8 Nisan 2025 Salı

TAHT OYUNLARI

George R. R. Martin, Çeviri: Sibel Alaş, 3. Baskı, Ağustos 2011, Epsilon Yayıncılık, İstanbul


Arka kapak yazısına göre kitap bir serinin ilk cildi imiş.

Bence çok güzel bir kurgu ve güzel bir anlatım.

Rahat okunuyor.

Eğlendirici.

Düşündürücü de.

Zira hayatı anlatıyor. Her gün her yerde olan hayatı.

Bu anlatımdan bazı bölümler şöyle:

"Sana yemin ederim ki, bir tahtta oturmak, bir tahtı kazanmaktan katbekat zor. Yasalarla uğraşmak sıkıcı bir iş ve sikkeleri saymak çok daha beter. Ve halk... bitip tükenmek bilmiyorlar. O kahrolası demir koltukta oturuyorum ve beynim uyuşana, popom düzleşene kadar şikayetlerini dinliyorum. Hepsi bir şey istiyor. Kimi para, kimi arazi, kimi adalet. Ya söyledikleri yalanlar... Lordlarım ve leydilerim de onlardan matah değil. Yağcılar ve aptallarla çevrilmiş haldeyim. Ned, insan çıldıracak gibi oluyor. Yarısı bana doğruyu söylemiyor diğer yarısıysa doğrunun ne olduğunu bile bilmiyor. Bazı geceler, keşke... kaybetseydim diyorum. Tamam, tabi ki içten gelerek değil ama, yine de", "seni Kral Eli ilan ediyorum", "Kral Eli... Krallık'taki en güçlü ikinci adamdı... Robert, Ned'e diyar kadar büyük bir unvan teklif ediyordu." "Ned o atasözünü biliyordu: "Kral düşler, El yapar," dedi." "Halk arasında bu atasözünün amiyane bir söylenişi daha varmış. Kral yer, El pisliğini toplar." (Martin, s. 53, 54)

"Çatıda öylece durup kalede akan hayatı izlemek kendisini bir lord gibi hissettiriyordu. Robb'un bile anlayamayacağı bir hakimiyet hissiydi bu." "Kimse yukarılara bakamıyordu. Tırmanmanın en güzel tarafı da buydu işte. Yükseklerde olmak, görünmez olmak gibiydi sanki." (Martin, s. 89, 90)

"Aranızdaki bu bitmek tükenmek bilmeyen savaştan ölümüne yoruldum. Siz kardeşsiniz". "Sansa senin kardeşin. Ay ve güneş kadar farklı olabilirsiniz ama... damarlarınızdan akan kan aynı." (Martin, s. 230, 237)

"Halk yağmur, sağlıklı çocuklar ve uzun bir yaz mevsimi için dua eder sadece... Soylu lordaların kendi aralarında oynadığı taht oyunları onların hiç umurunda değildir. Onlar sadece huzur içinde yaşamak ister." (Martin, s. 247)

"Korku, kılıçtan derin keser." (Martin, s. 361 ve ayrıca 556)

"Bazı sırların açığa çıkmaması daha güvenlidir. Bazı sırlar en güvendiğin ve en sevdiğin insanlarla bile paylaşılamayacak kadar tehlikelidir." (Martin, s. 376)

"Yedi Kuleler... Gökyüzünün göğsüne saplanmış beyaz hançerler gibi. O kadar yüksekler ki, siperlerinde durup aşağıdaki bulutları seyredebilirsin." (Martin, s. 382)

"Tully insanları dinlemeyi bilen bir adamdı... Catelyn kendini bildiğinden beri babası ve amcası arasında süregelen bir savaş vardı." (Martin, s. 384)

"Sürgün... Tadımı acı bir kadeh." (Martin, s. 511)

"Her acı bir derstir ve her ders bizi daha güçlü kılar". "Bakmak, görmek değildir... Şimde de duyma zamanı." "Görmek, gerçekten görmek, bu işin özüdür." "Sana lazım olan tek şey, gözlerini açmak. Kalbimiz bizi aldatır, kafamız oyunlar oynar ama gözlerimiz gerçeği görür. Gözlerinle bak. Kulaklarınla duy. Ağzınla tat al. Burnunla kokla. Teninle hisset. Bunların ardından düşünmek gelir ve onun ardından da gerçeği öğrenmek." (Martin, s. 553-555)

"Fakat kan, yeminden koyu akar derler". "Kan ağır basar." (Martin, s. 571, 572)

"Çok sevdiğimiz şeyler felaketimizi hazırlar". (Martin, s. 584, 805)

"Özgür Şehirler'i dolaştım. Bana, tıpkı oyunlarda olduğu gibi gerçek hayatta da her insanın oynaması gereken bir dol olduğunu öğrettiler. Saray da aynıdır. Kral Adaleti korkutucu olmalı, hazine başı tutumlu, Kral Muhafızları Kumandanı cesur... muhbir başı da entrikacı, yağcı ve vicdansız. Cesur bir muhbir başı, korkak bir şövalye kadar işe yaramaz olur." "Hadımlarda gurur, muhbir örümceklerde vicdan yoktur". "Siz dürüst ve onurlu bir adamsınız... Bazen bunu unutuyorum. Hayatımda sizin gibi adamlarla çok fazla karşılaşmadım... Dürüstlük ve onurun size ne kazandırdığını görünce sebebini anlıyorum." "Orman, tanrıların mezbahasıdır. Kralı öldüren şarap değildi. Sizin merhametinizdi." (Martin, s. 656, 657)

"Bana zarar vermez." "Tabi kendi çıkarı söz konusu değilse, dedi içinden ama bazı gerçeklerin söylenmemesi daha iyiydi ve bazı yalanlar gerekliydi." (Martin, s. 667) 

"Oğlanlar kılıçlarla oynayabilirlerdi ama ne anlama geldiğini bilerek bir evlilik anlaşması yapmak lordlara özgü bir işti." (Martin, s. 674)

*

Kitaptan diğer bazı notlar da şöyle:

"Pelerini şıklığının tacıydı. Samur kürkünden yapılmış, siyah, kalın ve günah kadar yumuşak." (Martin, s. 6) 

"Hazmetmesi imkansız bir yemek gibi bağırsaklarında birikmişti korku." (Martin, s. 12)

"Bir adamın gerçekten cesur olabildiği tek andır korktuğu an". (Martin, s. 20 ve ayrıca 175)

"Ağabeyi o topraklardan sürülüşleriyle ilgili o kadar çok hikaye anlatmıştı ki". (Martin, s. 35)

"Viserys ona binlerce kez, kan saf olmalı, demişti. Onların damarlarında kralların kanı dolaşıyordu." "Krallar sıradan insanlar gibi dikkatli olmak zorunda hissetmezler." (Martin, s. 38, 39)

"Bir piç her şeye dikkat etmeyi, insanların bakışlarında gizlenmiş gerçekleri görmeyi öğrenmek zorundaydı." "Üstat Luwin piçlerin diğer çocuklardan daha çabuk olgunlaştığını söyler hep." (Martin, s. 60, 61)

"Cüceler düşünceli davranmak zorunda değiller. Nesiller boyu rengarenk giysiler içinde zıplayıp soytarılık etmek, cücelere istedikleri kadar kötü giyinme ve akıllarına gelen her kahrolası şeyi söyleme özgürlüğünü vermiş." "Babalarının gözünde bütün cüceler piçtir." (Martin, s. 64, 65)

"Robert'ı iyi tanırdın ama kral bir yabancı artık senin için... Bir kral için gurur her şey demektir... Sana bahşettiği onuru yüzüne geri fırlatamazsın." (Martin, s. 67) 

"Kardeşin kardeşle savaştığı o mücadeleye Ejderhaların Dansı derdi ozanlar." (Martin, s. 86)

"Kılıcının kını yumuşak gri deriden yapılmıştı. Bir günah kadar esnekti." (Martin, s. 107)

"Khal, khalasar'ına katılmıştı." (Martin, s. 109)

"Kambur ve sinsi görünüşlü bir adamdı ama eski bir kök kadar sağlam ve taş gibi sert duruyordu." (Martin, s. 130) 

"Pek çok adam, gerçeklerle yüzleşmektense, gerçeği görmemeyi tercih eder... Dünya kahraman taklidi yapan korkaklarla doluydu... korkak olduğunu itiraf etmek tuhaf bir cesaret gerektiriyordu." (Martin, s. 279)

"Yıllar içinde, sessizliğin sorulardan daha çok cevap bulduğunu öğrenmişti." (Martin, s. 297)

"Her biri diğerinden daha zayıf kalp vuruşlarıyla şövalyenin kanı yere boşaldı." (Martin, s. 312)

"Soylu lordların çaba gerektirmez rahat tavırlarıyla konuşuyordu." (Martin, s. 314)

"Yani kiralık katillere unvan veriyoruz artık." "Unvanlar ucuz. Yüzsüz Adamlar çok pahalı." (Martin, s. 377)

"Yemyeşil ağaçlıklardan, sakin küçük köylerden, bahçelerden, altın başak tarlalarından, güneş ışığıyla yıkanmış bir düzine küçük dereden geçtiler." (Martin, s. 387)

"Masum hayalleriyle mutlu." (Martin, s. 391)

"Kartal Yuvası'na ulaşmaya niyetlenmiş bir düşmanın, basamak basamak Taş'tan yukarı tırmanması ve o sırada Kar'dan yağan ok ve kaya yağmuruna dayanabilmesi gerekirdi." "Yüzlerce yıl önce karın ilk başladığı yer burasıymış." "Kar'ın üstünde rüzgar canlı bir yaratık gibiydi. Issız ormanlardaki kurtlar gibi uluyor, sonra onları kandırmak istermişçesine tamamen yok oluyordu. Yıldızlar burada daha parlaktı ve dokunsan uzanabilirmişsin gibi yakın görünüyorlardı." (Martin, s. 392, 393)

"Kartal Yuvası zaptedilemez bir yerdir." "Zaptedilemez kale yoktur." (Martin, s. 398)

"Korku kokuyordu." (Martin, s. 427)

"Catelyn... eğer kız kardeşiyle düellodan önce konuşursa fikrini değiştirebileceğini düşünüyordu... Nehirova'daki küçük utangaç kız gitmiş, yerine kibirli, korkak, zalim, hayalperest, huzursuz, cesaretsiz, inatçı, kendini beğenmiş ve en kötüsü tutarsız, yetişkin bir kadın gelmişti." (Martin, s. 453)

"Kız kardeşiyle yaptığı nafile tartışmalardan yorulmuştu." (Martin, s. 460)

"Babanın ve hanedanının tanrılarını neden bırakıyorsun?" (Martin, s. 540)

"Ötekiler, çocukları korkutmak için uydurulmuş bir hikaye sadece. Bir zamanlar gerçekten yaşamış olsalar bile, sekiz bin yıldır ölüler." (Martin, s. 577)

"Güçlü ol evlat. Tanrılar zalimdir." (Martin, s. 585)

"Arya ve Sansa, Tazı tarafından öldürülmüştü." (Martin, s. 599)  (?)

"Bizler özgür adamlarız." "Ay Kardeşleri'nden Umar'ın oğlu Ulf." (Martin, s. 637, 638)

"Lord Stannis. Meşru bir talebi var. Çok deneyimli bir savaş kumandanı ve kesinlikle merhametsiz bir adam. Gerçekten haklı bir adamdan daha korkutucu bir şey yok dünyada." (Martin, s. 658)

"Yaşlı adamlardaki ihtiyat, delikanlılardaki hırs var onda, kurnazlıkta da hiç geri kalmaz." (Martin, s. 662)

"Geride dur, bekle, mecbur bırakılmadığın sürece risk alma." (Martin, s. 663)

"Bizler sadece insanız ve tanrılar bizi sevebilen yaratıklar olarak tasarlamış. Sevgi bizim en büyük zaferimiz ve en büyük trajedimiz." (Martin, s. 685)

"Eğer hayat değersizse ölümün kıymeti ne idi?" (Martin, s. 784)

*

8.4.2025

***

3 Nisan 2025 Perşembe

İKİ KİTAP, ÜÇ PORTRE, BİR YORUM

***

1.BİR RUS SUBAYININ KAFKASYA ANILARI

Feodor Feodoroviç Tornau, Çeviren: Keriman/Kariman Vurdem, Kafkas Derneği Yayınları, 1. Baskı, Temmuz 1999, Ankara

1834-1838 döneminde başta Abzek bölgesi olmak üzere Kuzey Kafkasya’nın batısı konusunda bilgi ve hakimiyetleri olmayan Ruslar bölgeye yerli kılığında casus gönderip bilgi edinmeye çalışıyorlar ve bu kitap bu konuda bir Rus subayının tanıklıklarını içeriyor.

*

2.KAFKASYA MACERALARI

Alexander Dumas, Türkçesi: Sedat Özden, Ağustos 2000, Kafkas Vakfı Yayınları, İstanbul

1858 yılı sonu ve 1859 yılı başında Kafkasya’ya giden Fransız yazar o dönemde Rusların Çeçen ve Lezgi bölgelerinde hakimiyetleri olmadığına tanıklık ediyor ve aktarıyor.

***

İlk kitapta, 1830’lu yıllarda casusluk için Çerkes kılığında Abzek bölgesine giden Rus subayına yardım eden iki işbirlikçi kişi var: 

Biri Nogay Karamürzin, diğeri Kabartay “Abrek” Aslangeri Hamurzin.

*

İkinci kitapta, Dağıstan’da Kızlyar bölgesinde 1850’li yıllarda “Vladikavkaz'ın milli kıyafeti içinde” olan bölge yerlisi “güzel Leyla" ile dansettikten sonra Ruslar adına Çeçen/Lezgi avına çıkarak insan “avlayan” Kararday alayına mensup ve bölgedeki eğlencelerin vazgeçilmezleri olan 3 kişilik “Kafa avcısı asker” denilen bir Kabartay grubu var:

Bunlardan birini adı Kabartay Bageinok.

***

Her iki kitapta anlatılanlardan ortaya çıkan özet bir sonuç var:

Hem 1830’lu ve hem de 1850’li yıllarda Kafkasya bölgesinde işgalci Ruslar “kelle” getirene para ödülü de vererek insan avlamayı ve öldürmeyi teşvik ederken otlakları ve geçim kaynakları Ruslar tarafından ellerinden alınan bölge yerlileri rehin olarak ele geçirdikleri insanları öldürmeden fidye karşılığı serbest bırakmayı usul edinmiş bulunuyorlar.

Ve bu durumda insan avlayan Ruslar medeni sayılırken av konusu yapılan bölge yerlileri barbar/haydut olarak anlatılıyor.

*

Benzer anlatım günümüzde de sürdürülüyor.

***

3.4.2025

***


BİR RUS SUBAYININ KAFKASYA ANILARI

Feodor Feodoroviç Tornau, Çeviren: Keriman/Kariman Vurdem, Kafkas Derneği Yayınları, 1. Baskı, Temmuz 1999, Ankara


"25 Eylül 1864'te Moskova'da sansür tarafından izin verilmiş" olan kitap ilk olarak 1864 yılında yayınlanmıştır. (Tornau, s. 4)

"Türkçeyi yeni öğrenen Vurdem" tarafından tercümesi yapılan kitabın Türkçe metninde bazı sorunlu ifadeler bulunmaktadır. (Tornau, s. 6)

Yazarın bir Rus subayı olarak bulunduğu Kafkasya bölgesinde 1834-1838 döneminde Çerkesler arasında gerçekleştirdiği casusluk faaliyetlerine ilişkin anılarından bir kesit ve bazı gözlemleri aktarılmaktadır.

O dönemde Ruslar sahip olmak bir yana bilgi sahibi bile olmadıkları Kafkasya'nın özellikle dağlık bölgeleri hakkında bilgi edinmek istiyorlar ve genç bir Rus subayı olan yazarı bir yerli Çerkes kılığında yerli Çerkes/Tatar işbirlikçilerle birlikte bölge hakkında bilgi edinmek üzere bölgeye gönderiyorlar. Yerli işbirlikçilerinden bazıları ise bir süre sonra bölgenin geleneksel uygulaması uyarınca yazarı rehin alıp fidye istiyorlar. İki yıl iki ay kadar uzunca bir süre süren bu esaretin sonucu diğer bazı yerli işbirlikçilerin fidyecilere ihaneti nedeniyle fidyeciler için hüsran oluyor ve yazar kurtuluyor. 

*

Kitapta o dönemde bölgede yoğun olarak yaşanan ölüm kalım mücadelesinden çeşitli kesitler/bölümler yer alıyor. 

Yerli halk yaklaşıp kapıya gelmiş olan Rus işgaline karşı birlik olmak yerine geleneksel parçalanmışlığını ve hatta iç düşmanlıklarını sürdürürken Ruslar da çok sayıda olan yerli işbirlikçiler sayesinde kolaylıkla iç düşmanlıkları körükleyerek ve hatta yeni düşmanlıklar yaratarak ilerlemelerini katliamlar eşliğinde adım adım sürdürüyor.

Sonuç da bilinen Rus işgali ve katliamlardan geriye kalan yerlilerin sürgünü oluyor.

*

Ruslara hizmet eden yerli işbirlikçilere biraz yakından bakıldığında ortaya çıkan tablo çok ibretlik bir tablo oluyor.

Önce Ukrayna bölgesinde ezilerek tabi kılınan Kazaklar 1720’lerde Terek civarına yerleştiriliyor, arkasından Rus katliamlarının artığı olan bu Kazaklar sonraki dönemde Kafkas yerlilerinin katliamında Rusların en önemli silahı haline geliyorlar.

İkinci olarak 1783’de ziyafet sofrasında başlayan katliamlardan arta kalan Nogaylar sonrasında aynı işlevi yerine getiriyorlar.

1800’lerin başından itibaren Gürcüler gönüllü olarak Rus saflarının en önemli unsuru oluyorlar.

Diğer çeşitli yerli işbirlikçileri bir yana 1821’e kadar Ruslara direnip katliamlara uğrayan Kabartaylar da daha sonra Rus ordusunun en önemli vurucu güçlerinden biri haline gelip Ruslara çok önemli hizmetlerde bulunuyorlar.

Bu kitapta anlatılan olaylarda öne çıkan Rus işbirlikçilerinin önde gelenleri ise Nogay Karamürzin kardeşler ve Kabartay “Abrek” Aslangeri Hamurzin oluyorlar. 

*

Yazar Rus katliamlarından bir kesit de anlattığı ifadelerinin bir bölümünde, 1832’de “Rus kuvvetleri Dağıstan ve Çeçenistan'ı şüpheye yer bırakmadan fethetmişti”, şeklindeki uydurma ifadelerinde olduğu gibi, bir çok yerde bir çok doğru ile yanlışı karıştırarak şunları söylüyor:  

"İlk olarak Muridizmi dağlara yayan Gazi Muhammed, Dağıstan ve Çeçenistan'ı ayaklandırdı. Sınır şehirleri olan Kızlar ve Mozdok'u basarak yağmaladılar.../ Savaş hareketimiz 1832 yılında Dağıstan ve Çeçenistan üzerinde başarı getirdi... Rozen... Galgay dağına çıktı. Dağlılar burayı askerlerimizin zaptedemeyeceği bir yer olarak biliyorlardı. Ancak oradaki Kistin topluluğu da fethedildi. Daha sonra askerlerimizin başındaki Rozen ve Velyaminov karşılaştıkları düşmanların hepsini öldürerek Çeçenistan'ı baştan sona geçtiler. Sonra İçkerya Ormanını da geçerek, Benoy ve Dargo'ya ulaştılar. Bu iki köyü de yok ettiler. İsyanın kaynağına son darbeyi vurmak için Kaysu boğazına indik. Gazi Muhammed'in doğduğu ve yaşadığı Gimri işgal edilerek, kendisi de öldürüldü. Askerlerimizin başarısı... Dağlıları şaşkına çevirmişti, aynı zamanda Rus kuvvetleri Dağıstan ve Çeçenistan'ı şüpheye yer bırakmadan fethetmişti. Kafkas sınırının sol tarafı uzun bir zaman için bastırılmış olarak kabul edilebilirdi. Şimdi savaş hareketimiz Kafkasya'nın batı tarafına kaydırılarak deniz kıyısı da donatılmaya başlanabilirdi./ Dağlıların ticari alışverişte bulundukları Türklerin yardımı kesilirse kendilerini savunamayacaklarını düşündük... 1830 yılında Çerkes kıyılarının abluka altında olduğunu beyan etmiştik. Böylece kuruvazörlerle kıyı şeridini gözetim altına aldık... deniz ablukamız başarısız oldu... Kıyı hattının kurulabilmesi için asıl zor olan düşmanlarımızın sayısı, araçları ve coğrafyası hakkında bilgimizin olmamasıydı... Velyaminov... acele etmeden... adım adım dağları işgal etmeyi... hedefliyordu. Fakat 1834 yılında gelen emre göre deniz kıyısı hattının hemen kurulması gerektiği belirtiliyordu." "1834 yılı... Abhazya'ya müfreze gönderilmişti... Halk hiçbir şeye tepki göstermiyordu ancak doğa karşı çıkıyordu... Savaş Bakanlığı'ndan tanımadığımız bölgelere çıkartma yapmamız için ikinci bir emir geldi./... Tanımadığımız bu dağ ve ormanları araştırabilmek için birkaç bin askere gereksinim vardı.../ Halen bir aracımız daha vardı. Bu da çıkartmanın yerine işten iyi anlayan bir subayın görevlendirilerek deniz kıyısını gözden geçirmesiydi. Bu görev de benim üzerime kaldı. Ben 1832 yılından beri Kafkasya'da bulunuyordum... 1832 yılında İçker Savaşı'nda da yaralanıp hastalandıktan sonra Kafkasya'daki mineral sularında gücümü topladım. Tiflis'e döndükten sonra General Volhovski çağırarak her şeyi izah etti. Çerkes giysileri ile dağlara çıkarak bu çok önemli bilgileri toplamam için teklifte bulundu. İşin tehlikeli yanlarını da hiç saklamdan söylemişti... Ben vatanım için kendimi kurban etmeye hazırdım... kendime güvenerek ve isteyerek görevin başına geçtim.../ Rusların arasında dağlara çıkan ilk ben değildim. 1830 yılında Şapsığ Başkan Abat Besleney hayatını tehlikeye atarak topçu Yüzbaşı Nivitsk'yi götürdü... 1834 yılında Genelkurmay subayı olan Prens Şohovski... Büyük Kabartay'a gitmişti. Onun... hayati tehlikesi yoktu... boyun eğen Büyük Kabartay'ın Prenslerine götürüldü.../ Ben seyahatime başlarken deniz kıyısının şartları farklıydı. İşin zor olan yanı güvenilir, güçlü, dağlı adetlerini bilen bir kılavuzun görevlendirilmesi idi... Düşmanların arasında yaşayıp yolculuk yapacaktım. Hiçbir şekilde şüphe çekmemeliydim", "istekliydim", "Abhazya'daki askeri müfrezeye tayin edilmiş gibi gösterildim... Aralık 1934'de (benim notum: elbette 1834 olmalı!) Tiflis'ten ayrıldım." (Tornau, s. 13-18)

"Atların kaldırılması, binicilerin çamurdan çıkartılması ve benzer olumsuz koşullarda yaptığımız yolculukta ara verdiğimiz yerlerde bulabildiğimiz ekmek ile ekşimiş şarap dışında yiyecek olmayışı açlık hissimizi artırıyordu... Kutais'de hiç odada yatmadan Çerkes adetlerine göre yamçıyı üzerime örtünerek yerde kulübede yatıyordum." (Tornau, s. 19)

“Abhazya'ya Gagra'nın öte yanındaki Çerkeslere gidebilmem için bir araç temin etmeye gelmiştim. Herhangi bir yerde fazla kalamayacaktım... işime zeki ve kurnaz bir kimse olan Hasanbey'den başlamaya karar verdim. Bu kişi Rusların düşmanıydı ve bir çok Abhaz da ondan yanaydı". (Tornau, s. 25)

"1835 yılında Abhazların 40 bin kadar erkek olduğu tahmin ediliyordu." (Tornau, s. 50)

“Kafkasya’da Abazin kabilesinin toplamı 128 bin 800 kişiydi.” “Çerkes kabileleri yaklaşık olarak 500 bin kişiydi.”(Tornau, s. 95, 96)

“Abhaz köylüler 33 Hacıyı öldürdüler, 7 kişi de sağ kurtuldu. Bunlar da Rostam İnal-ipa'nın sayesinde kurtuldular... Abhazlar'ın Hakim'i olayı duyunca çok üzüldü... Kurtulan 7 kişiden biri Kabartay Hacı Canseyit'ti. 70 yaşındaydı." "Kabartaylar, Şapsığlar ve Abzehler, Abhaz topraklarını lanetlediler ve ellerine geçen her Abhaz'ı öldüreceklerine yemin ettiler." (Tornau, s. 60, 61)

"Yüksek tepelerden Karadeniz'e bakılınca görülenlerin mükemmelliği anlatılır gibi değildi." (Tornau, s. 76, 77)

"Dağlardan uzaklaştıkça Abhazlarım daha dikkatli olmaya başladılar... Başıbaylar'dan daha çok Kabartaylar'dan korkuyorlardı./... Yolculuklarımızı gece yapıyorduk... Başılbaylar dokuz Abazin topluluğundan biridir.../ Kabartaylar bunlardan vergi alıyorlardı... Başılbaylar bir kaç ay evvel Ruslarla birleşmişler, Loğlar da iki hafta evvel Rus tarafına geçmeye başlamışlardı... arkadaşlarım çok korkuyorlardı... "Bu Kabartaylar çok zalim soygunculardır... Abhaz kanı istiyorlar." Beklemekten başka yapacak bir şey yoktu." "Dokuzuncu gün bize yemek getiren Başılbay iyi bir haberle geldi. General'in verdiği emirle beni sınıra kadar götürmeleri için Abazin Thamade (Başkan) ve Loğlar birlikte gelmişlerdi." (Tornau, s. 84-86)

“Şapsığlar ve Natuhaylar… Ruslarla savaşıyorlardı. Abezehler’in topraklarında bir çok Kabartay yaşıyordu. Toprakları işgal altında olan Kabartaylar savaşı sonuna kadar götüreceklerine ant içmişlerdi. Acımasızca Rusları katlediyorlardı… “Abrek” olarak biliyorduk. Cesur… korkusuz insanlardı. Dağlardan gelerek sınırı ihlal ediyorlar, evlerimizi yakıyorlar… Sınırımızı koruyan Kazaklar… nöbet tutuyorlardı. Abreklere rastladıkları zaman… öldürüyorlardı. Çerkesler ve Kazaklar birbirlerine hiç yalvarmazlardı. Mutlaka birinin ölmesi gerekirdi… Dağlıların her geçen gün fazlalaşan baskınlarına uğruyorduk. Tek bir çare kalmıştı biz de Dağlıların köylerini basacaktık. Bizde köy baskınlarına başladık. Ailelerinin başına korkunç bir şeyin geleceğini düşündürmek onları belki durdurabilirdi. Doğru da oldu. Abrek baskınları azaldı. Daha sonra Abrekleri Rus yanlısı yapmaya çalıştık. General Abrekler’in en korkunç olanlarını ya Rus yanlısı yapıyordu, ya da öldürüyordu. Abrekler’in yaptıkları gibi biz de acımasızca davranıyorduk… Bizim tarafta… Nogay köyleri vardı. Onlar bizim gücümüz ve adetlerimizin altındaydılar. Buğday eker, hayvan beslerlerdi. Çerkes soygunculara karşı silahları da vardı./… Bunların kökü de Altınordu Devleti’nden geliyordu… bir köyde Karamürzinler’den dört kardeş yaşıyordu. Bunlar en varlıklı ve ünlü Nogay Prenslerindendi. Ruslar Karamürzin’e saygı duyuyorlardı… Özgür kişilikleri vardı. Bu durum sınırı koruyan iktidarın hoşuna gitmiyordu… Kazak Subayı… Fırsat buldukça Karamürzin’i aşağılıyordu… mahkeme Karamürzinler’e hapis cezası verdi. Karamürzinler de buna karşılık Abrek adetlerini seçerek dağlara kaçtılar… Abrek oldular… 1834… en büyük ağabeyleri öldürüldü… en küçükleri de öldürüldü… Tembulat ile Bikaramürzin, kardeşlerinin vasiyeti üzerine Generalle anlaşmaya başladılar.” “İmam Hazi de… uğramış olduğu haksızlıklardan dolayı Abrek olmuştu… 1825 yılında… Tatar’ın biri İmam Hazi Türklerle gizli anlaşma yaptı diyerek Ruslara şikayet mektubu yazdı. İmam Hazi’yi… hapse attılar… Bana yardım edip yol arkadaşı olacak insanların hikayesi böyleydi./… bana kılavuz olacakları iki hafta bekledim… General onları evime getirdi. Bunlar İmam Hazi ile Kardeş Karamürzinler’di… bu insanları tanımıyordum… Hayatımı bunların eline veriyordum… yemin etmelerini istedim. O anda kardeşlerin yüz ifadelerindeki değişikliği hiç bir zaman unutamam”, “plan yapmaya başladık. Karamürzin, Çerkeslerin Rus düşmanı olduklarını biliyordu. Buna rağmen beni dağlardan götürebilecekti. Üç yol vardı, üçü de deniz kıyısından gidiyordu… Ağustos… 21’inde yola çıktım. Kuban’ın öte yanına giderek Tembulat Karamürzin’le buluştum. Yanında iki Nogay daha vardı. Bana bunlara güvenebileceğimi söyledi. Kimsenin tanımaması için atımı, giysilerimi ve silahımı değiştirdiler… Şegerey’in tam zıttı olan Urup’un yukarısına doğru olan yolu seçtik… Besleney köylerine doğru gittik… General bir yıl önce baskınlarla işgal etmişti. Bu Besleney köylerinin durumu çok kötüydü. Bir yandan Ruslar… diğer yandan Abezeh ve Ubıhlar… basıyorlardı… üç gün üç gece Besleney ormanlarında kaldık. İmam Hazi bize yiyecek getiriyordu. Sonra Laba’dan geçerken 50 Çerkes atlısına rastladık. Önde korkutucu beyaz atlı bir genç vardı… Kabartay Prensi Aslangeri idi. Abrekler’in en korkutucu olabı idi… İmam Hazi onunla anlaştı… dört gün Şegerey’de kaldık… Karamürzin’in tanıdığı Midayevler’in Başkanı Masraduk Marşani ile oğlu Seferbey geldi… Karamürzin işimi açıkça ortaya koydu ve bana her konuda yardımcı olacaklarını söylediler. Onlar da Kabartayları basmaya Urup tarafına gidiyorlardı. İntikam alacaklardı… Karamürzin’de bu arada Ubıhların Başkanı Berzeg Hacı’ya rastladı… bir kaç yüz kişiyle… Besleney’leri basacaklardı. Hacı Berzeg kendisi ile birleşmek için bize teklifte bulundu… Karamürzin… kabul etmedi. Biz bu teklifi reddedince Ubıh yolumuz kapandı… Karamürzin’in Berzeg’le karşılaşmasının tek faydası Başılbay’dan bir kadını iki atla değiştirmesiydi./ Böyle bir kadının alınıp satılmasını kötü bir davranış olarak görmüyorlardı. Bazıları mutlu oluyor, ya da zengin de olabiliyordu… Çerkeslerin yaşam biçimini anlatmak çok zor… çok eski zamanlardan beri birbirleriyle savaşıyorlardı. Moğollarla savaştılar. Kırım Tatarlarıyla savaştılar. Şimdi de Ruslarla savaşıyorlar… büyümeye fırsat bulamadılar. Çünkü hep savaşıyorlardı… özgürlüğe ve topraklarına çok bağlıdırlar. Rusların Kafkas topraklarına ilk yaklaşmalarıyla bu bölgede savaş başladı. Çünkü Çerkesler’in komşusu olan her yabancıyla savaşmadan durması mümkün değildi. Sonra Ruslar, Terek ve Kuban’ı geçtikten sonra savaş daha da büyüdü. Dağlılar özgürlükleri için savaşıyorlardı. Din fanatizmi de Rus düşmanlığını büyütüyordu. Terek’in öte yanı Dağıstan’da Murit Sekta, Kuban’ın öte yanında da acımasızca Rusları basıyorlardı. Bizim hükümetimiz Dağlıların hızını kesip sabırlı olmamızı istiyordu… Rus Kazaklarla Dağlılar birbirlerine hiç acımadan savaşa devam ediyorlardı… Abezehler ormanda yaşadıkları için Çeçenler gibi yaya savaşını daha iyi yapıyorlardı. Çerkes giysileri atlı savaşa uygun olarak çok iyi hazırlanmıştı.” (Tornau, s. 101-108)

“General bana kılavuzluk yapacak kişileri tanıttı. Bunlar Kabartay Abrekler'den Prens Aslangeri Hamurzin, Hacı Canseyit, Aslanbek Tambi, General, Tembulat Karamürzin'i bu işe hiç karıştırmadı. Bana öneride bulundu. Karamürzin'le hiçbir şekilde karşılaşmamam gerekiyordu.” “Ben, Şovgen ve Tambi yola devam ettik... iki güçlü el atımın üzerinden çekti... şaşırdım. Bağırmadım... Çerkeslere korkak olduğunu göstermek istemedim... silahlarımı aldılar ve beni bağladılar." "Yirmi altı yaşında hayata veda etmek kolay değildi. Ben Rus askerine yakışır şekilde kopmak istiyordum." "Tuma Tembot, Loğ'u yanına alarak bir yöne gitti. Beni de ayaklarımı bağlayığ Loğ'un ters istikameti Kurd-Jips'in alt tarafına götürdüler... ev Aslanbek Tambi'nindi. 9-10 Eyül arası burada kaldım./ Tambi'nin çok fakir bir misafir evi vardı... Tambi de çok nazik bir şekilde rahatıma bakmam için ricada bulundu. Çerkesler asaletlerinden dolayı bana hiçbir zaman kabalık yapmadılar. Çok nazik davrandılar." (Tornau, s. 109-137)

"Dağlıların doyumsuz fidye isteklerine güvenmiyordum. Kaçmak da şimdilik olabilecek birşey değildi." "Dördüncü gün Çerkeslerin her esir için yaptıkları, başıma geleceği görmüştüm. Beni demir kelepçeler bekliyordu. Tambi... bir yere gitmeye hazırlanıyordu. Beni de... 80 yaşındaki ihtiyar Murzaha'ya emanet etti... halkaları olan ağır ve uzun bir demirle yanıma geldi. Ben bunu beklemiyordum ve cinnet geçirdim... beni boynumdan bağladılar. Kendimden geçmiş vaziyette... iki hafta yattım. Astrahan'a gidebilen Murzahay... şöyle sormuştu:/ "Rusya'yı hala Çariçe Katerina mı yönetiyor?"/... haberi yoktu... yaşıtı olan karısı şefkatli bir şekilde bana bakıyordu. Durmadan darı (hug) pastası ve yoğurt veriyordu. Başka verebileceği yiyecek de yoktu." "Tambi çok kötü bir moralle eve döndü. Kabartaylar yapmış oldukları ihaneti general öğrenmeden hayvanlarını uzaklaştırmışlardı. Ancak benim fidyem ile ilgili olan haber kötüydü. Generale Kabartayların ihanetini ve büyük bir fidye karşılığında esir alındığımı ilk olarak Karamürzin yetiştirdi.” “Bu işi başlatıp tertipleyen Tambi idi. Aslangeri de bu olaya dolaylı olarak karıştı. Hacı da bunlardan sonra girmişti. General yanlış davranmış ve onları aldattı. Kabartaylarla barışıp köylülerini vereceğine söz vermişti. Sonra da fikir değiştirerek beni deniz kenarına götürmeden olmayacağını söyledi... Aslangeri, General'in bu teklifini reddedecekti. Fakat Tambi... beni dağlardan geçirdikten sonra tutuklanmamı ve şart olarak da benim özgürlüğüme karşılık mal ve mülklerinin geri verilmesi talebinde bulundu... Tambi tehditte bulundu. "Eğer talebimi kabul etmezseniz Ruslarla gizlice anlaştığınızı Abedzehlere söyleyeceğim" dedi.” (Tornau, s. 138-151)

"Tambi'nin hiçbir şeyi olmayan çok fakir bir yaşantısı vardı." "Abezeh Daur Alimgeri'nin köyüne göç ediyordu. Tambi onun himayesine girdi... Tambi Ruslara güvenmedi... Kabartay Abrekler, Abezehler'in vermiş oldukları yabancı topraklarda yaşıyorlardı. Kendi sülaleleri ve adetlerine sıkı sıkıya bağlıydılar... Tambi artık Alimgeri'nin köyünde Aslangeri'ye karşı çıkabilecekti."  "Köye güneş batmadan yaklaştık... Yemyeşil bir vadide ceviz ağaçlarının arasında yaklaşık olarak yirmi ev vardı... Alimgeri sevgiyle karşıladı... Beni de misafir evine davet etti. O, esir olduğum süre içerisinde gördüğüm en iyi kalpli insanlardan biriydi... hiç bir şeyden nefret edemezdi. Ruslarla savaşıyordu. Çünkü bunu çocukluğundan beri bir din görevi olarak yapıyordu. Savaşırken de öfkeli değildi. Evine davet ettiğinde esir ya da düşman gibi bakmadan normal bir misafir gibi davrandı. Tambi evini yapıp eşyalarını yerleştirinceye kadar onun misafir evinde başkan yerine oturabilen, temiz, yumuşak yatağı olan ve iyi yemeklerin olduğu sofrada yemek yiyebilen biriydim... Alimgeri'nin bana olan davranışlarını bütün köylüler örnek aldılar. Beni üzecek bir tek hadisenin dışında hiçbir şey olmadı... Tambi hariç... Şapsığlar olsun, Ubıhlar olsun hepsi insancıl, son derece nazik davranıyorlar... Tambi'nin  bana olan tavrı ise amacına ulaştıracak olan paraya düşkünlüğünden kaynaklanıyordu. Tambi görmeden mektuplarımı Rus tarafına götürdükleri de oluyordu... Tambi... bana ahşaptan kule gibi bir oda yaptı... istediğim her şeyi bulabildiğim ferah, aydınlık olan Alimgeri'nin evinde kaldıktan sonra bakımsız, nemli, soğuk demirlerle bağlı, kötü yemekler yiyip burada kalmak benim için çok zordu... hiç bir canlı insanı da görmeden yaşamak deli olma noktasına getirmişti", "çocuklar... gelmeye başladılar... Kadınlar, Çerkeslerin olmadığı zamanlar konuşmak için duraklıyorlardı. Onların konuşmaları ve davranış biçimlerinden çok iyi kalpli ve mütevazi insanlar olduklarını anlıyordum. Beni en çok iki genç kız ziyaret ediyordu. Kutse Fuj (Alimgeri'nin kızı) ve onun hizmetçisi Han... Mavi gözlü Kutse Fuj oniki yaşında tam bir çocuktu. Oysa onbeş yaşındaki Han yetişkin bir kız sayılabilirdi. O sevimli, uyumlu bedeni olan hayat dolu güzel bir kızdı... Onu Türklere satmak için diğer hizmetçilerden ayrı olarak eğitiyorlar ve giydiriyorlardı. Çünkü onun güzel bir dilber olacağı umudunu taşıyorlardı./ Han, bana her zaman mütevazi hizmetini yapmaya hazırdı./... Üç ay sonra satılmak üzere yola çıkarıldı... vedalaşmaya geldi. Yüzü bir gülümsüyor bir ağlıyordu... sordum./ Cevap veriyordu Han. "... Burada... köleyim. Bana söylendiği gibi orada mutlaka bir Hanımefendi olacağım. Güzel giysiler ve para verecekler. Bende annem ile babama göndereceğim. Param çok olursa onları satın alıp yanıma alacağım." "Gözyaşları ne için? Herşeyim olan akrabalarımdan ayrılıyorum. Bir şey için de endişe ediyorum", "kimin eline düşeceğimi bilmiyorum. Beni sevecek mi? İyi davranacak mı? Annem, beni çok zengin bir Türk'ün alacağını söyledi. Paşa bile olabilir." "Bazen demir çözülüp serbest kaldığım da oluyordu... Alimgeri'nin ölmüş olan karısının kızı... iyi kalpli ve güzeldi... Bir gün... selamlaştık, daha sonra beni evine davet etti... eve daha sık gitmeye başladım. Aslankoz (Aslanlı Armut) Çerkesce öğretmeye başladı. Alimgeri de kızı ile buluştuğumu biliyordu.../ Yazın sonuna doğru Tambi... yumuşama gördüm... fidye konusunda tekrar umutlanmıştı... Çar Kafkasya'ya gelecekti... bu fırsatı iyi değerlendirip fidye isteyecekti.” "İkinci gün Aslankoz'la karşılaştım... soğuk bir selam almış... şaka ile de olsa ona eş olmayı reddetmiştim... çok asil ve çok güzel bir kız olduğunu ilk kez farketmiştim." "Bir sabah çok iyi giyimli... iki Çerkes... Hacı Canseyit'le birlikte geldi./ İkisi de Rus yanlısı olmuş subaylardı. Bunlar Şangeri Abat ile Lekes Tambi idi. Lekes Aslanbek'in yeğeni idi. Velyeminov onları benim de bulunduğum bir mahalde Kabartaylar'la anlaşma yaparak serbest bırakılmam için göndermişti... iki elçi Velyaminov adına konuşuyordu. Dağlılar onu General Plij (Kırmızı General) olarak tanıyorlardı. Çerkesler ona saygı duyuyor ve korkuyorlardı. İşin ciddi olduğu anlaşılıyordu." "Önce Shangeri Abat Velyaminov adına Kabartaylar'a şöyle bir teklifte bulundu: "Bunu kendi iradenizle serbest bırakıp... af dilerseniz, Velyaminov geçmişteki her şeyi unutup mal ve mülklerinizin geri verilmesi için elinden gelen çabayı göstereceğine söz verdi. Fakat... diretirseniz ihanetinizi sadece ölüm temizler"... Tambi "Teklifinizi kabul etmiyoruz. İstediğimiz fidye hala geçerlidir"... öfkeli gerilmiş yüzü". “Eylül ayında bir yıllık esir hayatımı tamamlamıştım... Kabartaylar da fidyeyi artırıyorlardı... pislik ve açlık bedenime işkence yapıyordu... sinirlerimi yenemez hale gelmiştim... kaçmayı kurtuluş olarak görüyordum... sinsice bir plan yapmalıydım./ Bazen serbest olarak köyü dolaşıyordum", "Ekim'in başlarıydı... top sesleri gelmeye başladı... Rus askerlerinin... beni bulamayacaklarını biliyordum... savaş alanından dönen Abezehler'in çoğu nefretlerini göstererek yanımdan geçiyorlardı. General... hayvanların çoğunu toplamıştı... çoğu ölmüştü, çok da yaralı vardı. Dönen yaralı Abezehler küfür ederek yumruk sallıyorlar... bir Çerkes atlısı gördüm... ben de çok merak ederek misafir odasına gittim... Binbaşı Vinirouski'nin sağ ya da ölü olduğumu öğrenmesi için gönderdiğini anladım... konuşmalarımız rahat idi... O anda Hutse ortaya çıktı ve Rusça "Sen domuzsun. Rusların hepsi domuz!" dedi./ Orada kendimi kaybettim ve Çerkes'in çokarttığı tabancayı kaparak Hutse'nin üzerine yürüdüm... Tambi gergin yüzüyle geldi ve "Bundan böyle demirlerle birlikte yaşayacaksın. Çünkü sen Müslümana el kaldırdın!" dedi." "Sekiz yıl önce esir alınan Rus kadını Mariya, Alimgeri'nin evinde hizmetçi olarak çalışıyordu. Efendisinin evine alışmış... Rus tarafına da dönmek istemiyordu. Bunun bir Abezeh çocuğu vardı. Bu da onu hayata bağlayan tek varlıktı." "Mariya'dan sonra iki üç aydır görmediğim Aslankoz yetişti... "Sen beni çok üzdün... sana yardım etmeye hazırım. Abezehler çok kızdılar. Babama sana yardım etmesi için ricada bulundum, o beni çok seviyor, elinden geldiği kadar seni korumaya çalışır." Alimgeri'nin evinde halk mahkemesi kurulmuştu. Tambi kendi haklarını korumaya çalışıyordu... hakkımda karar verecek olanın Kabartaylar mı yoksa Abezehler mi olacağı konusunda anlaşamadılar./ Sonunda olaya açıklık getirilmesi için Dağıstanlı Efendi görevlendirildi... Müslümanların gavurlardan daha üstün olduğunu anlattı. "... bu bir Müslüman için el kaldırdıysa mutlaka cezalandırılmalıdır. Bu sebepten dolayı Kabartaylar bunu Abezehlere vermelidir"... "Müslümanın mal ve mülkü kutsaldır... Rus'un bedelinin yarısını Abezehler kendi aralarında toplayarak Kabartaylar'a versin." Adaletin vermiş olduğu bu kararı toplanan halkın çoğunluğu kabul etmişti. Bu karar... Alimgeri'nin... çabaları sonucunda ortaya çıkmıştı. Sonunda kellem için Abezehler'in Kabartaylar'a fidye bedelimin yarısı olan 600 Ruble gümüşü vermeleri kesinleşti... bu derece yoksul olan Abezehler'in istenilen bu parayı bir araya getirmeleri mümkün görünmüyordu." (Tornau, s. 158-180”

Çeşitli kaçma denemeleri başarısızlığa uğradıktan sonra yazar esaretten Rusların organize ettiği yerli işbirlikçileri marifetiyle kurtulabiliyor.

*

3.4.2025
***