5 Eylül 2017 Salı

İçimizdeki Şeytan

Sabahattin Ali, YKY'de 46. baskı: İstanbul, Şubat 2017, YKY, İstanbul

Yazarın 1940 yılında yazılan ikinci romanıymış.
*
Kolay okudum.
İçeriği ve mesajı, bana göre, güzel, sevimli.
Ancak, buna rağmen, kitabı sevmedim!
*
Çünkü, bence,
Kurgu, olaylar, yapay gibi!
Karakterler tutarsız...
Sanki bazı görüşleri anlatmak amacıyla ve aceleyle yazılmış gibi!
Anlatılan görüşler de, hiç gerçekçi ve tutarlı değil, fazlasıyla abartılı!
İçimizdeki şeytan ifadesi-anlatımı da hiç anlamlı değil!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Belki de İktidardaki Şeytan/.../... Galatasaray Lisesi'nin büyük konferans salonunda toplanılmış; Nazım Hikmet'in şiirlerini okuyan bir öğrenciyi ihbar ettiği için bir başka öğrenciye ödül verilmiş, artık uydurmuyorsam, madalya gibi bir şey takılmıştı.../.../... 1960'ların görece özgürlüğünde Sırça Köşk orijinal haliyle yayımlanamamış... bazı metinlerin çıkartılması uygun bulunmuştu./.../... Kuyucaklı Yusuf... Ali'nin öykülerindeki isyan çığlığı bu romanda doruğa çıkar... İçimizdeki Şeytan ve Kürk Mantolu Madonna sadece çığlık açısından Kuyucaklı Yusuf'la akrabadırlar. Yoksa, bu son ikisi kentsel ortamda geçer ve Kuyucaklı Yusuf'un Anadolu romanına denk ortamından çok ayrıdırlar./... Alangu... siyasal... mücadelenin yazınsal çabayı... geri plana ittiğini belirtiyor./.../... 1960'ların sonlarına doğru Papirüs... Sabahattin Ali'nin gelgitli yaradılışın daima ikili ve ikici bir akış gösterdiği öne sürülüyordu./.../... dönemin herkesi birbirine kırdırma politikasından Sabahattin Ali de nasibini alıyor; trajik sonu birtakım söylentilerle adeta hafifletiliyordu.../.../ Oysa Kuyucaklı Yusuf... gibi, edebiyatımızda örneğine az rastlanılan bir romandır. Burada gerçekçilik... iç dünya gözlemlerinde aranmalıdır.../.../ İçimizdeki Şeytan'ı okuduğumda, romana yönelik eleştirilerin hiçbirini okumamıştım. Bu yüzden de, Sabahattin Ali'nin 'birtakım gerçek kişiler'i 'hedef' aldığını bilemez, düşünemezdim./ Sonradan öğrendiğime göre, İçimizdeki Şeytan'da, Peyami Safa, Atsız gibi gerçek kişiler ağır ithamlarla yeriliyormuş./ Bu türden sözlerin, söylentilerin geçersizliğini öğrenmek için de zamana ihtiyacım varmış: Bugün, roman sanatının, 'kurmaca'dan ötesiyle değerlendirilemeyeceğini bildiğimden.../ Tam tersine, hem Atsız'ın hem Sabahattin Ali'nin, gerçek yaşamda birer trajedi kişisi olduğuna inanıyorum. Dönemin müthiş baskısında, düşünsel inançları dolayısıyla handiyse cinnete sürüklenmiş kişiler.../ İçimizdeki Şeytan bu açıdan bir ibret kitabi gibi okunabilir. Karanlık siyasetin insanları birbirlerine nasıl kırdırtabileceğine işaret eden pek çok sayfası vardır.../.../... Ömer'in içindeki "sanatkar" şeytana, siyasetin ve iktidarın şeytanı yaşama, var olma hakkı tanımayacaktı.../ Selim İleri" 7-12
-""Hayat beni sıkıyor..." dedi.../.../ "Hiçbir şey istemiyorum. Hiçbir şey bana cazip görünmüyor..."/.../ "... hakikaten yapabileceğimiz bir tek iş vardır, o da ölmek..."/.../ Arkadaşı bütün bu sözlere, belki onuncu defa dinlediği için pek kulak asmamış.../.../ "Ömer" dedi. "Paran var mı? Bu akşam bir rakı içelim."/.../ "Yok ama, birini kafesleriz..."/.../ "... hepimizde... bütün dertlerimize bir isim takmak merakı vardır.... talihin varsa, bir iki lira borç alırsın... ciltlerle kitabın, saatlerce tefekkürün yapamadığı işi iki kirli kağıt başarır... cebimize giren iki lira sayesindedir ki havanın biraz açıldığını görmek... mümkün olmuştur..."..." 14-17
-"Senin kuş beynin insanlar arasındaki karanlık ve derin münasebetleri anlayamaz" 20
-"... uzun müddet İstanbul'da oturan Anadolulara mahsus bir kibarlıkla..." 21
-"Fakat içimizde, bizim "ahlak" tarafımızda hiçbir şekilde münasebete geçmeyerek hadiseleri muhakeme eden, neticeler çıkaran ve tedbirler alan bir "hesabi" tarafımız vardı ve lafta değilse bile fiilde daima o galip çıkıyor ve onun dediği oluyordu" 22
-"Başka bir şey olamaz. Hayatta fevkalade hiçbir hadise yoktur" 23
-"... kendisini kısa zamanda ümmilikten okuryazarlığa çıkaran iri Latin harflerini..." 24
-"Piyasa, bilhassa yağ ve sabun ticareti; kurnaz, bilgili, genç ve bilhassa zengin kimselerin elindeydi" 25
-"Tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı?... Yaşayışımıza ve etrafımıza şekil vermek arzusuyla dünyaya gelmekten ise hayatın ve muhitin verdiği şekli kolayca alacak kadar boş ve yumuşak olmak daha rahat, daha makul değil miydi?/... günler orağın biçtiği saplar gibi üst üste yığılıp..." 41
-"İlerde, caddeye yakın tarafta sakallı bir softa bozuntusu nargile içiyor ve kurnaz gözlerle etrafı süzüyordu" 43
-"... hele geçen gün yanındaki tatar suratlı herifi hiç beğenmedim" 44
-""Ne istediğini bilsen canın sıkılmaz!" dedi./.../ "... Hayatta hiçbir şey, uğrunda ölmek için istenmez... Yaşamak, herkesten daha iyi, herkesten daha üstün yaşamak, insanlara hakim olmak, kuvvetli, belki de biraz zalim olarak yaşamak"..." 45
-""Siz burada mısınız?... "Ne saçma sual, değil mi?" diye ilave etti: "... Türkçenin kendine mahsus bir manasızlığı... Dünyada hiçbir lisanda bu kabiliyet yoktur... Saatlerce konuşup hiçbir şey ifade etmemek kabiliyeti!"..." 46
-"... daha çok manalı bir hayat istiyorum... Fakat içimde öyle bir şeytan var ki... bana her zaman istediğimden büsbütün başka şeyler yaptırıyor. Onun elinden kurtulmaya çalışmak boş... Yalnız ben değil, hepimiz onun elinde bir oyuncağız" 47
-"Halinde henüz atamadığı bir masumluk ile henüz tamamıyla benimseyemediği bir pişmanlık ve hilekarlık birbirine karışıyordu" 50
-"İçinde bir türlü aslını öğrenemediği bir kainat bulunduğuna kanidir" 52
-"Onlar da... nereye ait olduklarını bulamamışlardı. Onların içinde de besmele levhasıyla Sonya plağı yan yana duruyordu" 56
-"... düşünmeyi unutan kafası..." 58
-"... bu şehrin de yamalı bir şey olduğunu düşündü. Tabiatla teknik yüz sene öncesiyle bugün burun buruna gidiyordu. Güzelle yapmacık, lüzumlu ile özenti birbirine sürtünerek yaşamaktaydı" 62
-"Riyakarlık tesellide son haddini bulur. Bu anda çehrelerin aldığı yalancı teessür ifadesi..." 66
-"Acaba kendimi kapıp koyuversem mi?... Ne zaman irademe müracaat edersem büyük bir yorgunluk duyuyorum... Kendimi hadiselerin eline bırakayım mı?" 68
-"Kendisini postaneye yerleştiren ve orada mühimce bir mevkii olan uzak akrabadan biri vardı.../ Aydan aya kırk iki lira yetmiş beş kuruş ücret aldığı vazifesinin adını bile bilmiyordu. Muhasebede oturuyor ve hemen hemen hiçbir şey yapmıyordu. Ara sıra veznedar Hafız Hüsamettin Efendi onu yardıma çağırır ve birtakım manasız defterlere manasız rakamlar yazmasını rica ederdi. Bu, ona hiç de sıkıcı gelmiyordu" 70
-"Bütün hareketleri ve sözleri, hiç endişesi ve hiçbir şeyden korkusu olmayan bir adam gibi açık ve tek manalıydı... Okutulanlara ve bilhassa okutanlara karşı içinde yenilmez bir itimatsızlık, sebepsiz bir lakaytlık vardı... asıl illetin kendi acayip kafasında olduğunu biliyor... masallar uyduruyordu./ Hafız.../ "... İnsan bir kere öğrenmeye başladı mı, artık peşini bırakmamalı. Araya azıcık soğukluk girdi mi bu ilim dedikleri namert, adamı ürkütür. Hayat ile fazla ünsiyet muayyen bir yaştan sonra insanları çok şey öğrenmekten... uzaklaştırıyor.../.../... çoluk ve çocuğa karıştık, sürüklenip gidiyoruz. Hayat dediğin başka nedir zaten? Ben şuna inanıyorum ki, üç buçuk günlük ömrümüzü kendimize zehir etmemek için ne mazideki hayatımıza ve kaçırdığımız fırsatlara ne de istikbalin olmayacak hülyalarına kulak asmayarak bugünümüze hapsolup yaşamalıyız. Her hadisenin insanı eğlendirecek bir tarafı vardır... Hayatta hiçbir şey bizim arzumuza tabi değildir... Bazen çocuklara kitap parası kalmaz... Ben onları karşıma oturtur, kitap dedikleri şeyin lüzumsuzluğuna dair vaaz ederim. Dersleri zihninize nakşedin, derim, sonra benim bile ciddi kastetmediğim bu laflara onların nasıl inanarak kulak verdiklerini gördükçe hem gülesim hem ağlayasım gelir. Bu dairede de böyle: Birkaç kurnaz ve işbilirin yanında bir sürü de Allah'ın mübarek koyunları var... Yaşamak ve yeryüzünde üç adımlık bir yer işgal etmekle mühim bir iş yaptıklarını zannederler. Kimisi gençliğine mağrurdur; kimisi ihtiyarlığına ve tecrübesizliğine dayanıp böbürlenir..."/ Ömer onunla konuşmaktan garip bir zevk alıyordu. Hiçbir şeye inanmamak hususunda mutabık gibiydiler. Yalnız Hafız... Ömer'in içini şekilsiz bir surette dolduran ihtiraslardan da kurtulmuştu. Bugünkü halin devamından başka bir şey istemiyordu. Ara sıra, Ömer'i hayrete düşüren bir tabiilikle ve hiç küçülmeden, hiç ezilmeden, genç adamdan bir lira borç ister ve Ömer ondan borç isteyince de, tereddüt bile etmeden cebinde ne varsa çıkarır verirdi" 72-74
-"... neşe ve saadetten korkmak... itiyadını yaratmıştı.../.../ "... Belki ihtiyarlık, bu manasız sürüklenmeyi sona yaklaştırmış olmak bakımından, daha da iyidir.../... insan patlayacak gibi oluyor. Evde karıdan sakla, dairede herkesten sakla, bir gün sapıtıvereceğim."..." 75, 76
-"Vapurda sizi görür görmez: İşte, dört tarafa koşup aradığın, yanına sokulup sessizce yürümek istediğin, işte, hayatın müddetince istediğin insan! dedim" 89
-"Şimdi, bir küçük işaretiyle derhal ölebileceğimi yüzde yüz bildiğim bir karım olacak" 107
-"... bütün patavatsızlığına rağmen, kendisinden bir şey isteyen bir insana ret cevabı vermeyi hemen hemen asla beceremeyen kimselerdendi" 117
-"Ben Hafız'a, karar vererek tabi olsam yüreğim yanmazdı... ben onunla kalmayı münasip bulduğum için değil, herkesin teklifine razı olmayı itiyat edindiğim için o meyhaneye girdim. Beni istenilen yere çekip götürmek ne kadar kolay? İrademi bu hususta kullanmaya hiç alışmamışım" 121
-"Hikmet Bey... insanı korkutacak kadar mükemmel olan çirkinliği... Maraşlı idi; etrafında daima birkaç hemşerisiyle beraber gezer, onlara iş bulur, yardım eder" 122
-"Ömer.../ "... Beş on lirası gitsin, ne ehemmiyeti var? Kendisine bir minnettar daha kazanacak... Etrafında daha çok iyiliğinden bahsolunacak, onun da zevki bu!... Seyyar fazilet abidesi halinde gezmek istiyor..."/... Macide.../ "... Ben onun bu ahbaplarından hoşlanmadım. Bir tanesi pek çirkindi... insana ne kadar yapışkan gözlerle bakıyor... Öteki de öyle, onun bakışlarını da beğenmedim. İnsanı satın alacak gibi seyrediyor..."/.../... birbirlerini tanıdıklarından beri ilk defa olarak düşündüklerini söylememeyi tercih ettikleri için..." 129, 130
-"... gizli bir el tarafından daima gıdıklanıyormuş gibi kıvrılıp fıkırdayarak dondurmalarını yalayan genç kızlar ve suratlarının kaba, küstah ve aptal ifadelerinden sporcu oldukları anlaşılan delikanlılar... her kelimeden sonra ortalığı saygısızca dolduran kahkahaları..." 133
-"... bırakıp dışarı fırlamak istiyor, bütün iradesine rağmen buna muvaffak olamıyordu... avucunda çorap bulunan sağ elini pantolonunun cebine sokarak... biraz evvel çaldığı... uçan çorabın..." 140, 141
(Ne yapaylık!)
-"Herkesten korkuyorum... herkesten şüphe ediyorum... Macide'nin samimi olmaması ihtimalini nasıl oldu da aklıma getirdim? Benimki aptallık! Kız ne bilsin? Benim ne çirkef olduğumu, ne haltlar karıştırdığımı, ne tehlikeler atlattığımı nereden bilsin? Her mücrim ruhlu insan gibi ben de vehimlerimin oyuncağı olmaya başlıyorum. Mağazadaki herif benim yaptığımı görmüş, hatta şüphelenmiş olsa derhal yakama sarılırdı" 143
-"Sonra içimdeki bu melun şeytan... Her şeyi imkansızlığı nispetinde bana cazip gösteren, beni olmayacak şeylerin hasretiyle kavuran bu korkunç his... Ben ki bütün ömrümde hiçbir maddi arzu duymamayı kendime gurur vesilesi yapmak isterdim... Bir kadın çorabı... Aman yarabbi... benim elimde olmayan bir şey oldu... Muhakkak ki ruhumun benim gözümden kaçacak kadar uzak köşelerinde bir şeytan saklı... Beni oyuncak gibi kullanıyor... Bunları Macide'ye nasıl anlatayım?" 144
-"Dünyaya bizim gibi insanlar kendi kafalarında tasavvur ettikleri şekli vermeli ve koyun sürüsünden farkı olmayan halk ise sadece tabi olmalıdır" 146
-"Bence insanlara hükmetmek arzusu manasızdır... Etrafımız o kadar çirkefle dolu ki, temiz kalmak için bir tek çare kendi dünyamıza çekilmek ve muhitle, hiç olmazsa manen, alakamızı kesmektir!" 147
-"Hayatta kendine layık olan mevkii almak için her türlü çareye başvurmak meşrudur. Modası geçmiş ahlak kaidelerini unut" 149
-"Ömer, bu adamın, bir müddetten beri Nihat'la sıkı fıkı ahbaplık eden mahut Tatar suratlı herif olduğunu gördü... Onu yakından tanıyan biri, umumi harpten sonra dünyanın muhtelif yerlerinde teşekkül eden ve birkaç ay veya birkaç sene sonra batan küçük ve uydurma devletlerden birinde reislik, yahut nazırlık yaptığını ve o zamandan beri sergüzeştler içinde şurada burada dolaştığını anlatmıştı. Ömer, Nihat'ın bu adamla ne alışverişi olabileceğini düşünerek evin yolunu tuttu" 150
-"Sanat bir ifadedir; her devir, her medeniyet başka türlü duyar ve pek tabii olarak başka türlü ifade eder. Bence en iptidai zenci müziği bile sanat eseridir" 158
(!)
-"Kocası her şeyden evvel bir anlık arzuların zavallı bir oyuncağıydı" 161
-"Yalnız insanlara itimadım yok... Hele dostluğa, hele arkadaşlığa... Asla inanmıyorum... defol" 171
-"Hüsamettin Efendi... "... Bana dünyanın hakikaten suratına tükürülmeye bile değmez olduğunu ve bu dünyada suratına tükürülmeyecek bir tek, ama bir tek insan bile bulunmadığını sağlam bir şekilde ispat ettin. Böyle biri mevcut olsa o sen olurdun... Beni boş hayallerle avunmaktan, yaptığıma pişman olmaktan kurtardın. Ben de kendimi adam tanır bir şey zannederdim. Senin suratına bakınca melanet dolu ruhunu göreceğime yüreği çarpan bir insan görüyordum. Nah, bunak kafa..."..." 184, 185
-"Nihat.../ Bu sefer birtakım garip delikanlıları da beraber getiriyordu. Darülfünunun muhtelif kısımlarında okudukları rivayet edilen ve bağıra bağıra konuşmayı, geniş hareketler yapmayı itiyat edindikleri ilk anda göze çarpan bu gençler... toplanıyorlar... gürültü ediyorlar, bazı meseleleri münakaşa ve Nihat'ın fikirlerini tamamen kabul ettikten sonra dağılıyorlardı" 187
-"Yazıları... muhasımlara küfürden ibaretti. Ömer, Nihat'ın hatırı için bazen bunların yanında oturur, hatta bu ateşli yazıları biraz da zevk alarak dinlerdi. Bu gençlerin iddialarına bakılacak olursa memleketteki bütün aklı başında fikir adamları birer türlü lekeydi... mücadele ettikleri adamlar ve fikirler hakkında, hiçbir malumatları olmadığını hayretle tespit etmişti... bir gün Nihat'a:/ "... Etrafına daha aklı başında insanlar toplayabilirdin!" dedi./ Fakat o, kurnaz bir gülümseme ile mukabele etti:/ "Lüzumu yok. Aklı başında insanlarla hiçbir iş görülmez. Bize, itirazsız inanacak ve düşünmeden harekete geçecek insanlar lazım..."... ilave etti:/ "Hayat bir katakulliden ibarettir!"..." 188
(Gerçekçi mi? Böyle midir?)
-"... senin neler istediğini sayayım: Evvela, bütün muvaffakiyetinin başı olarak büyük bir iltimas arayacaksın... Ondan sonra memleketin göz önünde bir yerine tayin olunmak... İhtisas yapmak imkanlarını elde etmek... Sonra para kazanmak: Bol bol, avuç avuç, çılgınlar gibi kazanmak... Sonra güzel bir karı almak... Sonra otomobil, apartman... Daha sonra göbek, poker vesaire... Fakat bu istikbale hazırlanırken şu yaptığınız işler tarzındaki bir mukaddemeye ne lüzum var?" 189, 190
-"Hikmet... Son günlerde Profesör'e bir de evlenme merakı gelmişti.../.../... hem güzel, hem tahsilli, hem de iyi aileden bir şey arıyor ve nihayet ilminin kendisine bütün bu meziyetleri istemek hakkını verdiğini sanıyordu" 191
-"Profesör Hikmet'in gitgide yüzsüzleşen sarhoş halleriydi" 192
-"Ömer'in kati hareketlerden ve kararlardan kaçmak ve hoş olmayan her meseleyi olduğu gibi bırakarak el sürmemek yolundaki temayülünü öğrenmişti. Herhangi bir işe kendini vererek uğraşmak, bir meseleyi, tatlı veya acı bir neticeye bağlamak genç adamı ürkütüyor" 193
-"Kendilerinde bir şeyler bulunduğunu vehmeden bütün acizlerin hiç şaşmadan bu basit çareye: Karanlık ve karışık olmak suretiyle derin ve manalı görünmek hilesine başvurduklarını..." 199
-"İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır" 200
-"Profesör Hikmet de, tabiatın kendisine lüzumundan fazla miktarda verdiği ihtirasları köreltmek için en ufak bir meziyete bile sahip olmayan, hayatı kadın düşüncesiyle geçerken yüzü her kadında... istikrah uyandıran bir zavallı" 201
-"... eski zamanlarda, muhtelif milletlere mensup insanların... pazarlık ve münakaşalarını anlatıyordu. Evvela Arnavut'la işe başladı... sonra gelen tipler: Arap, Laz, Çerkez, Yahudi, Ermeni, Rum, Kürt..." 204
-"Eski Şeyhlerden Ali Haydar Bey.../.../... onu dinlemekten garip bir zevk duyuyor, pek alışık olmadığı bu sesler kulağına hiç de fena gelmiyordu" 207
-"Hiçbir şey yapmaya karar veremiyor... İnsan bir karar vermekten bu kadar korkar mı?" 211
-"Hissizleşmeye başlayan ağızlarına arka arkaya rakı döküyorlardı" 219
-"... gözleri dayak yemiş bir kedininkiler gibi ağır ağır kımıldıyor.../.../... Müsamereden evvel birbirinden yüksek mevzularda konuşan... büyük üstatlar, derece derece alçalarak aç bir hayvan haline gelmişler... bir insanı insan yapan şeylerden en küçük zerresinin bile, şu anda önünde dikilen bu herifte mevcut olmadığını görüyor... insan kafasına doldurulan ve orada eriyen şeylerin ruhumuza ve en küçük hüceyrelerimize kadar gireceğini, bizi böyle hayvan olmaktan kurtarıp daha başka, daha temiz bir şeyler yapacağını sanmıştı" 221, 222
-"Acaba şu senin her zaman bahsettiğin ve her hareketinin kabahatini kendisine yüklediğin şeytan mı? Son günlerde ben de bundan korkmaya başladım. Şimdiye kadar daima, düşünüp doğru bulduğum şeyleri yapmaya alışmıştım... Bu sefer hiçbir doğru ve akıllıca bulmadığım bu hayata beni bağlayan kuvvetin, içimde saklı bir şeytan olması sahiden mümkündü" 228
-"Nihat ve etrafına topladığı delikanlılar... memleket ve millet sevgisini inhisar altına alıp etrafa küfür ve iftira yağdırmaya başlamışlardı" 239
-"... mahiyetleri tamamen anlaşılamayan birtakım maceraperest ve esrarlı heriflerle düşüp kalkıyorlardı. Bunlardan biri... o tatar suratlı herif de mevkuflar arasında... bu coşkun gençler... bir ağın içine düşmüşler... Kendi fikirlerimizi söylüyoruz ve yazıyoruz sanırken yabancı ve barbarca kanaatlerin tercümanı, zavallı birer oyuncağı olmuşlar... memlekette kendilerine muhalif bildikleri insanların listeleri yapılıp perde arkasında kalan esrarlı ellere verilmiş..." 240
-"Yalnız Nihat'ın ve avenesinin haline acıyorum. Kahramanlar uyuz kedilere döndüler. Her biri kabahati ötekinde buluyor. Daha bugünden kavgaya tutuştular" 242
-"... hepsi birden iyi olmaz bir büyüklük deliliğine yakalanmış bulunan bu cahil ve korkak gençler..." 243
-"Bu adamların hepsi büyük bir tezat ve ikilik içinde çırpınıyorlar. Hiçbiri sırtında taşıdığı ve muhafazaya mecbur olduğu mevki ve paye ile ahenk halinde yaşamıyor. Kafaları, zeka itibarıyla olsun, yarım yamalak bilgileri itibarıyla olsun, merhamete muhtaç halde. Şahsiyetleri kırpıntı bohçası gibi. Her şeyleri iğreti, her vasıfları, her kanaatleri iğreti" 246
-"Hiçbiri insanı insan yapan şeyin şahsiyet olduğunu, bütün ilimlerin, bütün tecrübelerin yalnız bunu temine yaradığını anlamamıştır... sekiz yaşındaki bir çocuk, eğer ailesi tarafından gayret edilip daha bu yaşta kuşa benzetilmemiş ve tabii halinde inkişafa bırakılmamışsa, benim gözümde birçok büyük muharrir ve mütefekkirlerden daha alaka verici bir mahluktur" 247
-"Hayatta hiçbir şey yapmış olmamak gibi korkunç ve utandırıcı bir şey var mı? Son zamanlara kadar 'Fena bir şey yapmıyorum ya!' der ve kendimi temize çıkarmaya çalışırdım. Fakat hadiseler gösterdi ki, fena olmayışım tesadüf eseriymiş, fırsat düşmemiş, zaruret olmamış. Nitekim hayatın ilk çelmesinde yuvarlanıverdim. İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir. Bende bu cevher fazla miktarda mevcutmuş... benim gibi eş dost arasında akıllı geçinen bir insanın nasıl olup da bu kadar manasız ve bomboş bir gençlik geçirdiğine herkesten evvel kendimin hayret ettiğimi söyleyeceğim... mukaddes ve mağrur bir aptallığa sırtımı vererek yaşıyor ve sırf bununla mühim bir şey yaptığımı sanıyordum. Ne gayem, ne düşüncem vardı. Zekam bütün kuvvetini, içinde bulunduğu ana sarf ediyordu. Yerinde bir cevap, keskin bir nükte bütün hakikatlere bedeldi. Böyle günübirlik bir fikir hayatının tabii bir neticesi olarak tezatlara, manasızlıklara, hatta edepsizliklere düşüyordum. İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var... hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz./... Hayvan taraflarımı avuçlarıma almaya, kafamla hareket etmeye alışmamıştım. Basit, çocukça birtakım hürriyetleri insan olmaktan daha ehemmiyetli buluyordum" 249, 250
-"Adam olmak değil, enteresan olmak; bir şey yapmak değil, bir şey yapana istihfafla bakacak bir yere çıkmak istiyordum" 252
*

6.9.2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder