26 Nisan 2025 Cumartesi

GÖRÜLMEMİŞ

Atila Doğan, 1. Baskı: 2025, Papirüs Yayınevi, İstanbul


Şiirlerle yaşamı kendince

çok hoş anlatmış, bence.

*

Bir yerde şöyle demiş:

"Kılıcım keskin bileğim sert

Zannedip

Kabahati

Hep ötekinden bilmişim" (Doğan-Görülmemiş, s. 64)

*

Başka bir yerde ise şunları söylemiş:

"Oysa su gibi olmalıydı hayat

Kimsenin elini tutamadan

Akamadan bir yüreğe

Kuruyup gitmek yerine" (Doğan-Görülmemiş, s. 68)

NOHÇİ tarifini de şöyle yapmış:

"Kadim bir dil

...

Esrarlı bir dua

...

Kılıçtan keskin

Ölümüne bir yemin

Benim halkım

Dağlara yazılmış

Kan ve inatla" (Doğan-Görülmemiş, s. 11)

*

26.4.2025

***

23 Nisan 2025 Çarşamba

YENİ NESİL MALZEME

ABD’de bilim insanları, ısıtılınca küçülen ve basınç altında genişleyen yeni nesil malzemeler geliştirdi. Bilim insanları, keşfedilen maddenin enerji teknolojilerinde yeni bir kapı aralayabileceğini belirtti.


Chicago Üniversitesi Moleküler Mühendislik Fakültesi ile San Diego California Üniversitesi’nden bilim insanları, termodinamiğin temel yasalarına ters düşen davranışlar sergileyen yeni bir madde sınıfı keşfetti.

https://www.msn.com/tr-tr/haber/dunya/bilim-d%C3%BCnyas%C4%B1nda-ilgin%C3%A7-ke%C5%9Fif-fizik-kurallar%C4%B1-alt%C3%BCst-oldu/ar-AA1Db5r6?ocid=msedgntp&pc=U531&cvid=fff91c8f7f77490c8543c6f908c798b0&ei=31

*


Şeytan ve Genç Kadın

Paulo Coelho, Çeviri: İlknur Özdemir, 30. basım, Şubat 2016, Can Sanat Yayınları, İstanbul


İyi ile Kötü konusundaki ilk söylencenin Perslerde ortaya çıktığını belirten yazar kitapta bu konu hakkında çeşitli şeyler yazmış. (Coelho, s. 11)

Ama bence pek güzel yazmamış.

Öncelikle kurgu hiç güzel değil.

Ayrıca güzel pek bir şey de yok!

Bu kitap nasıl 30 baskı yapmış anlamak zor!

*

23.4.2025

***


18 Nisan 2025 Cuma

zamanımızın bir kahramanı

LERMONTOV, Türkçesi: Ülkü Tamer, Aralık 1967, Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul


İskoç asıllı ünlü bir Rus şairi olan yazar 1814 doğumlu. 

Moskova’da gereksiz görülüp sürgüne gönderildiği Kafkasya'da coğrafyayı çok seviyor, ancak bölgedeki halkın katliamına fiilen katılan biri oluyor. Ruslar bölgede yerli kılığında, yerlilerin kılavuzluğunda kirli faaliyet yürüten katliamcı çeteler organize ediyorlar, Lermontov da bir Rus "subayı" olarak bu çetelerden birinin başına geçiyor, Çeçen bölgesindeki kirli savaşın bir parçası olarak katliamlara katılıyor.

1841'de Kafkasya'da Pyatigorsk yakınlarında bir düelloda ölüyor.

*

Yazar bu kitapta konusu Kafkasya'da geçen bazı hikayeler anlatıyor ve bir ölçüde bölgenin o dönemdeki yaşamından kesitler de yansıtıyor.

Ve coğrafyasını sevdiği bölgenin insanı hakkında genelde bölge insanını haydut gören Rus bakış açısına uygun şekilde şöyle söylüyor:

"Ne olacak, Asya işte, ırmağına olsun, insanına olsun, güvenilmez!" "Bu Çerkeslerin hırsız sürüsü olduğu herkesçe bilinir. Ellerinin uzanacağı ne varsa çalmak isterler; işlerine yarasın yaramasın kapıp götürürler." (Lermontov, s. 39-53)

Körlük mü demeli, hadsizlik mi?

Kendisi-kendileri gelmiş, o insanların evleri dahil tüm varlıklarına zorla el koymuş, sonra da onlara hırsız diyor!

Yazarın seyahati bile asker eşliğinde yapabildiklerini vurgulayarak o toprakların kendilerine ait olmadığını belgeleyen şu satırları asıl hırsızın kendileri olduğunu apaçık ortaya koymuyor mu?

"Handa üç gün geçirmem gerektiği bildirildi: Uğursuzlar, Yekaterinograd'dan gelmemişti daha, biz de yola çıkamayacaktık... Uğursuzlar, Kabarda bölgesinde, Vladikafkas'tan Yekaterinograd'a kadar ulaştırmayı yöneten piyadelerle toplarına verilen addır." (Lermontov, s. 55-58)

*

Kitaptan diğer bazı notlar da şöyle: 

"I BELLA". "... benim boş arabamı şu Osetlerin yardımıyla altı öküz kıpırdatırken, nasıl oluyor da, sizin ağır arabanızı dört öküz kolayca çekiyor?" "... bu Asyalılar müthiş düzenbazdır! Bağırıp çağırmayla hayvanlara yardım ettiklerini mi sanıyorsunuz?.. Yolculardan para sızdırmaya bayılırlar... Şımarttılar bu haydutları!" "Osetler gürültüyle çevremi sarıp bahşiş istediler, ama yüzbaşı onları öyle bir haşladı ki, hepsi bir anda dağılıverdi./ -Ne herifler, dedi yüzbaşı... Bana kalırsa, Tatarlar daha iyidir, hiç olmazsa içki içmezler./... gariptir, burada yıldızlar kuzeyde olduğundan daha yükseklerde duruyorlar sanki." "Kafkasya'daki yolculuklarımın tek lüksü olan dökme çaydanlığım vardı yanımda", "... kulübe insanlarla doluydu. Yerde bir ateş yakılmıştı... yaşlı iki kadın, birsürü çocuk, bir de sıska Gürcü oturmuştu ateşin çevresine, hepsi paçavralar içindeydi", "pis ev sahiplerimizi göstererek,/ -Ne zavallı insanlar, dedim yüzbaşıya./ -Son derece salak insanlardır bunlar, diye cevap verdi... ellerinden hiçbir iş gelmez... Bizim Çeçenlerle Kabardalılar soyguncudurlar, ipsizdirler ama hiç olmazsa hepsinin gözüpektir; bunların silahla en ufak ilgileri yok... Ne olacak, Oset işte!/ -Çeçenlerin bulunduğu yerde çok kaldınız mı?/ -Kamenniy Brod yakınlarındaki bir kalede... on yıl kaldım", "oradaki haydutlarla uğraşmaktan canımız çıktı. Neyse ki, işler biraz düzeldi şimdi; eskiden olsa, kale duvarından on adım uzaklaşsan yolunu gözleyen bir Allahın belasına rastlardın; bir an boş bulunsan, tamam: ya boynuna bir kement sarılır, ya da ense köküne kurşunu yerdin. Ama yiğit adamlardı!" (Lermontov, s. 9-14)

"Çerkesler... bozayla kafayı buldular mı hemen hançerlerine sarılırlar. Bir keresinde canımı zor kurtardım, üstelik de arkadaşım olan bir prensin evinde." "Bölüğümle birlikte Terek'in ötesinde bir kalede bulunuyordum... postada bir de subay, yirmibeş yaşlarında bir delikanlı vardı". "Adı... Peçorin'di." "Kaleden dört mil kadar uzakta dostumuz bir prens oturuyordu. On beş yaşlarındaki oğlu... Azamet.../ Bir gün yaşlı prens... bizi bir düğüne çağırdı... prens Tatardı ama gitmemek olmazdı", "ev sahibinin on altı yaşındaki küçük kızı", "Bella". "Peçorin, gözlerini kızdan ayıramıyordu... canlı, ateşli bir çift göz daha dikilmişti Bella'nın üstüne... Kazbiç... Kuban ırmağının Rus tarafında Abreklerle düşüp kalktığı söylenirdi... tam da hayduta benzerdi... Atı... Tam haydut atı!"  (Lermontov, s. 16-19)

"Titreyen bir sesle, "Atını bana satmazsan ölürüm Kazbiç!" dedi Azamet." "Kazbiç kahkahayla cevap verdi." "Azamet, kararlı bir sesle" "İstersen sana kızkardeşimi kaçırayım... Türk padişahının bile böyle karısı olmamıştır... Bella da senin atından değersiz değildir ya?" (Lermontov, s. 22, 23) 

"Bu haydutların sırtları, yere gelmez. Onları döğüşürken gördüm... isterse gövdesi kalbura dönsün, hala kılıç sallar." (Lermontov, s. 24)

"Azamet bizim kaleye uğradı... Peçorin'in yanına çıktı... Söz... atlara geldi; Peçorin, Kazbiç'in atını övmeye başladı." "Azamet ne zaman kaleye gelse hep bu konu açılıyordu.../ Sonunda" "bu atı sana verene karşılık olarak sen ne verirdin?" "Ne isterse", "bu at senin olacak; ama karşılığında kızkardeşin Bella'yı istiyorum." "Tamam... Ne zaman?" "Kazbiç'in buraya ilk gelişinde". "Böylece anlaşmışlar... berbat bir anlaşma... Bunu Peçorin'e söyledim... Çerkes kızının kendisi gibi bir koca bulduğu için talihine şükretmesi gerektiğini söyledi... Kazbiç gelip koyuna ya da bala ihiyacımız olup olmadığı sordu. Ertesi gün getirmesini söyledim./ Peçorin, "Azamet", demiş, "Yarın Karagöz elinde olacak; Bella'yı bu gece getirmezsen bu atı hiç göremezsin..."/ "Peki", demiş Azamet". "Azamet'in eyerinde bir kadın... elleriyle ayakları bağlıymış kadının". "Kazbiç geldi", "Karagöz'ün sırtına atlamış giden Azamet'ti... Kazbiç... sordu... Azamet'in adını duyunca... prensin oturduğu köye doğru yola çıktı." "Azamet'in babası ne yapmış?" "Kazbiç bulamamış onu... altı gündür köyde değilmiş; yoksa Azamet kardeşini kaçırabilir miydi?" "Peçorin" "Bizim hancının karısını tuttum; Tatarca biliyor, Bella'ya bakacak, kendisinin bana ait olduğunu iyice sokacak kafasına." "Peçorin her gün bir hediye veriyordu ona; ilk günlerde hiç ses çıkarmadan kibirle geri çevirdi hediyeleri... Uzun zaman Peçorin kızla uğraştı durdu." "Çeçenin birine tutkun değilsin, değil mi? Tutkunsan söyle hemen bırakayım seni." "Bella çok hafif titreyerek başını iki yana salladı." "Siz bu Çerkes kızlarını bilmezsiniz... Bunlar ne Gürcü kızlarına, ne de Uzak Kafkasya'daki Tatar kızlarına benzerler... Bunların kendi kuralları vardır", "hediyeler, beklenen amacın ancak yarısını sağlayabildi... Peçorin de son bir çareye başvurmaya karar verdi", "gidiyorum", "Bella sıçrayarak boynuna dolandı onun, hıçkırarark ağlamaya başladı", "mutluydular." "Kazbiç, Azamet'in, atı babasının rızasını alarak çaldığını sanıyordu bana kalırsa... ihtiyar da kızını aramaktan dönüyormuş köye... Kazbiç ansızın kedi gibi bir çalılıktan fırlayıvermiş... ihtiyarı hançerlemiş." (Lermontov, s. 25-33)

"Bir Rusun, aralarında yaşadığı kişilerin adetlerine uymakta gösterdiği bu ustalığa hayran olmadan edemedim... bu, aklın esnekliğini ve gereğine ya da ortadan kaldıramayacağına inandığı yerde kötülüğü bağışlayan berrak bir sağduyunun varlığını gösterir", "yol gökyüzüne çıkıyor gibiydi, gözün görebildiği kadar tırmanıyordu çünkü, sonunda da... bulutun içinde kayboluyordu... dünyanın bu kadar tepesinde olmaktan sevindim", "böyle bir manzaraya başka yerde kolay kolay raslayamam... insan neden ömrünün sonuna kadar burada kalamayacağına kendisi bile şaşıyordu", "öyle derin bir uçurumdu ki bu, dibinde bulunan koca bir Oset köyü kırlangıç yuvası gibi görünüyordu". "Arabacılarımızdan biri... Rus, öteki de bir Osetti." "Haklıydı... insan bir şeyin üstünde çok kafa yorsa, bir de bakar ki, hayat uğrunda tasalanmaya değmiyor", "yüzbaşı,/ -İşte Krestovaya! dedi... dorukta, taştan bir haç kapkara görünüyordu... Dönemeçte altı Oset'e rastladık; bize yardım ederek tekerleklere yapıştılar... iki saatte iki kilometre... Bu haça dair... bir söylenti vardır: Kafkasya'dan geçerken Büyük Petro dikmiş o haçı. Ama aslına bakılırsa, Büyük Petro Dağıstan'a gitmiştir, bu bir; ikincisi de, haçın üstünde koca koca harflerle oraya General Yermolov'un buyruğuyla 1824'de dikildiği yazılıdır." (Lermontov, s. 34-38)

"Ne olacak, Asya işte, ırmağına olsun, insanına olsun, güvenilmez!" "Arabacının biri", "Osetlerden birini göstererek,/ -Bahşiş verirseniz kılavuzluk edecekmiş, dedi./ Yüzbaşı,/... Ah bu alçaklar! Bahşiş fırsatını buldular mı hiç kaçırmazlar", "Sinekten yağ çıkarırlar", "derme çatma bir sığınağa vardık. Üstleri başları paçavralar içinde ev sahipleri güler yüzle karşıladılar bizi... hükümet, fırtınaya yakalanmış yolcuları barındırmak şartıyla kendilerine para ve yiyecek veriyormuş." "Tatlı bir kızdı şu Bella! Zamanla ona kendi öz kızım gibi alıştım... Bize türküler söyler, lezginka oyunları oynardı... Peçorin... onu süsler püslerdi... o kadar güzelleşti ki", "babasının öldüğü söylenince de bir kaç gün ağladı, sonra da unuttu./ Dört ay, bütün işler yolunda gitti... Peçorin... Bir gün... ava çıktı... sık sık tekrarlamaya başladı.../ Bir sabah... Bella... oturuyordu.../ "Peçorin nerede?" diye sordum./ "Ava gitti", "dün gitmişti", "bir Çeçen tarafından dağa kaçırıldıysa dedim." "Eğer sevmiyorsa... giderim; ben kölesi değilim onun, bir prens kızıyım!", "manzar çok güzeldi... boz bir atın üstüne binmiş biri.../ "Bir baksana Bella... kim bu zıpır atlı.../ Baktıktan sonra, "Kazbiç bu!" diye haykırdı", "Altındaki de babmın atı"... titriyordu". "Benim nöbetçi... ateş etti... vuramadı... Kazbiç atını bir yana sıçrattı... kayboldu." "Peçorin avdan döndü. Bella onun boynuna attı kendini." "Bella'ya karşı soğuk davrandığını... söyledim", "Peçorin'e./ "Bana bakın..." diye cevap verdi, "kötü bir huyum var benim... paranın satın alabileceği her zevki çılgıncasına tatmaya başladım, hepsinden de bıktım tabii... sıkıldım... en mutlu insanlar bilgisiz insanlardır... bunalmaya başladım... Kafkasya'ya gönderildim; hayatımın en mutlu anıydı bu. Çeçen kurşunları arasında bunaltının yeri yoktur sanıyordum. Boşunaymış! Bir ay geçti, kurşun vızıltılarına da, ölümün yanı başımda dolaşmasına da öyle alıştım ki... Bella'yı evimde gördüğüm zaman... bana acıyan kader tarafından gönderilmiş bir melek olduğunu sandım onun, ne budalaymışım!.. Yine yanılmışım. Yabani bir kızı sevmek, kibar bir kadını sevmekten pek farklı değilmiş; birinin hoppalığı insanı nasıl bıktırıyorsa ötekinin de bilgisizliği, basitliği o kadar bıktırıyor. Yine de hoşlanmıyorum ondan; mutlu anlar yaşattı bana; onun uğruna canımı bile veririm- ama arkadaşlığı renksiz bir arkadaşlık. Budala mıyım, kötü bir insan mıyım, bilmiyorum; bildiğim bir şey var: ben belki de ondan daha çok acınacak haldeyim. Şu anlamsız dünya ruhumu bozmuş; kafam tedirgin, yüreğim doymak bilmiyor; hiçbir şeyle yetinemiyorum; zevke nasıl alıştıysam, acıya da öyle alışıyorum, hayatım gittikçe boşalıyor; bir tek çare kaldı benim için: yolculuk etmek. En kısa zamanda yola çıkacağım- ama Avrupa'ya değil... Amerika'ya, Arabistan'a, Hindistan'a gideceğim- belki de yolda bir yerlerde ölürüm..."/ Uzun zaman buna benzer şeyler söyledi", "toplumun yüksek katlarında başlayan bunaltı, her moda gibi, aşağı katlara da yayılmaya başladı; artık eskiyordu". "Bunalma modasını çıkaranlar da herhalde Fransızlardır./ -Hayır, İngilizler./ -Ya... Zaten eskiden beri ayyaştır onlar./ Byron'un bir ayyaştan başka bir şey olmadığını ileri süren Moskovalı kibar bir kadını hatırladım." "Kazbiç bir daha görünmedi." "Peçorin bir domuzu öldürmeden dönmek istemedi." "Bir silah sesi duyduk ansızın... bir atlı vardı tarlada, atının eyerine beyaz bir şey atmış, dört nala gidiyordu. Peçorin tıpkı Çeçenler gibi bir nara attı... ileri fırladı... Sonunda Kazbiç'i tanıdım", "arayı açamıyordu", "Peçorin nişan alıyor", "kurşun Kazbiç'in atının arka ayağını kırdırdı... Kazbiç sıçradı... kollarında yaşmağa sarılmış bir kadın var. Bella'ydı bu... hançerini kızcağızın üstüne doğru kaldırdı Kazbiç... ateş ettim... kolunu aşağı indirdi... yerde at yatıyor, yanında da Bella var: Kazbiç... yamaçtaki çalılıklara tırmanıyordu... Bella'nın yanına koştuk... hançerini... sırtına... saplamış... Peçorin... öptü Bella'yı- ama faydasız", "iki gün yaşadı." "Bella kaleden çıkıp dereye gitmiş... o sırada Kazbiç sinsice yaklaşıp kucaklamış kızı". "Peki Kazbiç kızı niye kaçırmak istemiş?/ -Bu Çerkeslerin hırsız sürüsü olduğu herkesçe bilinir. Ellerinin uzanacağı ne varsa çalmak isterler; işlerine yarasın yaramasın kapıp götürürler." "Bella öldü", "iyi ki öldü... Peçorin... Nasıl olsa günün birinde bırakacaktı." "Peçorin... yüzü her zamanki gibiydi, bu zoruma gitti benim; yerinde olsam acıdan ölürdüm." "Peçorin... Gürcistan'a gitti." "Kazbiç mi?.. bilmiyorum... Şapsıların sağ kolunda Kazbiç adında bir adam varmış... gözüpek bir yiğitmiş bu, bizim ateşlerimizin altında dolaşıp dururmuş... ama aynı adam değildir herhalde!" (Lermontov, s. 39-53)

"II/ MAKSİM MAKSİMİÇ" "Terek boğazıyla Daryal boğazını hızla geçtim. Kazbek'de öğle yemeği yitip Lars'da çay içtim, akşam yemeği vaktinde de Vladikafkas'a vardım", "bir handa ben de mola verdim... idaresi öyle budala, öyle ayyaş üç harp mamülüne verilmişti ki.../ Handa üç gün geçirmem gerektiği bildirildi: Uğursuzlar, Yekaterinograd'dan gelmemişti daha, biz de yola çıkamayacaktık... Bella hikayesini yazmakla vakit geçiririm dedim... Uğursuzlar, Kabarda bölgesinde, Vladikafkas'tan Yekaterinograd'a kadar ulaştırmayı yöneten piyadelerle toplarına verilen addır." "Terek ırmağının kıyısında ötede beride tek katlı evler vardı; uzaklarda girintili bir duvar gibi görünen mavi dağların ardından bembeyaz kardinal başlığıyla Kazbek dağı beliriyordu. Onlardan artık ayrılacağım için bayağı üzülüyordum." "Birkaç araba dolusu pasaklı Ermeni girdi avluya, arkalarından da boş bir yol landosu geliyordu"."Ne enfes bir araba! Mutlaka Tiflis'e teftişe giden bir memurdur. Bizim daracık dağ yollarımızı bilmiyor galiba... araba İngiliz malı olsa bile civataları gevşer!" "Kimin arabası", "Peçorin." "Uşak, Peçorin'in akşam yemeği ve gece yatısına Albay N...'lerde kaldığını söyledi." (Lermontov, s. 55-58)

"Altın bulutlar, sıradağlar gibi toplanmıştı tepelerin üstünde... sırtlarında küfelerle petek balı taşıyan Oset delikanlılar başıma üşüştü, hepsini kovdum." (Lermontov, s. 60)

"İran'a gidiyorum". "Kağıtlarınızın bazıları bende kalmıştı... Onları ne yapayım?/ -Ne isterseniz, diye cevap verdi Peçorin", "Hiç dönmeyeceğim." (Lermontov, s. 63-65)

"Biizim gibi bilgisiz ihtiyarlar sizin gibilerle bir olabilir mi hiç? Sizler kibarsınız, kibirlisiniz. Burada Çerkes ateşi altında dost olabilirsiniz bizimle... ama ileride karşılaşınca elimizi bile sıkmaya utanırsınız./ -Ben bu taşları hak edecek bir şey yapmadım". "Biraz soğukça ayrıldık... boynuna atılmaya hazırlanırken, Peçorin... kendisine sadece elini uzattı diye!" (Lermontov, s. 67)

"PEÇORİN'İN GÜNLÜĞÜ/ ÖNSÖZ/ Peçorin'in İran'dan dönerken öldüğünü öğrendim geçenlerde. Bu haber sevindirdi beni". "Bu notları okurken, kendi kusurlarını, kötülüklerini hiç acımadan ortaya seren bir adamın içtenliğine inandım." "Biz, anladığımız hemen her şeyi bağışlarız./ Bu kitaba Peçorin'in yalnız Kafkasya anılarını koydum." (Lermontov, s. 69, 70)

"1/ TAMAN/ Taman, Rusya'daki kıyı kasabalarının en kötüsüdür. Az kalsın açlıktan ölecektim orada." (Lermontov, s. 71)

"Bir süre, pencereden yırtık bulutları ve beyaz bir deniz fenerinin tepesiyle birleşen mor renkli uzak Kırım kıyılarını hayranlıkla seyrettikten sonra, Gelincik'e hareket saatini öğrenmek üzere... gittim", "Belki üç dört gün sonra posta gemisi gelir, dedi komutan". (Lermontov, s. 76, 77)

"2/ PRENSES MERİ/ 11 Mayıs/ Dün Pyatigorsk'a geldim... Üç tarafta da harika bir manzara var; batıda, beş tepeli Beştuğ "yatışmış bir fırtınanın son kara bulutu" gibi masmavi uzanıyor; kuzeyde, Maşuk dağı kıvırcık tüylü bir Acem kalpağı gibi, boydan boya kapatıyor ufkun o kesimini; doğuda, daha iç karartıcı bir manzara var; tam aşağıda rengarenk, tertemiz, yepyeni küçük bir kasaba; maden suyu kaynakları köpük köpük... şehrin ötesinde ise, sıra sıra dağlar yükseliyor, nasıl mavi, nasıl tepeleri bulutlu dağlar, oysa ufkun son noktasında karlı doruklardan biri dizi uzuyor gözalabildiğine, Kazbek'le başlayıp çifte tepeli Elbrus'la biten bir dizi. Böyle bir ülkede yaşamak ne güzel! Bir çeşit sevinç yayılıyor damarlarıma. Hava, küçük bir çocuğun öpüşü gibi saf ve taze, güneş pırıl pırıl, gök mavi; kişinin, bundan fazla ne istenebilir, diyeceği geliyor. Kim tutku, özlem ya da pişmanlık ihtiyacı duyar burada? Herneyse, vakit tamam. Elizabet Kaynağı'na gideceğim... sabahları, kaplıcalardaki bütün kibarlar orada toplanıyorlarmış." "Önce kaputumun Petersburg modasına uygunluğu yanılttı onları, ama sonra alelade bir subay olduğıumu belirten apoletlerimi görünce tiksintiyle başlarını çevirdiler./ Mahalli yüksek memurların hanımları, yani bir bakıma kaplıcaların ev sahibeleri... onların el gözlükleri vardır". "Basbayağı züppe bunlar". "Birtakım yaralı subaylar". (Lermontov, s. 87-89)

"Bu kibirli asiller biz askerlere yamyamlara bakar gibi bakıyorlar." "Moskovalı züppelerden Rayeviç!" (Lermontov, s. 93)

"Kafkasyalı bir asker Moskovalı bir prensesi denetlemeye nasıl cesaret edebilirdi?" (Lermontov, s. 96)

"Kadınların hakkını vermeliyiz; ruh güzelliğini anlama güdüsü vardır onlarda." (Lermontov, s. 98)

"Romalı kahinler gibi kahkahaları koyverirdik". "... budalalar olmasaydı bu dünyanın yaşanacak hali kalmazdı." (Lermontov, s. 99)

"... bu güzel aldanışı..." (Lermontov, s. 101)

"Anlaşıldığına göre, Moskova'da genç kızlar bilime vermişler kendilerini... Erkeklerimiz... öyle kaba saba ki, onlarla oynaşmak akıllı bir kadın için katlanılmaz bir şey olsa gerek. Yaşlı prenses, delikanlılara pek düşkün; oysa genç prenses, bir çeşit küçümsemeyle bakıyor onlara. Moskova alışkanlığı! Moskova'da, yaşı kırkı bulmuş dahilerle görüşürler." (Lermontov, s. 102, 103)

"Durmadan konuşuyordum; anlattıklarım budalalığa varacak kadar zekiceydi... genç prenses, birkaç kere bana baktı; kayıtsız olmaya çalışırken sinirliliğini saklayamayan bakışlardı bunlar", "işler son derece yolunda gitti. Genç prenses, kelimenin tam anlamıyla, nefret ediyordu benden... En çok şaştığı da, benim... kendisiyle tanışmaya çalışmamasıymış", "karşılaştık; eşi bulunmaz bir Acem halısı için pazarlığa girişmişti... Kırk ruble fazla verip pazarlık dışı ettim onları; beni, derin bir öfkeyle yanan bakışıyla mükafatlandırdı. Öğleye doğru, Çerkes atımın bu halıyla örtülmesini ve onun penceresinin önünden geçirilmesini emrettim." "Her duygulu genç kızın gözünde, er kaputu bir kahraman haline sokar seni." "Ah kibir! Arkhimedes'in dünyayı yerinden oynatmada kullanmayı tasarladığı kaldıraçsın sen!" "Rus genç kızlarının çoğu platonik aşkla beslenirler, evlilikle birleştirmezler bu duyguyu: oysa platonik aşk, aşkların en tatsızıdır... Belki de suskunluğun, merakını uyandırıyordur; konuşman, asla doyurmamalıdır bu merakı; her an onu tedirgin etmelisin". "İçimden kahkahalarla gülüyordum." "Tutkun olduğu gün gibi ortada, her zamankinden daha kolay kanıyor... Zorla itiraf ettirmek istemiyorum, istiyorum ki kendisi sırdaş seçsin beni... Maşuk'un tepesi sönmüş bir meşale gibi tütüyordu." "İnsan sevinçlerini unutur da, acılarını asla unutmaz." "Hoşça vakit!.. bir tutkuyla sevmeye ihtiyaç duyduğu dönemi atlatmışım ben. Şimdilik, bütün isteğim sevilmek", "şimdiye kadar sevdiğim hiçbir kadının esiri olmadım; tersine, onların iradeleri ve kalpleri üstünde tartışılmaz bir egemenlik kazandım... Neden?.." "Evet, bir zamanlar iradesi çetin bir kadın sevmiş, asla altedememiştim onu. Düşman olarak ayrılmıştık". "Kazaklar... giyinişime bakınca beni Çerkes sanmışlardır... Bu soylu savaş giysisiyle... züppe oluyorum... Kafkas usulü ata binişimdeki ustalığı kabul etmek her şeyden fazla gururlandırır beni... Pyatigorsk'tan kaplıca sosyetesinin sık sık piknikler düzenlediği Alman köyüne giden yola vardım... her yanda mavi kütleler... erkeklerse, Çerkes üslubuyla kaba Rus biçiminin karışımından meydana gelen bir kıyafetle.../ Kaplıcalardaki bayanlar; Çerkeslerin güpegündüz saldırıya geçebileceklerine inanırlar hala", "bir nogay arabasının gıcırtısıyla içli bir Tatar şarkısı", "Gruşnitski, tam bir gölge gibi, genç prensesi her gittiği yerde izliyor; durmadan konuşuyorlar: bakalım ne zaman onu bezdirmeye başlayacak?", "konuşması, hiçbir zeka özentisi taşımadan zekiceydi... Dolambaçlı yollardan, kendisini çoktanberi beğendiğimi söyledim", "kayıtsız tavrımın genç prensesi sinirlendirdiğinin farkındaydım, öfkeyle yanan bakışlarından anlayabiliyordum bunu". "Siz erkekler bir bakışın, bir el sıkışın ne tatlar verdiğini bilmezsiniz". "Vera... Neden beni böylesine seviyor-gerçekten bilmiyorum; üstelik beni tamtamına, bütün aşağılık zaaflarımla, bütün kötü tutkularımla anlayan tek kadın o. Kötülük bu kadar çekici olabilir mi?" "Çoğu zaman kendi kendime sorarım, neden baştan çıkarmayı aklımdan bile geçirmediğim, evlenmeyi düşünmediğim bir genç kızın aşkını kazanmak için böylesine üsteliyorum? Neden bu kadınca cilveler?", "henüz günışığına çıkmamış bir ruha sahip çıkabilmek sınırsız bir sevinç verir kişiye!/ Yolu üstüne çıkan her şeyi yalayıp yutan bu doymaz bilmez iştahı duyuyorum. Başkalarının acılarıyla sevinçlerine ruhumu besleyen bir gıda olarak, kendimle ilgili olduğu sürece ilgi gösteriyorum... bence hırs, egemenlik isteğinden başka bir şey değildir... Başka birinin acılarının ya da sevinçlerinin kaynağı olmak... gururumuzu bundan çok besleyen bir şey düşünülebilir mi? Peki mutluluk ne? Doyma noktasına ulaşmış bir gurur... Kötülük, kötülüğe yol açıyor; ilk sızı, başkalarına acı çektirmenin zevki hakkında bir ipucu veriyor bize... fikirler organik yaratıklardır.../ Heyecanlar, evrimlerinin ilk dönemini yaşayan fikirlerden başka bir şey değildir... bütün hayatı boyunca onların etkisinde kalacağını sananlarsa bulalalardır. Durgun ırmakların çoğu gürül gürül akan bir çağlayan olarak başlar, ama hiçbiri coşup köpürerek denizlere ulaşamaz. Ama bu durgunluk, çoğu kere, gizli bir gücün belirtisidir... fırtınalar olmasaydı, güneşin sürekli sıcaklığı gücünü kuruturdu". "Yerli bilginlerin dediğine bakılırsa, "mağara", sönmüş bir yanardağ ağzından başka bir şey değilmiş", "hayat biliminde ustalık kazandım", "bana soğuk davrandığından ötürü kızıyor kendine... İlk zafer, asıl zafer bu işte!/ Yarın gönlümü almak isteyecek. Bunları ezbere biliyorum-işin can sıkıcı yanı da bu", "neden... umutlandırıyorsun onu?", "bayramlık kılığı, gururlu yürüyüşü beni kahkahalarla güldürebilirdi-eğer tasarılarıma uygun düşseydi tabii", "benim hayatta tek işim başkalarının umutlarını yıkmaktan ibaret mi?.. sanki kimse bensiz ölemezmiş ya da acı çekemezmiş gibi!", "bütün delikanlılar gibi o da yaşlı olmak iddiasında". (Lermontov, s. 104-117, 121, 124-139)

"Hıristiyan anlamında olmasa bile düşmanlarımı severim... kurnazlığın o karmaşık yüce dokusunu yerle bir etmek", "hastalar böledir işte, bilmedikleri yoktur." (Lermontov, s. 141, 143)

"Nazran'a boşuna Hayat Çeşmesi dememişler." (Lermontov, s. 144)

"Aşık mı oldum acaba?.. Öyle budala bir yapım var ki benden beklenir./... Erkeğini paylaştığı sandığı kadını çileden çıkarmak için nelere başvurmaz kadınlar? Hiç unutmam, bir keresinde, sırf başka bir kadına aşığım diye bir kadın aşık olmuştu bana. Kadınkafasından daha çelişkili bir şey yoktur; kadınları herhangi bir şeye inandırmak güçtür: onları öyle bir noktaya getirmelisiniz ki kendi kendilerini inandırsınlar", "aynı şairlerin Neron'u bile para uğruna yarı-tanrı katına çıkardıklarını unutarak", "Kadınlardan böylesine kinle bahsetmek, benim gibi gözü dünyada onlardan başka hiçbir şey görmeyen birine düşmezdi; ben onların uğruna iç rahatlığımı, amaçlarımı, hayatımı feda etmeye hazırdım", "onlardan duyduğun korkuyu yeneliberi, onların küçük zaaflarını anlayalıberi yüz kat daha çok seviyorum onları" "hastalıklı bir neşe... oysa kızı tam bir sinir buhranı geçiriyordu. Bütün gece uyumayacak, ağlayacak. Bu düşünce, sonsuz bir sevinç veriyor bana", kaledeki nöbetçilerle çevre kulelerdeki Kazaklar, birbirlerine uzun uzun sesleniyorlardı." (Lermontov, s. 146-150)

"Zehirli bir kinin bütün benliğimi doldurduğunu duyuyordum." (Lermontov, s. 152)

"Hırsızlar!.. Çerkesler!../... Kaleden dörtnala bir Kazak geldi. Herkes ayaklandı: çalılıklar arasında Çerkes aramaya başladılar-ve tabii tek Çerkese raslamadılar.../ Bu sabah, kaynakta, geceki Çerkes baskınından başka laf edilmiyordu. Nazran suyundan doktorun öğütlediği kadar içtikten... sonra... karşılaştım." "Gerçekten Çerkesler miymiş? dedi birisi", "birinin Ligovskiy'lerin oturduğu eve gizlice girdiğini söyledi", "Şu Moskovalı kızlar da az değillermiş!.. Herifi yakalamak istedik, ama elimizden kurtuldu". "Ama vicdanla gurur arasındaki çatışma uzun sürmedi." (Lermontov, s. 157-159)

"... altı adım aralıkla durup birbirinize ateş edeceksiniz. Bunu Gruşnitski istedi. Öldürülen, Çerkeslere bırakılacak", "neden yaşamışım sanki, ne amaçla dünyaya geldim?.. ruhumda sonsuz bir güç hissediyorum... Cellatın baltası gibi, çoğu kez kötü bir niyet gütmeden ama hiçbir zaman da pişmanlık duymadan mahkumun başına indim. Aşkım, hiç kimseye mutluluk getirmedi, çünkü sevdiklerim uğruna bir şeyi gözden çıkarmadım. Kendi adıma sevdim, kendi zevkim için; onların duygularını... iştahla tüketerek kalbimin garip bir ihtiyacını karşıladım-hiç doymak bilmedim.../ Belki yarın öleceğim!.. Dünyada beni tamtamına anlamış hiçbir yaratık kalmayacak... Yine de insan yaşıyor-merak yüzünden. Yeni bir şeyler bekleyip duruyor". "Nazran suyunun soğuk köpüklerine gömülürken gövdemin ve ruhumun yepyeni bir güçle dolduğunu duydum... diri çıktım sudan", "külot pantolanla bir Kafkas yeleği vardı; başına bir Çerkes kalpağı takmıştı." "Daha mavi, daha duru bir sabah düşünemiyorum." "Hayatın kasıtgası içinden birkaç fikirle çıktım ben-duygu aramayın. Uzun süredir kalbimle değil kafamla yaşıyorum zaten." (Lermontov, s. 162-167)

"Bugüne kadar hep o anda yüreğimde kabaran duygunun kesinlikle ne olduğunu çözmeye çalışmışımdır; bir yandan yaralanmış gururumun uyandırdığı öfkeyle karışık tiksinti duygusu, öte yandan o anda büyük bir güven ve son derece sakin bir saygısızlıkla yüzüme bakan şu adamın iki dakika önce, üstelik kendini hiç tehlikeye atmadan, beni bir köpek gibi öldüreceğini düşünmekten doğan öfke." "Ateş ettim./ Duman dağıldığında Gruşnitski yerinde değildi." (Lermontov, s. 173, 175)

"Hiç kimse senin gibi durmamacasına sevilmek isteyemez; kimsede kötülük bunca çekici değildir". (Lermontov, s. 177)

"Çerkes atıma atlayarak dört nala Pyatigorsk'a doğru yola çıktım." "Çerkes kaputum". "Gizli bir üzüntü kemiriyor onu". "Meri içeri girdi." "Prenses, dedim, sizinle alay ettiğimi biliyorsunuz, değil mi? Beni küçümsemeniz gerekir./ Hastalıklı bir kırmızılık sardı yanaklarını." "Oradan geçen bir Kazak eyeri çalmış olmalıydı." (Lermontov, s. 178-184)

"3/ KADERCİ" "İnsanın alınyazısının gökte yazıldığı konusundaki Müslüman inancının biz Hristiyanlar arasında da birçok taraftar bulduğu gerçeğini tartışıyorduk", "bir subay... Soyadından da anlaşıldığı gibi Sırp asıllıydı./ Üsteğmen Vuliç... Bunların hepsi, kaderin kendisine arkadaş olarak verdiği kişilerle hiçbir düşünceyi, hiçbir tutkuyu paylaşamayan özel bir yaratık havası veriyordu ona./... Kazak kızlarına ilgi göstermezdi.../ Sır olarak saklamadığı tek tutkusu vardı-kumar." "Vuliç, Çeçen kurşunlarına, kılıçlarına aldırmadan şanslı kumarbazı aramış. Sonunda, onu, düşmanı ormandan püskürtmekte olan avcı hattında görmüş:/ "Yedili kazandı!" diye haykırmış, yanına giderek ona cüzdanına uzatmış... Bu tatsız ödevi yerine getirdikten sonra peşine askerleri de takarak ileri atılmış ve harekatın sonuna kadar serinkanlılığından bir şey kaybetmeden Çeçenleri ateş yağmuruna tutmuş". "... yüzünde ölümün izlerini görebiliyordum. Sık sık raslamışımdır... bir-iki saat içinde ölecek birinin yüzü, genellikle, kaçınılmaz yazgısının garip izlerini taşır". "... iki Kazak koşarak geliyordu... domuz kovalayan sarhoş bir Kazağa raslayıp raslamadığımı sordu.../ -Serseri! diye kaykırdı ikinci Kazak... peşinden gidelim Yeremiç; onu bağlamak gerek, yoksa..." "Yaşlı bir Kazak çavuşunun evinde oturuyordum... genç ve güzel kızı Nastya yüzünden de sevdiğim bir adamdı bu." "Vuliç öldürülmüş." "Vuliç tek başına, karanlık bir yolda gidiyormuş. Domuzu biçen sarhoş Kazak karşısına çıkmış... Kazak... kılcını savurmuş, omuzundan ta kalbine kadar yarmış Vuliç'i. Benim karşıma çıkan, kaatili aradıklarını söyleyen Kazaklar yetişmişler... zavallının kaderini bilmişim; sezgim yanıltmamıştı beni, değişik bir anlam taşıyan yüzünden sonunun geldiğini okumuştum./ Kaatil, köyün dışındaki boş bir kulübede saklanmıştı", "suçluyu yakalamak şarttı... kimse ilk atılımı yapmaya cesaret edemiyordu", "yaşlı bir Kazak yüzbaşı... seslendi", "Teslim olmaktan başka çaren yok", "Tanrı'dan kork! Dinsiz bir Çeçen değil, namuslu bir Hristiyansın sen, iyi düşün. Günaha girdinse yapacak bir şey yok; kaderin dediği olur", "içeri daldım... kaatil yakalanmış". "Bütün bunlardan sonra kaderci olunmaz mı?.. Üstelik sık sık duyularımızın aldanışını, mantığımızın yanlışını inanç sanmaz mıyız? Ben şüpheci olmayı severim". "Asya tabancaları, horozları iyi yağlanmadığı, yahut parmakla kuvvetlice bastırılmadığı takdirde, ateş almaz... ben Çerkes tüfeklerini pek sevmem... Ama kılıçlarına diyecek yok doğrusu!" (Lermontov, s. 185-197)

*

17.4.2025

***



12 Nisan 2025 Cumartesi

İKİ KİTAP, BİR BAKIŞ

 ***

HERODOT TARİHİ

Türkçeye Çeviren: Perihan Kuturman, Birinci baskı: Nisan-1973, Hürriyet Yayınları, İstanbul

Önsöz: Halikarnas Balıkçısı

*

TAHT OYUNLARI

George R. R. Martin, Çeviri: Sibel Alaş, 3. Baskı, Ağustos 2011, Epsilon Yayıncılık, İstanbul

***

İkisi de yaşamı anlatıyor.

Arada yaklaşık 2400 yıl var!

İlki antik çağ gerçeğinin bir hikayesi, ikincisi ise 2000'ler civarlarındaki bir kurgu.

Sanki ilkinde anlatılan gerçek yaşam ikincisindeki kurguya  ilham vermiş gibi!

Neredeyse öz aynı!

Yaşamın özü bu kadar uzun sürede bu denli mi aynı kalır?

*

Öğretici.

*

12.4.2025

***



HERODOT TARİHİ

Türkçeye Çeviren: Perihan Kuturman, Birinci baskı: Nisan-1973, Hürriyet Yayınları, İstanbul

Önsöz: Halikarnas Balıkçısı


"Herodotos'un yapıtı dünyanın ilk düzyazısıdır." (Herodotos-Önsöz, s. 11)

Yazarın yaşadığı dönemin dünyası deyim yerindeyse merkezinde Anadolu'nun bulunduğu fazla büyük olmayan bir dairenin kapsadığı alanlardan oluşuyor!

O dönemde bu dünya coğrafyasının birçok bölgesini gezmiş olan yazar esas olarak MÖ 4. yüzyılda gerçekleşen Pers-Helen savaşını anlatıyor. 

Ayrıca dönemin Adadolusu ile yakın bölgelerdeki çeşitli halklar ve olaylar konusunda bilgiler veriyor. 

Kısacası antik dünya hakkında çok önemli bilgiler aktarıyor.

*

Kitaptan bazı notlar şöyle:

"Halbuki gün ışığından birden gece karanlığına geçiş olayı, Miletoslu Thales tarafından... saptanmıştı." (Herodotos, s. 36)

"Lydia'da işçi sınıfının kızlarının hepsi orospuluk yaparak çeyiz düzerler". (Herodotos, s. 43)

"İskitler, Kimmer'leri Avrupadan kovup peşlerinden Asya'ya girmişlerdi... Kafkasları sağlarına alarak, daha uzun süren yukarı kuzey yolunu izlemişlerdi... Med'ler yenilmiş ve Asya'nın egemenliği İskitlerin eline geçmişti./ İskitler bundan sonra dikkatlerini Mısır'a yönelttiler. Filistin'de Mısır Kralı... yalvarıp yakararak ve rüşvet vererek daha fazla ilerlemelerini önledi... Askalon'daki tapınağı soyan İskitleri Tanrıça Afrodit, "Kadın Hastalığı" denen bir hastalıkla cezalandırdı... Bu hastalığa tutulanları İskitler "Enari" diye isimlendirmişlerdir./ İskitlerin Asya'da yirmi sekiz yıl süren egemenlikleri sırasında şiddet hareketleri ve kanuna karşı saygısızlık sonucu anarşik bir ortam doğdu... tüm ülkeyi soydular... Sonunda bir gün Kiyaksar ve Med'ler, bunların önemli kişilerden kurulu bir grubunu ziyafete davet ettiler ve sarhoş ederek öldürdüler. Böylelikle de eski kudret ve egemenliklerini kazandılar. Nineve'yi aldılar... Asur'luları egemenlikleri altına aldılar." (Herodotos, s. 46)

"Media... düz bir ülkeydi." (Herodotos, s. 47)

"Kiros, Astiyag'ın sarayından Kambiz'in sarayına gitti ve annesi ile babası tarafından karşılandı." (Herodotos, s. 51)

"Med'lerin uyruğu olarak yaşamaktan bıkmış olan Pers'ler sonunda bir lider bulmuşlardı." (Herodotos, s. 52)

"Pers'lerin dinleri, Yunanlıların aksine, tanrıları insan özelliklerine sahip varlıklar olarak kabul etmez. Onların din anlayışında Zeus göklerin tümüdür", "kurban keserken... etrafa yiyecek serpmek gibi töreler yoktur." (Herodotos, s. 53)

"Pers'ler... Kendilerini üstün ulus sayarlar.../ Hiç bir ırk Persler kadar yabancı yöntemleri ve töreleri kolaylıkla benimsememiştir... hoşlarına giden şeyleri öğrendikçe çekinmeden dener ve benimserlerdi. Bunlar arasında en önemlisi Yunanlılardan öğrendikleri oğlanlara düşkünlüktür." (Herodotos, s. 54)

"Asyada yaşayanların saf kan İonyalı olduklarını söylemek gülünç olur." (Herodotos, s. 56)

"İonya'lılar arasında Foça ile Teos halkı esir olmaktansa, gönüllü olarak sürgüne gitmeyi seçen insanlardır." (Herodotos, s. 61)

"Kraliçe Nitokris, Semiramis'ten çok daha akıllı bir kadındı... Örneğin, Babylon'dan geçmekte olan Fırat'ın yatağını değiştirmiştir." (Herodotos, s. 65)

"Pers kralı savaşa gittiği zaman... suyu bile Sus'tan geçen Khoaspes nehrinden getirilirdi. Pers kralları başka hiç bir nehrin suyunu içmezlerdi." (Herodotos, s. 66, 67)

"Asurlular" "çok utanç verici bir geleneğe daha sahiptirler. Yerli halktan olan her kadın hayatında bie kere Afrodit tapınağına gider ve orada rastladığı ilk yabancıya kendini verir." "Asur'un fethinden sonra, Kiros'un en büyük arzusu... Massagetai'yi ele geçirmekti. Bu insanlar nüfuslarının çokluğu ve savaşçılıklarıyla ün yapmışlardı. Bazıları onların İskitlerden olduklarını söylerler.../ Kiros'un üç yüz kanala böldüğü Diyale gibi Aras da Matieni ülkesinden çıkar. Bu nehrin kırk ağzı vardır ve bunlardan bir tanesi... sazlığa akar. Geri kalan ağızları da Hazer Denizine dökülür... Hazer'in batı tarafından dağ silsilelerinin en uızun ve yükseği olan Kafkaslar uzanır. Bu bölgede çoğu ormanlarda yaşayan pek çok vahşi kabile vardır. Onların, burada yetişen bir ağacın yapraklarını su ile karıştırarak boya yaptıklarını ve onunla kumaşlar üzerine şekiller çizdiklerini ve boyanın elbise eskiyene kadar çıkmadığını, solmadığını, adeta kumaşla birlikte dokunmuş hissini verdiğini işittim. Bu insanlar, hayvanlar gibi açıkta ve herkesin önünde cinsel ilişkide bulunurlar./ Hazer Denizi, batıda Kafkas dağlariyle çevrilidir. Doğuda ise uzanan düz topraklar göz alabildiğine kadar uzanır, sonra da ufukta kaybolur. Bu toprakların büyük bir kısmı Kiros'un saldırmak istediği Massagetai'lerin ülkesidir." "O zamana kadar Kiros'un saldırısından kurtulan ulus yoktu./ Tam o sırada kocasının ölümü üzerine Tomris tahta geçerek Massagetai'nin kraliçesi olmuştu. Kiros, kraliçeye haber yollayarak kendisiyle evlenmek istediğini bildirdi. Kraliçe... red cevabı verdi... Kiros, kaba kuvvet kullanmaya karar verdi." "Kraliçe, Kiros'un teklifine aldırmadığını öğrenince... savaşa girdi. Bu savaş, kanıma göre, iki yabancı ulus arasında o güne kadar yapılmış savaşların en şiddetlis olmuştur... Sonunda Massaget'ler ağır basarak Pers ordusunu yk ettiler. Kiros da bu sırada öldürüldü." "Massaget'ler İskit'lere benzerler... Ülkelerinde bulunmadığı için gümüş ve demir kullanmayı bilmezler. Buna karşılık bol miktarda altın ve tunç üretirler. Her erkeğin bir tek karısı vardır, fakat bütün kadınları ortaklaşa kullanırlar... Bir erkek bir kadını isterse, yapacağı tek şey yay torbasını kadının arabasına asmaktan ibarettir. Sonra da istediği gibi kadını alıp zevkini çıkarır. İnsanların ne zaman öleceklerine kendileri karar verirler. Bir insan ihtiyarlayınca akrabaları birleşerek bir ziyafet verir, sonra da diğer hayvanlarla birlikte ihtiyarı kurban ederek etini pişirip yerler. Bunun ölümlerin en iyisi olduğunu kabul ederler. Hastalıktan ölenleri eti yenmez, gömülür. Uzun bir ömür geçirmeden ve kurban edilerek öldürülmeyen insana talihsiz gözüyle bakarlar. Tarım yapmazlar, et ile Aras nehrinde bol bulunan balık yerler, süt içerler. Taptıkları tek tanrı güneştir ve ona at kurban ederler." (Herodotos, s. 69-74)

"İKİNCİ KİTAP" (Herodotos, s. 75)

"Kiros ölünce tahta oğlu Kambiz geçti." "Mısır'a karşı savaşa hazırlandı./... Mısır'lılar iddialarından vazgeçerek, Phrygia'lıların kendilerinden daha eski bir ırk olduğunu kabul ettiler... Kanıma göre, ayların bölünmesini Yunanlılardan çok daha iyi hesaplamışlardır." (Herodotos, s. 77)

"Nil de yazın diğer nehirler gibi güneşin etkisinde kalır ama kışın bütün dünyada bunu hisseden tek nehir Nil'dir... Güneş, yolu üzerinde ne varsa hepsini kurutup kavurmaktadır; bundan dolayı Libya'nın yukarı bölümü her zaman yazdır." (Herodotos, s. 82)

"Mısır'lılar... erkekler evde oturup kumaş dokurken, kadınlar pazara gidiyor ve ticaret yapıyorlar." (Herodotos, s. 85)

"Mısır... bu eyalette... erkek bir keçi, herkesin önünde bir kadınla çiftleşmişti./ Domuzların pis oldukları kabul edilir." "Aşağı yukarı bütün tanrı isimleri Yunanistan'a Mısır'dan gelmiştir... diğer tanrıları da Libya'lılardan almışlar." "Sertleşmiş cinsiyet organı ile Hermes'in heykelini yapmak bir Yunan töresi değildi. Atina'lılar bunu Pelasg'lılardan almış". "Pelasg'lar... Tanrılara "düzenleyici" anlamına gelen "Theoi" derlerdi." "Homeros ve Hesiodos gibi dört yüz yıl önce yaşamış şairler, eserlerinde bize tanrıları, unvanlarını, gördükleri işleri, güçlerini ve yetkilerini anlatmışlardı." (Herodotos, s. 88-90)

"Mısırlıların, Libyalılardan sonra dünyanın en sağlıklı insanları oldukları bir gerçektir." (Herodotos, s. 94)

"Paris, Helena'yı Isparta'dan kaçırıp yurduna götürürken, Ege Denizinin bir yerinde fırtınaya tutuluyor, gemisi Mısır'a doğru sürükleniyor." "Thonis emre uyarak Paris'i tutukladı." "Homeros'un hikayeyi bildiğini zannediyorum. Yazdığı destanda... uygunsuz görerek reddetmekle beraber bunu bildiğine dair bazı işaretler bırakmıştır. Örneğin, İlyada'da daa Paris'in dolaşmasını anlatırken... Helena'yı, Fenike'nin Sidon şehrien götürdüğünü söylüyor." "Homeros bu pasajda Paris'in Mısıra gitmek zorunda kaldığını açıkça belirtiyor." "Helena gerçekten Troya'da olsaydı, Paris istesin istemesin, Yunanlılara teslim edilirdi." (Herodotos, s. 101-103)

"Amasis'in devri Mısır'da görülmemiş bir bolluk çağıydı." "Amasis Yunanlı eşinin kendini büyülediğini ve bunun sonucu olarak kötü bir şekilde öldürüleceğini söyledi. Ladike bu suçlamayı reddetti, fakat tüm çabaları boşuna gitti. Amasis... zamanla da karısını çok sevdi." "Amasis aynı zamanda Kıbrıs'ı alan ve adayı haraç ödemeye zorlayan ilk kraldır." (Herodotos, s. 119, 120)

"ÜÇÜNCÜ KİTAP" (Herodotos, s. 121)

"Kiros'un oğlu Kambiz... Mısır'a saldırıya hazırlanırken, bu ülkenin tahtında Amasis oturuyordu." (Herodotos, s. 123)

"Habeşlerin, dünyanın en uzun boylu ve yakışıklı insanları oldukları söylenir." "Kambiz... Habeşistana saldırmak için yürüyüşe geçti... erzak bitti." (Herodotos, s. 128, 129 ve ayrıca 151)

"Kambiz... kendisiyle birlikte Mısır'a gemiş olan kız kardeşini öldürttü. Bu kadın... öz kardeşi, üstelik de karısıydı. O zamana kadar Persia'da öz kardeşler arasında evlenme görülmemiş bir şeydi... Kraliyet yargıçlarını çağırarak... kız kardeşiyle evlenmesi... sordu. Krallık yargıçları özel surette seçilen ve herhangi bir hata yapmadıkça hayat boyu yargıçlıkta kalan kimselerdi... Kambiz bu soruyu sorunca, öyle bir cevap verdiler ki, ne bu gerçeğe aykırı düştü, ne de kellelerini tehlikeye koydu... Kambiz... evlendi." (Herodotos, s. 130)

"Pers takviminde... o gün "Magi Öldürme Günü" diye bilinir." "İlk konuşan Otan'dı ve Persia'da demokratik bir devletin kurulmasını istedi." (Herodotos, s. 144) 

"Aralarında kralı seçmek için atlarına binip şehrin dışına gitmeyi ve gün doğduktan sonra kimin atı kişnerse onun tahta geçmesini kabul ettiler./ Darius'un Oebar isminde kurnaz bir seyisi vardı." "Darius'un seçilmesi kesinleşti." "Darius, ülkesini yirmi eyalete ayırarak bunlara satraplık ismini verdi." (Herodotos, s. 146, 147)

"Kolkhia'lılar ile Kafkasya'ya kadar uzanan saha içindeki komşu kabileler de gönüllü olarak bazı şeyler hediye ederlerdi. Kafkaslar, İmparatorluğun kuzey sınırını teşkil ederdi ve bunun kuzeyindeki bölgeler Pers'lerin nüfuz sahası dışındaydı." "Asyalı milletlerin en doğusunda Hintliler yaşar... Başka bir kabile... Padei diye bilinen bu insanlar... içlerinden biri hastalanınca, hastalık etini bozmadan, hasta en yakın arkadaşi tarafından öldürülüp yenir... İçlerinden biri hastalanmadan ihtiyarlarsa kurban edilip yine eti yenir." (Herodotos, s. 149)

"İkincisi, tüm çabalarıma rağmen Avrupa'nın ilerisinde kuzeyinde veya batısında bir denizin var olup olmadığını kimseden öğrenemedim." (Herodotos, s. 152)

"Türk lirası". (Herodotos, s. 156)

"Babylon ikinci defa ele geçirildi ve Darius... şehrin birinci fatihi olan Kiros'un aksine şehrin savunma tesislerini yıktı... seçkin şehirlilerden üç binini kazığa geçirdi." (Herodotos, s. 163)

"DÖRDÜNCÜ KİTAP" (Herodotos, s. 165)

"Darius, Babylon'dan sonra, İskitlerin ülkesini de almak için harekete geçti. İskitler bir süre önce Media'ya saldırarark bu ülkeyi ele geçirmişlerdi.../ İskitler esirlerin gözlerini kör ederler." "İskitler tüm milletlerin en genci olduklarını söylerler." "Genel olarak Skoloti diye adlandırılan bu millete Yunanlılar İskit ismini vermişlerdir." "Herakles'in oğlu Skythes, İskit krallık ailesini kurmuş." "Kimmer'lerin Asya'ya İskit'lerden kaçarak geldiği bellidir. Şimdi Yunan şehri olan Sinop'un bulunduğu yarımada üzerine yerleşmişlerdi. Kimmer'leri izleyen İskit'lerin Media topraklarına girmeleri... yanlış bir yoldan gitmiş olmalarıdır. Kimmer'ler sahil yolunu izlerken İskit'ler Kafkasları sağlarına alarak iç yoldan geçmişler ve sonunda kendilerini Media'da bulmuşlardı." "Don'u geçtikten sonra, İskitlerin ülkesi geride kalır." "İskitler işlerini yedi dil konuşan tercümanlar aracılığiyle görmektedir." "Karadenize kadar kuzeye uzanan topraklar da Kolkhis'lilerin ülkesidir." (Herodotos, s. 167-173)

"Darius'un savaş alanı, İskitler'i bunun dışında bırakırsak, en kaba ve uygarlıktan tamamen uzak ulusların yaşadığı Karadeniz'in etrafını kaplamaktadır... İskitler'in öyle bir yaşam biçimleri vardır ki... ülkelerine saldıran düşman kim olursa olsun yok olmaktan kurtulamaz... İskit'ler gibi... evleri her gittikleri yerlere götürdükleri arabalardan ibaret olan... bir başka ulus daha olamaz." "İskitler'in taptıkları tanrılar Hestia... Zeus ve dünya'dır." "İskit.../ Ares şerefine yapılan törenler değişiktir... Her yüz esir arasından bir kişi seçilir, başına şarap dökülür, sonra boğazı kesilerek kanları bir kaba akıtılır... öldürülen esirlerin sağ elleri ve kolları kesilerek havaya atılır.../ İskitlerin savaş törelerine gelince, her İskit savaşta öldürdüğü ilk dğşmanının kanını içer. Savaş meydanında öldürüşen düşman askerlerinin tümünün başı kesilerek krala sunulur... Baş göstermeyen yağmadan pay alamaz... İnsan derisinin beyaz ve dayanıklı olduğunu keşfettikleri için, düşman ölülerinin sağ kollarının derisini yüzüp onu ok torbası olarak kullanırlar." "İskitler'de pek çok falcı vardır... Falcılar özel şekilde cezalandırılır. Öküzlerin çektiği bir arabaya çalılar doldurulur. Suçlular elleri ayakları bağlanarak çalıların arasına atılır ve çalılar ateşlenir. Ateşten ürken öküzler koşmaya başlar. Sonunda falcılarla öküzler yanar... Kral birine ölüm cezası verince, suçlunun oğulları da babalarıyla beraber öldürülür. Kadınlar zararsız oldukları içn kendi hallerine bırakılırlar." "Kral ölünce... Mezarın her iki tarafına boğarak öldürdükleri kralın akrabalarıyle hizmetçileri gömülür... Kralın geri kalan en iyi adamlarından ellisini alıp boğarlar, içlerini çıkardıktan sonra saman tozu doldurup dikerler... Kralın atlarından ellisine de aynı işlem uygulanır... Atların kuyruğundan boynuna kalın kazıklar geçirirler... İnsanlara da aynı işlem yapılır; boyunlarına kadar bel kemiklerine paralel olarak kazık geçirilir ve her iki taraftan dışarda kalan uçları atlara geçirilen kazıklara bağlanır. Böylece her at bir uşağı taşır... olduğu gibi bırakıp giderler." (Herodotos, s. 175-180)

"Trakya, Karadeniz'e doğru iner ve onun önünde... İskitler'in ülkesi uzanır... Tuna'dan başlamak üzere İskit sahilleri hakkında bilgi vereceğim... dört köşe ülkenin iki kenarının uzunluğu 800 kilometredir." (Herodotos, s. 186)

"Erkekler kadın dilini öğrenemediler, fakat Amazon'lar İskit dilini öğrendiler." (Herodotos, s. 188)

"Ben, zırhın da, miğferin de Yunanlılara, Mısır'dan geçtiğine inanıyorum." (Herodotos, s. 202)

"Libya'da... Yerliler, Libya'lılarla Habeş'lerdir; dışarıdan gelmiş olanlar da Fenikeli'lerle Yunanlılardır." (Herodotos, s. 205)

"Arkesilaus'un ölümünden sorumlu olanlar, Pers'ler tarafından Pheretima'ya teslim edildi. O da hepsini şehrin etrafına diktirdiği kazıklara geçirdi. Karılarının göğüslerini kestirerek onları da aynı kazıkların üstüne dikti." (Herodotos, s. 206)

"BEŞİNCİ KİTAP" (Herodotos, s. 209)

"Darius'un... Avrupa'da bıraktığı Pers'ler... Çanakkale Boğazı civarındaki Yunan'lılara karşı düşmanca davranışlara giriştiler." (Herodotos, s. 211)

"Otan'ın babası Sisamnes'i Kambiz öldürtmüştü. Kraliyet hakimi olan Sisamnes rüşvet aldığı ve adaleti yanılttığı için Kambiz tarafından derisi yüzülüp uzun şeritler halinde kesilerek mahkemede oturduğu hakimlik koltuğunun üzerine kaplanmıştı. Kambiz, ondan sonra aynı yere oğlunu atamış ve hükmünü verirken oturduğu koltuğun neden yapıldığını unutmamasını söylemişti." (Herodotos, s. 215)

"O sırada Naksos, Ege'nin en zengin adasıydı. Miletos ise zenginliğin doruğuna ulaşmış İonya'nın en gözde şehriydi." (Herodotos, s. 216)

"Kadmos'la gelen Fenike'liler, Yunanistan'a yerleştikten sonra o zamana kadar Yunan'lıların bilmediği, başta en önemlisi yazı sanatı olmak üzere bir çok buluşları da bu ülkeye sokmuşlardı." (Herodotos, s. 223)

"Atina gittikçe kuvvetlendi ve özgürlüğün sadece bir değil, çok yönlü soylu bir şey olduğunu ispat etti." (Herodotos, s. 228)

"Karia'lılar daha kalabalık bir ordu olan Pers'ler karşısında yenildiler." (Herodotos, s. 239)

"ALTINCI KİTAP" (Herodotos, s. 241)

"Milatos kralı Histiaeus Sardes'e gitti... İonya ihtilalinin sebebinin ne olduğunu sordu." "Pers'lerin yanında deniz kuvvetlerine katılanlar arasında bu işi adamakıllı benimsemiş olan Fenike'lilerin yanı sıra... Kıbrıs, Kilikya ve Mısır gemileri de vardı." "İonya filosu geldi... 80 gemi ile Miletos'lular... 80 gemi ile Midilli'liler ve... 60 gemi ile Sisam'lılar sıralandılar. Böylece Pers'lilerin 600 gemisine karşı İonya'nın gemisinin toplamı 353 tane... idi." (Herodotos, s. 243, 244)

"Darius.../ Donanma... bir kuzey rüzgarına yakalandılar. Gemilerin çoğu Athos sahiline çarpıp parçalandı. Söylendiğine göre, üç yüz gemi battı ve yirmi bin insan öldü. Athos civarındaki deniz, insan yiyen canavarlarla dolu olduğu için kayalara çarpıp parçalanmayan denizcileri de bunlar yedi. Bazıları yüzme bilmediği için boğuldu, bazıları da soğuktan öldüler." (Herodotos, s. 252)

"Argeia... iki çocuk doğurdu." "Kardeş olmalarına rağmen yaşadıkları sürece birbirleriyle kavga ettikleri söyleniyor. Böylece bunların çocukları da aile kavgasını sürdürdüler." (Herodotos, s. 253)

"Isparta kralları... yüz kişilik bir muhafız gücüne sahiptir... Kurban edilen hayvanların derileriyle sırt etleri krala verilir... her yemekten krala başkalarının iki misli fazla verilir." (Herodotos, s. 254)

"Isparta'lılar Kleomenes'i... tekrar tahta geçirdiler. Kleomenes başından beri kafadan sakattı... önüne gelene kıçını göstermeye başladı... akrabaları... bir yere kapattılar." "Isparta'lılara göre, Kleomenes, İskit'lerle kurduğu ilişkiler sonunda şarabı susuz içmeye alışmış ve içki yüzünden çıldırmıştı. Ülkelerini istila ettiği için Darius'tan intikam almak isteyen İskitler, Isparta ile birleşerek Darius'a saldırmayı teklif etmişlerdi... sert bir içki içmek isterlerse buna "İskit ululü" demeyi adet haline getirmişlerdir." (Herodotos, s. 258, 260) 

"Atina'lılar koşar adım saldırıda bulunan Pers'lere ve Pers'lerin elbiselerine gözlerini kırpmadan cesaretle bakan ilk Yunanlılardır. O güne kadar Yunanlılar Pers sözünü duyunca dehşet içinde kalırlardı." "Marathon savaşında 6.400 Pers öldürüldü. Atina'lıların kayıpları ise 192 kişiydi." (Herodotos, s. 267, 268)

"Arderikka isimli bir yerde... bir kuyudan zift, tuz ve yağ gibi üç ayrı madde çıkmaktadır... Tulumu kuyuya daldırıp maddeyi çekerler... sıvı üç ayrı maddeye ayrılır. Zift ile tuz hemen katılaşır. Pers'ler yağ için rhadinake sözcüğünü kullanırlar." (Herodotos, s. 269)

"O zamanlar ne Atina'lıların, ne de başka bir kimsenin ev işlerini gören köleleri olduğu için, her evin kızı su almaya giderdi... Pelasg'lar... onlara tecavüz ederdi." (Herodotos, s. 273)

"YEDİNCİ KİTAP" (Herodotos, s. 275)

"Darius, Mısır ayaklanmasını ve oğulları arasındaki kavgayı izleyen yıl -otuz altı yıl, toplam altmış üç yıl- krallık yaptıktan sonra öldü. Böylece ne kendisine karşı ayaklanan Mısır'lı uyruklarını, ne de Yunan'lıları cezalandırma fırstını bulabildi. Ölümünden sonra tahta oğlu Kserkses geçti." (Herodotos, s. 277)

"Kserkses... "... Biz saldırmazsak, Atina'lılar bize saldıracak, bunu iyi biliyorum..." dedi." (Herodotos, s. 282)

"Kserkses, Sardes'ten, Atina ve Isparta dışında, bütün Yunan şehirlerine, baş eğme alametlerini yollamaları ve kendini karşılayıp eğlendirmeleri için haberciler yolladı." "Yunanlılar Sestos'un Pers valisi Artayktes'i diri diiri bir kalasa çivilediler." "Kserkses adamlarına Pythius'un büyük oğlunu bulmalarını ve delikanlıyı iki parçaya ayırarak, parçaları yolun iki tarafına koymalarını ve ordunun onların arasından geçmesini emretti. Bu emir derhal yerine getirildi." "Kserkses... Bu sırada canı birden bir kürek yarışı seyretmek istedi. Karşılaşma yapıldı ve yarışmayı Sidon'lu bir Fenikeli kazandı." (Herodotos, s. 288, 289) 

"Kserkses, Doriskos'ta birliklerini denetleyip sayıyordu... deniz kuvvetleri dışında birliklerin tümünün sayısı 1.700.000 kişiydi... ordu uluslara göre tümenlere ayrıldı./ Ordu aşağıda isimlerini vereceğim birliklerden kuruluydu. İlkin Pers'ler geliyordu", "Med birliği.../ Kissia'lılar... Asurlar.../ Baktria birlikleri... Aslen İskit olan Saka'lar (Sakai).../ Hintliler... Aria'lılar... Khorasmia birlikler... Sogdia kuvvetleri... Gandaria ve Dadikai kuvvetleri... Bundan sonra Kafkaslılar ve Sarangia'lılar geliyordu... Utia'lılarla Myki'ler... Paktyan.../ Arablar zeira... giymişlerdi... Habeşler... altı ayak uzunluğunda yaylar taşıyorlardı.../ Doğulu Habeşler.../ Libya'lıların elbiseleri deridendi... Ligyan'lar, Matieni'ler, Mariandynia'lılar ve Suriye'liler (ya da Pers'lerin isimlendirdiği gibi Kappadokia'lılar).../ Phrygia'lılar... Asya'ya göç edince isimlerini de değiştirmişlerdi.../ Lydia'lıların silahları tamamıyle Yunan'lılarınkine benziyordu... Mysia'lılar... tahta ciritlerle silahlanmışlardı.../ Trakyalı birlikler... Asya'ya göç ettikten sonra Bithynia'lılar diye biliniyorlardı.../ Pisidia'lılar.../ Kabalia'lılar... Milya'lılar.../ Moskhia'lılar... Kolkhia'lılar... Alarodia'lılarla Saspir'ler.../... piyade kuvvetleri bu saydığım ulusların verdiği birliklerden kuruluydu", "seçkin bir Pers birliği olan... On Binler kuvvetlerini hep ayni seviyede tuttukları için Ölümsüzler diye bilinirlerdi.../ Ordudaki birlikler arasında Pers'ler, sadece en iyisi değil ayrıca en üstün şekilde donatılmış olan kuvvetlerdi", "süvari... Pers... Sagartia'lılar denen göçebe bir kabile 8.000 kişilik bir süvari birliği vermişti... Üçüncü olarak Med'ler ve Kissia'lılar geliyordu... Hint... Baktaria'lılarla Kafkas süvarileri... Libya... Parikania süvarisi... Sekizinci ve sonuncu süvari birliği de Araplarındı. Yalnız bunlar hızı attan geri kalmayan develere binmişlerdi./ Yukarıda isimlerini verdiğim uluslar süvari birlikleri vermişlerdi... 80.000 kişiydi." "Donanma taşıt gemileri dışında üç sıra kürekli 1207 kadırgadan kuruluydu. Bu donanmayı aşağıda isimlerini vereceğim uluslar vermişlerdi:/... Fenike'liler, Filistin'li Suriye'lilerle beraber 300 gemi vermişlerdi.../ Mısır'lılar 200 gemi.../ Kıbrıs'lılar 150 parça gemi.../ Kilikya 100 gemi.../ Pamhylia 30 gemi.../ Lykia 50 gemi.../ Asya'lı Dorlar 30 gemi.../ Karia'lılar 70 gemi... İonya'lılar 100 gemi.../ Yunan silahlarını taşıyan adalılar da 17 gemi.../ Aiolia'lılar... 60 gemi.../ Hellespontos ve Bosporos'taki şehirler... 100 gemi verdiler.../ Gemiler mürettebattan ayrı olarak asker de taşıyordu. Bu askerler daima Pers, Med ve Saka'lardı." "Benim için en garip ve ilginç olay bir kadının Yunan'lılara karşı yapılan savaşa katılmasıdır... Artemisia... donanmasının başında savaşa katıldı... Halikarnassos'lu Ligdamis'in kızıydı. Anası tarafından Girit'liydi." "Kserkses... Ordu gibi donanmayı da denetledi." (Herodotos, s. 293-298)

"Isparta'lılara gelince, tek başlarına herhangi bir kimse gibi iyi dövüşürler, fakat toplu olarak bir arada savaştıkları zaman, dünyanın en iyi askerleridir... Onların da bir efendileri vardır. Bu efendi, uyruklarınızın sizden korktuğundan çok daha fazla korktukları yasadır... Ispartalı cesaretle savaşır; ya ölür, ya kazanır." (Herodotos, s. 300)

"Doriskos'tan Yunanistan'a olan yürüyüşte, Kserkses, yolundaki bütün ulusları hizmetine soktu." "İnsanları diri diri gömmek Pers'lerin töresidir." (Herodotos, s. 301)

"Artakhaies hastalanarak öldü. Akhamenid ailesinden... 2 metre 76 santimi geçen boyuyla Persia'nın en boylu insanıydı". (Herodotos, s. 302)

"Pers kralını Tanrı'dan sonra püskürten Atina'lılardır." (Herodotos, s. 306)

"Syrakusa, taze bir ağaç dalı gibi dallanıp budaklandı. Gelo buraya, yerle bir ettiği Kamarina halkını getirip tümüne vatandaşlık hakkı tanıdı". "Yunanistan elçileri Syrakusa'ya varınca Gelo ile görüşme imkanı sağladılar ve ona: "Biz Ispartalı'lar, Atina'lılar... sizden yardım istemek için gönderildik..." dediler./ Gelo bu konuşmaya öfkeden kudurmuş halde cavep verdi... "Ne yüzle buraya gelip... benden yardım istiyorsunuz?.." dedi." "Gelo, Yunanistan'ın Pers istilasına dayanamayacağından korkuyordu" (Herodotos, s. 311-313)

"Yunan elçileri yardım isteğiyle Girit'e gidince, Girit'liler Delphoi'ye haber yollayarak... sordular... Orakl'ın cevabı Delphoi'den gelince ittifaka yardım etmekten kaçındılar." "Teselyalılar ise mecbur kalana kadar Persia'ya boyun eğmemişlerdi", "yardımsız ve tek başlarına kalınca... Kserkses'e yardım ettiler./ Yunanlılar... düşmanla savaşa girişecekleri yer üzerinde tartıştılar... Thermopylai geçidini seçtiler." (Herodotos, s. 315, 316)

"Pers'ler... 1207 parça gemileri vardı... gemilerinin tümündeki asker sayısı 241.400 kişiydi... ek olarak... 36.210 kişi... 240.000 kişi... Kserkses'in Asya'dan getirdiği donanmada 517.610 kişi bulunuyordu./ Orduya gelince, piyade kuvvetleri 1.700.000, süvari kuvvetleri de 80.000 kişiden kuruluydu. Bunlara eklenmiş Arap deve birlikleri ile Libya'nın savaş arabaları vardı. Tümünün sayısı 20.000 civarındaydı... uşaklar ve levazım birlikleri dahil olmak üzere 2.317.610 kişiydi... Avrupada geçtiği yerlerden topladığı birlikleri de eklemek gerekir... 120 gemi... 24.000 kişi vardı... piyade... 300.000 civarındaydı... eklersek, savaşçı erlerin sayısı 2.641.610 kişiyi bulur... Kserkses'in Sepias ile Thermopylai'ye 5.283.320 kişilik bir ordunun başında geldiğini tahmin ediyorum./... Orduyu izleyen sayısız... karılarının miktarının ne kadar olduğunu söylemeye de imkan yoktur... beni şaşırtan şey bütün bu sefer esnasında ordunun yiyeceğinin hiç tükenmemiş olmasıdır." "Gayet sakin ve açık olan hava ertesi sabah birden değişti... Açıkta demirlemiş gemilerin ise tümü denizde kayboldu", "bu felakette dört yüz parça gemi ile sayısız insan ve hesaplanamayacak kadar büyük bir servet yok oldu." (Herodotos, s. 318, 319)

"Yunan kuvvetleri... Isparta'dan 300; Tegea'dan 500; Mantinea'dan 500; Arkadia... 120; diğer Arkadia... 1000; Korinthos'tan 400; Philos'tan 200; Mykenai'den 80 kişi... ek olarak Boiotia'dan gelen 700 kişi... Thebai'li 400 kişi daha vardı... Deniz ise güçlü bir donanma ile tutulmuştu", "başkomutanı da... Isparta'lı Leonidas'tı... Isparta, Leonidas ile Üç Yüzler'i, esas ordudan evvvel yollamak suretiyle... cesatet vermek... istemişti." "Pers ordusu geçide doğru yaklaşıyordu." "Kserkses, dört gün devamlı Yunanlıların kaçmalarını bekledi... Yunanlılar yerlerinden kıpırdamayınca, bu ona saygısızlık ve aptalca bir korkusuzluk gibi geldi." (Herodotos, s. 322-324)

"Savaş esnasında erkekçe ve mertçe dövüşen Leonidas öldürüldü. Yanındaki kahraman ve gözüpek Isparta'lılar da onunla birlikte can verdiler. Daima hatırlanmaya layık olduğu için bu üç yüz kişinin her birinin ismini teker teker öğrendim." (Herodotos, s. 327)

"Ayrıca insanın komşusunu kıskandığı onun başarısından nefret ettiği doğrudur." "Pers'ler... savaşta cesaret ve kahramanlık gösteren insanlara tüm uluslardan daha fazla saygı gösterirler." (Herodotos, s. 330)

"SEKİZİNCİ KİTAP" (Herodotos, s. 331)

"Birleşik Yunan deniz kuvvetleri... gemilerin toplamı 271 parçaydı." "Yunan filosu... ilk hamlede otuz Pers gemisini ele geçirmeyi başardılar." "Pers'ler tarafında en büyük başarı... beş Yunan gemisini ele geçiren Mısır'lılara aitti. Atina'lılar da Yunan'lılar arasında en büyük üstünlüğü kazandılar." "İonya'lılar... hiç olmazsa tarafsız kalın ve Karia'lılara da aynı şeyi yapmalarını söyleyin." (Herodotos, s. 333-337)

"Kserkses... Yunan'lıların ne yaptıkları hakkında bilgi alındı... Yunan'lıların, Atletizm Yarışmalariyşe Araba Yarışlarını izledikleri, Olimtiyat Oytunlarını kutladıkları cevabını aldı." (Herodotos, s. 338)

"Pers'ler... ele geçirdikleri kadınların o kadar çok Pers'li ırzına geçti ki, tümü öldü." (Herodotos, s. 339)

"Pers'ler tam Athena Pronaia tapınağına geldikleri zaman, gökten üzerlerine yıldırım düşmüş." "Yunan filosu, Atina'nın isteğiyle Salamis'e gitti." "Atina'lılar Akropol'ün tapınakta yaşayan büyük bir yılan tarafından korunduğunu söylerler." "Peloponez dışında 180 parça gemi ile en büyük deniz birliğini Atina vermişti." "Kalyonlar dışındaki savaş gemileri 378 parçadan ibaretti." "Salamis'te savaşa girmeyi kararlaştırdı." "Pers'ler Yunanistan'da attıkları her yeni adımla, kuvvetlerine yeni gemiler ve birlikler katıyorlardı." "Bir tek... Yunanlılarla deniz savaşına girmeye... karşı gelen Artemisia idi." (Herodotos, s. 340-346)

"Atina filosu... Fenike donanmasıyle karşılaştı." "Deniz taktiğinden habersiz olan... Pers'lerin, bir bütün halinde hareket eden Yunanlıların karşısında yenilmesi mukadderdi." "Yunan'lıların çoğu yüzme bildikleri için... canlarını kurtarmışlardı. Diğer taraftan düşmanın çoğunluğu yüzme bilmedikleri için boğularak ölmüştü." "Kserkses, Salamis Boğazı'nın üstündeki Aigaleos dağından savaşı izliyordu." "Salamis'te kahramanca dövüşenlerin başında Aigia'lılar gelir... sonraki yeri de Atina'lılar alır." "Felaketin korkunçluğunu anlayan Kserkses, Yunan'lıların... Hellespontos'a gidip köprüleri yıkmalarından korkuyordu. Böyle bir şey olursa Asya ile ilişkisi kesilerek Avrupa'da kalıp yok olma tehlikesiyle karşılaşacaktı... kaçmak için planlarını yaptı." "Dünyada hiç bir şey Pers habercilerinden daha hızlı gidemez." "Hermotimos, Pedason'dan gelmişti. Bir kötülüğün öcünü onun kadar şiddetli alan başka birine daha rastlamadım. Hermotimos bir zamanlar savaş esiri olarak satışa çıkarılıyor ve Panionios isimli bir Sakızlı tarafından satın alınıyor. Bu adam eline geçirdiği yakışıklı delikanlıları hadım ettikten sonra ya Sardes'te, ya da Ephesos'a götürüp yüksek fiyatla satarak, bu iğrenç ticaretle hayatını kazanıyordu. Doğu ülkelerinde hadım ağalarının güvenilir insanlar olarak değerleri yüksektir... Hermotimos onu ve tüm ailesini... ele geçirince", "Panionios'un dört oğlunu getirtti ve zorla çocukları kendi babalarına hadım ettirdi. Bu iş bittikten sonra çocukları da babalarını hadım etmeye mecbur etti. Böylece... intikamını almış oldu." "Kserkses... Hellespontos'a gidip, geldiği zaman geçmesi için köprüleri korumalarını emretti." (Herodotos, s. 350-355)

"Themistokles... Atina'lıların iki güçlü tanrıları olduğunu ve bunlardan birinin "Lütfen" diğerinin de "Vermek zorundasınız" isimlerini taşıdıklarını söyledi. Andros'lular buna cevaben... kendilerinin de iki tanrıları bulunduğunu ve birinin isminin "On param yok", diğerinin isminin de "Kusura bakmayın, veremem" olduğunu sözlerine eklediler." (Herodotos, s. 356, 357)

"Yürüyüş sırasında birlikler tahıl bulamadıkları için ot ve ağaçlarda buldukları her şeyi yiyerek açlıklarını bastırdılar." (Herodotos, s. 358)

"Eski çağlarda sadece halk değil krallar da imkanları az olan ve güçlükle geçinen insanlardı. Labaia'da kralın karısı evinin yemeğini pişirirdi." (Herodotos, s. 362)

"Midas'ın Bahçeleri diye biline yer". (Herodotos, s. 363)

"Atina'lılar Isparta elçilerine ise: "... Elini kıran eli, dostluk için sıkma. Ayrıca müşterek kan taşıyan ve müşterek bir dil kullanan bir Yunan ulusu var... canlı tek bir Atina'lı bile kalsa Kserkses'le barış yapmayacağımızdır..." dediler./... sonra, Isparta elçileri ülkelerine dönmek üzere şehirden ayrıldılar." (Herodotos, s. 365)

"DOKUZUNCU KİTAP" (Herodotos, s. 302) (Herodotos, s. 367)

"Yunan devletlerinin ittifakı devam ediyorsa, silahlanmış bir dünyayı yenmek güç bir işti." "Pers ordusu Attika'ya ikinci kez girdiğinde yörede tek bir Atina'lı bile bulamadı... Kserkses'in on ay evvel aldığı şehri bir kez daha ele geçirdi." (Herodotos, s. 369)

"Atina'lılar", "Troya savaşı sırasında da adamlarımız üstün yeteneklerini göstermişlerdir." (Herodotos, s. 375)

"Isparta'lı... kuvvetlerin sayısının toplamı 38.700 kişiydi... Plataia'daki Yunan ordusunun toplamı 110.000 kişiydi." "Mardonius'un yabancı birlikleri de 300.000 kişiden ibaretti. Sayılmadığı için komutası altındaki Yunanlıların adedini bilmiyorum. Tahminime göre, Yunan'lıların sayısı 50.000 civarındaydı... ayrı olarak da süvariler vardı./... her iki ordu ertesi günü kurbanlar kesti." (Herodotos, s. 376, 377)

"Yunan kuvvetleri sür'atle genişliyordu." (Herodotos, s. 379)

"Atina'lılar, Isparta'lıların sözleriyle davranışlarının hiç bir zaman birbirini tutmadığını çok iyi bildikleri için, tüm ordu çekilmeye başlayana kadar bulundukları yeri bırakmadılar." (Herodotos, s. 383)

"Pers'ler Isparta'lıların mızraklarını yakalayıp kırıyorlardı. Cesaret ve kuvvet bakımından Yunan'lılar kadar iyi dövüşüyorlardı, fakat silahları yeterli değildi, iyi talim görmemişlerdi ve savaş bilgileri eksikti." "Isparta'lılar Leonidas'ı öldürdüğü için Mardonius'tan intikam aldılar", "bozguna uğratılan Pers birlikleri... çekildiler." "Pers'lerin 300.000 kişilik kuvvetinden... ancak 3000 kişi sağ kaldı. Isparta'lılar bu savaşta 91, Tegea'lılar 16, Atina'lılar da 52 ölü verdiler." (Herodotos, s. 385, 386)

"Plataia'da görülen diğer mezar tepecikleri sadece gösteriş için yapılmıştır ve hepsi boştur. Bunlar savaşa katılmadığı için utanan devletler tarafından, gelecek kuşakları etkilemek amacıyle yapılmıştır." "Byzantion'da, boğazı geçerek kendini Asya'da bulunca Artabazus rahatladı." (Herodotos, s. 390)

"Yunan'lıların, Pers'lerin kaçtığını ve Asya'ya döndüklerini anlayınca canları sıkıldı... Asya'ya gitmeye karar verdiler." (Herodotos, s. 392)

"Yunanlılar... kıymetli her tür eşyayı sahilde güvenlik altına aldıkatan sonra Pers gemilerini ve engelleri yaktılar. Sonra Sisam adasına hareket ettiler ve oraya varınca... İonya'nın geleceğini gözden geçirdiler... ana fikir İonya'lıları yerlerinden alarak Yunan kontrolündeki bir bölgeye yerleştirmek suretiyle tüm İonya arazisini Pers'lere bırakmaktı. İonya'yı korumak için, her an hazır beklemenin imkansız olduğunu düşünüyorlardı... Atina'lılar İonya'yı bırakmaya da razı olmuyorlardı... Ondan sonra filo hala boğazın üzerinde olduğunu zannettikleri köprüleri yıkmak amacıyle Hellespontos'a doğru hareket etti." (Herodotos, s. 394)

"Hiç kuşkusuz bir Pers için hakaretlerin en büyüğü ona, "Bir kadından da aşağılıksın," demekti." (Herodotos, s. 395)

*

12.4.2025

***   


ZİNCİRLEME KÖTÜLÜK

Habere göre 15 yaşındaki bir çocuk öldürülüyor, sonrasında katilleri övenler öldürülen çocuğun ailesini tehdit ediyor!

Anlamakta zorlanıyorum: İnsanlar nasıl bu kadar kötü ve utanmaz olabiliyor?

*

"Bıçaklı saldırıda öldürülen 15 yaşındaki Ahmet Mattia Minguzzi’nin katillerini öven ve aileye tehdit mesajları gönderen beş kişi tutuklandı."

https://www.diken.com.tr/minguzzi-ailesini-tehdit-eden-bes-kisi-tutuklandi/ 11/04/2025 20:34

*


8 Nisan 2025 Salı

TAHT OYUNLARI

George R. R. Martin, Çeviri: Sibel Alaş, 3. Baskı, Ağustos 2011, Epsilon Yayıncılık, İstanbul


Arka kapak yazısına göre kitap bir serinin ilk cildi imiş.

Bence çok güzel bir kurgu ve güzel bir anlatım.

Rahat okunuyor.

Eğlendirici.

Düşündürücü de.

Zira hayatı anlatıyor. Her gün her yerde olan hayatı.

Bu anlatımdan bazı bölümler şöyle:

"Sana yemin ederim ki, bir tahtta oturmak, bir tahtı kazanmaktan katbekat zor. Yasalarla uğraşmak sıkıcı bir iş ve sikkeleri saymak çok daha beter. Ve halk... bitip tükenmek bilmiyorlar. O kahrolası demir koltukta oturuyorum ve beynim uyuşana, popom düzleşene kadar şikayetlerini dinliyorum. Hepsi bir şey istiyor. Kimi para, kimi arazi, kimi adalet. Ya söyledikleri yalanlar... Lordlarım ve leydilerim de onlardan matah değil. Yağcılar ve aptallarla çevrilmiş haldeyim. Ned, insan çıldıracak gibi oluyor. Yarısı bana doğruyu söylemiyor diğer yarısıysa doğrunun ne olduğunu bile bilmiyor. Bazı geceler, keşke... kaybetseydim diyorum. Tamam, tabi ki içten gelerek değil ama, yine de", "seni Kral Eli ilan ediyorum", "Kral Eli... Krallık'taki en güçlü ikinci adamdı... Robert, Ned'e diyar kadar büyük bir unvan teklif ediyordu." "Ned o atasözünü biliyordu: "Kral düşler, El yapar," dedi." "Halk arasında bu atasözünün amiyane bir söylenişi daha varmış. Kral yer, El pisliğini toplar." (Martin, s. 53, 54)

"Çatıda öylece durup kalede akan hayatı izlemek kendisini bir lord gibi hissettiriyordu. Robb'un bile anlayamayacağı bir hakimiyet hissiydi bu." "Kimse yukarılara bakamıyordu. Tırmanmanın en güzel tarafı da buydu işte. Yükseklerde olmak, görünmez olmak gibiydi sanki." (Martin, s. 89, 90)

"Aranızdaki bu bitmek tükenmek bilmeyen savaştan ölümüne yoruldum. Siz kardeşsiniz". "Sansa senin kardeşin. Ay ve güneş kadar farklı olabilirsiniz ama... damarlarınızdan akan kan aynı." (Martin, s. 230, 237)

"Halk yağmur, sağlıklı çocuklar ve uzun bir yaz mevsimi için dua eder sadece... Soylu lordaların kendi aralarında oynadığı taht oyunları onların hiç umurunda değildir. Onlar sadece huzur içinde yaşamak ister." (Martin, s. 247)

"Korku, kılıçtan derin keser." (Martin, s. 361 ve ayrıca 556)

"Bazı sırların açığa çıkmaması daha güvenlidir. Bazı sırlar en güvendiğin ve en sevdiğin insanlarla bile paylaşılamayacak kadar tehlikelidir." (Martin, s. 376)

"Yedi Kuleler... Gökyüzünün göğsüne saplanmış beyaz hançerler gibi. O kadar yüksekler ki, siperlerinde durup aşağıdaki bulutları seyredebilirsin." (Martin, s. 382)

"Tully insanları dinlemeyi bilen bir adamdı... Catelyn kendini bildiğinden beri babası ve amcası arasında süregelen bir savaş vardı." (Martin, s. 384)

"Sürgün... Tadımı acı bir kadeh." (Martin, s. 511)

"Her acı bir derstir ve her ders bizi daha güçlü kılar". "Bakmak, görmek değildir... Şimde de duyma zamanı." "Görmek, gerçekten görmek, bu işin özüdür." "Sana lazım olan tek şey, gözlerini açmak. Kalbimiz bizi aldatır, kafamız oyunlar oynar ama gözlerimiz gerçeği görür. Gözlerinle bak. Kulaklarınla duy. Ağzınla tat al. Burnunla kokla. Teninle hisset. Bunların ardından düşünmek gelir ve onun ardından da gerçeği öğrenmek." (Martin, s. 553-555)

"Fakat kan, yeminden koyu akar derler". "Kan ağır basar." (Martin, s. 571, 572)

"Çok sevdiğimiz şeyler felaketimizi hazırlar". (Martin, s. 584, 805)

"Özgür Şehirler'i dolaştım. Bana, tıpkı oyunlarda olduğu gibi gerçek hayatta da her insanın oynaması gereken bir dol olduğunu öğrettiler. Saray da aynıdır. Kral Adaleti korkutucu olmalı, hazine başı tutumlu, Kral Muhafızları Kumandanı cesur... muhbir başı da entrikacı, yağcı ve vicdansız. Cesur bir muhbir başı, korkak bir şövalye kadar işe yaramaz olur." "Hadımlarda gurur, muhbir örümceklerde vicdan yoktur". "Siz dürüst ve onurlu bir adamsınız... Bazen bunu unutuyorum. Hayatımda sizin gibi adamlarla çok fazla karşılaşmadım... Dürüstlük ve onurun size ne kazandırdığını görünce sebebini anlıyorum." "Orman, tanrıların mezbahasıdır. Kralı öldüren şarap değildi. Sizin merhametinizdi." (Martin, s. 656, 657)

"Bana zarar vermez." "Tabi kendi çıkarı söz konusu değilse, dedi içinden ama bazı gerçeklerin söylenmemesi daha iyiydi ve bazı yalanlar gerekliydi." (Martin, s. 667) 

"Oğlanlar kılıçlarla oynayabilirlerdi ama ne anlama geldiğini bilerek bir evlilik anlaşması yapmak lordlara özgü bir işti." (Martin, s. 674)

*

Kitaptan diğer bazı notlar da şöyle:

"Pelerini şıklığının tacıydı. Samur kürkünden yapılmış, siyah, kalın ve günah kadar yumuşak." (Martin, s. 6) 

"Hazmetmesi imkansız bir yemek gibi bağırsaklarında birikmişti korku." (Martin, s. 12)

"Bir adamın gerçekten cesur olabildiği tek andır korktuğu an". (Martin, s. 20 ve ayrıca 175)

"Ağabeyi o topraklardan sürülüşleriyle ilgili o kadar çok hikaye anlatmıştı ki". (Martin, s. 35)

"Viserys ona binlerce kez, kan saf olmalı, demişti. Onların damarlarında kralların kanı dolaşıyordu." "Krallar sıradan insanlar gibi dikkatli olmak zorunda hissetmezler." (Martin, s. 38, 39)

"Bir piç her şeye dikkat etmeyi, insanların bakışlarında gizlenmiş gerçekleri görmeyi öğrenmek zorundaydı." "Üstat Luwin piçlerin diğer çocuklardan daha çabuk olgunlaştığını söyler hep." (Martin, s. 60, 61)

"Cüceler düşünceli davranmak zorunda değiller. Nesiller boyu rengarenk giysiler içinde zıplayıp soytarılık etmek, cücelere istedikleri kadar kötü giyinme ve akıllarına gelen her kahrolası şeyi söyleme özgürlüğünü vermiş." "Babalarının gözünde bütün cüceler piçtir." (Martin, s. 64, 65)

"Robert'ı iyi tanırdın ama kral bir yabancı artık senin için... Bir kral için gurur her şey demektir... Sana bahşettiği onuru yüzüne geri fırlatamazsın." (Martin, s. 67) 

"Kardeşin kardeşle savaştığı o mücadeleye Ejderhaların Dansı derdi ozanlar." (Martin, s. 86)

"Kılıcının kını yumuşak gri deriden yapılmıştı. Bir günah kadar esnekti." (Martin, s. 107)

"Khal, khalasar'ına katılmıştı." (Martin, s. 109)

"Kambur ve sinsi görünüşlü bir adamdı ama eski bir kök kadar sağlam ve taş gibi sert duruyordu." (Martin, s. 130) 

"Pek çok adam, gerçeklerle yüzleşmektense, gerçeği görmemeyi tercih eder... Dünya kahraman taklidi yapan korkaklarla doluydu... korkak olduğunu itiraf etmek tuhaf bir cesaret gerektiriyordu." (Martin, s. 279)

"Yıllar içinde, sessizliğin sorulardan daha çok cevap bulduğunu öğrenmişti." (Martin, s. 297)

"Her biri diğerinden daha zayıf kalp vuruşlarıyla şövalyenin kanı yere boşaldı." (Martin, s. 312)

"Soylu lordların çaba gerektirmez rahat tavırlarıyla konuşuyordu." (Martin, s. 314)

"Yani kiralık katillere unvan veriyoruz artık." "Unvanlar ucuz. Yüzsüz Adamlar çok pahalı." (Martin, s. 377)

"Yemyeşil ağaçlıklardan, sakin küçük köylerden, bahçelerden, altın başak tarlalarından, güneş ışığıyla yıkanmış bir düzine küçük dereden geçtiler." (Martin, s. 387)

"Masum hayalleriyle mutlu." (Martin, s. 391)

"Kartal Yuvası'na ulaşmaya niyetlenmiş bir düşmanın, basamak basamak Taş'tan yukarı tırmanması ve o sırada Kar'dan yağan ok ve kaya yağmuruna dayanabilmesi gerekirdi." "Yüzlerce yıl önce karın ilk başladığı yer burasıymış." "Kar'ın üstünde rüzgar canlı bir yaratık gibiydi. Issız ormanlardaki kurtlar gibi uluyor, sonra onları kandırmak istermişçesine tamamen yok oluyordu. Yıldızlar burada daha parlaktı ve dokunsan uzanabilirmişsin gibi yakın görünüyorlardı." (Martin, s. 392, 393)

"Kartal Yuvası zaptedilemez bir yerdir." "Zaptedilemez kale yoktur." (Martin, s. 398)

"Korku kokuyordu." (Martin, s. 427)

"Catelyn... eğer kız kardeşiyle düellodan önce konuşursa fikrini değiştirebileceğini düşünüyordu... Nehirova'daki küçük utangaç kız gitmiş, yerine kibirli, korkak, zalim, hayalperest, huzursuz, cesaretsiz, inatçı, kendini beğenmiş ve en kötüsü tutarsız, yetişkin bir kadın gelmişti." (Martin, s. 453)

"Kız kardeşiyle yaptığı nafile tartışmalardan yorulmuştu." (Martin, s. 460)

"Babanın ve hanedanının tanrılarını neden bırakıyorsun?" (Martin, s. 540)

"Ötekiler, çocukları korkutmak için uydurulmuş bir hikaye sadece. Bir zamanlar gerçekten yaşamış olsalar bile, sekiz bin yıldır ölüler." (Martin, s. 577)

"Güçlü ol evlat. Tanrılar zalimdir." (Martin, s. 585)

"Arya ve Sansa, Tazı tarafından öldürülmüştü." (Martin, s. 599)  (?)

"Bizler özgür adamlarız." "Ay Kardeşleri'nden Umar'ın oğlu Ulf." (Martin, s. 637, 638)

"Lord Stannis. Meşru bir talebi var. Çok deneyimli bir savaş kumandanı ve kesinlikle merhametsiz bir adam. Gerçekten haklı bir adamdan daha korkutucu bir şey yok dünyada." (Martin, s. 658)

"Yaşlı adamlardaki ihtiyat, delikanlılardaki hırs var onda, kurnazlıkta da hiç geri kalmaz." (Martin, s. 662)

"Geride dur, bekle, mecbur bırakılmadığın sürece risk alma." (Martin, s. 663)

"Bizler sadece insanız ve tanrılar bizi sevebilen yaratıklar olarak tasarlamış. Sevgi bizim en büyük zaferimiz ve en büyük trajedimiz." (Martin, s. 685)

"Eğer hayat değersizse ölümün kıymeti ne idi?" (Martin, s. 784)

*

8.4.2025

***

3 Nisan 2025 Perşembe

İKİ KİTAP, ÜÇ PORTRE, BİR YORUM

***

1.BİR RUS SUBAYININ KAFKASYA ANILARI

Feodor Feodoroviç Tornau, Çeviren: Keriman/Kariman Vurdem, Kafkas Derneği Yayınları, 1. Baskı, Temmuz 1999, Ankara

1834-1838 döneminde başta Abzek bölgesi olmak üzere Kuzey Kafkasya’nın batısı konusunda bilgi ve hakimiyetleri olmayan Ruslar bölgeye yerli kılığında casus gönderip bilgi edinmeye çalışıyorlar ve bu kitap bu konuda bir Rus subayının tanıklıklarını içeriyor.

*

2.KAFKASYA MACERALARI

Alexander Dumas, Türkçesi: Sedat Özden, Ağustos 2000, Kafkas Vakfı Yayınları, İstanbul

1858 yılı sonu ve 1859 yılı başında Kafkasya’ya giden Fransız yazar o dönemde Rusların Çeçen ve Lezgi bölgelerinde hakimiyetleri olmadığına tanıklık ediyor ve aktarıyor.

***

İlk kitapta, 1830’lu yıllarda casusluk için Çerkes kılığında Abzek bölgesine giden Rus subayına yardım eden iki işbirlikçi kişi var: 

Biri Nogay Karamürzin, diğeri Kabartay “Abrek” Aslangeri Hamurzin.

*

İkinci kitapta, Dağıstan’da Kızlyar bölgesinde 1850’li yıllarda “Vladikavkaz'ın milli kıyafeti içinde” olan bölge yerlisi “güzel Leyla" ile dansettikten sonra Ruslar adına Çeçen/Lezgi avına çıkarak insan “avlayan” Kararday alayına mensup ve bölgedeki eğlencelerin vazgeçilmezleri olan 3 kişilik “Kafa avcısı asker” denilen bir Kabartay grubu var:

Bunlardan birini adı Kabartay Bageinok.

***

Her iki kitapta anlatılanlardan ortaya çıkan özet bir sonuç var:

Hem 1830’lu ve hem de 1850’li yıllarda Kafkasya bölgesinde işgalci Ruslar “kelle” getirene para ödülü de vererek insan avlamayı ve öldürmeyi teşvik ederken otlakları ve geçim kaynakları Ruslar tarafından ellerinden alınan bölge yerlileri rehin olarak ele geçirdikleri insanları öldürmeden fidye karşılığı serbest bırakmayı usul edinmiş bulunuyorlar.

Ve bu durumda insan avlayan Ruslar medeni sayılırken av konusu yapılan bölge yerlileri barbar/haydut olarak anlatılıyor.

*

Benzer anlatım günümüzde de sürdürülüyor.

***

3.4.2025

***