21 Nisan 2024 Pazar

BAĞIMSIZLIĞIN EŞİĞİNDE

 Zelimhan Yandarbiyev, Grozni 1994, Çeviri: Prof. Dr. Ö. Aydın Süer, Takav Matbaası, Ankara



Kitapta esas olarak 1991'deki Çeçen bağımsızlığı öncesinde bölgede yaşanan siyasal mücadeleden bir kesit o mücadelenin önemli aktörlerinden biri olan yazarın gözüyle aktarılıyor. 

Yazarının ifadesiyle "1989-1991 yılları arasında Çeçenistan'da meydana gelen olaylara kısa bir bakış" esas olmuş ve ayrıca "1989-1992 yılları arasında yayınlanan... yedi makale de gözleme ek olarak verilmiştir." (Yandarbiyev, s. ııı, ıv)

İçerik olarak anlatılanlarda öne çıkan özelliklerden biri ""aşırıya kaçan" yurtseverlik iddiası" olarak ifade edilmiş ve şöyle söylenmiştir: "Fakat bu aşırılıkta, öz ve kapsam olarak, değersizlik kompleksi, toplumsal-siyasal olarak birilerinin sırtından geçinme düşüncesi, kibir, yani Sovyet siyasal düşüncesinin aşıladığı ikiyüzlülük virüsü esas unsuru oluşturmaktadır." (Yandarbiyev, s. ıv)

*

Anlatılanlarda belirgin bir şekilde öne çıkan bir husus da ilgili dönemde çok yoğun bir iç çekişme-mücadele yaşanmış olmasıdır.

Mücadelede sözkonusu olan ise görüş alışverişi değil, karşılıklı pozisyonların dayatılması olmuştur.

*

Şöyle bir husus da var ki, doğrusu durumu nasıl tanımlayacağımı ve konu hakkında ne söyleyeceğimi tam olarak bilemedim:

*

Yazar bir yerde şöyle diyor:

“Kafkasya kendisine bakmalıdır. Her Kafkas cumhuriyeti, fonksiyonu bir süre için kesilmiş Kafkasya devletinin bir üyesi olduğunun bilincine varmalıdır... Dinsel unsura özel bir dikkat yöneltilmelidir, çünkü bu birleştirici olduğu kadar, parçalayıcı da olabilir. Eğer imparatorluk merkezinin Müslümanları ve Hıristiyanları kıyaslayarak bundan ikinci şıkta yararlandığı dikkate alınırsa, bu konudaki çalışmanın dinlerden birisini ön plana çıkarmak için değil, onların potansiyelini birleştirmek için yapılması gerekir ve bu Kafkasyalılık düşüncesi geçerli olacak biçimde olmalıdır./... Kafkasyalılık-İşte bizim ulusal kurtuluş davasındaki milliyetimiz budur. Ama ancak Kafkasya'nın kurtuluşundan sonra biz Azerbaycanlı, Abhaza, Gürcü, Ermeni, Adigeyli, Balkarlı, Kabardin, Karaçaylı, Çerkes, Osetin, Abazin, İnguş, Çeçen ya da Dağıstan halkları olabileceğiz; ya da hiçbir zaman olamayacağız. Kafkasyalılığın tek alternatifi vardır-o da komünist imparatorluğun asimile olmuş, kişiliksiz halk kitlesi olmaktır. Ben seçimimi yaptım-Kafkasyalıyım./ 1990". (Yandarbiyev, s. 190-195)

*

Ancak 2000’li yılların başlarında yazar burada söylediğiyle hiç uyuşmayacak bir tavır alıp dünya genelindeki şeriatçılıkta aşırı gruplardan birinin en uç noktasında yer alıyor ve bu yeni anlayışıyla uyumlu bir ülke olduğu anlaşılan Katar’da yaşamaya başlıyor, ne var ki Ruslar 2004 yılında orada bir suikast düzenleyip yazarı öldürüyorlar, arkasından da yazarın görüşdaşı olan Katar yakalayıp yargı eliyle ceza kestiği Rus suikastçıları Rusya’ya teslim ediyor ve suikastçılar Rusya’da kahraman olarak karşılanıyorlar!  

*

Zincirleme trajedi denemez mi?

*

Kitaptan diğer bazı notlar da şöyle:

Çeçen yapısı ve ulusal örgütlenme konularında:

-”Çeçenler… prensler ve köleler olmadığını söyleyerek gurur duyarken, valinin ve astlarının hizmetine girmek zorunda kalmışlar ve… sonsuz bir acıma ya da tiksinti veren bir hor görme duygusu uyandırmışlardır.” (Yandarbiyev, s. 4)

-"Çeçen halkının karakterinde bireyci "ben"in her zaman sabırlılıkla, daha doğrusu dağın görkemiyle karşılaştırılan tahammüllü oluşla "sobar" (Çeçence) eşdeğer olduğunu ekleyelim." (Yandarbiyev, s. 196-203)

-Çeçenistan'daki toplumsal-siyasal hareketlerden "ilki olan "Kafkasya Derneği" 1987'de kuruldu. Bu dernekten… değişik düzeyde politize olmuş diğer yasadışı örgütler doğdu. Onların oynadıkları rol… çok önemlisidr. ÇİHC (Çeçen-İnguş Halk Cephesi)’nin kalabalık mitinglerinde halk sesini çıkarmaya başlıyor". (Yandarbiyev, s. 8)

“Zavgayev kendisini bu ulusun babası gibi görüyordu… Fakat bu yük, ona ve milletvekili grubuna çok ağır geldi.” (Yandarbiyev, s. 52)

“Umhayev’le Tartu’ya Cahar’a gittik. Birlikte gidiyorduk, fakat niyetlerimiz farklıydı: Umhayev… Cahar’ı İcra Komitesi başkanlığı yetkisini bırakması için ikna etmek amacındaydı. Ben ise… generali İcra Komitesindeki çalışmaları için görevden ayrılma konusunda ikna etmekle görevlendirilmiştim. General bizim gibi düşünmeyenlere umut ışığı bırakmadı. Kısa süre sonra bir kaç günlüğüne geldi, bir ay sonra ise yedeğe ayrılarak ÇHDÖ’nün kendisine verdiği sorumlulukları yerine getirmeye başladı.” (Yandarbiyev, s. 54)

Bağımsızlık çabalarının o dönemdeki sonu konusunda:

-“27 Ekim 1991 yılında yapılan seçimler… Nüfusun %70’den fazlası seçimlere katılmış ve bunların %90’ı Cahar Dudayev’e oy vermiştir… 1 Kasım 1991’de ise Çeçenistan Cumhurbaşkanı kararnameyle Çeçen Devletinin Bağımsızlık ilanını onaylamıştır. 2 Kasımda Parlamento aldığı bir kararla, ulusal kongrenin üç aşamasında belirtilen Çeçen halkının iradesini pekiştirmiştir. Bu işlemlerle Çeçen devletinin resmi tarihi başlamıştır…/ İki hafta sonra ise, 8 Ekim (Kasım olmalı!) 1991’de Rusya süngüleriyle Çeçenistan’daki yasal yönetimi devirme girişiminde bulunmuştur… Olağanüstü Hal… Çeçen halkı bağımsızlığını korumaya hazır olarak bekliyordu. İki gün sonra RSFSC Üst Konseyi cumhurbaşkanının kararını teknik olarak tamamlanmadığı gerekçesiyle yürürlükten kaldırdı. Çeçen halkı ise iyice bütünleşmişti… muhalefet olağanüstü halin… ilanıyla birlikte bir anda ortadan kayboldu… Çeçenistan halkı ise… 9 Kasım 1991’de ilk Cumhurbaşkanı olan Cahar Dudayev’in yeminini dinledi. Halk zaferini coşkuyla kutluyordu.” “Grozni, 1992-1993” (Yandarbiyev, s. 125-127) 

-“31 Mart 1992’de Rus işbirlikçileri cumhuriyetin radyo ve televizyonunu silahla ele geçirme hareketini örgütledikleri ve parlamento ve cumhurbaşkanının istifasını talep ettiklerinde… Halk bir kaç saat içinde imparatorluğun uşaklarını kovmuş…/… Rusya’nın olayları yöneten eli farkediliyordu…/… 31 Mart 1992’de artık taktik değişmişti: Darbe tümüyle yönetime değil, yönetimlerin yasama ve icrasına karşı çıkmaya yönelikti.” (Yandarbiyev, s. 141)

Kafkasyalılık konusunda

-"Dünyanın gelişimi, bir ulus olarak canlanan etnik grupların diğer uluslarla kaynaşamayacağını, gelişmelerinin ise ulusal bilincin artmasıyla birlikte gerçekleşeceğini göstermektedir... Kafkasya tarihi, Kafkas ırkına ait olan fakat ulus olma formasyonuna ulaşamamış etnik grupların birçok yakınlaşma ve tek başına oluş süreçlerini içeren bir gelişim tarihidir ve ulusal ruhun yok edilemeyeceğinin bir kanıtıdır./ "Yalnızca Kafkas ırkında ruh salt bir özdeşliğe ulaşmakta, yalnızca burada ruh doğa ile tam bir kıyaslamaya girişmekte, kendisini salt bir bağımsızlık içinde tanımakta, iki aşırılık arasında kaybolmaktan kurtulmakta, kendini ve özünün gelişimini tanımlamakta böylelikle de dünya tarihini doğurmaktadır. Dünya tarihinin gelişimi Kafkas ırkından geçmektedir." Hegel, Ruhun Felsefesi'nde böyle yazmaktadır." "Kafkasya'nın benzersizliği... Doğu ve Batı'nın... birleşmesi ve Kaykasyalılık kavramının kaynaşmasıdır.../ Dünyada, tarihin bilinen döneminde fetih amaçlı askeri çatışmalar yaşamayan iki komşu ulus bulmak güçtür. Bu açıdan yalnızca Kafkasya bir istisnadır ve Kafkasya halkları Kafkasyalılığı bir prestij olarak kabul etmişlerdir. Başka bir deyişle, Kafkasya insanlığın bilincinde kendine özgü özellikleri ve bunlardan kaynaklanan durumuyla ayrı bir kıta olarak algılanır ve yaşamını sürdürür. Belki de bu nedenle, bu kabul edilmeyen kıta özgürlük mücadelesinde bu denli ısrarcıdır. Kafkasya'da bazen bir tek halkta olduğundan daha güçlü bir birlik olma bilinci vardır. Ayrıca, Kafkasyalılığın bazen bir ırk olma özelliği değil de, bir ulus özelliği olarak düşünülmesi de çok normal görünmektedir. Mantıksal olarak izin verilmemekle birlikte bu akla gelmektedir./ A. Avtorhanov bundan son derece inandırıcı olarak söz etmektedir. Dillerdeki diyalektik farklı boyların mevcudiyetine karşın, dağlılar, kültürel ve etnografik tarihsel verilere göre, gerçekte birbirleriyle akraba kabilelerden oluşan tek bir halk oluşturmaktadır... Aynı şeyi Kafkasya kökenli olmayan halkları da dahil ederek tüm Kafkasya için de söylemek mümkündür. Çünkü günümüzde bir çok bakımdan "Kafkasyalılaşmışlardır"... Kafkasyalılık... bizim ulus olarak yeniden doğuş mücadelemizde dayanak noktamız olacaktır. Buna özgürlük idealine olağanüstü bağlılığımızı da ekleyebiliriz. Bu, hiç kısıtlamasız, koşulsuz bir ulusal ve kişisel özgürlüktür. Kollektif ve bireysel özgürlüğün birleşmesi, "uygarlık yanlısı" Rusya'nın vahşi göründüğü maksimum bir özgürlük, gerçekte özgür bir ruhun konsantre ifadesi, Kafkasya'nın bir özelliğidir./ Fakat Kafkasyalılık bilincinde, Rus ve Sovyet imparatorluğunun ağır, yok etmeye varan siyasetinin bir sonucu olarak beliren bir deformasyonun varlığını yadsımak da mümkün değildir." "Üstelik ulusal özgürlük, geleneksel anlamda dar bir ulusallık olarak değil, tüm Kafkasya göz önüne alınarak düşünülmelidir./... Herhangi bir Kafkas halkının, Kafkasya birliğini göz ardı ederek ve diğerlerinden koparak özgürlük ve yeniden doğuşa ulaşabileceği gibi yanılgılar, kötü yanılgılar olup, Kafkasya'nın kaderi açısından baltalayıcı ve stratejik özellikler taşırlar. Bu yanılgılar imparatorluk merkezince, Kafkasya halkları arasındaki çatışmalara da dayanarak, (İnguş-Osetin v.b.) kışkırtılmakta ve desteklenmektedir... sorunun çözümünün tümüyle Rusya'ya bağlı olduğu... havası yaratılmak istenmektedir... iki taraf... sorunlarını Kafkasya Ocağı yoluyla çözümleyeceklerinden, ama önce bu ocağı kurmaları gerektiğinden söz etmemektedirler.” (Yandarbiyev, s. 190-195)

SSCB ve Lenin hakkında:

-"Rusya halklara daima özgürlük vaad ediyor ama bu özgürlük "hiç" gözle görünür biçimde ortaya çıkmıyordu. Örneğin XIX. yüzyılda Türkiye'ye göç edildiği sıralarda ve XX. yüzyıldaki büyük göç sırasında Kafkasya'ya verilen sözler gibi... Rusya'da kölelik hukuku her zaman geçerliydi.” “Lenin ve yandaşları ulusal soruna ilişkin görüşlerini köklü bir biçimde gözden geçirip değiştirmelerine karşın, bu sorun Bolşeviklerce benimsenmemiş olarak kaldı. Eğer Lenin gözünün ucuyla bile Stalin varyantının... bu dipsiz uçurumu görmüş olsaydı, Rusya'nın az nüfuslu halklarla yabancılaşmanın uçurumuna yuvarlanmasındaki değişmez esasların temelini atmak için elinden geleni yapardı. Fakat iki önder de gerçekte aynı yönde davranıyorlardı. Lenin'in bu sorundaki suçu daha büyüktür, çünkü o, Ekim bayrağı altındaki halkların özgürlüğe giden yolunu aydınlatan yeni bir dönemin simgesiydi ve bunları sahip olduğu olağanüstü nitelikleriyle başarmıştı. Özellikle de "tüm Rus çarlarından daha büyük devlet adamı, tarihteki herhangi bir imparatordan daha büyük emperyalist olan Lenin bir Rus şövenisti değildi. O, çok uluslu bir devlette bir siyaset adamı olarak büyük kişisel üstünlüklere sahip birisiydi". (A. Avtorhanov. "İmperiya Kremlya"). Bu özellikler, Bolşevik liderin ezilen halkların sempatisini kazanmasına, kendi imparatorluk özelliğini... gizleme olanağını veriyordu. Stalin ise doğru yoldan gidiyordu. Diğer liderler de doğru ve bilinen yoldan Lenin'in amaçlarına gidiyorlardı. Hepsi de... cumhuriyetlerdeki ulusların gelişimini, "eski" çarlık imparatorluğundaki halkların istisnasız kendi kaderlerini tayin hakkıyla birlikte ilan ediyorlardı. Ezilen halklardan hangisi, Bolşevikleri, özellikle de Lenin'i "ulusal bağımsız devletlerin kurulmasının değil, bir tek Marksist merkeze bağlı Marksist ulusal devletlerin özerk ve Sovyet devleti görünümü altında (koloni-Z.Y.) kurulmasının ilgilendirdiğinden," "Lenin'in kendi kaderini tayin hakkının kapitalizmde olabileceğini kabul ettiğinden, sosyalizmde ise bu hakkı kesinlikle yadsıdığından kuşkulanabilirdi" (A. Avtorhanov...)?/ Bolşeviklerin vaadlerine kanan halklar ise Ekim devrimini desteklediler, daha sonra da kanlarıyla savundular... "güçlenir güçlenmez Bolşevikler, "ağabey"in başkanlığındaki hegemonyalarıyla Rus ve diğer ulusal aydınların en seçkinlerini öldürdüler... halklar yeniden, Rusya'nın yeni olarak adlandırılan yönetimi altına sokuldular." (Yandarbiyev, s. 212-215)

"Halklara vaad edilen özgürlük ve eşit haklar yerlerini, herkesi gelecekteki "cennetin" Ruslaştırılmış tek bir parçası düzeyine getiren "sosyalist" ikiyüzlülüğe ve sloganlara bırakmıştı... Kremlin önderinin sözlerine uygun düşmeyen davranışa, düşünceye ve söze izin verilmiyordu. Arkadaşı, kardeşi, komşuyu gizlice dinlemek, gözlemek, ihbar etmek sosyalist bilinç, Sovyet yurtseverliği, komünist uyanıklığı demekti. Hatta... önce... tahrik ediyorlar, daha sonra da bu, ulusalcılık ve devrim karşıtlığı suçlamasına dönüşüyordu... 1937 ve 1940 yılları arasındaki kollektifleşme yılları savaşla birlikte on milyonlarca yaşama mal oldu, diğer halklar ise kendilerini köklerinden kopartılmış, ana vatanlarından çok uzaklara, nesilleri tükenmek üzere atılmış bir halde buldular... ulusal olan herşeyin sessizce yok edildiği yıllar izledi. Ülkede herşey, herkesi tek bir ortak Sovyet kültürü, yaşam tarzı, ekonomisi altında toplamaya yönelikti. Bu da Rus dili aracılığıyla ve en ilerici sayılan Rus kültürüyle gerçekleştiriliyordu." (Yandarbiyev, s. 216)

*

19.4.2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder