4 Eylül 2025 Perşembe

ÜÇ KİTAP

***

Saatleri Ayarlama Enstitüsü


Ahmet Hamdi Tanpınar, 17. Baskı: Nisan 2012, Dergah Yayınları, İstanbul


Birçok yönü çok hoş.

*

Çok güzel anlatım ve ifadeler var.

Mesela s. 192’deki Pakize uykuda,

s. 193 ve 194’deki Topal İsmail,

s. 218 ve 219’daki Halit Ayarcı’nın sesi,

s. 224 ve 225’deki “Devletli”, 

s. 331’deki felaket senelerde olmayıp ikbal günlerinde ortaya çıkan hısımlar,

anlatımları bence çok güzel.

*

İlginç benzetmeler de var.

Mesela s. 215’deki “düğün gecesinde tabanca sıkar gibi emirler veriyor”,

s. 222’deki “sıkıntılar, fecir vakti cami avlularındaki ağaçlardan kalkan karga sürüleri gibi üzerimden kalkıyor”,

s. 224’deki “kıra salınmış uyuz keçi gibi salına salına döndü”,

s. 277’deki “Hiçbir zaman can sıkıntısı denen şeyin bu kadar asil, bu kadar üstün şeklini görmemiştim”,

s. 351’deki “Hayat aşkı bereketli bir arpa tarlası gibi her tarafından fışkırıyordu”,

ifadelerinde olduğu gibi.

Ancak bence,

s. 338’deki “... ateşe hazır bir silah gibi güzeldi.” ifadesindeki benzetme hiç güzel,

ve s. 81’deki “Kafkas çöllerinde” ifadesi hiç anlamlı,

değil. 

Bazı tespitler çok hoş!

Mesela s. 297’deki “Tarih, günün emrindedir” ifadesinde olduğu gibi.

*

Genelde bence, çok iyi bir bürokrasi eleştirisi denebilir.

Ve bazı bölümlerde çok hoş mizahi yönler mevcut

*

Sonuç itibariyle bence sanki bazı bölümlerde fazla yapaylık var ve bir bütün olarak bakıldığında tek tek güzel olan bölümlerdeki “tat” bütünde yok, gibi!

Mesela s. 135 ve 136’daki kahve ve kahvedekiler,

s. 159’daki Pakize, 

s. 165’deki Cemal Bey,

anlatımları bence fazla yapay!

*

Herşeye rağmen bence mesela Karamazof Kardeşler’e tercih edilmeli!

*

4.9.2025

***

19. Yüzyıl Başlarında Avrupa Dengesi

ve

Nizam-ı Cedit Ordusu


Sipahi Çataltepe, Birinci Baskı: 1997, Göçebe Yayınları, İstanbul


Avrupa ile ilgili olan ilk 71 sayfalık kısmı öğretici. Bu bölümde Fransız Devrimi ve Napolyon konusunda bilgi veriliyor.

Ama sonraki bölümde, Nizam-ı Cedit ordusu konusunda teknik nitelikte çeşitli bilgiler verilmekle birlikte, Osmanlı’nın o dönemdeki durumuna ilişkin bence yeterli açıklama bulunmuyor. Özellikle de konuyla doğrudan ilgili olan III. Selim’in sonunu getiren gelişmeler hakkında neredeyse hiç açıklama yapılmamış ve bu durum bence önemli bir eksiklik sayılmalı.

*

Kitaptan bazı notlar:

“Yeni askerin bu üstünlüklerine kızan yeniçeriler ve diğer muhalifler, bundan böyle, bu askerle beraber savaşmayacaklarını açıklamışlar; gerçekten de 1806 yılı Osmanlı-Rus savaşına katılmayarak İstanbul’da kalmışlardı.” (Çataltepe, s. 213)

“Bu sırada Rumeli’nin büyük bir kısmına ayanlar hakimdi.” (Çataltepe, s. 218)

“III. Selim, bütün çabalarına rağmen, etrafında dönen dolaplardan kendini kurtaramadı.” “III. Selim’in bu yetersizliklerini iyi kavramış bulunan Şehzade Mustafa ve taraftarları, bundan yararlanarak, muhalefeti ve özellikle yeniçerileri kışkırtmaktan geri durmuyorlardı.” (Çataltepe, s. 242)

“1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı için sefere çıkıldığında, Sadrazam’ın, yeniçerilerin istememeleri üzerine, bu savaşa Nizam-ı Cedid (Benim notum: kitabın adında ise CEDİT) askerini götürmeyip, kışlalarda bırakması ise durumun en üzücü yanıdır.” (Çataltepe, s. 246)

(Benim notum: s. 213 ile s. 246’dan aktarılan anlatımlar arasında çelişki yok mu?

“İki yüzlü Saray Ricali ve ulema, Kabakçı’yı gizlice desteklediler. Durum sarayda duyulunca, III. Selim’in çok güvendiği Köse Musa Paşa… bu hareketi önemsiz gösterip, meseleyi kapatmaya çalıştı.” “Köse Musa Paşa, Kabakçı’ya on bir kişinin ismini ihtiva eden bir liste göndererek, bunların kellelerini istemelerini bildirdi…/ Kabakçı Mustafa aslilere; “bu on bir kişi memleketi harab edenlerdir, ölü veya diri Padişahtan bunları istemeliyiz.” diyerek asilerin desteğini aldı. Şeyhülislam ve kazasker de bu kararı tasdik edip Padişah’a ilettiler.” (Çataltepe, s. 248, 249)

*

3.9.2025


***

GÜLÜN ADI

Umberto Eco, İtalyanca aslından çeviren: Şadan Karadeniz, 7. basım: Eylül 1996, Can Yayınları, İstanbul


İtalya’nın kuzeyindeki bir manastırda 1327 yılında geçen bazı olaylar anlatılıyor.

Yani Ortaçağ’daki bir manastır yaşamından kesitler.

Anlatımın merkezinde kitap var.

Gülme, s. 156-159, 532-536, 553,

Mum söndü, s. 178,

Yönetme, s. 180,

Yamyamlık, s. 218,

Avrupa’da şarlatanlar, s. 219-221,

Haçlılar, s. 222-225,

Tarikatlar, s. 229-233, 537,

Güç savaşı, s. 229-242,

Matematik, s. 249,

Fra Dolciho, s. 255-277,

Yemekler, s. 351,

Bir itiraf, s. 436-443,

Kutsal emanetler, s. 477-480,

Adem ve diğerleri, s. 484-492,

3, 4 ve diğer bazı rakamlar, s. 503, 504,

Taşlar, s. 506, 507,

gibi başlıklar da.

*

Kitaptaki çarpıcı bir anlatım da Ortaçağ Hristiyan ve engizisyon vahşetlerine dair.

*

Kitabı sevmedim.

*

20.8.2025. 

***


20 Ağustos 2025 Çarşamba

MÜRİDİZME DAİR

a.Mahiyeti


Çeşitli açıklama denemeleri olmuşsa da müridizmin mahiyeti tam anlamıyla belirgin hale getirilip ortaya konulmuş değildir. Konu hakkında bir kısmı açıkça birbiriyle çelişir nitelikte olan  açıklamalar da yapılmıştır. Mesela, Kundukh ile Özbek’in Müridizm ve Şamil’in Çerkeslerle ilişkileri konusundaki anlatımları neredeyse birbirinin zıttıdır. Küçük örneğinde olduğu üzere, yazılanlardan bazıları ise tam anlamıyla uydurmadır.


Müridizm kısaca 1780’lerde Rus saldırılarının yoğunlaştığı Kuzey Kafkasya’da Çeçen lider İmam Mansur öncülüğünde Ruslara karşı başlatılan ve “Ğazot” yani gazavat adıyla kutsal savaş olarak bilinen “dini-milli” bir direniş hareketi şeklinde tanımlanabilir. Dini bir temele dayanan ve Kuzey Kafkasya’nın toplumsal yapısına özgü özellikler taşıyan bu hareket çeşitli çevrelerde müridizm olarak adlandırılmıştır.


Dini temelli aktif bir siyasal harekettir.


Öz olarak kendi varlığını ve bağımsızlığını savunmaktır.

*

Müridizm: Kuzey Kafkasya müslümanlarının XVIII. yüzyıl sonlarında Ruslar’a karşı başlattıkları tasavvufî kökenli siyasî hareket.

Tasavvuf: Tanrı’nın varlığını, birliğini, niteliğini ve evrenin oluşumunu varlık birliğiyle, yaratılanla yaratanın bir oluşu, aynı kaynaktan gelişi anlayışıyla açıklayan dinsel ve felsefi akım, İslam gizemciliği. Tasavvuf veya Sûfîzm ya da Sûfîlik, İslam'ın iç veya mistik yüzü olarak tarif edilir.

Mistik: Gizemci, gizemsel.

Mürit: Bir tarikat şeyhine bağlanıp ondan gizemciliğin yollarını öğrenen, onun öğretisini yaymaya çalışan kimse.

*

“Nakşibendî tarikatı mensupları öncülüğünde başlatılan bu dinî-millî direniş hareketini Rus müellifleri müridizm olarak adlandırmış, hareket Rus ve Batı literatüründe bu adla yaygınlık kazanmış, müslümanlar ise giriştikleri bu mücadeleye gazavât adını vermişlerdir. Çeçen asıllı İmam Şeyh Mansûr’un 1785’te Çeçenistan’da başlattığı gazavât, Nakşibendîler’in önderliğinde Kādirîler’in de desteğiyle ve çeşitli aralıklarla 1920 yıllarına kadar devam etmiştir. İmam Mansûr’dan önce Çar rejimine bağlı kişilerce Kafkasya’ya özerklik verilmesini savunan bir hareket başlatılmışsa da başarıya ulaşamamıştır. Müridizm, başlangıcından kısa bir süre sonra millî bir nitelik kazanarak bağımsız Kafkasya idealinin ortaya çıkmasında başlıca etken olmuştur.”

https://islamansiklopedisi.org.tr/muridizm

*

"Tasavvufun mahiyetini belirlemek mümkün değildir". "Demek ki tasavvuf Dağlılar için dünyasal yaşamdaki rolüne ve görevine ilişkin talimatın bir kaynağı oluyordu." (Aytek Kundukh, s. 18, 19)

*

İran ve Osmanlı devreden çıkınca Rusya Kafkaslılarla başbaşa kalmış ve “devamlı olarak yıpratıcı ve yokedici bir katliam savaşı” uygulamış, Dağlılarda da “özgürlük aşkının Dini inanç ve ruhla kaynaşmasıyla” Müridizm ortaya çıkmıştır. Müridizm Sufizmle aynı denebilir ve Azerbaycan’dan Dağıstan’a gelmiştir, Kumuk lideri Tarku Şamhalı 1786’da gönüllü olarak Rus hakimiyetini kabul etmiştir. Düşmanın hakimiyetini kabul etmek islamiyete ters olup, mistizmin Kafkasya’da İran düzlükleri ile Hindistan’da olduğu gibi kabul edilmemesi normal sayılmalıdır, istenen özgürlük oluyor, politik özgürlük dinden ayrılamıyor ve bir lider gerekiyor, ilk İmam Gimrili Gazi Molla oluyor. (Baddeley, s. 228-235)

*

"Müridizm... dini olduğu kadar da politik bir yapı kazandı.../ Müridizm'in ateşi, bir zamanlar Hıristiyan olmuş Çeçen kabilelerini bile etkisi altına aldı." (Luxembourg, s. 208)

*

“1828-1829... "Edirne Antlaşması" ile Bab-ı Ali, Kafkasya'daki bütün haklarından vazgeçti.” Çerkesler "siyasi bakımdan Osmanlı'ya hiç bir zaman bağlı olmadık" demek suretiyle tanımıyorlardı. “Rusya, hukuken kendisine ait kabul ettiği Kafkasya'yı, fiilen de ele geçirebilmek için... hakimiyetini kan ve ateş ile gerçekleştirmeye teşebbüs etti. Kafkasyalılar ise... İmam Mansur'un yaktığı hürriyet ateşi ile istiklal mücadelesine giriştiler.” Daha sonra “tekrar başlayan... Müridizm'in hedefi "din uğruna cihat yapıp hür ve müstakil yaşamak" idi.” “Din duygusu... enerjiyi birleştiren yegane kaynak oldu”, “bu hareket... Kafkasya'da... dünyevi-uhrevi bir nitelik kazanmıştır.” Gazi Muhammed, Hamzat Bey, Şamil. “Allen, Dağıstan'da doğan ve Çeçenistan'da büyük bir kuvvet kazanan Müridizm'in eşitlik prensibini "bir nev'i iptidai komünizm" diye nitelemketedir ki, aslında bu prensip müridlerin savundukları dinin temel prensiplerinden biridir.../ Şamil... Çerkesler, İngiltere'den ve Osmanlı Devleti'nden bekledikleri yardımı göremeyince saldırılarını yavaşlatmaya başladılar." (Saydam, s. 44-50)

*

"Kuzeydoğuda Dağıstan olarak bilinen bölge... Sekizinci yüzyılın sonlarında başlayan Müridizm, başlangıçta Rus işgaline karşı muhafazakar bir direnişti ancak, kısa sürede ideolojik içeriği değişti. Toplumsal adalet adına köylülerin feodal kölelikten kurtulmasını ve eski, barbar geleneklerin ortadan kaldırılmasını talep eden Sünni, köktendinci bir İslam hareketi oldu. Hızla halkçı bir kitle hareketine dönüştü. Daha sonra Çerkez beyleri ve diğer feodal beyler de Müridizm yanlılarının kendi çıkarlarına Rus işgalcilerden daha iyi hizmet edeceğine karar vererek bu harekete katıldılar. Müridistler, animizme inanan pek çok aşiretin İslamiyete geçmesinde ve bilhassa Şeyh Şamil'in önderliğinde 1834-1859 yılları arasındaki dönemde, yandaşlarının İslamiyet bilincini, İslam dünyasının başka hiçbir yerinde görülmemiş bir düzeyde keskinleştirmelerinde aracı oldular." (Karpat-GÖÇLER, s. 335)

*

Kundukh Müridizmi kendine özgü bir şekilde anlatmaktadır. Ona göre Müridizmin Nakşibendilikten geldiği belirtilmektedir, ancak bu doğru değildir, Müridizm Nakşibendiliğe benzemektedir, ancak ondan gelmemektedir, ayrıca ikisi de fanatik ve bağnaz değildir. Kundukh Müridizmi Nakşibendilikten kaynaklanmayan Kafkasya’nın özgün bir hareketi olarak tarif etmekte, üstelik bu hareketin demokratik olduğunu savunmakta ve Kafkasya’daki bu harekette eski Yunanlılardakine benzer bir anlayışın hakim olduğunu vurgulayarak “Yunanlıların insanı yetkinleştirmeye çalışmalarıyla Kafkasya müritlerinin uğraşıları aynıydı”, "Yunanlılarla, daha doğrusu Ispartalılarla, Kafkasya dağlıları arasında uygarlık açısından bir benzerlik de vardır” demektedir. "Kafkasya müridizminin" amaçlarından biri "Bütün dağlı uluslarını bir araya getiren Kuzey Kafkasya ulusal devletini kurmak"tı. "Rus yazarları tüm gerçekleri bildikleri halde, Dağlılarda asla varolmayan "din uğrunda cihad"ı art niyetlerinden dolayı gazavatla karıştırıyor ve yalan dolana kaçıyorlardı./ Onlar artık var güçleriyle gizleyemedikleri büyülü gazavat sözünü din rengiyle boyamaya çalışıyorlardı. Bunun sonucu olarak da Kafkasya Müridizmi "dinsel bağnazlık" biçiminde betimleniyordu... aynı Rus yazarları müridlerin fiiliyatta Dağlıların ulusal varlıklarını koruyan, onların siyasal birliklerini sağlayan ve ulusal devlet yaşamlarını oluşturan bir etmen olduğunu susarak geçiremediler. Bunu... Fadayev bile itiraf ediyor". "Müridizm artık bir parti değil, bir devlet olmuştu." "Fadayev... Şamil'in imamlığını "Tanrı'nın yeryüzündeki naibi" anlamında yorumluyor. Fakat... Dağlılardaki İmamın Şiilerde kullanılan anlamdan çok ayrımlı olduğunu unutmuştur." "Halid Süleyman'ın, Kafkasya dışı Doğu müridizmi mistik sınırları asla taşmıyordu." "Kuzey Kafkasya'da ise müridizm dünyaya ilişkin bir biçim aldı ve tamamıyla yaşamsallaştı. Müridizm burada yaşamın, sosyal, ekonomik ve siyasal reformatörü rolünü aldı. Dinsel sorunlar bile yaşamın sosyo-ekonomik sorunlarını gerçekleştirecek bir rol oynamaktaydı. Fakat din aynı zamanda temel mahiyetini de koruyordu." Ardı "arkası kesilmeyen savaşlarda tüm aydınlarını yitiren Dağlılar, savaşın tarihini yazma olanağında değillerdi. Dağlıların Muhammed Tahir gibi çok sayıdaki yazarları, çoğunlukla molla olduklarından, müritleri "Allah'ın kulları"... Rusları ise "Allah'ın düşmanları", "gavur" gibi adlandırmakla eserlerine, doğal olarak dinsel bir mahiyet veriyorlardı.../... Dağlıların güvenebilecekleri tek kuvvet Allah olabilirdi." Bazı yazarlar müridizmi dinsel değil özgürlük için mücadele eden siyasal bir yurtsever hareket olarak görmektedir. Eğer müridizm başarılı olsaydı "mutlak adalet, güvenlik ve disiplin bakımından tam demokratize anlamında, ülkenin tüm sosyo-ekonomik yaşamı da otomatik surette ıslah edilmiş olacaktı." (Aytek Kundukh, s. 22-29, 45, 48-51)

*

"Müritlerin gözünde şeyhler sonsuz derecede saygın kimselerdir. Ön Asya'da onlardan bazıları Kur'an-i Kerim'i bile ortadan kaldıracak kadar kendilerinin hakikat olduğunu söylerler. Hatta bu kelimenin Allah'ın sıfatlarından biri olduğunu ifade ederler." "Şeyh Muhammed Yaraği övülerek göklere çıkarılmaktadır. Gücü genellikle Allah'ın gücüdür, nefesi ve sesi İslam'ın "hakikat"i olur." (Al Kadari, s. 171-Not: 197, 199)


*

b.Bilme İhtiyacı ve Yaşamın Tanzimi


İnsan her zaman bilmek istemiş ve öncelikle varlığını tanımlamaya odaklanıp çeşitli sorulara cevaplar aramıştır. Sonrasında da yaşamını bulduğu cevaplara göre tanzim etmiştir. Nasıl yaşanacağı bulunan cevaplara bağlıdır. Kuzey Kafkasya’da da sorulara kendilerine özgü cevaplar bulunmuş ve yaşam bu cevaplara uygun şekilde sürdürülmüştür.

*

Tao ve kâinatın sırları 23 Eylül 2023, 09:51 2B Metin MÜNİR TÜM MAKALELERİ “Uzakdoğu’da doğan inançlar arasında bana en ilginç gelen Tao veya Taoculuk’tur. Tao “Yol” veya “Doğanın Yolu,” olarak çevrilebilir. Nedir bu yol?   Bu yol kâinatın tümüne hâkim olan, her şeyin ondan doğduğu özdür. Her şeyi o düzenler. Bütün varlığın kaynağıdır. Anlatılması, anlaşılması, tanımlanması olanaksızdır. Şekilsizdir, sınırsızdır ve ebedidir. Bir tanrı veya bir varlık değil, kâinatı kapsayan bir prensiptir. İnsan aklının kavrayamayacağı gerçektir.  Taoizm Tao’yu çelişkili deyimlerle tarif eder: Aktif ve pasiftir, boş ve doludur, geçici ve ebedidir. Onu anlamak ve çözmek ve anlatmak insanın yeteneğinin dışındadır. Sanıyorum anlatılmak istenen şudur: Neden kâinat var? Neden yaşama uygun bir dünya oldu? Neden ben varım? Bütün bunların açıklaması nedir? Bu gibi soruları sormaktan vazgeç, çünkü cevap yoktur ve asla olmayacak. Bunlara kafa yoracağına Tao’ya, Doğanın Yolu’na uygun yaşa. Çünkü: Tao ile uyum içinde yaşayanlar ahenk, denge ve mânevi aydınlanmaya ulaşırlar. Bunun için kişinin kendini hayatın doğal akışına bırakması, sadeliği,  kendiliğinden olmayı, “çabasız çabalama”yı benimsemesi ve merhamet, tevazu, hakiki olma gibi erdemlere sahip olması gerekir. Taoculuğun başlangıcı Milâttan Önce VI. Yüzyıl’da yaşayan Lao-tzu’ya (Laozi) ve ona atfedilen Tao Te Çing adlı esere dayandırılır. Taoculuk bir felsefi akım olarak başladı ve Budizm gibi dine dönüştürüldü. Bu konuda İslam Ansiklopedisi’nde güzel bir özet bulabilirsiniz (https://islamansiklopedisi.org.tr/taoculuk). Tao’nun önerilerini Budizm’den Sufizm’e ve onlardan önce antik Yunan feylesoflarına ait birçok inançta bulmak mümkündür. Beni daha çok ilgilendiren Tao’nun kâinatın insan tarafından anlaşılamayacak kadar karmaşık olduğunu ve onu anlamaya çalışmanın boşuna olduğunu söylemesidir. Dünyanın da içinde yer aldığı Samanyolu Galaksisi’nde yüz milyarlarca yıldız var. Kâinattaki galaksi sayısı trilyonlarcadır. Bu çokluğu açıklamak bir yana, büyüklüğünü kavramak bile imkânsızdır. Bütün bu yıldızlar ve galaksiler kâinatın var olduğu 13.8 milyar yıl içerisinde nasıl meydana geldi? Bunu bırakın milyar yılı kafanız alıyor mu? Kâinatla ilgili bilimsel tespitlerin birçoğu kesin olmaktan uzaktır.  Olması da mümkün görünmüyor.  Bir başka konu daha var: Görünen kâinat, yıldızlar galaksiler falan, kâinatın yüzde beşini meydana getiriyor. Geriye kalanı, yüzde doksan beş, “karanlık madde” ve “karanlık enerji”dir. Bunların ne olduğuna dair en ufak bir bilgimiz yoktur. Bir bütünün yüzde doksan beşinin ne olduğunu bilmeden yüzde beşini kesin olarak anlamak mümkün mü? Varlık hep “İnsan aklının kavrayamayacağı gerçek,” olarak mı kalacak? Kesin olan bir şey var ama… Kâinat içinde canlıların yaşayabileceği bir biçimde var oldu. Bu soruları sorabilelim diye mi.”


www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞhttps://www.diyaloggazetesi.com/tao-ve-kinatin-sirlari-makale,12330.html

*

“Din insanları masalsı ve gerçeklikle ilişkisi olmayan anlatılara… inandırır… Aztekler gibi bazı topluluklar, dinleri doğrultusunda tanrılarına insan kurban ettiler.” “Ritüeller ve yoğun duygularla insanlar bu anlatıları… sanki reelmiş gibi hissetiler ve bu onların sahiden gerçeklikleri oldu. Cine inananları gerçekten cin çarptı. Fala inananların da falı çıktı. Kısacası tarih boyunca en etkili propaganda en yaygın biçimde dinler üzerinden etkili oldu.” “İnanmak, karmaşık sorunlara basit açıklama bulmak insanın arzusudur. Bilmek, karmaşık ve uzun çaba isteyen yorucu bir çalışma gerektirir. İnanmak ise daha basit bir yoldur.” “İnsanın güvenme, birilerine inanma gereksinimi vardır ve propaganda bu gereksinimi sonuna kadar kullanır.” “Sınırları ihlal edebilme özgürlüğü.” “Öldürmek radikal özgürlük sanılıyor.” “Bir Arap atasözünde dile gelendir: Düşmanımın düşmanı dostumdur.” “Kim insan sayılır? Kimin yaşamı yaşam sayılır?” “Soykırımın hazırlık aşamasında devlet ve kurumlar düşman öldürmeye toleranslı bakarak, katilleri koruyarak katilleri cesaretlendirir ve teşvik eder. Soykırıma katılanlar cezalandırılmayacaklarını bilirler.” “Tarihin bir yerinde zulüm olmuşsa fail bu zulmü "unutarak/unutturarak", "yok sayarak" "inkar ederek’ yaşanmamışa, hiç olmamışa dönüştürmeye çalışır. Zulüm, soykırım, travma unutulamayandır. Ayrıca soykırımı oluşturan anlatıyı kendisine anlatarak kendisini ve gelecek kuşakları zulmü haklı nedenlerle yaptığına ikna etmeye çalışır. Çoğu kez de bu zulüm onun kahramanlık anlatısına dönüşür.”

Eraslan, (Şahap Eraslan, https://artigercek.com/makale/irkcilik-yazilari-iii-ruanda-ve-yugoslavyada-soykirim-308176), 16 Haziran 2024 Pazar 00:01

*

"Din... insana her zaman gereklidir." "Çünkü din olmayan yerde ahlak da olamaz. Dini olmayan imansız bir insanın hayvandan asla ayrımı olamaz." "Eski Yunanlıların dinleri ile tanrıları belirli bir manevi ilintinin kurulmasını isterdi... yetkinliğe kavuşmak için çalışırlarken... güzellik kültünün de temelini atmış oldular... şimdiye değin eşi kimse tarafından yaratılamayan antik Yunan estetiğini doğuran da bu oldu." "Kısaca Yunanlıların insanı yetkinleştirmeye çalışmalarıyla Kafkasya müritlerinin uğraşıları aynıydı." (Aytek Kundukh, s. 49, 50)

*

c.Müridizmin Oluşumu ve Gelişimi

Çeşitli metinlerde Müridizmin 1820’li yıllarda Dağıstan’da ortaya çıktığı belirtilmekte ise de bu doğru değildir, Müridizm 1780’li yıllarda Çeçen bölgesinde İmam Mansur öncülüğünde Ruslara karşı kutsal savaş olarak ortaya çıkmıştır. Aradan kırk yıl geçtikten sonra Dağıstan’da tekrar canlanmıştır.

Bir başka yanlış da Ruslara karşı direnişin Müridizmin Dağıstan’da tekrar canlandığı 1830’da başladığının belirtilmesidir. Oysa Ruslara karşı direniş Çeçen bölgesinde aralıksız süregelmiş ve özellikle de 1816-1827 yıllarındaki Yermolov’un vahşeti döneminde daha da yoğunlaşmıştır. Ve hatta Yermolov’un bu vahşet dönemindeki sınırsız zulmü genellikle Müridizmin Dağıstan’da tekrar canlanmasını sağlayan en önemli faktör sayılmaktadır.

Müridizmin dinsel kısmı da Dağıstan’a Azerbaycan üzerinden gelmiştir, denebilir.

Burada vurgulanması faydalı olabilecek bir husus da şudur: Müridizmin 1780’lerdeki ortaya çıkışı 1783’de Kırım’ın, 1820 sonlarındaki yeniden canlanışı da 1829 tarihli Edirne Antlaşmasıyla tüm Kuzey Kafkasya’nın Ruslara ait olduğunun Osmanlı tarafından kabul edilişinin hemen sonrasına denk gelmiş ve Osmanlı açısından sanki bir tür tanrının lütfu olmuş gibidir.

*

Yermolov Acem ve Tatar hanlıkları ile Dağıstan’ın büyük bir kısmını çok az kayıpla Rusya’ya bağlamasına karşın sürekli katlettiği Çeçenlere baş eğdiremiyor, onun metodları Dağlılar arasında dini ve milli bağımsızlık fikirlerinin fışkırmasına ve “Müridizm” adıyla Dağıstan ve Çeçenistan’ın birbirlerine düşman ve tek başlarına zayıf bir halde bulunan kabilelerinin birleşip kuvvetlenerek sonraki 40 yıl boyunca sürecek mücadelenin ana kaynağı haline gelmesine yol açıyor. Şimdiye kadar Rusların haydutlar dediği bağımsız liderler tarafından “yağma” amacıyla sürdürülen mücadele bundan sonra en az Yermolov kadar yetenekli bir lider tarafından yönlendirilerek bir milletin bağımsızlık savaşı haline getiriliyor. Şamil de Gimrili ve Gazi Muhammed’in arkadaşıydı. Müridizm’in Dağıstan’da  ilk olarak 1822-23’de Yaragl camiinde ortaya çıktığı sanılmaktadır. Molla Muhammed “Şeriat kurallarının yeniden uygulanmasında ısrar ediyor, bunun sonucu olarak da adetlerin yasaklanmasını getiriyordu.” Şamil’in zamanına “Şeriat Zamanı” da denilmiştir. Savaşa katılan müritlerin sayısı büyük ihtimalle fazla değildir, “Şamil’e bağlı Müridlerin sayısı 132’den fazla değildi”, mürid kelimesiyle Ruslara karşı savaşan Dağlılar ifade edilmiştir.  (Baddeley, s. 165-172, 236-238, 242)


*Nakşibendi İsmail Hakkı Efendi'nin müridlerinden "birisi olan Muhammed, Dağıstan'a geçti... Molla Muhammed, Buhara'lı Muhammed'in müridi oldu, daha sonra şeyh olarak tanındı." "Hamzat ölmeden evvel "Benden sonra imamlık ve reislik Şamil'indir" demişti", ama Şamil kabul etmek istemiyor, ısrar üzerine "geniş yetki" isteyip kabul edilince İmam oluyor. "Bu önemli hadise 1834 senesi Eylül'ünün ikinci günü oluyordu." (Kaflı, s. 139, 149, 150)


"Şirvanlı Has Muhammed Efendi adlı bir alim, Kürdemir'de ikamet eyleyen Nakşbendi Tarikatı'nın mürşidi Şeyh İsmail Efendi'nin yanına gidip icazet aldıktan sonra tekrar Şirvan'a dönmüş ve bu tarikatı yaymaya başlamıştır; ardından Yukarı Yarag köyüne gelerek (Nakşbendi Tarikatı'na) postnişin olmuş, eski hocası (Şeyh Muhammed Efendi) de dahil halka ilim öğretmeye başlamıştır. Adı geçen Muhammed Efendi de ta'lim ettiği bu tarikatın usul ve erkanını tedris eyledi, sonra da tarikatın mürşidi sıfatıyla postnişin olunca halk, kütleler halinde gelerek ondan eğitim görmeye koyuldu. Mesela yukarıda anlatılan Gazi Muhammed Efendi ile Şamil Efendi de ona gelmiş ve bu tarikatın usul ve erkanını tedris eyledikten sonra memleketlerine dönmüşlerdir. Fakat Gazi Muhammed Efendi kin ve nefretle Rusya'ya karşı savaşa başlayınca... Yermolov... Yaraglı Muhammed Efendi'nin tutuklanması için Aslan Han'a emir verdi... hapse konuldu. Fakat... kaçarak Tabasaran'a gitti... Avarya'ya geçti... (M. 1838) yılında Sogratl köyünde vefat eyledi". (Al Kadari, s. 144)


“Dağıstan ahalisi Rus yönetimi tarafından, gaspın, zorbalığın, Gürcistan'ı yağmalamanın ve oradan esir almanın yasaklanmış olduğunu bilmekteydi./ Fakat... (M. 1824) senesinden sonra Dağıstan'da yeterince makul düşünmeyen bilginlerle gerçekleri hesaba katmayan sufi yandaşları, Perslerle Türklere kapanan Dağıstan'ı Ruslardan kurtarmayı ve bağımsızlığı düşündüler. Rusların Gazi Mulla adını verdikleri... Gazi Muhammed Efendi harekete geçti.” “Yukarı Yarag köyünden Muhammed Efendi hem müsbet ilimlerde, hem de Nakşibendi Tarikatı'nın mürşidi olarak Dağıstan'da çok şöhret yapmış bir kimseydi. Gazi Muhammed ile Şamil Efendi Yukarı Yarag köyüne gelerek bu mürşidden tarikat ilmini öğrendiler. Muhammed Efendi'nin kendisi Şirvanlı Has Muhammed Efendi'den, Has Muhammed Efendi de Kürdemirli Şeyh İsmail Efendi'den icazet almıştı." Gimri'ye döndüklerinde "müritleri gittikçe arttı.” "Halk da... nezaket kurallarına uymak... kibar olmak ve şeriata göre davranmak zorundaydı./... topraklar otuz iki naibliğe taksim olunmuş, bu naiblere de aylıklı memurlar verilmişti." Özel kıyafetler, madalyalar ve hazine bulunuyordu. "Aylık alan kayıtlı asker sayısı 60.000 kadar vardı. İhtiyaç halinde... gönüllü milis güçler de... savaşmak zorundaydı".../... Rus ordusundan kaçan 300 soldat (asker) Avarya'da toplanmıştı.../... Şamil Efendi... hocalık yapacak, yol gösterecek seviyede bir alimdi, daha üstün olan niteliği, sevkülceyş gücüne ve siyasi bilgiye sahip olmasıydı, çağının müstesna şahsiyetlerinden birisi olarak olağanüstü derecede yiğit, son derece de cesur bir kimseydi. Topu birden bir vilayetin yarısı kadar olan Lezgi halklarıyla birlikte, zengin ve çok güçlü bir devlete... karşı durması onun bu vasıflarını yeteri kadar ispatlamaktadır. Bütün savaşlara katılan yardımcıları ve kahramanları şehit düştüler, yerlerini dolduracak kimse kalmadı. Rus yönetimine kendi koşullarındada teslim olması da onun kahramanlığının ispatıdır./ Şamil Efendi... şer'i akaidi yerleştirdikten sonra Nakşbendi Tarikatı'nın düzenli ve kurallara uygun olarak yürütülmesi için de çaba sarf etti; Dağıstan'daki çeşitli yönetim gruplarını şeriat ve tarikat yolunda yekvücut eyledi. Yönetim sırasındaki ilim sahipleri bir kategoride kayıtlıdır." "Şeyh Cemaleddin Gazikumuki... Gazikumuk ve Kura vilayetlerinin hanı Aslan Han'ın yanında sekreterlik görevi yapmıştır. Kura vilayetinin Yukarı Yarag köyünde Muhammed Efendi (Nakşbendi) tarikatının postnişini olunca halkı etrafında toplamaması için Aslan Han da adı geçen efendiyi ikna etmek üzere onu yollamıştır. Fakat kendisi de bu tarikate ve mürşidine intisap etmiştir... Şamil Efendi'nin yönetiminde tarikatın mürşidi olarak ileri derecede hüsni kabul görmüş... Şamil Efendi teslim olduktan sonra... Rusya Devleti'nin izniyle Türkiye'ye gelmiş, İstanbul'da vefat etmiştir." "Şamil Efendi... Medine-i Münevvere'ye geçti ve orada öldü. Büyük oğlu Gazi Muhammed Efendi ailesi ile birlikte orada yaşamaktadır. Küçük oğlu Muhammed Şefi Efendi de Rusya'da, Rus yönetiminde general rütbesiyle görev yapmaktadır." (Al Kadari, s. 111-113, 119-121, 126)


"Molla Muhammed, halkı hazırlamak için yedi yıl 1823-1830 çalıştı... Yermolov'un ordusu Dağlıları yok etmek için vahşetini sürdürüyordu./ Gralevski şöyle yazıyor./ "Molla Muhammed komşu kabilelerin en tanınmış temsilcilerini yanına davet etti... Avar hanlığından Şeyh Şaiban, Tarki/Tarku/Tarko şamkhallığından Molla Hacı Yusuf, Gazi Kumuk hanlığından Molla Khan Muhammed de bu çağrıya gelmişlerdi." "Bu yüzden bu toplantıda, seçimle, Gazi Muhammed'in imamlığı kabul edildi... halka gazavat ve bağımsızlık savaşımı fikrini aşılamaya koyuldular./ Çağrıları olağanüstü bir başarıyla sonuçlanmaya başladı. Halk takım takım onlara katılıyordu." "1830 yılında... herkes savaşa can atıyordu." "Gazavata çağrı sesi Hazer'den Karadeniz kıyılarına değin bütün Dağlıların kalbine işledi." "Bu halklar tek başlarına o denli azdılar ki, Rusya'ya karşı bir başarı ve zafer elde etmelerini düşünmek de gülünç olurdu. Ancak bir yol vardı: Manevi zafer, onurlu ölüm." "Her tarafta ölüm kalım savaşı başlamıştı. Dağıstan'a ve Çeçenistan'a savaş ateşi yayılmıştı." (Aytek Kundukh, s. 55-57)


Mürid savaşı 1819 yılında başlamadan evvel Kafkasya’daki devamlı Rus savaş kuvvetleri ellibin kadardı… Yermolov’un baskısıyla birlikler yetmişbeşbine çıkarıldı.” “Benkendorff “Rus erleri için savaş bir kutsal olaydı. O savaşa tıpkı kiliseye gider gibi giderdi” demektedir. (Blanch, s. 99, 100)


“Halidiliğin kuruluşu Yeniçeri ordusunun kaldırılmasına denk geldi. Saray Yeniçeri Ocağı ile birlikte ocakla iç içe geçmiş Bektaşi-Mevlevi tarikatları ile bir hesaplaşma içine girmişti. Bu iki tarikatın devletten tasfiyesi Halidiliğin önünü açtı. Bu dönemde aynı zamanda Kürt feodalizmi II. Mahmut’un müdahaleleri ile  yıkılıyor, bölgede merkezden atanan memurlar öne çıkıyordu. Halidiliğin yapısı Osmanlıların bu ikili tasfiye girişimi ile şekillendi. Tarikat bu fırsatı değerlendirerek Kürtleri Halidiliğe ikna etti. Molla Halid Kürt mirlerinin isyanına destek vermedi. Onun davası İslam davasıydı, Osmanlı devletini “İslam’ın muzaffer varlığının garantisi” olarak görüyordu. Onun için Sünni olmak, aşiretinden, dilinden, doğduğu bölgeden, hatta yaşadığı ülkeden daha önemliydi. Halid, bölgede Osmanlı gücünün temsilcisi sayılıyordu. Bu sayılmadan o da memnundu. Diğer tarikatların “gavur sultan” dediği II. Mahmut onun için “Allah’ın gölgesi, fakirlerin ve alimlerin sığınağı”ydı.” “Osmanlı da Nakşiliğin Kürtleri bölmesinden memnundu, böylece “Kadiri Tarikatı” mensubu Kürt beyliği Berzenciler’e karşı sadık bir müttefik bulmuştu. Molla Halid, bu ittifaka yaslanarak etkisini genişletti. Önü devlet marifetiyle açılan Halidiler, Osmanlının yıkılışına kadar sadece bir tarikat değil bir siyasi parti gibi örgütlendi, bir idare aygıtı gibi davrandı. Osmanlının tasfiye ettiği aşiretlerin yerini artık Halidiye dolduruyordu.” “Halidiyenin desteklediği küçük aşiretlere de gün doğmuştu. Barzani aşireti, Halid’in halifesi Şeyh Taceddin’in yol açmasıyla Halidi tarikatına katıldı. Aşiret reisi artık aynı zamanda Halidi mollasıydı. Molla Barzaniler ve Barzani ailesi tarih sahnesine böyle çıktı. Özerk Kürt Yönetiminin kökeninde bu tarikat-aşiret ortaklığının büyük payı var.” “İngiltere, 19. yüzyıl boyunca Rusya’nın güçlenmesine önlemek için Osmanlıyı ayakta tutma politikası güttü. Osmanlı toprakları içindeki egemenliğini de hızla arttırdı. Halidiliğin yeşerdiği coğrafya, petrol vb. nedenlerle asıl ilgi alanlarıydı. Haliyle İngilizlerin onayı olmadan adım atmak mümkün değildi. O tarihten sonra Kürt şeyhlerinin üzerinde hep bir İngiliz gölgesi oldu. Halidilik onlar için de uygun bir yapılanmaydı. Halidi şeyhleri birer mehdi görünümündeydi. Bu özellikleri Kürt halkını gütmek için eşsiz bir fırsat yaratıyordu. Daha küçük halkları yönetmek için de elverişli bir aletti bu. Ezidiler, Süryaniler, Ermeniler Halidilerin elindeki Kürt sopasıyla güdülecekti.” 


(Orhan Gökdemir, Sayı 165|Haziran 2025) https://gelenek.org/asiret-tarikat-siyaset-istanbuldan-suleymaniyeye-naksi-halidi-kardesligi/

*

“Tabii bildiğimiz bir miladı var. Sonunda devletlu Bektaşilik de devletle yüzleşmek zorunda kaldı. Saray 1826’da, Vakayı Hayriye vesilesiyle, Yeniçerilerle birlikte Bektaşileri bertaraf edip Nakşilikte karar kılınca bunun başka etkileri de oldu. Milattır. Şimdiki sentez olan Alevi-Bektaşi inancı, bu müdahaleden sonradır.” “Nakşiliğin uzantısı olan Halidilik de o devlet desteği vesilesiyle ortaya çıktı. Süleymaniyeli Kürt kökenli Molla Halid, geleceğin başka bir yolu işaret ettiğini hissetmişti. Eski inançlarını bir yana bıraktı, Nakşibendi oldu. Süleymaniye’den İstanbul’a sıçradı. Saray da onda kullanışlı bir aparat bulduğunu fark etmişti. Molla Halid’in tarikatı o yoldan ilerledi. Bektaşilerin el konulan bütün mal mülkleri Halidi tarikatına aktarıldı. Halidilik devletlu bir tarikattır. Ama bununla birlikte Nakşibendiliğin en gerici, en yobaz, en şeriatçı halidir. Molla Halid talebelerinin yakın tarihin bütün karşı devrimlerinde bir şekilde dahli var haliyle. Bugünkü bu gericiliğin, bu Neo-Osmanlıcılığın, bu yeni Yavuz Selim Projesinin maddi temeli de bu tarikatın uzantılarıdır.”  

ORHAN GÖKDEMİR  02.08.2025 https://haber.sol.org.tr/yazarlar/orhan-gokdemir/saraya-sunni-cepheye-kurt-kirima-alevi-gerek-400288

*


"Molla Muhammed, canlandırılan müridizme güçlü bir temel hazırlamak için Kürdemirli Şeyh İsmail'e danışmaya karar verdi. Kürdemirli Şeyh İsmail, bu tarikatın başkanı olan Bağdatlı Halid Süleyman tarafından "mürşid" olarak görevlendirilmişti. Kafkasyalı müritler de Halid Süleyman'a bağlı bulunuyorlardı... Şeyh İsmail, dönüşünde Azerbaycan'ın Kürdemir kasabasına yerleşmiş ve burasını tarikatın merkezi durumuna getirmişti.../... Molla Muhammed bir kaç arkadaşıyla beraber, Şeyh İsmail ile görüşmek için Kürdemir'e gitti." "Molla Muhammed'in... anlattıkları, vaktiyle Mansur'un söylediklerinden ayrımlı değildi." "Dağlının ilk görevi özgürlük uğrunda gazavat, yani kutsal cihat olmalıdır." "Çeçen naiblerinden Tamik, Şuayb Molla, Taşef Hacı ve onlarla beraber Qabet Mahoma ve Şamil'in büyük oğlu Gazi Muhammed de gazavatın en ileri ve başlıca kahramanlarındandılar... müridizm her yere giriyordu... Çünkü müridizm demokratik ilkelere dayanıyordu. Gerçi Dağlıların sosyal örgütleri her yerde müridizmin demokratik ilkelerine uygun değildi; bir çok aristokrat... müridizme direniyordu... sağduyuları üstün geldi ve müridizmin batı Kafkasya'da da halk hareketi durumuna girmesini sağladı." (Aytek Kundukh, s. 42, 43, 91)

*

1840'ta yani bir yıl sonra Baddeley'in anlatımına göre "Müridizm, Samur'dan Terek'e ve Vladikavkaz'dan Hazar'a kadar bütün ormanlarda ve dağlarda tekrar muzaffer oldu." (Luxembourg, s. 211)

*

“Rusların zulmüne tepki olarak doğan mürit hareketi Ruslara düşman çok sayıdaki bölünmüş halkları bazı yerlerde “askeri şekilde organize edebildi ve devletsel bir yapıyı meydana getirdi", "Avrupa jandarması ve Asya celladı olan Rus çarlığı" karşısında çeşitli başarılar gösterdi, "20'li yıllarda ortaya çıkıp zirvesine 40'lı yıllarda ulaştı" ve 1859'da son buldu.” “Mürit hareketi "Dağlıların uzun zamandır iyi bildikleri ama uygulamada zayıf kaldıkları bir İslam öğretisi idi". Bir yoruma göre, müritlerin başarıları onların gücünden daha çok Rusların bölgede uyguladığı ekonomiyi çökertme politikası nedeniyle oluşan “dağlıların Rus yönetimine karşı besledikleri düşmanca duygular”dan kaynaklanıyordu ve mücadelenin müritçilik bayrağı altında geçmesi de "dini fanatizmden değil… bu yörelerin tarihi özellikleri” yüzündendi. Buna göre, bölge uzun zamandır dünyada meydana gelen ekonomik gelişmelerden uzak ve kendi içinde kapalı haldeydi, halklar arasında yeterli dayanışmanın olmaması gelişmeyi engelliyordu ve bölgede o sırada var olan “uzak geçmişte” kurulan ekonomik ve siyasi ilişkiler de “19. asrın birinci yarısında oluşan yeni tarımsal ve siyasi amaçlara uygun düşmüyordu", yerel ataerkil düzeni sarsan Rus kapitalizminin etkisinin görülmeye başladığı bölgedeki Hunzah, Derbent, Tsudahar gibi "bazı siyaset merkezleri” islami hareketlerin etkisinde gelişiyordu ve ayrıca dağlılar Rus çarlığı tarafından tam bir ekonomi yıkıma sürüklenmişti.” "Müritçilik tarihini konu alan bazı tarihsel çalışmalarda Buhara ve Şirvan'ın müritçiliğin beşiği olduğuna dikkat” çekilmektedir ve islam gelenekleri ile dağlıların bağımsızlık mücadelesinin ilişkisi açıkça ortaya çıkmaktadır. "Dağıstan'da ve Çeçenistan'da, Buhara ve Şirvan'da seyahat eden onlarca müritçi önder ve vaiz” bulunduğu, bunların köyden köye dolaşarak çok basit ve kullanışlı bir formülle "müminler ve kafirler” diyerek inanmayan gavurun düşman olduğunu anlattıkları belirtilmektedir. Sonuçta “küçük kanallar müritler tarafından tek bayrak altında toplandı” ve gazavat denen kutsal savaş için büyük bir güç oluşturuldu." Başarının nedeni "kafirlerin işgal ettikleri ülkede kafirlere karşı nefret"ti. Dini lidere tam itaat artık mecburi olmuştu. “Hayat kelimesinin tam anlamı ile çevredeki insanların hayatlarını tam kontrol altına almış olan müritçilik hareketi, onları tanrının buyruğu dedikleri amaç için kör alete dönüştürdükten sonra, çevresini, müritçiliğe kapalı gözlerle gelen ve emir verildikçe işaret edilenleri son nefesine kadar kesmeye yemin etmiş olan ve hayatlarını bu harekete bağlamış olan, toplumdan ayrı yaşayan takipçilerle çevrelenmişti. Bu insanlar dini tarikatın üyeleri olup, insan sürüsünün çobanları haline geldi ve iktidar ile saygıyı kendi ellerinde toplamıştı. Müritçilik hareketin başında imam durup, kendisi 'tanrı ile insanlar arasında aracı' rolünü oynuyor ve elinde dini, askeri ve devlet yönetimi bulunduruyordu." "Molla Magomet müritçiliğe ilk defa siyasi önem aşıladı." "Ermolov'un... barbarca politikasının korkunç sonuçları, müritlerin yeni dinin tohumlarını ektikleri saban izleri oldu.” Ermolov'un caniliklerine dağlılar kitlesel ayaklanma ile cevap verdiler. “Yarag' köyünden molla Magomet ve Kurdomir (Şirvan) köyünden Hacı İsmail, 20. yıllarda... kendi arasında birliği olmayan ve devamlı çatışmalar halinde bulunan kavimleri birleştirmek ve çarlığın... istila politikasının korkunç gerçeklerine karşı savaşmak üzere dağlıları kaldırmak için İslam'ın reformunu başlattılar." Şeriat bölgede güçlü köklere sahipti. "Bu dini kabuk altında dağlıların Rus çarlığına karşı gösterdikleri protesto gizleniyordu. Dağlıların bağımsızlık mücadelesi birbirine ters düşen ideolojilerden geçiyordu: İslamcı gerici kabuğun altında olumlu bir faktör gizlenmişti-özgürlük seven dağlı halkın bağımsızlık için verdikleri mücadele." İran'ın bozguna uğratılmasından sonra Ruslar Orta Doğu'ya ilerlemede büyük başarılar kaydetme umudu taşıyıp Dağıstan'ın istilasına büyük hız verirken dağlılar 1828 yılında Gazi Muhammed önderliğinde bir araya geldiler. Gazi Muhammed dini bilgileri Molla Magomet ve Hacı İsmail sayesinde kazandı, ilimlerde mükemmelliğe erişmek için “Süleymaniye'den ünlü şeyh Halit'ten gelen Halidiye Nakşibendi tarikatına girmek istedi”. Magomet Efendi kendisine cihat icazeti verdi ve başladı. Dağlarda Adat yerine Şeriat uygulamasına geçildi ve feodallerle mücadele edildi. İki önemli düşman vardı: “Rus çarlığı ve uşakları-Dağıstan'ın feodal üstlerin temsilcileri.” Gazi-Muhammed Avar han soyunun kökünü tamamen kurutmaya karar verdi, Şubat 1831'de Hunzah'a saldırdı, ama “Pahu-bike” tarafından engellendi. (Yaşurka, s. 66-83)

*

Şamil müridizm "sayesinde Kafkas tarihinde emsali görülmemiş bir birliktelik sağlamıştır. Fakat yine de Dağıstan halklarının ve Çeçenlerin bireyselliği, ilk fırsatta tekrar kendisini göstermiştir." (Luxembourg, içinde Takdim, Özden, s. 13, 14)

*

"1834 yılının sonunda... Şamil üçüncü İmam oldu." "Her on aile bir savaşçı... temin etmekle mükellef tutuldu... Şamil, her an için... yirmi beş bin kişilik bir süvari ordusuna sahip olabilecekti... düzenli bir vergi sistemi oluşturdu... Şamil'in baskıları birçok kimsede düşmanlık hisleri uyandırdı. Fakat Rusların tavrı, Şamil'in bir çok potansiyel düşmanının ona sadık kalmasını sağladı." (Luxembourg, s. 71, 215, 216)


*

"Bu koşullar altında... çocuklar ve... yaşlılar... da müritler gibi kahramanca ölüyorlardı./ Dağıstanlılar gazavatın arslanları, Çeçenler ise kaplanlarıdır." Fadayev diyor ki: "Bir kaç bin insan feda etmeden bir köyü alamıyorduk." "Ruslar tarafından Çokh, Saltı, Gergebil, Ahhulgoh... gibi aulların kuşatılmaları sırasında Dağlıların gücü hiç bir zaman 200'ü, 400'ü, 600'ü geçmediği halde, Rusların elinde her türlü top ve başka silahlarla donatılmış 15-20.000 kişilik bir kuvvet varolmuştur. En önemli ayrım, bu aulların teslim olmamasındadır. Ruslar... aulun sadece enkazını işgal ediyorlardı." "Çokh aulu ise kuvvetli toplarla desteklenmiş 20.000 kişilik Rus ordusuna asla teslim olmadı. Bu kuvvetli Rus ordusu... geri çekilmek zorunda kaldı." (Aytek Kundukh, s. 58, 59)

*

"Türkiye'ye geniş Çerkes kavminden Çeçenler çok az göç etmişler; gelenler, genellikle bizim Çerkes dediğimiz... olmuştur... özetle, Türkiye'ye... müslüman ve çoğunluğu Adige Çerkes göçmüş olmaktadır./ Belki de Türkiye için asıl "lütuf" buradadır; çünkü, Çeçenler'in tümü nakşibendi ve kadiri tarikatı mensubudurlar ve Rusya'ya karşı savaşlarında şeriat yönetimini getirmek en baş amaçları arasındadır.. Çarlığa karşı mücadelesi ve gözüpekliği nedeniyle pek çok süslenmiş Şeyh Şamil, aslında, şeriatı gerçekleştirmek isteyen bir tarikat mensubundan başka bir şey değildir". (Küçük, Sırlar,  s. 94, 95)

*

d.Sonraki Bazı Gelişmeler


Gazavat anlayışı sonraki dönemlerde de sürmüştür.

*

“Pek çok Çeçen genci açısından Hattab bir internet yıldızından fazlasıydı: İzinden gidilecek yeni bir örnek, bir şehitti. Hattab, Çeçenistan’ın dinî DNA’sını değiştirmişti. Geçmişte Çeçenler Moore’un ortaya koyduğu üzere “Sufi bir sömürgecilik karşıtı savaşa benzeyen” gazalara katılmıştı. Savaşçılar Sufi veya Şeyh Mansur ya da Şeyh Şamil’in “müritleri”ydi. Her ikisi de Büyük Katerina ya da İkinci Aleksandr’ın emperyalist yayılmasına direnmişlerdi. Sufizm, Çeçen geleneğiyle öyle kaynaşmıştı ki 19. yüzyıl savaşları Mürid Savaşları olarak biliniyordu. Şeyh Şamil ile omuz omuza savaşanlar Nakşibendi Sufi tarikatı ya da diğer tarikatlara bağlıydı. Artık gençler de Hattab’ın beğenilerinde vücut bulan Selefi cihatçılıkta yeni bir “düzen” görüyorlardı. Dolayısıyla pek çok Çeçen’in kahramanları gibi gezgin savaşçılar olması şaşırtıcı değildi; Suriye kadar uzak bir cepheye gidip zanaatlerini icra etmiş, güvenlik analistlerinin soğuk terler dökerek uykularından sıçramasına sebep olmuşlardı.” “16 Ocak’ta New Lines Magazine’de yayımlanan bu yazı Fatma Büşra Helvacıoğlu tarafından Ajans Kafkas için Türkçeye çevrildi.”

31 Mart 2023, Tam Hussein, https://ajanskafkas.com/gorus/cecen-bagimsizlikci-putinin-adamini-koltugundan-etmeyi-kafasina-koydu/

*

“Altmış yıl sonra 1918’de Chevalier Gardes’in bir subayı Ural Kazaklarıyla omuz omuza Orenburg-Teşkent demir yolunu Kızıllardan almak için savaşıyordu. Ağır yaralanmıştı ve esir düşmüştü. Ona karşı tabancasını çekmiş olarak Tatarların komutanı silahını bırakması için tehdit ediyordu. Direnmesine devam etmekle beraber subay sonunda Mareşal Baryatinski’nin hediye ettiği mükemmel bir büyükbabasından kalma kılıcını teslim ediyordu. Genç subay bu kılıcı savaşta beraberinde tutuyordu. Bu Şamil’in kılıcı, onun “Cennetin kılıcı” idi./ Acaba bugün bu kılıç nerede olmalı?.. Belki… Yahut İstanbul’da… satışa çıkarılmıştır?” “Şamil Rusya’da yaşarken… 1861 şubatında kölelerin özgürlüklerine son verilmişti. Amerika’da bu esnada köle sorunu yüzünden bir iç savaş çıkmıştı.” Mısır'dan “dönerken Şamil için çıkarılan efsaneler onun esrarlı kuvvetine yeni bir katkı yaptı. Yolda fırtına çıkmış ve gemi batacaktı. Şamil fırtınayı durduracağına söz verdi. Bir kağıt üzerine kabbalastik (gizli yahudi ilmi) işaretleri yaptı, bir kaç kelime söyledi ve bunu fırtına ile kaynaşan dalgalara attı ve hemen sonra rüzgar kesilivermişti.” “1944’de bazı azınlık gruplarının Kafkasya’dan uzaklaştırılmaları uygun bulunmuştu. Nazilerle beraber hareket etmiş ve direnmeleri Sovyetler için tehlikeli görünen… Çeçenler 1930 ve 1941’de ayaklanmışlardı-iş kamplarına veya Orta Asya’ya sürgün yerlerine götürüldüler. Bu iş 24 saatte yapılıvermişti… Kırım Tatarları Ukrayna’ya dağıtılmış ve bir kısım Ukraynalılar Kazakistan’ın başkenti Alma-Ata’ya gönderilmişti. Bu kitle halindeki yer değiştirmeleri yedi halk grubuna yapılmıştı./ Stalin’in ölümünden sonra Kafkasya’nın azınlıklarına ve “Şamil meselesi”ne karşı olan resmi görüşte yine değişme oldu. Sovyetler Birliği bugün… İslam halkları açısından dördüncü büyük memlekettir ve bu yüzden Sovyetler Birliği içinde Şamil’e ve Müridizme karşı düşmanca bir davranışın akıllı bir hareket olmayacağı anlaşılmıştı. Bu sebepten Şamil bügün yine “Dağıstan Aslanı” oldu./ Şimdi avullarından ve vadilerinden çıkarılmış olan Kafkasyalılar geri getirilmektedir… Şamil tekrar şanlandırılmıştı.” (Blanch, s. 364-367, 399, 405-409, 425, 426)

*