgiler çerçevesinde ele alınıp değerlendirilmeye çalışılacaktır.


1.Şamil Çokça Övülmektedir


Şamil genelde ne kadar olumlu özellik varsa hepsi kendisine atfedilerek övülmektedir. İngiliz yazarların eserlerinde övülmesinin yanı sıra Çarlık Rusyası’nda da çok değerli bir konuk muamelesi gören Şamil kıymetli bir konuk olarak çok değer verilerek en üst düzeyde karşılandığı Osmanlı’da ve daha sonra Türkiye’de de hep çok kıymetli görülmüş olup, Türkçe metinler ve popüler değerlendirmelerde genelde hep olumlu ve zaman zaman da gerçekliğinden koparılıp bir nevi masal/efsane haline getirilerek çoğu yerde neredeyse insanüstü bir figür gibi anlatılmıştır.


Zaman zaman bazı farklılıklar olsa da Şamil ile ilgili değerlendirmelerde genelde olumlu bir portre çizilmektedir; çoğu değerlendirmede Şamil çok akıllı, gelmiş geçmiş en iyi gerilla savaşçısı, devlet kurucusu, kanun koyucu, çok başarılı bir strateji ustası, çok iyi bir konuşmacı, çok sportmen ve benzeri diğer bazı özelliklere sahip birisi olarak anlatılmaktadır.

Atfedilen bu özellikler çok fazla ve övgüler de şaşırtacak ölçüde abartılı gibi görünmektedir.


Şamil hakkında çok sayıda olan övgü dolu ifadelerden örnek olarak alınan bazıları şöyledir:

*

“Kafkasyalılar gibi çok yetenekli bir ırk için Şamil’in binicilik san’atı bir özellikti.” “Şamil doğuştan generaldi. Mükemmel taktik ve arslan gibi cesaretle savaşırdı.” (Blanch, s. 54, 100)


"İmam Şamil Kuzey Kafkasya'da yüksek ahlak ve hürriyet mücadelesi prensiplerine dayanan bir devlet kurarak milleti yeniden teşkilatlandırdı." (Hızal, s. 40, 41)


"İyi yetişmiş, birikimli bir aydın olan İmam Şamil." (Öztürk-Savaş Lordları, s. 37)


"Şeyh Şamil, gayet sade bir tarifle Çarlık Rusyası emperyalizmine karşı verilen şanlı bir direnişin, soylu ve kutsal bir savaşın çeyrek asırlık lideri ve yılmaz savaşçısıdır." (El-Karahani, içinde, Önsöz-H. Ahmet Özdemir, s. XXII)


Fiilen Şamil’in yanında bulunmuş olan yazar El-Karahani’nin kitabını yayına hazırlayan Özdemir şöyle yazmaktadır: "Şeyh Şamil bir maceraperest, bir sergüzeştçi değil, aksine tebaasını düşünen, onları tehlikelerden ve yok olmaktan kurtarmayı vazife sayan bir imam ve savaşçılarını göz göre göre yok oluşa sürüklemekten çekinen bir kumandandı." "En son saldırı da 17 Ağustos tarihinde yapılmış ve... dirençleri kırılan müritlerin ısrarları karşısında Şeyh Şamil çaresiz boyun eğmek zorunda kalmıştı./ Bu olay göstermektedir ki Şamil... istişarenin ve şuranın kararlarına uymada son derece titiz davranmaktadır." (El-Karahani, 69, 70)


Kırzıoğlu’nun eserinin sunuş yazısında şunlar söyleniyor: “Eser’de, bazı Şamhal ve Hanlar ile Zengin Kişiler’in, mülk ve mallarını korumak için, Rusya’dan; Rütbe, Madalya, hatta Aylık (Maaş) alarak, Mücahedeyi engelleyen “MÜNAFIK” (Nifakçı)larla da, amansız mücadele eden çelik iradeli ve “Şeri’at” hükümlerini yürüten İmam Şamuil Efendi’nin, sık sık “Şehid” olmayı göze alarak, beş on misli kalabalık ve teknik imkanları üstün Rus Orduları’nı yenmede, “Kerametli” bir “Veli” olduğu da, misallerle anlatılıyor.” “Bu yüzden, O’nun Mübarek-Şanlı Adı, bütün Dağıstanlılar’ın gönlünde… “Hür Yaşama ve Yüksek-Vatan Sevgisi Timsali” olagelmiştir.” (Kırzıoğlu, s. VII-IX, 71)


Şamil “dinî ilimleri tahsil etti ve yirmi yaşlarında ileri bir seviyeye ulaştı.” (Şeyh Şamil - Vikipedi)

"Şamil ulusa... servete karşı nefret aşıladı. Onun güçlü söylevleri göklere değin yükseliyordu. Sözlerini de kişisel yaşamıyla perçinliyordu." "Şamil'in tabiatı bağımsızlıklarıyla gururlanan Çeçen ulusunu Şamil'in karşısında boyun eğmek zorunda bıraktı." "Çeçenya'nın ulu ve cesur reisi Taşef Hacı Dağıstan'a gelerek, halkının adına Şamil'in önünde baş eğdi." "Şamil... yüce özgürlük ülküsüyle kurulan disiplin sayesinde... kahramanca savaşan kuvvetli bir ordu oluşturmayı başarmıştır." (Aytek Kundukh, s. 88, 89)


"Kuzey Kafkasya tarihinde Şamil'den başka lider denecek bir adam çıkmamıştır." "Gönüllü kuvvetler gayet cesur, vatansever idiler, fakat bu bir ortaçağ ordusu demekti." (Kaflı, s. 229)

”Şamil… Bir keresinde tek bir darbeyle bir Kazak süvariyi neredeyse ikiye bölmüştü”, ”eyerinin üzerine çıkan Şamil, havaya atılan parayı vururdu… insanlar gözü kapalı onun peşinden gitti.” “Şamil… Saat 7’de Şuanat’ın hazırladığı çayı içer ve bir parça ekmek yerdi… İndris ve Şah Abbas, zaman zaman ona yabancı gazeteleri okurdu…/ Şavaşa giderken bir destan kahramanı gibi görünürdü. Esirler… Şamil’e hayran hayran bakmaktan kendilerini alamazdı.” “Atının yanına doğru sarkar, kapılardan böyle geçerdi. Esirler, hayatlarında böyle ata binen birini görmemişlerdi… esirler ağızları bir karış açık onu seyrederlerdi… Müritler, savaş naralarıyla yeri göğü inletirdi… haremi üzüntü kaplardı… Şamil’in, zannettikleri gizi zalim bir canavardan ziyade… adil ve şerefli bir adam olduğunu görmüşlerdi. Hiçbir zaman esirlere bilerek eziyet etmiyordu.” (Blanch, ŞŞE, s. 81, 455-479) 

“Savaşın son aylarında... müttefikleri hırsızlara ve casuslara dönüştüğünde kalbini sürekli bir korku sarıyordu. Kafkasya ona ihanet etmişti.” “İmam'a verilen ev hala "Şamil'in evi" diye biliniyor... bir levha asılı: "Bu evde 1859 ile 1868 yılları arasında Dağıstan İmamı Şamil yaşadı." Yanında da... bir portresi var.” “Rus subayın düzenli yazdığı günlük Şamil'i... oldukça sevimli bir karakter olarak tanıtır... ahlaki değerlerle yaşayan, yumuşak ve düşünceli yaşlı bir adam ile karşılaştılar.” “Şamil'in yaşam felsefesi... Kendi içinde bir bütündü, mantıksal uyumu olan, aynı zamanda bir şekilde yabancı ve tuhaftı.” “Kaluga'da yolda yürürken tüm fakirlere sadaka dağıtır./... para taşımazdı.” “Bu kibar ve düşünceli yaşlı adamın Kaluga toplumunda büyük bir başarı olması çok şaşırtıcı değil... sürekli... davet ediliyordu./... Şamil'in iyi bir yaşam sürmesi için... atanmış olan Maria Çiçagova.../... "Şamil çocukları çok severdi ve böyle bir insan kötü olamaz," diye yazıyordu". “Özellikle Türkleri hiç sevmiyordu, çünkü sultan... halini hatırını sormamıştı ve kendisinin eski destekçisi ama daha sonra terk etmiş olan Daniel-Sultan'dan nefretini de açıkça dile getiriyordu./ Fakat 1860 Ocak ayının ortasında depresyonu bitti./... kaybettiği kütüphanesi... getirilmişti... ailesinin yakında geleceğini duyup çok sevindi.” “Gazi Muhammed'in karısı Keremet, Daniel-Sultan'ın kızıydı. Daniel-Sultan... tüm aile tarafından davaya ihanet ettiğine inanılıyordu... Şamil de Keremet'in Ruslara yardım etmek için casuslar gönderdiğine inanıyordu./ Şamil gelini ile aynı çatı altında yaşamayı reddediyordu. Diğer yandan Keremet, Zeidat ile aynı evde olmak istemiyordu. Yeni bir ev bulunmalıydı./ Bir uğraşları olmadığı ve can sıkıntısı çektikleri için şüphesiz gerilim daha da yükseliyordu. Birbirlerine karşı komplo planları yapmaktan ve yürüyüşe çıkmaktan başka yapacakları hiçbir şey yoktu... kadınlar, kafirler kendilerini görür diye dışarı çıkmaya korkuyorlardı.” “Rus subaylar... Kafkasya'ya bir mesajı olup olmadığını sorarlardı. Şamil... eski müritlerine kendisinin esaret altında mutlu ve rahat olduğunu söylemelerini isterdi. Aynı zamanda Rus dinleyicilerine çara şükranlarını iletmeleri konusunda hiçbir fırsatı kaçırmazdı./... Şamil'in daha önce esir aldığı ve köle olarak çalışmaya zorladığı” “ziyarete gelen askerler... sıcak bir şekilde sohbet ettiler ve... bir tanesi elini öptü.” “Runovski daha önce eline esir düşmüş kişilerin imamı methetmelerine çok şaşırmıştı./ "Çok iyi bir adamdı... altın gibi bir kalbi vardı. İsa'ya inanmıyor ama iyi bir adam."/... harfi harfine günlüğüne kaydetti.” “Çarı övüyor, Rusya'yı övüyor, evini övüyor.” (Bullough, s.  298-311)

*

Şamil hakkındaki övgü dolu çalışmalardan en önemli ikisi iki İngilizin, Baddeley ile Blanch’ın, eserleridir. 

Baddeley’in emek ürünü olan önemli eseri öğreticidir, ancak bu eserde Şamil bir bütün olarak ele alınıp tüm yönleriyle incelenmemekte, esas itibariyle daha çok askeri yönden ele alınıp değerlendirilerek övülmektedir.

Ayrıca Baddeley temelde Rus kaynaklarına dayanan bu eserinde kanımca Rus yanlısı bir tavırla Kafkasyalılar hakkında haksız değerlendirmelerde de bulunmaktadır. Baddeley’e göre daha önce Rusların haydutlar dediği bağımsız liderler tarafından “sadece yağma” amacıyla sürdürülen mücadele “bundan sonra en azından Yermolov kadar yenilmez ve yetenekli bir lider tarafından yönlendirilerek bir milletin bağımsızlık savaşları haline” getirilmiştir. (Baddeley, s. 165-172)


Baddeley bu ifadelerinde özü itibariyle hiç de doğru olmayan bir şekilde saldırıya ve işgale muhatap olan yerli halkı yağmacı sayarken en önemli marifeti yerli halkı katletmek olan zalimliğiyle ünlü Yermolov’u başarılı görmekte ve onun gibi başarılı bulduğu Şamil’i de adını belirtmediği bir milletin yenilmez ve yetenekli bir lideri olarak niteleyerek övmektedir.


Şamil hakkındaki önemli çalışmalardan bir diğeri olan Blanch’ın eserinde de yerliler genelde insani anlayıştan uzak yarı vahşi barbarlar şeklinde nitelenirken Şamil neredeyse övgülere boğulmaktadır. Bu yönü ve iki farklı Türkçe metni arasındaki farklılıklar nedeniyle tercüme metinleri hakkında güvenilirlik konusunda kuşku oluşsa da bu çalışma çeşitli yönleriyle epeyce renkli ve ayrıntılı bilgiler içermektedir.


Blanch eserinin hemen başlangıcında Şamil’in “etrafına örülen dramatik efsane” diyerek çok doğru bir hususu vurgulamaktadır. Gerçekten de çeşitli tür övgülere karşın hakkında ikna edici tarzda bütünlüklü objektif bir değerlendirme bulunmayan Şamil sanki "etrafında örülen dramatik efsane" içinde gerçekliğinden koparılmış gibi görünmektedir. (Blanch, s. 13, 14)

Ayrıca Blanch Rusların gaddar olmadığını da iddia edebilmiştir.

*

Baddeley’in çalışmasında şunlar söylenmektedir: “Yanımda sadece yerli, Kafkaslılardan başka kimse olmadığı halde Kafkasları defalarca gezdim.” İlgi duyup yazmaya karar verdim. “Rusça olarak yazılmış tam bir” işgal tarihi olmamasına karşın “zengin bilgiler elde ettim.” Konuya ilişkin İngilizce eserler “genellikle yanlışlıklar ve şartlanmışlıklarla doluydu.” (Baddeley, s. 15, 16)

Blanch’ın eserinin Türkçe’deki iki çevirisinden birinin arka kapak yazısında da şunlar var: ”Büyük dini ve askeri lider ”Dağıstan Aslanı” Şeyh Şamil’in ve Cennetin Kılıçlarının kusursuz hayat hikayesi./ 1834-1859 yılları arasında yaşanan Kafkasya Bağımsızlık Mücadelesi’nde Dağıstan ve Çeçenistan’ın birbiriyle çatışma halindeki aşiretleri Şeyh Şamil’in karizmatik liderliğinde birleşti. Güçlerini Kafkasya’yı bağımsızlığına kavuşturma arzusundan ve imanlarından alıyorlardı.” ”Blanch acımasız dağlılarla emperyalist işgalciler arasındaki dengeyi adilce korumayı başarıyor./ Yazarın kitabı yazma serüveni tam altı yıl sürdü. Bu süreçte Rusya ve Kafkasya’da araştırmalar yürüttü. Şamil’in Türkiye ve Mısır’da yaşayan torunlarının izini sürdü.” (Blanch, ŞŞE)

”Ruslar, Alman ırkının asli özelliklerinden olan o kasıntılı askerlik ruhuna ve gaddarlığa sahip değildi.” “4 Ocak 1855 günü… Cemaleddin’in Kafkasya yolculuğu başlamıştı.” “Kafile, Şubat ayının başında Valdikafkas’a ulaştı.” “Dağıstan’daki ilkel yaşam şartları ve gözü kara savaşçı topluluğu, sanki bir kabus gibi aklından çıkmamıştı.” “İnsani bir anlayış kazanmam ve eğitim görmem için o yarı vahşi avuldan alındığımda sadece yedi yaşındaydım. Öğrenmenin faydalarını hemen anlamaya başladım… kader beni tekrar cehaletin ortasına savurdu.” “Şamil’in esir takası için belirlediği tarih olan 11 Mart, aynı zamanda Çar’ın cenaze töreninin düzenleneceği gündü.” “Gazi Muhammed, Muhammed Şefi ve otuz beş Çeçen’in eşlik ettiği arabalar, nehrin geçit yerine doğru gitmeye başladı”, “otuz iki mürit, muhteşem kıyafetlere, atlara ve silahlara sahipti. Yarı barbar vahşilikle karışık mağrur duruşlarında, belli bir zarafet göze çarpıyordu”. (Blanch, ŞŞE, s. 289-30, 491-519)

*

2.Övgüler Genelde Faydacı Anlayış Ürünüdür


Ne yazık ki Şamil ile ilgili övgü dolu değerlendirmelerin pek çoğu doğru bilgilere ve ciddi analizlere değil, değerlendirme yapanların anlayışlarına ve sanki daha çok beklentilerine dayanmakta ve Marx örneğinden çok açık bir biçimde anlaşılacağı üzere genelde politik fayda umularak yapılmaktadır.

Önemli düşman Rusya'yı 25 yıl uğraştırması dolayısıyla askeri yönden değerlendirildiğinde Şamil Türkiye’den ve İngilizler’den çeşitli uyuşmazlıklara karşın doğal olarak övgüleri hak ederek almaktadır.


Sovyet dönemi Rusyası açısından da sınıfsal ve Rusya birliği gibi çeşitli açılardan değerlendirildiğinde Şamil’in övülmesi anlaşılır olmaktadır.


Şamil, ve ayrıca bir ölçüde KK, muhtemelen çok işlevsel olduğundan sanki zaman zaman ve ayrıca günümüzde de özellikle efsane haline getirilmektedir. 


Şamil’in efsaneleştirilmesine çeşitli yerlerden ve özellikle de İngilizler ile Türkiye’den destek geldiği söylenebilir. Bu destek faaliyeti gerçek dışı unsurların da yer aldığı çeşitli övgülerle sürekli olarak yapılmış ve yapılmaktadır.


Genel eğilimin çekiciliğine ve hamasete kapılanlar dışındaki Şamil överlerin hepsinin kendince “haklı” bir gerekçesi var gibi görünmektedir.


Şamil övgüsüyle Türkiye ile İngiltere’de ve hatta genelde Batı dünyasında ezeli düşman Rus karşıtlığı ile siyasal dinciliğe bir tür teşvik sağlandığı ve bu durumun geneldeki yaklaşımlar dolayısıyla anlaşılabilir de olduğu söylenebilir. Çünkü bu durum genel İngiliz anlayışının yanı sıra II. Abdülhamit döneminde formüle edilen Panislamizm anlayışı ve sonraki dönemin Türkiyesi’ndeki Türk-İslam sentezi anlayışıyla uyumludur. 


Arapça metinlerde de din kardeşliğinin baskın olduğu kabul edilebilir.


Şamil teslim olmasından sonra götürüldüğü Rusya’da da çok kıymetli bir konuk muamelesi görmüştür. Çarlık dönemindeki bu Rus yaklaşımı ise Şamil’e karşı Kafkasya’da kazandıkları zaferin değerini arttırma çabası olarak görülebilir. 

*

“Çar… Şamil’i, şahsi düşmanından ziyade, kahraman bir lider olarak görüyordu… İmam’a saygıda kusur edilmeyecek”ti. “Şamil, 3 Eylül günü bir daha dönmemek üzere Dağıstan’dan ayrıldı”, “Yolculukları, zafer alayına benzemeye başladı”, “yol boyunca kahraman gibi karşılandı”, “13 Eylül’de Harkov’a ulaştılar… Yakınlarda bir yerde askeri manevraları izleyen Majesteleri, Şamil’in derhal yanına getirilmesini istemişti… Çar ile İmam, bir şeref geçidinde bir araya geldi”, “Sizi Rusya’da gördüğüm için çok mutluyum… arkadaş olacağız” dedi Çar ve Şamil’i kucakladı. Şamil, kafirin dokunuşu karşısında geri çekilmedi. O andan itibaren bütün endişeleri dağıldı.” “Şamil’in yolculuğu, zafer turu gibi devam ediyordu… coşkulu kalabalıklar karşılıyordu. Moskova’ya vardıklarında… Kremlin gezdirildi… Şamil’in ihtiyar General Yermolov’la görüşmesi, Moskova ziyaretinin en önemli anıydı… General, odasında hırlayarak bir aşağı bir yukarı yürüyordu. Birbirlerini gördükleri için çok sevinen iki asker, savaş hatıralarından bahsetti.” “26 Eylül’de St. Petersburg’a vardılar”, “Snamenski Oteli’nde kalacaktı”, “Grandük ve donanma subaylarının gösterdikleri saygı, hoşuna gitmişti.” “Birçok İtalyan Operasını izleyen Şamil, tiyatroya alışmaya başlamıştı.” “Bütün grup, ertesi sabah Kaluga’ya doğru yola çıktı. Onlar için trende bir yataklı vagon ayrılmıştı.” “Kaluga’ya gönderilen Şamil… lüks bir hayat sürdü… Coulon Oteli’ne yerleştirildiler.” “Kalugalılar, Şamil’i coşkuyla karşıladı.” “Çar, Şamil’in günlük hayatını yakından takip ediyordu. Runovsky, hem Çar’a hem de Kafkasya’daki Baryatinski’ye düzenli olarak rapor gönderiyordu. Çar’ın… tahsis ettiği araba ve atlar, onları çok mutlu etti.” “Gönderilen yıllık tahsisat, oldukça yüklü bir miktardı; ancak Şamil, paranın kıymetini bilmiyordu.” “Eskiden Şamil’e esir düşen askerler, onu ziyarete geliyordu. Şamil’e kırgın değillerdi.” “Şamil, benzersiz bir başarı gösterdi”, “nadir bulunan egzotik biriydi.” “Şamil’in kalması için iki katlı, güzel ve eski bir ev seçildi… Bahçeye küçük bir cami inşa edildi… İmam’ın lüks eşyaları reddetmesi, Rusları çok etkiledi./… Kaluga’nın… Çeçenistan ovalarına benzediğini dahi düşünmeye başladı… kırlara bakar… “Çeçen tepeleri” derdi.” “Kaluga’daki evin nüfusu otuz dörde çıktı.” “Yolculuk… zahmetli geçmişti… kadınlar, gördükleri akıl almaz lüks karşısında şaşkınlıklarını gizleyemedi.” “Şuanat, Mozdok’taki kardeşine mektup yazdı.” “Generaller dahil bütün subayların, onu ziyaret etmesi emredildi. Baryatinski’nin emri dedi Albay.” “Rus esirleri çoğu zaman ne denli korkunç şartlarda esir tuttuğu, yarı çıplak çukura attığı hatırlatılınca… “O zamanlar bildiğim buydu” dedi.” “Şamil ve oğulları ne zaman Kış Sarayı’na yemeğe gelse, Çar sofra takımlarını değiştirtiyordu. Bu sayede misafirleri, kafirlerin kullandığı çatal, bıçak ve tabakları kullanmamış oluyordu.” “Şamil, Baryatinski gibi büyük birinin… makamını kaybettiğini görünce… kahroldu… Madam Davidova’yla ilişkisi… yıllarca… devam etmişti. Fakat 1861 yılında eşine boşanma davası açan Albay Davidov, Vali’yi davanın tarafı olarak belirtti ve düelloya davet etti… İstifa etmek zorunda kaldı./… Yanına metresini alan Baryatinski, gece vakti kaçarcasına Tiflis’ten ayrıldı… Almanya’da bir kaplıcaya gittiği söyleniyordu… Tiflis halkı, “Madam Mareşal”... Davidova’dan hoşlanmıyordu… Belki de Albay ve eşi, birlikte karar verip Mareşal’i köşeye sıkıştırdı…/ Prens Baryatinski, Şamil ve oğullarını sık sık… evine davet ederdi. Şamil, bu davetleri severek kabul ederdi. Baryatinski’ye gururla “Bizim Mareşal” diye hitap ederdi. Baryatinski’nin… evine yeni bir bölüm eklendi. Buradaki odalar, sık sık ziyarete gelen İmam için hazır tutuluyordu.” “Runovsky yanlarında olduğu sürece sürgünler sevildi… 1862 yılında… yerine varlığı havayı zehirleyen başka biri geldi. Polonya kökenli olan yeni yaver Albay Preslavski, düzenbaz, acımasız ve fesat biriydi. Neden onun atandığı bilinmiyor. Muhtemelen… Şamil’in… düşmanları… ayarlamıştı…/ Preslavski, Şamil’in huzurunu kaçırmak için elinden geleni yaptı. Onu küçümsedi, onunla alay etti.” “Şamil’e dediğini yaptıramayan Polonyalı… onu Rusya’ya karşı komplo kurmakla itham ediyordu”, “bir darbe hazırladığını dahi ima etti.” “Çar, muhtemelen Prelavski’nin iftiraları yüzünden 1868 yılında Şamil’in Mekke’ye gitme talebini reddetti… (aslında İmam, hala potansiyel bir tehdit olarak görülüyordu.)/ Şamil, Baryatinski’ye bir mektup yazdı… Sadakatinden emin olan Şamil, başkalarının kendisinden şüphe edebileceğini düşünmüyordu. Eski düşmanı Danyal Bey, 1869 yılında emekli oldu ve Türkiye’ye yerleşmesine izin verildi. Fakat Şamil’in Mekke’ye gitmesine hala izin verilmiyordu.” “Bütün aile, vatan hasreti çekiyordu… Gavurların çanları, esirlerin kederine keder katıyordu.” “Prelavski, rezil oldu ve görevden alındı. Yerine Tümgeneral Çiçagov atandı… 1866’dan 1869’da Çiçagov’un ölümüne kadar Şamil, yeni muhafızıyla uyum içinde yaşadı.” “Büyülenmiş gibi onu dinleyen Madam Çiçagova… uzun sohbetler yapardı.” “Tümgeneral Çiçagov, 1869 yılında aniden hayatını kaybedince eşini ilk teselliye gelen kişi Şamil oldu.” “Ekim ayında Kiev’e gitti. Eski düşmanını uzaktan takip eden Baryatinski, Şamil’in güneye taşınması için izin almıştı…/ Şamil, 1870 yılının Mart ayında Çar’dan Mekke’ye gitmek için izin aldı. Yetmiş dört yaşındaydı… yetkililer, fevkalade katı davrandı. Gazi Muhammed ve Muhammed Şefi’nin, Şamil’e refakat etmesine izin vermediler.” “Şamil, eşleri, çocukları ve geriye kalan naipleriyle birlikte hacca gitmek üzere yola çıktı./ Kafkasya’ya uğramadan Anapa üzerinden İstanbul’a gitmek üzere gemiye bindiler… telgraf gönderdiği için çocuk gibi sevindi… İstanbul’a yanaşan gemiyi, sevinç gösterileri yapan devasa bir kalabalık karşıladı. Rus Elçiliği, grubu yanlarında kalmaya davet etti; ancak Türk topraklarında Padişah’ın misafiri olduğunu söyleyen Şamil, bu daveti geri çevirdi. Sultan Abdülaziz, Şamil’i fevkalade görkemli bir törenle karşıladı. Dolmabahçe Sarayı’nın… göz kamaştırıcı salonunda Şamil’i başıyla selamladı. Halk… Şamil’in peşinden ayrılmıyor, camiye giderken bastığı toprağı öpüyordu./ Sultan, konaklaması için Şamil’e birkaç saray önerdi… Sultan, halkın çok sevdiği Şamil’in Osmanlı tahtını tehdit edebileceğinden çekinmişti. “Bana, sizin eşkiya olduğunuzu söylediler” dedi. Yüzünde muzip bir gülümseme beliren Şamil, “Olsa olsa sizin kadar” diye cevap verdi. Sultan’a, söz verdiği yardımın neden gönderilmediğini sordu. İmam’ın varlığından faydalanmayı bilen Sultan… Kahire’ye gitmesini istedi. Vazifeyi kabul eden Şamil, meseleyi başarıyla halletti…/ Şamil’in yokluğunda ailesi… Koska’da bulunan köşkte bekledi”, “Şamil döndükten sonra bütün kafile, Mekke’ye gitmek üzere doğuya doğru yola çıktı.” “Şamil, Mekke’den Kafkasya Valisi Grandük Mihail’e bir mektup yazdı:/… Sizin cömertliğiniz, Allah’ın Eyüp Peygamber’e yaptığı ihsana benziyor. Yaptıklarınızın karşılığını ödeyemem.” “Medine’ye gitti. Şamil ve ailesi, Cennetü’l-baki’ye defnedildi.” “Şuanat, Şamil’in yanında kaldı, oğullarındansa sadece Kamil. Nacabat, Türkiye’de hain Muhammed Emin’in oğlu Çerkes Davud’la evlenmişti. Babasıyla ilişkisine kesen Davud, sürgündeki Şamil’in yanına gelmişti.” “Israrla Rusya’ya mektup yazan Şamil, büyük oğullarının yanına gelmesini istiyordu”, “Gazi Muhammed, zorla yetkililerle görüştü… gitmesine izin verilmezse kaçmakla, ya onları ya da kendisini öldürmekle tehdit etti… tepkisi, yetkilileri harekete geçirdi. Günün birinde onu ikna edip temsilcileri olarak Kafkasya’ya göndermeyi umut ediyorlardı… istemeye istemeye … talebini kabul ettiler. Mekke’ye gidebilirdi… Muhammed Şefi’nin gitmesine, izin verilmedi… Muhafız Alayı’nda görevliydi… kaderini Rusya’ya bağlamıştı.” “Rus ordusunda görev yapmaya devam eden Muhammed Şefi, tümgeneral rütbesine kadar yükseldi. 1877 yılındaki Rus-Türk savaşı esnasında II. Aleksandr, Muhammed Şefi’yi dindaşlarına ve kardeşine karşı kullanmak istemedi. “Prusyalılarla bir savaş çıkana kadar bekle. O zaman gider, bizim için savaşırsın” dedi.” “III. Aleksandr tahta çıktıktan sonra Asyalı soylulardan seçilen Muhafız Alayı, bir gecede bastırıldı. Muhammed Şefi, artık Çar’ın yakın çevresinde değildi…/ Kazan’a giden Muhammed Şefi, Mirza Ahmet Ayagof’un kızıyla evlendi… Hala ailesini ziyaret ediyordu; ancak Koska’daki evde hiç kalmaz Rus elçiliğine yerleşirdi. Zaman zaman Çar’ın tahsis ettiği yat ile gelirdi. II. Aleksandr, ömrünün sonuna kadar İmam’ın ailesine ihsanlarda bulundu.” “Şamil ve Mürit hareketi hakkındaki değerlendirmeler, son kırk sene içinde Rusya’daki çeşitli parti görüşleri ve siyasi meselelerden etkilenerek bir dizi köklü değişiklik geçirdi…/ Şamil’i destansı ifadelerle anlatan Çarlık Rusyası, onun karşısında elde ettikleri zaferi daha büyük göstermek için zaman zaman Şamil’in cesaretini abartırdı. İlk Bolşevikler, Şamil’i kahraman olarak görüyordu. Neticede o, feodal çarlığın zulmüne karşı mücadele etmişti. Dahası Karl Marx, Şamil’in büyük bir demokrat ve ideolojik bakımdan komünizmin öncüsü olduğunu düşünüyordu.” “1947 yılından sonra Şamil ve Mürit hareketi, militan İslam’ın bir ifadesi ve aşırı gerici diye nitelendi ve eleştirildi./… Şamil… Rus kanı dökmüştü. Bunu göz ardı etmek zordu. Savaş sırasında bütün eski askeri zaferler… yüceltildi. Dolayısıyla Rusya’ya kafa tutan ve Rus askerleriyle savaşan Şamil, otomotikman düşmana dönüştü…/ Bütün bu ithamların arkasında, dağlarda yeniden şiddetli bir direnişin başlamasından duyulan endişe vardı.” “Lenin, bağımsızlık ruhuna sahip Dağıstanlıları Bolşeviklere katılmaya ikna etmek için General Denikin’le (?) birlikte Moskova müzelerinde bulunan Şamil’in sancak ve ganimetlerini gönderdi. Dağlılar, Bolşeviklere ne kadar dirense de Kazaklardan herkesten çok nefret ediyordu… 1919’da Gunib’de korkunç bir savaş yaşandı.” “Savaştan sonra 1944 yılında… Çeçen özerk cumhuriyetindeki insanlar, toplanarak Orta Asya’daki çalışma kamplarına ya da sürgün yerleşimlerine gönderildi. Bütün Çeçen halkı, yirmi dört saat içinde gitmişti. Boşalan bölgelere… Ruslar yerleştirildi.” “Şamil’e anlayışla yaklaşan kitaplar, yeniden gün yüzüne çıkıyor… Rus karşıtlığından ziyade Çarlık rejimine karşı olduğunu vurguluyor.” (Blanch, ŞŞE, s. 647-635)


“Şamil’in kahramanca direnmesi, Çar’ın Hindistan’a olan niyetlerine karşı iyi düşünülmüş bir darbe olduğu sevinçle görülüyordu. Kafkasya Delhi’ye olan karayolunu kapamıştı.” “Şamil İngiltere’nin sempatisine inanıyor.” “Rusya ve Hindistan arasındaki her insan ve her memleket İngiltere için önemlidir.” “Kafkasya’nın önemsiz kabile meseleleri Büyük Britanya için ilgi çekici olmuştu.” “Lord Palmerston’un Ruslara karşı bir nefreti vardı.” “Yalnız İngiltere değil özellikle Osmanlı Padişahı ve Papa da Rusya’nın Kafkasya’yı işgaline karşı idiler. Eski zamanlarda da başka iktidarlar din perdesi altında bu sahalar için savaşmak üzere olan hazırlamışlardı.” “3 Eylülde Şamil Dağıstan’ı bir daha görmemek üzere terketmişti.” “Bütün seyahati boyunca Şamil bir kahraman gibi karşılandı.” Çar “Ona tıpkı bir şeref misafiri gibi davranıyordu”, “onu kucakladı. Şamil bir dinsizin kendisine bu şekilde yaklaşmasına hiç çekinmeden uymuştu.” “Her tarafta aynı hayranlık vardı”. Moskova’daki ziyaret odasında “General Yermolof ile karşılaşmasıyla en yüksek noktasına erişmişti. Her iki savaşçı birbirlerini görmekten sevinmişler ve hemen yaptıkları savaşları anlatmaya başlamışlardı.” “26 Eylülde tam Gunib’in düşmesinden bir ay ve bir gün sonra Petersburg’a geldiler.” “Galip Rusya, Şamil’e karşı tıbkı bir kral gibi muamele ediyor”. “Beş defa namaz kılma yerine şimdi bir defa yapıyordu.” (Blanch, s. 21-25, 370-372, 380, 381)


"Liberal Avrupa'nın sempatisi, vatanlarının her karış toprağını coşkun kanlariyle sulayan Kuzey Kafkasyalılardan yana idi." Çağdaşı Marx da Şamil’in mücadelesini övenler arasındadır. Hızal’ın aktarmasına göre “Karl Marks bile 1848 de şöyle yazmıştı:/ "Hürriyetin nasıl elde edilmesi lazım geldiğini Kafkasya Dağlılarından ibretle öğreniniz. Hür yaşamak isteyenlerin nelere muktedir olduğunu görünüz. Milletler, onlardan ders alınız!”" (Hızal, s. 40, 41)

Hızal’ın 1848 tarihini vermesine karşın Saydam’ın 1843'te yazdığını belirttiği Marx’ın toplumsal yapı ve anlayışları kendi anlayışıyla hiç bağdaşmayacak olan Kafkasyalılarla ilgili bu övgü sözleri içeren değerlendirmesi ise sanki sıradan tipik bir kasaba politikacısının pek kıymeti olmayan faydacı fırsatçı kısır bir politik tavrı gibi durmaktadır. (Saydam, s. 51, 52)

"Onu "vahşi bir sığır" olarak addeden küçük bir azınlık dışında, çoğunluk Şamil'i 1850'lerden başlayarak istisnai yeteneklere sahip bir önder, yönetici ve komutan olarak tanımlamıştır... bazı yazarlar için bu nihai Rus zaferini yüceltmenin bir yoluydu; diğerleri için bu, Şamil'i o zamanlar yaygın olan romantik "soylu vahşi" imgesinde yoğurmanın bir yoluydu; nihayet kimileri de Şamil'den gerçekten etkilenmişti." (Gammer, s. 11)

*

Sonuç itibariyle genelde Şamil hep övülmüş ve sanki gerçek dışı unsurlarla bir tür efsane haline getirilmiştir.


Farklı bir tavırla ABD’li yazarların Amerikan yerlilerine karşı sergilediklerine benzer bir tutum takınıp Kafkasyalıları fanatik, vahşi ve barbar kabul eden 19. asır Rus yazarlarından bazılarının çabası ise Rus işgalini Rusya'nın uygarlaştırma görevinin bir parçası olarak yüceltmek olmuştur. (Gammer, s. 11)


Başta Tolstoy ve Dostoyevski olmak üzere birçok Rus yazarının yaklaşımı böyledir.


Şamil övgüsü konusunda bu Rus yazarları dışında başka bir istisna daha vardır, ki o da Sovyetler Birliği’ndeki Şamil’e yönelik gerçekten son derece ibret verici tartışmaları içeren bir süreçte ortaya çıkmıştır. 


Başlangıçta Sovyet döneminde de Şamil özgürlük kahramanı olarak övülerek yüceltilmiştir. Bu dönemde sınıfsal bir bakışla Marx’ın tavrına paralel faydacı denebilecek bir yaklaşım benimsenmiştir.


Ancak Stalin anlayışı iyice yerleştiğinde Şamil ile ilgili görüş tam zıt yönde değişmiş ve 1940’larda ortaya çıkan bu görüşün en iyi formülasyonu “Azerbaycan Hanı” olarak bilinen Beria’nın kayırması Azeri Bagirov tarafından 1950’de dile getirilmiştir. Buna göre Şamil artık dış güçlerin ajanı bir gerici olarak görülmeye başlanmıştır. Daha sonraki bir dönemde bu konudaki görüşünden cayan Dağıstanlı yazar Hamzatov’un da 1951’de candan bir şekilde sahiplendiği bu görüşü Oset Bliyev 1970 ve sonrasında tahkim edip daha da sağlamlaştırmıştır. (Gammer, s. 15; Bice, s. 135, 136)


Dağıstanlı parti şefi Danialov'a Moskova'da Malenkov tarafından Bagirov'un görüşüne "benzer şekilde yazması için yönerge" verilmiştir. (Gammer, s. 64-Not: 30)

Sovyet döneminde Şamil önce Çarlığın baskısına karşı koyan "tipik Sovyet kahramanları', diye benimserken, II. Dünya Savaşı'ndan sonra "İngiltere ile Osmanlı Devleti'nden aldığı yardımlarla isyan eden Batı emperyalizminin bir ajanı" olarak görülmüştür. (Saydam, s. 53, 54)

*

”19. yüzyıl… Rus sürgünler, Şamil’in seferlerini dikkatle izliyordu. Çar’ın gerici gücüne karşı çıkan Şamil müttefikleriydi.” “Kafkasya’yı görüp de onun yüce ıssızlığı karşısında büyülenmeyen kimseyi tanımıyorum./ SİR ROBERT KER PORTER/… Şamil’e karşı savaşan Lermontov ve Tolstoy gibileri, bu mücadele esnasında kuzeyliler için “büyülü bir ilham kaynağı” olan Kafkasya’yı keşfetmişlerdi. Alexandre Dumas gibi bazı insanlar… zengin bir malzeme kaynağı olarak görüyorlardı.” (Blanch, ŞŞE, s. 220, 259-260)


“Çar Rusya’sı Şamil’i bir kahraman olarak aldı. İlk Bolşevikler için de o bir kahramandı, çünkü feodalizmin cebir hakimiyetine karşı savaşmıştı. Bundan başka Karl Marx onu büyük bir demokrat olarak görüyor, yani komünistliğin bir öncüsü oluyordu.” “1947’de Şamil ve Müridizm ültraaksiyon olarak tel’in edilmiş ve savaşan İslamın bir ifadesi olarak saldırıya uğramıştı. Şamil… Rus kanı akıttı ve Rusya’nın anneciğine karşı dayatmıştı. Bu sebepten o şimdi düşman olarak anılıyordu.” “Lenin sonra Moskova müzelerinde saklanan Şamil’den alınan ganimet ve bayrakları yine Kafkasya’ya getirmişti. Bu Dağıstanlıların karşı revolusyoner olan General Denikin’e katılmalarını önlemek içindi./ Fakat Bolşeviklerden çok dağlılar Kazaklara karşı direniyorlar ve onların mürid savaşlarındaki tutumlarını unutmamışlardı. 1919’da Gunib’te ikinci defa müthiş bir savaş başlamıştı.” “Stalin’in ölümünden sonra Kafkasya’nın azınlıklarına ve “Şamil meselesi”ne karşı olan resmi görüşte yine değişme oldu. Sovyetler Birliği bugün… İslam halkları açısından dördüncü büyük memlekettir ve bu yüzden Sovyetler Birliği içinde Şamil’e ve Müridizme karşı düşmanca bir davranışın akıllı bir hareket olmayacağı anlaşılmıştı. Bu sebepten Şamil bügün yine “Dağıstan Aslanı” oldu./ Şimdi avullarından ve vadilerinden çıkarılmış olan Kafkasyalılar geri getirilmektedir… Şamil tekrar şanlandırılmıştı.” (Blanch, s. 424-426)

*

Sovyetler dönemdeki Şamil’le ilgili değerlendirmeler epeyce kapsamlı bir şekilde Gammer’in kitabında yer almaktadır. Gammer’in anlatımına göre, Sovyet döneminde Şamil bazen zulme karşı başkaldıran özgürlük kahramanı, bazen de dış güçler İngiltere ile Osmanlı’nın ajanı olarak faaliyet gösteren gerici fanatik bir yobaz olarak olarak görülmüştür.


İşlevi de bazen ilerici, bazen de canice sayılmıştır. 


Şamil hakkında Sovyet döneminde yapılan bu farklı değerlendirmeler genelde sınıfsal nitelikteki Rusya ile ilgili hususlar konusunda olmuş, ancak herhangi bir sonuca bağlanamadan kalmıştır. (Gammer)


Daha da doğrusu konuya ilişkin değerlendirmeler “30 Eylül 1982'de, S.B. Komünist Partisi Merkez Komitesi, Yüksek Sovyet'in Prezidyumu ve SSCB Bakanlar Kurulu”nun ortaklaşa Çeçen-İnguşların “Rus İmparatorluğu'na gönüllü katılımının 200. yıldönümünde” halka en sıcak kutlamalarını iletmesi şeklinde sürmüştür. (Gammer, s. 75, 76-Not: 134)


Yani, gerçekten çok ilginç olan ve Sovyetler Birliği’nin niteliği için de gösterge sayılması gereken bu yaklaşıma göre Sovyetlerin bütün yetkili organları elbirliğiyle tamamen gerçek dışı olduğu halde Çeçen-İnguşların Rusya’ya 1781’de gönüllü olarak katıldığını karar altına alıp 1982’de bunun 200. yılını kutlamışlardır.


Gerçeklerden ancak bu kadar kopulabilir dedirten bu tavra inanmak zor, ama ne yazık ki öyle. 


Yine de tartışmalar bitmemiş, 1989 yılında yeni bir toplantı kararı alınmış, ancak bu kez de tartışmalara nokta konulamadan Sovyetlerin sonu gelmiştir.  


Sovyetler dönemindeki Şamil tartışmalarındaki belirtilen hususlardan bir kısmı Ekteki Sovyet Dönemi Şamil Tartışmalarından Bazı Hususları İçeren Liste başlıklı listede yer almaktadır. (Ek 2)


3.Övgüler Gerçeklerle Uyumlu Değildir


Aslında Şamil ile ilgili övgü dolu değerlendirmeler yapılırken söylenenlerin en azından bir kısmının büyük ölçüde tutarsız olduğu ya da gerçeklerle hiç mi hiç uyuşmadığı apaçıktır. Bu çalışmamızın kısa bir dönem tarihçesi başlıklı bir önceki bölümüne bakıldığında bu durum açık seçik görülmektedir. 

Şamil hakkındaki anlatımlarda bir çok yerde yanlış, doğruluğu kuşkulu ya da çelişkili hususlar birlikte dile getirilmektedir. Yer yer anlatımlarda doğru ile yanlış iç içedir. Aynı yerde bir yandan birlik sağlandığı belirtilirken bir yandan da tam tersi söylenebilmektedir. 

Efe’nin eseri de bu konuda ilginç bir örnek sayılabilir. Kitapta açıklamalarıyla birlikte Dağıstan’da 1997’de yayınlanmış olan Şamil’in 100 mektubu ve bazı ek metinler yer alıyor. Kitabın açıklamalar kısmındaki bilgiler yorumlarda anlatılan bol övgülü Şamil profiliyle uyuşmayacak türden hususlar içeriyor. Açıklamalar kısmındaki bilgilerden Ruslarla ilişkide olan ve birbiriyle çekişen naipler bulunmasının yanı sıra birçok naibin de Şamil’den sonra Ruslara hizmet ettiği anlaşılıyor. Buna rağmen ölçüsüz övgüler eşliğinde diktatör ve baskıcı olduğu bile kabul edilmeden Şamil’in demokrat olduğu dahi söylenebiliyor. (Efe, s. 21)

Blanch da muhtemelen gerçeğe aykırı ve dolayısıyla efsane niteliğinde olup bir kısmı başka kaynaklarda bulunmayan ve ne amaca hizmet ettiği anlaşılamayan bazı hususları da yazmaktadır.


Kısacası Şamil çoğu yerde gerçek dışı unsurlarla da süslenerek olduğundan farklı bir şekilde anlatılmaktadır.

*

Blanch’ın eserinin iki tercümesinin birinden aktarılan şu hususlar da yanlış, abartılı ve çelişkili bilgi ve değerlendirmelere başka bir örnektir: “Kafkasyalılar… Dünyanın en güzel insanları olduğu söylenen bu esmer halk için savaşmak hayatın ta kendisiydi... Cenk etmek onlar için nefes almak gibiydi. Amentüleri intikamdı. Havaya şiddet hakimdi./… ”İranlı hadım” namıyla tanınan Ağa Muhammed Han 1795 yılında Tiflis’i aldığı zaman askeri, kazandıkları zaferin bir hatırası olarak ele geçirdikleri bütün bakirelerin sağ bacağını topal bırakmışlardı./ Amazonlardan geldiklerine inanılan kadınlar da savaşmayı biliyordu.” Ahulgo’da, ”Taş kalmayınca, erkekler kendilerini süngülerin üzerine attı. Erkeklerin hepsi hayatını kaybedince bu defa kadınlar, çocuklarını adeta birer canlı füze gibi askerlerin üzerine attı ve arkalarından kendileri de atladı.” ”O zamana kadar birbirleriyle çatışan bütün Müslüman aşiretler, cengaver liderleri Avar Şamil’in emrinde bir araya gelerek muazzam bir güç oluşturdu.” ”Şamil, Müslüman aşiret mensuplarını Müritler olarak bilinen bir mümin ordusu haline getirdi. Bu savaşçılara, naipler liderlik ediyordu. Hiçbir naip düşmanları tarafından sağ ele geçirilemedi.” ”Müritçilik, aynı temel ilke etrafında birleşen farklı tarikatları bir araya getiren bir hareketti.” ”Tarikat Müritleri silaha sarılmazken, gazavat Müritleri kıyasıya cihat ediyordu… Kafkasyalılar, Gazi Molla’nın ikaz ve tavsiyeleri olmadan da artık savaşa hazırdı./… mücadele… Bütün nüfusu içine çekecek, bütün müminleri İslam’ı savunan cengaverlere dönüştürecekti./… Şamil, Kafkasya’nın her yerinde şeriatı uygulayacaktı.” ”Şamil, böyle bir mücadeleye başlamak için henüz çok erken olduğunu düşünüyordu.” ”1830 yılının Mayıs ayında seksen bin adamıyla birlikte Hunzak’ın üzerine yürüyen Gazi Molla, avula iki koldan saldırdı… Dehşete kapılan Hunzaklılar teslim oldu. Ruslar, hasımlıkta Müritlerle aşık atamazdı. Dolayısıyla kan dökülmeden Gazi Molla’nın şartlarını kabul edip saflarına geçmek daha akıllıca bir karardı.” ”Şamil acele ettiklerini söylüyordu. Allah’ın savaş için takdir ettiği vakit henüz gelmemişti”. “Gazi Molla… Nazran kalesini kuşatarak doğrudan Vladikafkas’ı tehdit edecekti.” ”Ruslar ızdırap içinde bekliyordu. Nazran’da yeteri kadar erzak ve adam olmadığı biliniyordu… Vladikafkas tahliye edilmiş…/ Bekleyip görmekten başka ellerinden bir şey gelmiyordu… Çeçenlerin esirlere neler yaptığını duymuşlardı…/ Üçüncü gün… tarafsız Oset aşiret mensuplarından oluşan bir grubu keşfe göndermeye karar verdiler. Osetler, hatırı sayılır miktarda altın karşılığı bu işe razı oldu. Ertesi sabah Nazran’ın hala direndiği haberini getirdiler… Gazi Molla tam kazanmak üzereyken, aralarında husumet bulunan kalabalık bir İnguş grubu arkalarından saldırmışlardı… Gazi Molla’nın birliklerine korkunç kayıplar verdirmiş, çaresizce geride yatan yaralıları katletmişti.” “Şamil’in… Yönetimi altında, Kafkasya koca bir kaleye dönüşecek, araları bozuk olan aşiretler, kurulan amansız idari sistemin altında birbirine kenetlenecekti.” ”İMAM/… en fazla önem verdiği meseleyse kendisinin Allah tarafından vazifelendirildiğinin kabul edilmesiydi.” “Çerkes aşiret reisleri, Şamil’i büyük saygıyla karşıladı ancak ona katılmayı reddetti.” “Müritler arasında en küçük bir itaatsizliğin cezası idamdı.” ”Şamil, savaşçılarının kılıçlarından cihat yolunda sallanan cennetin kılıçları diye bahsediyordu.” ”Çerkesler, Şamil’in saflarına katılmaya hazırlanıyordu.” ”Gazi Kumuk’a baskın düzenleyen Şamil aşiret reisini… öldürdü.” “Şamil, yeni taleplerden Prens David kadar rahatsızdı; ancak açgözlü naipleri, böyle istemişti.” “Gramov, naipler taleplerinde ısrarcı olduğu için Şamil’in geri adım atamadığını gözlemledi.” “Şamil ve Molla, muhteşem bir plan yaptılar… inzivaya çekilen… bir adam yaşardı. Şamil, bu adamı Büyük Avul’a getirttirip kendi odasına yerleştirdi”, “halk, adama yürekten hürmet gösteriyordu. Bu münzevi adam, yavaş yavaş Allah’ın iradesi dediği şeyleri halka anlatmaya başladı. Aslında söyledikleri, Şamil’in istekleriydi.” “Şamil, esir takasının 11 Mart Perşembe günü yapılmasına karar verdi.” “Esirler dahi Şuanat ve Emine’den ayrılacakları için üzülüyordu. Avulda yaşamayı bu kadar benimsediklerine şaşırıyorlardı.” (Blanch, ŞŞE, s. 17-19, 91-106, 165-185, 289-301, 491-505)


Şunlar da kanımca doğruluğu kuşkulu hususlardır ve neden yazıldığını anlamak kolay görünmemektedir: ”Şamil… çoğu zaman dış dünyada olan bitenlerden haberdardı. St. Petersburg’dan getirttiği gazete ve dergiler, bir muharebeden diğerine giderken atının yanında yürüyen tercümanları tarafından Şamil’e okunuyordu… Londra, Viyana, Baden-Baden ve Paris’ten siyaset, yüksek sosyete ve borsaya dair gelişmeleri öğreniyordu.” ”Çok geçmeden bizzat Kraliçe Victoria’ya bir dizi çağrıda bulunan Şamil… destek vermesini istedi. Zarif Türk-Tatar yazısıyla yazılmış mektupları, Dağıstan’ın tüm muhterem ve muteber reis ve mollalarının imzasını taşıyordu. Londra’ya düzenli olarak gönderilen mektupların Buckingham Sarayı’na ulaşmadığı biliniyor.” (Blanch, ŞŞE, s. 31, 32)

“Şamil Kraliçe Viktorya’ya şahsen bir sıra yazılı müracaatlarda bulunmuştu, yani bir hükümdardan diğer bir hükümdara Rus zulmüne ve dini baskılara karşı savaşında onu desteklemelerini rica ediyordu. Zarif bir şekilde Türkçe-Tatarca yazılmış olan mektupları Dağıstanın bütün muteber ve muhterem kadı ve mollaları tarafından imzalanıyordu ve bunlar muntazaman Londra’ya gönderiliyordu. Buna rağmen bunların Buckingham Sarayına ulaştıkları kesin olarak bilinmiyordu.” (Blanch, s. 22, 23)


Bazı farklılıklar da içeren Henze’nin benzer nitelikteki şu değerlendirmeleri yine de daha makul görünmektedir: "Şamil hakkında çok şey duydum ve okudum. Şamil muazzam bir irade ile güçlü bir vücuda sahipti, yürekli ve akıllıydı. Fakat, Dağıstanlılar Şamil'in kişisel özelliklerini genellikle abartırlar ve olağanüstü herşeyi onun ismiyle özdeşleştirirler. Dağıstanlılar "Şamil her şeye muktedirdir" derler... (1950'lerde Gunib'i ziyaret eden bir Rus gazetecisinin yazdıklarından)./ Şamil olağanüstü özellikleri olan bir insandı... Şamil'in askeri bir lider olarak, dini bir düşünür olarak, devlet başkanı olarak, devlet adamı olarak, bir insan olarak değerlendirilmesi, birinci, ikinci ve üçüncü elden bilgilere ve spekülasyonlara dayanmak zorundadır. Şamil Sovyetler Birliğinde yoğun bir tartışma konusu olmamış olsaydı bile, yine de anlaşılması kolay bir kişilik olmayacaktı./... Şamil'in ahlaki nitelikleri yüksek ve komutanlığı da başarılıydı, ancak kuvvetlerini aşırı dağıtması ve ana bir strateji geliştirememesi nedeniyle eleştirilir. Üstün bir liderlik ve kitleleri peşinden sürükleme yeteneğine sahipti. İleri görüşü, ait olduğu kabile sınırlarını, kabile liderliğini ve Kafkaslar'da yüzyıllardır süregelen geleneksel dini çerçeveyi aşıyordu. Şamil'e göre İslam statik bir inanç değil, dinamizm, yenilik ve ilerleme kaynağı, hayat ve liderlik anlayışıydı. Şamil'e göre, din ve siyaset, İslam'da olduğu gibi ayrılmaz bir biçimde birleşmişti." "Dağ köylülerinin özgürlüklerini savunma arzusu köklü bir olgudur. Şamil bu mücadeleyi harekete geçirmiş, yaygınlaşmasını sağlamış ve diğer hiç bir liderin yapamadığını başarmıştı ve mücadeleye ahlaki bir boyut kazandırmıştı.../ Şamil'in gazeteci hayranları arasında Karl Marx önemli bir yer tutar. Marx... New York Tribune gazetesine bildirmişti.../ Şamil Türkiye'de uzun zamandan beri Türk olarak kabul edilmekle birlikte... Avarlar'dandı." "Şamil savaşta yetişti ve irade, ikna gücü, ilham verme yeteneği ve örnek olma özellikleriyle birbirinden farklılık gösteren kuvvetleri harekete geçirme deneyimi kazanarak olgunlaştı. Müridlerin eşitlikçi anlayışı karışık siyasal yapıya sahip Çeçenlere cazip gelmişti. Diğer taraftan Çerkezler güçlü liderlere sahiptiler ve Müridlerin dinsel felsefesine pek ilgi göstermediler." "Çerkezler Ruslar'a karşı direnişlerinde Türkler'in ve İngilizler'in ziyaretlerinden cesaret alıyorlardı. Türkiye'den Çerkezistan'a büyük ölçüde resmi olmayan bir silah trafiği vardı... Urguhart Çerkez Siyasal Merkezi kurma faaliyeti yürütüyordu." "Ruslar, 1830'ların sonlarında... 8.500 askerin 3.000 tanesini kaybederek Ahulga'yı ele geçirdiler... Şamil, Güney Çeçenistan'daki ormana sığınmak zorunda kaldı." "1843'te Şamil Çeçenistan'dan Dağıstan'a göç etmiş ve kendisine binlerce yeni mürid katılmıştı... Şamil'e karşı 30.000 askerlik orduyu gönderebilmek için Çerkezlere karşı girişilen harekatın bir süre durdurulmasına karar verilmişti." 1845 yılındaki "saldırıda Vorontsov... 18.000 piyade ve Kazaklar'dan oluşan bir orduya bizzat komuta etmişti ve Şamil'i Güney Çeçenistan'ın sık ormanlarına kadar takip etti... tuzaktı. Vorontsov 13 Temmuzda... Grozny'ye vardığında 3'ü general ve 200'ü subay olmak üzere 4.000 asker ölmüştü.../ Şamil sevinçten coşmuştu. Kabarda'yı işgal ederek... zaferini devam ettirmeye karar vermiş... 1846 baharında Vladikafkas'ın kuzeyini ele geçirmişti, ancak Kabardalılar ayaklanmayı başaramayarak Şamil'in ümitlerini kırmışlardı./... Kabardalılar... Kuzey Kafkaslılar'ın önde gelenlerindendi. Müridizm Kabardalıları önemli ölçüde etkilemedi. Kuzey Kafkaslar'da yaşayan Oset'lerin düşman tavırları karşısında Şamil'in Daryal Geçidini ele geçirme çabaları sonuçsuz kalmıştı... Oset'ler... Rusya'ya sadık kalmışlardı... Çerkezler'le yakın işbirliği sağlanamamıştı." 1854'te “Londra ile Paris arasında Kırım'a saldırma kararının verildiği… günlerde… İngiliz ve Fransızlar, Şamil'in Müridlerinin Çeçenistan ve Dağıstan'da kontrol altında tuttukları bölgelerden çok Şamil'in kontrolunun daha zayıf olduğu Çerkezistan'a ilgi gösteriyorlardı.” “Şamil'in aşağıdaki olumsuz değerlendirmesi muhtemelen 1854'te yazılmış ve 1855'te yayınlanmıştır: Okuyucularımın zihninlerindeki romantik anlayışları yıkma riskine rağmen şunu açıkça söylemeliyim ki, Şamil'in müridlerinden oluşan disiplinsiz ve iyi silahlardan yoksun güruh, dağlarda yenilmez olsalar bile Gürcistan ovalarında tamamen etkisizdirler. 60.000 Çerkez'in iki gün içinde Tiflis'e yürüdüğünü yazan hayalperest Alman gazetecilerin zaman zaman verdikleri zafer haberlerinden daha saçma ve gülünç birşey olamaz. Silahli bir süvari birliğinin desteğinde tek bir Rus bölüğü Şamil'in tüm kuvvetlerini silip süpürmeye yeterlidir... Kabile reisi bunun çok iyi bilincindeydi ve böyle bir harekata hiçbir zaman kalkışmayacak kadar akıllıydı. (Ducan...) Şamil temkinle davranarak Ruslara karşı çarpışan kuvvetleri azalttı./ Şamil gibi Londra'daki Marx da "Çarlığın kendinden emin ve tahrik edici politikası" karşısında müttefiklerin Rusya ile kararlı bir biçimde savaşma istek ve cesaretinden yoksun olmasına kaygı ile bakıyordu." "Paris Antlaşmasından sonra... Ne Şamil'in Müridleri ne de Çerkez ve Abazalar silahlarını bırakmadılar. Dağlılar arasında bir gerilim vardı. Müridlerle Çerkezler faaliyetlerini hiçbir zaman tam koordine edememişlerdi. Amaçları çelişik olmamakla birlikte başarısızlık ve düş kırıklıkları gerilim yaratmıştı. Şamil'in dini emirlerinin katılığı nedeniyle, Dağıstan ve Çeçenistan halkları arasındaki popülerliğini yitirmişti. Ve halk 25 yıldan fazla süren savaşlardan yorgun düşmüştü... Belki de birçok bölgede nüfus azalmıştı." "Kırım Savaşı devam ederken, Kafkaslar'daki Rus silahlı kuvvetlerinin yarısı iç güvenliği sağlamakla -dağlılarla savaşma- görevliydi. Savaşın bitmesiyle... Kafkaslarda üç ordu görevlendirildi. Bu ordular Müridlerin mevzilerini kuşatmak için yavaşça hareket ettiler. General Evdokimov Çeçenistan'ı dize getirebilmek için iki yıl uğraşmıştı... Ruslar 1859 baharında... Veden'i işgal ettiler./... Şamil... Gunib köyüne sığındı... Baryatinsky 40.000 asker ve 48 ağır topu seferber etmişti. Faaliyetler yavaşça ve kasıtlı sürdürüldü." (Henze, s. 7-26, 37, 38)

*

3.1.Birlikten Ziyade İç Savaş Yaşanmıştır


Öncelikle Şamil’in en büyük başarısı olarak söylenen husus bölgede Rus zulmüne karşı direnişte birlik sağlamasıdır. Ancak ne yazık ki bu doğru değildir. Esasen KK’da hiç bir zaman bu anlamda bir birlik olmamıştır. Bölgeyi tam anlamıyla bu yüzden işgal edebilen Ruslar en başta Dağıstan egemenleri olmak üzere bölge feodallerini kendi hizmetlerinde tutmayı her zaman başarabilmişlerdir. Şamil döneminde de büyük ölçüde aynı şey olmuş ve yerli halk arasında Çeçen ve Lezgi ağırlıklı sınırlı bir bölgede sadece sınırlı bir sürede geçici bir birlik sağlanabilmiştir, ki bunun Şamil’in becerisinden daha çok dine bağlılığı çok kuvvetli olan bölge insanının yapısal özellikleri ile Rus zulmünün sonucu olduğu söylenebilir.

*

”Alman kökenli ukala biri olan Niedhardt” ”Danyal Bey’in halkı üzerindeki hakimiyetini yok etmeyi kafasına koymuştu… Danyal Bey’in sabrı taştı. (Ailesi Romanovlardan daha köklü bir hanedan olmasına rağmen) Sultan, o güne kadar Rus devletine sadakatle hizmet etmişti. Gururla giydiği Rus üniformasını yırtıp atan Danyal Bey, burkasını sırtına geçirdi ve dağa kaçtı. Şamil’le ittifak kurarak, güney Dağıstan’ın tamamının ona destek vermesini sağladı… tek suçlusu Niedhardt’tı. Danyal Bey ve Şamil birbirlerini pek sevmezlerdi. Fakat Şamil… Danyal Bey’i oldukça sıcak karşıladı.” “İki gün sonra savaş alanına döndüğünde kazandığı zaferin yerinde yeller esiyordu… Adamlarından birinin kendisine ihanet ettiğini biliyordu. Emirleri yerine getirilmemişti. Naipler, saldıracakları yerde hareketsiz kalmışlardı. Freitag’ın bölgeye ulaşmasıyla artık iş işten geçmişti… Şamil, naiplerine şüpheyle bakacaktı.” ”Artçı birlikler, yine Kabardey alayına mensup kahraman askerlerden oluşuyordu… bu askerler, Şamil’in adamları tarafından yok edildi. Sadece üç asker hayatta kalmıştı… üç general… İki yüz subay ve üç bin beş yüz otuz üç aske rya öldürülmüş ya da yaralanmıştı. Kurin alayından sadece yirmi dört asker sağ kurtulabildi… Kürtlerin üniformaları… dağlarda kaldı.” ”Kabardey, Şamil’in olacak ve Rus ordusu kapana kısılacaktı.” ”Şamil… Rus mevzilerini yok etmeyi vadetmişti… Fakat Freifag’ın emrindeki Rus kuvvetlerini gören aşiret reisleri donakaldı… silahlarını bıraktılar. Şamil’in müthiş cüretkar planı suya düşmüştü”, ”Şamil’in adamları arasındaki itibarı o kadar büyüktü ki herkes Kabardeyliler yardıma gelmediği için kaybettiklerine emindi.” “St. Petersburg’a göre, Korkunç İvan Kabardeyli bir prensin kızıyla evlendiği için Ruslar il üzerinde hak sahibiydi. Ayrıca Rusların 1717 yılında Hiva Hanı’na karşı düzenledikleri sefere, Kabardeyli bir prens komutanlık etmişti. Bu durum, Rusların ve Kabardeylerin eskiden beri müttefik olduğunu gösteriyordu.” “Kabardeyliler onu yüzüstü bırakmıştı.” “Kırım Tatarları, kafire direnen Şamil’i seviyordu. Fakat geçmişteki efsanelerle avunan bu halk edilgen hale bürünmüştü… Şamil’e yardım edemezdi. Onların mücadelesi sona ermişti.” “Şamil, Çerkes aşiretlerini bel bağlayabileceği bir kuvvete dönüştürmeyi başaramamıştı… Aşiretler arasında çıkan anlaşmazlıklar, gönderdikleri yardımın azalmasına neden oluyordu. Abazalar, Ubıhlarla, Adigeler ise her ikisiyle çatışma halindeydi. Müritler, bu aşiretlerin hepsini ilgisiz Müslümanlar olarak görüyorlardı… Bu aşiretler, kendi adet ve törelerine bağlıydılar. Ayrıca, sahip oldukları kabile sistemi, Müritçiliğin demokratik ilkelerine ters düşüyordu./ Şamil, bölgeye ilk temsilcisini 1843 yılında göndermişti. 1850 yılında daha güçlü bir ismi, Naip Muhammed Emin’i bölgeye gönderdi. Bu kurnaz adam, aşiretleri birbirine düşürdü. Korkunç bir şiddetle hükmeden Muhammed Emin, bir yandan düzeni sağlama kisvesi altında katliamlara girişiyor, diğer yandan aldığı rüşvetlerle cebini dolduruyordu. En az yedi Çerkes güzelle evlendi… Zamanla bütün Çerkesya’yı karşısına aldı. Türkler, Rus saldırılarına karşı aşiretleri birleştirmek için bölgeye Sefir Bey’i gönderince, iki rakip arasında şahsi mücadele yaşandı. Neticede Şamil Çerkesya’nın desteğini sonsuza kadar kaybedecekti.” ”Bir adamın Kafkasya’da gaddar biri olarak nam salması için Batıda hayal edilemeyecek derecede vahşi olması gerekir. İşte Rus General Pullo bunu başardı… Çeçenler, bu ahlaksız ve acımasız adamdan nefret ediyordu… acımasız ve adaletsizce muamele etti… bütün Kafkasya ayağa kalktı.” Çeçenler, Şamil’in seçkin askerleriydi.” (Blanch, ŞŞE, s. 283-286, 313-351, 435-452)

"Şamil'e ilk büyük destek Çeçenya'dan geldi. Rus idaresi yüzünden çileden çıkan ve "Ruslar gibi köle yapılacakları söylentileriyle paniğe kapılan" Çeçenler, Ruslara karşı ayaklandılar". "Çeçenlerin Ruslara karşı besledikleri duygular, nefretten daha güçlüydü. Bu Rus köpeklerini insan olarak değerlendirmediklerinden, bu duyguları nefret değildi; fakat iğrenmeydi, tiksinmeydi." (Luxembourg, s. 212, 213, 236-Dipnot)


Çeçenistan "mürtiçilik hareketi için çok önemli bir ülke idi". (Yaşurka, s. 97-99)


Bilinmeyen Avarlar bir süre sonra Yermolov’un yaptıklarının bir kısmını yerle bir edeceklerdi, bilinen bir gerçek de Yermolov’un Şamil’in geçeceği yolları hazırlamış olduğudur, “Yermolov, zalim metodları sayesinde, her zaman birbirlerinden kopuk olan ve devamlı bir hareketlilik içinde bulunan Çeçen ve Dağıstanlıların birleşmesini sağlayarak Dini duygularla birleşen bağımsızlık hareketlerinin ateşlenmesine sebep olmuş”, Şamil de bu ruhu disiplin altına alıp ana güç haline getirmiştir. (Baddeley, s. 151) 

*

Genellikle Şamil’in anlayışının birleştirici olduğu belirtilmesine ve bir yönüyle de öyle olmasına karşın, müridizm anlayışı yüzünden bir yönden de çok şiddetli bölünmeler ve yerel halk arasında çok şiddetli iç çatışmalar yaşanmıştır. Bu konudaki Şamil’in ve bölge halkının icraatlarından bazıları ekteki Müridlerin İç Savaşı Çağrıştıran Uygulamalarından Bazılarını İçeren Liste ile Kafkasya Dağlıları Arasındaki Güç Mücadelesine İlişkin Anlatımlardan Bazılarını İçeren Liste başlıklı listelerde gösterilmiştir. (Ek 3 ve 4)

 

Şamil öncelikle Dağıstan’da kendi çevresinde bölgenin geleneksel anlayışına karşı kendi din yorumuna dayanan farklı bir yaşam anlayışını dayatmış ve uzlaşmaz ayrılıklara neden olmuştur. Bu da zaten dayatmanın olduğu her yerde kaçınılmaz olan doğal bir durumdur. 


Şamil’in icraatlarındaki “iç savaş” hali de bu durumu açıkça göstermektedir. 


Şamil döneminde birlik sağlandığı konusunda yazılanlarda genelde hep dinin birleştiriciliğine vurgu yapılmaktadır, ki bu bir yönüyle doğru olmasına karşın bir yönüyle yanıltıcıdır. Zira dinlerin birleştiriciliği olduğu gibi bölücü nitelikleri de bulunmaktadır ve çok kanlı çatışmalarla dolu dünya dinler tarihinden apaçık görüldüğü üzere din birleştirici olduğu gibi bölücü de olabilmektedir. Bölgede de aynısı olmuş, bölünmeler ve iç çatışmalar yaşanmıştır.

Önemli uygulamalarından birisi olarak bölge giysisi olmayan sarığı kullanması örneğinde de görüldüğü üzere Şamil kendi din anlayışı gereği yerel geleneklere ısrarla karşı çıkmıştır, ki dayatma olan her yerde olduğu üzere, bu da kaçınılmaz olarak tepki çekmiştir.

Dinin bölücülüğüne dair olup Şamil dönemindekine tıpatıp benzeyen çok vahim somut bir örnek güncel olarak 1998 sonrası dönemde Çeçenistan’da yaşanmıştır. Dağıstan kanalıyla dışarıdan güya destek için gelen Vahabist anlayışa sahip yabancılar elbette iç destekçileri sayesinde aynen Şamil döneminde olduğu gibi bölgedeki geleneksel islam anlayışının ve atalardan gelen yaşam şeklinin yanlış olduğunu belirtip kendi islam ve yaşam anlayışlarını yerli destekçileri eliyle zorla dayatmaya kalkışarak, Çeçen toplumunda bölünmeye yol açmıştır. Bunun sonucunda, inanç böler, anlayışını tamamen doğrular şekilde islamın iki anlayışının taraftarları arasında bölünme ve sonrasında da çok şiddetli silahlı çatışmalar yaşanmıştır. Bu durumun bir sonucu olarak Ruslarla savaşın sürdüğü bir ortamda Çeçenler yıllarca birbirlerini öldürmüşlerdir. Geçmişte de aynı durum yaşanmıştır.


O dönemde birlik olmak bir yana Ruslarla savaştan daha çok yerli halk arasında iç savaş niteliğinde çatışmalar olduğu açık olmasına karşın Blanch tersi şeyler yazabilmiştiir.

*

“Kafkasyalılar Papah denen… kalpak giyerlerdi. Bununla beraber Şamil… bir sarık ikame edinmişti. Bu bir dindar liderin başının örtüsü idi.” (Blanch, s. 55)


“Sözlü kanun Adat’ın hakim olduğu her yere yazılı kanun Şeriat’ı getirdi./… danslar, oyunlar, telli çalgıları çalma, tütünü kullanma gibi alışkanlıklar yasaklandı. Bu yasağı çiğneyenler için ölüm cezasına kadar gidin çok sert cezalar vardı./ Şamil, dedelerden kalma geleneklerin düşmanı idi… çok kavimli o zamanki hayatın içinde bu, kuşkusuz ve şüphesiz geleceğe doğru bir atılımdı.” (Yaşurka, s. 128-140) 


Şamil mevcut olan “örf ve adetlere dayanan bütün töreleri tamamiyle kaldırdı." (Al Kadari, s. 119)


Din kardeşliği “tarihi bir yanılsama” ve “Bunun tarihte onlarca örneği var./ İktidar ve makam gibi çıkar çatışmaları devreye girdiğinde, Müslümanlar ‘kardeşim‘ dedikleri insanların kanlarını akıtmakta bir dakika bile tereddüt etmediler, etmiyorlar./ Mesela İslam’ın ilk yıllarındaki dört halifeden üçü ‘din kardeşleri‘ tarafından öldürüldü./ Yani din insanları kardeş yapabilseydi, Hz. Ömer ile Hz. Osman’ı, Hz. Ali ile Hz. Peygamberin eşi Hz. Aişe’yi ve taraftarlarını kardeş yapardı./ Yapamadı ve hepsi de makam ve iktidar için birbirlerini öldürdü./ İslam’ı en iyi anladıklarını düşündüğümüz Hz. Muhammed’in yol arkadaşları sahabeleri bile kardeş yapmayı başaramamış bir dinin günümüz insanlarını kardeş yapacağını sanmak, bana göre büyük bir safsatadan başka bir şey değil./ Diğer yandan din kardeşliğinin önündeki en büyük engellerden biri de dinin farklı şekilde yorumlanması./ Yani bir tane İslam varsa binlerce de farklı Müslümanlık anlayışı var./ Her farklı yorumu benimseyen grup bir ötekini ya gerçek Müslüman kabul etmiyor ya da düşman olarak görüyor./ Birbirinin yorumunu beğenmeyen hatta düşman gören bunca cemaatin, bunca tarikatın, bunca örgütün, bunca farklı din anlayışının geliştiği, kendi içlerinde örgütlendiği bir dünyada tek bir din anlayışından bahsetmek de o dine uygun bir kardeşlik duygusunun oluşacağını düşünmek de kuru bir hayalden ibaret.” (Gültekin) (Levent Gültekin, 24.9.2023, Din, insanları kardeş yapar mı? - Diken)

“İnanç böler, şüphe birleştirir”. (Metin Münir-18 Temmuz 2023-Diyalog Gazetesi)

"Dinsel unsura özel bir dikkat yöneltilmelidir, çünkü bu birleştirici olduğu kadar, parçalayıcı da olabilir." (Öztürk-Serhanların Kaderi, s. 9)


Şamil kaybetmişti, “çünkü kazanması imkansızdı”, baştan beri yalnız Ruslarla mücadele etmemiş, çok daha zorlu bir düşmanla da boğuşmak zorunda kalmıştı, “bu düşman, Kafkasya’daki kabileler arasında bulunan bölünmeydi”, birleştirme çabalarının bölgesel olarak başarıya ulaşmasının tek sebebi “mücadelenin milli bağımsızlık için yapılıyor olmasıydı”, başka hiç bir sebep bu sert Kafkaslıları Şamil’in aynı derecede sert olan idaresi altında tutamazdı. (Baddeley, s. 439-450) 

”Şamil’in acımasızlığı… yüzünden bazı aşiretler, Pullo’nun şeytani gaddarlıklarını bırakıp Baryatinski’nin daha şefkatli yöntemlerini benimseyen Ruslara yanaşacaktı.” (Blanch, ŞŞE, s. 289-301)

“O zamana kadar birbirleriyle savaşan bütün İslam kabileleri dehşet saçarak bir kuvvet olarak birleşmişler ve onların peygamberi ve savaş komutanı ve bir Avar olan Şamil denen adamın arkasından gitmişlerdir. 1834 yılında… cehennemden çıkan ilkel bir çevrenin ateşli prensi olarak sahneye çıkmıştı.” (Blanch, s. 14)


Şamil kutsal savaş gazavatı açıp “birbirleriyle dalaşan dağ kabilelerini gözüpek merhametsiz bir ordu halinde birleştirmişti. İçlerindeki bütün kavgalar imansız saldırıcılar karşısında müşterek bir kin duygusu ile bir tarafa atılmıştı… Herkes Rusya’ya karşı ölünceye kadar direnmeye and içmişlerdi.” (Blanch, s. 19)


"Bunlar… ruhen tamamen özgürdüler. Ancak ondokuzuncu yüzyılda Şamil’in etkisi altında Çarla İmam arasındaki savaş için -haçla hilal arasında- karar vermek üzere hepsi biricik İslam hükümdarı olarak birleşmişlerdi.” (Blanch, s. 30, 31)

*

Görüldüğü gibi başka birçoklarının yaptığı gibi Blanch da doğru olmadığı halde Şamil’in Rusya’ya karşı birlik sağladığını belirtmektedir. Oysa gerçek durum farklıdır ve buna rağmen genelde farklı anlatımlarla yoğun bir bilgi kirliliği ve bu bilgi kirliliğine dayanarak Şamil’e övgü söz konusu olmuş ve olmaktadır.


Mücadele dönemi boyunca Şamil yapabildiğinde iskan uygulamaları da yaparak köyleri nakledip yeni köyler kurarken yerli halk çoğu zaman büyük ölçüde Rus saflarında milis olarak fiilen Şamil’e karşı savaşmıştır. Nitekim 1839’da Ahulgoh yenilgisinden sonra Çeçen bölgesine kaçarken Şamil’i kovalayanlar Dağıstanlılardır ve bunların arasında sonradan naibi olacak olan ünlü Hacı Murat da bulunmaktadır.

Şamil’in anlayış ve uygulamalarının etkisiyle bölgede ortaya çıkan bir diğer ayrılık da özellikle 1850’li yıllarda Muhammed Emin ile Sefer Bey çekişmesinde vücut bulan batıdaki Çerkez bölgesinde ortaya çıkan ayrılıktır ve bunun sonucunda silahlı çatışmalar dahi yaşanmıştır.

*

“Hacı Murat çok kudretli, çok kibirli olmuştu. Şamil’in ölümü halinde onun müridlerin lideri olacağına hiç kuşkusuz bakılıyordu. Bu sebepten 1851 yılında Şamil, kendi ölümünden sonra yerini oğlu Gazi Muhammed’in alacağını resmen bildirmişti… Hacı Murat bunu duyunca hiddetlenerek “kimin halef olacağına yalnız kılıç karar verir…” diyordu. Bunun üzerine Şamil onun rütbesini düşürmüş ve ona bütün ganimetlerini geri vermesi için emretmişti… Şamil direnen Hacı Murat’ı teslim almaya karar verdiyse de… arabuluculuk yaptılar…/ Fakat Şamil artık bir daha Hacı Murat’a güvenilemiyeceğini biliyordu. En yakın naiplerle gizli bir toplantı yaparak onu hain olarak bildirdi ve ölümüne karar verdiler./ Fakat naiplerden biri Hacı Murat’a vaktinde bunu haber vermişti. Hacı Murat… Bir gece kendine en sadık dört müridiyle en yakın Rus birliğine kaçtı.” (Blanch, s. 244)

“1840’ta… Dağlılar, akın akın Şamil’in saflarına katılıyordu… Onun yönetimi altındaki aşiretler, Çeçenistan ormanlarında bir çeşit gerilla savaşı yürütüyordu.” “Rivayete göre kıyı şeridindeki ayaklanmalar… İngilizler tarafından gizlice organize edilmişti… 1839 yılında Ubıhlardan oluşan büyük bir birlik, beş bin Rus askerine saldırdı. Yüzbaşı Bell, Ubıhlara bizzat komuta ediyordu.” ”Çerkesler, Şamil’in saflarına katılmaya hazırlanıyordu.” ”Gazi Kumuk’a baskın düzenleyen Şamil aşiret reisini… öldürdü.” “Hacı Murat’ın cengaverliği ve cüreti, Müritler arasında hem hayranlığa hem de kıskançlığa neden oluyordu… şikayetler İmam’ın şüphelerini doğrular nitelikteydi… kibirlenmeye başlamıştı. Bir gün Şamil öldürülürse… başa geçeceğine şüphe yoktu. Şamil, ikinci oğlu Gazi Muhammed’i veliahdı ilan etti… Hacı Murat öfkeden deliye döndü. ”Kimin başa geçeceğine kılıç karar verir” diyordu. Naibinin yaptığı küstahlığı öğrenen Şamil, Hacı Murat’ın rütbesini elinden aldı ve o güne kadar kazandığı savaş ganimetlerini teslim etmesini emretti. O dönem Batlindge avulunu yöneten Hacı Murat… ”… istiyorsa gelsin, kılıcıyla alsın!” Bu, isyan demekti… araya giren bir grup molla, tarafları uzlaşmaya ikna etti…/ Şamil, artık Hacı Murat’a güvenemeyeceğini biliyordu… Hacı Murat ölüme mahkum edildi… naipler ona destek verdi./ Fakat adını bilmediğimiz bir naip… Hacı Murat’ı uyardı. Olanları öğrenen Hacı Murat… En sadık dört müridiyle birlikte kaçıp en yakın Rus kalesine sığındı…/ Hacı Murat’ın hayatı ve akibetini… harikulade… anlatan Tolstoy… çoğu bilgiyi askeri arşivlerden… aldı…/ İlginçtir ki Tolstoy… dağlıları tarif ederken sürekli ”parlak”, ”şen” ve ”sakin” kelimelerini kullandı… bu insanların masum neşelerine ve keyifli hallerine işaret ediyor… basit ve vahşi cazibesini hissetmesini sağlıyordu.” ”Hacı Murat, Şamil’e karşı… silah ve adam… istedi”, ”Şamil’in, oğlunun gözlerini oydurduğu kulağına gelmişti./ 23 Aralık 1851 tarihinde kaleme aldığı bir mektupta Tolstoy… ”… Hacı Murat Rus hükümetine teslim oldu. Çeçenistan’daki en iyi savaşçı ve atlıydı ama yine de böyle bir adiliği yaptı.”… Yeni kavuştuğu bu doğanın gerçekliği (ve bütün doğayı temsil eden Kazak kızı Marinka) karşısında başı dönen Tolstoy kaçtığı dünyadan nefretle bahsediyordu.” ”Hacı Murat… dağları görebiliyordu. Oğlu, o dağlarda bir yerde, üç metre derinliğindeki berbat bir çukurun içinde çürümeye terk edilmişti. Belki gözlerini bile oymuşlardı. Şamil, avulun birinde ailesini esir tutuyordu… art arda gönderdiği mektuplarda onu affettiğini söylüyor ve iade-i itibarda bulunacağını yazıyordu, Fakat Hacı Murat, Şamil’e güvenmiyordu.” (Blanch, ŞŞE, s. 289-301, 353-376)

Sınırlı ve sosyal programı yetersiz olsa da, müritler hareketi halkın bir bölümünü Rus çarlığına karşı ve yerel feodallere karşı birleştirmişti. Bu olumlu tarafıydı, ancak “İslamcılığın yeni türünde gerici kabuğu ile örülmüş olması, olumsuz tarafıdır", hareketin anlayışına göre "Şeriat'a tabii olan herkes... savaşmalıdır", ancak ilk zamanlarda "gerçekten inananların sayısı küçümsenmeyecek kadar azdı", çetin bir mücadele gerekti, mesela Arakan'ın sakinlerinin hemen Şeriat'ı kabul edip gazavata gitmeleri emredildi, "aksi halde köyü yakmakla kalmayıp, tüm sakinleri yaşlıdan çocuğuna kadar yok edeceği" belirtildi, Arakanlılar itaat etmek zorundaydılar, "Güney Tabasaran halkı, çarlığın hizmetinde kaldı ve bunun için müritlerce 'tam yıkıma' mahkum edildiler", Gazi-Muhammed "Çeçenistan üzerinden Kızılyar kenti üzerine yürüdü... Kızılyar'ı fazla zorlanmadan alarak... ganimet alarak yoluna devam etti./ 1832 yılının ilk bahar ayında... Çeçenistan yolunu tuttu. 'Müritler Çeçenistan'ın derin bölgelerine daldılar'", cephe arkası olmayan bu tür saldırılar yüzünden 1832 yılında "baron Rosen Çeçenistan'a girdi ve 'ülkeyi genel yıkıma' uğrattı-60 kadar köy ve kasaba yakılmıştı", Gimri'de müritler hezimete uğradı". (Yaşurka, s. 75-83)


Şubat 1831'de "çok sayıda silahlı yandaşıyla beraber Hunzah köyünü bastı. Fakat Pahu Bike... onları püskürterek Gimri'ye dönmek zorunda bıraktı./... Gazi Muhammed Efendi kalede bulunan Rus birliklerine karşı taarruza geçti ise de ağır kayıplar vererek geri döndü." Daha sonra 1831'de "Gazi Efendi... Avarya'ya çekilip Çeçenya'ya doğru sefere çıkarak büyük bir kargaşa yarattı.../ Aynı yılın kasım ayında... Çeçenya'ya yeniden sefer düzenledi." (Al Kadari, s. 111-113)


Bu dönemde Ruslarla bir meydan savaşına tutuşmaktan kaçınan Şamil inanılmaz bir hızla oradan oraya koşuyor, “Ruslarla barış içinde yaşayan Çeçen köylerini basıyor ve kendisine katılmakta tereddüt edenleri sert bir şekilde” cezalandırıyor. (Baddeley, s. 332, 333)


“Şamil'in baskıları birçok kimsede düşmanlık hisleri uyandırdı. Fakat Rusların tavrı, Şamil'in bir çok potansiyel düşmanının ona sadık kalmasını sağladı." (Luxembourg, s. 215, 216)


Şamil açık düzlüklerde bulunan bütün köylerin halkına “aileleri ve malları ile birlikte ormana taşınmalarını ve dedelerin evlerini ateşe vermelerini” emretmişti. (Yaşurka, s. 100, 101)


"Irgan hezimetinden sonra... Ahulgoh civarında Çirukta Köyü'ne gittiler. Çiruktalılar, yurtlarını bırakıp öteye beriye dağılmak istiyorlardı. Şamil bunları tehdit eyleyerek cümlesini toplayıp Ahulgoh'a getirdi. Hep birden oraya yerleştiler./ Aradan bir müddet geçince Hunzah ve Ensal münafıklarıyla Ruslar, Aşiltaya cihetlerinde  toplandılar." (El-Karahani, 66, 67)

*

3.2.Zor ve Dayatma Esastır

Şamil’in dayatmacı uygulamaları da yer yer yeni düşmanlıklar ve bölünmeler ortaya çıkarmıştır.

Şamil'in kişiliğinin bir ölçüde anlaşılmasına ışık tutacak bir eser olarak görülebilecek olan El-Karahani’nin eseri bu konuda tanıklıklar içermektedir. 


El-Karahani’nin eseri şöyle tarif edilmektedir: Şamil'in yanında mücadeleye bilfiil katılmış Kafkas asıllı bir yazarın Arapça yazılmış eseri olan kitap, 1826-1859 dönemindeki mücadelenin "ilk kaynağı olma özelliğine sahiptir." Medine'de Mehmet Akif Ersoy tarafından Şamil'in oğlundan alınıp getirilmiştir. (El-Karahani, içinde, Önsöz-H. Ahmet Özdemir, s. XXIII, XXVIII)


Bu kitaptaki anlatıma göre, Şamil;


-Yolda gördüğü iş gören kadınların kıyafetini beğenmeyince onlara sopayla saldıran,

-İçki içip eğlenmek isteyen köy sakinlerine kılıç çeken,

-Bazı işleri birlikte ve çabucak yapmaya yarayan ve bizim köylerimizde bile uygulanan "belhxi" denilen geleneksel imece usulü çalışmaya kadın-erkek bir arada bulunduğu için fiilen saldıran,

-İstediğinde saldırıp adam öldüren,

-İstediğinde insanların malına el koyan,

-Benim dediğim geçerlidir, neredeyse Allah'ın sözü gibidir, diye dayatan,

-Her tür şiddeti uygulayan,

zorba bir anlayışın uygulayıcısıdır. (El-Karahani)

El-Karahani’nin bu anlatımdan görülen, müridizmi "bir anlamda çağdaş İslam'daki popüler kitle hareketlerinin habercisi" şeklinde gören Karpat'ın tespitine hak verdiren bir tablodur. (Karpat, ÇERKESLERİN SÜRGÜNÜ içinde, s. 67-71)

Sanki Şamil Humeyni'nin,

Müridler de günümüz işid'cilerinin,

önceli-habercisi gibidirler.

*

Şamil ile ilgili nadir olan siyasal islamcılığına vurgu yapan değerlendirmelerden biri şöyledir: “Çarlığa karşı mücadelesi ve gözüpekliği nedeniyle pek çok süslenmiş Şeyh Şamil, aslında, şeriatı gerçekleştirmek isteyen bir tarikat mensubundan başka bir şey değildir". (Yalçın Küçük, Sırlar, s. 94, 95)

*

El-Karahani’nin bu kitabını yayına hazırlayan Özdemir Türkçe metinlerdeki genel anlayışa paralel bir şekilde Şamil’i gayet olumlu olarak anlatıp övmektedir. Özdemir’in övmesine karşın fiilen Şamil’in yanında bulunmuş olan yazar El-Karahani’nin yazdıklarında ise bu övgüleri haklı gösterecek bir anlatımdan ziyade söz konusu olumlu nitelemelerle çelişen farklı bir Şamil anlatımı bulunmaktadır. El-Karahani’nin kitabında anlatılan Şamil’in uygulamalarından anlaşılan odur ki, o dönemde genelde Ruslarla mücadelenin yanı sıra mürit hareketinin yaklaşımı sonucu belki de Ruslarla mücadeleden daha çok müritlerle yerli halk arasında iç savaş niteliğinde çatışmalar ve sanki Ruslarla savaştan daha çok "Rus'a gerek yok, münafık çok" anlayışıyla sürdürülen bir tür “iç savaş” yaşanmıştır. (El-Karahani, 58)

*

"Ruslar Muhammed Mirza ve Ahmed Han ile maiyyetleri, bir de -Şamil'e son derece düşman bulunan- Andilel ve Kuval ahalisini alıp Şamil'e gece baskını yapmak istediler... Şamil muhacimlerin çoğunu katl ve bakiyesini esir eyledi." Ruslar top atışına başlayınca Hacı Taşev köyden çıkıp gitmeyi öneriyor, Şamil ise "izin veremem. İzinsiz çıkmaya kalkışırsa da arkasının ortasına bir kurşun yapıştırırım" diyor. Burada "kırk günden ziyade muhasarada kaldılar", "Şamil görüşmek amacıyla Feze'ye elçiler göndermişti", rehineler verip görüştüler. "1837 savaşları sonunda Hunzah Rusların elinde kalmıştı." (El-Karahani, 53-56)


"Rus'a gerek yok, münafık çok". (El-Karahani, 58)

*

 3.3.Acımasızlık Egemendir


Şamil’in bir özelliği de son derece acımasız oluşudur ve yanında celladıyla gezen biri olmuştur. 


Bu konudaki bazı anlatımlar şöyledir:

*


“Şamil ona yardım etmeyen avullara yıldırım gibi gitmeyi adet edinmişti. İntikamcı bir hükümdar gibi korku içindeki kitleler içinde… bazı kararları daha yerinde tatbik edecek gibi yürüyordu. Bir sadakata karşı en ufak bir şüphe edilince eller kesilirdi. Sağda solda taş toprak içinde başlar yuvarlanırdı. Şamil itaat istiyordu. O Allahın peygamberiydi ve onun isteklerini icra etmek için doğmuştu.” “Kafkasya savaşlarında 1834’den 1859’a kadar yarım milyon Rus ölmüş olduğu kabul olunmaktadır… Cesaretle ölüyor… bir çoğu kılıçlarla parçalanıyorlardı… Eğer Şamil’in esir çukurlarına düşerlerse yoksulluk, pislik, vatan hasreti ve umutsuzlukla ölümü bekliyorlardı.” Şamil gaddar değildi, “tehlikeli olabilecek herkesi öldürmekten çekinmezdi.” “Kafkasyalılarda gaddarlık mükafatın bir parçası idi, onu hakkın ve intikamın yerini bulması için yaparlardı. Adalet ve intikam olmadan şeref olmazdı ve Kafkasyalılar için de şerefsiz de bir yaşantı olamazdı.” “İnsan canı ucuzdu, vakit ise yeteri kadar vardı./ Şamil acı sonunu.. görüyordu ve dinsizlere… pahalıya ödetecekti. Ne gururu ne de imanı sarsılmamıştı. Savaşı en son erine kadar uzatmak istiyordu. O hala Allah için savaşıyordu.” “Şamil iriyarı bir kimse idi… Yanında muhafızı ve birinci celladı vardı.” (Blanch, s. 132, 172, 187-189, 261, 306)


Dağıstandaki kan davası anlayışı dinden değil adetlerden kaynaklanmakta olup, “Şamil, Şeriat’ı yaymak için ateş ve kılıca bütün şiddetiyle baş vurdu. Kan davalarının üzerine sert bir şekilde yürüdü.” Gelenekler güçlüydü, Şamil’den sonra geleneklere dönülmüştür. (Baddeley, s. 241)


"Şamil bu organizasyonu içinden güçlendirmeye çalışarak... isyankarları silah zoru ile bastırıyor, bazen en büyük cezalandırma metodu-köyleri bile yok edebiliyordu. Mesela Untsukul yer yüzünden silindi". (Yaşurka, s. 105-108)


"Şamil, demir bir elle hüküm sürüyordu... Dağıstan'da çok kuvvetli olarak yerleşmiş bulunan "kan davalarını" ortadan kaldırmakta da başarılı oldu. Bir köyde böyle bir ölüm olayı meydana gelince, kendi emirlerinin hilafına böyle bir olaya sebep olan kişileri tutuklamak üzere iki yüz atlı gönderdi. Katilleri destekleyen köy halkı, Şamil'in adamlarını köyden sürdü. Bunun üzerine bizzat Şamil'in kendisi, büyük bir kuvvetin başında olay yerine geldi ve halkı teslim olmaya ikna ettikten sonra kadın, çocuk ve erkeklerden oluşan yüz aileyi, bir daha otoritesinin ihlal edilmemesi için idam etti." "Şamil'in, gönülsüz kabilelere sert bir şekilde misillemelerde bulunmasının yanı sıra, Vorontsov'un Dargo seferinin başladığı sırada elinde bulunan otuz üç Rus savaş esirini idam ettirmişti. Bu askerler, kirli bir kuyu içinde fidye almak için bekletilmişlerdi." (Luxembourg, s. 206, 207, 229)

*

Bu acımasızlıklar eleştirilmeden Şamil’in sürekli övülmesi şaşırtıcı sayılmalıdır.


3.4.Peygamberlik İddia Edilmiştir


Aşağıdaki ve benzeri diğer çeşitli ifadelere bakılırsa Şamil’in açıkça kendisini peygamber olarak göstermek istediği de anlaşılmaktadır. Bir anlamda siyasal dinciliğe destek niteliğinde de görülebilecek olan Şamil’in peygamberlik iddiasının sanki doğruymuş gibi kabul edilerek itirazsız karşılanması da şaşırtıcıdır. 

*

“Şamil ve Çar Birinci Nikola. Her ikisi de dini kanaatlerine dayanıyor… Dağıstan’ın iptidai taş evleriyle Petersburg’un geniş sarayları arasında yüzyıllar yatıyordu.” “Şamil her ne kadar kendisinin Allah tarafından gönderilmiş bir insan olduğuna inanıyorsa da kendisinin şahsi hiç bir ikbal düşkünlüğü yoktu… Allahın isteklerini icra eden büyük bir amacın aracısıydı… İster dost ister düşman herhangi bir kimse onu ve bu görevleri arasında olursa olsun yokedilmeliydi.” “Şamil kendisini annesinin üzerine attı ve ağlamaya başladı… fırladı./ “Allahü ekber” diye bağırdı ve “Muhammed onun ilk ve ben ikinci peygamberiyim”.” Habibat “Şamil’in yüzüne karşı kendisini Allahın bir peygamberi olduğunu söylemesinin bir küfür olduğunu söylemişti.” (Blanch, s. 76, 111-115, 128-132, 398, 399)

“İMAM/… en fazla önem verdiği meseleyse kendisinin Allah tarafından vazşfelendirildiğinin kabul edilmesiydi. Gimri’de… öldüğü düşünülürken yeniden ortaya çıkmıştı. Bu durum, Dağıstan halkının Şamil’in Allah tarafından seçildiğine inanmasını sağladı…/ Çerkes aşiret reisleri, Şamil’i büyük saygıyla karşıladı ancak ona katılmayı reddetti… Şamil, karargahını… Ahulgo’ya kurdu”, ”hazineyi doldurmaya başladı. Gelirlerin bir kısmı, yaralı Müritlere ve ailelerine bağlanan aylıkları ödemeye ayrıldı.” ”Rusların attığı her adımdan haberleri oluyordu”. ”Şamil’in ordusu, onlu teşkilat sistemine göre oluşturulmuştu… Müritler arasında en küçük bir itaatsizliğin cezası idamdı.” ”İhtiyaç halinde naipler, her haneden bir adamı askere alırdı… Şamil’in emrinde ölmeye yemin eden herkese ayda iki çuval un verilirdi… Naipler, kendilerini tamamen davalarına adamışlardı… ant içmişlerdi… münevver ve ferasetli kişilerdi… hem koruma hem kadı hem yardımcı hem seçkin asker hem de gizli polis olarak görev yapıyordu.” ”Şamil, savaşçılarının kılıçlarından cihat yolunda sallanan cennetin kılıçları diye bahsediyordu.” (Blanch, ŞŞE, s. 181-185)

*

3.5.Teslim ve Barış Karşıtlığı Anlatımları Gerçeğe Aykırıdır

Şamil ve müridlerin Ruslarla bir arada yaşamak ve barış yapmak istemediği gibi hususlarda gerçek durum ilgili bölümlerde vurgulandığı üzere apaçık ortada olduğu halde fiili durumun tam tersi anlatımlar yapılabilmektedir. (Blanch, s. 15, 161, 173)


Bu konulardaki ifadelerin gerçeklikle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur ve hatta çoğu zaman gerçek durum tam tersidir. 


Sovyet tarihçi Bushuev’e ait olduğu ve Bolşeviklerin yeteri kadar incelenmemiş KK tarihi konusunda doğru bilgilere meyilli oldukları 1937-38’de hazırlanıp 1939’da kitap haline getirildiği belirtilen Yaşurka’nın eserinde yazılanlara bakıldığında, Şamil’in en yakınındakilerin bir ayaklarının sürekli Ruslarla aynı yere bastığı görülmektedir. (Yaşurka, içinde Önsöz, Hadi Mansur, s. 1 ve s. 148-151) 


Ancak farklı anlatımlarla Şamil’e övgü söz konusu olmuş ve olmaktadır.


Ve ayrıca Şamil neredeyse eleştirilemez haldedir.


Türkçe eserlerde zaten Şamil en dokunulmaz kahramanlardan biri durumundadır; öyle ki çoğu zaman övgüde ölçü tamamen kaçmaktadır. Bazı Şamil anlatımlarında gerçeğe apaçık aykırı ifadeler de kullanılmaktadır ve ne yazık ki bu tür gerçeğe aykırı anlatımlar Erkilet örneğinde olduğu üzere profesör unvanlı kişilerce dahi yapılmaktadır. (Erkilet, s. 172) 


Ruslarla bir arada yaşamak istemediği hususunda olduğu gibi Şamil’in barışla ilgili yaklaşımı konusunda da gerçek durum apaçık ortada olduğu halde çalışmamızın bu bölümünün “4.Anlatımlarda Şamil’in Çeçen Düşmanlığı” kısmında ifade edildiği üzere fiili durumun tam tersi anlatımlar yapılabilmektedir.

*

”1837 yılına dönelim… General Fese, Şamil’in nihayet bozguna uğratıldığını, Ahulgo’nun yerle bir edildiğini… teşkilatlı direnişin son bulduğunu bildiriyordu. Ayrıca Şamil’in barış istemek zorunda kaldığını ve kendisinin ateşkesi kabul ettiğini de ekliyordu böbürlenerek… Şamil, zaman kazanmaya çalışıyordu.” ”Şamil, kendisine itaat edilmesini bekliyordu. Allah’ın iradesini yerine getirmek için dünyaya gelmişti”, ”zaman, Şamil’e kendi kuvvetlerini eğitip donatmak… için imkan tanıyordu. Bu nedenle zamana oynamaya karar verdi. Naipleriyle istişare ettikten sonra Rus karargahına aşağıdaki mektubu gönderdi:/ İmam Şamil, Taşof Hacı… Muhammed Ömeroğlu ve… alimlerinden. Esirler verdiğimiz bu mücadelede Rus Çarı’yla yaptığımız barışı, iki taraf da birbirine herhangi bir yanlış yapmadığı müddetçe bozmayacağız…/ Anlaşmanın sonuçlanmasının ardından Şamil dağlara döndü… avulları tamir ettirdi… barış anlaşması yaptığı için itibarını kaybettiğini düşünmüyordu. Neticede söz konusu olan Kur’an üzerine edilen yeminlerde olduğu gibi şerefli değildi. Müminler, kendilerini kafirlere karşı yükümlü hissetmediğinden istediği gibi söz verebilir ve sözünden dönebilirdi. İnancı, böyle durumlarda büyük kolaylık sağlıyordu. İlginçtir ki Ruslar da benzer görüşlere sahipti. Kafkasyalı vahşilere verdikleri sözlerin, büyük devletlerle yaptıkları anlaşmalar kadar bağlayıcı olmadığını düşünüyorlardı.” (Blanch, ŞŞE, s. 190-192)

*


3.6.Algı İçin Tiyatral Çabalar


Benzer algı yaratmaya yönelik sahnelerin başka zamanlarda ve başka konularda da yaşandığı bazı anlatımlardan anlaşılmaktadır. 


Tam anlamıyla algı için yapılan tiyatro gösterisi niteliğindeki bir sahne anlatımı gibi görünen aşağıdaki iki anlatımdan birinde 18 yaşındaki oğlunu veliaht tayin edecek anlayışta biri olan Şamil güya hak eden biri seçilsin diyerek İmamlığı bırakmak istemiş, ısrar üzerine görevde kalmıştır; ikincisinde de Gürcü prensesler için istenen bir milyon ruble yerine Allah’ın emri böyle denilerek 40 bin ruble ile yetinilmesi sağlanırken prestij de korunmuştur. Algı oluşturma çabası konusunda başka anlatımlar da bulunmaktadır.

*

“Dağıstanlı alimlerin 1847 yılında babasının ölümünden sonra imamatın mirasçısı seçilen Gazi-Muhammed’in oğlu üçüncü yönetici oldu”. “Müritlerin hareketinde önemli rol tutan başka bir kurultay, Andiya’da 1847 yılında yapıldı. Burada Şamil, halkının ve naiplerin ‘itaat etmeye ve mücadele etmeye daha ne kadar hazır olduklarını’ denemek istedi…/… imamlığı bırakmak istediğini, bu görevi hak eden, yetenekli birinin seçilmesini istediğini… duyurdu. Toplantı ise oy birliği ile halkın davasına Şamil’den daha iyi kimsenin hizmet edemeyeceğini, iradesine tamamen uyacaklarını… söylediler. Böyle bir cevaptan sonra Şamil halkın iradesine itaat edeceğini… yazılı bir belge hazırlattı”. “1847 yılın sonunda Şamil tüm naiplerine, alimlerine ve otorite sahibi insanlara İçkeriya’nın Belgit köyünde toplanmasını emretti. Burada onlara, Şamil’in oğlu Gazi-Muhammed’i imamın halefi olarak kabul ettiler ve bağlılık yemini ettiler. O andan beri… anlaşmazlıklar ve düşmanlıklar başladı. Daha önce iktidar arayan naipler, Şamil’in niyetlerini kötüye tefsir ederek, zenginlikleri biriktirmeye başladılar…/ Şamil’in devletinde, aktif taşıyıcıları çok zengin naibler olan, feodal ilişkiler temel atmaya ve kök salmaya başladı.” (Yaşurka, s. 118-140, 162-164) 


“4 Aralık 1855 de acı bir soğuk günün sabahında… bir troyka Moskova’ya hareket etmişti. Cemaleddin’in Kafkasya yolunun ilk kısmı başlamıştı.” “Oğlumdan başka bir milyon ruble ve yüzelli müridin serbest bırakılmasını istiyorum”. “Ailenin verebileceği hepsi kırkbin ruble idi… müridlerin hazinesi için devletin parasını isteyemezdi.” Cemaleddin’in Gürcü prensesleriyle değiş tokuşunda tercüman “Yırtık bir Ermeni olan Gramof Rus ordusunda görevli idi… Dağıstan aslanı ile olan konuşmalarını tam metin olarak bırakmıştı.” Şamil “Bildiğiniz gibi yalnız olarak karar veremem” diyordu. “Jamul-u-din işi ele aldığını ve Şamil ile işin nasıl barış ve tatmin edici bir sonuca vardırılması için başbaşa konuştuklarını anlatıyordu.” “Şamil ve Molla hayret edilecek bir plan düşündüler. Bununla Şamil haysiyetini korumuş olacak ve isteklerinden vazgeçtiği intibaını silecek ve Allahın izniyle tab’alarının hırsını bu suretle atlatmış olacaktı. Dağlarda çok tanına bir münzevi yaşıyordu… Bu ermiş adamı Şamil avula çağırdı… halk da bu kahini dinlemek istiyordu. Şamil tutsakların değiş tokuş işini bu münzevinin halledeceğini söyledi. “Sizin İmamınız olan ben bile bu işte karar verecek durumda değilim, çünkü herkes benim sevgili oğlumun dönmesinden başka bir şeyi düşünmeyeceğimi zannedecekti” diyordu./ Kahin Şamil’in balkonundan halka hitabetti…/ Gece ve gündüz bu dini merasimin sesleri duyuldu…/… Ancak müridler ona o derece saygı gösteriyorlardı ki yavaş yavaş Allahın emrini -aslında Şamil’in- onlara kabule zorlamıştı… hiç bir müridde bir milyon rubleyi istemekten vazgeçmenin onların vicdanlarını kurtarmaktan başka bir çare olmadığına şüpheleri kalmamıştı. Dünya bir cesettir, onu koklayan bir köpektir..” “Martın onbiri olan Perşembe gününü Şamil değişme günü olarak tayin etmişti.” (Blanch, s. 328-337)

”Naiplerine yakın zamanda İngiltere ve Osmanlı’dan yardım geleceğini söylüyor… Kraliçe Victoria ve Sultan’la irtibat halinde olduğunu anlatıyordu.” ”Gururu da imanı gibi sağlam olan Şamil kararlılığını koruyordu. Savaşacak tek bir kişi kalıncaya kadar mücadeleye devam edecekti… yaptığı zekice hamlelerle dağlıları etkilemeyi başarıyordu”, ”bir saldırı düzenlenecekti… Şamil, öldüğüne dair söylentilerin yayılmasını sağladı. Ölüm döşeğinde, sevenlerinin planlarını muhakkak gerçekleştirmesini vasiyet etmişti… uzaktan izliyordu. Müritlerinin bocalamaya başladığını gördüğü anda, beyaz atına atladığı gibi dağlardan aşağı indi… görenler, Şamil’in ruhunun geldiğini zannetti… Müritler artık yenilmez olmuştu. Deli gibi savaştılar ve zaferi kazandılar./… Şamil, askerlerini etkilemenin bir yolunu buluyordu.” “Şamil, yeni taleplerden Prens David kadar rahatsızdı; ancak açgözlü naipleri, böyle istemişti.” “Müritler, yeni taleplerde bulunmaya karar vermişti”, “sadece kırk bin ruble denkleştirebilmişlerdi.” “Gramov, Şamil’in aklından geçenleri gizlemekte ne kadar mahir olduğunu gözlemledi.” “Gramov, naipler taleplerinde ısrarcı olduğu için Şamil’in geri adım atamadığını gözlemledi… Şamil’le baş başa görüşmediği takdirde meseleyi halledemeyeceğini fark etmişti… Ertesi gece Gramov, gizlice İmam’ın odasına götürüldü.” “O gece prensesleri ziyaret eden Molla Cemaleddin” “Şamil… benim oğlum. Ben onunla konuşurum.” “Şamil ve Molla, muhteşem bir plan yaptılar… inzivaya çekilen… bir adam yaşardı. Şamil, bu adamı Büyük Avul’a getirttirip kendi odasına yerleştirdi… halk, kahini görmek için avulun kapısına toplanmaya başladı. Şamil, esirlerin salıverilmesine bu adamın karar vereceğini ilan etti…/ Muhterem ziyaretçi, Şamil’in balkonundan halka hitap etmeye başladı… Hareketleri hızlanmaya başlamıştı… Sonunda vecde geldiler./ Bu zikir, günlerce devam etti…/ Molla Cemaleddin… bu münzevi adamın Müritleri etkileyebileceğine pek inanmıyordu. Fakat halk, adama yürekten hürmet gösteriyordu. Bu münzevi adam, yavaş yavaş Allah’ın iradesi dediği şeyleri halka anlatmaya başladı. Aslında söyledikleri, Şamil’in istekleriydi…/ Bazen araya giren Şamil, etkileyici vaazlarda bulunuyordu.” “Şamil, esir takasının 11 Mart Perşembe günü yapılmasına karar verdi. Haftanın en sevdiği günü Perşembe’ydi.” “Esirler dahi Şuanat ve Emine’den ayrılacakları için üzülüyordu. Avulda yaşamayı bu kadar benimsediklerine şaşırıyorlardı.” (Blanch, ŞŞE, s. 343-351, 392, 491-505)

"Şamil tarafından 1842'de hapsedilmiş olan teğmen Orbeliani'nin, 1943 Şamil imamlığının dini, sivil ve askeri yönetimi ile ilgili raporu”ndan: "Dini liderlik, Şamil'in hızlı bir şekilde yükselişini temin eden gerçek sebebi teşkil eder... Şamil, kendisinin Peygamber'in temsilcisi... olduğu ve Allah ve din için savaştığı fikrini aşılayarak... Peygamber'le gayb aleminde buluşup görüştüğü söylentisini yaymak suretiyle, saf Dağıstanlılar'ın ruhuna tam manasıyla hakim olmayı başarmış ve onlardan yararlanmıştır.” "Şamil, saf Dağıstanlılar'ın gözünde daha da yükselmek için çeşitli siyasi tedbirlere başvurmaktadır... Osmanlı Sultanı ile Mısır Paşası'nın... imdadına yetişmeye söz verdiklerine inandırmaya çalışmaktadır... Türk veya Mısır büyükelçilerini veya kendisinin de elçiler gönderdiği Kabarda'nın prenslerini kabul ettiği bahanesiyle günlerce bir yere kapanıp ortaya çıkmadığı da olmaktadır... Şamil'in müridlerine göre güya Sultan'dan gelen, büyük mühürlü kağıtlar üzerine yazılmış mektupları gösterdiği de vaki olmaktadır. Fakat gerçekte bu mühürler bile Dargo'da Erpeli asıllı bir mücevheratçı olan Butam Üstad tarafından imal edilmiştir." "Bu çeşitli tedbirler sayesinde Şamil Dağıstanlılar'ın gözünde büyük bir prestij elde etmeyi başarmıştır. Fakat... Şamil'in veli olduğu inancı artık eskisi kadar sağlam değildir." (Bennigsen, s. 327-343)

*


3.7. Asıl Beceri: Algı Oluşturma


Bütün bu anlatılanlar birlikte düşünüldüğünde Şamil’in tam bir taktik ve algı ustası olduğu ve genelde tüm öne çıkan toplumsal yönetici ve aktörlerde olduğu gibi yönetmedeki asıl becerisinin de buradan geldiği söylenebilir. 


Şamil’in o sert coğrafyada büyük ölçüde bu çok önemli becerisi sayesinde liderliği ele geçirdiği ve sürdürebildiği düşünülebilir. 


Zira çeşitli anlatımlardan öyle anlaşılıyor ki doğal olarak insanın olduğu her yerde olduğu ve olması gerektiği gibi o bölgede de şiddetli bir iktidardan pay kapma mücadelesi yaşanmıştır. Özellikle Dağıstan’daki utsumi, şamhal, masum, han, bek gibi Ortadoğu ve Orta Asya kaynaklı unvanlara sahip tecrübeli derebeylerinin alışkın olduğu A Game of Throns/Taht Oyunları denebilecek türden çabalar eksik olmamışa benzemektedir. (Yaşurka) 


Hatta 1917 sonrasındaki olaylardan da görülebileceği üzere Dağıstan’daki önde gelen derebeylerin büyük bir çoğunluğunun asıl amacının bağımsızlıktan ziyade güç elde etmek olduğu varsayılabilir. 


Her ne kadar hep ikbal düşkünlüğü olmadığı belirtiliyorsa da Şamil de sanki bu güç elde etme oyununda kendi rolünü oynayıp başarılı olmuş gibidir; ve kuşkusuz kendince, kendi anlayışına göre olumlu işler yapma niyetiyle hareket ettiği bu süreçte gayet inançlı olan bölge insanları nezdinde çok önemli bir faktör olan din de en önemli gücü olmuştur.

*

Bir yoruma göre Şamil'in "sürükleyici ve ateşli konuşma becerisi vardı”, o kadar güçlü ve akıllıydı ki savaş hileleri ve başarıları, “bu merhametsiz ve ustaca sürdürdüğü ve yıllar süren savaşta halk arasında organize ettiği nizam ve düzeninden çok şey kazandırıyordu", “kendi görüşlerini kabul ettirebilen bir konuşmacı idi". (Yaşurka, s. 118-124) 


“Şamil her ne kadar kendisinin Allah tarafından gönderilmiş bir insan olduğuna inanıyorsa da kendisinin şahsi hiç bir ikbal düşkünlüğü yoktu… Allahın isteklerini icra eden büyük bir amacın aracısıydı.” (Blanch, s. 111-115)


Şamil’de şahsi hırslar aramak boştur, “hayatını ülkesinin milli bağımsızlığına adamıştı”, tek yolun bir millet halinde Şeriat’ın ve kendisinin emirlerine uymak olduğu görüşündeydi. (Baddeley, s. 439-450)


”Şamil’in önde gelen naiplerinden Ahverdi Mahoma, 1840’ların ortalarında Çeçenistan’a bir dizi cüretkar baskın düzenledi… Mozdok’a kadar ilerledi… esirler arasında, on altı yaşında bir Ermeni kızı vardı: Şuanat… Şamil’e takdim etti. Şuanat… Şamil’i görür görmez aşık oldu. Şamil’le aralarında en az yirmi beş yaş fark vardı, farklı dinlere inanıyorlardı… Şamil, dilediği kadını eş olarak alabilirdi ama o Şuanat’ı seçti. Şuanat… ömrünün sonuna kadar… Şamil için yaşıyordu… Şamil’in yanında o kadar mutluydu ki hiçbir şeyi gözü görmüyordu… Tesettüre girdi…/ Şamil’in toplamda beş eşi oldu… son eşi Emine’ydi”, ”akrabaları yüklüce fidye teklif edip Şuanat’ı geri almak istedi ama Şuanat geri dönmeyş kabul etmedi. Şamil ise ne kadar altın verirlerse versinler Şuanat’tan ayrılmayacağını söylüyordu… Şamil’in yanında mesut olan Şuanat, kocasının kendisini sevmesinden başka bir şey istemiyordu.” ”Şamil, kebabı çoğu zaman kedisi için yaptırırdı… kedilere düşkünlüğü bakımından Hz. Muhammed’e benziyordu.” ”Şuanat’ın kuzeni ve Mozdoklu Ermeni bir tüccar olan Atarov, ardında avula dair ilgi çekici bir hikaye bıraktı. Atarov, 1850 yılında… naibin arkasında vahşi ama oldukça neşeli görünen yirmi Çeçen atlının daha olduğunu söylüyordu.” (Blanch, ŞŞE, s. 287-301)

*


Ayrıca Çeçenlerin bireyci yapısının da Şamil’in bu süreçte liderliğini sürdürmesinde çok önemli bir faktör olduğu kabul edilmelidir.


Özden’in aşağıdaki ifadesinde ima ettiğinin tam aksine özellikle Çeçen bireyselliği birliktelik açısından sorun oluşturmaktan daha çok 1839’daki yenilgiden sonra Şamil’in liderliğinin sürdürülerek sınırlı da olsa bölge halkları arasında bir ölçüde birlik oluşmasını sağlayan en önemli neden olarak görülmelidir, zira yakın zamanlara kadar bizim köyümüzde bile neredeyse gelenek haline gelmiş olan Lezgi imam tercih edilmesi uygulamasında olduğu üzere kendi aralarından birinin üstünlüğünü kabullenmekte zorlanan Çeçenlerin içlerinden birinin liderliği yerine dışarıdan birinin kalıcı olmayacak liderliğini kabul etmeyi daha tercih edilir buldukları düşünülebilir. Bu da Şamil’in liderliğinin sürmesine ve sınırlı da olsa belli bir birlikteliğin gerçekleşmesine fırsat sağlamış olmalıdır. Elbette bu durumda Çeçenlerin dini inançlarının gayet kuvvetli olması da belirleyici faktörlerden biri olmuştur.  


Şamil’in en başarılı sayılabilecek dönemi de 1839’da Çeçen bölgesine gelmesinden sonra başlamış ve direnişin merkezinde yer alan Çeçen ağırlıklı güçlerle Ruslara karşı bir süre bazı başarılar elde edilebilmiştir. Bunlardan en önemlisi de 1845 yazında Vorontsov’un seferinde Ruslara büyük kayıplar verdirilmesidir.


Tüm övgülere karşın eylemlerine bakıldığında 1840’lardaki hareketliliği ve taktik ve algı ustalığı dışında Şamil’in belirgin bir başarısını bulup öne çıkarmak pek olanaklı gözükmemektedir.

*

Şamil müridizm "sayesinde Kafkas tarihinde emsali görülmemiş bir birliktelik sağlamıştır. Fakat yine de Dağıstan halklarının ve Çeçenlerin bireyselliği, ilk fırsatta tekrar kendisini göstermiştir." (Luxembourg, içinde Takdim, Özden, s. 13, 14)


1845'teki seferde Vorontsov’un kayıpları 3 general, 195 subay ve 3433 erdi, “Yerel birlikler bu savaşta büyük ün kazandılar. Onlarsız, bu ordudan hiç kimse sağ dönemezdi”, en tehlikeli görev olan “kanatları korumak”la vazifeli olan Kurin alayının 850 kişilik mevcudundan 23 subay ve 603 er yitirilmişti, Kabardey alayının kayıpları da buna yakın bir orandaydı. (Baddeley, s. 362-385)


3 Haziran 1845’de başlayan seferde “Vorontzof’un parlak ordusundan üç general, ikiyüz subay ve üçbinbeşyüz er ölmüş veya yaralanmıştı.” (Blanch, s. 215-227)


“1784 de İmam Mansur’un başlattığı savaş 1856 ya kadar yüz yıl sürmüş, Nakşibendi tarikatı tarafından organize edilmiş ve İmam Şamil’le son bulmuştur. Gerçek bir din savaşı, bir “Gazve”ydi. Dağlılar, Ruslara karşı daima zafer kazanıyorlardı, ancak 1859 da silahlarını teslim ettiler.” (Kutlu-İmam Mansur, içinde A. Benningsen-C. Lemercier Quelquejay, s. 10)

*


3.8.Yozlaşma ve Çürüme


Şamil’den daha çok fiilen sahada mücadele eden yerel güçlere ait olduğu kuşkusuz olan bu sınırlı başarılar kalıcı başarılara dönüştürülemediği gibi, sonraki dönemde Şamil cephesindeki güçlerde yozlaşma ve içten çürüme belirgin hale gelmiş ve yöre halkı yıllarca yokluk ve şiddetle yüzyüze yaşamak durumunda kalmıştır.


Bu durum da Şamil’le ya da müridizmle başlamayıp onlarca yıl öncesinden bu yana işgalciye karşı yöre halkının sürdürdüğü direniş cephesinde umutsuzluğun artmasında etkili olmuştur. 


Genelde hep başarılarından bahsedilip aksi söylenmesine karşın 1847-1859 döneminde 20 ayrı yerde mağlubiyet aldığı belirtilen Şamil’in özellikle herhangi bir yerde elde ettiği belirgin bir başarı da bulunmamaktadır.


Bu anlatılanlardan anlaşılan ise gerçek bir toplumsal çürümedir. Sonuç da zaten bu çürümeyi doğrular niteliktedir. 


Belirtilen bütün bu övgü ve bilgi kirliliği karmaşası bir yana bırakılıp yozlaşma ve içten çürümenin görünür hale geldiği Şamil döneminin son zamanlarına bakıldığında Yaşurka’nın anlatımıyla şunlar görülmektedir:

*

Müritçiliğin ilk büyük dalgası 1820'li yıllarda meydana geldi ve bundan sonraki dönemde daha önceden bu yana Ruslara karşı özgürlük için verilmekte olan mücadelenin zaman içinde müritçilik haline dönüşüp gerici kabuğun içinde yozlaşarak ve zaman zaman iç savaş haline bürünerek asıl işlevinden saptığı söylenebilir. (Yaşurka, s. 75-83)


“Dağıstan ve Çeçenistan nüfusunun geniş kısımları askeri harekatlarla yıpranmanın son safhasına getirildiler… en çok ihtiyaç duydukları şeylere sahip olmakla zorluk çektiler… öncelerde zengin olan köylerin çoğu, Ruslarca askeri kaleler haline getirildi. Halkın bir yarısı durmak bilmeyen çarpışmalarda öldürülmüşken, diğer yarısı dağlara çekilmek zorunda bırakıldı ve bunun neticesinde dayanılmaz hayat şartlarına zorlandı. Verimli topraklara el konuldu… Şamil… ‘ekmeğin sadece açlıktan ölmemek için yettiği fakir ülkenin fakir önderi idi’. Sadece 300 bin kişinin Şamil’i önderi olarak kabul ettiğini, ama onların da tam fakirlik içinde yaşadığı, konuşuluyor.” Köylerin çoğunda para karşılığında bile yiyecek bulunamıyor, tüm vadiler Ruslarca işgal ediliyor. 1855’te “Hayvancılık, tarlacılık ve buğdaycılık ürünleri Ruslarca yok ediliyor-insanların fakirliği dayanılmaz seviyeye ulaşıyor”. “1847-1848 yılların kış aylarında… Şamil’in iktidarı kopacak duruma gelmişti… tarlaların işlenmemiş ve ailelerin aç kalmış olduğunu gören halk, bu duruma karşı çıkmıştı”. “Rus çarlığı… vadilerini, otlak yerleri işgal ediyor… en iyi ve verimli topraklara el koyuyor, asırlık ormanları kökünden keserek, yeni köyleri kuruyordu… Rus çarlığı her yeni adımını, dağlıları verimli topraklardan, düzlük vadilerden ve ekilebilir arazilerden çıkarmak için attı, asırlardır duran ormanları kesti, sistematik bir şekilde yeni Rus köyleri kurdu.” “40’lı yılların ortalarında müritlerin hareketinde gerginlik zirvesine ulaştı. Geniş halk kitleleri harap edildi. O zamana doğru sayıları 30 bin olan (atlılar ve piyadeler) askeri müritleri beslemek… halka çok şeye mal olmuştu./ Dağlılar sonu olmayan çarpışmalar ve seferlerden yoruldu, ağır vergilerle tamamen yıkıldılar. Parası ve gıdası olmayan bir halk… direnemezdi. Hacı-Ali’nin yazdığı gibi ‘zengin malikanelerin’ sahibi olan naiplerin ve diğer üst düzey yetkililerin kanunsuzluklarından bıkan, savaşın son derece yıprattığı müritler ve halk, haklarından ediliyordu. Şamil’in devletinin zenginleşen müdürleri ve naipleri ile sıradan müritler arasındaki fark daha belirgin olmaya başladı. Altlarla üstler arasındaki mücadele, Rus çarlığın dışarıdan her baskısı ile daha zarar verici olmaya başlamıştı. Geniş halk kitleleri Şamil’den ayrılmaya başladı. Bazı bağımsız toplumların özdenleri de müritçilik hareketi terk etmeye başladı.” “Şamil’in yakın yardımcılarından Halat-Efendi Rusların tarafına geçmişti. 1852 yılında sözleri şöyle idi: ‘Dağıstan’ın dağlık bölgelerinde umutsuzluğa yakın moralsizlik hakimdir. Durmak bilmeyen savaş dağlık halkın en iyi kısmı yok etti. Cesur, akıllı ve etkin insanlar, ya Ruslarla çatışmalarda öldüler, yada güçlü her biri kendine rakip gören Şamil’in karamsar şüpheleri altında ezilmişti. Gücünün temeli olan terör, son zamanlarda daha dayanılmaz oldu: ikbalperest bakışları artık, halefi yapmak istediği oğlu Gazi-Muhammed’e döndü. Ama evladı, kendisinin sahip olduğu yeteneklere sahip değil ve ancak insanların olmadığı bir yerde insanların önderi olabilir./ Şamil’in çelik iradesi, oğluna iktidar yolu açmak için hiçbir kurban varmekten alıkoyamaz onu. Kendi şerefine sahip çıkmak isteyen ve itaat etmeyen her dağlı, hayatından olacaktır bu yolda. Şamil’i azletmek, kurtuluş için tek yoldur./ Dağlarda Rus silahın kesin zaferinden emin olmayan tek bir aklı selimi insan kalmamıştır. Herkes çok iyi anlıyor ki, devam eden savaş bağımsızlığı getirmez, ama Şamil’in dayanılmaz iktidarını koruyacaktır. Ama buna rağmen hiç kimse ona karşı başkaldıramıyordu çünkü hiç kimse, bu isyanı tek zamanlı ve genel yapmak için yeterli güce sahip değildir’.../ 1846-1847 yıllarından itibaren ve 1859 yılına kadar Şamil… en az yirmi büyük mağlubiyeti aldı./ En iyi ve davaya en sadık müritler başlarını… kaybettiler…/ ‘Başarısız saldırılar Şamil’in köylerinde gençlerin en iyilerini yok ediyordu. Halk, korkunç bir oranla yok ediliyor’./… Müritlerin zafere olan inancını kaybetmesinde başka önemli bir etken… naiplerin Şamil’in aleyhine ihanet etmeleri ve onların, yerel halk sayesinde zenginleşmeleridir. Şamil’in en yakın adamlarından olan Abdurrahman, anılarında, naiplerin sıradan insanlardan rüşvet aldığı ve halkı soyduğunu, belirtmektedir… naipler, Şamil’in verdiği emirlere uymak için acele etmiyor ve kendi gönlünce hareket ediyorlardı.” Şikayet olduğunda “Şamil’in sekreteri imam adına… emir yazıyordu. Bu insan imamdan mektup ile naibe geldiğinde, naip ona: ‘İmama hangi şikayet ile başvurdun?’ sorardı. Daha sonra naip adamı sıkıştırıyor, ona baskı uyguluyor ve onu öldürdükten sonra, bu kişinin Rusların hesabına ispiyonculuk yaptığını yada onlara kaçma hazırlığı içerisinde bulunduğunu söyleyerek, onu öldürürdü’ (Abdurrahman)./ 1847 yılında ‘naiplerin kavgaları ve halkın onlara karşı memnuniyetsizliği, büyüyen açlık ve tehditkar umutsuzluk…’” “Küskün özdenlerin sesi bazen imama ulaşmıyordu… İmamın öfkesini çevirmek isteyen naipler, sözde Rusların hesabına ispiyonculuk yapan halkı şikayet etmeye başlıyordu. Böyle bir olayda Şamil, köyleri yerle bir eden ve yakan birlikler gönderirdi… Saygın insanların ailelerinden rehine alıyordu. Şamil’e boyun eğmeyen kavimlerin hayvan sürülerine el konuluyor, köyleri yerle bir ediliyordu’./ Müritlerin kendi aralarındaki mücadelenin ortaya çıkması, müritçilik hareketin üstlerinde de bu mücadelenin daha keskin bir biçimde baş göstermesine neden oldu. Özellikle Şamil’in oğlu Gazi-Muhammed, imamın halefi olarak kabul edildiğinde, işler daha da karıştı. Bu ana kadar her naip ve bazı müritler… bu yüksek rütbeyi hayal ediyorlardı./… esaslı çalışmada Fadayev: ‘Müritçiliğin temel attığı iktidar, zamanla oturaklık kazandı. Taraftarları önemli bireyler haline geldiler ve otuzlu yıllarda ortadan kaldırdıkları aristokrasinin yeni biçimini oluşturdular. Şamil dağlık toplumlara oğlu Gazi-Muhammed’i halefi olarak kabul ettirdi ve yönetici aile biçimleştirme yolunu seçti… İlk başlarda yeni öğretiye canla başla inanan halk, müritçiliğe soğumuş’ yazmıştı./ 1848 yılın yaz aylarında Şamil’in en önemli kalelerinden-Gergebil köyü fethedildi, 1849 yılında ise… Çoh köyünde Şamil’i büyük hezimete uğrattı./ Naipler imamın emirlerini yerine getirmek için eskisi gibi can atmıyorlardı…/… Onlara bakan diğer müritler başlarını eğdiler…/… İzafi olarak tek birlik olan müritçiliğin kampındaki zıtlıklar, malvarlığındaki eşitsizliği nedeniyle de, sorunu daha vahim hale getiriyordu. Cihadı sonuna kadar götürmek için Şamil’in inatçı davranışları paylaşmayan bazı naipler kendisine karşı entrikalara girişirken, diğerleri de açık bir şekilde Rus çarlığa hizmete başladılar./ Şamil’in tarafında kendisine ve birbirlerine karşı mücadeleye başlayan ayrı gruplar belirginlik kazanmaya başladılar. Bek sultan grubu diyebileceğimiz birinci grup, kendi açgözlüğü peşinde geriye giderek, çarlığa teslim olmayı ve kendisi için maksimum avantajları sağlamayı düşünüyordu./ Elisu’lu sultan Daniel-Bek ve… onun eniştesi olan Gazi-Muhammed (Şamil’in oğlu), bu birinci gruba dahildiler. Aslında Gazi-Muhammed… 1859 yılındaki dramatik sona kadar, Daniel-bek ile Şamil arasında barıştırıcı rolü üstlenmişti./ Şamil’in oğlu Gazi-Muhammed önce naip ve daha sonra birkaç naip üzerinde kontrol görevi olan ‘müdür’ rütbesine yükselmişti… en yüksek rütbe buydu./… 1847-1848 yılları arasında Gazi-Muhammed kendi başına hareket eden bir naip olup, şahsı adına zengin malikaneye sahip idi. ‘... yaşadığı Gotsatl köyünde… tüm gelirler, devletin hazinesine değil, Gazi-Muhammed’in karına gidiyordu’... bu köy ‘cennete benziyordu… binaların altından sular akar’. Gazi-Muhammed özdenleri kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı için, mürtiler arasından memnuniyetsizlik sesleri çıkıyordu…/ Gazi-Muhammed, kendisi gibi ‘müdür’ olan… Daniel-Bek ile yakın ilişkiler içerisinde idi. Kendini Şamil’e karşı çıkartacak kadar güç kazanmak için Daniel-bek, adamlarına zengin hediyeler veriyor, Şamil’e karşı gizli ve geniş bir mücadele yürütüyordu. Geçmişinde ‘Elisu’daki feodal toprakların sahibi’ ve çar Nikolay I. kendisine veral rütbesini taşıyordu. Bunun yanında çarlık Rusya’nın lehine ispiyonculuk yapmakla suçlanmıştı.” “Daniel-bek insanlarla iyi geçinmeye çalıştı. Onlar da onu yükselttiler. Alim ve muhacirleri toplamaya, onlara saygı göstermeye… başlamıştı. Bu işlerden dolayı Dağıstan’da herkesin ona parmakla işaret ettiği insan olmuştu… çok dost edinmişti. İmamdan gizli olarak onlara para hediyesi verirdi.” “Daniel-bek’in grubu Şamil’in mücadelesinin üçüncü döneminde kendisini daha açık ifade etti. Bu grubun elebaşısı Daniel-bek, Şamil’e karşı çıkmak için her fırsatı kullandı… imam olma umudu, halefin belirlenmesi ile, kaybolduğunda, bu düşmanlık belirgin hatları kazandı… Rus çarlık rejimi ile yürüttüğü görüşmelerden maksimum netice almıştı-hem sultanlık görevi geri alacak, hem de yıllık emeklilik maaşı alacaktı./ Bir başka ‘arkadaş’ grubu toplayan lider… Hacı-Murat idi… Şamil’in tarafına geçmesindeki başlıca nedeni, Rus çarlığın Hacı-Murat’ı Şamil ile ilişkilerinden şüphelenmiş olmasıydı. Tutuklandı… kaçabilmişti. Daniel-bek gibi Hacı-Murat da, Avar hanlığı geri almasına kadar giden imtiyazları koparma çabaları harcıyordu./… Hacı-Murat, başarıları ile Daniel-bek’in otoritesini aza indirmeye çalışıyor, onunla sıkı bir mücadele içinde bulunuyordu. Bu karşık durum… Şamil’in hareket özgürlüğü kısıtlıyordu./… Şamil, Hacı-Murat’a hedef gösterip, onu nereye gönderirse göndersin, bahsi geçen kişi bu emri soygun için kullanıp, zengin savaş ganimetleri ile dönüyor ve önemli kısmını kendisinde bırakıyordu./ Kaynakların çoğu… Hacı-Murat’ın savaşmaktan çok çapulculuk işinde başarı gösterdiğini anlatıyor.” “Şamil’e en erken katılan… Kibit-Magoma etrafında birkaç grup oluşmuştu. Onlar… Hacı-Murat ve Daniel-bek’i saf dışı bırakmak için mücadele ederken, diğer taraftan Şamil’in kendisine karşı mücadele ediyorlardı. Kibit-Magoma… imam olmak için siyaset yürütüyordu…/… Kibit-Magoma da büyük zenginliklerin sahibi idi… Agalar-Han’a bazı Dağıstan köylerin teslim edilmesi hakkında mektup yazdığını öğrenen Şamil, sadece onu naip görevinden almakla yetinmedi, akrabalarını da yanından uzaklaştırmıştı.” (Yaşurka, s. 152-161)

*


4.Anlatımlarda Şamil’in Çeçen Düşmanlığı


1839’dan 1859’a kadar olan dönemin tamamında ve özellikle de eylemliliğinin zirvede olduğu dönem olan 1840’lı yıllarda Şamil’in en önemli silahlı gücünü direnişlerini günümüze kadar aralıksız her fırsatta olduğu gibi o dönemde de sürdüren Çeçenler oluşturmuştur. Dolayısıyla kendisi aslen Avar ya da Kumuk asıllı ise de Şamil eylem itibariyle sevabıyla günahıyla en çok Çeçenlere aittir.


Ancak buna rağmen birbiriyle de çelişen anlatımlar içeren aşağıdaki örneklerden de görüleceği üzere Şamil ile ilgili bazı anlatımlarda bir ölçüde şaşırtıcı bir şekilde Şamil’in açık bir Çeçen-İnguş karalaması ve düşmanlığı görülmektedir.


Ve bir sosyal medya mesajındaki ifadelere bakılırsa Şamil’in Çeçen düşmanlığı sonraki nesillerden gelen biri kanalıyla fiilen günümüze de yansımıştır. O sosyal medya mesajındaki ifadeye göre, Ruslarla birlikte yaşadığı dönemde Şamil’in kendisi, Çeçenleri korkutarak yenemezsiniz, onları yenmek için onlardan en iyi olanları öldürüp kafalarını asar ve cesetlerini de gömmek için vermezseniz psikolojileri bozulur ve onları o zaman yenersiniz, şeklinde Ruslara tavsiyede bulunmuş ve Şamil’in Yuriy Lapin ile evli olan kadın torunu da Çeçenistan’a son Rus saldırısının sürdüğü 1994 sonrası dönemde Yeltsin’e mektup yazıp, bu Çeçenler benim dedemin de baş ağrısıydı, bu ağrıyı bitirmek lazım, şeklinde mektup yazmıştır.

*

Şamil’in çok acımasız bir uygulamasında bir İnguş’un gözünün çıkarılması olayı çeşitli kaynaklarda farklı şekilde şöyle anlatılmıştır.


Çeçen ile Gürcistan arasında "Çukmuklu Köyü'nde Uyaş namında bir herif vardı ki yol kesmek, adam öldürmek ve mal gasp etmek ile dem-güzar olurdu. Köylüler bu şeririn katlini talep eylediler. Şamil ise katli muvafık görmeyip, görmekten mahrum bırakılmasına emir verdi... 7 kişi müşkülat ile tutup yatırdılar ve kollarını bağladıktan sonra gözlerini çıkarıp bir eve bıraktılar." Uyaş gece kurtulup Şamil'e saldırıyor ve iki kişiyi öldürmesine rağmen öldüremediği Şamil'i 12 yerinden yaraladıktan sonra öldürülüyor. Baddeley'de ise bu olay şöyle anlatılıyor: "Nazran'dan çok fazla uzak olmayan bir İnguş köy halkı... Müridizm'i kabullenmekte tereddüt ediyorlardı. Köylülerden birisinin esir olarak tuttuğu iki Çeçen'in geri verilmesi istendi. Adı Gubiş... olan İnguş bu esirleri vermeyi reddedince Şamil, saldırı emrini verdi ve Gubiş yakalanarak sağ gözü çıkarıldı... Gubiş, gece hapsedildiği yerden kurtularak... Şamil'i üç yerinden... bıçakladı. Gubiş'i korumaya çalışan iki kardeşi de öldürüldü." (El-Karahani, 92, 93)


“İnguşların bölgesinde Ruslar ve müridler arasında devamlı olarak el değiştiren bir avul vardı. Köyün yaşlısı Gubiş’in iki Çeçen casusunu iyi niyetlerini göstermek üzere Ruslara teslim edeceği haberini Şamil alır almaz her zaman olduğu gibi yıldırım gibi gitmiş ve bir süvari grubunun başında köye saldırmıştı. Onun bir gözünü oymuş, onu bağlamış ve esir çukuruna atmıştı. Geceleyin ailesinin yardımıyla esir çukurundan kaçırılmıştı. Şamil’in çadırına kadar gelmiş ve… onu ağır yaralamıştı…/ Şamil… Gubişi derhal öldürüldü. Fakat bu yetmemişti. Ona yardım eden iki kardeşi de öldürüldü ve geri kalan ailesinin sekiz üyesi mahzende hayatlarının sonuna kadar tutuklandılar.” (Blanch, s. 199)


”İnguş topraklarında Ruslarla Müritler arasında kararsız kalan bir avul vardı. Şamil’in muhbirleri, elinde iki Çeçen casus bulunan köyün ihtiyarlarından Gubiş’in, bu casusları iyi niyetinin göstergesi olarak Ruslara vermek üzere olduğunu haber verdi… köyü basan Şamil, Gubiş’i ele geçirdi. Bir gözü oyulan Gubiş, elleri bağlandıktan sonra zindanda bir çukura atıldı. Gece vakti ailesinin yardımıyla zindandan kaçmayı başardı. Şamil’in çadırını bulan Gubiş muhafızları alt etti. Acı ve nefretle gözü dönmüştü; uyuyan Şamil’in üzerine çullandı ve onu ağır yaraladı. Şamil silahsızdı. Elleriyle adamın kafasını kavrayan Şamil, dişleriyle yüzünü parçaladı. Çadırın içine giren muhafızlar, yerde baygın yatan adamı sürükleyerek götürdü./… Gubiş derhal öldürüldü. Fakat bu yeterli değildi. Kaçmasına yardım eden iki kardeşi parçalara ayrıldı. Ailesinin geriye kalan sekiz mensubu… diri dir yakıldı.” (Blanch, ŞŞE, s. 289-301)


Nazran’a yakın bir İnguş köyü halkı “Müridizm’i kabullenmekte tereddüt ediyorlardı. Köylülerden birinin esir olarak tuttuğu iki Çeçen’in geri verilmesi istendi. Adı Gubiş olan İnguş, bu esirleri vermeyi reddedince Şamil, saldırı emri verdi ve Gubiş yakalanarak sağ gözü çıkarıldı”, gece hapsedildiği yerden kurtulan Gubiş “muhafızın kinjalını kaparak Şamil’in odasına daldı ve Müridler yetişinceye kadar kendisiyle mücadele eden Şamil’i üç yerden bıçakladı. Gubiş’i korumaya çalışan iki kardeşi de öldürüldü.” (Baddeley, s. 333)

*

Bu bir İnguş’un gözünün çıkarılması olayı başka bir kaynakta daha farklı bir şekilde, Şamil’in çok acımasız başka bir vahşi uygulamasında 100 Çeçen ailenin çocuklarıyla birlikte katledilmesi şeklindeki başka bir olayla birleştirilerek şöyle anlatılmaktadır:


“Şamil, demir bir elle hüküm sürüyordu... Dağıstan'da çok kuvvetli olarak yerleşmiş bulunan "kan davalarını" ortadan kaldırmakta da başarılı oldu. Bir köyde böyle bir ölüm olayı meydana gelince, kendi emirlerinin hilafına böyle bir olaya sebep olan kişileri tutuklamak üzere iki yüz atlı gönderdi. Katilleri destekleyen köy halkı, Şamil'in adamlarını köyden sürdü. Bunun üzerine bizzat Şamil'in kendisi, büyük bir kuvvetin başında olay yerine geldi ve halkı teslim olmaya ikna ettikten sonra kadın, çocuk ve erkeklerden oluşan yüz aileyi, bir daha otoritesinin ihlal edilmemesi için idam etti." Bu anlatıma tercüman (s.ö) şöyle bir dipnot yazıp itiraz etmektedir: "Özellikle kaynaklar vererek... açıkladığı kısımlarda doğru bilgiler veren yazar, belgeleri kullanmadığı yerlerde hayali olaylar anlatmakta ve gerçeklerden sapmaktadır. Burada iddia edildiği gibi bir olay asla olmamıştır. Çünkü Şamil bu sıralar, bir devlet adamı gibi davranmakta ve Şeriat kurallarını uygulamaktadır. Yukarıdaki olayın meydana gelmesi imkansızdır ve hiç bir kaynakta buna rastlanmamaktadır. Zaten Müridleri yarı vahşi olarak değerlendiren yazarın bu tür fantezilere inanması doğaldır. Böyle bir kan davasının en tabii sonucu katillere kısas uygulanmış olması olabilir. Resul Hamzatov, "Benim Dağıstan'ım" adlı eserinde buna benzeyen, fakat son derece farklı bir muhtevaya sahip bir olay anlatmaktadır. Köylüler, etrafa dehşete boğan bir hayduda karşı Şamil'den yardım isterler. Şamil adamlarıyla gelerek haydudu yakalar ve mahkeme edilerek gözlerine mil. Gece haydut, kapatıldığı yerden kaçmayı başarır ve Şamil'i ağır şekilde yaralar." (Luxembourg, s. 206-208-Dipnot: 236)  

*

Burada görüldüğü üzere bölge konusunda bilgili olduğu kuşkusuz olan tercüman Sedat Özden yazarın bir olayla ilgili anlatımına itiraz edip dipnot yazmıştır. Bu dipnotta yukarıdaki olay farklı bir şekilde anlatılırken yazarın anlattığı diğer olayla ilgili olarak yapılan itiraz bambaşka bir karmaşaya neden olmaktadır. Aslında burada tercümanın kendisi hata yapmaktadır. Çünkü burada anlatılan tercümanın itiraz ettiği olayın anlatımına başka sadece bir kaynakta değil aşağıda gösterildiği üzere en az iki kaynakta daha rastlanmaktadır. Ayrıca kabul edilmelidir ki anlatılan her iki olay da eşi az bulunur vahşet örnekleridir ve ne yazık ki başka bazı anlatımlardan tercümanın o sırada “devlet adamı gibi davranmakta” olduğunu belirttiği Şamil’in yanında celladıyla gezip başka vahşetlere de imza attığı anlaşılmaktadır. 


Çeçen bölgesinde 1844’te gerilla savaşı sürerken yaşanan ve belki de daha sonraki zayıflamasında önemli bir rol oynayan kanlı bir olay Şamil’in otoritesini pekiştiriyor, Şamil’in en yakın Naiblerinden olan “Şuayib Molla, bir kan davası yüzünden Tsonteri’de öldürüldü. Şamil 200 Andiliyi oraya göndererek bu öldürme olayına engel olmadıklarından dolayı köyün ileri gelenlerinin esir alınarak getirilmelerini emretti. Fakat bu davranış Çeçen adetlerine ters idi ve silahlanan köylüler, karşı koyarak Müridleri püskürttüler. Bunun üzerine Şamil, şahsen harekete geçti. Dağları süpürerek köyün üstüne geldi. Onların direnişini kırarak 100 haneli köy halkını kılıçtan geçirdi.” O yılın en önemli olaylarından biri de Danyal Sultan’ın Şamil’e katılması oluyor, Tuğgeneral olarak uzun yıllar Rus ordusunda sadakatle hizmette bulunan Elisu’nun bu kudretli yerli yöneticisi General Neidhart’ın yetkilerini kısmak istemesi nedeniyle Ruslarla çıkan anlaşmazlık üzerine kaçıp Şamil’e katılıyor. (Baddeley, s. 359)


“Şamil merhametin zafiyet getireceği kanısı yüzünden bazan çok korkunç işlere kalkıyordu. Sütkardeşi Şuayıp kan davasından dolayı Zonteriji avulunda öldürülünce müridlerden ikiyüz kişiyi bu ölüme mani olmadıklarından dolayı avulun elebaşılarını tutuklamak üzere göndermişti… avulun elebaşıları… mukavemete kalkmışlar ve tam bir savaş gelişmişti. Şamil bunu işitince hemen avula gitti… “avulda yaşayan erkek, kadın ve çocukların hepsi yüz ailenin öldürülmesini” emretti… memnun olarak… ibadet etmek ve oruç tutmak için geri döndü.” (Blanch, s. 199)

*


Bu iki olay bir ölçüde farklı da olarak şöyle de anlatılmaktadır:


“İki despot güç arasında çaresiz kalan Kafkas halkı, uzun yıllar boyunca acı ve dehşet içinde yaşayacaktı… Şamil, korkunç işlere kalkıştı. Can dostu Şuayb, Tsonteri avulunda kan davası yüzünden öldürülünce, bölgeye iki yüz müridini yollayan Şamil, cinayetin önüne geçmedikleri için yörenin önde gelenlerini tutuklattı. Fakat Kafkasya töresine göre kan davası sadece tarafları ilgilendiren meseleydi. Şuayb Şamil’in arkadaşı diye olaya müdahale etmek kimsenin aklına gelmemişti. Halk, Müritlere direndi ve şiddetli bir çatışma yaşandı… Şamil, atına atladığı gibi avulun yolunu tuttu… direnenlerin öldürülmesini emretti.” ”Avulda yaşayan tek bir kişi dahi sağ bırakılmayacak; erkek, kadın, çoluk çocuk demeden yüz ailenin tamamı öldürülecekti.” ”Oldukça nadir de olsa, kurbanların can vermeden önce misilleme yaptığı olaylar da yaşanıyordu. İnguş topraklarında Ruslarla Müritler arasında kararsız kalan bir avul vardı. Şamil’in muhbirleri, elinde iki Çeçen casus bulunan köyün ihtiyarlarından Gubiş’in, bu casusları iyi niyetinin göstergesi olarak Ruslara vermek üzere olduğunu haber verdi… köyü basan Şamil, Gubiş’i ele geçirdi. Bir gözü oyulan Gubiş, elleri bağlandıktan sonra zindanda bir çukura atıldı. Gece vakti ailesinin yardımıyla zindandan kaçmayı başardı. Şamil’in çadırını bulan Gubiş muhafızları alt etti. Acı ve nefretle gözü dönmüştü; uyuyan Şamil’in üzerine çullandı ve onu ağır yaraladı. Şamil silahsızdı. Elleriyle adamın kafasını kavrayan Şamil, dişleriyle yüzünü parçaladı. Çadırın içine giren muhafızlar, yerde baygın yatan adamı sürükleyerek götürdü./… Gubiş derhal öldürüldü. Fakat bu yeterli değildi. Kaçmasına yardım eden iki kardeşi parçalara ayrıldı. Ailesinin geriye kalan sekiz mensubu… diri dir yakıldı.” (Blanch, ŞŞE, s. 289-301)

*

Ruslarla bir arada yaşamak istemediği hususunda olduğu gibi Şamil’in barışla ilgili yaklaşımı konusunda da gerçek durum apaçık ortada olduğu halde fiili durumun tam tersi olduğu halde aynı anda hem Şamil övgüsü ve hem Çeçen karalaması için malzeme yapılan aşağıdaki anlatımlar da yapılabilmektedir.


Mesela, barış demenin Şamil nezdinde idamlık bir suç sayıldığı ve barış isteyen bir Çeçen grubun rüşvetle annesini aracı yapması üzerine üç gece camiye kapanıp ilahi emir bekleyen Şamil’in sonunda kendisine gelen “Allah’ın bu konudaki emri”ne uyarak bu idamlık suçu dile getiren annesinin yerine kendisini kırbaçlatmayla yetindiği şeklindeki bir hikaye Şamil’e Allah’ın emrinin geldiği de doğru kabul edilerek ve çok şaşırtıcıdır ki hiç itiraz edilmeden büyük bir marifet ve kerametmiş gibi üstelik farklı şekillerde şevkle anlatılmaktadır.

*

1843 yılında Şamil dağlarda iken ovalık bölgelerde yaşayan Çeçenler savunma için tamamen kendi imkanlarıyla başbaşa bırakılmışlar daha fazla kayıp vermişlerdir, bu yüzden umutsuzluğa kapılan Çeçenler Şamil’den koruma ya da Ruslarla barış yapmalarına müsaade edilmesini istemeye gidiyorlar, cezası idam olan bu teklifin İmam’a nasıl duyurulacağı sorun oluyor, 4 kişi olan görüşmecilerden Tepi para da vererek Şamil’in annesinin yakını olan Kasım ile görüşüp durumu anlatarak bu teklifin Şamil’e annesi tarafından iletilmesini sağlıyor, Şamil halkı toplayıp durumu açıklıyor ve camide inzivaya çekilip “Allah’tan bir ilham gelinceye kadar öyle kalacağını” söylüyor, üç gün üç gece sonra “Allah’ın bu konudaki emri, bu teklifi bana getiren ilk insan”a 100 kırbaç vurulmasıdır diyerek annesinin kırbaçlanmasını istiyor, beşinci vuruştan sonra annesi bayılınca Şamil dua sözleri ile “Ey Cennette yaşayanlar, sizler… zavallı annemin başına düşen bu cezanın geri kısmını, kendi üzerime almama izin verdiniz” diyerek kalan 95 kırbacı kendisine vurdurup annesinin böyle utanç verici bir cezaya çarptırılmasına neden olan insanları sorunca, “Çeçenler, korkudan titreyerek ileri sürüklenerek İmam’ın ayakları dibine fırlatıldılar”, Şamil onlara memleketinize dönüp gördüklerinizi anlatınız diyor, Rusların bir oyun olarak gördüğü bu olay müridlerinin ona daha fazla bağlanmasına neden oluyor. (Baddeley, s. 352-355)

Aynı sahneyi Blanch tiyatral halini ve Şamil’in “en ufak bir olaydan dramatik sahneler yaratma ustalığı”nı ve “efsanelerin yaratılmasında daima yenileriyle” beslediğini vurgulayarak, daha doğrusu sahnenin tamamen tiyatro olduğunu belirterek, ve ayrıca Şamil’le ilgili değerlendirmede, “Belki onun başlangıçta fikri gelişmesi kibarca bir dolandırıcılıktı, belki davranışı ile itibar kazanmış ve önemsiz bir işle altın tahta oturmuş olabilir” de diyerek, daha farklı bir şekilde şöyle anlatmaktadır:

“Şamil’in çok çekici kuvveti ve hatipliğinin dağ kabilelerine kuvvetli etki yapmasına şaşılamazdı… Bersek bey Şamil için “gözlerinden ateşler fışkırmakta ve dudaklarından çiçekler dökülmektedir” diyordu. Söylemeye değer en ufak bir olaydan dramatik sahneler yaratma ustalığı vardı. Bu sebepten efsanelerin yaratılmasında daima yenileriyle besliyordu … Şamil’in çekici kuvvetinin… en azından savaşın başlangıçta şuurlu olarak planlanması ve iyi hesabedilerek tatbik edilmesinin ne derece isabetli olduğu hakkında hüküm verilememektedir. Ne olursa olsun bunlar amaçlarına ulaşmışlardı. Belki onun başlangıçta fikri gelişmesi kibarca bir dolandırıcılıktı, belki davranışı ile itibar kazanmış ve önemsiz bir işle altın tahta oturmuş olabilir. Bir şey biliniyordu ki, Şamil kendi şahsını dramatize ediyor ve olaylardan faydalar çıkarıyor ve bunlar az bir fantazi oyunu ile çok feci sonuçlar verebilirdi./ Dramatik sahneler için Şamil’in hayranlığını göstermek üzere bir örnek olarak büyük ve küçük Çeçenistan’ın kabilelerini Ruslar çevirdikleri 1843 yılına dönmeliyiz. Şamil’in birlikleri başka bir cephede çok sert savaşlara girmişler ve hiç yardım gönderemiyorlardı. Çeçenler savaşa devam için hiç bir imkan göremiyorlardı. Evleri tahribedilmiş, ürünleri yakılmış ve durum umutsuzdu. Yardım gelmezse teslim olacaklardı. Fakat Şamil’in hiddetinden de korkuyorlardı… izni ile savaşa son vermeyi bildirmeyi kararlaştırdılar. Fakat bu Avarlar veya Lezgiler kadar fanatik olmasalar bile teslim olma kelimesini de söylemiyorlardı. Herkes biliyordu ki, Şamil’in bu dünyada Allah’ın onlara gazabından evvel dillerinin kesilmesi veya kafalarının yarılması tehlikesi yaratmıştı./ Nihayet bir plan hazırlandı… Şamil annesine saygı duyuyor… Belki bu suretle İmam nezdinde onun lütfuna mazhar olunabilirdi… Müridler için on defa yaptıkları yemine göre bu söylenen ölüm olabilirdi, fakat Çeçenlerin çoğu bu sarsılmaz imana sahip değildiler, onların bahtlarına bir sınır lazımdı.” Bahu-Messadu “Çeçenlerin ricalarını dikkatle dinledi ve oğluna onların lehinde konuşacağına söz verdi.” Şamil annesini dinledi ve.”bütün geceyi yalnız başına camide geçirdi. Ertesi gün annesi… imamın Çeçenlerin bu ricasını kabule cesaret edemediğini söyledi. Allah hükmünü verir demişti. Bu sebepten oruç ve dua ile Allah’ın emrini beklemek üzere camiye gitmişti. Ertesi günü Şamil Dargo’nun bütün halkını Allahın emrini beklemek üzere camiye çağırmıştı. Şamil üçgün üçgece camide kaldı, halbuki halk ağlayarak uykusuz ve aç dua ediyordu…/ Ansızın caminin kapıları açıldı ve Şamil yüzü soluk, yarı kapalı parlayan gözleriyle göründü… tam bir sessizlikte halk Şamil’in emrini bekliyordu… Bir anda iki mürid Bahu-Messadu’yu öne kadar getirdiler ve anne oğulun önünde hüsranla diz çökmüştü. Şamil sol kolunu kaldırdı, “kudretli peygamber, senin istediğin olacaktır. Senin sözün hizmetkarın olan Şamil için kanundur”. Sonra yerde çömelen halka dönerek, “Dargo halkı, hem size kötü haber getiriyorum. Sizin kardeşiniz olan Çeçenler, alçakça gavurlara teslim olmayı istiyorlar. Onlar kendi utanmazlıklarını imana olan kusurlarını ve şerefsizliklerini biliyorlar. Fakat bunu bana bildirmeye cesaret edemiyorlar, bilakis annemi ve onu kadın olarak zafiyetinden ve bana yakınlığından faydalanmak istediler. Ona olan aşkım, ona olan bağlılığımın bir takdiri olarak Allahın peygamberi olarak Muhammed’in emrini dinledim. Üçgün üçgece peygamberimizin hükmünü aradım ve bekledim. Nihayet benim dualarıma cevap olarak bu hükmü bana ulaştı. Allahın emri ile bana teslim olmaktan bahseden ilk şahıs benim annemdir”./ Bu konuşmanın etkisi çok heyecan verici idi. Bahu-Messadu hıçkırıklarla oğlunun ayaklarına çöktü. Halk bu sahneden çok duygulanmış ve dağlardan yansıyan avazeler çıkarmıştı. En cesaretli müridler Şamil’in ayaklarına sessiz yalvarışlarıyla eğildiler. Fakat o kararlıydı. Annesi bağlandı ve Şamil’in kendisi celladın elinden kırbaçı aldı ve bağırmakta olan kadına vurmaya başladı. Beş kırbaç sonra annesi bayılınca Şamil kendisini annesinin üzerine attı ve ağlamaya başladı… fırladı./ “Allahü ekber” diye bağırdı ve “Muhammed onun ilk ve ben ikinci peygamberiyim”. Benim duam kabul edilmiş. O anneme verilen cezanın geri kalanını benim üzerime bırakmıştı. Bunu sevinçle kabul ediyorum. Gelsin kırbaçlar. Peygamberim, bu senin lütfunun nişanesidir” diye bağırdı ve kaftanını çıkardı, gömleğini söktü ve… geri kalan doksanbeş kırbaçı kendi sırtına vurmaları için emir verdi… Doksanbeş kırbaçtan sonra ayağa kalktı, gömleğini giydi ve hayretten dona kalmış diz çökmüş halkın arasına karıştı./ “Nerede bu hain Çeçenler? Nerede anneme bu cezayı çarptıran heyet?” diye her zamanki sakin hali ile sordu. Talihsiz Çeçenler… önüne sürükleyerek getirdiler. Çeçenler yerde yatıyorlar ve ağızlarında duayı fısıldıyorlardı. Affedilmelerini dilemiyorlardı./ Ancak tiyatro henüz bitmemişti… Çeçenleri ayağa kaldırdı… “Memleketinize dönün. Burada gördüklerinizi ve işittiklerinizi halkınıza anlatınız. Sakin olun. Allaha güvenin, sağolun” diye konuştu./ Çok tabii böyle bir olay bütün Kafkasya’da duyulmuş ve bütün bozguncular üzerine iyi bir etki yapmıştı. Teslim olmadan artık hiç konuşulmuyordu… Bu iki türlü satranç oyunu idi. Birinde Bahu-Messadu’nun işe karışmasından dolayı onun cezalandırılması ve ikincisi halk için korkunç bir ders olmasıydı… Kafkasya’da ebeveynler ve yaşlı insanlar dokunulmaz sayılırlardı. Allahın emri ile kendi annesine el kaldırması halka daha çok etki yapmıştı. Bu Çeçenlerin tekliflerine Allahın gazabının izharının derecesiydi… Artık hiç bir kimse Şamil’in hakikaten dünya üzerinde Allahın bir peygamberi olduğunu bu gibi olaylardan sonra şüphe etmiyordu. Onun sözü kanun kuvvetinde idi.” (Blanch, s. 128-132)

*

Blanch’ın aynı eserinin diğer bir tercümesinde ve Yaşurka’da ise aynı konuda bir ölçüde farklı olarak şu ifadeler yer almaktadır:

“Yükümlülüğünü yerine getirmeyen bir aşiret için af talebinde bulunan annesi, Şamil’in emriyle bayılana kadar dövüldü.” ”1843 yılı… Büyük ve Küçük Çeçenistan aşiretleri, Ruslar tarafından kuşatılmıştı… Şamil Çeçenistan’a destek gönderemiyordu. Çeçenlerin mücadeleye devam imkanı kalmamıştı. Evleri yerle bir edilmiş ve mahsulleri yakılmıştı. Durum umutsuz görünüyordu. Eğer destek gelmezse, Rusya’ya teslim olmak zorunda kalacaklardı. Bu halde dahi Şamil’in korkunç gazabından korkuyorlardı… Dargi’ye bir heyet göndererek teslim olmak için izin istemeye karar verdiler ancak hiç kimse… bu vazifeyi üstlenmeye yanaşmadı. Avarlar ya da Lezgiler kadar fantastik bir topluluk olmasalar da kimse teslimiyet kelimesini söylemeye cesaret edemiyordu… dilinin kesilebileceğini ya da kafasının yarılabileceğini biliyordu./ Sonunda bir plan yaptılar. İhtiyar bir alim olan Tepi Molla, annesinin Şamil’in üzerinde hatırı sayılır bir etkisi olduğunu söyledi… Dargi’ye gönderilecek heyet meseleyi ona açacak, ayrıca muhtaçlara dağıtılmak üzere cömert bir hediye de götürecekti. Böylece annesinin İmam’la aralarında aracılık yapması sağlanacaktı. Neticede talepleri korkaklıktan kaynaklanmıyordu. Ne yani, orada öylece vurulmayı ya da açlıktan ölmeyi mi bekleyeceklerdi. Ant içen Müritler, böyle bir akibeti zaten kabul ediyordu. Ancak Çeçenlerin çoğu, onlar kadar sarsılmaz bir imana sahip değildi. İtaatin de bir sınırı vardı./ Dargi’ye ulaşan heyet, ilk iş Bahu Mesedu’yla arası iyi olan Haşim Molla’nın evine gitti. Ancak bu kurnaz adam kendisiyle paylaşılan fikre karşı çıktı. Bu alçak, şerefsiz ve korkakça hareketin gerçek bir mümine yakışmayacağını söylüyordu… Ancak altının sesini duyunca endişeleri birden kayboldu… pazarlıklar sonucu… koşar adımlarla Bahu Mesedu’nun yolunu tuttu./ Arif bir kadın olan Bahu Mesedu… merhamet ve itidal tavsiye ederdi… eşsiz ve bağımsız bir tavra sahipti. Çeçenler… adına oğluyla konuşmayı kabul etti…/ Bahu Mesedu, aynı gece Şamil’in huzuruna çıkmayı talep etti. Naiplerle Ruslara cephe arkasında bir baskın planlayan… Şamil, teslim olma talebine zaman ayıracak durumda değildi. Yine de gece yarısına kadar annesini dinledi. Odadan çıktığında yüzünde esrarengiz bir ifade vardı… camiye girdi ve geceyi orada geçirdi… Hüküm Allah’ın demişti Şamil. Daha sonra camiye kapanmış, namaz kılıp oruç tutarak Allah’ın emrini beklemeye başlamıştı. Bütün Dargiye halkının cami önünde toplanıp ilahi hükmü beklemesini söyledi. Şamil, üç gece camide kaldı. Dışarda aç biilaç bekleyen kalabalık dualar ediyor ve çıkacak sonucu bekliyordu. Hayat durmuş gibiydi…/ Caminin kapısı birden açıldı ve Şamil göründü… İki mürit, Bahu Mesedu’yu getirdi. Bahu Mesedu oğlunun önünde diz çöktü… Şamil şöyle dedi: ”Kudretli Peygamber, istediğin yapılacaktır. Senin sözlerin hizmetkarın Şamil için kanundur.”… şöyle devam etti: ”Dargiye sakinleri!.. Kardeşleriniz Çeçenler, utanmadan gavura teslim olmaktan bahsediyor ama onlar da taleplerinin ne kadar arsız ve rezil olduğunun, imansızzlıklarının farkındalar. Bizzat karşıma çıkmaya cesaret edemediler. Bana yaklaşmak için annemi ve onun zafiyetini kullandılar. Allah’ın emriyle, bana teslim olmaktan bahseden ilk kişi yüz kırbaçla cezalandırılacaktır. Ve bu kişi benim annemdir!”/ Bu konuşma, son derece çarpıcı bir etki uyandırdı. Bahu Mesedu, gözyaşları içinde oğlunun ayaklarına kapandı… halkın feryatları dağları inletti. Merhamet dilemeye cesaret eden bazı Müritler, Şamil’e yalvardı ancak o kararlıydı. Annesi bağlandı. Kırbacı eline alan Şamil, bizzat çığlıklar içindeki kadını kırbaçlamaya başladı. Kadıncağız, beşinci kırbaç darbesinde bayıldı. Annesinin yanına çöken Şamil, hüngür hüngür ağlamaya başladı ancak birden her zamanki kudretli ve zarif haliyle doğruldu. Yüzü parlıyor, gözleri “ateş saçıyordu.”/ “Allah-u Ekber!” diye bağırdı. Dualarım kabul oldu. Perişan annemin cezasının kalanını benim üstlenmeme müsaade etti. Kırbaçlanmayı seve seve kabul ediyorum. Ey Peygamber! Bu, senin lütfunun bir nişanesi.” Sırtındaki çerkeska’yı ve gömleğini yırtıp çıkardı. Naiplere, kalan doksan beş kırbacı kendisine vurmalarını emretti. Yeterince sert vurmazlarsa onları idamla cezalandıracağını söyledi. Şamil, baygın yatan annesinin yanına diz çöktü. Sırtına kırbaç darbeleri iniyordu ancak Şamil hiç kıpırdamadan duruyordu. Sırtı kan revan içinde kalmıştı… kalabalık dehşet içindeydi./ Her zamanki sakin ve ölçülü üslubuyla “Nerede o Çeçen hainler?..” diye sordu. Talihsiz Çeçenler ve Haşim Molla yanına getirildi. Naipler, şaşkalarını çekmiş ceza kesilir kesilmez uygulamaya hazır bekliyordu. Yere kapanan Çeçenler, son dualarını ediyordu. Aman dilemeye dahi kalkmamışlardı./ Ancak iş daha birmemişti. Asıl can alıcı sahne şimdi yaşanacaktı. Öne çıkan Şamil, secdeye kapanan Çeçenleri ayağa kaldırdı. Cesaretlerini toplamalarını ve iman etmelerini söyledi. ”Evinize dönün. Halkınıza burada duyduklarınızı ve gördüklerinizi anlatın…”/ Bu olay, bütün Kafkasya’da yankılandı. Müritçiliğe şüpheyle yaklaşanlar üzerinde büyük etki uyandırdı. Bir daha kimse, teslimiyet kelimesini ağzına almayacaktı. Bu olay sayesinde Şamil, teslimiyetten bahseden herkesi susturmuştu. Ayrıca Allah’ın iradesini uygulayan biri olarak kendi esrarengiz havasını da güçlendirdi… Kafkasya halkına müthiş bir ders verdi. Çeçenlerin teklifinin Allah’ı ne kadar hiddetlendirdiğini göstermişti… Çeçen heyete merhamet göstermesi herkesi hayrete düşürdü ve hayran bıraktı. Bu olaydan sonra kimse, Şamil’in Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğundan şüphe etmezdi. Sözü kanundu.” (Blanch, ŞŞE, s. 25, 187-190)

“Çeçenlerden bazıları Ruslara teslim olmak” isteğiyle altınla birlikte Şamil’in annesine başvuruyor, böyle bir davranış idamı gerektiriyor, ama söyleyen Şamil’in annesi olunca Şamil kendisini kırbaçlatmakla yetiniyor. (Yaşurka, s. 168)

*

Baddeley’de sadece bir kısım Çeçenlerle ilgiliyken burada tüm Çeçenleri kapsamına alan kaynağı belirsiz bu tiyatral sahne için söylenenlere en azından Şamil’in kendisi teslim olmamış mı denilerek bugün dahi itiraz edilmemekte ve hatta bu anlatım Şamil övgüsü için kullanılmaktadır.


Oysa, barış istemenin idamlık suç sayıldığı belirtilerek tekrar tekrar bu tür hikayeler anlatılmasına karşın Şamil ihtiyaç duyduğu hallerde kendisi barış görüşmeleri yapmıştır ve hatta bu görüşmelerden 1839’daki birisinde oğlu Cemalettin’i Ruslara rehine olarak vermeyi dahi içine sindirebilmiş ve vermiştir.


Aslında kaynaklarda barış konusunda bu söylenenlerin tersi de yazılmaktadır: 

*

Müridizmi yaymak istediği 1837’lerde Şamil “zaman kazanmaya karar vermişti… Rus karargahına şu mektubu gönderdi: “İmam Şamil, Taşof Hacı, Kibit, Mahoma, Muhammed Ömer oğlu ve diğer Dağıstan’ın hörmet edilen ve bilgin adamlarından. Biz rehineler koyuyor ve Rus Çarı ile barış yapmak istiyoruz. Bu barışı içimizden hiç kimse bozmayacaktır…” Anlaşmayı yaptıktan sonra Şamil dağa çekildi… Ruslar tuttukları kadar buna riayet etmek istiyordu… Netekim mevkiini kuvvetlendirdi… O söz verebilir ve bunu yine tutmayabilirdi, zira hakiki hiç bir mutekit bir dinsize kendini bağlı hissetmezdi… Ruslar da aynı yolda idiler, yani onlarca bu yabanilerle yapılan bir anlaşma… onları bağlamamıştı.” (Blanch, s. 133-136; ve ayrıca, Baddeley, s. 294, 295)

”1837 yılına dönelim… General Fese, Şamil’in nihayet bozguna uğratıldığını, Ahulgo’nun yerle bir edildiğini… teşkilatlı direnişin son bulduğunu bildiriyordu. Ayrıca Şamil’in barış istemek zorunda kaldığını ve kendisinin ateşkesi kabul ettiğini de ekliyordu böbürlenerek… Şamil, zaman kazanmaya çalışıyordu.” ”Şamil, kendisine itaat edilmesini bekliyordu. Allah’ın iradesini yerine getirmek için dünyaya gelmişti”, ”zaman, Şamil’e kendi kuvvetlerini eğitip donatmak… için imkan tanıyordu. Bu nedenle zamana oynamaya karar verdi. Naipleriyle istişare ettikten sonra Rus karargahına aşağıdaki mektubu gönderdi:/ İmam Şamil, Taşof Hacı… Muhammed Ömeroğlu ve… alimlerinden. Esirler verdiğimiz bu mücadelede Rus Çarı’yla yaptığımız barışı, iki taraf da birbirine herhangi bir yanlış yapmadığı müddetçe bozmayacağız…/ Anlaşmanın sonuçlanmasının ardından Şamil dağlara döndü… avulları tamir ettirdi… barış anlaşması yaptığı için itibarını kaybettiğini düşünmüyordu. Neticede söz konusu olan Kur’an üzerine edilen yeminlerde olduğu gibi şerefli değildi. Müminler, kendilerini kafirlere karşı yükümlü hissetmediğinden istediği gibi söz verebilir ve sözünden dönebilirdi. İnancı, böyle durumlarda büyük kolaylık sağlıyordu. İlginçtir ki Ruslar da benzer görüşlere sahipti. Kafkasyalı vahşilere verdikleri sözlerin, büyük devletlerle yaptıkları anlaşmalar kadar bağlayıcı olmadığını düşünüyorlardı.” ”Çar, Kafkasya’da… zafer turunu atmaya hazırlanıyordu.” ”Fese, Çar’a umut vermişti… Peki kim Şamil’i Tiflis’te ikna etmeye çalışacaktı?.. Fese… Klugenav’ı müzakereleri yürütmek üzere kuzeye gönderdi.” ”İki lider saatlerce konuştu. Klugenav, İmam’ı ikna edebilmek için sabırsızlığını dizginlemeye çalışıyordu.” ”Eğer iki lider anlaşmaya varabilseydi binlerce hayat kurtarılmış olacak… Ahulgo düşmeyecek ve Şamil’in oğlu Cemaleddin o acıklı kaderi yaşamak zorunda kalmayacaktı.” ”Ağustos ayı ortaları…/ Şamil köşeye sıkıştığının farkındaydı. Sadece bir avuç askeri hayatta kalmıştı… Grabbe, Şamil’in Rus hükümetine teslim olmasını ve müzakereler esnasında iyi niyet göstergesi olarak oğlu Cemaleddin’i rehin vermesini talep etmişti… Ne Ruslar Ahulgo’yu ele geçirebiliyordu ne de Şamil mücadeleyi sürdürecek imkana sahipti…/ 18 Ağustos’ta Şamil teslim bayrağını çekti. Küçük oğlu (büyük oğlu olmalı, değil mi?) Cemaleddin’i menfur kafirlere rehin vermeyi kabul etti.” ”Yanında babasının en güvenilir naipleri Yunus, Taljik ve Eski Naip’le birlikte Ahulgo’yu terk eden Cemaleddin Rus mevzilerine doğru yola çıktı.” ”Şamil sabaha kadar düşündü. Kendisi asla teslim olmazdı… Ertesi gün müzakerelere başlayacaktı./ General Pullo ve kurmayları kaleye alınmıştı… Şamil, her zamanki gibi mağrur ve sakindi. İki şartla teslim olurum, dedi: memleketi Dağıstan’da yaşamasına müsaade edilmesi ve oğlunun yakınlardaki Çirkey avulunda aşiret reisinin himayesine verilmesi… Müzakereler birkaç gün boyunca devam etti… Grabbe… Kısa ve öz bir cevap gönderdi. Şamil, Çar nerede isterse orada yaşayacaktı. Çocuğa gelince, o çoktan St. Petersburg’a gönderilmişti… Rusların bu hareketi açıkça kalleşlikti… savaş kaidelerini çinemişlerdi… Şamil’e bir savaşçıdan ziyade bir eşkiya muamelesi yapmışlardı./ Haberi alan Şamil yıldırım çarpmışa döndü… tek umudu kaçmaktı… Kafkasya’nın bağımsızlığı ve Cemaleddin’in hürriyeti için mücadeleye devam etmeliydi./ Ertesi gün… sessizlik hakimdi… Ruslar Yeni Ahulgo kalesine girdi… Eski Ahulgo’yu ayıran uçurumun diğer tarafında kaçmaya çalışan çok sayıda asker gördüler… Rus askerler, kaçanları izlerken birden bir grup köylünün saldırısına uğradılar. Şamil’in İlahisi’ni söyleyen köylüler, avullarını savunmaktan ziyade Allah yolunda şehit olmaya kararlıydı.” ”Kuşatma 29 Ağustos’ta sona erdi… Hevesi kursağında kalan Grabbe, Şamil’in Gimri’de düşmanlarının üzerinden atlayarak ortadan kaybolması kadar efsanevi bir kaçış gerçekleştirdiğini kabul ediyordu./ Ruslar, uzun süre gerçeği öğrenemedi… Şamil, 21 Ağustos gecesi cüretkar bir plan yapıp uygulamıştı… kaçmak üzere tehlikeli bir yolculuğa çıktı./… Tam Cevheret… geçecekti ki tepedeki Rus nöbetçiler ateş açtı. İkisi de oracıkta can verdi. Grubun elinden bir şey gelmiyordu. Onları defnetmek için tekrar karşıya geçmenin manası yoktu. Ayrıca kendileri de Rus ateşinin tehdidi altındaydı. Yola devam etmeye karar verdiler… Rus keskin nişancılar gidene kadar kayaların arasında saklanan grup sürünerek aşağıya indi ve nehre ulaştı. Kütükleri birbirine bağlayarak yaptıkları salın üzerine, içine ot doldurdukları kuklaları koydular. Amaçları Rusların dikkatini salın üzerine çekmekti. Şafak vakti akıntıya bıraktılar. Ateş açan Rus askerleri, akıntı boyunca salın peşinden koşturmaya başladı. Bu fırsatı değerlendiren Şamil ve arkadaşları, nehrin yukarısına doğru ilerleyip yamacı tırmanmaya koyuldu… Rus nöbetçilerle karşılaştılar. Çıkan çatışmada Şamil yaralandı ve bir naip can verdi… Şamil, şaşkasıyla Rus teğmenin hakkından geldi. Komutanları öldürülen nöbetçiler, arkalarına bile bakmadan kaçtı./ Bütün gün Çeçenistan’ın kayalarla dolu dağ geçitlerinden… ilerlediler… mola verdiler. Rusların safına geçen bir grup Gimrili onları aramaya çıkmıştı. Şamil ve arkadaşlarını gören Gimrililer ateş açtı. Ama kötü nişancıydılar… Şamil karşısındaki hainleri tanımıştı… bunun intikamını alacağım, diye bağırdı. ”Gimrililer, yine görüşeceğiz” diye kükrüyordu… Gimrililer… kurşun yağdırıyordu ama peşlerinden gitmeye cesaret edemediler… hain Ahmet Han… saklandıkları yerin birkaç adım yakınından geçti… Şamil’i bulamayan Ahmet Han ve adamları Rus üssüne geri döndü. Şamil, bir kez daha mucizevi bir şekilde kaçmayı başarmıştı.” ”Kafkasyalı savaşçılar, silahlarını vermektense ölmeyi yeğlerdi.” (Blanch, ŞŞE, s. 190-196, 229-239)

"İlgi çekici diğer bir nokta, iki bildiride de Şamil'in Kırım Savaşı sırasında Ruslarla yaptığı görüşmelere değinilmesiydi. Bu görüşmelere dair yirmi dört belge ve mektup 1882'de... ve bunlardan iki mektubun Arapça metni yeni ve düzgün bir çeviriyle 1935'de yayınlanmış olmasına karşın, bunlara Sovyet tarihçiliğinde tümüyle ilgisiz kalınmıştı... Hadaşev'in bildirisi yalnızca bu görüşmeleri ele aldığı için değil... Ruslarla kendisi arasında bir uzlaşma görüşmesi olmayışının Şamil'in hatası olmadığı açık gerçeğini ima ettiği için önemlidir. Neden, tek taraflı olarak kayıtsız şartsız teslim dışındaki herhangi bir şeyi görüşmeyen Rus reddidir." (Gammer, s. 46-57)

*

Kaldı ki sonuçta Şamil’in kendisi Ruslara teslim de olmuştur.


Bu teslimiyetin hikayesi de her nedense hiç bir tutarlılık endişesi taşınmadan on binlerce insanın ölmesinde en çok pay sahibi olduğu kuşkusuz olan Şamil’in kendisiyle birlikte olan eşlerini ve ölmek istemeyen müritlerini düşünmesi türünden çeşitli mazeretlerle süslenerek ve kayıtsız şartsız olduğu halde gerçeğe aykırı bir şekilde şartlı olduğu belirtilerek anlatılmaktadır. Oysa isteseydi yanındakileri teslim olmaları için gönderip onların ölmemelerini sağlayabilir ve kendisi teslim olmayıp savaşabilirdi. 

*

Şamil “ailesine ve onun yanında kalmış taraftarlarına olan sevgisi yüzünden bu duruma düşmüştü.” Bu Allahın isteğiydi. (Blanch, s. 364-367)


Şamil aracılık tekliflerini reddedip savaşarak ölmeye karar  veriyor, Şamil yalnız olsaydı Gazi Muhammed’in Gimri’de ölmesi gibi burada çarpışarak can verirdi, fakat kendisiyle birlikte eşleri ve vefakar Gunibliler vardı, yakın iki adamını Ruslara yolladı, kayıtsız şartsız teslim olması istendi, Lazaref hayatlarının bağışlanacağını söyleyerek onu ikna etti. (Baddeley, s. 439-450)


“Şamil’i cesaretsizlik ve çıkarcılıkla suçlamak mümkün değil… halkın onurlu evladıydı./… son anlarda bile… teslim olmak istemiyordu. Ancak ‘ölümü istemeyen müritlerin’ baskısı altında ve ‘oğlunun ricası ile’ Şamil’i Baryatinskiy’nin huzuruna gitmeyi zorladı. Orada… Şamil ve ailesi zengin hediyelerle karşılandılar.” “Baryatinskiy, Şamil ve ailesini razı etmek için her yola başvurdu… ‘5 Ağustos 1859 tarihinde Şamil’in esir düşmesinden sonra prens Baryatinskiy, çar İkinci Aleksandr’a coşku içinde: ‘Gunib fethedildi. Şamil esir edildi…’ yazmıştı./… Dağıstan ve Çeçenistan, Rusya imparatorluğunun kelimenin tam anlamı ile sömürgeleri olmuştu.” (Yaşurka, s. 169-173)


Şamil'e sulh teklif edip red cevabı alınca "Sizi Halife-i Müslimin'e gönderelim" dediler, "Şeyh Şamil İstanbul'a yollanılmak şartıyla ve 20 kadar sadık arkadaşıyla Rus kumandanına teslim oldu... 1859... Ağustos ayının ortaları idi", "vaadedilenin hilafına Rusya'ya gönderilip 1286/1870 tarihine kadar muhterem bir esir halinde kaldıktan sonra aynı sene İstanbul'a yollandı." (El-Karahani, içinde Abdülhamid, s. 172-175)


"Şamil 100 kadar sadık refikiyle... 1859 Muharreminin başı"nda bu dağın tepesine çıktı, "iltihak edenlerle mücahidlerin adedi üçyüze baliğ oldu." "Ruslar... hile yoluna başvurdular." "Şamil... maiyetiyle beraber köyün mescidine girdi ve oradan müdafaaya devam etti." (El-Karahani, içinde Hedanlı Muhammed, s. 180-182)


"Vaynağhların, şöhretli liderlerinden Bienouyn Boysaghar, teslim törenine giderken, Şamil'i geri döndürüp vurmak istemiş! Vaynağh'ların, sırtından adam vurmadıklarından emin olan Şeyh Şamil, tüm ısrarlara rağmen, Rus Generaline doğru ilerlerken yönünü geri çevirmemiş! Boyun eğmenin ifadesi olarak kılıcını Rus Generaline teslim etmiş!/ Nakşibendi tarikatından olan Şeyh Şamil'in, 1859 yılındaki beklenmedik teslimiyeti, Vaynağhlar arasında tarikat boşluğu yaratmış... bu boşlukta... Kunta Hacı (Kişi Hacı adlı Kumuk bir baba ile Haıda adlı Vaynağh bir annenin oğlu) ortaya çıkmış! " (Öztürk, Vaynağh, s. 29, 30, ve Kunta Hacı konusunda ayrıca s. 53-55)

*

Gerçekler apaçık ortada dururken gerçeklerle hiç uyuşmadığı halde farklı kaynaklarda tekrarlanagelen Şamil döneminde barış istemenin suç sayıldığı şeklindeki  Çeçen karalaması içeren bu anlatımlar aslında tiyatral gösteri niteliğindeki diğer bazı sahneleri çağrıştırmaktadır.


Şamil’in teslimden sonra Rusya'da yaşadığı döneme ait aşağıdaki anlatımlar da ilginçtir: Buna göre Şamil’in en sevmediği iki millet, şaşırtıcıdır ama, Türkler ve özellikle de Çeçenler olmuştur ve Çeçenlerle başetmeleri konusunda Ruslara tavsiyelerde dahi bulunmuştur.

*

“Özellikle Türkleri hiç sevmiyordu, çünkü sultan... halini hatırını sormamıştı ve kendisinin eski destekçisi ama daha sonra terk etmiş olan Daniel-Sultan'dan nefretini de açıkça dile getiriyordu.” Şamil’in “Runovski'ye... oluşturduğu sistemi anlatma fırsatı oldu.” “Çeçenlere karşı belli bir garaz duyuyordu.../ Dağlık Çeçenistan'ın bölgelerinden birisi olan Tadburti'de şeriatı uygulamaya koymadan önce toplumda, evlilik dışında doğan çocukların evlilik içinde doğan çocuklardan daha değerli olduğu hakkında yaygın bir inanış vardı. Birbirlerinin karılarını, kızlarını kaçırıp onları esir olarak tutuyorlardı. Bu durum bu kadınları da mutlu ediyordu; kendilerini esir alanlardan evlilik dışı hamile kalıp "Dünya çapında kahramanlar ve yiğit savaşçılar doğuruyorlardı"./ Dağlı Çeçen toplumu, imama göre beş katlı kulelerde yaşıyordu; en alt katta ahırlar vardı, onun üstünde depolar, onun üstünde aile, onun üstünde ailenin malları ve en üst katta da esir alınmış kadınlar. Daha küçük binalarda bu kadınlar çoğunlukla ailenin yanında kalıyorlardı. Şamil'in deyişiyle bu insanlığın yüz karası insanlarda utanma arlanma yoktu. Şamil, şeriat kurallarını uygulamaya koyup bu kuleleri yıktığını ama tüm bunların yıllar süren çabalar sonucu olduğunu söyledi./ İmam dobra dobra, "Bütün dünyada bu pislikten daha kötü bir şey yok. Ruslar onları bir parça yola getirdiğim için bana teşekkür borçlular. Bu olmadan, onlarla yalnızca tek biçimde baş edecektiniz: hepsini silahla taramanız lazımdı. Aynı vahşi saldırgan hayvanlara yapıldığı gibi. Aslında Tadburi'deki insanların huyunu kırmakla kalmadım; Şatoy ve İçkerya'dakileri de yola getirdim. Onların Ruslara bağlılığı konusunda değildi benim savaşım. Biliyorsunuz böyle bir bağlılıkları olmadı. Onların kötü karakterleri ile ve hırsızlık ve haydutluk eğilimleriyle savaşımı sürdürdüm... eminim ki siz de onlarla savaşacaksınız, onların bana olan bağlılığı ile değil, onların haydutluk eğilimleriyle; hiçbir zaman bırakmak istemiyorlar bu eğilimlerini," dedi./ "Bu dağlıların alışkanlıklarını kırmak için çok sert önlemler aldığımı itiraf ediyorum. Benim emirlerim doğrultusunda birçok insan öldü, fakat... başka yolu yoktu... Allah'ın huzurunda bunun cevabını vermekten de hiç korkmuyorum."” (Bullough, s.  298-311)

*

"Çeçenler ihtilale hazır bulunuyorlardı. Şamil de uzaklarda değildi. Çeçenler onu çağırdılar, gitmedi, yalvardılar, tereddüt etti... gitmeye karar verdi." (Kaflı, s. 159)


"Şamil tarafından 1842'de hapsedilmiş olan teğmen Orbeliani'nin, 1943 Şamil imamlığının dini, sivil ve askeri yönetimi ile ilgili raporu”ndan: "Şamil Dargo'da uzun süre kalmaz." "Çeçenistan'a geldiği zaman, genellikle Dağıstan'lı bir muhafız grubu bulundurur. Dağıstan'a da bir Çeçen muhafız grubuyla gelir." (Bennigsen, s. 327-343)

*

Başka bir karalama anlatımı da şudur:

*

”Kafkasya’da kan davaları nesiller boyunca sürerdi… sürekli azalan Kafkasyalılar, mücadelelerini sürdürecek oğullar istiyordu. Eşini kaybeden kadınların birkaç ay içinde tekrar evlenmesi bekleniyordu. İnguşlar gibi bazı kabileler ilginç önlemlere başvurdu. Bekar ve dul kadınlar, geceleri yüzlerini peçeyle örtüp eşiğe uzanırdı. Davetlerini kabul eden erkeklerse görevlerini ifa ederdi. Bu birleşmeden doğan çocuğu bütün toplum sahiplenir ve birlikte yetiştirirdi./ İntikam bu toprakların kuralıydı.” (Blanch, ŞŞE, s. 165-180)

*


5.Övgülere Karşı Aykırı Sesler


Çeşitli çevreler tarafından kendi açılarından yararlı görüldüğünden doğal olarak çokça övülen Şamil’in uygulamalarının bölge halkları için ne ifade ettiği pek incelenmemiştir.


Bununla birlikte bütün bu bölge dışı kaynaklardaki cömert övgülere karşın pek fazla olmayan bölge kaynaklarındaki bazı değerlendirmelerde müridizme ve Şamil’e yönelik çeşitli eleştiriler de dile getirilmiş ve hatta en yakınında bulunan bazıları tarafından Şamil akla çeşitli soru ve kuşkular getirecek tarzda epeyce farklı bir şekilde anlatılmıştır.


5.1.Dağıstan’dan


Pek öne çıkmasa da öyle anlaşılıyor ki, ilk andan itibaren bölgede müridizm uygulamalarına tepkiler de gelmeye başlamıştır. 


Aynı şekilde çok kısa bir süre önderlik yapan Hamzat döneminde de uygulamalarla ilgili çelişkiler ve tepkiler daha ilk andan itibaren ortaya çıkmıştır. 


Aşağıda aktarılan Yaşurka’nın anlatımında görüleceği üzere en fazla sorun ve memnuniyetsizlik ise iktidarı uzun süren Şamil döneminde olmuştur. Halkın açıkça Şamil’i terkettiğini ve zulme varan uygulamalardan duyduğu memnuniyetsizliği net bir şekilde gösteren bu hususlara genel anlatımlarda değinilmemesi ise anlaşılmaz ve şaşırtıcı bir durumdur. Aynı ölçüde şaşırtıcı ve anlaşılmaz olan bir husus da olumsuzlukları sayıp döken Yaşurka’nın da genelde Şamil’i başarılı bulup övmesidir.


Öncelikle bu dönem müridizminin ilk aşamalarında müridizme yönelik çeşitli eleştiriler olmuş, önderler hakkında olumsuz değerlendirmeler yapılmış ve ayrıca mürid önderlerinin kendi aralarında bazı tartışmalar yaşanırken önceki iki liderle Şamil arasında da uyumsuzluklar ortaya çıkmıştır. Bu konulardaki anlatımlardan bir kesit şöyledir:

*

1829 yılında Hunzah'a saldırdıklarında yenilmeleri üzerine emrindeki "Bakullel gazileri" Şamil'e "Uğradığımız felaket senin uğursuzluğundan ileri geldi, diyerek silahlarıyla sarığını alıp kendisini öldürmeye kalkıştılar." (El-Karahani, 5)


Kaynaklarda Hunzah’a saldırı tarihi konusunda uyumsuzluk vardır.


“1830 Mayıs’ında Gazi Molla sekiz bin insanla Hunzah’a saldırdı… saldıranlar büyük kayıpla çekildiler… iki lider… kabahati birbirlerine attılar. Şamil acele ettiklerini söylüyordu.” “Gimri savaşı… 17 Ekim’de başlamıştı.” Müridlerin naiblerden biri olan Hamzat Bek’in kapatmasını beklediği yol kapatılmamış ve Ruslar bu yoldan saldırmışlardı. “Hamzat Bek işe karışmadı ve yolu açık bıraktı. Onun şiarı cesaret yerine hile daha iyiydi. Sonraki olaylar onun yalnız bir korkak değil aynı zamanda bir hain olduğunu isbatlamıştı.” “Ruslar Gazi Molla’yı öldürmüşlerdi… ölüm nihayet aralarının bozulmasını önlemiş olabilirdi. Gazi Molla’da Şamil’in lider vasıfları yoktu. Hiç şüphesiz Şamil’in onun emrinde yürümeyeceği gün gelecekti.” (Blanch, s. 64, 65, 73-75, 111-115)


"Şamil de refiklerine yeni elbise verilmesi, yahut yama olarak birkaç parça birşey ihsan edilmesi için Hamza'ya müracaat eyledi. Fakat Hamza bu talebe karşı red cevabı verdi." "Şamil dedi ki:/-Hamza bir sene daha yaşarsa bizim için pek hayırlı olacaktır. Lakin herkesi kızdıracak hareketlerde bulunduğumuz için yaşayacağını sanmıyorum." Öyle de oluyor, 1834'te, "Cami-i şerife yaklaştıklarında birkaç kişi birden hücum edip Hamza'yı öldürdüler.../ Hamza'yı katleden meşhur Hacı Murat'ın biraderi" idi. (El-Karahani, 34-36) 


El-Karahani’de "Cami-i şerife yaklaştıklarında” denilmesine karşın Al Kadari’de de olduğu gibi bazı kaynaklarda Hamzat’ın buradaki ifadeden farklı olarak cami içinde öldürüldüğü belirtilmektedir.


Bazılarına göre Gazi Muhammed itaat yolunu değil, kılıç yolunu seçmişti ve "müritlerin bu taktiği, mücadeleye değil, itaata davet eden dini öğretilerle açık bir ihtilafa düşüyordu." Yerel tarihçi Hasan Efendi de çok kısa süre önder olan Gazi Muhammed’i "tarikatın gücünü suistimal etmekle, iktidarı elde etmek için kötüye kullanmakla ve Dağıstan'ın nüfusunu kendi amaçları doğrultusunda kendi tarafına çekmekle ve tarikatın ismini itibardan düşürmekle” suçluyordu. (Yaşurka, s. 75-83)


Şamil sonrası dönemin Dağıstanlı yazarı Al Kadari Şamil’i ilginç ve şaşırtıcı bir biçimde övmektedir. Şaşırtıcı olan husus Gazi Muhammed'i yeren yazarın Şamil'i övgülere boğmasıdır. Kadari Rusya’daki müslümanların kendi halinde Allah'a kulluk ederek hiç kimseyle münakaşa etmeden, merhamet ve saygı yoluyla rahat ve huzur içinde yaşadığı bir sırada ortaya çıkan Gazi Muhammed ve benzeri Dağıstanlıların tarikati bir üstünlük ve egemenlik yolu gibi göstererek, sıradan Dağıstanlıları saflarına çekmek suretiyle haksızlığa sürükleyip onları gözden düşürdüklerini belirtmektedir. Ancak bunu söyleyen aynı Al Kadari bu sözleriyle çelişir bir tarzda burada eleştirdiği icraatta Gazi Muhammed’in en yakınında yer alıp sonrasında yıllarca onun yolunu sürdüren Şamil’in hocalık yapıp yol gösterecek seviyede bir alim ve ayrıca olağanüstü derecede yiğit, son derece cesur ve sevkülceyş gücüne ve siyasi bilgiye sahip çağının müstesna şahsiyetlerinden birisi olduğunu ifade etmekte ve dolayısıyla neredeyse övgüde sınır tanımamaktadır. Ve bunu yaparken Şamil’in Rus yönetimine kendi koşullarında teslim olduğu şeklindeki doğru olmadığı açık olan bir iddiayı da onun kahramanlığının ispatı olarak tekrarlamaktadır. Ne var ki aynı yazar övgülerinin arkasından tamamıyla övgüleriyle çelişen bir şekilde Şamil’in tesliminden sonra Dağıstan’a refah ve huzur geldiğini belirtmektedir.


Gazi Muhammed'i yererken, Gazi Muhammed’deki yerdiği anlayışın daha da şiddetli temsilcisi olan Şamil’i anlaşılmayacak bir şekilde her nedense övgülere boğan Şamil sonrası dönemin Dağıstanlı yazarı Al Kadari bile “Arap, Pers ve Türk eserlerinden yararlanılarak hazırlanan  ve 1892'de yayınlanan 7-19. yy. dönemi Dağıstan tarihiyle ilgili” önemli eserinde şunları söylemektedir:


1824’den “sonra Dağıstan'da yeterince makul düşünmeyen bilginlerle gerçekleri hesaba katmayan sufi yandaşları, Perslerle Türklere kapanan Dağıstan'ı Ruslardan kurtarmayı ve bağımsızlığı düşündüler. Rusların Gazi Mulla adını verdikleri... Gazi Muhammed Efendi harekete geçti.” "Huzur bereket için, iki kural bulunur:/ Tatlı dil, şefkat gerek, dostlarla söyleşirken,/ Daima uyuşmak gerek, hasmile konuşurken!/ İşte Rusya'daki Müslümanlar arasında da bir yandan hakiki mürşidlerle müritler, diğer yandan da herhangi bir yerde kendi halinde Allah'a kulluk ederek huzur içinde yaşayan Müslümanlar bulunmaktaydı. Bunlar, Ruslar da olsa hiç kimseyle münakaşa etmeden, merhamet ve saygı yoluyla rahat ve huzur içinde yaşamaktaydılar. Fakat içlerinde Gazi (Muhammed) Efendi ve benzeri Dağıstanlılar, tarikati bir üstünlük ve egemenlik yolu gibi göstererek, sıradan Dağıstanlıları saflarına çekmek suretiyle haksızlığa sürükleyip onları da gözden düşürdüler; fakat kendileri ve yandaşları ezilmeye ve baskı altında kalmaya sebep oldular. Gerçekten, ceza verilmesi gerektiğinde gözler kör edilmekteydi." "Şamil Efendi... hocalık yapacak, yol gösterecek seviyede bir alimdi, daha üstün olan niteliği, sevkülceyş gücüne ve siyasi bilgiye sahip olmasıydı, çağının müstesna şahsiyetlerinden birisi olarak olağanüstü derecede yiğit, son derece de cesur bir kimseydi. Topu birden bir vilayetin yarısı kadar olan Lezgi halklarıyla birlikte, zengin ve çok güçlü bir devlete... karşı durması onun bu vasıflarını yeteri kadar ispatlamaktadır. Bütün savaşlara katılan yardımcıları ve kahramanları şehit düştüler, yerlerini dolduracak kimse kalmadı. Rus yönetimine kendi koşullarında teslim olması da onun kahramanlığının ispatıdır./ Şamil Efendi... şer'i akaidi yerleştirdikten sonra Nakşbendi Tarikatı'nın düzenli ve kurallara uygun olarak yürütülmesi için de çaba sarf etti; Dağıstan'daki çeşitli yönetim gruplarını şeriat ve tarikat yolunda yekvücut eyledi. Yönetim sırasındaki ilim sahipleri bir kategoride kayıtlıdır." "Şamil Efendi'nin tesliminden sonra Rusya yönetimindeki Dağıstan'a refah ve huzur gelmiştir... Fakat, mevcut düzene karşı bazı hareketler olunca suçlulara gereken cezalar verilirdi.../... bir hadise de, Çeçenya'da Kunta Hacı adlı bir zat çevresine topladığı cemaatten dolayı suçlu bulunarak hapsedilmiş ve Rusya'ya sürülmüştür (... Ölm. 19 Mayıs 1867). 1877'de "daha vahim bir hadise ortaya çıktı. Osmanlı Devleti ile Rusya arasında savaş çıkıp Dağıstan halkı da ayağa kalktığı zaman... pek çok kimse hapsedilip müşkül durumlar yaşandı... Bu hadise tarafımdan, o sırada... imparatorun... refakatinde görevli olan oğluma yazılan mektupta da belirtilmiştir." "Dağıstan'da çok çeşitli halklar ve zümreler içinde farklı sınıflar, gelenek görenekler varsa da, her şeye rağmen cesaret, şeref, haysiyet, saygılı davranış ve misafirperverlik gibi vasıflar, ortak olan yanlarıdır... ortaya çıkan kıyamlara ve baskılara rağmen bütün bir milleti suçlamak doğru değildir. Çünkü bunlar kültür ve uygarlıktan mahrum birkaç tahrikçiden kaynaklanan hadiselerdir." (Al Kadari, s. 111-115, 119-121, 126, 130)


Hamzat Gazi Muhammed'in yardımcısı olduğu dönemde bir çarpışmada Ruslarca tutuklanıp Tiftis'e gönderilmiş, ancak Rus hizmetindeki Aslan Han’ın aracı olması üzerine serbest bırakılmış ve daha sonra müritlerin önderi olmuştu. En başta imam olurken bazı grupların Hamzat’ın seçilmesine karşı çıktığı ve imam seçilmesinden sonra da “iki partinin oluştuğu” belirtilmektedir. Partilerden biri ona itaat ederken “diğeri ise onu kabul etmedi” ve savaştı. Seçilmesi konusunda aksakallardan memnun olmayan seslerin duyulması üzerine Hamzat onlara itaat etmeyenleri “silah zoruyla” itaate zorlayacağını söylüyordu. Bu memnuniyetsizliğin Hamzat’ın  Gimri'de müritler ölürken yardıma gelmemesi ve feodallerle iyi ilişkiler içinde olmasından kaynaklanabileceği belirtiliyordu. Uygulamaları şöyle yorumlanıyordu: "zaman zaman bek ve hanlarla gerektiğinde iyi geçindi (birilerine karşı savaşırken, diğerlere yardım etti)". Bununla birlikte 1834 yazında Hamzat Avaristan'ın neredeyse tüm köylerini kendi tarafına çekmişti. Ama bazı köyler Hana sadık kaldı ve Avaristan'ın başkenti Hunzah'a çekildiler. Ağustos 1834’de Hamzat Hunzah'ı kuşattı ve rehine olarak aldığı hanın oğullarını ve hanı öldürttü. “Hanın evinde bulunan tüm değerli eşyalar müritlerin kasasına ganimet olarak girdi". Hamzat "Akuşililer, Tsudahar ve Mehtuli hanlığına askeri seferler düzenlemek üzere hazırlıklara başladı", çok zaman geçmeden de "en önemli amacı olan gazavatı yayma hedefinden vazgeçti ve Hunzah'ta muazzam camii inşaatına başladı; dikkatini daha çok Şeriat'ı uygulamaya koymaya ve eski stil yaşamı propaganda etmeye verdi: tütün ve içkileri yasakladı.” Memnun olmayanlar da vardı. (Yaşurka, s. 89-91)


Yaşurka ile Al Kadari’nin Hamzat’ın imam seçilmesi konusundaki anlatımlarında vurgu farkı bulunmaktadır.


"Gazi Muhammed öldükten sonra Avarlar” Hamzat Bek’i “hemen kendilerine İmam seçtiler... (M. 1833) tarihinde ona itaat etmeyen Gergebil köylüleriyle çatıştılar, şamhal ve mehtulin ile Dargi köylerini ezip kendilerine bağladılar./... Hamzat Bek'in ilk işi Avar hanlığının merkezi Hunzah'taki han soyunu ortadan kaldırıp kendi egemenliğini kurmaya karar vermek oldu... (M. 1834) yılının ağustos ayında Hunzah'a doğru yola çıktı... Pahu Bike Hamzat Bekle... uzlaşmaya karar verdi./ Temsilcilere güvenmeyen Hamzat Bek, Pahu Bike'den oğullarından birisinin gönderilmesini istedi. Pahu Bike, henüz ergen olmayan en küçük oğlu Pulaç Han'ı gönderdi... Pahu Bike ondan sonra anlaşma yapmak için... iki büyük oğlu Nutsal Hanla Uma Han'ı gönderdi. Fakat Hamzat Bek bu iki hanla adamların tutuklanıp idam edilmesini emretti... Pulaç Han'ı... köyü Gotsalt'a yolladı; bu çocuk da bu köyde, Koysu Nehri'ne atılıp boğduruldu. Bundan sonra da Hamzat Bek, askerleriyle birlikte Hunzah'a girdi. Çocukların adına hanlığı yöneten anneleri Pahu Bike'yi idam ettirdi. Hamzat Bek han soyunu sinsice ve haince yok etmişti... Nutsal Han'ın süt kardeşi olan Osman ve kardeşi ünlü Hacı Murat ile bazı akrabaları bir tuzak kurup Hamzat Bek'i öldürmeye karar verdiler. "Kendileri Müslüman olan yaşlı bir kadınla, ergin olmayan bir çocuğu öldürecek kadar gaddar davranan böyle mü'min olur mu? Böyle şeriat ve tarikat olur mu? Bu zalimce hareketler Müslümanlığı zayıflatmaktan başka ne anlama gelir?" şeklinde konuşulmaktaydı. Nitekim cuma günü cemaat toplandığında Hamzat Bek'i camide öldürdüler. (19 Eylül 1834)" (Al Kadari, s. 115, 116) 


Yazdığı şiir beğenilmeyince baskı gören yerel şairlerden birisi de şikayetini “O utanmaz zalimler, bana zulüm eyledi” diyerek dile getirmiş ve durum şu şekilde anlatılmıştır:


1813'te yardım istemek için İran'a giden Surhay Han II. için şiir yazan Ahtılı Kadı "Mirza Ali Efendi de hapsedildi, hatta Kurah köyünde, zemherinin soğuğunda buz üstünde elbiseleriyle birlikte soğuk su ile ıslatılıp olduğu gibi bırakıldı. Samur vilayeti Şamil Efendi tarafından zapt edilince yönetim onu tekrar hapse tıktı. Avarya'da bir yıla yakın tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Niçin sık sık tutuklanıyordu? Çünkü yazdığı şiirler Şamil Efendi tarafından da beğenilmemekteydi. Fakat daha hapisten çıkar çıkmaz Şamil Efendi ile yandaşlarını zehir gibi hicveden Arapça bir şiir yazdı, girişi şöyledir:/ O utanmaz zalimler, bana zulüm eyledi/ Müslüman olanlar da, biraz aman vermedi/ İnsanların zulmünden, bağırdım imdat diye/ Mahkum ettiler beni, olsun eziyet diye!/... binbir işkence görerek yaşamış... (M. 1858) yılında vefat etmiştir." (Al Kadari, s. 141, 142)


"Daha önce okuduk: "Dağıstan'da aşırı yoksulluk ve fakirlik getirecek," diyen Arakanlı Said Efendi savaşa karşıydı. "Gazi Molla'nın demeçleri neticesiz kalacak" diyordu. Hamzat Bek'in demeçlerine de karşıydı; bu sebepten de bu muhterem alimi cezalandırmak istediler, fakat o evden kaçtığı için kurtulmuş olmaktaydı. Kütüphanesini de gasp ederek götürmüşlerdir." "Şair, "yavruların canavarları" olarak Hamzat Bek'in müritlerini kastetmektedir. Han'ın yaşlı karısının hunharca katledilmesini de canavarca mübalağası ile açıklamaktadır." (Al Kadari, s. 168-Not: 148 ve 149)


"Dağıstan halkları bir yandan kendi hanlarının esaretinde ekonomik ve sosyal yaşam mücadelesi verirken, diğer yandan Rus işgali altında ezilmekte ve hayatlarını faciaya dönüştürmekteydi. Başta Şamil olmak üzere imamlar, hem Çarlık Rusyasının, hem de onun dostu olan Dağıstan hanların düşman olduğuna inanmışlardır." (Al Kadari, içinde A. Hasanov, s. 5) 


Kız kardeşinin Şamil’i açıkça insanları sefalete düşürmekle suçladığı da vurgulanan bir anlatım ise şöyledir:


Gimri’deki yaralanmadan sonra saklanırken “Şamil’in kızkardeşi sakliada birdenbire karşılarına çıkıverdi ve şeriata olan bağlılığı ailesini ve Gimri’de canını kurtarmış olanların hayatlarını sefalete götürdüğünden dolayı kardeşine şikayette ve takazada bulundu. Kardeşi hakikaten ağır yaralı mıydı yoksa mütemariz mıydı ve yalnız Fatımat’ın yanında mı olmak istiyordu?../ Bildirildiğine göre Şamil bir ot yığını üstünde yatıyor ve yüzü sözlerin etkisi altında çok defa savaşın kızgınlığında olduğu gibi  donup kalıyordu. Fatımat onun yanında çömelmişti ve bu hiddetin karşısında susuyordu. Eltisinin (benim notum: görümcesinin olmalı değil mi?) sesiyle ayağa kalkmış… Halkın zaruretinden ve mağlubiyetin ağırlığından ve Rusların hakimiyetinden söz etmeye devam edince Şamil’in ateşi yükseliyordu. Onu nihayet gitmesine ikna edince Şamil’in hastalığı tekrarladı, yaraları açıldı./ Şamil sonraları hayret edilecek kuvvet ve ilahi yardımla kurtulmuş olduğunu ısrarla bildirirken yaralarının kız kardeşinin süslenmesine onun günahkar olacak şekilde dünyevi zenginlikler ortaya koymasına karşı Allahın bir gazabı olarak yaralarının açılmış olduğunu ilave ediyordu. Onunla bu konuda tartışacak hiç kimse yoktu./ Şamil nihayet yine müridler yanında görününce ne kaçmasından ve ne de sakliadaki yaşantısından bahsetmedi. Hiç kimseye de ne kendisine ve ne de Fatımat’a bir şey sormasına izin vermedi. O gelmişti ve bu yeterdi. Acaba bu düşkünlük aylarında konuşmak istemiyor muydu, yahut kendi teatral tutumunu göstermek istemiyor muydu? Bir defa daha bilerek onun başka bir insan olduğuna, Allaha hizmet etmek için doğal üstün bir kuvvetle hayatta kaldığına dair hayret edilecek efsaneyi mi geliştirmişti? Ne olursa olsun bu onun disiplinine ve şahsi hodbinliği olmadığına bir delil olarak hemen Hamzat Bek’in en kıymetli adamı olmuş ve ona sadıkane hizmet etmişti.” (Blanch, s. 118, 119)

“Şamil, Allah tarafından vazifelendirildiğine emindi ancak şahsen hırslı bir mizaca sahip değildi. Güç ve itibarı, sadece Allah’ın iradesini uygulamak için istiyordu… Gazi Molla’nın ölümü, aralarında nihai bir ihtiafın çıkmasını engellemiş olabilir. Gazi Molla, Şamil’in liderlik özelliklerinden yoksundu.” … ikinci İmam olarak idareyi devralan Hamza Bey’in…/ Saltanatı kısa olduğu kadar utanç vericiydi. Akibeti, hak ettiği gibi kanlı oldu ve ihanetinin bedelini canıyla ödedi. Her şeyden önce bir eşkiya olan Hamza Bey’in bütün hayatı şiddet ve kurnazlıkla doluydu. İşine geldiği gibi davranan dengesiz, tehlikeli ve küstah biriydi.”  ”Şamil, aylarca Gimri yakınlarındaki dağlarda saklanmıştı… çobanlar… eşi Fatma’yı getirdi.” ”Kafkasyalı bütün kadınlar gibi Fatma da fidan gibi zarif biriydi.” ”Sakliada geçirdikleri saadet dolu günleri bölünecekti. Şamil’i görmeye gelen kız kardeşi ona sitem etti. Şamil’in şeriata bağlılığının hem ailesini hem de Gimri sakinlerini perişan ettiğini söylüyordu. Kardeşi gerçekten ağır yaralı mıydı yoksa Fatma’yla birlikte olabilmek için numara mı yapıyordu? Yaralı olmasına yaralıydı ama keyfi de yerindeydi. Lakin yerle bir edilmiş Gimri’nin sakinleri mağaralarda yaşarken ve vazifesini hatırlatan kardeşinin bunca lafından sonra buna hakkı yoktu./… Şamil’in yüzünde en ufak bir ifade yoktu. Fatma… sessizliğini koruyordu. Görümcesinin sesi… bir yükseliyor bir alçalıyordu… Kardeşini dinleyen Şamil’in ateşi yükseldi… yaraları tekrar açılmıştı.” ”Geri dönmüştü… Yoksa Allah yolunda çalışması için muhafaza edilmiş, seçilmiş biri olduğu yönündeki mucizevi efsanesini mi güçlendirmeye çalışıyordu?” ”Hamza Bey ve Şamil… tarikatı kurdular. Gözlerini Avar yurduna dikmişlerdi… tek engel Bahu Bike’ydi… Bahu Bike, oğlu Ömer’i Tiflis’e gönderdi… Rusların desteğini talep ediyordu. Genç Ömer Han’a üvey kardeşi Hacı Murat eşlik ediyordu. İlerleyen safhalarda… Hacı Murat, Şamil’in en güçlü müttefiki ve en tehlikeli rakibi olacaktı. Ölümüyse Tolstoy’un şaheserlerinden birine ilham verecekti.” “İntikam bu toprakların kuralıydı. Osman ve Hacı Murat kardeşler, Bahu Bike ve oğullarının intikamını alacaktı.” ”Hamza Bey’in üzerine atılıp onu bıçakladılar.” ”Şamil, Hamza Bey’in hazinesinin bulunduğu Gotsak avuluna gitti… Hazineye el koyup katırlara yükletti. Bulaç’ın boğulup uçurumdan atılmasını emretti. Emri yerine getirildikten sonra kendini Dağıstan’ın üçüncü İmamı ilan etti ve atını Gimri’ye sürdü. Şamil’in… Yönetimi altında, Kafkasya koca bir kaleye dönüşecek, araları bozuk olan aşiretler, kurulan amansız idari sistemin altında birbirine kenetlenecekti.”(Blanch, ŞŞE, s. 165-180)

"Şamil tarafından 1842'de hapsedilmiş olan teğmen Orbeliani'nin, 1943 Şamil imamlığının dini, sivil ve askeri yönetimi ile ilgili raporu”ndan: "Halbuki, Dağıstan'da... büyük saygı ile kabul gören bir adam var." "Cemaleddin, Kazikumuh'ta doğmuş... Muhammed'in soyundan olan bir seyyid aileye mensuptur.. şöhreti kısa zamanda bütün Dağıstan'a yayıldı. O sırada Gazi Molla sadece basit bir molla idi... Kazikumuh'a gitti. Orada Cemaleddin kendisine... Müridiz'min anlamını anlattı... Cemaleddin, onu şeriatçı hareketin yönetimini eline almaya ikna etti. Onun Ruslar'a karşı savaşa girmesini kesinlikle yasakladı ve çalışmalarını, medeniyetten yoksun Dağıstanlılar'ı doğru yola sevkederek orada yerleşmiş olan kötü alışkanlıkları ve gelenekleri yok etmeye yöneltmeye teşvik etti." "Gazi Molla... Müridizm'i anlatmaya koyuldu. Halk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu... Müridizm böyle doğdu." "Cemaleddin... taraftarlarının Ruslar'a karşı yürüttükleri mücadeleyi tasvib etmemektedir... kan akıtmayı kınamakta ve katliamı durdurmaya çalışmaktadır." "Cemaleddin'in Dargo'da nasıl bir tutku ve saygı ile kabul gördüğüne şahit oldum... Şamil, büyük saygı işareti olarak O'nun elini öptü." "Cemaleddin, Dargo sakinlerini camide topladı ve onlara bir konuşma yaptı... Sonra Şamil'e döndü ve şunları söyledi:" "Sana Ruslar'a karşı silaha sarılmayı yasaklamıştım... dinlemedin. Bugün yine savaşa son vermeni tavsiye diyorum... müslümanları ve hatta Ruslar'ın idaresi altındaki insanları yağma ederseniz Allah ve Rasülü'nün laneti senin üzerine olsun." "Cemaleddin benden ayrılırken şunları söyledi:" "Oğlum, Ruslar'a, müslümanlar kadar onların da iyiliğini arzu ettiğimi söyle." (Bennigsen, s. 327-343)

*


5.2.Türkiye’den


Türkiye’den de üç Kafkas kökenli yazar Şamil konusunda şu eleştirel değerlendirmeleri yapmışlardır:

*

"Sonuç olarak; Kafkasya savaşları binlerce canın yok olmasından ve oldukça büyük bir yekun tutan toplu göçten başka hiç bir yarar sağlamamıştır./ Savaşımın ilkeleri ne denli ideal olursa olsun bir kişinin altmış kişi karşısında vuruşması, hasmının gücünü bilememesi, olanaklarla fenni kaynaklardan yoksun olması en uygar inançların bile zaferini sağlayamaz. Geçmişteki bu inan ve uygarlık etkili olabilir. Fakat çağımız bir hak olarak utkuyu tinsel uygarlıktan çok nesnel gelişmelere tanımaktadır." "Kafkasyalıların yeniden gladyatörler arenasına inmesini beklemek, umut etmek, zırha bürünmüş bir leoparın önündeki yalın şövalyenin kan, et kemik artıklarına dönüşmesinden başka bir sonucu olamaz./ Bu küçücük halkları savaşa sokmak, ya da savaşın heyecanını vermek ne sağladı, ne sağlayacak, ne sağlayabilir?../ Kafkasyalıların görevi benim şimdiki inancıma göre artık savaşmak olmamalı, varlıklarını koruyabilme ve kuşaklarını yaşatabilme savaşımı olmalıdır. Bu da doğal olarak insan haklarına uygundur". (Aytek Kundukh, içinde Kutlu, s. 131-135)


“Mustafa Saadet, mustafa.saadet@yahoo.com /UKRAYNA VE ÇERKES SOYKIRIMI, 04/06/2023/ Diğer bir olgu da, Gürcüler, Ermeniler, Azeriler, Rusya ile anlaşma yolunu seçtikleri için soykırım yaşamadılar, nüfuslarını korudular ve şimdi de bağımsız ülkeleri var. Çerkesler de Osmanlı’ya ve Batı’ya güvenmeden anlaşma yolunu tercih etmiş olsalardı, şimdi 30-40 milyonluk nüfusa sahip bağımsız bir ülke durumunda olabilirdi./ Üzücü olan bir durum, bazı hemşerilerimizin derneklerimizde zaman zaman yapılan istişare toplantılarında ayağa  kalkıp, yüksek sesle günümüzde de  Şeyh Şamil politikasının uygulanması gerektiğini savunmalarıdır./ Son söz: “Bize gerekli olan bireysel egoizmden kaynaklanan düşünce değil, toplumsal diplomatik düşüncedir.””(Saadet)


“Şamil’in oğlunu kendisine halef olarak İmamete getirmek tasavvurunda bulunduğu hakkındaki rivayet ve ihtimaller”. “Şamil, Hacı Murat’ın üzerine bir kuvvet sevketmiş, bunun üzerine Hacı Murat da Rus’lara iltica etmiştir.” “Hacı Murat bir kahramandı… Fakat hadise, vatan ve istiklal gözü ile tetkik edildiği zaman… hayretle karşılanan kahramanlığının bu kadar değerli görülmeyeceği tahmin edilebilir./ Bu mesele, hem Şamil’i, hem Hacı Murat’ı tenkid ve muahaza ettirecek bir mahiyet arzetmektedir./ Filhakika Kafkas ruhu, irsi bir siyaset makamı tanıyamazdı. Bundan başka Şamil’in düsturu ve takip ettiği ahkamı şeriye esasları da devlet riyasetinin irsi olmasını kabul etmezdi. Bu makamın intihap ile seçilen zata tevdi edilmesi icap ederdi. Hacı Murat’ın da şahsi ihtiraslarına tabi olmaması ve vatanın menfaatlerini her şeyin üstünde tutması lazım gelirdi.” (Berkok, s. 486, 487)

*


V.SONUÇ


Yaşurka Şamil döneminin son zamanlarında komplocu, ispiyoncu, düzen bozucu, yalancı ve neredeyse tamamen zenginlerden olan açgözlü naiplerin benzeri değişik yöntemlere başvurarak menfaatleri için halka zulmettiklerini belirtmekte ve o dönem için sanki yağmacı bir çete yönetimi tarifi yapmaktadır.


Yaşurka’nın anlatımına göre, Şamil’in yönetimi tamamen çürüyüp kokuşmuş durumdadır ve son zamanlarda sadece 300 bin kişi Şamil’i önder olarak kabul etmektedir. Şamil’in yakın yardımcılarından olup Rusların tarafına geçen Halat-Efendi 1852 yılında, Şamil’in gücünün temeli olan terörün son zamanlarda daha dayanılmaz olduğunu, oğluna iktidar yolu açmak için onun hiçbir kurban vermekten çekinmeyeceğini, kendi şerefine sahip çıkmak isteyen ve itaat etmeyen her dağlının bu yolda hayatından olacağını, dağlarda Rus zaferinden emin olmayan tek bir aklı selim insan kalmadığını, devam eden savaşın bağımsızlık getirmeyeceğini, ama Şamil’in iktidarını koruyacağını, söylemiştir. Şamil’in en yakın adamlarından olan Abdurrahman da anılarında, naiplerin sıradan insanlardan rüşvet aldığını ve halkı soyduğunu, şikayet edeni de, Rusların hesabına ispiyonculuk yaptığını ya da onlara kaçma hazırlığı içerisinde bulunduğunu söyleyerek, öldürdüklerini, belirtmiştir. Şamil’in yönetiminde üç ayrı grup iktidar mücadelesi yapmaktadır. Elisu’lu sultan Daniel-Bek ile onun eniştesi olan Şamil’in oğlu Gazi-Muhammed’in dahil olduğu bir grup, kendi açgözlü çıkarları peşinde giderek çarlığa teslim olmayı ve kendileri için maksimum avantajları sağlamayı düşünmektedir. Bir başka grup Hacı-Murat etrafında toplanmıştır. Şamil’in tarafına geçmesinin nedeni Rusların Şamil ile ilişkilerinden şüphelenmesi olan Hacı-Murat savaşmaktan çok çapulculuk işinde başarı göstermektedir. Şamil’e en erken katılan Kibit-Magoma’nın etrafında oluşan gruplar da diğer gruplara ve Şamil’in kendisine karşı mücadele etmektedir. Naipler arasında öldürmelere de varan mücadeleler yaşanmıştır. (Yaşurka, s. 148-173)


Mevcut sonuçta bölge halkları açısından bir başarı olmadığı, aksine tarifi zor büyük bir yıkım olduğu açıktır. 


Bölge halklarının işgalciye karşı canıyla, kanıyla ve her türlü varlığıyla onlarca yıldır sürdürdüğü direniş açık bir yenilgiyle ve hatta halkın bir ölçüde Rusları tercih etmesiyle sonuçlanmıştır.


Bu durum aynı dinin iki farklı anlayışı yüzünden kendi aralarında silahlı çatışmaya başlayan Çeçenlerin 1998 sonrasındaki durumuna neredeyse tıpatıp benzemektedir.


Bölge halklarının işgalciye karşı onlarca yıldan bu yana süregelen mücadelesinin yozlaştırılmasının da büyük ölçüde din yorumuna dayanan anlayışlardan birinin zorla dayatılmasından ve adaletsiz uygulamalardan kaynaklandığı söylenebilir.


Organize olup birlik sağlayamadıkları için en büyük paya Çeçenlerin sahip olduğu kuşkusuz olan bu çok olumsuz sonuçta büyük paylardan biri de elbette Şamil’in olmalıdır. Çünkü hernekadar kendi anlayışı doğrultusunda iyi şeyler yapmak istediğinden kuşku duyulamazsa da yozlaşma ve çürüme en çok onun adaletsiz uygulamaları ile makam dağıtma konusundaki tercihlerinden kaynaklanmıştır.


Bütün bu tabloya karşın Şamil’in başarılı bulunup sürekli övülmesi ise gerçekten çok şaşırtıcıdır.


Açıktır ki Şamil’in genel anlayışı da ortaçağa has bugünün Taliban anlayışını çağrıştıran bir anlayıştır. Elbette bu da bir anlayıştır, ama bu anlayış doğru ve gerçekçi olup olmaması bir yana topluma huzur ve refah getirebilecek bir anlayış olmaktan uzaktır. 

*

"Şamil tarafından 1842'de hapsedilmiş olan teğmen Orbeliani'nin, 1943 Şamil imamlığının dini, sivil ve askeri yönetimi ile ilgili raporu”ndan: "Biz kaçmadan önce Şamil sık sık bizi görmeye gelir, hücremizden çıkartır ve bizimle görüşürdü... Şamil bize şunları söylüyordu:" "Muhammed Ali yakında Rusya'yı mahvedecek ve ikinci Allahınızı hapse attıracak... Muhafızlarımızdan birisi, İstanbul'dan gelen Untsukul'lu bir hacı olan Cebrail'in, Muhammed Ali'nin yüzbin kişilik bir ordusu olduğunu, askerlerin alınlarının ortasında birer gözü olduğunu ve baştan ayağa çelik elbise giydiklerini anlattığını söyledi. Dağıstanlılar saftırlar ve birazcık aklı olan onları kolayca peşinden sürükleyebilir", "bir defasında dedim ki:" "Şamil... Er veya geç boyun eğmeye mecbur kalacaksınız, fakat bu arada fakirlik ve sefalet çekiyorsunuz." "Bana cevabı şu oldu:" "Allah bizi öbür dünyada mükafatlandıracaktır." "Bunun üzerine dedim ki:" "Sizin... Peygamber'in vekili... Sultan, İran Şahı gibi bizimle barış içinde yaşadığı halde siz niye ona uymuyorsunuz?" "Şamil bana şu cevabı verdi:" "Sultan'ın Muhammed'in Şeriatına sadakatle riayet ettiğne ve Türkler'in gerçek müslüman olduklarına gerçekten inanıyormusun? Onlar kafirlerden de kötüdür. Ah onları bir elime geçirebilsem, Sultan'dan başlayarak keser, yirmi dört parça ederim! Dindaşları olan bizim Allah ve din için yıllardan beri Ruslar'a karşı savaştığımızı biliyorlar, fakat bize yardım etmiyorlar." (Bennigsen, s. 327-343)

*


Ruslar dinlerine de sarılmakla birlikte I. Petro ile bilim yoluna girerken KK’nın doğusu siyasallaştırılan müridizm anlayışı ile keskin bir inanç yoluna saparak bir anlamda dünyevi bilgiye sırt da çevirip Şamil ile daha da güçlü bir şekilde tarihsel akışta sanki geriye doğru yönelmiş gibidir. 


Bunun sonucu da doğası İsviçre’yi andıran bölgenin toplumsal olarak günümüzün Taliban Afganistanı’na  benzemesi olmuştur.


Bütün bu övgü ve bilgi kirliliği karmaşası ve ayrıca varolan kabile kıskançlığı bir yana bırakılıp yaşananlara bakıldığında görünen ise yıllarca süren kan ve gözyaşıdır ve sonucu da yenilgi ve sürgündür. Burada yerli halklar açısından hamaset dışında bir başarı yoktur, tam tersine çok büyük mağduriyetler söz konusudur.


Baskınlar ve yağmalar elbette halklar için başarı sayılamaz. Ayrıca halklara külfet dışında hiçbir nimet de yoktur.

*

Alınan “para cezaları ve soygunculukta elde olunan ganimetler devletinin gelirini arttırıyordu. Bu paraların bir kısmı… kabileleri kazanmak için rüşvet olarak kullanılıyordu ki, bu Doğu düşüncesine göre bir yatırım idi.” (Blanch, s. 125)

*

Şamil’in bölgede birlik sağladığı şeklindeki anlatımlarda olduğu gibi Şamil’in başarılı bir devlet kurduğu şeklindeki anlatımlar da gerçeklerden uzak abartmalar gibi görünmektedir.


Olumsuz sonuçtan ders çıkarmak yerine sürekli başarısızlığı, yenilgiyi başarı gibi gösterip övmek bölge halkları açısından doğru ve yerinde bir tavır sayılamaz.


Başarısızlığın en önemli nedeni de elbette birlik olmayışıdır, ancak birlik olmayışında diğer asıl yapısal nedenlerin yanı sıra Şamil’in adil olmayan dayatmacı baskıcı uygulamalarının payı olduğu da inkar edilmemelidir.

 

Tarih doğru anlaşılmalı ve başarısızlık açıkça adlı adınca kabul edilmelidir.


Ne yazık ki bu yapılmamış ve yapılmamaktadır.


Bazı eleştirel görüşlere karşın muhtemelen yazı imkan ve geleneğinin fazla olmamasının ve güçlünün sesinin baskın olmasının da etkisiyle bağımsızlık önderi şeklindeki şablon haline getirilmiş bazı ifadeler dışında bölge halkları açısından sağlıklı bir Şamil değerlendirmesi yapıldığını söylemek pek mümkün görünmemektedir.


Bazılarının tavrı anlaşılabilir ise de yerli halklardan olup Şamil’i gerçeklikten kopuk bir şekilde övenler bunu neden yapıyorlar?


Gerçek dışı anlatılar neye yarıyor?


Şamil:


*Gerçekte bölge halkları açısından ne ifade etmektedir?


*Halk çoğunluğunun gerçek temsilcisi olmuş mudur?


*Adil davranmış mıdır?


*Başka türlü bir yol izlenebilir miydi?


*Sonuç için neler söylenebilir?


Bu ve benzeri sorular tartışılıp cevapları verilmemiştir.


Yine de sanırım bu konularda asgari düzeyde olmak üzere öncelikle şunlar söylenebilir:


*Şamil ve diğer mürit önderleri halkın tamamının değilse de bir bölümünün temsilcisi olmuşlardır.


*Halkın istediği kendi inancı ve gelenekleri çerçevesinde bağımsız olarak yaşamak olmuştur. 


*Ruslar zor kullanarak ve zulümle ülkelerini işgal etmek için geldiğinde halk büyük bedeller ödemeyi göze alarak karşı çıkıp direnmeyi seçmiştir.


*Ne yazık ki bölge halkı çağa ayak uyduramamıştır.


*Sonuç bölge halkları için yenilgi ve büyük bir yıkım olmuştur.


Aslında kendisini Allah adına iş yapan biri şeklinde sunan Şamil’in eylemleri normal sıradan bir mantık açısından tutarsızlık ve çelişkilerle doludur ve sonuç da tam anlamıyla başarısızlıktır.

Buna karşın Şamil genelde günümüzde dahi övgülere boğulmaktadır!

Rus düşmanlığı ile siyasal dinciliği tahkim etmekten başka görünen bir yararı olmayan ancak gerçeğe aykırı ifadeler yüzünden gerçeğin doğru olarak idrak edilmesine engel olmak gibi çok önemli bir zararı bulunan bu övgülere günümüzde dahi ısrarlı bir şekilde neden ihtiyaç duyulduğunu anlamak ve açıklamak zor görünmektedir.


Niteliği bilinen siyasal dinciliğin günümüzde dahi teşvik edilmesi ise apayrı bir sorun sayılmalıdır. Ve bu yaklaşımdan toplumsal bir yarar beklenemeyeceğinin idrak edilmemiş olması da şaşırtıcıdır.


Günümüz ABD’sindeki inançlı dindar bir yüksek yargıcın şu değerlendirmelerinin bu konuda önemli bir yol gösterici ışık niteliğinde görülüp dikkate alınması kanımca tüm insanlık için faydalı olacaktır.

*

Aynı oy yazısında ‘ABD bir Hristiyan ülkesi sonuçta’ tezini reddederken, ülkeyi nüfusunun çoğunluğunun inancı nedeniyle bir dini kimlikle özdeşleştirip bu şekilde tanımlamanın tehlikeli sulara yelken açmak olacağı uyarısında bulunacaktı:

“Din ile devlet arasına çekilmiş sınırları yeniden tartışmaya açmak isteyenler, şu zor soruya yanıt vermek zorunda: 200 yıldır toplumsal barışa hizmet etmiş laiklik ilkesini, uygulandığı her yerde berbat sonuçlara yol açmış din devleti sistemiyle neden değiştirelim?”  

Yıllar sonra bu görüşlerine açıklık getirirken, devletin Hristiyanlık içinde ve hatta ana bir Hristiyanlık grubu içinde bile birbiri ile uyuşmayan dini yorumlardan sadece birinin sözcüsü haline getirmenin, kaçınılmaz olarak dini despotlukla sonuçlanacağı ve inanç çatışmalarına zemin hazırlayacağına dikkat çekiyordu. Biraz ortaçağ Avrupa tarihinde mezhepler savaşını okumuş herkes için ne kastettiği açıktı.

*  


EKLER:

*

Ek 1: Kafkasya Müridizmine Dair Bazı Görüşleri İçeren Liste


Bazı yazarlar müridizmi dinsel değil özgürlük için mücadele eden siyasal bir yurtsever hareket olarak görmektedir. (Aytek Kundukh, s. 28)


"Müritlerin gözünde şeyhler sonsuz derecede saygın kimselerdir. Ön Asya'da onlardan bazıları Kur'an-i Kerim'i bile ortadan kaldıracak kadar kendilerinin hakikat olduğunu söylerler. Hatta bu kelimenin Allah'ın sıfatlarından biri olduğunu ifade ederler." "Müritlerin gözünde şeyhler sonsuz derecede saygın kimselerdir. Ön Asya'da onlardan bazıları Kur'an-i Kerim'i bile ortadan kaldıracak kadar kendilerinin hakikat olduğunu söylerler. Hatta bu kelimenin Allah'ın sıfatlarından biri olduğunu ifade ederler." "Şeyh Muhammed Yaraği övülerek göklere çıkarılmaktadır. Gücü genellikle Allah'ın gücüdür, nefesi ve sesi İslam'ın "hakikat"i olur." (Al Kadari, s. 171-Not: 197, 199)


“Müridizm diğer tüm "izmler" gibi bir ondokuzuncu yüzyıl ürünüdür ve onun ulusal kurtuluş hareketiyle yapay biçimde ilintilendirilmesi yalnızca karışıklığa neden olmuştur." (Gammer, s. 46-57)


Bölünmüş toplumları bazı bölgelerde organize edip devletsel bir yapıyı meydana getirebilen

müridizm Dağlıların özgürlüklerini savunma sürecinde bazı başarılar gösterip çok önemli bir rol oynamıştır. "İmamatın... yönetim sistemi... bir plana göre değil... zaman zarfında... son şeklini bulmuş", genelde Şamil'in rolü ve yetenekleri kabul edilmektedir, Şamil sadece bir asker değil, kanun koyabilen biriydi, düşman kavimleri bir araya getirip "onlara bir amaç verdi ve kutsal savaş bayrağı altında onlara genel medeni hukuku verdi". Mürit hareketi "Dağlıların uzun zamandır iyi bildikleri ama uygulamada zayıf kaldıkları bir İslam öğretisi idi.” Dinin yüksek ahlaki hükümlerini içeren kurum olan tarikat müslümanlığın ruhbanlık tarafı olup sadece seçilmişler içindir. Bunlar, yani tarikat üyeleri, müritlerdir. Müritliğin sert ve katı kuralları, geniş toplum tabakalarının mürit olmasını engelliyordu. İran, Buhara gibi yerlerde büyük saygı gören müritler, hiçbir zaman güçlü siyasi etkiye ve güce sahip olamadılar ve halk kitlelerini ayağa kaldıramadılar. Ancak “hem kötü Müslüman olan hem çok kavimli yapıya sahip olan Kafkasya'da onların etkisinden korkulabilirdi." Müritlerin başarısı güçlerinden daha çok Ruslara karşı besledikleri düşmanca duygulardan kaynaklanmıştır. Bu duygular ekonomilerinin çökertilmesi yüzünden oluşmuştu ve mücadelenin müritçilik bayrağı altında yürütülmesi de dini fanatizmden değil bölgenin tarihi özellikleri yüzündendi. Daha önce tehdit anında oluşturulup tehdit geçtiğinde bozulan birliktelikler söz konusu olurken "bu hareket kendi başına ilgi çeken şartlarda” oluşmuştu. Birincisi bölge "uzun zamandır dünyada meydana gelen ekonomik gelişmelerden” uzak kalmıştı, ikincisi "etkisi halen çok büyük olan yöresel özelliklerin ve ataerkil, kendi içinde kapalı düzenin ortadan kalkmamış olması ve kavimler arasında fazlaca dayanışmanın olmaması, ekonominin gelişmesini olanaksız kılıyor ve genel gelişme için gerekli şartların oluşmasını engelliyordu", üçüncüsü bölgede "o anda var olan ekonomik ve siyasi ilişkiler uzak geçmişte” kurulmuştu ve “19. asrın birinci yarısında oluşan yeni tarımsal ve siyasi amaçlara uygun düşmüyordu", dördüncüsü bölgedeki "bazı siyaset merkezleri (Hunzah, Derbent, Tsudahar ve saire)” önceleri İslami hareketlerin etkisinde gelişirken 19. asırda “Kafkasya'yı dünya ürün teatisine çeken, yerel özellikleri globalleşme sürecinde yok eden ve ataerkil-soy kapalı düzeni yıkarak kendi fabrikaları için piyasa oluşturan” Rus kapitalizmi etkili olmaya başlamıştı, beşincisi "bölgenin çoğu sosyal hareketleri genelde din örtüsü altında meydan gelme karakteristiği gösterirdi" ve 19. asırda Rusların yol açtığı ekonomik fiyasko ve fakirleşme döneminde oluşan mürit hareketi de "dinin renklerine” bürünmüştü. Başlangıçta müritçiliğin “dünya görüşü Transkafkasya ve Buhara arasında olan ilişkiler ve o zamanın tarihi olgular(ıy)la çerçevelendirilmişti. Müritçilik tarihini konu alan bazı tarihsel çalışmalarda Buhara ve Şirvan'ın müritçiliğin beşiği olduğuna dikkat çekiliyor." İslam gelenekleri ile dağlıların bağımsızlık mücadelesinin ilişkisi açıkça ortaya çıkıyor. "Dağıstan'da ve Çeçenistan'da, Buhara ve Şirvan'da seyahat eden onlarca müritçi önder ve vaizler bulunuyordu. Köyden köye dolaşarak... anlatırlardı", "çok basit ve kullanışlı bir formül"leri vardı: "müminler ve kafirler. Gavur-inanmayan, düşmandır." "'Kutsal savaş'... 'gazavat'... küçük kanallar müritler tarafından tek bayrak altında toplandı ve... büyük bir güç oluşturuldu." Başarının nedeni "kafirlerin işgal ettikleri ülkede kafirlere karşı nefret". Müritçilikle "dağlarda gerçekten de tam bir eşitlik sağlanmıştı... dini lidere tam bir itaat, artık mecburi olmuştu... Hayat kelimesinin tam anlamı ile çevredeki insanların hayatlarını tam kontrol altına almış olan müritçilik hareketi, onları tanrının buyruğu dedikleri amaç için kör alete dönüştürdükten sonra, çevresini, müritçiliğe kapalı gözlerle gelen ve emir verildikçe işaret edilenleri son nefesine kadar kesmeye yemin etmiş olan ve hayatlarını bu harekete bağlamış olan, toplumdan ayrı yaşayan takipçilerle çevrelenmişti. Bu insanlar dini tarikatın üyeleri olup, insan sürüsünün çobanları haline geldi ve iktidar ile saygıyı kendi ellerinde toplamıştı. Müritçilik hareketin başında imam durup, kendisi 'tanrı ile insanlar arasında aracı' rolünü oynuyor ve elinde dini, askeri ve devlet yönetimi bulunduruyordu." "Molla Magomet müritçiliğe ilk defa siyasi önem aşıladı." "Ermolov'un... barbarca politikasının korkunç sonuçları, müritlerin yeni dinin tohumlarını ektikleri saban izleri oldu.../ Ermolov'un caniliklerine... dağlılar... kitlesel ayaklanma ile cevap verdiler Yarag' köyünden molla Magomet ve Kurdomir (Şirvan) köyünden Hacı İsmail, 20. yıllarda... kendi arasında birliği olmayan ve devamlı çatışmalar halinde bulunan kavimleri birleştirmek ve çarlığın... istila politikasının korkunç gerçeklerine karşı savaşmak üzere dağlıları kaldırmak için İslam'ın reformunu başlattılar." Müritçilikte "sofiliğin çok karmaşık anlamlar ağı". "Bu dini hayalciliğin dört dalı vardı: Şeriat, hakikat, tarikat ve maarikat." "Şeriat-dünyevi hayat hakkında kanunlar duyurur". "Daha 'derin akıllar'... için 'mükemmelliğe' giden yol vardır-tarikat." "Şeriat, Çeçenistan, İnguşetya ve Osetya Müslümanların geniş kitlelerinde güçlü köklere sahip idi." "Bu dini kabuk altında dağlıların Rus çarlığına karşı gösterdikleri protesto gizleniyordu. Dağlıların bağımsızlık mücadelesi birbirine ters düşen ideolojilerden geçiyordu: İslamcı gerici kabuğu altında olumlu bir faktör gizlenmişti-özgürlük seven dağlı halkın bağımsızlık için verdikleri mücadele." "Dağıstan ve Çeçenistan'ın 19. asrın ilk yarısındaki döneminde taşıdığı önemin üzerinde daha çok durmayı gerekli kılmaktadır." Müritçiliğin ilk büyük dalgası 20'li yıllarda meydana geldi. "İran'ın 1825 yılında bozguna uğratılmasından sonra Rus çarlığı Orta Doğu'ya ilerlemesinde büyük başarılar kaydedebileceği umutlarını taşıyordu... Dağıstan'ın istilasına büyük hız verdi... 1828 yılında Gazi Muhammed önderliğinde... dağlılar... bir araya geliyor... müritçilik hareketi siyasi önemini kazanıp... savaşın sancağı haline geliyor." "Müslüman bilginleri... Kuran'ı... tefsir ederek, bunu siyasi devrimlerde kullandılar.../ Gazi-Muhammed Müslüman dini bilgilere Molla Magomet ve Hacı İsmail sayesinde kazandı.../... bilgelik ve ustalığında hocalarını bile geride bırakmıştı... 'ilimlerde mükemmelliğe erişmek istedi ve 'Süleymaniye'den ünlü şeyh Halit'ten gelen Halidiye Nakşibendi tarikatına girmek istedi'... Magomet Efendi kendisine cihat icazeti verdi ve... başladı.../ Faaliyetlerin başında... zorlamadı. Ama zaman geçtikçe sorunların... adat normlarına göre çözümlenmesine karşı daha kararlı biri olarak çıkmaya başladı./ Adat-Dağıstan ve Çeçenistan'da çok eski... çok güçlü olan kanunlar toplamıdır... yaptırım gücü... intikam alma... hakkıdır." "Gazi-Muhammed ve Şamil zamanında dağlarda Adat yerine... Şeriat getirildi." Gazi-Muhammed... feodal hanlar tarafından çıkarılan engellerle mücadele etmek zorunda kaaldı... geniş kitleler... içtenlikle katıldılar... 'Herkesi itaate zorladı... hizmet için ayaklarına kadar geldiler'." Gazi-Muhammed Avar hanlarını İslam düşmanları olarak görürdü. Mürit hareketi "iki önemli düşmanla baş başa kalmıştı-Rus çarlığı ve uşakları-Dağıstan'ın feodal üstlerin temsilcileri./ Gazi-Muhammed... Avar... han soyunun... kökünü tamamen kurutmaya karar verdi", Şubat 1831'de Hunzah'a saldırdı, ama Pahu-bike engelledi. Gazi-Muhammed itaat yolunu değil, kılıç yolunu seçti, "müritlerin bu taktiği, mücadeleye değil, itaata davet eden dini öğretilerle açık bir ihtilafa düşüyordu." Çarlık tarihçileri Gazi-Muhammed'i aptal ve fanatik olarak göstermeye çalışırken, yerel tarihçi Hasan Efendi onu "'tarikatın gücünü suistimal etmekle, iktidarı elde etmek için kötüye kullanmakla ve Dağıstan'ın nüfusunu kendi amaçları doğrultusunda kendi tarafına çekmekle ve tarikatın ismini itibardan düşürmekle' suçladı./ Sınırlı ve sosyal programı yetersiz olsa da, müritler hareketi Doğu Kafkasya için geleceğe bir adım idi. Bunun nedeni, Dağıstan halkın çoğunun Rus çarlığına karşı ve yerel feodallere karşı birleştirmesidir. Tabii, İslamcılığın yeni türünde gerici kabuğu ile örülmüş olması, olumsuz tarafıdır", hareketin anlayışına göre "Şeriat'a tabii olan herkes... savaşmalıdır", ancak ilk zamanlarda "gerçekten inananların sayısı küçümsenmeyecek kadar azdı", çetin bir mücadele gerekti, mesela Arakan'ın sakinlerinin hemen Şeriat'ı kabul edip gazavata gitmeleri emredildi, "aksi halde köyü yakmakla kalmayıp, tüm sakinleri yaşlıdan çocuğuna kadar yok edeceği" belirtildi, Arakanlılar itaat etmek zorundaydılar, Çarlığa karşı kararlı duruş sonucu dağlılar katılıyordu, onlar arasında "Çeçenistan'dan gelen, İrazi şamhalın akrabası, Kazaniş'in eski sahibi de" vardı, "İrazi'nin gelmesi ile birlikte şamhalın köyleri birbiri ardına Gazi-Muhammed'in tarafına geçmeye başladı", ancak "Güney Tabasaran halkı, çarlığın hizmetinde kaldı ve bunun için müritlerce 'tam yıkıma' mahkum edildiler", Gazi-Muhammed "Çeçenistan üzerinden Kızılyar kenti üzerine yürüdü... Kızılyar'ı fazla zorlanmadan alarak... ganimet alarak yoluna devam etti./ 1832 yılının ilk bahar ayında... Çeçenistan yolunu tuttu. 'Müritler Çeçenistan'ın derin bölgelerine daldılar'", cephe arkası olmayan bu tür saldırılar yüzünden 1832 yılında "baron Rosen Çeçenistan'a girdi ve 'ülkeyi genel yıkıma' uğrattı-60 kadar köy ve kasaba yakılmıştı", Gimri'de müritler hezimete uğradı, Gazi-Muhammed "Rus süngülerin kurbanı oldu", sonra da "halk Gamzat'ı imam olarak seçmişti". (Yaşurka, s. 66-83, 117)


Rus ordusu için, doğa, yeme-içme, topografik bilgi eksikliği, tecrübe ve organizasyon yetersizliği, taktik ve teknik eksiklikler, giyim, ulaşım, komuta kordinasyon anlayışı, askeri aşağılayan davranışlar, dış etkenler, İngiliz, Fransız ve Türk ajanlar gibi hususlar sorun oluştururken, dağlılar 'askeri iktidarın dini iktidarla başarılı şekilde birleşmesinden' dolayı başarılı oluyorlardı ve "Kuran'ı gazavatın ihtiyaçlarına göre kendileri yorumladılar." Rus ordusundan kaçanları dağlılar "sevinçle karşılıyorlardı." Polonya ve benzeri yerlerden gelen askerler daha çok firar ediyor ve dağlılara yardımcı oluyorlardı. 'Kafkasya savaşı' "Marx'ın sözlerine göre '1812'den sonra mühim bir gelişmeydi". "Engels, 'dağlıların izafi başarılarının' arkasında onların 'saldırı taktiğin' durduğunu açıklıyor." (Yaşurka, s. 109-116)


“Sadece 300 bin kişinin Şamil’i önderi olarak kabul ettiği, ama onların da tam fakirlik içinde yaşadığı, konuşuluyor.” “Şamil’in yakın yardımcılarından Halat-Efendi Rusların tarafına geçmişti. 1852 yılında sözleri şöyle idi: ‘Dağıstan’ın dağlık bölgelerinde umutsuzluğa yakın moralsizlik hakimdir. Durmak bilmeyen savaş dağlık halkın en iyi kısmı yok etti. Cesur, akıllı ve etkin insanlar, ya Ruslarla çatışmalarda öldüler, yada güçlü her biri kendine rakip gören Şamil’in karamsar şüpheleri altında ezilmişti. Gücünün temeli olan terör, son zamanlarda daha dayanılmaz oldu: ikbalperest bakışları artık, halefi yapmak istediği oğlu Gazi-Muhammed’e döndü. Ama evladı, kendisinin sahip olduğu yeteneklere sahip değil ve ancak insanların olmadığı bir yerde insanların önderi olabilir./ Şamil’in çelik iradesi, oğluna iktidar yolu açmak için hiçbir kurban varmekten alıkoyamaz onu. Kendi şerefine sahip çıkmak isteyen ve itaat etmeyen her dağlı, hayatından olacaktır bu yolda. Şamil’i azletmek, kurtuluş için tek yoldur./ Dağlarda Rus silahının kesin zaferinden emin olmayan tek bir aklı selim insan kalmamıştır. Herkes çok iyi anlıyor ki, devam eden savaş bağımsızlığı getirmez, ama Şamil’in dayanılmaz iktidarını koruyacaktır. Ama buna rağmen hiç kimse ona karşı başkaldıramıyordu çünkü hiç kimse, bu isyanı tek zamanlı ve genel yapmak için yeterli güce sahip değildir’. Şamil’in en yakın adamlarından olan Abdurrahman, anılarında, naiplerin sıradan insanlardan rüşvet aldığı ve halkı soyduğunu, belirtmektedir… naipler, Şamil’in verdiği emirlere uymak için acele etmiyor ve kendi gönlünce hareket ediyorlardı.” Şikayet olduğunda “Şamil’in sekreteri imam adına… emir yazıyordu. Bu insan imamdan mektup ile naibe geldiğinde, naip ona: ‘İmama hangi şikayet ile başvurdun?’ sorardı. Daha sonra naip adamı sıkıştırıyor, ona baskı uyguluyor ve onu öldürdükten sonra, bu kişinin Rusların hesabına ispiyonculuk yaptığını yada onlara kaçma hazırlığı içerisinde bulunduğunu söyleyerek, onu öldürürdü’ (Abdurrahman) Şamil’in tarafında kendisine ve birbirlerine karşı mücadeleye başlayan ayrı gruplar belirginlik kazanmaya başladılar. Bek sultan grubu diyebileceğimiz birinci grup, kendi açgözlüğü peşinde geriye giderek, çarlığa teslim olmayı ve kendisi için maksimum avantajları sağlamayı düşünüyordu./ Elisu’lu sultan Daniel-Bek ve… onun eniştesi olan Gazi-Muhammed (Şamil’in oğlu), bu birinci gruba dahildiler. Bir başka ‘arkadaş’ grubu toplayan lider… Hacı-Murat idi… Şamil’in tarafına geçmesindeki başlıca nedeni, Rus çarlığın Hacı-Murat’ı Şamil ile ilişkilerinden şüphelenmiş olmasıydı. Tutuklandı… kaçabilmişti. Daniel-bek gibi Hacı-Murat da, Avar hanlığı geri almasına kadar giden imtiyazları koparma çabaları harcıyordu./… Hacı-Murat, başarıları ile Daniel-bek’in otoritesini aza indirmeye çalışıyor, onunla sıkı bir mücadele içinde bulunuyordu. Bu karşık durum… Şamil’in hareket özgürlüğü kısıtlıyordu./… Şamil, Hacı-Murat’a hedef gösterip, onu nereye gönderirse göndersin, bahsi geçen kişi bu emri soygun için kullanıp, zengin savaş ganimetleri ile dönüyor ve önemli kısmını kendisinde bırakıyordu./ Kaynakların çoğu… Hacı-Murat’ın savaşmaktan çok çapulculuk işinde başarı gösterdiğini anlatıyor.” “Şamil’e en erken katılan… Kibit-Magoma etrafında birkaç grup oluşmuştu. Onlar… Hacı-Murat ve Daniel-bek’i saf dışı bırakmak için mücadele ederken, diğer taraftan Şamil’in kendisine karşı mücadele ediyorlardı. Kibit-Magoma… imam olmak için siyaset yürütüyordu…/… Kibit-Magoma da büyük zenginliklerin sahibi idi… Agalar-Han’a bazı Dağıstan köylerin teslim edilmesi hakkında mektup yazdığını öğrenen Şamil, sadece onu naip görevinden almakla yetinmedi, akrabalarını da yanından uzaklaştırmıştı.” “Ruslara 1852 yılında kaçan Halat-Efendi’nin itirafları” naipler arası mücadelenin keskinleştiğini kanıtlamaktadır. “Şamil’in naiplerinden biri Halat-Efendi evde yokken, onun evine girip, mallarını soydu ve eşini yaraladı. Buna kızan Halat-Efendi Şamil’in en çok sevdiği müritlerden biri olan bu naibi, öldürdü ve Şamil’in öfkesini üzerine çekti. Bu davranışı için Şamil onun malikanesini aldı ve gizlice öldürülmesini emretti. Ama Halat, Efendi'yi seven insanlar, onun kaçmasına” ortam hazırladılar. “naiplerin devamlı yağmaları, halkı soymaları, Şamil’in iktidarını son derece zayıflattı.” (Yaşurka, s. 148-173)


”Müritçilik, aynı temel ilke etrafında birleşen farklı tarikatları bir araya getiren bir hareketti.” ”Tarikat Müritleri silaha sarılmazken, gazavat Müritleri kıyasıya cihat ediyordu… Kafkasyalılar, Gazi Molla’nın ikaz ve tavsiyeleri olmadan da artık savaşa hazırdı./… mücadele… Bütün nüfusu içine çekecek, bütün müminleri İslam’ı savunan cengaverlere dönüştürecekti./… Şamil, Kafkasya’nın her yerinde şeriatı uygulayacaktı.” ”Şamil, böyle bir mücadeleye başlamak için henüz çok erken olduğunu düşünüyordu.” ”1830 yılının Mayıs ayında seksen bin adamıyla birlikte Hunzak’ın üzerine yürüyen Gazi Molla, avula iki koldan saldırdı… Dehşete kapılan Hunzaklılar teslim oldu. Ruslar, hasımlıkta Müritlerle aşık atamazdı. Dolayısıyla kan dökülmeden Gazi Molla’nın şartlarını kabul edip saflarına geçmek daha akıllıca bir karardı.” ”Şamil acele ettiklerini söylüyordu. Allah’ın savaş için takdir ettiği vakit henüz gelmemişti”, ”bu tarihlerde Şamil’in ilk kez hacca gittiği düşünülüyor. Muhtemelen Mekke’de… Arap lider Abdülkadir’le tanışmıştır. Büyük ihtimalle bu ikili, o dönemlerde yaygın olan Pan-İslamizm hareketinin bir parçası olarak kafirlere nasıl direneceklerini görüşmüştür. Abdülkadir, Kuzey Afrika’daki Fransız işgaline 1834 yılında başkaldırdı. Yine aynı yıl Şamil, Kafkasları Rus işgalcilere karşı savunmak için cihat eden Müritlerin başına geçti.” (Blanch, ŞŞE, s. 91-106)

*

Ek 2:Sovyet Dönemi Şamil Tartışmalarından Bazı Hususları İçeren Liste 


"Şamil özgürlük için savaşan halkların kahramanı ve simgesi oldu." (Gammer, s. 7)


"1834 ile 1859 arasında Çeçenleri ve Dağıstanlıların büyük bir bölümünü öylesine olağanüstü bir ustalıkla yönetmiştir ki bazı tarihçiler onu "savaş tarihindeki en büyük gerilla önderi" saymışlardır." (Gammer, s. 10)


"Onu "vahşi bir sığır" olarak addeden küçük bir azınlık dışında, çoğunluk Şamil'i 1850'lerden başlayarak istisnai yeteneklere sahip bir önder, yönetici ve komutan olarak tanımlamıştır... bazı yazarlar için bu nihai Rus zaferini yüceltmenin bir yoluydu; diğerleri için bu, Şamil'i o zamanlar yaygın olan romantik "soylu vahşi" imgesinde yoğurmanın bir yoluydu; nihayet kimileri de Şamil'den gerçekten etkilenmişti./ Şamil'in kişiliğiyle karşıtlık oluşturmasına karşın, hareketi (birkaç Marksist tarihçi dışında) her zaman fanatik, vahşi ve barbarca kabul edilmiştir. Bu, Rusya'nın... (uygarlaştırma görevinin) bir parçası olarak... yüceltilmiş olan Rusların Kafkasya'yı fethi olayında madalyonun öteki yüzüydü. 1950'lerde bir Amerikalı araştırmacı şu gözlemi yapmıştır: "19. yüzyıl Rus yazarlarının yerli Kafkasyalılar'ı ele alış biçimiyle Birleşik Devletler'deki yazarların Amerikan yerlilerine karşı sergiledikleri tutum arasında büyük benzerlikler vardır."" (Gammer, s. 11)


""Eylül 1978'de... tümüyle-Rus ikinci konferans Grozni'de yapıldı", Bliyev tarafından 1970'de önerilen görüş Grozni'de düzenlenen tümüyle-Rus konferansta resmileşti, bildirisi 1980'de yayınlandı, (134), buna göre, "Çeçenler 1781'de gönüllü olarak Rusya'nın bir parçası olmuşlardı. Bu yalnızca Şamil'in hareketinin değil aynı zamanda Şeyh Mansur'unkinin de statüsünü değiştirdi. Her ikisi de şimdi Çarlık rejimine karşı dış direniş savaşımı değil, iç başkaldırı olmuştu. Her ne kadar Şamil'in savaşımı hala sömürgeci-karşıtı olarak görülmekteyse de, şimdi bir yorum değişikliğine çok daha yakındı." (Gammer, s. 38-42)


"O zaman anlaşıldı ki Dağıstanlılar eleştiri eşiğini aşmışlar ve Şamil'in tümden aklanması için bir kampanya yürütmektedirler." Sonra Şamil'in anısının yaşatılması amacı açıkça belirtilmiş ve bunun "ulusal gurur" açısından bazı faydaları olacağı öne sürülmüş ve bu kampanya 1820-1850 dönemiyle ilgili Mahaçkale'de Haziran 1989'da "toplanan tümüyle Sovyetler Birliği katılımlı bir konferansla doruğuna erişti." (Gammer, s. 46-57)


"Kafkasya'da emperyalist görüşlerin yanlıları Stalinci gerici ve Brejnevci durgunluk dönemlerinde, yeni bir örtü altında ortaya çıkmıştır. Sosyalist sloganlarla (demokrasi, eşitlikçilik, entornasyonalizm vb.) örtünen bu halk cellatları Rus Çarlığı tarafından kullanılmış olan kaba yöntemlerin aynısıyla yasadışılıklar yaptılar.../ Çeçen halkının meşru çıkarlarını (kendi maddi ve manevi kültürünü geliştirme... tarihini araştırma, toplumsal işlevlerini genişletme ve geliştirme... dilini geliştirme, Lenin'in ulusal sorun üzerine tezlerini uygulama hakkı vb.) görmezlikten gelme tutumu cumhuriyette hala sürmektedir... ve "glasnost" sloganı ardına gizlenen bu faaliyetin adları gizli olmayan elebaşıları "gölge yönetim" tarafından desteklenmektedir. Dolayısıyla, Çeçen ve İnguş halklarının tarihini tahrif etmek için verimli bir toprakları vardır... bunu bu halkların dillerini bilmeden yapmaları onlara karşı tutumlarını kanıtlamaktadır." (Gammer, s. 46-57)


Bu büyük ölçüde Kuzey Kafkasya'da Sovyet yönetiminin kurulmasıyla başlayan tarihçiliğindeki gelişmeye iki kez terbiyesizce müdahale edilmiş oluşu ile açıklanabilir./ İlk müdahale Stalin hayranlığının zirveye eriştiği (kişiye tapma...) dönemde olmuştur. Ancak 1956'daki iki konferans bunu "... halkçı bir kurtuluş hareketiydi" diye karar vererek onarmıştır. İkinci müdahale "gönüllü ilhaklar" ve "birleşmeler" ardı ardına jübilelerle kutlanırken, bu halkların geçmişinin nesnel ve uzmanca araştırılmasına uygun olmayan bir ortam yaratıldığında, "durgunluk döneminde" olmuştur. (Gammer, s. 46-57)


"Konferansın en önemli kararı... Şamil'in hareketini araştırmak için ana eşgüdüm merkezi yapılması konusundadır." Enstitüye kapsamlı araştırma görevi verilirken bildiri "Moskova'daki Bilimler... Enstitüsüne Kafkasya... tarihinin araştırılması için daha çok çaba gösterilmesi çağrısı ile son buldu." Bu dilek ve temennilerin akibeti zamanla görülecektir. "Konferansla doğrudan ilişkisi olduğu söylenemeyecek tek çıkış, cumhuriyetteki ders kitaplarında Şamil'in ve onun hareketinin yorumunu değiştirmeye karar veren, Ağustos 1989 başında Grozni'de yapılan toplantıdır. Şamil'in aklanması kampanyasının... hangi ölçüde başarılı olduğu da görülmeyi beklemektedir." Sorunun geleceği belirsizdir. "İzleyen bir buçuk yılda olaylar dramatik biçimde değişti. Şamil'i aklama kampanyası 15-16 Mart 1991'de Oxford'da (İngiltere) Dağıstanlı, Çeçen ve diğer Sovyet tarihçilerinin ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve İsrailli meslektaşlarıyla tanıştığı Birinci, Uluslararası Şamil ve Kurtuluş Hareketi Sempozyumu'nun yapılması ile ivme ve uluslararası boyut kazandı. Birkaç ay sonra Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla "Sovyet Tarih Yazımı" deyimi kullanılmaz hale geldi. Eski Sovyetler Birliği'nin tarihçileri tarihi yorumlamada yukarıdan gelecek herhangi bir yönergeden arınmış görünüyor. Ancak, kendilerini eski Sovyet kavramları ve düşünce biçimlerinden arındırmakta başarılı olup olamayacakları zaman içinde görülecektir. Çünkü sorun tümüyle onların ellerindedir." (Gammer, s. 46-57)


Dağıstanlı parti şefi Danialov'a Moskova'da Malenkov tarafından Bagirov'un görüşüne "benzer şekilde yazması için yönerge" verilmiştir. (Gammer, s. 64-Not: 30)


"Şeyh Mansur üzerine en iyi çalışma Alexandre Benningsen'indir... "Nisan-Haziran 1964"... Bu çalışmada Benningsen Şeyh Mansur'un Osmanlı ajanı veya yardakçısı olmak bir yana, Osmanlının çıkarlarına ve tavsiyelerine karşı davranmış olduğunu kanıtladı." (Gammer, s. 71-Not: 100)


"Kuzey Kafkasya özerk cumhuriyetlerinin önde gelen tarihçilerinin bu makaleye ortak imza koymaları yalın bir raslantı değildir... Bu yoruma resmi damga 30 Eylül 1982'de, S.B. Komünist Partisi Merkez Komitesi, Yüksek Sovyet'in Prezidyumu ve SSCB Bakanlar Kurulu ortaklaşa: "Çeçen-İnguş Cumhuriyeti'nin 16. kuruluş yıldönümü ve çeçeno-inguşetiya'nın Rus İmparatorluğu'na gönüllü katılımının 200. yıldönümünde cumhuriyetin işçilerine, kolhoz mensuplarına, aydınlarına ve emekçi kitlelerine en sıcak kutlamalarını ilettiğinde" vuruldu. Pravda 1 Ekim 1982." (Gammer, s. 75, 76-Not: 134)

*

Sovyet döneminde Şamil hareketi önce Çarlığın baskısına karşı koyan "tipik Sovyet kahramanları', diye benimserken, II. Dünya Savaşı'ndan sonra "İngiltere ile Osmanlı Devleti'nden aldığı yardımlarla isyan eden Batı emperyalizminin bir ajanı" olarak görülmüştür. (Saydam, s. 53, 54)


"1917-1922 yılları arasında, Kafkasya Müridizm Hareketi, bir milli kurtuluş hareketi olarak 'ilerici' ve 'demokratik' bir hareket şeklinde kabul edilmiştir... bu değerlendirme ... daha sonra... değiştirildi... 1950 Temmuzunda... Bagirov... geçmiş yüzyıllarda Rus Çarlığına karşı girişilmiş olan bütün hareketleri, şiddetle suçlarken.../.../... Stalin'in ölümü ve ardından Bagirov'un "Ağabey ve Dost"ları tarafından idamından sonra İmam Şamil hareketi yeni bir değerlendirmeye tabi tutuldu... kısaca Kafkasya Müridizmi 19. yüzyıl Rus sömürgeciliğinin vahşi istilasına karşı dikilmiş sağlıklı ve aklı başında bir karşı koymaydı./ Kısa bir "liberalleşme" ile ortaya konan ve Ruslar açısından yenilir-yutulur olmayan bu tip yorum ve kanaatlerin hemen her alanda yaygınlaşmasından ürken Ruslar, çareyi yeniden Stalin dönemi tezlerine dönmekte buldular. 1956 Kasım'ında... Konferans... her iki tarafı da idare etmeğe yönelikti... Aralık 1956... tartışmaları 'resmen' sona erdiriyordu... "... Müridizmin her türlü savunması Anti-Sovyet bir manevradır..."" (Bice, s. 27-29)


"Resul Hamzatov'un İmam Şamil ile olan ilişkisi milli köklerinden kopmuş bir edebiyatın olduğu kadar, ısmarlama edebiyatın da... dramatik sonuna ışık tutmaktadır" (Bice, s. 135)


"Bagirov’dan sonra Resul Hamzatov İmam Şamil'i kötüleme "görevi"ne... hiçbir emir almadan kendi kendine talib oldu ve becerikli kalemine sarılarak "İmam" manzumesini yazdı ve 1951 yılında... dergilerde yayınlattı... "Stalin" mükafatına da mazhar olmuştu./... Şeyh Şamil'in güvenilir ve sadık müridleri olarak savaşmış olan Çeçenler için "kurtlar", İnguşlar için de "yılanlar" tabirini kullanıyordu. Yine 1920'lerde Dağıstan'ın bütünlüğü için harekete geçen alim Necmeddin'i "göbekli koyun sürüleri sahibi ve sahte imamların sonuncusu" olarak gösterirken, Ruslar için de "hem öğretici hem de kardeştirler" demekteydi./ Stalin öldü. Beria'yı da kendileri öldürdüler. Kruşçev... Şamil'in itibarını iade ettiler. O zaman "bizim" Resul Hamzatov yeniden kolları sıvadı ve "Benim Dağıstanım" adlı kitabında İmam Şamil aleyhine yazdıklarından büyük pişmanlık duyduğunu itiraf etti". (Bice, s. 136)

*


Ek 3: Müridlerin İç Savaşı Çağrıştıran Uygulamalarından Bazılarını İçeren Liste


"Birkaç seneden beri Dağıstan diyarlarının çoğu Rusya'nın istilası altında” iken “1824 tarihlerinde Dağıstanlılardan ekserisinin Rus yöneticileriyle içli dışlı olmaları, hatta onlardan rütbe ve makam alma açgözlülüğünde bulunmaları dolayısıyla Müslümanlara o derece kesafet galebe eyledi ki, şerif dinin hükümlerini unutup yalnız ismen Müslüman olarak kaldılar... Ruslarla birbirlerini sevdiler... Böyle bir hengamede Cenab-ı Hakk... evvela Gazi Muhammed, ikinci olarak Hamza, üçüncü olarak da Şeyh Şamil adlı üç zat-ı şerifi gönderdi." (El-Karahani, XXXXI, XXXXII)


Bu üç kişi 1826'dan itibaren halkı kendi anlayışları doğrultusunda dine uygun hareket etmeye çağırarak, dinlemeyenleri "katl ile tehdit" edip kendilerine tabi olan bir cemaatle köyleri yakıp yıkarak ve insanları öldürerek cezalandırmaya ve ganimet elde etmeye başlıyorlar. (El-Karahani, 3, 4, 8, 10, 12, 30, 94-110)


Gazi Muhammed “davaya fazla bağlı olmayan Karanay ve Erpeli” köylerinden rehineler alıp Gimri’de “toprağın içinde kazılan çukurlara” hapsettiriliyor, bu tür yerler daha sonra Şamil tarafından Dargo, Veden ve diğer bazı yerlerde de kullanılmıştır. Avar Hanlığı “İmam” otoritesi için ciddi bir rakip olduğundan o sıralar Han küçük bir çocuk olduğundan işleri anne Bahu Bike tarafından yürütülen Hanlığa boyun eğdirilmek istenmiştir. 13 Şubat 1830’da müridler saldırdığında Bahu Bike kararlılıkla savunma yapmış ve saldırganları püskürtmüştür, o sırada “Hacı Murad, Müridlerin savaş alanında bıraktıkları bayrak ve flamaları toplayarak Avarların sadakatının bir nişanesi olarak Tiflis’e gönderdi.” (Baddeley, s. 245, 247)


“1830 Mayıs’ında Gazi Molla sekiz bin insanla Hunzah’a saldırdı… Hunzah’ın her tarafında bozgun başlamış ve silahlar bırakılmıştı… Yalnız Bahu-Bike buna razı değildi. O Çar’la olan anlaşmasını tutmakta kararlı idi. Müstahkem yerlerine gitti, oraları iyice gezdi, halkı kamçıladı ve onlara Hunzah’ı sonuna kadar savunmak için emir verdi…eski Amazon sözü olan: “Eğer korkuyorsanız kılıçlarınızı biz kadınlara veriniz, biz savaşırken bizim arkamızda saklanın” diye bağırdı./ Bu istenen etkiyi gösterdi. Şehire girdiklerini zanneden şaşırmış müridlere umutsuz bir şekilde saldırdılar ve duruma hakim oldular, saldıranlar büyük kayıpla çekildiler… iki lider… kabahati birbirlerine attılar. Şamil acele ettiklerini söylüyordu.” (Blanch, s. 64, 65)


Görüldüğü gibi Hunzah’a saldırı tarihi de iki kaynakta farklıdır.


Ağustos 1834’de Hamzat Hunzah'ı kuşattı ve rehine olarak aldığı hanın oğullarını ve hanı öldürttü. “Hanın evinde bulunan tüm değerli eşyalar müritlerin kasasına ganimet olarak girdi". Hamzat "Akuşililer, Tsudahar ve Mehtuli hanlığına askeri seferler düzenlemek üzere hazırlıklara başladı", çok zaman geçmeden de "en önemli amacı olan gazavatı yayma hedefinden vazgeçti ve Hunzah'ta muazzam camii inşaatına başladı; dikkatini daha çok Şeriat'ı uygulamaya koymaya ve eski stil yaşamı propaganda etmeye verdi: tütün ve içkileri yasakladı.” (Yaşurka, s. 89-91)


Yolda gördüğü birkaç kadını "açık saçık" bulunca Şamil onları değnekle dövüyor, içip eğlenmek isteyen insanları engelliyerek onlara kendi görüşüne göre davranmalarını dayatıyor. (El-Karahani, 22-25)


Şamil şarap içenleri cezalandırıyor, kadıya din öğretiyor, herşey benden sorulur tavrı sergiliyor. (El-Karahani, 42)


Şamil Gimre'den annnesinin köyü Aşilta'ya "hicret" ediyor, bir "evde erkek ve kadın karışık halde bulunup darı ayıklıyorlar" diye onlara sopa ile saldırıp vuruyor. (El-Karahani, 44, 45)


Ensal ahalisinin isteği üzerine korkan Aşiltalılar Şamil'in köylerinden bir süreliğine gitmesini rica edince o da köyden gidiyor. (El-Karahani, 46, 47)


"Mücahidlerden Said İhili, Şamil'in emriyle Çeçen diyarına gidip asker toplamaya teşebbüs etmiş ve orada zehirlenerek şehiden irtihal eylemişti./ Bunun üzerine Çeçenli Hacı Taşev namında bir bahadır kırk tane yiğitle Şeyh Şamil'in nezdine geldi. O da bunları ve kendi refiklerini alıp Çeçen köylerinden Çirukta Köyü'ne gitti. Bu köyün reisi olan Sav'ilelev, köylü ve saireden bazılarıyla bilittifak Şamil'i köye sokmamak istedi. İş müsademeye müncer olunca engel çıkartmaktan vazgeçip itaat gösterdi./ Şeyh Şamil, Çirukta'dan İnci'ye gidip ahalisini tedip eyledikten sonra Uruta Köyü'ne teveccüh etti. Orada ahali iki fırka olmuştu ki, bir Ali Kul Hüseyin'in maiyyetindeki din taraftarları, öbürleri de Dibir Hacıyev'in başındaki bidatçılar fırkası idi. Bunlar, mukatele de etmişlerdi. Dine gönül verenlerden sekiz kişi, bidatçilerden on kişi maktul düşmüştü." Şamil yaklaşınca köylüler "itaat ettiler." Sonra çeşitli köylülerle bir tür iç savaş niteliğindeki çatışmalar oluyor. (El-Karahani, 49-51)


"Hunzahlılar Şeyh Şamil'e mukavemet emeliyle Rusları davet ettiler". Şamil buna "gönüllü gönülsüz asker toplayıp... karşı durmak fikrinde bulundu." "Hind ahalisi Şamil'e karşı durup köprüden geçmesine mani oldular." (El-Karahani, 52)


"Akaitçi'nin önde gelen kişilerinden Yusuf oğlu Elder.../-Avarlar! Bu mürit köpeklerinin bizi soyup mahvetmelerindense Rusları çağırmak daha akıllıca bir iş olmayacak mı? Onlar evlerimize yerleşmeyecek ve en son ekmek kırıntılarımızı da almayacaklardır. Onlar cesur ve cömerttirler." (El-Karahani, 53)


"Ruslar Muhammed Mirza ve Ahmed Han ile maiyyetleri, bir de -Şamil'e son derece düşman bulunan- Andilel ve Kuval ahalisini alıp Şamil'e gece baskını yapmak istediler... Şamil muhacimlerin çoğunu katl ve bakiyesini esir eyledi." Ruslar top atışına başlayınca Hacı Taşev köyden çıkıp gitmeyi öneriyor, Şamil ise "izin veremem. İzinsiz çıkmaya kalkışırsa da arkasının ortasına bir kurşun yapıştırırım" diyor. Burada "kırk günden ziyade muhasarada kaldılar", "Şamil görüşmek amacıyla Feze'ye elçiler göndermişti", rehineler verip görüştüler. "1837 savaşları sonunda Hunzah Rusların elinde kalmıştı." (El-Karahani, 53-56)


"1837 senesi içerisinde Ruslar Hunzah'ı istila edince orada bir kale inşa ettiler. Bundan başka İkic, Muksuh, Zatnuh, Ensal, Huzal, Zeran, Girgeb, Belegun, Gimre köylerinde de benze birer kale vücuda getirip içlerine girdiler./... birçoğu Çeçen vilayetine hicret edip oralarda oturmak re'yinde bulundularsa da Şamil bu fikre muvafakat göstermedi." (El-Karahani, 62, 63)


Şamil "naiblerden birkaçını azletti. Meşhur bahadır Şuayb bile bu azilden kurtulamadı./ Azledilen naiblerden Baysulav kendisiyle Gilbaz'ın azline razı olmadı.../... idam olundu." (El-Karahani, 102)


"1843 baharında Gazi Kumuk ve Ensal ahalisi Şeyh Şamil'e isyan ederek hükmüne itaat eylemez oldu. Bu meyanda Tavbutri nahiyesindekiler de tuğyan eylediler." Şamil "Topu tüfengi mükemmel olduğu halde üstlerine yürüdü." Tavbutri sakinlerinin "bir kısmı telef, bir kısmı da itaate mecbur oldu." Şamil "bir istihare yapmasını Umeyr Han'a söyledi./... Şamil bu rüyayı Hunzah'taki büyük kaleden maada bütün kalelerin zaptına tabir etti. Ve umum naiblerine haber yollayıp hepsini cihada davet eyledi." (El-Karahani, 118, 119)


"Şamil de Ensal üstüne yürüyüp şiddetli bir muharebeden sonra köyü aldı." "Bu vakada mücahidlerden 320 kadarı şehit olmuş, 1500 kadarı da yaralanmıştı. Düşmanın telefatı ise bu miktardan pek fazla idi." "1259/1843 hicri senesinde ve Ensallıların tedip ve terbiyesini müteakip Şeyh Şamil maiyeti ile Belekun Kalesi üzerine yürüdü ve biraz müdafaaya uğradıktan sonra kaleyi zapt ve ahalisini esir eyledi... Oradan Muksuh Kalesi'ne azimet ve feth eyleyerek Jatanoh Kalesi'ne gitti. Orada Ruslar istihkamat tesisine başlamışlarsa da ikmaline muvaffak olamamışlardı... zapt ederek kendilerini itlaf etti." (El-Karahani, 121, 122)


"Şamil, Jatanoh'un fethinden sonra... İkic ve kalelerine birer miktar asker yolladı. İkicliler birkaç top attıktan sonra teslim oldular. Hunzahlılar ise mukavemete kalkıştılar. Topları atılan gülle ile kırıldı ve kaleleri zaptedilip kendileri esir alındı./ Bu fütühat esnasında alınan Rus esirleri o kadar çoğalmıştı ki, beheri 10 kuruşa satılıyor." "Bundan sonra Şamil alimlerle aklı başında olanları toplayıp Avar vilayetinin tahribi ve ahalisinin içerilerde iskanı hakkında müşaverede bulundu. Hepsi bu teklifi tasvip eyledikleri cihetle oralardaki Müslümanlar yurtlarını harap eyleyerek dahile doğru çekildiler ve bu suretle Rusların muhtemel saldırısını müşkilleştirdiler." (El-Karahani, 124)


"1843 senesi içinde idi ki, Hunzah'ın büyük kalesinde mahsur kalanlara imdat için Rus generali Argut'un fazla miktarda askerle gelmekte olduğunu Şamil haber aldı." Karşı gönderilenler başarılı olamayıp dönünce Şamil ne yapmalı diye sorduğunda, "Malum ya efradımız ganimet bulduktan sonra düşmanla dövüşmez" "Elimizdeki ganimetlerle geri çekilelim" cevabı alıyor, ancak Şamil "ya zafer yahut şehadet nimetlerinden birini beklerim, deyince sairleri de utanıp bu re'yi kabul ettiler." "Rus süvarileri görününce meşhur naib Şuayb, Çeçenlerin mutadı veçhile ve kendi maiyetiyle bunların üstüne hücum etmek üzere izin istedi ve aldığı müsaade üzerine Rus süvarilerine saldırdı. Şiddetli hücumuna dayanamayan Ruslar savuştular, Şuayb ile arkadaşları da dönüp geldiler." "Rusların ric'atini müteakip Şamil Hunzah köylerini tahrip etmek ve ahalisini sair mahallere nakleylemek fikrinde bulundu. Umumi görüşlere iktiran eden bu fikrin icrası için de Hacı Murat Hunzahi'yi gönderdi./ Hacı Murat gidip köyleri yaktı yıktı." (El-Karahani, 124, 125)


"Şamil'in Hunzah sahasında bulunduğu sırada Naib Şuayb bir müfreze ile sahilde oturan ahalinin yurtlarına gidip 16 bin kadar koyunlarını sürdü gitti. Şu sayede... müritlerin kuvveti münkesir olup..." "1843 Ramazanı içinde Şamil... Gergil denilen kaleyi muhasaraya aldı... bir hafta sürdü. Nihayet kale feth ve muhasaraya alınanlar katl edildi. Eşya ve mevcut mallar da ganimet alındı." Abakar "sahile inip oralardaki köylerden 300 kadar koyun sürdü." (El-Karahani, 126)


"Şamil Gergil'den kalkıp Çunkuta Köyü'ne gitti ve Ahmed Han'ın yurdunu yaktı... etrafa müfrezeler gönderip baskınlar yaptırdı ki yalnız toplanılan koyunların miktarı 40 bin kadar vardı./ Şamil Şura Kalesi'ni muhasaray aldı ve Dargo Kalesi'ne Akuşalılardan bir miktar mücahid gönderdi. Bunlar gidip civardaki köyleri ve içlerindeki birçok malı aldılar." (El-Karahani, 127)


"Şamil Gazaniş sahasında 23 gün kadar oturdu. Bu esnada Çirkey ahalisinden bazıları... küçüklü büyüklü Rus kalelerini zapt ve tahrip eyleyerek Şamil'in nezdine geldiler. Şura Kalesi'ne kaçak Şamhal ile emsalinden maada Sehl ve Dargo ahalisi de gelip bağlılıklarını arz ettiler. Şamil bunlardan rehineler alıp asıl karargahına yolladı ki Çunkuta, Euverbudey, Kadızade Eyyüb gibileri bunlardandı. Bir de Unsukullu Hacı Kıbıd'ı gönderip Gazi Muhammed merhumun cesedini çıkarttı ve Gimre'ye nakil ve orada defnettirdi." Sehl ahalisinden bazıları isteyince Şamil "bir müddet oralarda ikamet etti. Bu sırada Şura Kalesi'ne Ruslardan imdat gelmiş idi... Şamil kalkıp Irikıli Köyü'ne geldi." (El-Karahani, 128)


1843'de Yeniyurt ve Gilbah kalelerindeki Rus askerleri mühimmatı bırakıp çekip gittiler. Jobot Kalesi'ndekiler esir edildiler. Ruslar Murat kalesinden gittiler ve "sonra mücahidler içeri girdiler ve bulduklarını alıp kaleyi tahrip eyleyerek döndüler." (El-Karahani, 129)


Şamil "Karanay ve İrrifli köyleri... ahalisine yerlerinden çıkıp alınması zor ve sarp bir mevkide yurt tutmalarını söylemiş, yer değişikliği için baharın gelmesine kadar da müsaade vermişti. Lakin köylüler... Eskete Köyü'nün ahalisini de celb eyleyerek her iki köyü de tahkim ettiler Yani bilfiil Şamil ile muharebeye hazırlandılar./ 1260/1844 senesi ilkbaharında Umeyr Han bunların üstüne yürümeye memur oldu." Sonra "saldırıp köye girdiler. Ahali... teslim oldular ve yurtlarından kaldırılıp Uruğa Köyü'ne nakledilediler." Karaz "köy halkının tekmilini çıkarıp Gimre Köyü'ne gönderdiler." (El-Karahani, 131, 132)


1844'de "Danyal Sultan gelip Şamil'in yaranından oldu./ Gazi Kumuk'un ikinci çarpışmasından avdetinde Çoh ahalisi Şamil ile harp ederek arkadaşlarından birini öldürdüler. Şamil, Çihal Naibi Kıbıd Muhammed'i ve civarında olan naibleri bunların itaat altına alınmasına memur eyledi. Çohlular Kıbıd Muhammed'e karşı durdular ve geri dönmeye mecbur eylediler." Rus general köye gelip halka "mükafaatlarda bulundu." 1845 sonralarında Şamil naiblerinden birkaçıyla "Danyal Sultan'ı... Çoh Köyü'ne gönderdi", "harp başladı ve 8 gün 8 gece sürdü", "Evvela Akuşa ve Zadakarlılar, sonra da Ağlar Hanlılar bozuldu. Birçok mühimmat ve erzak ile bir bayrak ganimet alınıp firarilerin takibine çıkıldı." "Çohlular müttefiklerinin mağlubiyetini görünce köylerinin üst taraflarındaki evlere kapandılar. Mücahidler boş kalan hanelerdeki ganimetleri toplamaya başladılar... saklanmış olanlar... gece karanlığından bilistifade çıkıp gitti... mücahidler... 4 gün ganimet mallarını taksim eyledikten sonra köyü yakıp geri döndüler./ Bu muharebede cihad erbabından 200 kadarı ölmüş, 1025 kadarı da yaralanmıştı." (El-Karahani, 134-137)


Şamil Rusların hareketlendiğini işitince "1845 senesi içinde... esir aldığı Rusların büyük ve ehemmiyetli  süratle Dargo'ya ve ehl ü ıyalini alıp Salbari Köyü'ne götürdü. Bu köy Çeçen köylerinden olup orman içinde ve sarp bir yerde kurulmuş idi. Şamil oradan Andal'a giderek... köyün... yakılmasına dair emir verdi." Ruslar fazla olduğundan "mukabelede bulunmak müşkilce olacak" diyerek Bursah'tan Andi'ye gidiyor ve "civardaki köylerin tamamiyle yakılmasına karar ve Said ismindeki naib Zille, Gilbaz namındaki naib Rikkün köylerine, sairleri de başka taraflara gönderildi." Sonra Zille ve "civardaki köyler yakıldı. Düşman Andal'a girince Şamil maiyetiyle dağa doğru çekildi. Bu ricat mücahidlerin manevi güçlerini kırdığı cihetle bozulmaya ve birbirini çiğneyerek kaçmaya başladılar.../ Şamil hezimete mani olmak istediyse de sözünü dinletemedi. Dağ başında ve kendi yanındakileri kaçmazlar sandıysa da onları da durduramadı. Nihayet orada bir top ve 10 kişi ile kaldı." Şamil "Burtunay vilayetine gitti. Naibler de... yurtlarına çekildiler." (El-Karahani, 137-139)

Vorontsof sefer hazırlığı yaparken Şamil Çeçen vilayetindeki naibleri "teşvik etmek için Eski Dargo cihetine gidip" vaaza başlıyor. "Dargolular Şamil'in vüruduna o kadar sevindiler ki sevinçlerinden ağladılar." Şamil sizinle kalıp Ruslarla harbe devam edeceğim diyerek "bu hususta bir de yemin etti. Çeçen naibleri de bu yemine iştirak eylediler./ Şamil diğer naibleri de nezdine çağırttı. Biraz sonra bazılarından adamları geldi ve "Rusların bir ordusu Hid Köyü'ne vasıl oldu... kendileriyle sulh yapalım da çekilip gitsinler" teklifini getirdi." Hiddetlenip bunu kabul etmeyen Şamil Andal ahalisinden bazılarının Ruslara iltica etmekte olduklarını haber alınca "bu gibilerin katli hakkında kati emir verdi." Andal naibi Ramazan "Rus kıyafetine girmiş 3 Müslüman buldu. Bunların... kafalarını kesip ağaç dallarına astı." Vorontsof "Andal sahasını karargah ittihaz eyleyerek bir ay kadar orada oturdu... Şamil... Salburi Köyü'ne mütecevvihen yola çıktı./ Yeni Dargo Köyü'ne geldiğinde Rusların Eski Dargo Köyü'ne girmek üzere olduklarını işitti." Andal'da çatışmalar başladı. Şamil Andal'aldaki naibleri Dargo'ya çağırdı ve "Dargo'daki evler yakılıp mücahidler harice çıktı." Bu seferde "Verensof ile Dargo'ya gelen Rus ordusunun 30 bin neferden ibaret olduğu rivayet edilir." "Serdar Verensof ordusuyla beraber Dargo'da aç ve mühimmatsız kaldı ve keder ü yeisinden ağlayacak derekeye düştü./ Irkili Ilya namındaki Gürcü.../-Kumandan, merak etme icabında seni sırtıma alır ve düşman arasından çıkarırım, diye teselli etti." Ruslar "savuşmaya davrandılar... mücahidler de fiarileri her taraftan vurmaya ve ellerindeki eşyayı ganimet almaya başladılar./ Firar ve takip üç gün sürdükten sonra Rusların bozgun askerleri Şamhalbirud Köyü'ne can atabildi." "Şamil'in askeri de gelip köyü muhasaraya almıştı." "Verensof'a gelince, burada da yeisinden ağladı ve Gürcü Ilya'nın tesellisine muhtaç oldu. Açlık ve susuzluk o derecede idi ki Ruslar ağaç yaprakları ile kabuklarını kemiriyorlardı. Kumandan Verensof da bir ineğin sütüyle gıdalanıyordu./ Rus ordusunda Şirvanlı Cevad Han namında zayıf imanlı bir Müslüman vardı ki yüz kadar maiyetiyle Müslümanlara karşı harp ediyordu./ Bunlar bir gece Verensof'un ineğini çalıp kestiler.../... iş anlaşılınca kumandan, Cevad Han'ı azl ile beraber ordugahtan çıkarılması için emir verdi. O da 100 miskal altın ücretle tuttuğu bir Çeçenlinin rehberliğiyle ve sarp yollardan geçerek düşe kalka ve yoldaşlarından birçoğunun leşini yollarda bıraka bıraka Şura Kalesi'ne gidebildi." "Gerzeli Kalesi'nden Ruslara erzak ile imdat geldi." Sefer sonundaki sayımda Vorontsof "13 bin nefer maktul vermiş olduğunu anladı." (El-Karahani, 139-145)


Verensof Andel'e hareketi esnasında "General Argut Karalal, Mukrat, Kunsar köylerindeki ahaliden imdat istedi. Onlar da Moskof'a yardımcı olmak üzere bazılarını gönderdiler./ Bu köyde bulunan müritler, Tılık Köyü'ne kaçtılar ve Ruslara imdada giden ahlaksızları yolda yakalayıp kimini öldürdüler, kimini de yaraladılar./ Şamil'in boyuna asker toplamasından usanmış ve Ruslarla musaleha yapılırsa rahat oturup çiftleriyle çubuklarıyla vakit geçireceklerini sanmış olan Müslümanlar, General Argut'un da kendilerinden yardımcı istemesi üzerine zanlarının aksi zuhur eylediğini gördüler." Verensof'un durumunu haber alan Argut da "telaş ederek ricata başladı." "Verensof gailesinin def edilmesinden sonra... yurt edinmek ve hareket merkezi olmak üzere bir mevki tayin" etmek isteyen Şamil "Vidanm sahasına doğru geldikleri sırada... insan ruhunu dinlendiren bir mevki gördü.../ Vidanlılar... mevkii Şeyh Şamil'e sattılar./ Şamil ehl ü ıyaliyle gelip orasını imar eyledi, vatan edindi ve Seyyid Cemaleddin'in (ks) kızıyla evlendi ki 1261/1845 senesinin sonlarına doğru idi." (El-Karahani, 146, 147)  


"Çerkezistan ahalisi... davetnameler gönderip memleketlerine gelmesini rica eylemişlerdi./ 1262/1846 senesinde Şamil 7 büyük top ve aletlerle ve... -Çerkez hududunu tefrik eyleyen- Türki (Terek?) Nehri'ni geçti... barınacak bir dağı, bir tepesi, bir ormanı olmadığını görünce geldiğine pişman oldu. Badehu Gabrati taifesinin yurduna gitti. Onlar da gelip Şamil'e bey'at ettiler, ehy u ıyallerini ulaşılması zor ve müstahkem bir mevkie nakleylediler. İçlerinden bazıları üzerlerine naib nasp edildi." Sonra geri döndüler, Ruslar da takip ettiler. (El-Karahani, 148, 149)


"1846 senesinin güz mevsimi idi ki Şeyh Şamil... Zadakar'ı vurdu ve birçok mal toplayıp Salta Köyü'ne gönderdi... Akuşa sahasına yürüdü." (El-Karahani, 149)

1847'de Ruslar Salta kalesini kuşattılar. "Muhasara üç ay kadar sürdü." Kale terkedildi. "Bu Salta çarpışmasında 17 bin Rus maktul düşmüştür." (El-Karahani, 150-153)

"1848 senesi yaz başlarında idi ki "Ruslar Gergil Kalesi'ne geliyor" diye Şamil'den imdat istendi.../ Gergil ahalisi müdafaa edemeyeceklerini anlayınca yurtlarını bırakıp bir gece dışarıya çıktılar." "Şamil Gergililer ile civarda oturanların Ulu Köyü'ne yerleştirilmelerini emretti." (El-Karahani, 153)


"1848 senesi sonbaharı idi ki Şeyh Şamil topları ve topçuları ile ordu donatarak sefere çıktı... Danyal Sultan gidip Naçik Kalesi'ni aldı. İçindeki reisler ile münafıklardan 300 kadarını da esir etti./... Ahdi üzerine yürüdü." (El-Karahani, 154)


1849'da Ruslar Çoh Kalesi'ni ele geçirmek istiyorlar, ancak "Çarpışma iki ay sürmüş ve İslam mücahidlerinin galebesiyle neticelenmişti." (El-Karahani, 154-157)


"1850 senesi kış mevsimi başlarında Ruslar ağaç kesip yol açmak için Şeli ormanına geldiler." (El-Karahani, 157)


"Gazi Muhammed 18 yaşında olduğu halde Külel Naibi tayin edildi." "1267/1851 senesi Ruslar tekrar Şeli ormanına gelip ağaç kesmeye ve yol açmaya başladılar." "Bu vaka Şeli çatışmalarının en mühimidir ki vakıaları tafsil olunsa ayrıca bir cilt teşkil eder. 1268 ve 1269 senelerinde de yine Şeli mevkiinde ufak iki muharebe vuku bulmuştur." (El-Karahani, 158)


"Haydak ve Tabasaran Müslüman ahalisinin naib nasbı talebine dair mektuplarıyla ricacıları eksik olmuyordu." Şamil Kindi'yi 200 kişi ile "1852 senesi kışı başında yola çıkardı." Kindi gittikten "20 gün sonra Barşilev, Terekeme, Tabasaran, Derbend, Kuba, Ahdi köylerindeki münafıklar ile Ruslardan müteşekkil mühüm bir kuvvet Haydak üstüne geldi." Kindi "Şeluhi Köyü'ne çekilip... müdafaaya hazırlandı." Düşman hücum edince "Mücahidlerden çoğu savuştu... Köyün içi ölü ve yaralılarla dolu idi... İslam ehlinden 20 kadar şehit ve epeyce yaralı bulunduğu halde, Rusların ve münafıkların telefatı bir rivayete göre 2 bin 6 yüz nefere baliğ olmuştu." Huruç harekatında yaralanan naibi bırakıp gittiler. (El-Karahani, 161, 162)


Şamil 1853'te Çar Kalesi'ne hakim bir tepeye geldi, "etrafa yağma yapmak üzere müfrezeler yolladıysa da kayda değer bir ganimet olmadı. Yiyecek ve harp malzemesi yokluğu ile" soğuk ve yardım gelmesi yüzünden mücahidler ayrıldılar. (El-Karahani, 162, 163)

*


Ek 4: Kafkasya Dağlıları Arasındaki Güç Mücadelesine İlişkin Anlatımlardan Bazılarını İçeren Liste


Ve “eşine karşı yapmış olduğu hizmetlerden dolayı Han Bayan Bahu-Bike… oğlu Hamzat’ı evine aldı ve ona kendi oğlu gibi baktı. Bu onun ilerde hiyanetle teşekkür ettiği bir alicenaplıktı.” Hamzat Bek “Hain, kötü bir savaşçı, haris, nankör bir insandı. Bir pansiyonun nazik bir işini görüşmek üzere Tiflis’teki Rus baş karargahına gelince istihkar edildi ve hatta tutuklandı./ Onun serbest bırakılması Gazi Kumuk hanı olan Ruslara sadakatini ispat ederek göstermiş ve şimdi Hamzat Bek için şefaatte bulunan Han Aslan’ın yardımıyla olmuştu. Onun Hamzat’ı kurtarma sebepleri basitti. Onda Ruslara değil Bahu-Bike’ye karşı bir intikam beslemesindendi./ Aslan bir tahkire uğramıştı. O yalnız intikam için yaşıyordu.” Bahu-Bike ona söz verdiği kızı Sultanat’ı ona değil Tarku Şamhalı’nın oğluna vermişti. “Aslan Sultanata delicesine aşıktı. Bu yüzden Bahu-Bike’nin düşmesi için gaddarcasına bir plan hazırlıyordu… vakti vardı… Rusları Pahu-Bike aleyhine kışkırtmıştı.” Oysa Bahu-Bike Ruslarla yapılan anlaşmaya sadıktı ve oğulları da “müridizme karşı gelmeye ve Ruslarla bir olmaya karar vermişlerdi. Aslan intikam işini gördürmek üzere Hamzat Bek’i oyuncak olarak bulmuş ve onu kullanmak üzere sessiz bekliyordu…/ Aslan Hamzat’ın yüreğini Pahu-Bike’ye karşı zehirlemeye başladı… onun düşmesiyle bütün Avarlar müridlerin siyah bayrağı altında toplanmış olacaktı… Onun tab’a olarak sadakati tabii Rusya’ya idi. Ancak Hamzat Bek… yerinin Gimri’de müridlerin yanında olduğuna dair bir duyguya sahipse… Hunzah ve bütün Avarları iyi bir iş için kazanmak suretiyle bir liderlik görevi alabilecekti. Kim bunu becerirse bir kahraman, kurtarıcı, müridler arasında yüksek bir şeref sahibi, gerek kabileler ve gerekse Ruslar tarafından itibar görecektir. Aslan bu şekilde Hamzat’ın gururunu okşuyordu./ Hiç bir zafiyeti affetmeyen ve hiyaneti ölümle cezalandıran bu memlekette Hamzat Bek’in yine derhal Gimri’de ortaya çıkması ve müridlerin arasında yine yeniden itimata değer bir üye olabilmesi izah edilemezdi. Onun küfürlü kapitülasyonunun niçin Rusya tarafından görmemezlikten gelindiğini bilmiyoruz. Hangi vasıtalarla onun Gazi Molla ve Şamil’i kendi dürüstlüğüne ikna ettiği bilinmemektedir. Ne olursa olsun… o müridlerin en yüksek çevrelerinde itimat yeri almıştı.” “Müridlere yeni bir lider lazımdı… Hiç tereddüt etmeden bu şerefi ve sorumlulukları üzerine aldı. Müridler onun hakimiyetinin gelişmesine hizmet ediyorlardı.” “Sonra kendi kendine savaştaki mağlubiyeti için yüzbir sopa vurduruyordu./ Bu, kurnaz tilkinin halkı kendine bağlaması için yapılan kanlı fedakarlıklar ve dikkate değer oyunlardı.” “Kısa bir zaman sonunda… Hakimiyetine hiç kimse toz kondurmuyordu. Ve bu suretle kendini rahata bırakabilmişti. Şimdi kafası şahsi işlerini çevirmeye döndürmüştü. Bahu-Bike’yi devirmek, Avarların hakimiyeti altına almak ve korkulan düşman olarak Rusların karşısına çıkmak zamanı gelmişti. Aslan hanın tavsiyesi yerinde idi… Aslan Ruslar ve kabileler arasından her iki tarafla iyi geçinmek için canbazlık yapıyordu. Zaman zaman Bahu-Bike’nin hakkından gelemeyeceğini söyleyerek Hamzat Bek’i tahrik ediyordu. Onun bir elinde kılıçla bütün Kafkasya’nın özlediği halk ile müridizm arasında kaldığını söylüyordu.” Gençliğindeki Bahu-Bike’nin kendisine karşı olumlu davranışı nedeniyle Hamzat Bek’in ona şükran duymasına gerek kalmadığını “gösteriyordu. Ancak Hamzat Bek planlarını tatbik etmeden evvel ahiretten bir gölge gibi Şamil’in canlanması Gimri’de müridler arasında ortaya çıkması lazımdı./ Şamil aylarca Gimri’den çok uzaklarda olmayarak saklanmıştı. Ciğerleri delinmiş ve vücudunda sayısız kılıç darbelerinin izleri vardı. Bir kaç kaburga kemiği kırılmış ve vücuduna iki kurşun saplanmıştı. Gimri’den kaçan çobanlar tarafından bulunmuştu.” “Belki bu aylar Şamil ile Fatımat’ın yaşantılarının barış ve sükun içinde geçirdikleri biricik zamanlarıydı.” (Blanch, s. 111-115)


(Burada ve biraz ilerleyen bölümde anlatılanlardan anlaşılanın özü, başrolünde iki kurnaz-entrikacı taşra politikacısının yer aldığı bölgede her zaman oynanan alışılmış oyunlarından biri, sanki!)


Müridlere değer veren halkın “yalnız hala Bahu-Bike tarafından müridlere katılmaları önleniyordu. Bahu-Bike vakit kazanmak istedi ve ikinci oğlu Ömer’i Tiflis’e Rusların Hamzat Bek’in tehditlerine karşı yardım etmeleri için gönderdi. Genç Han Ömer’e kayınbiraderi Hacı Murat eşlik ediyordu.” Tiflis’te “Başkomutan Baron Rose’nin onlar için ayıracak vakti olmadığını öğrendiler…/ Rusların bu aldırış etmemeleri her iki genci de üzdü ve dönüşlerinde Bahu-Bike’ye müridizme boyun eğmesini tavsiye ettiler.” (Blanch, s. 119-121)


Kabilelerden Rus tarafına geçenler ve sonra geri dönenler “için çok örnekler vardı… Daniel Bek Ruslarla arasını general Neidhart’a kızarak bozduğundan Şamil’e dönmüş ve Şamil de onu hararetle karşılamıştı./ Hacı Murat da yalpa yapanlardandı…/… 1834’de Hamzat Bek’i Hunzah’da camide öldürmüştü… Avarlar da liderleri Mektule hanın idaresinde Rusların tarafına geçmişlerdi. Rusya korkunç bir düşman ve fakat çok kuvvetli bir müttefik de olabilirdi. Hacı Murat böyle konuşuyordu./… Ne olursa olsun Hacı Murat ve Ahmet Han birbirlerine düşmandılar…/ Hacı Murat’ın mürid despotizmine nefreti Ahmet Hana olan kininden daha üstün gelmişti. Ruslarla bir ittifak yaparsa… kendine şöhret ve iktidar imkanını görüyordu. Nihayet kin güttüğü Ahmet’ten daha büyük bir alacağını umuyordu. O daha şimdiden kendini Ruslara ve müridlere karşı aynı derecede iddialı olacağı bir ilin naibi olarak görüyordu. Ancak bu şöhretin mükafatı dinsizlerle geçici bağdaşma olacaktı, fakat o amaç vasıtayı mukaddes kılıyordu… Vorontzof’la bir ittifak yapmaya karar verdi./ Hacı Murat’ın tabiatı bir az çocuğumsu, bir az masumane idi.” “Ahmet Han Hacı Murat’ın Ruslarla ittifak yaptığını öğrenince hemen rakibini ortadan kaldırmak için planlar hazırladı… Tiflis’teki Genel Valiye gitmişti. Orada Hacı Murat fevkalade tehlikeli bir casus olarak görülmüş ve sahte bir rol oynadığı, aslında Şamil’in naibi olarak kabul edilmişti.” Ancak yine de inandırıcı olamayan Ahmet Han “sistemli olarak çalışmaya koyuldu./ Sonunda binbaşı Lasarev kuşkusunu yenememiş… Hacı Murat’ı tutsaklıyarak Temirhanşura’ya göndereceğini… bildirmişti. Bu işin yapılması tam Ahmet Han’a verilmişti. Büyük bir sevinçle rakibini tutukladı.” Vorontzof Tiflis’e gönderilmesini isteyince oraya doğru kış şartlarında yola çıkarılan Hacı Murat “en sarp kayalara ulaşınca” kendini yardan aşağı atıyor ve sonrasında da sağ kalıyor. “1840/41 kışı geçer geçmez Hacı Murat hayatının sonuna kadar parçalanmış olan bacağından dolayı topal kalmıştı. Şamil ile barışmak istedi ve ona şu mektubu yazdı:/… sana dönüyorum” dedi, cevap “Sen karanlığa gittin ve aydınlığa dönüyorsun. Kapılarımız sana açıktır” şeklindeydi. “Hacı Murat Şamil’in birinci naibi ve Hunzah yakınındaki Tselmes’in valisi yapıldı. Bu ilan bir şaheserdi. Çünkü iki tarafa yalpalayan kabileler Hacı Murat’ı izlemek üzere silaha sarılmışlardı… şimdi en ücra yerdeki avulları savaşmaya katmış”tı. “Rusların bir müttefiki olan Tiltil’den Kibit Mahoma’nın da bir kaç kabile ile Hacı Murat’a katılmasıyla Şamil’in kuvveti ve sahası bir kaç ay içinde üç misli olmuştu.” “Hacı Murat bundan sonra beş yıl Şamil’in yanında en şöhretli savaşçısı olarak kaldı.” (Blanch, s. 237-242)


Hacı Murat ve yanındakiler kaçamadılar, yetişen askerlerle çatıştılar, “çatışmayı duymuş kimseler Ruslara yardım için dağlardan inen çakallar gibi… koşmuşlardı. Bunların arasında onların, eski bir düşmanının oğlu olan Mektuleli Ahmet Han da vardı” ve sonuçta hepsi öldürüldüler. Ahmet Han başını kesti. Öldürüldükleri tarih 22 Eylül 1852 idi. (Blanch, s. 248-252)


Başkaları da vardı, mesela, Golbats-Dibir “müritlerin ortak hazinesini alarak, kaçmıştı.” “1847 yılın sonunda Şamil tüm naiplerine, alimlerine ve otorite sahibi insanlara İçkeriya’nın Belgit köyünde toplanmasını emretti. Burada onlara, Şamil’in oğlu Gazi-Muhammed’i imamın halefi olarak kabul ettiler ve bağlılık yemini ettiler. O andan beri… anlaşmazlıklar ve düşmanlıklar başladı. Daha önce iktidar arayan naipler, Şamil’in niyetlerini kötüye tefsir ederek, zenginlikleri biriktirmeye başladılar…/ Şamil’in devletinde, aktif taşıyıcaları çok zengin naibler olan, feodal ilişkiler temel atmaya ve kök salmaya başladı.” “Naipler, halkı boş yere öldürmeye ve soymaya devam ediyordu”. “Tapi ve İssa (Küçük Çeçenistan’ın naipleri), yaşlı ve saygın aşiretlerden olup, Şamil’e pek yakın değiller, ama sağduyulu insanlardı; Verhniye Goytı naipi Taib-yaşlı, hilebaz, maceralarda saçları beyazlaşan ve hiç güvenilmez bir insandı”. Savaşların dağlıları yıpratması, “naiplerin devamlı yağmaları, halkı soymaları, Şamil’in iktidarını son derece zayıflattı.” Şamil’in etkisinin zayıflaması ve dağlıların Rus tarafına geçmeleri “aralarında Çeçen Batı, Avar Hacı-Murat ve Cumut’lu Kara-Ali’nin Şamil’i terk etmesi ile kendini yansıtıyordu”. “Sözü edilen Kara-Ali, önce çarlık Rusya’ya ‘uzun zaman ve faydalı şekilde’... hizmet etti, daha sonra da Şamil’i ilk terk edenlerden oldu.” 1859’da Rus başkomutan sefere çıktı, halk “kalabalıklar halinde ona gelmeye başladı. Başkomutan onları iyi karşıladı ve cömert hediyeler verdi… Şamil’e en yakın adamları, naipleri bile, Rusların tarafına geçmek istediler. Emir-han Çirkeyli, Rusların cömertliğini duyduktan sonra, Şamil’in mührü ile başkomutanın yanına geldi. Önce halk ve daha sonra komutanlar… hediye ve para aldılar… Şamil’in iktidarı, naiplerin dürüstsüzlüğü, naiplerin ihaneti, Rus ordusu ve altının gücü ile yok edilmişti”. “Andi’li Labazan’ın da aralarında olduğu bazı naipler hakkında Abdurrahman, bu kişilerin halk için ‘çıplak kılıçlar’ olduğunu yazıyor. ‘Karakterleri ile hayvanlara benziyorlar. İnsanlardan intikam almak ve onların malvarlığına el koymaktan başka işleri yoktu. Bunun için bizden Ruslara kaçanların çoğu, bu naipliklerden geliyordu. İmamı güzel yalanlarla kandırıp, Şamil’in yaptığının tersini yapıyorlardı’./ Belirleyici bir özellik-Şamil’in atadığı 85 naiplerin üçte biri değişik zaman dilimlerinde görevlerinden alınmışlardı… Bu naipler çıkarcı olup… Ruslarla barışmanın peşindeydiler.” “40’lı yılların sonunda… Şamil’in durumu daha da kötü oldu; kendisine sadık Şuaip-Molla ve Ahverdi-Magoma’yı kaybetti… Hacı-Murat yine çarlığın tarafına geçti.” (Yaşurka, s. 162-164) 


“Savaş sırasında naiplerin ‘büyük malikaneleri’, buğday tarlaları ve hazineleri ele geçirdiğini, Şamil’in naiplerin üçte birinin imamın bağımsızlık savaşı esnasında kendilerine verdiği emirlere uymadığı, Abdurrahman’ın itiraf ettiği gibi ‘halk için çıplak kılıç’ olarak tarihe geçtiklerini göz önünde bulundurursak… sosyal düzenlemelerin… başarılı olamadıklarını görebiliriz.” Yine de Şamil’in yaptıkları “ülkeyi toptan ve perakende Rus çarlığa satan ve çarlık önünde uşaklık eden han, utsmi, bek ve diğer feodallerin paragöz politikaya göre, büyük ve ilerici bir atılımdı.” “Şamil’in devletinde tüm nüfus sayısı 1 milyondan azken, Rusya’da 126 milyon Rus yaşıyordu”. “1852 yılında Büyük ve Küçük Çeçenistan, Şamil’in devletinden ayrıldılar. Bu süre boyunca Rus çarlığı, dağlıları verimli topraklardan dağlara sürerek, elde ettiği bu toprakları Ruslar ve Rus Kazaklardan zengin olanlara ve köylülere veriyor, bazen bunun tersine davranıp, dağlılar arasında fitne yaymaya çalışıyordu. Kırım savaşının sürdüğü 1855-1856 yıllarında… bu son derece uygun zamanda, faaliyetleri kısır kalmıştı./ Geniş halk kitlelerin Rus çarlığına karşı sürdürdükleri uzun mücadelede yıpranmış olmaları, bazı naiplerin hain davranışları, kendilerine teslim edilen naipliklerde kanunsuz davranmaları ve halka fakir düşürmeleri, naiplerin halkı sömürme sayesinde zenginleşmesi ve Şamil’in siyasetinde halkın refah durumunu yükseltmek ve acılarını hafifletmek için kesin maddelerin olmaması, tüm bunlar Şamil’in devletinin içten çürümesine ve halk arasında farklılaşmanın had safhaya ulaşması ile, devletin dağılma sürecinin başlamasına neden olmuştur. Sırası gelince çarlık, bu dağılıma hız vermeye çalıştı ve bazı naipleri satın alma faaliyetlerine ağırlık verdi. Bunun sonucunda da 50’li yıllarda bazı naipler Rus çarlığın tarafına açıkça geçtiler ve Şamil’in askeri sırlarını Ruslara açıkladılar.” (Yaşurka, s. 141-151)


“Bazı naiplerin hain çıkması, halk sayesinde zengin olmaları, kanunsuz davranışları, zaten fakir halkı daha da sömürmeleri… Şamil’in politikasında geniş halk kitlelerin durumunu hafifletmek için belli programın olmaması-tüm bunlar müritçilik hareketin içindeki farklılıkların hızla büyümesine ve müritlerin devletinin büyük bir suratla dağılma yoluna girmesine neden oldu”. Rusya da naipleri rüşvetle satın alma yoluna gidiyordu, “iç siyaset çatışmaları Şamil kendi güçleriyle aşamazdı”, “umutsuzca girişimlerde bulunuyordu.” Batı Kafkasya’daki “Muhammed-Emin ile iyi ilişkiler, Şamil’e önemli yardımlar vaat ediyordu.” Abdurrahman “Muhammed-Emin’in emrinde 200 bin askeri olduğunu… Şamil’e yardımcı olabileceğini… Şamil’e tam da sahip olduğu askeri kaynakları kullanmasını teklif ettiğini, yazıyor.” “Ruslara 1852 yılında kaçan Halat-Efendi’nin itirafları” naipler arası mücadelenin keskinleştiğini kanıtlamaktadır. “Şamil’in naiplerinden biri Halat-Efendi evde yokken, onun evine girip, mallarını soydu ve eşini yaraladı. Buna kızan Halat-Efendi Şamil’in en çok sevdiği müritlerden biri olan bu naibi, öldürdü ve Şamil’in öfkesini üzerine çekti. Bu davranışı için Şamil onun malikanesini aldı ve gizlice öldürülmesini emretti. Ama Halat, Efendi'yi seven insanlar, onun kaçmasına” ortam hazırladılar. (Yaşurka, s. 166, 167)


Savaşların dağlıları yıpratması, “naiplerin devamlı yağmaları, halkı soymaları, Şamil’in iktidarını son derece zayıflattı.” Şamil’in etkisinin zayıflaması ve dağlıların Rus tarafına geçmeleri “aralarında Çeçen Batı, Avar Hacı-Murat ve Cumut’lu Kara-Ali’nin Şamil’i terk etmesi ile kendini yansıtıyordu”. “Sözü edilen Kara-Ali, önce çarlık Rusya’ya ‘uzun zaman ve faydalı şekilde’... hizmet etti, daha sonra da Şamil’i ilk terk edenlerden oldu.” 1859’da Rus başkomutan sefere çıktı, halk “kalabalıklar halinde ona gelmeye başladı. Başkomutan onları iyi karşıladı ve cömert hediyeler verdi… Şamil’e en yakın adamları, naipleri bile, Rusların tarafına geçmek istediler. Emir-han Çirkeyli, Rusların cömertliğini duyduktan sonra, Şamil’in mührü ile başkomutanın yanına geldi. Önce halk ve daha sonra komutanlar… hediye ve para aldılar… Şamil’in iktidarı, naiplerin dürüstsüzlüğü, naiplerin ihaneti, Rus ordusu ve altının gücü ile yok edilmişti”. “Andi’li Labazan’ın da aralarında olduğu bazı naipler hakkında Abdurrahman, bu kişilerin halk için ‘çıplak kılıçlar’ olduğunu yazıyor. ‘Karakterleri ile hayvanlara benziyorlar. İnsanlardan intikam almak ve onların malvarlığına el koymaktan başka işleri yoktu. Bunun için bizden Ruslara kaçanların çoğu, bu naipliklerden geliyordu. İmamı güzel yalanlarla kandırıp, Şamil’in yaptığının tersini yapıyorlardı’./ Belirleyici bir özellik-Şamil’in atadığı 85 naiplerin üçte biri değişik zaman dilimlerinde görevlerinden alınmışlardı… Bu naipler çıkarcı olup… Ruslarla barışmanın peşindeydiler.” “40’lı yılların sonunda… Şamil’in durumu daha da kötü oldu; kendisine sadık Şuaip-Molla ve Ahverdi-Magoma’yı kaybetti… Hacı-Murat yine çarlığın tarafına geçti.” (Yaşurka, s. 162-164) 


“Fakat ünlü ve zengin özdenlerden gelen naipler Rus… tarafına geçerek, gizli askeri sırları Ruslara veriyorlardı.” Şamil Şeriat’a uymadığı gerekçesiyle “köylere cezalandırmaya yönelik askeri seferler düzenliyordu. Asında naiplerin bu şikayetleri… halkın memnuniyetsizliğini bastırmak için kullandıkları bir hile idi.” Daha önce “bu kadar çok cezalandırma seferi düzenlenmemişti. Halkın önemli bir bölümün Şamil’den ayrılma nedeni de budur…/ Halkın Rus himayesi ile Şamil’in naiplerin egemenliği arasındaki seçim zorluğu, Şamil’in zorba metotları açıklıyor…/ 1857 yılına doğru Çeçenistan’ın büyük bir bölümü Rus ordusu tarafından fethedildi. 1858 yılın yaz mevsiminde… Rus ordusu Şamil’in en önemli kalelerinden güçlü yerleşim birimi Şatoy’u ele geçirdi…/… General Vrevskiy’nin seferi tarihe özellikle merhametsizliklerle dolu bir sefer olarak geçti. Sadece 1858 yılı içerisinde… en az 40 köyü yok etti. Ölüm korkusu altında dağlılar Rus çara ‘itaati dile getiriyordu’. Çarlık, dağların halkı açlıkla boğmayı kesmiyordu…/ 1858 yılında Şamil, ülkesinin gıda tedarikçisi durumunda olan Çeçenistan’ın tümünü kaybetti.” “1859 yılın yazında Rus birlikleri imamatın iç kesimlerine kadar ilerlediler.” “29 haziran 1859 yılında Şamil’in en önemli naiplerinden Kibit-Magoma tuğgeneral Wrangel’e mektup göndererek, Şamil’in hocası Cemalettin’i tutukladığını bildirdi… 2 Ağustos’ta ise Elisu’lu Daniel-bek… kendi ikametgahı-İrib’i teslim etti ve… tüm eski ayrıcalıklarını çarlıktan kopardı. Şamil’in son kalesi Gunib’e gitmesinden önce naiplerin neredeyse tümü çarlık tarafına geçtiler.” “Gelişmelerin şahitleri-Abdurrahman, Magomet Tahir ve Hacı-Ali, Şamil’in… bu dönemdeki güçsüzlüğünü dile getiriyorlar.” (Yaşurka, s. 169-173)


Son saldırı hazırlıkları 1859 Temmuz’da tamamlanıyor, artık yenilginin kaçınılmaz olduğunu gören Çeçen bölgeleri Ruslara katılıyorlardı, bunlar da şartlara göre “ya yerlerinde bırakılıyor, ya da sınırın iç taraflarına gönderiliyorlardı”, böylece erişilmez korkunç savaşçı Çeçenlerin yatağı olan Çeberloy, İçkeri ve Aukh’un yukarı bölgeleri Şamil’den ayrılmış oldu, Lezgiler de Ruslara boyun eğiyor, Şamil’in önemli Naiblerinden çoğu halklarıyla beri Ruslardan yana geçiyor, Danyal Sultan Ruslarla görüşüyor, Kabet Muhammed kendisi katılmakla kalmıyor, en ateşli müridizmci Thusudar kadısı Aslan’ı da tutukluyor, kaybetmesinde sertliği de rol oynamış olabilirdi, Şamil kaybetmişti, “çünkü kazanması imkansızdı”, baştan beri yalnız Ruslarla mücadele etmemiş, çok daha zorlu bir düşmanla da boğuşmak zorunda kalmıştı, “bu düşman, Kafkasya’daki kabileler arasında bulunan bölünmeydi”, birleştirme çabalarının bölgesel olarak başarıya ulaşmasının tek sebebi “mücadelenin milli bağımsızlık için yapılıyor olmasıydı”, başka hiç bir sebep bu sert Kafkaslıları Şamil’in aynı derecede sert olan idaresi altında tutamazdı, sert yöntemleri de en çok Rusların işine yaradı, Şamil’de şahsi hırslar aramak boştur, “hayatını ülkesinin milli bağımsızlığına adamıştı”, tek yolun bir millet halinde Şeriat’ın ve kendisinin emirlerine uymak olduğu görüşündeydi, ayrıca Şamil’in sert yöntemleri, inatla sürdürülen kan davaları, “Rusların, kendilerine casuslar, izciler, hainler ve hafif süvariler temin etmek için Dağlıların arasına serptikleri bol miktardaki altınlar” gibi etkenler de gözönüne alındığında Şamil’in savaşı aslında çoktan kaybettiği söylenebilirdi, kanlı savaşlar ve içteki sert baskılar sonucu müridizmin dini etkisi ve ardından da politik gücü kaybolmaya başlamıştı ve “fakirlik ve sıkıntılar yüzünden umutsuzluklarının sınırlarına sürülen insanlar, kadın ve erkek, daha fazla dayanamayarak büyük bir istekle sırtlarındaki yükü atıyorlar ve Ruslarla barış yapıyorlardı”, Şamil aracılık tekliflerini reddedip savaşarak ölmeye karar  veriyor, Şamil yalnız olsaydı Gazi Muhammed’in Gimri’de ölmesi gibi burada çarpışarak can verirdi, fakat kendisiyle birlikte eşleri ve vefakar Gunibliler vardı, yakın iki adamını Ruslara yolladı, kayıtsız şartsız teslim olması istendi, Lazaref hayatlarının bağışlanacağını söyleyerek onu ikna etti. Şamil’de şahsi hırslar aramak boştur, “hayatını ülkesinin milli bağımsızlığına adamıştı”, tek yolun bir millet halinde Şeriat’ın ve kendisinin emirlerine uymak olduğu görüşündeydi. (Baddeley, s. 439-450) 


1847 Andiya toplantısı “tarihi bir önem taşıyor… bir dizi husus görüşüldü”, ancak bazı hususlar çözümsüz kaldı, “çünkü imamatın içindeki malvarlığı eşitsizliği soy demokrasisi ve müritçilik hareketin diğer temelleri ile çok ters düşüyordu. Rusların… uyguladığı baskı ilerledikçe… basit halk, elinde ‘pahalı malikaneleri bulunduran’ naiplerle Rus çarlığı arasında sıkışıp kalıyordu./ Şamil’in her başarısızlığı ve hezimeti ile başkaldıran ve hain olarak azlettirilen naiblerin sayısı artıyordu.” “Şamil zamanında alim ve naiplerin son toplantısı 1859 yılında Hunzah’ta yapıldı./… büyük tartışmalar meydana geldi. Naiplerin ve halkın kendisine ihanet edip Ruslarla anlaşma yapmak istediğini gören Şamil, onlardan bağlılık yemini etmelerini ve son nefese kadar Rus çarlığı ile savaşacaklarına dair söz vermelerini istedi. Herkes… yemin ettiler. Ama yine de ona ihanet ettiler.” “Şamil, iç ve dış zorluklara karşı savaşmak zorunda kaldı.” “Nizamı bozan buyruk tanımaz naiplere Şamil, ölüm cezası tehdidinde bulunurdu”. “Sözlü kanun Adat’ın hakim olduğu her yere yazılı kanun Şeriat’ı getirdi./… danslar, oyunlar, telli çalgıları çalma, tütünü kullanma gibi alışkanlıklar yasaklandı. Bu yasağı çiğneyenler için ölüm cezasına kadar gidin çok sert cezalar vardı./ Şamil, dedelerden kalma geleneklerin düşmanı idi.” (Yaşurka, s. 128-140)


Başarının nedeni "kafirlerin işgal ettikleri ülkede kafirlere karşı nefret"ti. Dini lidere tam itaat artık mecburi olmuştu. “Hayat kelimesinin tam anlamı ile çevredeki insanların hayatlarını tam kontrol altına almış olan müritçilik hareketi, onları tanrının buyruğu dedikleri amaç için kör alete dönüştürdükten sonra, çevresini, müritçiliğe kapalı gözlerle gelen ve emir verildikçe işaret edilenleri son nefesine kadar kesmeye yemin etmiş olan ve hayatlarını bu harekete bağlamış olan, toplumdan ayrı yaşayan takipçilerle çevrelenmişti. Bu insanlar dini tarikatın üyeleri olup, insan sürüsünün çobanları haline geldi ve iktidar ile saygıyı kendi ellerinde toplamıştı. Müritçilik hareketin başında imam durup, kendisi 'tanrı ile insanlar arasında aracı' rolünü oynuyor ve elinde dini, askeri ve devlet yönetimi bulunduruyordu." "Molla Magomet müritçiliğe ilk defa siyasi önem aşıladı." "Ermolov'un... barbarca politikasının korkunç sonuçları, müritlerin yeni dinin tohumlarını ektikleri saban izleri oldu.” Ermolov'un caniliklerine dağlılar kitlesel ayaklanma ile cevap verdiler. “Yarag' köyünden molla Magomet ve Kurdomir (Şirvan) köyünden Hacı İsmail, 20. yıllarda... kendi arasında birliği olmayan ve devamlı çatışmalar halinde bulunan kavimleri birleştirmek ve çarlığın... istila politikasının korkunç gerçeklerine karşı savaşmak üzere dağlıları kaldırmak için İslam'ın reformunu başlattılar." Dini lidere tam itaat artık mecburi olmuştu. “Hayat kelimesinin tam anlamı ile çevredeki insanların hayatlarını tam kontrol altına almış olan müritçilik hareketi, onları tanrının buyruğu dedikleri amaç için kör alete dönüştürdükten sonra, çevresini, müritçiliğe kapalı gözlerle gelen ve emir verildikçe işaret edilenleri son nefesine kadar kesmeye yemin etmiş olan ve hayatlarını bu harekete bağlamış olan, toplumdan ayrı yaşayan takipçilerle çevrelenmişti. Bu insanlar dini tarikatın üyeleri olup, insan sürüsünün çobanları haline geldi ve iktidar ile saygıyı kendi ellerinde toplamıştı. Müritçilik hareketin başında imam durup, kendisi 'tanrı ile insanlar arasında aracı' rolünü oynuyor ve elinde dini, askeri ve devlet yönetimi bulunduruyordu." "Molla Magomet müritçiliğe ilk defa siyasi önem aşıladı." "Ermolov'un... barbarca politikasının korkunç sonuçları, müritlerin yeni dinin tohumlarını ektikleri saban izleri oldu.” Ermolov'un caniliklerine dağlılar kitlesel ayaklanma ile cevap verdiler. Şeriat bölgede güçlü köklere sahipti. "Bu dini kabuk altında dağlıların Rus çarlığına karşı gösterdikleri protesto gizleniyordu. Dağlıların bağımsızlık mücadelesi birbirine ters düşen ideolojilerden geçiyordu: İslamcı gerici kabuğun altında olumlu bir faktör gizlenmişti-özgürlük seven dağlı halkın bağımsızlık için verdikleri mücadele." İki önemli düşman vardı: “Rus çarlığı ve uşakları-Dağıstan'ın feodal üstlerin temsilcileri.” (Yaşurka, s. 70-83)


Şamil'in en yakın dostu olan dört naip kendi işlerinden Şamil önünde sorumlu değiller ve hesap vermezler. Adamlarının hayatları tamamen onlara ait, "Şamil, nüfusa ait malların ve canlarının ne amaçla kullanılacağına dair karar verebilen ve ikili rütbeye sahip bir yöneticidir. İktidarı sert şekilde organize edilmiştir... hukuk yerine Şeriat normları getirdi", "Naiblerin çoğu varlıklı ve hatta zengin özdenlerden ve beklerden oluşuyordu... naiblerinden sadece biri, Auh'tan Ulubey, fakir özdenlerden idi.” "Her naip kendisine verilen bölgede tam bir iktidara sahip olup, bir tek suçluları ölümle cezalandırma kudretine sahip değildi. Bu görev, yanında devamlı kılıçla cellat bulunduran imamın görevi idi./ Ama naibler arasında sadece bazıları Şeriat'a tam uyulmasını sağlıyorlardı. Daha çok zengin tabakayı teslim eden naipler, Şamil'in emirlerini her zaman yerine getirmiyorlardı. Yerel tarihçiler naiplerin paragözlüğüne, çıkarcılığına ve bu tip özelliklerine işaret edip, Şamil'in devletinde bunun karakterize eden bir özellik olduğunu da belirtiyorlar. Naiplerin elinde 'büyük arsaların' olması, hayvanların sayılarını artırmaları ve daha zengin olmaları, imamatta halk kitleleri arasında ekonomik farklılığın büyümesine ve Şamil'in devletini siyasi yönden etkilemesine neden oldu." Halkın rüşvet alan ve görevlerini suistimal eden naiplerden memnun olmadığı belirtiliyordu.  “Şamil’in bu en yakın adamları arasında, iktidarı kullanıp, büyük zenginlikler elde eden, dağlıları rüşvet yolu ile kendi tarafına çeken, imama karşı gizli entrikalar yürüten Elisu’lu Denil-bek gibi adamlar vardı”, en sonunda görevinden alınmış ve Rusların tarafına geçen ilk müritlerden olmuştu. “Onun yerine Kibit-Magoma seçildi. Ama o da, Şamil’in Kibit-Magoma ile yerel feodal Agalar-Han Kazikumuk’lu ile ilişkileri öğrendikten sonra, Dargo’da tutuklanmıştı.” Müritlerin üst düzey kurumlarında, bağımsızlık savaşın daha ilk yarısında Şamil’in bu devletinin dış ve iç siyaseti hakkında anlaşmazlıklar başlamıştı. Şamil’in göreve atadığı 85 müritlerden çoğu ilerideki zamanda görevden alınmıştı”, açgözlü naiple “Şamil’i çökertmek için değişik yöntemlere başvurmayı sürdürdüler (komplolar, çarlığın aleyhinde ispiyonculuk, müritlerin silahlı kuvvetleri arasında organizesizlik tohumları atması, yalan söylentileri yayma ve saire).” “Şamil, kendisine sadık dört naibin yardımı ile… düşmanları ile amansız mücadele yürütüyordu." “Ama gerçek şu ki, neredeyse her davada kazanan taraf, daha zengin olan yada, müftü ve kadı üzerinde mutlaka bir etkileme gücü olan naibe daha yakın taraf kazanırdı.” “Kadı ve yardımcısı ‘köyde tüm davaları ve köylüler arasında anlaşmazlıkları’ çözerdi.” “Müslüman alimler daha çok Dağıstan’da bulunurdu.” “Alimlerin müritçilik hareketindeki rolü çok büyüktü… Serbest bırakılan uşaklardan gelen Muhammed Emin haricinde neredeyse tüm alimler, genelde zengin veya iyi halleri olan özden ailelerinden çıkmıştı… Kadılar ve özellikle müftüler hakkında aynı şeyler söylenebilir.” (Yaşurka, s. 118-127)

***


KAYNAKLAR


Al Kadari, (Hasan Al Kadari, Mirza Hasan Efendi, (Alkadarlı Hacı Abdullah Efendi Oğlu), ASAR-İ DAĞISTAN, Türkçeye Çeviren: Musa Ramazan, 2003, Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı, İstanbul)


Berkok, (General İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya, 1958, İstanbul)


Baddeley, (John F. Baddeley, Rusların Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şamil, İngilizce’den Tercüme Eden: Sedat Özden, Üçüncü Baskı, Nisan 1995, Kayıhan Yayınevi, İstanbul)


Blanch, (Lesley Blanch, CENNETİN KILIÇLARI, Çeviren: Prof. Dr. İzzet Kantemir, Haziran 1978, Özal Matbaası, İstanbul)


Blanch, (LESLEY BLANCH, CENNETİN KILIÇLARI ŞEYH ŞAMİL EFSANESİ, Türkçesi: Sinan Coşkun, 1. Baskı, Eylül 2020, KETEBE Yayınları, İstanbul)

Bullough, (OLIVER BULLOUGH, BIRAKIN ŞANIMIZ YÜRÜSÜN, Kafkasların Yiğit Halkları Arasında Seyahatler, Çeviri: Dilek Hancıoğlu, ABİS Yayınları, 2014, Ankara)


Bice, (Dr. Hayati Bice, KAFKASYA'DAN ANADOLU'YA GÖÇLER, Haziran 1991, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara)


Berzeg, (Nihat BERZEG, Çerkes Sürgünü, (Gerçek, Tarihi ve Politik Nedenleriyle), 1996, Takav Matbaacılık, Ankara)


ÇERKESLERİN SÜRGÜNÜ, (ÇERKESLERİN SÜRGÜNÜ, 21 Mayıs 1864, Kafdağı Yayınları, Mayıs 1993, Ankara, içinde, Dr. Cahit Tutum'un 15 adet İngiliz belgesini konu alan "1864 Göçü ile İlgili Bazı Belgeler", Marc Pinson'un "Kırım Savaşı'ndan Sonra Osmanlılar Tarafından Çerkeslerin Rumeli'ne İskanı", Kemal H. Karpat'ın "Avrupa Egemenliğinde Müslümanların Konumu: Çerkeslerin Sürgünü ve Suriye'de İskanı", başlıklı yazıları.)

El-Karahani, (KAFKASYA MÜCAHİDİ ŞEYH ŞAMİL'İN HATIRALARI (M. TAHİR EL-KARAHANİ'NİN SAVAŞ GÜNLÜĞÜ), HAZIRLAYAN: H. AHMET ÖZDEMİR, T.C. KÜLTÜR BAKANLIĞI, 2000, ANKARA)


Erkilet, (Alev Erkilet, Ele Geçirilemeyen Toprak Kuzey Kafkasya, Şeyh Şamil'den Şamil Basayev'e Çeçenistan-Dağıstan Direniş Hareketleri, (1. Baskı, 2002), 2. Baskı, Mayıs 2015, Büyüyenay Yayınları, İstanbul)


Efe, (Dr. Fikret Efe, ŞEYH ŞAMİL’İN 100 Mektubu, Mektuplar ve Açıklama Notları: DAM BRA, Mayıs 2002, Şule Yayınları, İstanbul)

Forsyth, (James Forsyth, KAFKASYA, Bir Tarih, İngilizceden Çeviren: Timuçin Binder, Birinci Basım: Eylül 2019, Ayrıntı Yayınları, İstanbul)

Gammer, (Moşe Gammer, Sovyet Tarihçiliğinde  ŞAMİL, Çeviren: M. Gökhan Menteş, Mart/1996, Şamil Vakfı, İstanbul)

Hızal, (Ahmet Hazer Hızal, KUZEY KAFKASYA, HÜRRİYET VE İSTİKLAL DAVASI, 1961, Orkun Basımevi, Ankara)

Henze, (Paul B. Henze, KAFKASLARDA ATEŞ VE KILIÇ: 19. YÜZYILDA KUZEY KAFKASYA DAĞ KÖYLÜLERİNİN DİRENİŞİ, Çeviren: Akın Kösetorunu, ODTÜ, 1985, Ankara)

Hızal, (Ahmet Hazer Hızal, KUZEY KAFKASYA, HÜRRİYET VE İSTİKLAL DAVASI, 1961, Orkun Basımevi, Ankara)

Kundukh, (Aytek Kundukh, KAFKASYA MÜRİDİZMİ (Gazavat Tarihi), Sadeleştiren ve Hazırlayan: Tarık Cemal Kutlu, 1987, Gözde Yayınevi, İstanbul)

Kaflı, (Kadircan Kaflı, Kuzey Kafkasya, Hazırlayan: Erol Cihangir, 2004, Turan Kültür Vakfı, İstanbul)


Kadari, (Hasan Al Kadari, Mirza Hasan Efendi, (Alkadarlı Hacı Abdullah Efendi Oğlu), ASAR-İ DAĞISTAN, Türkçeye Çeviren: Musa Ramazan, 2003, Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı, İstanbul)

Kırzıoğlu, (Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, TARİHÇE-İ (GAZAVAT-I) DAĞISTAN, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 2000, İstanbul)

Luxembourg, (N. Luxembourg, Rusların Kafkasyayı İşgalinde İngiliz Politikası ve İmam Şamil, Türkçesi: Sedat Özden, Birinci Baskı, Kasım 1998, Kayıhan Yayınevi, İstanbul)

Öztürk-SERHANLARIN KADERİ, (Dr. Harunhan Remzi Öztürk, SERHANLARIN KADERİ

(ÇEÇEN DRAMI), 2000, Bartın)


Öztürk, Vaynağh (Dr. Harunhan Remzi Öztürk, 1. Baskı, Şubat 2025, Omca Yayınları, Ankara)


Terim, (Şerafettin Terim, KAFKAS TARİHİNDE ABHAZLAR VE ÇERKESLİK MEFHUMU 1976, İstanbul)

Saydam, (Abdullah Saydam, KIRIM VE KAFKAS GÖÇLERİ  (1856-1876), 2. Baskı (Tıpkıbasım), 2010, Türk Tarih Kurumu, Ankara)

Yaşurka, (Sultan Yaşurka, İMAM ŞAMİL Dağıstan ve Çeçenistan Dağlıların Bağımsızlık Mücadelesi, Kitap editörü: Hadi Mansur, 2007, İstanbul)

*

Çakmak, (Gökhan ÇAKMAK, 1864 BÜYÜK ÇERKEZ GÖÇÜ, Yüksek Lisans Tezi, yokAcikBilim_10143327.pdf)


Onat, (Şefik Onat, https://t24.com.tr/yazarlar/sefik-onat/cumhuriyet-in-yeni-baskenti-ankara-ve-yabanci-buyukelcilikler-vi-bu-ne-karisiklik,37016)


Saadet, (Mustafa Saadet, http://www.ozgurcerkes.com/?Syf=22&Mkl=1263782&pt=Mustafa%20Saadet&UKRAYNA-VE-%C3%87ERKES-SOYKIRIMI)

*