20 Temmuz 2017 Perşembe

EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ'NDEN SEÇMELER

Editör: Erdal Çakıcıoğlu, Akvaryum Türk Klasikleri, 2012, İstanbul

Gördüklerinden daha çok "bildiklerini" yazmış gibi!
*
Bursa, Trabzon, Azak, Erzurum, Megrilistan seyahat ve seferleri anlatılmış!
*
İlginç.
Hoş.
Yer yer Harry Potter'ı anımsatan fantastik ifadeler olsa da, genelde, öğretici.
Düşündürücü de!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"EVLİYA ÇELEBİ/ 1611'de... doğdu. 1682'de, Mısır'dan dönerken yolda ya da İstanbul'da öldüğü sanılmaktadır" 5
-"Evliya Çelebi, belli bir süre içinde, özdeş zamanda geçen iki olayı, yerinde görmüş gibi anlatır; böylece zaman kavramını ortadan kaldırır" 7
-"Anadolu Türkiye halkı, aslında İshak oğlu Ays'ın soyundandır... ucu Yafes'e varır. Yafes, Ays'ın atasıdır. Bütün Anadolu boyları, ondan çıkarak Anadolu ülkesinde oturmuşlar. Anadolu ülkesine Türk sultanlardan ilk ayak basan, Selçuklulardır (21 Mayıs 1083-9 Mayıs 1084)" 18
-"Orhan Gazi... padişahlığı sırasında, yüce atalarımızdan Türk Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri, Horasan'da halifesi Hacı Bektaş Veli'yi, 300 dervişiyle Anadolu'ya gönderdi... Bunlar gelip Orhan Gazi'yle buluştular... Orhan Gazi'nin oğlu Gazi Süleyman Bey, 70 ulu erenin ve Hacı Bektaş Veli'nin izni, düşüncesi ve önlemiyle... kırk kara bahadırla birleşerek tulumdan sallar yaptılar... Rum ülkesine ayak bastılar... Dört yanı yağma edip cuma günü İpsala kalesini fethettiler.../ Oradan Gelibolu... Tekirdağı ve Silivri Kapısı'na kadar, o 40 kişi gece baskınları yapıp pek çok doyumluk ve tutsak aldılar" 18, 19
-"Yıldırım Beyazıt Han, İstanbul'un yarısını fethedip Edirne'ye yöneldi (3 Eylül 1399-21 Ağustos 1400). İran'da Timurlenk ortaya çıkarak 37 padişahı yanında yaya yürütüp hepsini emir kulu etti... Ankara Ovası'nda... savaşa başladı. O sırada, Yıldırım'a kırgınlığı olan eşkinci Tatarlardan 12.000 asker, Timur safına geçti. Bunlardan başka, nice bin ulufesiz derme çatma asker de vezirinin önlemsizliğiyle Timur'a bağlandı. Yıldırım Han... öyle kılıç çaldı ki, Tatarları üstüste yığdı. Ama sonunda, atı tökezledi... Tatar askeri... onu tutsak etti./... Çelebi Sultan Mehmet... Amasya dolayında yetişerek bir satır vurdu ki.../... babasının öcünü Timur'dan aldı" 21
-"Fatih'in İstanbul'u On Birinci Olarak Kuşatması/.../ İslam askeri arasında, 77 tane büyük eren vardı... Fatih, bunlardan yardım diledi ve:/-İstanbul devletinin yarısı sizin, yarısı İslam gazilerinin, dörtte biri benim olup, ganimet malıyla her birinize birer zaviye, ocak ve imaret, okul, medrese ve darülhadisler yapayım, diye söz verdi./ Bunun üzerine, bütün bilginler ve yüce kişiler toplanıp ordu içinde tellallar bağırtıldı.../.../ Kalede kuşatılan hilekar, 200.000 günahkar kafiri toplayıp..." 24, 25
-"300 Zeynettin Hafi dervişi, denize postlarını döşediler... denizin üzerinden yaya ve postları üzerinden geçtiler. Kafirler, kaleden bunu görünce, korkudan akılları başlarından gitti.../ Horos Dede... atamız Türk Hoca Ahmet Yesevi'nin dervişlerinden olup, Hacı Bektaş Veli'yle Horasan'dan geldi. Çok yaşlıydı. Fatih'le İstanbul'a gelirken, asker içinde, saatte bir kez horoz gibi ötüp, "Kalkın ey aymazlar!" derdi. İslam gazileri, onun için ona Horos Dede demiş" 29, 30
(Hacı Bektaş Veli Anadolu'ya ne zaman geldi ki?)
-"... bizim atamız 'Muhammet Hanefi Oğlu Ahmet Yesevi'ye varır... böyle yazılıdır" 31
-"Bütün İslam gazileri, gemilerdeki ganimet mallarını ve tutsakları deftere yazıp Allah emaneti olarak Fatih'e verdiler ve yine savaşa gittiler. Mallar ve tutsaklar şöyleydi: 3000 kese Takyanos filorisi, 1000 külçe halis altın, 2000 kese gümüş külçesi, yirmi gemide 8000 tutsak, 20 kaptan, 1 prens, Fransa kralının kızı, 1000 Müslüman kızı -ki kimi şerife kimi değil, her biri güneş gibi parlak kızlar- yüz binlerce silah ve savaş gereci./.../... o kral kızından da Sultan Beyazıt Veli doğdu" 35, 36
-"Önce Sultan Mehmet Ayasofya'ya girip nice rahipleri öldürdü... "İzim olsun." diye Ayasofya kubbesinin ta ortasına dört kanatlı bir ok attı. Mehmet Han'ın okunun izi hala gözükmektedir. Bir asker sol eliyle bir düşmanı öldürüp sağ elini kana buladıktan sonra, Sultan Mehmet'in huzurunda bir sıçrayarak elinin kızıl kanını bir ak mermere sürdü. Pençesinin nakşını oraya iz etti. Hala o kanlı solak pençesi... beş adam boyu yükseklikte gözükmektedir" 39
-"Süleyman Han'ın Beylerbeyileri/.../... Özdemir Paşa; Sultan Gavri'nin akrabası, Çerkez asıllı, cesur ve yiğitti" 50
-"Osman Paşa; Saray'dan çıktı. Çerkez asıllı, yarar adamdı. Nahçıvan seferine Şah ordusuna gece baskını yaptığı için, kendisine Erzurum eyaleti bağışlandı" 51
-"İskender Paşa; Bostancıbaşılıktan Anadolu valisi oldu. Çerkez'dir. Diyarbakır'da da 15 yıl valilik yaptı. Orada öldü" 52
-"Kırım... yarısı Osmanlı... 8 sancaktır... Çerkez Şifage..." 61
-"Bayram günü divanlarında, önce Tatar hanlarından biri, ondan sonra şeyhülislam ve öteki büyük bilginler, ondan sonra başvezir ve öteki vezirler padişahın elini öperlerdi" 73
-"Murat Han'ın Adetleri/ Kış, yaz her cuma gecesi bilginleri, şeyhleri ve hafızları toplayarak bilimsel konular üzerinde konuştururdu" 74
-"Sultan Beyazıt zamanında şeyhler:... Şeyh İbni Araf (Medine'nin Baki mezarlığında gömülüdür. Babası, Mısır Çerkez beylerindendir. Kendisi de saygın bir kişiyken dünya işlerinden geçip 70 yaşında Seyit Ali hizmetine girmiştir. Medine'nin şiddetli sıcaklarında, yirmi günde bir su içtiği dünyaca ünlüdür)" 79
-"Beyazıt Han zamanında şairler:... Figani (Karamanlıdır... Sonra asılmış. Bu da mahlasındaki "gayın" (g) asıl harfinin etkisidir. Çünkü önceden iki Figani daha gelmiş, biri asılmış, ötekinin de Tanrı'ya inanmıyor, diye derisini yüzmüşler)" 81
-"40 yaşına vardığımda, Keysudar Mehmet Efendi'nin bağışladığı baltayı taşıyarak 12 Nisan 1641'de Leh seferine gittim. Yağma ve çapul yerinde baltayı bir kapı halkasına geçirip ganimet malına tamah ederken, kafir bizi ansızın bastı. Çıplak olarak birer yaldak atla, hızla giderek 7 günde Kırım'a vardık. Ertesi yıl... Yağma ettiğimiz saray ayak bastık. Kapısına bir ok saplayıp Tatar yasasına göre kimsenin el koymamasını sağladım. 20 tutsak... ele geçirdim... balta nasıl koydumsa öyle duruyordu" 83
-"Hezarfen Ahmed Çelebi... Galata Kulesi'nin ta tepesinden, lodosla uçarak Üsküdar'da... indi. Murat Han, kendisine bir kese altın vererek:/-Bu adam pek korkulacak bir adamdır. Her ne istese, elinden geliyor. Böyle kişilerin kalması doğru değil, diyerek Cezayir'e sürdü. Orada öldü" 91
"Bursa/ Kalesini kimin yaptığı belli değil.../... çevre temelinde gözüken taşlardan her biri, hamam kubbesi kadar. Bu da gösteriyor ki, kale insanoğlu yapısı değil" 95, 96
-"Gazi Hüdavendigar (Şehit Murat Han Gazi) Camisi:... Hikayeye göre; bir gün Murat Han'ın bir doğanı, uçup tak üzerine konmuş. Murat Han her ne kadar doğanı çağırmışsa da gelmemiş. Gelme olasılığı olmadığını da anlayınca, öfkelenip "Kaskatı kal!" demiş. Ulu Tanrı'nın buyruğuyla o doğan tak üzerinde taş olup kalmış. Hala durur. Herkesin gözü önünde, bellidir" 102
-"Dil İskelesi... Denir ki; Orhan Gazi çağında dünyayı dolaşan bir derviş, buradaki gemicilere gelip:/-Oğullar! Beni karşıya geçirin, der. Onlar da geçirmeyip giderler. O derviş, hemen eteğine toprak doldurur. "Biz karşıya Ulu Tanrı'nın emriyle böyle geçeriz!" diye eteğinden toprağı denize döktükçe, deniz kara olur. Böylece geminin ardından yürü gider. Gemiciler.../... ekmeğimize engel olma... Bağışla diye yalvarırlar. O da 12.000 adım... sonra, gemiye girer" 118
-"Trabzon.../.../... Fetihten sonra, Mehmet Han burayı taht edinip para bastırmış, hutbe okutmuş. Üç yıl bu şehirde oturup kuzeyindeki Gürcistan, Megrilistan, Abazistan'ı egemenliği altına almış" 130, 131
-"Anapa Limanı'ndan Azak Savaşı'na Gidişimiz/.../... Azak'ın iskelesidir./ Burada, Kefe beylerbeyi Bekir Paşa, Çerkez kabilelerinden asker, Dağıstan yöneticisi Şamhal Sultan Mahmut da 40.000 seçme askerle 7000 araba getirmişti. Bu iskeleden, bütün mühimmatı arabayla Azak'a götürdüler. Bütün İslam gazileri... kuşattılar. Gece gündüz savaşa başladılar./.../... konuştular. Bahadır Giray Han'ı 70.000 atlısıyla Moskof Kralı'nın payitahtına kadar yağma etmeye gönderme kararını verdiler./.../ Tatar askerinin böyle ganimetle gelmesiyle öyle bolluk oldu ki, bir at bir kuruşa, bir genç kız beş kuruşa satıldı.../.../ Sonunda, asker kalenin alınamayacağını anlayıp genel oyla fetihten vazgeçerek... Bütün eyalet askerine izin verildi. Kimi karadan, kimi denizden gitti. Karadan gidenler 6 günde Kuban'a, oradan Çerkez iline, Taman Adası'na gittiler. Kimi de Heyhat Çölü'nün kuzeyindeki Çerkezistan'a gitti... ben... izin alıp Kırım Han'ıyla Kırım iline yöneldim" 135, 137, 142-144
-"Bahçesaray... bize bir konukevi bağışlandı... o yıl Kalgay Sultan, üç kez 80.000 askerle Moskof ülkesine çapul edip, vurup kırarak, beşer onar bin tutsakla, doyumluk malla Kırım'a geldi./ Bahar... Han'a çizme pahası 12.000 altınla Osmanlı hanedanının bir yarlığını getirdi. Bu yarlıkta:/ "... Azak Kalesi kuşatmasına hazır ol." deniyordu" 147
-"Kefe... Kale yapılırken, 7000 Tatar askeri Moskof ülkesine akın yapıp onar yirmişer bin tutsakla döndü. Her tutsağı onar kuruşa sattılar.../.../... Bahadır Giray Han'dan, İstanbul'a dönmek için izin aldım. Kir kese kuruş, üç tutsak, bir samur kürk, bir kat giysi bağışlandı... 14 tutsak ve kese mala sahip oldum. Trabzon'dan, Megrilistan ve Abaza'dan aldığım tutsaklarla 18 tutsağım oldu./.../... Karadeniz'in ortalarına vardık./... denizin içinde çalkalanıp durduk.../..../... gemiyi baştan yana iki parça edince.../... sandala atıldım.../.../... üçüncü gün öğle vakti bir dalga gelip sandalı devirdi. Ben de baş aşağı denize düştüm. Can korkusuyla... yardım diliyordum./ Birden, içime bir teselli doldu... Korkum geçti... Yüzerken... tahta... gördüm. Hemen bir çeviklik ederek... bindim... Sandaldaki arkadaşlarımdansa hiç haberim yoktu, yitmişlerdi.../... bindiğim tahtaya iki Gürcü köle, iki Çerkez kızı ve bir Rus köle yarasa kuşu gibi sarılmışlar... Rus... boğulup gitti. Dört tutsakla kaldım.../... üçüncü gün... kumların üzerine düşüğümü biliyorum.../.../... Tanrı'ya şükrettim... 18 tutsak bağışlayıp yine aldı. Candan ve dünyadan umut kesmişken, bu amansız denizin içinde dört tutsak bağışladı ki, her biri bin taneye bedel üstün, eşsiz köle ve cariyelerdi.../... Silistre... bağlarıymış... Tutsaklarımla bana bir hücre verdiler... Bektaşi dervişleriyle 8 ay, sağlığım düzelinceye dek içten konuşmalar yaptık... Kölelerimden biri bile, "Ben falanın satın aldığı kölesiyim." demeyip sanki benim candan kölemmiş gibi kaldılar" 149-156
-"Karacalar köyü... dediğinden dönmeyen inatçı Türkler, bir kütüğü kırk kez konuklarına satarlar" 165
-"Koyulhisar.../.../... Sultan Ahmet çağında, Özi Kazakları, Karadeniz'den çıkıp dağları aşarak, bu kalenin dışını yağma ederek kaçmışlar" 182
-"Doyran köyü... 100 evli, bayındır Ermeni köyüdür.../... Enderes köyü... 100 evli bayındır Ermeni köyü ve zeamettir./... Taban Ahmet Ağa Çiftliği adlı yere konduk. Çiftlik sahibi Ahmet Ağa, burada bize büyük bir şölen verip Paşa'ya bir küheylan sundu. Hizmetçilere 20 at, 3000 koyun, 7 katar katır, 7 katar maya yollu deve ve 10 kese akça da Paşa efendimize armağan etti. Öyle büyük bir ziyafetti ki dille anlatılamaz. 40 kese ve 70 devesi alınarak kaydedildi. Bana da bir atı nasip oldu" 183
-"Çavuşlar Kethüdası köyüne vardık... kethüdası büyük bir şölen verdi. Beş at, beş kese, beş Gürcü köle armağan getirdi" 186
-"Fatih... Uzun Hasan'ı 300.000 askeriyle Tercan Ovası'nda, 6 Ekim 1461'de bozmuş" 190
-"Abaza Paşa, Erzurum'da ansızın Celali olmuş. Bu iç kaleyi bir gece basıp bütün yeniçerileri kılıçtan geçirmiş... Abaza, Erzurum Kalesi'ne sahip olup, tam on yıl direnmiş. Yedi kez üzerine mühürle Serdar Çerkez Mehmet Paşa... daha nice serdarlar varmışlar ama elinden Erzurum'u kurtaramamışlar... Hüsrev Paşa... Abaza'yı, üstünde kefeniyle teslim olmak zorunda bırakmış. Onu, IV. Sultan Murat'a götürmüş. Suç defterleri yakılıp, suçu bağışlanmış. Sonra kendisine Bosna ve Budin, daha sonra da Özi Eyaleti bağışlanmış" 191
-"Erzurum.../ Paşa Sarayı, 110 tane kat kat oda, altlı üstlü divanhane ve köşk olup, cennet bahçesine benzeyen bahçesinde Tayyar Mehmet Paşa Köşkü ve Tekeli Paşa Köşkü var... Küçük Abaza Paşa Sarayı... vs.dir" 192
-"Eğerli Dağ... pis bir koku... Toprak, tencerede bulgur kaynar gibi fokur fokur kaynıyor. Ziftli, katranlı toprak.../.../... Erzurumlu Cafer Efendi adlı bilgin.../... Sakın... O mezarı bir daha ziyaret etme. Hz. Musa'nın ahıyla imansız gitmiş. Ona, Bel'am bin Ba'ur derler. Yüzyıllarca yaşamış... Mısır'ı bırakarak bu dağda oturmuş. Hala mezarı... leş gibi kokar" 199
-"... üç tane Kars... Biri Silifke'de Karataşlık Karsı, Maraş Karsı, biri de bu Kars" 201
-"Begümler köyü... 300 evli köydür. Halkı Ermeni ve Aznavur Gürcüsüdür" 209
-"Aras ve Zengimar ırmaklarının kuzeyinden kırk konak, Elbürz dağını aşıp Hazar Denizi'ne varıncaya dek Dağıstan ve Gürcistan sayılır" 210
-"Paşa; Erzurum, Maraş, Sivas eyaletlerine yarlığlarla kapıcıbaşlar gönderdi. Beni de... Tortum... beyi Seydi Ahmet Paşa'ya yolladı" 212
-"Karadeniz kıyısındaki Gönye Kalesi'ni Rus Kazaklarının ansızın bastıkları haberi Seydi Ahmet Paşa'ya geldi. Paşa, hemen zırhını giydi./-Din uğruna gaza ve şehitlik isteyen gelsin, diye tellal bağırttı... Az zamanda, 1000 kadar seçme, hafif asker toplandı./-Ardım sıra gelmeyenin vay haline, diyerek üç kez hep birden tekbir getirildi. Sonra kuzeye yöneldik... 3000 kadar... hayvana benzer Megril Aznavavurları, Gürcü ileri gelenleri geldiler. Koca Gazi Seydi Ahmet Paşa, her birine sözler verip gönüllerini aldı./... sabah... Gönye Kalesi'ne vardık. Gördük ki Kazaklar kaleye dolup haçlarla kalenin burçlarını, kulelerini süslemişler.../ Kazaklar kalede kuşatılıp kurtulmaktan umudu kesince, kudurup ateş etmeye başladılar... Kazaklardan bir bölük, bayrak açarak dışarı çıkıp Müslüman gazilere saldırdı. Ama Gazi Seydi Ahmet Paşa... Kazaklara öyle bir vurdu ki... kurtulamadılar... 200 Kazak tutsak edildi... Müslüman gazilerden 70 kadarı şehit düştü./ Seydi Ahmet Paşa... kapıcıbaşılarını Batum sancağına, asker çağırmaya gönderdi... Laz tayfaları... alay alay gelip Çoruh kıyısında durdular. Serdar Gazi, bunları dinlendirmeyerek:/-Koma karındaşlarım! Gayret sizindir. Din uğruna çalışın... diye Çerkezce bütün gazileri savaşa kışkırttı./ Onlar da dalgalar halinde... 70 kadar gazi şehitlik mertebesine erdi../ Bunun üzerine, Seydi Ahmet Paşa... merdivenlere korkusuzca saldırıp Tanrı adını anarak, naralar atarak örümcek gibi tırmanmaya başladı. Kalenin doğusundaki kule üzerinde iç ağalarıyla gözüküp, "Bre bırakmayın, yiğitlerim!" diye bağırınca, serdarlarını bu durumda gören Müslüman gaziler, yılana kara karınca üşer gibi kaleye üşüp saldırdılar... Sonunda, ikindide kale alınıp... ilk ezanı okumak bana nasip oldu" 219-221
-"... ikindide, denizde 40-50 tane Laz menkeslesi peyda oldu. Bunlar... kalenin... Osmanlı askeri olduğunu görünce, gerisin geriye gitmeye başladılar. Bunlar, kaledeki Kazaklara yardıma gelen asi Aznavurlarmış. Seydi Ahmet Paşa askerleri... kurşuna tuttular... 47 kayık alındı. İslam askeri, büyük doyumluk elde etti. İçindekiler tutsak edildi" 223
-"Seydi Ahmet Paşa.../-Bu Megrilistan, Trabzon Eyaleti'ne bağlı olup, bize yardım göndermesi gerekirken, Kazaklara yardım edip padişaha isyan ettiler... İslam askeri at üstünde hzırken, Megril kafirinden nasıl öç alalım ki şu kadar yol sıkıntısı çeken İslam askeri ganimet malıyla doyum olsunlar?/ İş danışmaya düşünce, Gürcistan yöneticisi Sefer Paşa da Megril tayfasına olan garezini meydana koymak için:/- Megril'e İslam askerinin yayasıyla atlısını birlikte saldırtalım. Bizim Ahıska, Gürcistan gazilerini kılavuz verelim. Onlar da gaza malından pay alsınlar, dedi.../ Gürcistan'a Baskınımız/... Sefer Paşa, Gürcistan askeriyle Megrilistan'ın Dıranya bucağını yağmaya başladı... Megril halkı, dağlara kaçtı... 700 tutsak alındı. Askerler doyum oldular... yedi yiğit şehit oldu. Baki Paşa da ganimetlerle zengin olup İslam ordusuna döndü./ İslam gazilerine izin verildi. Takım takım dağlara, bellere, sığınaklara üşüştüler... 70 Müslüman şehitlik şerbetini içti. 300 Megrili tutsak edilip, 700'ü de öldürüldü. İslam askeri ganimet ve nimete boğuldu. Savaşta tutsak edilen köle ve cariyeleri serdara teslim ettiler./... iki casus tutuldu.../- Biz, Megril beyi Japişhu'nun adamlarıyız... dediler... bize kılavuzlukedip zengin köyleri gösterdiler... Temres Han'ın ülkesine... girdik... 3000 gök demirli Gürcü yiğidi... gelip ordunun bir yanında durdu... Seydi Ahmet Paşa'ya armağanlarını sundu. Han oğlu'nun da incindiği Gürcü boyları varmış. İslam askerine kılavuzluk etti... bucakları fethedildi.../ Ketfaç Paşa kolu, iki güzel kız tutsak etmişti ki, örneği Şam'daki huri yüzlülerde bile bulunamaz... Seydi Ahmet Paşa, bunları Ketfaç Paşa'dan biner kuruşa satın alıp, diğer 20 kızla Sultan İbrahim Han'a gönderdi... Megril Beyi'nin amcası oğlu tutsak düşmüştü. 100 tutsak, 1000 baş hayvan, pek çok altın işlemeli mal vs. vererek kurtuldu./ Bu zaferli seferde bir sığır yarım kuruşa, bir koyun 5 akçaya satıldı. Bu sırada, Açıkbaş beyinden serdar Seydi Ahmet Paşa'ya 5 köle, 5 cariye armağan geldi. Paşa baana bir köle, bir cariye bağışladı./... Sonunda Gürcistan, Megrilistan baştan başa baş eğdi... Ordumuz, tutsağa ve ganimete boğuldu. Herkes kendi payını götürmekten aciz kaldı... Ganimet malları Trabzon'a götürülüp uygun fiyata satıldı./.../... 6 Kasım 1647'de Erzurum toprağına ayak basıp... geldik... Defterdaroğlu efendimizin... otağına indik... Her sancak beyinden gaza malı ve armağanlar gelmeye başladı./ Önce Seydi Paşa'dan 150 Kazak güzeli, 11 Kazak hatmanı, 200 Megril tutsak, 150 köle, 40 okka gümüş avani, 100 cariye, bir katır yükü altın işlemeli sansar postu, 7 zırh vs. değerli eşyalar geldi" 227-231
*

20.7.2017-Ankara  
***

Bir başka SEYAHATNAME'den SEÇMELER versiyonu da şöyle:
*

SEYAHATNAME
Seçmeler
Evliya Çelebi, Düzenleyen ve Hazırlayan: Suat Batur, 1. Basım Mart 2005, Akdeniz Yayıncılık, İstanbul

Bence düşündürücü ve öğretici bir eser.
*
Kitaptan bazı notlar:
Evliya Çelebi kendi yazdığına göre 25 Mart 1611'de İstanbul'da doğmuş, on yıl İstanbul'u dolaştıktan sonra 1640 yılından itibaren başladığı seyahatlerinde başka birçok yeri gezmiştir. Nerede ve ne zaman öldüğü kesin olarak bilinmemekle birlikte 1682'de öldüğü sanılmaktadır. Seyahatlerini genellikle bir paşanın maiyetinde ve hatta görevlisi olarak yapmıştır, gezilerinin çoğu "yarı resmi kimliktedir." Padişah IV. Murat'ın huzurunda da bulunmuştur. Çelebi'nin "adını hiç anmadığı annesi Kafkasya kökenli bir Abazadır." (Çelebi, s. 18-26, 56-70)
"Gezi edebiyatımızın en büyük yazarı Evliya Çelebi, elli iki yıl boyunca gezdiği gördüğü yerleri, canlı, sürükleyici bir biçimde yazmıştır." "Bu seçkide, on ciltlik Seyahatname, belli bir bütünsellik içinde, dil ve anlatım özellikleri olabildiğince korunarak yalınlaştırılmıştır." Çelebi "Yanlarında görev aldığı birçok devlet adamıyla ya da onlardan aldığı görevlerle Anadolu, Suriye, Irak, Hicaz, Mısır, İran, Azerbaycan, Kırım, Rumeli, Balkanlar, Macaristan, Avusturya, İsveç, Lehistan, Rusya, Sudan, Habeşistan'ı dolaştı" ve gördüklerini yazdı. On cilt olan "Seyahatname, ilk kez 1848'de Kahire'de" yayımlanmıştır. 1896'da başlanan yayında 1902 yılına kadar "altı cildi yayınlanabilmiş", 7 ve 8. ciltler 1928'de, 9 ve 10. ciltler 1938'de yayınlanmıştır. (Çelebi, s. 27-30)
"İlgi çekmek için, gerçek dışı olaylar uydurmaktan ya da kimi olayları abartmaktan kaçınmamıştır." (Çelebi, s. 28)
"Silahtar Melek Ahmet Paşa, kendisi ile anamız tarafından akraba olduğumuzdan..." (Çelebi, s. 55)
"Padişah hazretleri" "mübarek eliyle başıma samur bir kalpak giydirdi. Uzun zaman Tatarlar gibi kalpak ile gezerdim." (Çelebi, s. 59)
"1641 yılında Leh Seferi'ne katıldım. Yağma yerinde baltayı bir kapı halkasına geçirip açgözlülükle diğer ganimet mallarına koşarken, kafirler bizi ansızın bastılar. Çırılçıplak birer at ile çapulculuk yaparak, yedi günde Kırım'a geldik... Nasılsa ertesi yıl yine Leh Seferi'ne atlanıp... vardık. Yağma ettiğimiz saraya ayak bastım. Kapısına bir ok saplayıp Tatar yasası gereğince hiç kimsenin el sürmemesini sağladım. Yirmi tutsak ve birçok bakır, kalay kap kacak ve samur giyecekler yağmalayıp bir odanın kapısına vardım. Bu oda, bir yıl önce baltayı halkasına asıp kaçtığımız oda idi. Baltayı nasıl koydumsa, öylece duruyordu." (Çelebi, s. 71)
Hezarfen "Galata Kulesi'nin ta tepesinden lodos rüzgarıyla uçarak Üsküdar'da Doğancılar Meydanı'na inmiştir." (Çelebi, s. 72)
Karadeniz'de fırtınaya yakalandıkları bir olayda gemileri batıyor, başkalarını engelleyerek tutundukları sandal ve tahta parçaları sayesinde hayatta kalıp, bir kısmını, "bindiğim tahta üzerine iki Gürcü oğlanı, iki Çerkez kızı, bir Rus oğlanı yapışıp yarasa kuşu gibi sarılmışlardı. "Bunlar, benim bindiğim tahtaya yük olup batmama neden olurlar. Ah durumum nereye varacak?" diye üzülmeye başladım", "Tanrı'nın cömertliğini gör ki, Mekrilistan, Abazistan ve Kırım'da on sekiz adet tutsak verip yine aldı. Can ve dünyadan umut kesmiş iken, bu amansız deniz içinde yine dört tutsak verdi ki, her biri binde bir türünden seçme, benzersiz köle ve cariyelerdir", "Kelgra Sultan Tekkesi'ne giderek dervişleriyle sohbet ettik. Tutsaklarımızla bize, bir oda verdiler", şeklinde anlattığı olay sonunda, üç gün denizde dolaştıktan sonra Balkanlar'da karaya çıkabiliyorlar. (Çelebi, s. 98-104)
"AMASYA KALESİ" "Göklere yükselmiştir." "Nursuz Timur dahi bu kaleyi yedi ay kuşatarak almaya çalışmışsa da başarılı olamayarak eli boş dönmüştür." (Çelebi, s. 104, 105)
"Şirin... Ferhat'ın balyozlarının izi, şehrin batısındaki kayalar üzerinde açık seçik görünür." (Çelebi, s. 109) 
Erzurum "yoksulları sığır tezeği yakarlar. Yoksul halkının bütün ocakları evlerinin ortasındadır. Dört yanlarında hayvanlar durur. Evleri hamam gibi olur." (Çelebi, s. 112)
"Tebriz, İran'ın en ünlü şehridir... Burada çok zevk ve sefa ettik". (Çelebi, s. 113)
"Bakü Kalesi, Moskova kralına karşı Dara Şah tarafından Hazar Denizi kıyısında... yapılmış". "Şehir yakınında yedi yerde neft madenleri vardır... Bu kale ile Demirkale arası deniz kıyısından dört konaktır... Moskoflar sürekli Bakü'ye gelip tuz, neft, safran ve ipek alır... Kimi zaman Moskof Kazak'ı kenarı sazlı gemileri ile bu ırmağa girip Acem şehirlerini yağma ederler. Aldıkları tutsakları Keylan pazarına getirip satarlar." "Bakü ve Revan hanlarından yüz adet silahlı asker aldıktan sonra, Bakü'den güneye doğru, deniz kıyısındaki çorak yerlerden giderek neft madenlerini izledik./... yerden kaynayarak çıkar... şah huzurunda, devlet merkezinde yanan meşaleler hep Bakü neftindendir." (Çelebi, s. 114-117)
"Bu Hazar Denizi, denizcilerinin yazdığına göre Karadeniz'den büyüktür... Kapılar kapısı denilen Demirkapı'dan güneye doğru bir körfez vardır. Dağıstan Denizi hükümdarlığı sınırında, Avar ülkesine yakın Terek Irmağı kıyısında, Moskofların Terek Kalesi'nde son bulur... Gemicileri, Moskof Kazak şaykalarından çok korkarlar. Kimi zaman deniz üzerinde büyük savaş ederler." (Çelebi, s. 119)
"Bayburt'tan Trabzon'a yaya iki günde, atlı ise dört günde varır." (Çelebi, s. 122)
"Ankara halkı, kendi yünlü dokumalarının bu özelliğini Hacı Bayramı Veli'nin kerametine bağlarlar." "Köylerinde ekili yerleri çoktur. Hayır ve bereketleri fazla, nimetleri bol, pınar ve akarsulu bir bayındır şehirdir". (Çelebi, s. 138)
"Ben de hizmetçilerimi yollayıp..." (Çelebi, s. 145)
Çok şiddetli bir şekilde övülen "Hazreti Mevlana Belh'te doğmuştur... Olgunluk devresinde, Nakşibendi tarikatına mensup Müslümanlara öncü olmuştur." "Türbesi/ Sultan Süleyman Han tarafından yaptırılmıştır." (Çelebi, s. 146, 147)
"Meğer bütün Osmanlı askeri, Gürcü Nebi ile Katırcıoğlu ve Çomar Bölükbaşı Celalilerinin üzerine sefere çıkmışlar. Ama adı geçen Celaliler, Osmanlı askeri üzerine yüz bin kişi ile gelmekte olduklarından, Üsküdar çevresine ve bağlar kenarına hendekler kazmışlarmış." (Çelebi, s. 150)
Çeşitli yerlerde inanılmaz mucizevi olaylar anlatılıyor. (Çelebi, s. 151, 171, 191-199, 225, 375) 
"Maraş'ın doğusundaki dağların ardı Elbistan sahasıdır... Bu dağlar ve beldelerde hep Türkmenler otururlar. Dilleri -kendileri gibi- Buhara illerinden gelmedir. Bütün Türkler on iki çeşit dil üzere konuşurlar./ Bu kavim ilk olarak Maveraünnehir'den çıkıp Danişmendi, Akkoyunlu ve Selçuk adları ile ayrı ayrı bu Rum ülkesine ayak basıp, her biri birer ülkeye yerleşmişlerdir. Çeşitli lehçeleri vardır. Türkmen dili Tatarcadan ayrılmaz." "Bunların daha nice garip lehçeleri vardır. Birbirlerinin dillerini çevirmen ile anlarlar... Moğol, Bogol, Türk, Kozak, Heşdük, Dağıstan, Lazki, Kumuk, Tatar, Buhara, Noagri, Uromit, Ulu Nogay, Geci Nogay, Şeydak Nogay, Haydak, Bardak, Kırım gibi birçok kavimler hep Türk ve Tatar'dırlar. Türkmen Osmanoğulları dahi onlardandır. Ama Kalmak Tatar'ı yani Çin, Hatay ve Hotin ile Moskof arasında karanlık dünyaya varıncaya değin yayılan bu kavim, başka Tatarlardır. On iki Tay yani şahları olup on iki adet dilleri vardır ki, birbirlerini anlamazlar. Dünyayı tutmuşlardır./ Bu Maraş şehrini iyice gezdikten sonra batı yönüne giderek Kars Maraş (Kars Zülkadriye) kasabasına geldik." (Çelebi, s. 157-160)
"Madyanoğlu Yanko, İstanbul Kalesi'ni yapmaya başladığında, kardeşi tarihçi Kral Yenvan -ki hesap biliminde çağında tek idi- Tuna Irmağı'nı İstanbul'a akıtmayı düşünmüştür." (Çelebi, s. 162)
"Tuna gibi büyük suya, bent ile çit örüp balık avlamak, kimsenin aklına gelmeyecek bir şeydir!" (Çelebi, s. 170)
"Edirne'nin üç ırmağında ikindiden sonra nice güzeller ve sadık aşıklar yüzerek eğlenirler." (Çelebi, s. 185)
"O an paşaya varıp Kağıthane'ye gitmek için izin aldım. Kırk altın harcayıp, iki koyun ve başka yiyecek ve içecekler alarak uygun dostlarımdan beş alti ağa ile çadırlarımızı aldık... Sanki her gece ve gündüz Hüseyin Baykara zevki ederdik... kutsal ramazan ayının hilali görününceye değin tam iki ay bu çimenlik ve laleli çayırda öyle eğlenceler olmuştur ki, diller ile tarif ve kalemler ile yazılması olanaksızdır. İstanbul'un bütün eşraf ve ileri gelenleri... aydınlatırlardı." (Çelebi, s. 186, 187)
"DİYARBAKIR.../ Dicle kıyısında Reyhan bağı ile Kafesli bostanının Rum ve Acem'de benzeri yoktur." "Tam yedi ay bu Dicle Irmağı kıyısında gece ve gündüz şenlik içinde herkes dost ve ahbabı ile eğlenir." (Çelebi, s. 188, 189)
"Bağdat'ın güvercinleri ünlüdür." (Çelebi, s. 201)
"Ben bu durumda kavgaya devam ederken paşa, oğlu ve aşiretimizden birkaç Abaza gelip araya girdiler." (Çelebi, s. 208)
"GEMLİK KALESİ" "Orhan Gazi fethetmiştir. Bu kalenin fethinde Hacı Bektaş dahi bulunmuştur... İstanbul şehrini Gemlik narı ile doldururlar." (Çelebi, s. 210, 211)
"Bu Ulubat Irmağı, sabahtan öğleye değin geriye doğru akar, öğleden sonra aşağı akar." (Çelebi, s. 212)
"ŞENLİK" "İki topun güllesi deniz ortasında birbirlerine rastlayıp ikisi de havada dağıldılar." (Çelebi, s. 218, 219)
"YAŞ" "Dona Manastırı: Kral Leopol'nun karısı, Dona Banu'nun yapısıdır. Dona, aslen Çerkez olup zamanında vezir-i azam olmuş olan Mehmet Paaşanın kız kardeşinin kızı Dona Banu'dur ki halen beyimiz olan İstafan Beyin annesi olup sapıklık içinde kalmıştır./ Derviş Mehmet Paşa, Şam valisi iken Sultan Murat'a rica edip bu kızı Leopol'dan kurtarmaya çalıştı. Leopol, nice hazineler harcayıp inat edip kızı vermeyerek ondan birçok evlat sahibi oldu." (Çelebi, s. 220-225)
"Tuna üzerinde bulunan birçok yerlerden sayısız gemiler gelip Belgrad'da gayet ucuzluk yaparlar... bütün Arap, Acem malları yılda beş, altı bin deve ve araba yükü gelip burada yükler çözülür, bağlanır." "Bu şehir halkınca yalan ve dedikodu gayet ayıptır." (Çelebi, s. 226, 227)
"LAPOVEVİÇSE ŞEHRİ/ Kalesi yoktur ama şehir olağanüstü bayındırdır. Tatar bu şehir içine sokularak, herkes evinde uyurken bazı evleri ateşe verip ezan okudular. Şehrin içine aç kurt gibi girip birçoklarını rahat uykudan uyandırarak çıplak ve perişan dağlara düşürdüler. Beri yandakiler ise tutsak topladı, adam başına beş tutsak düştü. Ama bindirecek atlarımız yoktu. Hemen şehir içine yayıldık. O denli at bulduk ki daha fazla tutsağımız olsaydı yeterdi. Ben, yedi yiğit ile bir saraya girdim. Kapılarını kapadım. Yukarı balkonlarına çıktık. Henüz gecelikleri ile tatlı uyku içinde, cilveli cennet kızları yatıyorlardı. Bunları kuşatıp tümünü tutsak ettiler. Ganimet malı almadılar. Kapıyı açıp arkadaşlara haber verdiler. Oysaki onlar da ganimet malından zengin olmuşlardı. Çünkü sekiz yüz yiğit böyle bir şehirden ne alıp ne götürebilirdi ki." "On altı at ve nakışlı hento araba çıkarıp bütün tutsakları atlara ve ganimet mallarını arabaya yükleyip şehri ateşe verdiler. Şehir dışına çıkınca üç şehit verdiğimizi öğrendik... gece gündüz yürüyerek Siven şehrine geldik. Erdel hükmünde imiş." "Osmanlı askerinin geldiğini duyunca bütün halk dağlara kaçmış." (Çelebi, s. 235-237)
"Başa gelecek olan gelir. Bize ganimet gereklidir, dediler." "Baytanat Kalesi'ne geldik./ Büyük bir şehirdir. Nemse kralının atası yönetimindedir... şehre daldık. Göz açıp kapayıncaya değin geçen zaman içinde kale kafirlerine bir kılıç vurup çarşı, pazar ve kiliselerinden o denli mal, güneş parçası erkek güzeli ve ay yüzlü kız ve oğlanlar aldık ki, eteklerine diken ilişmemiş, yüzleri açılmamış birer gül idiler. Ganimet toplamaktan İslam askeri o denli bıktılar ki, sonunda yükte hafif ve pahada ağır olanları üç yüz araba yükü tuttu. Bütün Müslüman gazileri ganimete boğuldular." (Çelebi, s. 241)
BEÇ "Şehrin on yerinde pazar meydanları vardır. Yemiş Pazarı Meydanı, Ekmek Meydanı, Unkapanı Meydanı, Çerkez Meydanı. Süleyman Han zamanında bir Çerkez yiğidi o yere gelince, at koyup kafirleri kıra kıra gelir ve kendisi de şehit olur. Bir kemer altında, o Çerkez yiğidi atı üzerinde kendisini doktorların dondurduğu biçimde, tunç gibi, silahı, zırhı, oku, kalkanı, başında kalpağı ve elbisesiyle durur. Atı da dondurulmuş olarak durur. Onun için bu meydana Çerkez Meydanı derler. Bu yiğidi, tüfek ile şehit eden kafiri Ferdinand Kral getirtip:/ -Niçin böyle gazi yiğidi yapıp tüfek ile vurdun... diyen kral adalet edip, Çerkez'i şehit eden kafire Çerkez yiğidinin karşısında bir duvar yaptırır. İşkence ile kafiri duvar içinde öldürür. Hala o da dondurulmuş olup duvar içinde pis cesedi durur." "Süleyman Han, bu kaleyi kuşatmaya başladığında bu saatleri ve diğer sanat yapıtlarını gemilere koyup Prag Kalesi'ne götürmüşler, sonra yine getirmişler.../ Altmış sekiz adet patrik, metropolit ve papaz kilisesi vardır." "Kilisenin içinde olan on altı adet somaki, zenburi ve burkani mermer sütunlardan her biri onar Mısır hazinesi değerindedir. Bunlar Hazreti Süleyman'ın karısı olan Belkıs ananın doğum yeri olan Yemen diyarındaki Saba şehrinden getirilmiş olup, yeryüzünde benzerleri yoktur." "Ama bu Beç'teki Stefan Manastırı'nda kitap daha fazladır", "gördüğümde hayretler içinde kaldım." "İsveç kralı bir kase dolusu şarabı içip der ki: "Bu İskender taç ve tahtı, dedemin tahtı, bana haram olsun. Nemse'nin Beç Kalesi'ndeki Stefan Manastırı'ndaki mala sahip olmayınca. Bu İsveç devleti bana ve evladıma haram olsun..." diye söz verir. Ta bu derece hesapsız para vardır." "Sonra hemen acele ile yaralının beuni yanındaki kurşunu aldı." "Görülmeye Değer Diğer Bir Cerrah Ustalığı" "Üç dişim sallanır dururdu... cerrah... kırmızı sudan dişlerimin etlerine sürdü... Dişlerim öyle sağlam oldu ki fındık ve ceviz kırabilirdim. Dünyalar kadar sevindim." "Kısacası bu Beç'te olan hekimler, kan alıcılar ve cerrahlar bir ülkede yoktur." "Alman diyarında, Anadolu ve Arabistan'daki gibi çok deli yoktur." "Sarayı her ne denli anlatsak denizde damla, güneşte zerre kadar övülmüş olmaz." "O denli maskaraları var ki anlatılamaz." "Yetenekli keferelerdir." "Bu ülkede ve diğer kafir ülkelerinde söz kadının olup Meryem Ana aşkına kadına saygılı olurlar." (Çelebi, s. 251-269)
"KIRIM" "Kazak ve Kalmuk korkusunu çekip hızla ilerledik." "Azak Kalesi'ne varınca on günlük yer Osmanlı yönetimindedir." "Bahçesaray'ın ilk olarak imarına başlayan Kırım Adası fatihi olan Cuci Han ve Ertogum Handır... Bir vadi şehri gibi iki yanı yalçın kayalı, geniş dere içine düşmüş büyük bir şehirdir." "Herpsinden görünüşlüsü... şani yüksek Hanlar Sarayı'dır." "Bu kapıların aralarında kat kat şahnişin köşkler ve konaklar görülmeye değer, nakışlı odalar durumundadır... Cengizoğulları yasalarına göre hükümet ve adalet ederler." "Kavak ağacından yüksek ağaç yoktur." "ÇERKEZLER" "Hepsi darıdan pişmiş pasta yerler.../ Semiz koyun ve kuzuları... arıtırlar... Koyunu tandırda öyle pişirirler ki sanki iliği dağılır." "Evleri saz ve kamış örülü, çit çevrili, ikişer kapılı evlerdir. Atları baş uçlarında ve silahları yanlarında yatarlar... Çerkez adamları uyumayıp konukları hırsızdan korurlar. Garip dostu adamlardır. Ama bir kötü şeyleri vardır, yüz yaşındaki adamların cümle sakalını tıraş ederler." "Bu kavmin tapındığı başta gelen ağaç... genişliğini ölçmek için yirmi kişi el ele tutuşup kucakladık; eller güçlükle kavuştu", "her yıl temmuz ayında... bu yüce ağacın altında çeşitli uluslardan değişik diller konuşan yüz binlerce adam toplanır. Bu Ademi Çerkez kabilesi ile kırk gün kırk gece kızışarak alşveriş ve pazarlık ederler. Bu ağacın gölgesi insan denizi olur." (Çelebi, s. 271-279)
"AYRANOZ", "iki yüz yetmiş yaşına basmış yaşlılar da vardır." (Çelebi, s. 285)
"SELANİK" "Sanat ve sanayiye ait dört bin dört yüz adet küçük dükkan bulunmaktadır." "Bütün kefere ve sapıklar buralarda mevcut olup toplam üç yüz kırk adet meyhane vardır... Hem handırlar, hem meyhanedirler." (Çelebi, s. 292, 293)
"Atina şehrinde yedi bin adet filozof toplanmış olduğundan, bütün tarihçiler buraya "Eski Filozoflar Şehri" adını vermişlerdir." "Ama Filozof Bukrat değil ecele çare bulmak, kendi derdine derman bulamayıp ishalden ölmüştür." (Çelebi, s. 301)
"Atina Camisi içinde ve avlusunda gördüğüm yapıtları... görmedim." (Çelebi, s. 310)
"Sadrazamın fermanı ile... Girit Adası'nı... dolaşıp sayımını ve kaydını yaptık... dokuz yüz adet köyde, iki yüz bin Hristiyan ve Müslüman halk ile bütün imaretleri saptadık." (Çelebi, s. 313)
"BÜYÜK TOPLULUK YERİ DALYAN PANAYIRI/ Usturumca kazası sınırında" "insanoğlu pazarı kurulup binlerce ay ve güneş yüzlü kızlar ve oğlanlar alınıp satılır." (Çelebi, s. 318-320)
"BODRUM.../ 1522'de, Malta kafirleri elinden Balak Mustafa Paşa eliyle Süleyman Han fethidir." (Çelebi, s. 323)
"İSTANKÖY ADASI BÜYÜK ÇINARI/... kırk bir yıl on sekiz padişahlık yer gezdim, böylesini görmedim. Bu çınarın benzeri ancak Çerkezistan'da Admi kabilesindeki ağaç ola. O taraflarda bu ağaca, haşa Tanrı diye taparlar. Böyle bir ağaç ta Dağıstan'da Elbürz Dağı eteğinde... vardır." (Çelebi, s. 325)
"Herkes, "Manavgat'ı bilmeziz!" diye feryat eder. Acayip haramzadelerdir. Bu dağlarda kaplan çoktur... İki kaplan derisine sahip oldum." (Çelebi, s. 333)
"Şam'dan buraya değin bütün dağlar, Araplar gibi çıplaktır. Burada Medine ileri gelenleri, beyaz elbiseleriyle yüzü aydınlık, gözü ışıklı, sözü şirin, yanakları gül yaprağı gibi, halim selim kutsal adamlar hediyeleriyle geldiler." (Çelebi, s. 337)
"Arafat Dağı küçüktür ama, tepesinden bütün çöl görünür... Kabe'yi ziyarete gelir. Gerçekten de burada yüz kere yüz bin hacı vardır." (Çelebi, s. 341)
"Mekke'de bin üç yüz dükkan, iki bedesten vardır", "yine de yiyecek içecek bakımından kıtlık ve pahalılık şehridir. Bütün Mekke halkı Mısır'a muhtaçtır... Horasan tembelleri gibi padişah yardımı ile geçinen kimselerdir.../ Mekke'nin sokakları ve yemekleri temizdir." (Çelebi, s. 344)
"AKABE KALESİ KONAK YERİ/... Makbul İbrahim Paşa Mısır'a geldiği zaman bu kaleyi yaptı... Bir arşın kazılsa sular çıkar", "böylesi sarp boğazlı, uçurumlu, amansız yer görmedim." "1176'da Salahaddin Yusuf, Şam Halifesi Nureddin'in veziri idi." (Çelebi, s. 346, 347)
"Aşağı Mısır Kalesi'nin Büyüklüğü, Kapıları, Burçları/... iki hizmetçimle silahlanıp... geldik." (Çelebi, s. 351)
"Yılda bir temmuz ayında Faruk yılanı avlarlar. Bütün vücutlarına keçeler sararlar. Yalnız gözleri görünür... yılanlarla müthiş savaşırlar.../ Sonunda yılanları, Kalavun Hastanesi'ne getirip teslim ederler." "Bunlar misk yılanlarıdır, bunlardan Faruk olmaz. Başka ilaç yaparız, dedi." "Benim kısa aklıma kalırsa Tanrı bilir ya başında olan zehiri çıkarıp Frengistan'a gönderirler." "Yılan avcısı yılanın ısırdığı yeri ağzına alıp emdi. Sarı tükrüğü yer tükürdü." (Çelebi, s. 356-359)
"Yılan Suyunun Yararı" (Çelebi, s. 361)
"Nil'de binlerce renkli balık vardır ama özellikle timsah denilen korkunç bir hayvan vardır... Kafkasya'da şunşar derler, lanetli yaratıktır." "Avcılar yağını alırlar, insanın sızı olan yerine sürülür, iyi olur... Nil'de uçan ördek gibi bir kuş vardır. Timsah o kuşu görünce keyiflenir. Bu kuş, timsahın burnunu kakıp ağzını açtırır ve ağzından içeri girer. Ta karnına varıp lanetlinin pisliğini eşe eşe timsahın ağzına getirir, bütün pislik timsahın ağzından çıkar. O kuş da bu pislik içinden kurtlar bulup yer./... Tanrı ona hizmet için bu kuşu yaratmıştır." "Tanrı bu canavara da bir ölüm nedeni vermiş. Burada gelincik denilen, dört ayaklı, fareye düşman bir hayvan vardır. Nil'de olur. Timsah gibi karada da sürünerek timsahı arar." (Çelebi, s. 363-365)
"Bu Mısır'da soğan turşusu kokusu adamı öldürür. Ama fellahlara çok yararlıdır... Araplar, kurtlu peynir suyuna ekmek doğrayıp yerler". (Çelebi, s. 372)
"Nabıka, alıç denilen meyveye benzer. Kışın olgunlaşır. Ceviz kadardır. Ağacı bin yıl yaşarmış... bütün ağaçları devlet malıdır, sahibi bir meyve koparamaz. Devletten sahiplerine on yedi yük akçe verilip meyvesi alınır ve İstanbul'a gider." (Çelebi, s. 373) 
"Tayliman Dağı da derler. Her yıl sonbaharda Anadolu'dan yüz binlerce çeşit kuş gelip dağ üzerinde dururlar." (Çelebi, s. 378)
"Sonra üç ay öyle yağmur boşanır ki bütün toprakları sürükleyip Nil'e döker. Üç ay Nil kırmızı akıp Mısır'ı cennet çamuruna boğar, işte o kadar!/... Oralarda Sincere denilen bir kavim vardır, din diyanet nedir bilmezler. Kendilerinden başka kimi görseler tutup kebap edip yerler, dediler./ Nil'e başka su karışmaz. Nil'den kollar ayrılıp bütün memleketleri sular." (Çelebi, s. 381)
"1662 tarihinde Uyvar Seteri'ne gidip fetihten sonra ertesi yıl yeni kale fethinde bulundum. Oradan Rabb bozgununda bulundum. Oradan elçi Kara Mehmet Paşa ile Alman diyarında Nemçe çesarına, oradan Dunkarkız kralına, Danimarka kralına, Amsterdam'a, Felemenk kralına, Çek kralına, Danşika (Danzig) Leh kralına, Kaarakovi kralına, oradan üç buçuk yılda Kırım Sultanı Mehmet Giray Hana vardık. Orada bir ay kalıp Osmanlı Devleti Mehmet Giray'ı azledip Cuyan Kıray oğluna verdi. Ben, Mehmet Giray Han ile Çerkezistan'dan geçip Dağıstan padişahının ülkesinde Karabudak Hanın diyarına ulaştım. Mehmet Giray Han burada kaldı./ Ben, Dağıstan Padişahı Sultan Mahmut'un yardımı sayesinde Demirkapı'dan bir Acem gemisine binip Moskof diyarında Terek Kalesi'ne çıktım. Oradan Moskof diyarında Kalmuk Taysi şahlarını geçip Moskova'da yetmiş altı parça kale ve kermenler seyredip kış şiddetinde Azak Kalesi'nde Ak Mehmet Paşa'ya ulaştım. O da Azak'tan o hafta azlolundu. Oradan Kırım'a girdik. Ak Mehmet Paşa ile Edirne'ye, Ben, Mora'ya, oradan Kaptan Kaplan Paşa beni Girit'te Hanya Kalesi'ne, oradan Hafız Ahmet Paşa yanına Kandiye Kalesi'ne vardık. Kale üç yılda fetholunup fetih ezanı okumak bana nasip oldu. Oradan Kaptan Köse Ali Paşa ile Manya vilayeti fethinde bulunup oradan Despot Yaylası'na, İstanbul'a, oradan Mekke-i Mükerreme'ye, oradan Mısır vezirinin mektuplarıyla Foncistan'a, Habeş'e gelip bu İbrim'e girdik. Tanrı hakkı için, bu dokuz padişahlık yerleri on bir yılda dolaşıp bir an durmadık.../ Sonra İbrim'den bütün dostlar ile canm ve gönülden vedalaşıp gemi ile Nil'in karşı yanına, batıya geçtik." (Çelebi, s. 383, 384)
*
19.5.2025
***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder