24 Haziran 2025 Salı

ÖLÜM VE SÜRGÜN “YÜZYILI”NA DAİR

*

Anadolu'yu merkezine alan bir daire içinde kalan bölge için özellikle 1783-1923 dönemi gerçek bir ölüm ve sürgün dönemi olmuştur. 140 yıllık bu dönem ölüm ve sürgün “yüzyılı” olarak da nitenebilir.


Bu dönemde bölgede en önde olan iki aktör Osmanlı ve Rus imparatorluklarıdır.


Duraklama döneminde 1711’de Avrupa’da-Prut’ta Rusya’yı durdurabilen Osmanlı 1700’lerin sonuna doğru Rusya karşısında gerilemeye başlamış ve 1774’te Kırım’ı kaybetmiştir.


Öngörülü bir Osmanlı paşası Kırım’ın kaybını çatının uçması olarak nitelemiş ve engel olunmadığı takdirde arkasından daha büyük kayıpların geleceğini belirtmiştir.


Sonraki dönemde tam da dediği olmuştur.


Rusya 1783’te Kırım’ı ilhak etmiş ve böylece sayısı tam olarak bilinmeyen ölüm ve sürgünler dönemi başlamıştır.  


1783-1829 döneminde hem Balkanlarda hem de Kafkaslarda Osmanlı-Rus çatışmaları hep sürmüştür. 1829’da Ruslar doğudan Erzurum’a, batıdan da İstanbul önlerine kadar gelmişlerdir.


1854-1856 döneminde Kırım Savaşı yaşanmıştır.


Ruslar Kuzey Kafkasya’ya 1700’lerin ortalarında başlattıkları saldırılarını da 100 yıl kadar aralıksız sürdürmüşler ve 1864’te bölge halklarını topraklarından atmışlardır. Yüz yıllık katliamlarda öldürülenlerden sonra en az 1.200.000 kişi yurdundan sürülmüş ve bunların üçte biri sürgün yolculuğunda ölmüştür.  


1877-1878 dönemindeki “93 Harbi”nde de Osmanlı yine hem Kafkaslarda hem de Balkanlarda Rusya önünde gerilemesini sürdürmüştür. 1910’ların başlarında Rusların arka planda kaldığı Balkan savaşları dönemi gelmiştir. Bu savaşlar sırasında da yüzbinlerce insan ölmüş ve yurdundan sürülmüştür.


Ve nihayet 4 yıl sürdükten sonra her iki imparatorluğun sonunu getiren savaş 1914’te başlamıştır.  


Bütün bu dönem boyunca Ruslar hep saldırgan olmuş ve büyüklüğü dahi tespit edilemeyen yıkımlara yol açmışlardır.


Sonunda da Osmanlı kaçınılmaz sonuna İttihatçılar eliyle olabilecek en kanlı şekilde ulaşırken Ruslar da aynı ölçüde kanlı 5 yıllık bir iç savaş dönemine Lenin marifetiyle girmişlerdir.


Yaklaşık 140 yıl süren bu dönemde çoğunluğu Rus marifetinin eseri olan çok sayıda ölüm ve sürgün gerçekleşmiştir.


Birbiriyle çelişen hususlar da içeren şu 6 kitapta bu dönem olaylarına çeşitli açılardan değinilmektedir:

*

McCarthy, (Justin McCarthy, ÖLÜM VE SÜRGÜN, OSMANLI MÜSLÜMANLARININ ETNİK KIYIMI, 1821-1922, Çeviren: Fatma Sarıkaya, 2024, Türk Tarih Kurumu, Ankara)


Reynolds, (Michael A. Reynolds, İMPARATORLUKLARIN ÇÖKÜŞÜ, OSMANLI-RUS ÇATIŞMASI, 1908-1918, Çeviren: Yücel Aşıkoğlu, III. Basım: Nisan 2024, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul)


Kabacalı, (Hazırlayan: Alpay Kabacalı, talat paşa'nın anıları, 12. Basım: Temmuz 2019, İş Bankası Yayınları, İstanbul)


Dündar, (Fuat Dündar, Modern Türkiye'nin Şifresi, İttihat ve Terakki'nin Etnisite Mühendisliği, (1913-1918), 8. Baskı 2023, İletişim Yayınları, İstanbul)


Selçuk, (İlhan Selçuk, Yüzbaşı Selahattin'in Romanı, 2. Kitap, Beşinci Baskı, 1994, Çağdaş Yayınları, İstanbul)


Nesin, (Aziz Nesin, Nesin, BİR SÜRGÜNÜN ANILARI, ANILAR, Nesin Yayınevi'nde Onuncu basım Nisan 2016, Nesin Yayınevi, İstanbul)

*

McCarty bu dönemde müslümanlara yapılanları öne çıkararak çok önemli bir farkındalık yaratıyor.


Yunanlıların 1821’de Mora’da isyan etmesiyle başlayıp 1922’de İzmir’de denize “dökülmesi”yle sonlanan dönem esas alındığında bölgede inanılması güç insanlık faciaları yaşanıyor.


Ölüm ve sürgünlerin sayısı dahi tam olarak bilinmiyor. 


Yazar sürekli vahşet ve katliam içeren bu dönemdeki insanlık faciasının sorumlusu olarak çok yerinde bir tesbitle öncelikle Rusları gösteriyor. Bu insanlık faciasında ayrıca Yunan, Sırp, Bulgar, Karadağ, Ermeni, Kürt ve Çerkes halkları da pay sahibi oluyorlar. Facianın en önemli sorumluları arasında elbette İngilizler ile Fransızlar da yer alıyorlar.

*

Reynolds önemli bilgiler aktardığı eserinde iki imparatorluğun, Osmanlı ve Rus imparatorluklarının sonu olan 1918 öncesindeki 10 yıllık dönemin olaylarını inceliyor. Kan “derya”sından kesitler aktarıyor.

*

Kabacalı anılar dediği eserinde kanlı 1915 Ermeni olaylarının sorumlu olarak anılan Talat Paşa’yı savunuyor.

*

Dündar ise en öndekilerden biri Talat Paşa olan İttihatçıların 1910’lu yıllarda Anadolu’yu Türkleştirmek için bilinçli bir şekilde hareket ettiklerini ve bunun sonucunda birçok ölüm ve sürgün yaşandığını anlatıyor.

*

Selçuk da eserinde Türkleşen Anadolu’nun bağımsızlığa kavuşmasını ele alıyor ve o dönem Anadolusu’nda yaşananlardan bir kesit aktarıyor.

*

Nesin’in kitabında Türkleşip bağımsızlaşan Anadolu’daki yeni devletin padişahlığı aşan ölçüde despot bir yapıya kavuştuğuna vurgu yapılıyor.

*

Bu 6 kitapta belirtilen döneme ilişkin olarak anlatılan hususlardan bazı kesitler aşağıda aktarılmıştır:


***

McCarthy, (Justin McCarthy, ÖLÜM VE SÜRGÜN, OSMANLI MÜSLÜMANLARININ ETNİK KIYIMI, 1821-1922, Çeviren: Fatma Sarıkaya, 2024, Türk Tarih Kurumu, Ankara)

*


“1821-1922 arasında, 5 milyondan fazla Müslüman topraklarından sürülmüştü. Beş buçuk milyon Müslüman da ölmüştü; bir kısmı savaşlar sırasında katledilmiş, geriye kalanı da mülteci olup açlık ve hastalıktan kırılmıştı.” (McCarthy, s. 1, 2)


"Rus yayılmacılığı Müslüman halkın kayıpları üzerine kurulmuştur. Zorunlu göçe ilk tabi tutulan en büyük Müslüman topluluğu Kırım Tatarlarıdır." “1783'te Çariçe Katerina Kırım'ı Rusya'ya ilhak ettiğini ilan etti./ Tatarların Rus yönetiminden kaçıp Osmanlı'ya... göç etmesi, 1772'de başladı. Hakkında çok az şey bilinen bu ilk göçmenlerin sayısı 100.000 kadar yüksek olabilir.” “1854-1856 Kırım Harbi" "bitiminde Rus hükümeti Tatarların istenmeyen millet olduğunu açıkça beyan etti. Çar... 1856'da, Tatarların göç ettirilmesini emretti.../ Nogay Tatarlarının göç ettirilmesi 1860 yılı boyunca devam etti ve Kırım Tatarları da bu kovulanlar arasına katıldılar... göçmenlerin sağlık durumu acınacak haldeydi... 300.000 Tatar yollara dökülmüştü, topraklarına Slav ve diğer Hıristiyanlar yerleştirilecekti. Geride kalan çok küçük Tatar grubu... Stalin'in hepsini sürmesine kadar dayandı… Ruslar, Tatarlarla başlattıkları yöntemi çok daha merhametsizce Kafkasya ve Balkanlarda devam ettirdiler… Kırım Tatarlarından farklı olarak diğer Müslümanlar idari baskıya boyun eğmediler, bu durumda onların katlanmak zorunda kaldıkları baskı; katliam, talan ve evlerle köylerin yakılıp yıkılması gibi daha şiddetli oldu./ Milliyetçilik ve emperyalizmin Anadolu, Balkan ve Kafkas Müslümanlarını yok etmesi savaşla mümkün oldu.../ 19 ve 20. yüzyıllarda... Milyonlarca Müslüman ölmüş ve milyonlarcası da sürülmüştü... büyük sayılarla öldürülüp yurtlarından kovuldular... Yunan, Bulgar ve Ermeni ölü sayıları Müslümanlarınkiyle kıyaslanamayacak kadar küçük kaldı.” (McCarthy, s. 14-22)


"Rusların istila ettiği topraklardan, 1.200.000 Kafkasyalının dışa göç ettiğini ve bunlardan 800.000'inin Osmanlı topraklarına ulaştığını belirtmek makul görünmektedir." "Kafkasya'nın üçte birden yüksek olan feci ölüm oranı mübalağa değildir." "Sadece Trabzon'da ölen Çerkeslerin sayısı, 30.000'i bulmuştur." "Osmanlı Arşivleri... hükümet kararlarıyla doludur... mültecilerin azapları tasvir edilmemiş... Çerkes göçmenlerin özet kaydı henüz bulunup tasnif edilmemiştir." (McCarthy, s. 40-43)


"Savaştan sonra Bulgaristan ve Doğu Rumeli olarak ayrılacak olan topraklarda, 1877-1878 Rus-Türk Savaşı başladığında bir buçuk milyon Müslüman yaşamaktaydı." "1877'den 1879'a kadar uzanan üç yıldan kısa sürede, belki de bir milyon Bulgar Müslüman'ı evlerinden atılmıştı. Bunların çoğu, zaten daha önce Rusya'daki evlerinden atıldıklarında buraya sığınmış olan Çerkes ve Tatarlardı. Bazıları geri döndüler... 500.000'den fazlası sığındıkları Osmanlı topraklarında temelli muhacir olarak kaldılar." "260.000 Bulgar Müslümanı katledilmiş veya... hastalık, açlık veya soğuktan ölmüştü. 1879'a kadar Bulgaristan'daki Müslümanların %17'si ölmüş, %34'ü de temelli mülteci haline düşmüştü." "Rus Hükümeti, Hıristiyanların... Türk halkının geneline rast gele ve alenen kan dökmesine, talan ve yağmacılık uygulamasına, göz yummaktadır... yaygın, insafsız ve insanlık dışı felaket hali.” (McCarthy, s. 61-113) 


"1878” "Birçok Ermeni, savaş sırasında istilacı Rusları desteklemişti. Ruslar ayrılırken de birçok Ermeni, onlarla birlikte ayrılmalarının gerektiğini hissettiler... Belki 25.000 Ermeni, Osmanlı sınırının ötesine geçti... Osmanlı tarafına göç eden Müslümanların... sayısı ise 60.000'den fazlaydı." 1909'da Adana'da yaşanan olaylar, kötüye giden ortamın göstergesiydi... Ermenilerin Adana bölgesindeki Müslümanlara saldırması... Mersin piskoposu ihtilalci Musech'in etkisiyle 14 Nisan 1909'da başladı... Osmanlı yöneticiler... Müslüman nüfusunu... kendilerini korumaya çağırdılar... 17.000-20.000 kişi öldü; bunların %10 kadarı Müslüman, geriye kalanı ise Ermeniydi”. "Çar, Ermenilerle Müslümanlar arasındaki düşmanlığı körükleyerek... kavga etmelerini temin etti." "Birinci Dünya Savaşı başladığında, her iki taraf da birbirinden en kötü davranışı bekledi ve ona göre davrandı." (McCarthy, s. 115-140)


"1911'e gelindiğinde" "Osmanlı Avrupa'sının... çoğunluğu Müslüman'dı." "1912'ye gelindiğinde ise... Müslümanlar arasındaki can kaybı, 1878'dekinden daha yüksek oldu." "Hıristiyan müttefiklerin hepsi, Müslüman köylülerin kitle halinde katledilmesine katıldılar... Bulgarların seçtiği infaz yöntemi yerli Müslüman halkı toptan yakmak oldu." "Türkler yüksek sayılarda katledildiler. Bazı Batılı gözlemciler... sayıların 200.000'in üzerinde olduğunu bildirdiler", "hemen hemen tüm Müslüman ileri gelenler... öldürüldüler, malları gasp edildi." "Yunanlı askerler ve sivil halk, Selanik'i haftalarca yağmaladılar." "1913 yılında... hayli açlık çekildi."  "Müslümanların Hıristiyanlara büyük ölçüde saldırması, ancak İkinci Balkan Savaşı sırasında, Türklere intikam alma fırsatı doğduğunda görüldü." "413.922 mülteci kayıtlara geçmiştir./... 1913 yılı sonlarına doğru, Müslümanlar tüm Balkanlar sathında azınlık durumuna düştüler", "bölgedeki Müslüman nüfusun %62'si artık o topraklarda yaşamıyordu", "çoğu Yunan-Türk nüfus mübadelesi sırasında olmak üzere 398.849 kişi de 1921-1926 yıllarında Türkiye'ye geldiler... mülteci durumuna düşen Müslümanların sadece 812.771'i hayatta kalabilmişti. Geriye kalan 632.408 kişi ise ölmüştü... Müslümanların %27'si can vermişti." (McCarthy, s. 141-187)


“Müslümanlar ile Ermeniler arasında bir iç savaş... insanlık tarihinin en feci savaşları arasındadır." "Müslümanlar hakkında, Büyük Savaş sırasında Osmanlı kaynakları dışında dürüst kaynak yoktu." "Ermeni İhtilalcileri... Van şehrini 13-14 Nisan 1915'te ele geçirip... ellerinde tuttular. Ruslar bu isyandan yararlandılar... Rus kuvvetleri Van'a girdi (31 Mayıs 1915)... Fakat Osmanlılar Temmuz sonunda... çıkardılar. Rus kuvvetleri, 4 Ağustos'ta... çekildiğinde, işgal ettikleri yerlerin tüm Ermeni halkı da onların peşi sıra gitti." "Zeytun Ermenileri 1914 Ağustos ayında... isyan ettiler." "Ermeni ihtilalcileri 29 Eylül 1915'te Urfa'da isyan çıkardılar." "Gerçekten isyanlar birbiri peşi sıra 23 Temmuz 1915'te Boğazlıyan'da, 1 Ağustos 1915'te (Maraş) Fındıkçık'ta, 9 Ağustos 1915'te Urfa'nın Germuş köyünde, 14 Eylül 1915'te (Musa Dağı) Antakya'da, 29 Eylül 1915'te Urfa'da, 7 Şubat 1916'da İslahiye'de, 4 Nisan 1916'da Akdağmadeni'nde ve 9 Nisan 1916'da Tosya'da başlamıştı". "Ermeni ihtilalciler Müslüman köylerine hücum ediyor, arkasından da misilleme olarak Ermeni köyleri özellikle Kürtlerin baskınına uğruyordu.” "Kürt aşiretleri, Van... ile Dersim bölgesinde Osmanlı'ya karşı savaşmışlardı... Savaşın başlangıcında Dersim Kürtleri Osmanlı ordusuna başıbozuk olarak katılmışlardı, fakat Osmanlı kaybetmeye başladığında taraf değiştirdiler, Osmanlı kafilelerine hücum ettiler." "Kürt aşiretleri... Ruslarla anlaştılar... savaş boyunca, çok sayıda Ermeni ve az sayıda Türk ile yerleşik Kürt'ün ölüm nedeni oldular./ Doğu Anadolu'daki Ermeni başkaldırması tesadüf sayılamayacak şekilde, Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa gireceğini Rusların anlamasıyla aynı anda başladı. Rusların 2 Kasım 1914'te savaş ilan etmesinden önce, Ermeni çeteleri örgütlenmeye başlamıştı." “Ermeni gerilla birlikleri... hem Anadolu'da haydut ve eşkiya çeteleri kurdular hem de Kafkasya'da savaşa hazırlanmakta olan Rus ve Ermeni güçlerine katıldılar. Geniş kapsamlı iç göçler oldu... Ruslar tarafından askeri eğitime tabi tutulup örgütlendiler." "Musa Dağı civarında... yaklaşık 5.000 kişi... Osmanlı askerine karşı 53 gün boyunca direndiler", "bu ve diğer ayaklanma hareketlerinin hepsinin, Ermenileri sürmek emirlerinin verilmesinden çok önce yapıldığının bilinmesi gerekir. Van, Zeytun, Muş, Reşadiye, Gevaş ve başka kentlerle kasabalarda Osmanlı birliklerine karşı yürütülen isyan ve hücumlar, Osmanlı hükümetinin 26 Mayıs 1915'te kararlaştırdığı sürgün emrinden önce başlamıştı. 1915 Mayıs ayına gelindiğinde Doğu Anadolu bir iç savaşın ortasına düşmüş bulunuyordu./... Doğu Anadolu'daki Ermenilerle Müslümanlar 100 yıldır birbirlerine vahşet uygulamaktaydılar... 1915'ten itibaren, şiddeti durdurabilecek etkin asayiş kuvveti yok denecek kadar azalmıştı", "kanıtlar... içselleştirilmiş bir nefretin varlığını belirtmektedir. Gaddarca tecavüzler her tarafta açıkça ortadaydı ve öldürülmeden önce işkence yapılması olağan hale gelmişti." "Bu savaşın özelliği en başından itibaren sivil halkı hedef alan saldırılar oldu.../ Van... ayaklanmalar Mart 1915'te patlak verdi... 4.000 kadar Ermeni... Müslüman mahallelerini yakıp... Müslümanları öldürüyorlardı. 14 Nisan'a kadar şehir tamamıyla Ermenilerin eline düşmüştü.../ Van'daki katliamların ilk hedefi olarak Osmanlı yönetici ve dini liderleri ile aileleri seçilmiş görünüyor." "Müslümanlar... kaçmışlardı. Yollarda ise Ermeni haydutlar önce onların mallarını gasp etmiş, sonra kadınlarına tecavüz etmiş ve erkeklerin de büyük bir kısmını öldürmüşlerdi." "Bitlis Ermenileri, Rusların kente ilerlemesinin hemen öncesinde, Şubat 1916'da Osmanlı yönetimine karşı ayaklandılar. Müslümanlar... öldürüldüler." "Ruslar... Ermenilerin ayaklanmasını kolaylaştırmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar." "Osmanlıların tepkisi... diğer devletlerin... vereceği kararın... aynısı oldu... Ermeni halkı zorunlu göçe tabi tutmak kararı aldılar. Bu konudaki ilk emirler 26 Mayıs 1915'te gönderildi.../ İstanbul'un niyetlerinin Ermenileri huzur içinde taşıyıp yeniden yerleştirmek olduğu belliydi... Problemlerin nereden kaynaklandığı" "yerel yöneticilerin sorumluluğudur." "Asayiş sağlamak için ellerinde çok az sayıda güç vardı... Ermeni asilerine karşı... kendilerinden olanı korudular." "Yeterli güvenlik gücünün bulunmaması, sonradan ortaya çıkacak şu olaylara yol açtı; bazı Osmanlı memurları çıkarcıydı ve ellerine düşenden çaldılar. Bilhassa Kafkasya'dan göçe zorlanmış Müslüman kökenli bazı memurlar da... Ermenilerin durumundan istifade edip eski hesaplaşmalarının intikamını almayı düşündüler... büyük kar sağlayanlar oldu. Bu tür halk arasında, Müslümanlar kadar Hıristiyan Rumlar da vardı. Rumlar, Karadeniz sahillerindeki Ermeni arazileriyle evlerini satın aldılar... göçebe aşiretler, Ermeniler için en büyük tehdit ve ölüm nedeni oldular. Kafilelere eşlik eden az sayıdaki jandarmalar Ermenileri, örneğin Kürtlerin silahlı saldırısından koruyamıyordu. Aşiretler... çok sayıda insanı öldürdüler ve kadınları kaçırdılar...aşiretler onların gereksinimlerini çalınca, sonuç açlık oldu./ Bazı Osmanlı memruları, Ermenilerin soyulmasın hatta bazen öldürülmesine şahsen katıldılar. Osmanlı... yargıladı... idam edildiler.../ Ermenileri göçe zorlamak kararı sırf askeri açıdan incelendiğinde çok yerindedir, fakat... sonuç içler acısı oldu... Ermenilerin ölmesinin suçunu Osmanlı hükümeti ile birlikte Ermeni ihtilalcileri, onların destekleyicileri ve Ruslar da paylaşmalıdırlar./ Ermenilerin Müslümanları katletmesinin... en şiddetlileri... iki dönemde yer aldı. Birinci dönem, Osmanlı'nın savaşa girmesiyle... Ermeni isyanlarının ortaya çıkmasıyla başladı ve 1916'da Rusların Doğu Anadolu'yu fethetmesiyle son buldu. İkinci dönem ise, Rus... geri çekilmesiyle başladı... Rusların yerini alan Ermeni silahlı birliklerinin yenilmesiyle son buldu." "Rus İhtilali, Anadolu cephesindeki Rus askerlerinin topyekun geri çekilmesini de beraberinde getirdi." "Savaş sonrasında bir İngiliz kaynağı, Ermenilerin "Van ve Bitlis bölgelerindeki Kürt halkından 300.000 ile 400.000 kişiyi katlettiğini" bildirdi." "Müslüman köylüler... Rus askerlerinin yağmasından zarar gördüler, fakat... Ermenilerin elinde daha çok çile çektiler." "Bristol, Maraş'ta... Fransızları suçlu buldu... Türk Ulusalcılarının, gayri Müslimleri yok etmek istemediğini, emin şekilde öne sürdü." "Türklerle Fransızlar arasındaki çatışmalar ile Ermeni ve Türk çetelerinin katliamları, 1921 Aralık ayında Fransızların, 30.000 Ermeni'yi de beraberlerinde alarak Kilikya'dan tamamen çekilmesine kadar sürdü.” "Kars'taki Müslüman görevliler... Müslüman cesetlerinin sayısını 40.000 olarak hesapladılar." "Kürtler ile Ermeniler ancak kan davasında görülecek şekilde dövüştüler, her ikisi de karşı taraftan ellerine düşeni öldürdüler.” “Sadece Bakü'de 8.000-12.000 Mülüman öldürülmüştü. 14 Eylül 1918 gecesi Ermeni kuvvetleri şehirden ayrıldığı sırada, Müslümanlar öçlerini aldılar ve neredeyse 9.000 Ermeni'yi öldürdüler. Türk birlikleri... geride kalan Ermenilerin güvenliğini temin ettiler." "Andranik'in birlikleri Tatar köylerini peş peşe ezdiler." "1919... Bristol... Ermeniler tarafından yerle bir edilen 420 Müslüman köyünden 60.000 mültecinin Azerbaycan'a geldiğini bildirdi." "Erivan ilindeki Müslümanların üçte ikisi yok oluvermişti." "Ermenilerin ölümleri gibi, Müslümanların ölümü de çoğunlukla göç sırasında meydana geldi." "Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Anadolu cephesinde ve onu takip eden Türk-Ermeni Savaşı sırasında hareket halinde olan o kadar çok halk yığınları vardı ki, o zamanın anlatımları Doğu Anadolu ve Güney Kafkasya'daki tüm insanların göçe çıktığı izlenimini uyandırmaktadır. Bu bir abartma olmasına rağmen, çok da gerçek dışı değildir. Gerek Müslüman gerekse Ermeni olan, Doğu Anadolu'nun insanlarının çoğunluğu ya öldüler ya da evlerinden ayrılmaya zorlandılar." "Kafkasya'dan gelen Müslüman mültecilerin sadece üçte birinin yani 135.000'inin öldüğü düşünülürse, 400.000'den fazla insanın göçe çıktığı ortaya çıkar./ Osmanlı'nın Doğu Anadolu illerinde, iki dalga halinde Müslüman mülteciler oluştu. İlki 1915 Nisan'ında Van'daki Ermeni ayaklaması ile başladı ve 1915 yazında Rusların geri çekilmesiyle son buldu. İkinci dalga, Rusların 1916'daki daha başarılı olan istilası ile başladı." "Türk mülteciler... evlerini terk edip bir yere yerleşiyorlar, ancak Rusların ve Ermenilerin ilerlemesiyle orasını da terk etmek zorunda kalıyorlardı. Erzurum'dan kaçan mülteciler... Maraş ve Adana gibi bölgelere, yaya olarak yürümek zorunda kaldılar./ Doğu Anadolu'daki iç göçler hakkında hiçbir kayıt tutulmamıştır." "2.300.000... nüfusun en az dörtte birinin mülteci durumuna düştüğünü gösterir. Muhacirin Nezaretinin sonradan yayınladığı bir raporda, Müslüman mülteci sayısının Birinci Dünya Savaşı sonunda 868.962'ye çıktığı belirtildi. Bu sayının sadece resmi mülteci olarak kabul edilen kişileri kapsadığı ve çok sayıda Müslüman'ın yollara düşmeden önce öldüğü hesaba katıldığında, göçe çıkanların oranı daha da artar... Doğu Anadolu'da iç göçe çıkmış olanların yarıdan fazlası ölmüş olmalıdır.” “1915 ve 1916 yıllarında... Rusların verdiği zararlar şüphe götürmezken, kargaşanın az olduğu görülüyor. 1917'de Rus ordusu dağılıp gitti ve kontrolü tek başına Ermenilere bıraktı. İşte o dönemde Ermeni çeteleri ülkenin dört bir yanını sararak, sivil Müslüman halkı soyup katlettiler.” “Kafkasya ve Doğu Anadolu'daki savaşların neden olduğu ölümleri hiç kimse saymadı." "Lozan... İsmet Paşa... Ölü sayılarını bir milyon olarak açıklamıştır." "Güney Kafkasya... diye anılan bölgeye Kuzey Kafkasya'dan gelen göçler, ölüm sayılarının az olduğunu gösterir." "Van, Bitlis ve Erzurum gibi illerde yaşayan Müslümanların en az %40'ı savaş sonunda ölmüş bulunuyordu... ölenler sadece Müslümanlar değildi. Ermenilerin ölüm oranı da en az bu kadar yüksekti... Ermeniler gibi Müslümanlar da kıyımdan geçirildiler veya akıllara durgunluk verecek kadar yüksek sayılarda açlıktan ve hastalıktan öldüler." (McCarthy, s. 189-267)


"Türkler ile Yunanlılar arasında geçen 1919-1922 Anadolu Savaşı... bölgeyi Türklerden arındırmak hareketinin doruğa çıktığı bir süreç oldu." "Bulgaristan'da... ibretlik katliamlar, yağmacılık ve Müslüman mülklerinin harap edilmesi, yüz binlerce Müslüman'ın... kaçmasına neden olmuştu. Aynı yöntem, Anadolu'yu işgal eden Yunanlılar tarafından da uygulamaya konuldu.../ Yunan ordusunun Anadolu'daki amacı, Balkanlı müttefiklerin 1912'deki amaçlarının aynısıydı... bir Hıristiyan memleketi yaratmaktı... Müslümanların uzaklaştırılması gerekiyordu... nüfusun ezici çoğunluğu Müslüman'dı ve... Türk'tü... Rumlar ise sadece %14'ünü teşkil ediyordu... Rum ve Ermenilerin toplam sayısı 845.000'e, yani bölge nüfusunun %18'ine çıkardı... Müslüman nüfusu neredeyse 4 milyondu.” “Osmanlı... acizdi. Bu nedenle Türkler, milliyetçi bayrak altında birleştiler ve kendilerini savundular." “Lloyd George ile Woodrow Wilson'un her ikisi de hararetli Yunan yanlısı ve Türk karşıtı idiler. Wilson... kendi savunduğu on dört maddenin ve... kendi geleceklerini tayin hakkının Türklere verilemeyeceğini açıkça belirtti.” “İngilizler etraflarına, emperyalist kazanç sağlamak için değil de ulvi amaçlarla müdahale ettikleri düşüncesinden bir çember örmüşlerdi... Bu şekilde, dünyanın her yerinde manda rejimleri oluşturuyorlardı... Yunanlılar... ve hatta kendilerinin de gerçek emellerine gözlerini kapamışlardı./ Fransızlar daha az yanılgı içindeydiler... kolaylıkla taraf değiştirdiler ve savaşı Türklerin yanında bitirdiler.” “Paris Konferansında, Türklerin Rumları katlettiği ve Rumların korunmaya muhtaç olduğu, inandırıcı şekilde tekrarlanıp durdu... gerçeği yansıtmıyordu. Aslında, Türklerin devlet makamları ve askeriyesi barışı temin ediyorlardı.” "İzmir'in işgali, birçok yönden, Lloyd George'un marifetiydi." "İlk başta Osmanlı polisiyle askeri ve Müslüman halk silahtan arındırıldı. Arkasından yerli Yunanlılara silah dağıtıldı... soygun, katliam ve ırza geçmeler başladı." "Köylerin yakılması, katliamlar ve zorla göçe çıkartmaların, Yunan hükümetiyle ordusu tarafından onaylandığına kuşku yoktur." "Yunan ordusu yıkımı durdurmaya yeltenmemişti." "Toynbee, umduğundan çok farklı bir durumla karşılaştı... Türklerin katliamı ve kovulmasının Yunan hükümeti tarafından planlandığı sonucuna vardı." (McCarthy, s. 269-310)


"ÇERKESLERİN ROLÜ/ Yunan harekatının en tuhaf yönlerinden birisi de, Yunan ordusunun yanı sıra bazı Çerkes grupların da yağmacılığa katılmaları oldu. Bazı Çerkes liderleri (en iyi örneği Çerkes Ethem'dir 104) kendilerini Yunanlıların işbirlikçisi haline düşüren başına buyruk eylemlere giriştiler. Yunanlılardan hazzetmeyen başka Çerkesler ise, kendi halklarının çıkarı için Sultana anlaşılabilir bağlılık gösterip, Milliyetçilere karşı durarak İstanbul Hükümeti'ni desteklediler. Ancak Çerkeslerin çoğu... Müslüman din kardeşlerinin yanında yer aldılar. Bir kaç adet kendi çıkarlarını kollayanların haricinde Çerkeslerin çoğu, Milliyetçi kesimde yer aldılar. Yurtlarından atılmalarının üstünden 50 yıldan uzun zaman geçmişti... 1919 yılına gelindiğinde sadakatleri ve Milliyetçileri desteklemeleri bakımından artık Türkleşmişlerdi." "104 En iyi bilinen Çerkes çete reisi örneği, ilk başlarda Yunanlılara karşı gerilla hareketi yürütüp sonradan gerek Hıristiyan gerekse Müslüman yerli halkı yağmalamaya koyulan Çerkes Ethem'dir. Hatta bir ara, Yunanlıların yanında bulundu. Mustafa Kemal'in milliyetçi güçleri tarafından yenilgiye uğratıldı." “Yunanlıların yöredeki davranışı, kendilerinden öç alınması için yeterince sebep yaratmıştı... Türklerin... öç eylemlerine girişeceği sanılıyordu, fakat İngiliz gözlemciler Milliyetçi birliklerin "disiplin ve iyi halleri" sayesinde, öç eyleminin hiç olmadığını rapor ettiler.” “Müslüman çeteler de, Batı Anadolu'daki Rum ve Ermeni halkının ölüm telefatının başlıca nedeni oldular./ En feci Hıristiyan katliamları Müslüman çetelerin işiydi. Bu çetelerin... bazıları da çıkarlarıyla birlikte yön değiştiriyorlardı (örneğin Çerkes Ethem'in etrafındaki çeteler)... bunların bir çoğu da sadece politik ortamdan yararlanan basit eşkiya idiler.” “Sürgün, düşmanlarını etkisizleştirmenin klasik bir Orta Doğu ve Balkan yöntemiydi... Osmanlılar gibi onlardan önce Bizanslılar tarafından kullanılagelmişti.” "1912-1922 yılları arasında tahminen 65.000 Pontus Rum'u ölmüştür." "Rumlara karşı girişilen Türk eylemlerinin çoğu bireysel saldırı veya çete hareketleriydi... eğer Yunanlılar işgale kalkışmasalardı, bunlar gerçekleşmeyebilirdi.../ Sonradan Anadolu'daki Savaşa sahne olacak bölgelerin, Yunanlılar hücum edene kadar, tamamen sakin ve muntazam asayiş içinde olduğunun belirlenmesi gerekir." “1912-1922 yılları arasında, aşağı yukarı 300.000 Anadolu Rum'u yok oldu... Türkler gibi onlar da açlık, hastalık ve katliam dolayısıyla can verdiler... Yunanlıların Anadolu'yu istilası... büyük felaket getirmiştir." "Yunan çoğunluğu yaratmak için kasıtlı olarak Türklerin Batı Anadolu'dan dışarı atılmasıyla çok sayıda mülteci yaratıldı." "Osmanlı... 1920'de "içeride" (yani İç Anadolu'da) 800.000 mülteci olduğunu hesapladı... birçok Müslüman mülteci, bir kaç kez bulunduğu yerden göçe çıkmak zorunda kalmıştı." "Lozan... 1,5 milyon Anadolu Türk'ünün Yunan işgal bölgesinde öldüğü veya mülteci durumuna düştüğü hesplamıştı." "İsmet Paşa'nın tahminlerini daha güvenilir kılmaktadır. Savaş sırasında, işgal topraklarında yaklaşık olarak 640.000 Müslüman öldüğüne göre, savaştan sağ çıkan mülteci sayısının da 860.000 olduğu tahmin edilebilir... Ölen Müslümanların yarısının mülteciler arasından olduğu düşünülürse, 1,2 milyon Anadolu Müslüman mültecinin Yunanlılardan kaçtığı ve bunlardan üçte birinin öldüğü hemen hemen doğrudur." "Daha önce Mora yarımadasında, Bulgaristan Savaşında ve Balkan Savaşlarında kullanılan tüm etnik ve dini temizlik yöntemleri, bir kez daha Anadolu'da ortaya çıktı. Aradaki fark, Türklerin Anadolu'da sırtlarının duvara dayanmış olduğuydu; daha fazla geriye itilecekleri yer kalmamıştı... savunmaya geçtiler ve ayakta kaldılar." (McCarthy, s. 311-352)


"MÜSLÜMAN TOPRAKLARININ SONU/ Savaşlar bittiğinde, Batı Avrupa'nın tamamı kadar büyük bir alanda yaşayan Müslüman toplulukları, sayıca çok seyreltilmiş veya yok edilmişlerdi. Balkanların muhteşem Türk toplulukları eski sayılarının çok küçük bir oranına indirilmişti. Çerkesler, Lazlar, Abazalar ve Türkler ile daha birçok küçük Müslüman gruplar zorla Kafkasya'nın dışına sürülüp atılmıştı... Anadolu tamamen değişmişti... Tarihin en büyük felaketlerinden biri yaşanmıştı." "Yüz yıl boyunca Ruslar, Müslümanları söküp atarak topraklarını genişletmişlerdi. Kırım Tatarlarını ve Çerkesleri sürmüşlerdi. Türkleri Güney Kafkasya'dan sürüp, onların yaşadığı topraklara Ermenileri yerleştirmişlerdi. Ruslar 1915'te, yeniden ilerlemeye hazırdılar. Ermeni ihtilalcileri... isyanlar çıkarmaya başlamışlardı... ve hatta Van şehrini de ele geçirmişlerdi.../ Osmanlı... aldırmazlık edemezdi... Osmanlı Ermenilerinin sürülmesi mantıklıdır... tüm grupların... davranışları o kadar insanlık dışı davranışlarla doludur ki, hiçbir grup ilk taşı atacak kadar günahsız değildir." "Osmanlı... Müslüman nüfusu... 1800'den 1912'deki Balkan Savaşları öncesine kadar geçen süredeki göçlerle... %70'ten %80'e yükseldi... en sonunda tamamen Müslüman ve Türk nüfusa sahip bir Cumhuriyet bıraktı." "Türkiye... dış politikasında barışsever tarafsızlık ilkesi güttü." "1923 yılnda... Memleketlilerinin neredeyse dörtte biri ölmüştü." "Müslüman ölülerinin birçoğu ne kayıtlara geçti ne de hesaplandı." "5 milyondan fazla mülteci yurtlarından sürülmüştü ve bunların birçoğu da ölmüştür." "1926 yılında tutulan SSCB nüfus istatistiği... halkın sayısını etnik kökenlerine göre (190 çeşit grup halinde)... yayınladı." (McCarthy, s. 353-365)


"OSMANLI İMPARATORLUĞU'NDAKİ ZORUNLU GÖÇLER VE CAN KAYBI/ 1790-1923 arasında, 7 milyondan fazla insan zorla, Balkanlar, Kafkasya ve Anadolu'daki yurtlarından edildi. Aynı sürede, 6 milyon kişi daha, ölenler arasında sayıldı ve bir çok ölü de hiç kayıtlara bile geçmedi... O günlerin acısının anlatıldığı çoğu zamanlarda ise, sadece yerinden koparılan ve ölen Hristiyanlar dikkate alındı. Ancak, en büyük ölümler ve sürgünler Türk, Çerkes, Kürt ve benzerlerinin yani Müslümanların başına gelmişti.../ 1790'da Osmanlı... Bosna ve Romanya'nın büyük bir kısmını kapsıyordu... kaybedildi. Sırbistan, Romanya ve Bulgaristan'ın bağımsızlığını Rusya zorladı. Büyük Devletler... Yunanistan'ın bağımsızlığını dayattılar. Avusturyalılar Bosna'yı ele geçirdiler. 1912'ye gelindiğinde... Avrupa'dan, sadece küçük bir dilim, Doğu Trakya kaldı." "1877-1878 Savaşı/... çoğunluğu Türk olan 315.000 Bulgaristan Müslümanının kaçmasına ve 288.000'inin ölmesine yol açtı. Geride, Bulgaristan Müslümanlarının sadece %46'sı kalmıştı... Bulgaristan'a, Osmanlı... topraklarından 187.000 Bulgar gitti./ O dönemlerde... Montenerro'nun ele geçirdiği topraklardaki Müslümanların tamamı yok olmuştu, Sırbistan'ın ele geçirdiği topraklardaki Müslümanların %91'i (119.000'i) ve Romanya'nın ele geçirdiği topraklardaki Müslümanların %83'ü (152.000'i) yok olmuşlardı. Bosna Müslümanları... kaçtılar./ Balkan Savaşlarının başlangıcında, Osmanlı'nın Avrupa'da kalan topraklarındaki nüfusunun %50'nin biraz üstündeki kısmı Müslüman'dı... Osmanlı'yı alt etmek için Birinci Balkan Savaşı'nda aralarında birleştiler, sonra da ele geçirdiklerini paylaşmak için birbirleriyle savaşa tutuştular.../ Hristiyan halktan en çok kaybeden Bulgarlar oldu: 100.000 Bulgar... Bulgaristan'a kaçtı. Ancak en çok zulüm gören halk Müslümanlar oldu. Osmanlı Avrupasındaki Türklerin %27'si öldü ve %18'i sağ kalmakla birlikte mülteci haline düştü... Arnavutların çok sayıda katledilmesinin... hesabını hiç kimse tutmadı./ Türk Bağımsızlık Savaşı/ Bilinmeyen sayıda Rumlar, belki de 100.000 kadarı daha Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce... Batı Anadolu'dan Yunanistan'a gitti. Yunan ordusu... 1919'da Batı Anadolu'yu istila etti... sonunda 1,2 milyon Türk'ü Batı Anadolu'daki evlerinden ve bilinmeyen sayılarda Türk'ü de... Trakya topraklarından dışarı zorladılar. Mustafa Kemal'in... Türk Milliyetçileri... 1922'de, Yunanlıları yendiler. Artık kaçma sırası Yunanlılara gelmişti. Savaş sonrası varılan bir anlaşmayla, Türkiye'de kalan Rumlar... karşılığında Yunanistan'da kalan Türkler mübadele edildi. 850.000 Rum ile 480.000 Türk değiş tokuş edildi. 530.000 Türk ile 310.000 Rum da ölmüştü./ Rus İmparatorluğu güneye doğru genişledi. 1779'da... 100.000 Kırım Tatar'ı... Osmanlı İmparatorluğu'na doğrun kaçtılar. Kırım Savaşı'nın akabinde 300.000 ilave Kırım Tatar'ı ve bilinmeyen sayıda Nogay Tatar'ı daha peşlerine takıldı.../ Doğudaki Rus istilası, çok ıstırapla 1920'ye kadar süren, Müslüman-Hristiyan nüfusun kitleler halinde yer değiştirmesine yol açtı." "Doğu Karadeniz bölgesinin Müslümanları olan 1,2 milyon Çerkes ve Abaza, 1860'larda, Osmanlı İmparatorluğu'na sürüldüler... üçte biri, çoğu açlık ve hastalıktan olmak üzere, can verdiler, 1877-1878 Rus-Türk Harbi... 78.000 Türk de Kuzeydoğu Anadolu'da zaptedilen toprakları terk etti; onların yerleri de Osmanlı... Doğusundan gelen 20.000 Ermeni tarafından sahiplenildi./ Birinci Dünya Savaşı/... sırasında Ermeni birlikleri Rus ordusuna katıldılar... öncü oldular. Savaşın yürütülüş biçimi sivil halkın çektiği felaketleri doruğa çıkardı. 1914 ve 1915'de Ruslar ile Ermeniler Doğu Anadolu'yu istila ettiler. İşgal, beraberinde, Türklerle Kürtlerin toptan katledilmesini getiriyordu. Ruslar... geri çekilmeye zorlandığında, 300.000 Ermeni Rusya'ya ve... bir miktarı da İran'a kaçtı... Ermeni mültecilerin pek çoğu, belki de yarısı açlıktan ve hastalıktan öldü. 1916'ya kadar Ruslar, daha fazla Türk ve Kürt'ü kaçmaya mecbur ederek geri dönmüşlerdi. 1915'den 1916'ya kadar bir milyondan fazla Müslüman, batıya doğru göçe zorlanmıştı. Ermeniler gibi onlar da açlık ve hastalıktan öldüler... Van... Müslümanlarının %62'si öldü./ Osmanlı... Ermeni nüfusundan algılanan tehdite, 440.000 Ermeni'yi Suriye'ye ve daha az bir miktarını da Irak'a yollayarak tepki gösterdi." "1920'ye kadar, 200.000 Türk Ermenistan Cumhuriyetinden kaçıp Türkiye'ye sığındı. Ateşkesten sonra, Fransızlar Kilikya'yı işgal ettiler... Ermeniler geri çekilen Fransızların peşinden gittiler. Toplam olarak 30.000 Ermeni ve bilinmeyen sayıda Türk mülteci konumuna düştüler." "Zorunlu göçlerin çoğunun tahmini sayıları bile bilinmemektedir." (McCarthy, s. 397-401)

***

Reynolds, (Michael A. Reynolds, İMPARATORLUKLARIN ÇÖKÜŞÜ, OSMANLI-RUS ÇATIŞMASI, 1908-1918, Çeviren: Yücel Aşıkoğlu, III. Basım: Nisan 2024, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul)


"1877-78 Savaşı, 750.000 kadar Balkanlı Müslüman'ın ölümü veya sınır dışı edilmesi ile sonuçlanmıştı." (Reynolds, s. 11-19)


"1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Bulgaristan'da çeyrek milyon Müslüman hayatını kaybederken, bir milyon kadarı da mülteci konumuna düştü." (Reynolds, s. 28-31)


"Tehcir esnasında yaşanan katliam ve zulümler İtilaf Devletleri'ni 24 Mayıs 1915'te Osmanlı devletini suçlayan bir nota yayımlamaya itti. Rus hukukçular tarafından geliştirilmiş "insanlık ve medeniyete karşı suçlar" kavramı ile yazılan bu nota, Osmanlı hükümet mensupları ile onların emirlerini yerine getirenlerin sorumlu tutulacakları sözünü veriyordu./... 1914 baharında... Osmanlılar, Ege kıyılarındaki... Rumları sürdüler... sefir Girs, Sazanov'a Rumların "temizlenmesinin"... kan dökülmesine değil uzlaşmaya sebep olacağını söyledi." (Reynolds, s. 154)


“Küresel düzen... nüfus siyasetine döndü." "Devletin sınırları... etnik yapıya göre belirlenmeliydi." "1821'de Yunanistan'daki isyancılar... Avrupa'yı büyülemişti. Sultana sadık Mısır askerleri isyanı bastırmayı başardılar; ta ki İngilizler, Fransızlar ve Ruslar 1827'de müdahale edene kadar. 1830 tarihli Londra Protokolü bağımsız bir Yunan devletinin kurulmasını sağlıyor ve" "egemenliğin belli bir insan topluluğuyla ilişkilendirilmesinin ilk örneğini veriyordu". "Avrupalı güçler... hoşnutsuzlukları körüklediler ve işlerine yarayacağı zaman kullandılar... hoşnutsuzluk gerçekti... ulus-devletlerin kuruluşunun... dış kaynaklara dayandığı görülmektedir./ 1878'deki Berlin Kongresi milliyetçi fikirlerin... etkisini somut bir şekilde gözler önüne serdi. Kongrenin amacı "Şark Meselesi"ni, yani... Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalama sorununu çözmekti... Rus kazançlarının çok fazla ve tehdit edici boyutta olduğuna karar veren Britanya ve Almanya, Avusturya-Macaristan'ı da yanına alarak, Rusya'yı Berlin'de yeni bir barış görüşmesi yapmaya zorladılar", "kongre, etnik kökeni insan kimliğinin belirgin siyasi iddialar taşıyan bir parçası haline getirdi... rekabetlerini tanzim etmeye yarayan... bir ilke olarak ortaya çıktı. Örneğin... Britanyalı diplomatlar... önce Lazların bağımsızlık hakkını koruma işini üstlenerek bilerek hileye başvurdular (ve sonra vazgeçtiler)." "Berlin... milletlerin çoğaldığı bir çağı açtı... etnik köken... anahtar bir kategori oldu.” "Berlin Antlaşması'nın 61. maddesine göre Osmanlı... Ermenileri Kürt ve Çerkez komşularının talanlarına karşı emniyete almak üzere... idari reformlar yapmaya mecburdu.../ 61. maddenin tarihi etkisi... bu topluluk adına dış güçlere müdahale hakkı vermesidir... Ermenilerin çoğunluğu... zar zor geçinebilen insanlardı... Ermeniler sefaletlerinde yalnız değillerdi. Kürt köylüler de aynı sefil şartları paylaştıkları... gibi, anlaşmada yağmacı diye tarif edilen Çerkezlerin de büyük kısmı Rusya tarafından Kafkasya'daki topraklarından silah zoruyla sürülmüş beş parasız göçmenlerdi. Ancak 61. madde... etnik kökeni kabul ediyordu... bölgeler daha da istikrarsızlaştı./... Aslında 61. maddenin arkasındaki esas niyet, Ermenilerin durumunu iyileştirmekten çok Rusya'nın meseleye ayrıcalıklı bir konumdan müdahil olmasına fırsat vermemekti. Ermeni meselesinin "uluslararasılaştırılması" Ermenilerin çıkarlarını su götürmeyecek şekilde geri plana attı... "herkesin işi olan şey şimdi hiç kimsenin işi değil"di... iki imparatorluğun ihtilaflı sınırları boyunca dağılmışlardı... arzuları, bölgesel hakimiyet mücadelesinde bir silah haline gelmeye mahkum edilmişti./... 1877-78 Savaşı, 750.000 kadar Balkanlı Müslüman'nın ölümü veya sınır dışı edilmesi ile sonuçlanmıştı.” (Reynolds, s. 11-19)


“Osmanlıların Balkanlar'daki, Kafkasya'daki ve Kırım'daki toprak kayıplarına Müslümanların kitlesel göçü, sınır dışı edilmesi ve etnik temizliğe maruz kalması eşlik ediyordu. 1864'te Rusya'nın Kuzey Kafkasya'nın ilhakını tamamlamasıyla Osmanlı topraklarına yüz binlerce Müslüman sığındı. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Bulgaristan'da çeyrek milyon Müslüman hayatını kaybederken, bir milyon kadarı da mülteci konumuna düştü. 1912'den sonra da Balkanlar'da büyük kayıplar verilmeye devam edildi." (Reynolds, s. 28-31)


"Rusya... Çarlık rejiminin saygınlığını tamir edecek "kısa ve muzaffer" bir savaş fırsatının kokusunu aldı." (Reynolds, s. 32-34)


"İmparatorluk, Eylül 1911 ile Eylül 1913 arasında topraklarının üçte birinden fazlasını ve nüfusunun beşte birinden fazlasını kaybetti... Etnik temizlikten kaçan yüz binlerce Müslüman muhacir... umutsuz, öfkeli ve kalabalık bir insan topluluğunun akışı, imparatorluk siyasetine tehlikeli bir Hıristiyan düşmanlığı zerk etti." "İttihatçılar... akıllarını kaybetmediler... Eyül'de Bulgar meslektaşlarıyla buluştular ve neredeyse neşeli denebilecek bir dostluk ortamında barış antlaşmasını imzaladılar. Uzlaşmanın sebebi ise çok açıktı: Bölgesel güç dengesindeki kayma, İstanbul ve Sofya'ya ortak düşmanlar kazandırmıştı. Zaten her ikisi de resmi bir ittifakı düşünmekteydi./... İttihatçıların Balkan Savaşları'ndan çıkardıkları derslerden biri de nüfusunun çoğunluğu Hıristiyan olan bu toprakların bütünüyle elden çıktığıydı. Elde Anadolu ve Arap toprakları kalmıştı. Arap bölgeleri de tehlike arz ediyordu... Anadolu muhtemelen son kale olacaktı", "esas mesele... başka bir saldırı gelip gelmeyeceği değil bunun ne zaman yaşanacağı idi... dış desteğe ihtiyaç duyuyordu... en mantıklı müttefik seçeneği Almanya idi.” “Talat Paşa... 10 Mayıs'ta Livadiya'ya vardı. Çar, Rusya'nın güçlü ve bağımsız bir Osmanlı istediğini ifade etti... Osmanlı'nın Almanya'ya olan bağımlılığını asla kabul edemeyeceğini bildirdi. Talat... Osmanlıların çaresiz kalarak teknik yardım için Almanlara başvurduğunu bildirdi.” (Reynolds, s. 42-50)


"Dış baskılar İstanbul'u Ermenileri destekleme yönünde zorlarken, iç siyasi hesaplar Kürtlerin gönlünün alınmasını gerektiriyordu." (Reynolds, s. 52-54)


"Abdürrezzak... en üst düzey Rus desteği elde etti.” (Reynolds, s. 72-75) 


"İTF... Ruslara karşı savaşta müttefik seçme konusunda oldukça geniş mezhepliydi". “Kuzey Kafkasya'da az sayıda Osmanlı Çerkezi ( bu isim... Kuzey Kafkasya'nın bütün yerli halkını ifade ediyordu) Osmanlı propagandasına aktif bir şekilde katılıyordu... Seyyar vaizler Kafkasya'ya sızarak... telkinlerde bulunuyordu." (Reynolds, s. 90-93)


"Alman altınları... İlk parti altın 16 Ekim'de, ikincisi ise 21 Ekim'de geldi. Aynı gün Enver, savaş planlarını nihayete erdirmek için Alman subaylarla buluştu. Bu planlar neticesi Osmanlı donanmasına... Rus gemileri ile kıyı hedeflerine uyarıda bulunmaksızın saldırma emri verildi./ Küçük bir Osmanlı filosu 29 Ekim'de Karadeniz'e çıktı... hedefler topa tutularak hafif hasar verildi ancak siyasi etkisi çok büyük oldu. İttihatçı hükümet, cüretkar bir yalanla harekatı bir misilleme olarak kamuoyuna duyurdu." (Reynolds, s. 117, 118)


"Enver Paşa Teşkilat-ı Mahsusa'yı Kasım 1913'te kurmuştu... düşman cephe gerisinde isyanlar çıkarmak için kullanmayı düşünüyorlardı... Ağustos'ta Trabzon, Van ve Erzurum'da birlikler oluşturdular. Bahaeddin Şakir, Erzurum'daki Kafkas İhtilal Cemiyeti isimli birimin komutasını ele aldı. Cemiyet, Çerkezlerden çok sayıda adam toplamıştı... Kafkasya Müslümanlarını "Moskof" zalimlerine karşı isyan etmeye... çağırıyordu. Pek çok ajan... Kuzey Kafkasya'ya ve Azerbaycan'a yöneldi." (Reynolds, s. 125, 126)


"Almanlar, Pan-İslamizm çalışmaları merkezini 1916'da İstanbul'dan Berlin'e taşıdılar." (Reynolds, s. 127)


“Haziran 1916'da Üçüncü Milel-i Mazlume Kongresi”. "Lozan'daki konuşmacılar sert söylevler verme özgürlüğüne sahiplerdi... Bunlar arasında... efsanevi Dağıstanlı Şeyh İmam Şamil'in direnişini tekrar canlandırma çağrısı yapan iki Kuzey Kafkasyalı da vardı." (Reynolds, s. 133-135)


"Savaş başından beri Osmanlılar arasında ihtilaf konusuydu; zaten Enver de bu yüzden savaşa giriş aşamasında hileye başvurmuştu... 1917 itibariyle İttihatçı hükümet o kadar gözden düşmüştü ki başkentteki binalarını korumak için Alman askerlerine bel bağlamak zorunda kaldı. Aslında Enver bir "barış darbesinden" o kadar çok korkuyordu ki böyle bir girişimi bastırmak için gizli bir silahlı kuvvet oluşturmuştu." "Almanya ile ittifak kararı... zafiyete karşı verilmiş akılcı bir tepkiydi. Güçlü, zengin ve uzak Almanya, can düşmanı Rusya'nın yanında... topraklarının... çoğuna da göz dikmiş İngiliz ve Fransızlara karşı en iyi karşı dengeyi sunabilirdi." (Reynolds, s. 142, 143)


"Ermenilerin yok edilmesi... tek operasyon değildi. Daha ziyade, Müslüman Kürtler, Arnavutlar, Çerkezler ve diğerleri de dahil çok sayıda topluluğu aşiret ve oba bağlarından koparıp daha kolay asimile olsunlar diye küçük ve dağınık öbekler halinde iskan etmeyi esas alan yeni bir etnik homojenleştirme programının parçası olarak anlaşılmalıdır... Böylece, küresel düzenin tercih ettiği yuvarlak deliğe girsin diye Anadolu denilen o kare kesitli kazığı yontmaya girişeceklerdi." "Doğu Anadolu'daki nüfusun devlet güdümlü dönüşümü... muhacirleri bu bölgeye yerleştirerek... II. Abdülhamit idaresinde başlamıştı... Gökalp gibi İttihatçılar, Anadolu'yu etnik açıdan homojenleştirmenin gereği üzerinde düşünmeye savaştan önce başlamıştı". "Hıristiyan nüfusun sürgünü 1915 yazıyla birlikte tam yol ilerledi... Talat... Türk olmayan muhacirlerin uzun vadede dil ve kültür asimilasyonunu sağlayacak şekilde Türk nüfus içerisinde iskan edilmesini emretmişti. Alınan tedbirler arasında... muhacirlerin... Türk nüfusun yüzde 5-10'unu geçmemesi... bulunuyordu./... Ermeni varlığı... Düvel-i Muazzama'nın her zaman Osmanlı İmparatorluğu'na karşı kullandığı bir silahtı... İngiltere... Ermenileri tahrik etmiş ve Rusya'ya karşı tampon olacak bir bağımsız Ermeni devleti kurmak istemişti." (Reynolds, s. 155-157)


"Alman olan Auguste Bernau, 1916'da Fırat Nehri boyunca seyahat ederken gördüklerini anlatmaya, "Karşılaştığım sahne akla gelen her türlü dehşetin ötesindeydi," diyerek başlar: "Açlık, mahrumiyet, dizanteri ve tifüs" kurbanı 200-300 kişiden oluşmuş ceset tepeleri ve "nehir kıyısında birazcık ot bulup açlıklarını bastırmak için dolaşan" sefalet içindeki kadın ve çocuk toplulukları (erkekler daha önceden katledilmişti.) Sağ kalanlar kitlesel tecavüz ve nehirde boğulan çocuklardan bahsediyorlardı." "Deyrü'l-Zor'un pek çoğu için nihai varış noktası olarak seçilmesi de eklenecektir; burasının hiç de misafirperver bir yer olmadığını Talat biliyordu. Bu durumda amaç Ermeni toplumunu yok etmek değise de... mahvetmekti." "Kısacası, devleti korumak için İttihatçıların imparatorluğu yıkması gerekiyordu./ İttihatçılar... bir tek ilkeyi takip ettiler: Devletlerini koruma kararlılığı." (Reynolds, s. 158, 159)


"Van, Erzurum ve Bitlis vilayetlerinde Müslüman nüfusun yüzde 40'ı, 1914-1921 yılları arasında yok olup gitmişti... yarısının 1914-1918 arasında öldüğünü kabul etmek akla uygundur. Bu şok edici bir ölüm oranıdır... Ermeni papaz Kirkor Balakyan, "Rus ordusu ve Ermeni gönüllü birliklerinden kaçan yüz binlerce Müslüman'dan geriye kalmış" on binlerce Türk ve Kürt ile karşılaşmıştı, şöyle diyordu:" "Açlık ve hastalıklarla kırılan Müslümanlar, yaklaşmakta olan kışta öleceklerdi... binlerce Türk ve Kürt muhacirle karşılaştım. Açlıktan iskelete dönmüş, yaşayan ölü gibiydiler... Bunlarla Deyrü'l-Zor çöllerine sürülen Ermeniler arasında bir fark görünmüyordu."/... titiz çalışmalar Ermeni ölümlerin sayısını, savaş öncesindeki 1,5 milyonluk Ermeni nüfusunun yüzde 43'üne tekabül eden 664.000 kişi olarak vermektedir. Diğer bazıları... 800.000 olarak tahmin eder... sayıyı bir milyona kadar çıkaranlar da vardır. Süryanilerin kayıpları da oranca farklı değildi. Kesin sayı asla bilinemeyecektir... iki halk mutlak surette helak olmuştu./ Rusya'nın Anadolu halkına yönelik siyaseti... değişiyordu... Anadolu... zor bir yerdi... hastalıklar ve açlık toplumu kırıp geçiriyordu. Mülteciler, firari çeteleri ve göçebeler sığınak ve yiyecek bulabilmek için umutsuzca dolaşıyorlardı." "Çarlık yetkilileri Aralık 1914'te, "yüzyılların kinini kusan Ermeni birliklerinin barışsever Müslüman nüfusun evlerini yağmalamak ve yıkmaktan başka bir şey yapmadığından" şikayet ediyorlardı." "Rus ordu komutanlığı 1915 yazında yeni Ermeni alaylarının oluşturulmasını veto etti ve dışarıdan gelen Ermenilerin gönüllü olmalarını engellemeye çalıştı. Ardından alaylar Aralık'ta hepten lağvedildiler ve istekli Ermeniler düzenli orduya alındılar; bilinmeyen sayıda gönüllü ise idam edildi". "Ermeni ayrılıkçılığı 1915 ortasında tekrar Rus siyasetinin korkuları arasına girmişti... gönüllü Ermeni alaylarını... kendilerine karşı da dönebilecek iki tarafı keskin bir kılıç gibi görmeye başladılar." "Gadjemukov... Ermenileri suçluyordu... Ermeni çetelerin... gerçekleştirdikleri yağmalar, Kürtler ve diğer Müslümanların husumetini artırıyordu. Van'daki Müslümanları ayrım yapmadan katleden "Anadolu Ermenileri, milletlerinin barbarca yok edilişi için işareti bizzat vermişlerdi."... Van'ın hatırası "Ermenilerin eline düşme korkusuyla" Müslümanların Rus silahlı kuvvetlerine direncini artırmıştır.../ Kürtlere zulmeden sadece Ermeniler değildi; Kazaklar da şiddetli tavırlarıyla şöhret bulmuşlardı.../ Bu husumet ve güvensizlik şüphesiz Rusların Kürtleri seferber edebilmesini geciktirdi.../ Ermeniler... eşit muamele olarak ilan edilen Rus siyasetini... Ermenileri haklarından mahrum kılmak için düzenlenmiş riyakar bir hile olarak gördüler. Ruslar Van'ı ele geçirdikten sonra... Manukyan'ı şehre vali olarak atadılar. Manukyan, Kürt aşiretlerinin Van'a dönmelerine izin veren Haziran 1915 tarihli Rus kararını derhal kınadı." "Gadjemukov'a göre Ermeniler her yöntemi kullanarak Rus hakimiyetinin altını oyuyorlar". "Pontus Rumları ile Ruslar arasındaki ilişkilerin de altında benzeri bir sadakatsizlik... uzanıyordu. Yetenekli imparatorluk idarecileri olan Ruslar, sınır boylarındaki nüfusun sadakatini hiçbir zaman mutlak görmediler... Osmanlılar... Rumca yayın yapan... gazetelerinin editörlerine... para ödüyorlaardı." "Hrisantos... Rusların şüphesini çekiyordu... Rus ordusu onun Enver Paşa ile kişisel irtibatından haberdardı." "1918'de Trabzon'a yaklaşması sırasında Vehip Paşa, Hrisantos'u şehrin geçici yönetiminin başı ilan etti." "1917 yaz mevsiminde Samsun civarındaki Osmanlı karşıtı gerilla hareketini soruşturan... Ahmet İzzet Paşa, bu hadiselerin Pontus Rum milliyetçiliğinden kaynaklanmayan sıradan eşkiyalık faaliyetleri olduğunu ve pek çok Gürcü ile Müslüman'ı ihtiva ettiğini bildirdi. Bir Rum çetecibaşı... "Rusların bizi istilası Rumluğun mahvı demek olur," diyordu." "Osmanlı-Rus sınır boylarında... inceleyen İngiliz muhabir... Price... "sivil halka yönelik savaş suçları tek bir tarafın üzerine yıkılamaz," sonucuna ulaşmıştı." (Reynolds, s. 160-171)


"Lenin... 7 Kasım 1917'de... ülkeyi mutlak bir içsavaşa... soktu. Rusya'daki derinleşen kargaşa Osmanlıları rahatlattı." “Kalıcı olsun veya olmasın Rusya'nın zafiyeti gerçekti ve Enver'in niyeti bu durumu değerlendirmekti." "General von Loslow, Enver Paşa'yı Rusya Müslümanlarını ayrılıkçılığa sevk edecek bir propaganda başlatması için ikna etmeye çalışıyordu." "Bolşeviklerin Brest-Litovsk'a gitmekteki niyeti barış yapmak değil, görüşmeleri uzatıp savaş bıkkınlığını artırmak ve sanayileşmiş Batı Avrupa'da işçi devrimi başlayana kadar Almanya ile başka yerlerde devrimci mayayı uyandırmaktı. Bu niyetle Lenin... Troçki'yi gönderdi... Taban tabana zıt siyaset anlayışlarına sahip Bolşevik ve İttifak heyetleri karşı karşıya gelmişti." "Bolşeviklerin Kafkas Ordusu üzerinde... en ufak nüfuzu dahi yoktu. Bu ordu fiilen ilga olmuş ve... Osmanlı ilerleyişini durdurmakta çıkarı olan Ermeniler ile Gürcülerden etnik birliklerin oluşturulmasına müsaade vermişti." "Talat Paşa'nın aklında telefon kurnazlıklarından fazlası vardı... Bolşeviklere karşı baskı oluşturmanın en kesin yolu, Rusya Müslümanlarını kışkırtmaktı... Rusya Müslümanları... fazlasıyla bölünmüş durumdaydılar." (Reynolds, s. 174-188)


"Stockholm'deki Osmanlı ateşesi Ukrayna bağımsızlık hareketini desteklemek için faaliyete geçti. Teşkilat-ı Mahsusa Ocak 1918'de Ukrayna... üyelerine pasaport sağladı ve altısını Batum üzerinden Ukrayna'ya sevk etti./... Ukraynalı genç sosyalistler, kin dolu bir pervasızlık sergilediler... Bolşeviklerin Kurucu Meclis'e, Ukraynalılara, Kafkasyalılara ve diğerlerine karşı korkak ve ikiyüzlü bir şekilde güç kullanışını alenen kınadılar. Sözlü saldırının Troçki'nin ıstırap ve ter içindeki yüzünden okunan aşağılayıcı etkisi, İttifak Devletleri'nin temsilcilerini hayli eğlendirmişti." "Kühlmann... savaşa devam etmekten başka bir seçenek kalmadığını bildirdi... Almanlar 18 Şubat'ta taarruza yeniden başladılar... Almanlar savunmasız Petrograd'a yaklaşırken Lenin devrim yok edilmeden hangi şartlarda olursa olsun bir barış antlaşmasının imzalanmasını emretti. Troçki artık kendisini küçük düşürücü bir duruma sokmak istemediğinden... Sokolnikov yönetecekti." "Alman dışişlerinin Kafkasya üzerinde farklı emelleri vardı ve bu emeller Osmanlı... ile işbirliğini içermiyordu. Alman... Ludendorff ise Bolşeviklerin küstah inatçılıkları yüzünden cezalandırılması gerektiğine ikna olduğundan şöyle bir düzenleme yapılmasını onayladı:" "Rusya... Doğu Anadolu vilayetlerinden... çekilecek... Osmanlı devletine iade edecektir..." "Şartlar... Kars, Ardahan ve batum'u Osmanlı İmparatorluğu'na bırakmıyor fakat kendi kaderini tayin ilkesini gözetiyordu." "Hakkı Paşa... Bolşeviklerin ideolojik gösterişçiliğine zehirli bir iğne batırarak da sözlerine son verdi: "Ve.. Hepimiz galip değil miyiz? Hepimize yenik düşen ortak düşmanımız Rus Çarlığı değil mi?" Sokolnikov öfkeden kudurmuştu. Lenin'e... düzeltilen cümlenin özellikle reddedilebileceğini söyledi ancak Lenin barış imzalanması konusunda ısrarlıydı. Sokolnikov boyun eğdi". "İmparatorluk dışındaki Müslümanlara iyi niyet ve anlayış beslemek bir şey, onlar için Osmanlı Müslümanlarının çıkarlarını tehlikeye atmak ise başka şeydi./ Bolşevik Rusya'nın karakteri... bakınca bu tepkiler, özellikle Enver'inkiler, gerçeği yansıtmaktan uzaktı. 1918 yılının Ocak ortasına gelindiğinde Talat ve Enver, Boılşeviklerin Rus olmayan sınır boyu halklarının istiklali aleyhine merkezi idareye kendilerini nasıl adadıklarını görmüşlerdi... Lenin'in barış imzalaktaki amacı, Bolşeviklerin enerjilerini ve kuvvetlerini iç düşmanlarla savaşa yoğunlaştırabilmesini sağlamaktı; bu düşmanlar arasında ise... Müslüman hükümetleri ile istiklal hareketleri de vardı./... Osmanlı hükümetinin Brest-Litovsk'da Müslüman bağımsızlık hareketine destek aradığına dair kanıtlar zayıftır... Ne Osmanlılar ne de bir başkası, Rusya Müslümanlarının kaderini Brest-Litovsk gündemine dahil etti./ Daha da önemlisi... Osmanlılar çeşitli Müslüman hareketlerine destek olmayı düşündüklerinde kıstas, bu hareketlere bağımsızlık yolunda destek vermek değil kaybedilen toprakların geri alınmasında fayda getirip getirmeyecekleri sorusuydu. Osmanlılar Kırım'da bir Müslüman devletin kurulduğunu görmekten memnun olurlardı ancak jeopolitik önemi nedeniyle Ukrayna ile ilişkileri daha çok önemsiyorlardı. Bu yüzden Kırım Tatarlarına çok az destek verdiler./ Nitekim Osmanlı askeri istihbaratı Brest-Litovsk'u... Rusya Müslümanlarını değil Osmanlıların çıkarları olduğunu açıkça ifade ediyordu." "Enver bu fırsatı Kafkaslara ilerleyerek değil, Bağdat ve Filistin'i İngilizlerden geri almak için Osmanlı birliklerini yendien düzenleyerek değerlendirmeyi düşündü. Bolşeviklerin Kasım'da iktidarı ele geçirmesi... Osmanlı beklentilerini artırdı." "Bolşeviklerin Doğu Anadolu'dan çekilmekteki isteksizlikleri... Bolşevik Rusya'nın temelde eskisinden farklı olmayacağı düşüncesine varmalarına sebep oldu. Misilleme amacıyla Rusya Müslümanlarını tahrik etme seçeneğini ele aldılar ancak dindaşlarının yönlendirilemeyecek kadar bölünmüş ve başıboş olduğu hükmüne vardılar... Sessiz ancak ısrarlı lobi faaliyetlerinin tesadüfi birleşimleri, Almanların Bolşevik fırsatçılığına karşı öfkesi ve Lenin'in her ne pahasına olursa olsun barış kararının sonucunda Osmanlılar, Rusların Kars, Ardahan ve Batum'dan çekilmesi taahhüdünü elde ettiler... bir halk oylamasında hakemlik rolü verildi./... Osmanlılar için büyük bir başarıyı temsil eder. Bağımsız Ukrayna'nın oluşturulması Rusya'yı kötürüm bırakacağı gibi... bir savaş ganimetiydi... Osmanlılar... boş hayallere kapılmadılar... Rusya'yı Kafkasya'dan çıkarmak ve... bir tampon oluşturmak için az zamanları olduğunu biliyorlardı. Ancak Kafkasya... bağımsızlığı kucaklaması için Osmanlıların ilettikleri ricaları o ana kadar geri çevirmişti. Demokratik bir Büyük Rusya fikri cezbediciliğini koruyordu. Kafkasya'yı bağımsızlığa zorlamak Osmanlıların önündeki güçlüktü." (Reynolds, s. 189-198)


"Rus gücünün yeniden dirilmesine set çekme... Osmanlıların Kafkasya siyasetini yönlendirecekti... Güney Kafkasyalılar demokratik Rusya'nın bir parçası olmak istiyorlardı", "ancak Rus Kafkas Ordusu'nun dağılması, bölgeyi Osmanlı ve Alman işgaline açık hale getirdi... Güney Kafkasya, 1917'de... nispeten sakin ve huzurlu bir yıl geçirdi./ Bolşeviklerin iktidarı ele geçirdiği haberi Petrograd'dan Tiflis'e ulaşınca... kınadılar... Bir hafta sonra ise Bolşevikler meşhur "Halkların Hakları Bildirgesi"ni yayımlayarak imparatorluk halklarına kendi kaderini tayin ve hatta bağımsız devlet kurma imtiyazlarını tanıdılar. Güney Kafkasya... bağımsızlık teklifini görmezden geldi... en iyi yol etnik ayrımcılık değil demokratik birlikti." "Dört gün sonra "Güney Kafkasya Komiserliği"ni kurduklarında ise bunu neşeyle değil suçluluk duygusu içinde yaptılar... geçici bir organ olarak düşünmüşlerdi... bağımsızlığa doğru ilk isteksiz adımlarını attılar./... Osmanlılar 18 Ekim'de imzalanan ateşkes metnini hazırlarken komiserliğin bağımsız statüsünü içeriğe sokmama konusunda dikkatli davrandılar." (Reynolds, s. 199-202)


"Trabzon Barış Görüşmeleri/ Seym... barış imzalama yetkisine sahip olduğunu Şubat sonunda duyurdu... Kars, Ardahan ve Batum'un teslim edildiği bilgisi ulaştığında Güney Kafkasyalılar şaşkına döndüler. Seym... anlaşmayı... kınayan yazılar yağdırdı... heyet, Trabzon'a kalkan gemiye bindi./ Hepsi de tecrübesiz 61 kişilik heyet ilk başta kötü bir izlenim bıraktı... diplomasisi de daha iyi sayılmazdı. Osmanlılar, komiserliğin hukuki statüsünü açıklığa kavuşturmak için defalarca bastırdılar. Güney Kafkasyalılar, anlaşılması mümkün olmayan bir mantıkla hala Rusya'nın bir parçası olduklarını fakat Brest-Litovsk'un kendilerini bağlamadığını çünkü Bolşevik hükümetini tanımadığını söylüyorlardı... tutarsızlığın altını çizen Osmanlılar Brest-Litovsk'a katılmaları için İstanbul'un daha önce yaptığı daveti... değerlendirmedikleri için onları iyice tekdir ettiler./ İki taraf Trabzon'da konuşurken Osmanlı ordusu 1914 sınırlarına doğru ilerliyordu... Osmanlıların hızlı ilerleyişinin bir başka sebebi de açlıktı. Karabekir birliklerini ancak Rus erzak depolarını ele geçirerek doyurabilirdi... Erzak sıkıntısı, Vehip'in... emrine karşı gelen Karabekir'in 11 Mart'ta Erzurum'a saldırmasına yol açtı. Meşhur Antranik (Ozanyan) Paşa komutasındaki Ermeni kuvvetleri şehri savaşmadan terk edince kumar sonuç verdi. Erzurum'daki büyük erzak ve silah yığınağı, sefilane tedarikli Osmanlıların merakını uyandırmıştı... Böylesine bol erzak keşfedilmesi, Kafkasya'nın daha da derinlerine ilerlemek için Enver'e ilham verdi." "Güney Kafkasya'nın muhtelif siyasi partileri Osmanlılarla... yakın ilişkiler kurma arayışına girmişlerdi. Bazı Müslüman Güney Kafkasyalılar, Osmanlıların Bakü'ye kadar... girmelerini talep ediyordu. Mart sonunda Bakülü Bolşevikler... Müsavat Partisi'ni şiddet yoluyla sindirmeye giriştiler... şehir... bir "terör ve pogrom yuvası" haline geldi. 12.000 kadar Müslüman bu hadisede can verirken... yarısı taşraya kaçtı... bu hadiseler, Kafkasya Müslümanlarının yardım taleplerine aciliyet kattı./ Ermeni ve Gürcü siyasetçiler de gizlice Osmanlıları yokluyordu... Rauf Bey, göz önüne serilen iç çatışmaları not etti./ Birleşik (Kuzey) Kafkasya Dağlıları Birliği (KDB) heyetinin Nisan başında gelişiyle görüşmeler iyice dallanıp budaklandı... bu dağlılar birliği hareketi, akıl bulandıracak kadar çok lisan ve etnik kimliğin bir birleşimiydi... KDB, Kafkasya'nın demokratik ve federal bir Rusya içinde yer almasını savunuyordu. Ne var ki Bolşeviklerin o kış Kuzey Kafkasya'yı işgal etmesi KDB'yi Rusya'dan ayrılmaya itmişti. Kuzey Kafkasya'nın tek başına direnmek için çok küçük olduğunu düşündüklerinden, başkanları olan Çeçen petrol baronu ve Dağlılar Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı Abdülmecid (Tapa) Çermoyev ile Dağıstan Kumuklarından olan hariciye nazırları Avukat Haydar Bammat'ın (Bammatov) idaresindeki bir heyeti Tiflis'e gönderdiler. Dağlılar, Güney Kafkasya'nın önderliğini kıl payı kaçırdıktan sonra Trabzon'a gelmişlerdi. Burada Güney Kafkasya Komiserliği'ne katılma teklifinde bulundular... Fakat Güney Kafkasyalılar... tereddütte kaldılar ve dağlıların teklifini ne ret ne de kabul ettiler... Enver Paşa, birleşik bir Kafkasya devleti fikrini ilginç bulmuştu./... Birleşik bir Kafkasya devletinin kurulmasını kolaylaştırmak Osmanlı hedeflerine iki şekilde faydalı olacaktı... Rusya'ya karşı sağlam bir tampon oluşturacak... Ermeniler azınlık durumuna düşecek... Enver, Gürcüler ile Dağıstanlıların Ermenileri de içerecek ancak Ermenileri... zapturapta alacak bir devlet kurmaları ümidini dile getiriyordu./ Trabzon'da 1918 ilkbaharı boyunca Osmanlılar, Ermenileri komşularından yalıtmaya çalıştılar." "Batum... Gürcüler ısrarla limanın kendilerinde kalmasını istiyor... Azeriler ile Kuzey Kafkasyalılar da... Gürcülere bırakılmasını tavsiye ediyorlardı. Bu jest Gürcülerin Ermenilerle ittifakını engelleyecek ve... Dağlıların Boşeviklere karşı savaşmak için ihtiyaç duydukları silahların kuzeye akmasını sağlayacaktı. Rauf Bey ve Vehip Paşa da Batum'un verilmesini tavsiye ediyordu. Vehip'in Enver'e söylediği üzere Kafkasya Müslümanları güvenilmez olduklarından Gürcülerle iyi ilişkiler gerekliydi ve Kafkasya er ya da geç tekrar Rusların eline geçecekti... Enver, Batum'un alınmasında ısrarlıydı." "Rauf Bey... Güney Kafkasyalıların oyalamalarından sıkılarak 6 Nisan'da verdiği bir ültimatomla Tiflis'in kırk sekiz saat içinde bağımsızlık ilan etmesi ve barış görüşmelerinin temeli olarak Brest-Litovsk Antlaşması şartlarını kabul etmesi gerektiğini bildirdi./... Çhenkeli, Seym'e ültimatomun şartlarını eksiksiz yerine getirmesi için yalvarak telgraflar çekti. Ardından... yetkisini aştı ve Rauf'a Tiftis'in artık Brest-Litovsk'u tanıdığını söyledi.../ Tiflis Rus Demokrasisini Savunuyor/ Vehip 12 Nisan'da Batum'un dış mahallelerine ulaştı... Seym önünü ardını düşünmeden savaş ilan etti... Müsavat... dindaşlığın... Osmanlılara karşı savaşmaktan men ettiğini ancak Güney Kafkasyalı yoldaşlarını destekleyeceklerini bildirdi... dindaşlık bir maskeydi. Müsavat'ın asıl derdi Bolşevikleri Bakü'den atmaktı; bunu yapabilecek yegane güç ise Osmanlı ordusuydu./ Tiflis'teki tutkulu tavır bir sonuç getirmedi... Osmanlı ordusu Batum'u birkaç saatte ele geçirdi." "Batum'un kaybı, Güney Kafkasyalıları... yüzleşmeye zorladı. Yalnız ve zayıf haldeydiler... tek çare kalmıştı: Bağımsızlık ilan etmek... veya birleşik Rusya idealine bağlı kalıp işgal edilmek. Seym sonunda 22 Nisan'da Güney Kafkasya'yı "bağımsız Demokratik Federatif Cumhuriyet" olarak ilan etti... Müsavat destekledi, Ermeniler karşı çıktı ve Gürcülerin de bölünmesiyle, Seym ortadan ikiye yarıldı. Fakat... Taşnak Hovhannes... üzüntü içerisinde kabul ederek kararın geçirilmesinde başı çekti. Yenilmiş ve afallamış Güney Kafkasyalılar bağımsız bir devlet yaratmışlardı./ Seym Çenkeli'yi başbakan seçti ve ertesi gün... Kars Kalesi'ni teslim... emrini verdi... Karabekir... Fransız asıllı Rus Albay Morel ile müzakereye başlamıştı... Morel'den şehri bir gün içinde terk etmesini istedi", "kan dökülmedi... kaledeki devasa mühimmat ve erzak stokuna bir şey olmadı... Ermeniler Çhenkeli'yi ihanetle suçladılar.../ Osmanlı... derhal tanıdı ve iki taraf 11 Mayıs'ta Batum'da barış görüşmelerine başladı. Osmanlı baş müzakerecisi Halil Bey... Bammat'ın görüşmelere davet edilmesi teklifiyle konferansı açtı. Aynı gün içerisinde Çermoyev İstanbul'da Kuzey Kafkasya'nın bağımsızlığını ilan etse de, KDB tek bir devlet oluşturmak için Güney Kafkasya'ya katılma niyetini sürdürüyordu; bu sebeple Bammat Batum'a gönderildi. Bütün katılımcılar Bammat'ın gelmesine onay verdiler. Halil'in ikinci teklifi ise bu kadar memnuniyetle karşılanmadı... toprak talebi... Güney Kafkasyalılar için çok ağırdı." (Reynolds, s. 206-215)


“Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, Bolşeviklerin elinde iki ağzı keskin bir kılıç gibiydi." (Reynolds, s. 216-218)


"Gürcü bağımsızlık hareketinin bağımsızlığı telin etmesi dikkate değerdir.” “Ermenistan'ın bağımsızlığını ilan etmesinde... ısrarcı olmak Taşnaklara kaldı." "Osmanlı... ümit verse de, Azerbaycan "Bağımsızlık Bildirisi" tıpkı Gürcü ve Ermeni cumhuriyetleri gibi cılız bir tondaydı... Feth Ali Han, bağımsızlıktan korkuyordu... bağımsızlık bildirisini okuduğunda ise yüzü kireç gibiydi ve elleri titriyordu. Bildiri... Tarihsel bir devlet varlığı iddiasında bulunulmuyor... tarafsızlığa sahip çıkılıyordu." "Bazı Azeriler, bir Azerbaycan-Osmanlı federasyonu kurma fikrini ortaya attılar... Müsavat, herhangi bir birleşmeyi reddetti. Osmanlılar ise Azerbaycan'la birleşme fikrini hiç düşünmeden bir kenara attılar./ Kafkasya'nın Yeniden Yapılanması/ İstanbul, çiçeği burnunda devletleri gecikmeksizin 4 Haziran'da tanıdı. Batum'daki Halil ile Vehip, Gürcistan ve Ermenistan... Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya... antlaşmalarını ve bu devletlerin hepsiyle imzalanan çeşitli anlaşmaları yürürlüğe soktu... Milli ülkü, ilgili bütün milletleri pişman da etse, galip gelmişti." "Halil ve Vehip aynı gün Azerilerle, dört gün sonra da Kuzey Kafkasyalılarla buluşup dostluk antlaşmaları imzaladılar.” “Almanlar ve Bolşevikler de Kafkasya'da hakimiyet için yarış ediyorlardı.” “Almanları en çok çileden çıkaran şey ise Kafkasya'yı sömürme planlarının Osmanlılar tarafından altüst edilmesiydi." "Berlin, Ukrayna ve Kırım'dan Gürcistan'a kara ve hava birliklerinin intikalini emretmişti./ Osmanlı birlikleri Kafkasya içlerine ilerlerken Osmanlı-Alman ilişkileri yeni bir dönemece giriyordu. Ludendorff ile... Hindenburg, 8 ve 9 Haziran'da Enver'e kuvvetlerini Kafkasya'dan... çekerek Irak ile Kuzey İran'a yönlendirmesini açıkça emrettiler... Osmanlı-Alman ilişkilerindeki kriz 10 Haziran'da zirve noktasına ulaştı. Gümrü yakınlarındaki... Osmanlı birliği, burada bir Alman müfrezesiyle karşılaştı... Osmanlılar müfrezeye ateş açarak çok sayıda esir aldılar. Alman karargahı... Osmanlı İmparatorluğu'ndaki bütün personelini geri çekme tehdidinde bulundu./ Enver... durumu örtbas etmeye kalktı ve istifa tehdidinde bulundu. Ardından Vehip'i görevden alıp... Berlin'i yumuşattı. Enver'in taktiği işe yaradı. Alman başkomutanı eleştirilerinin şiddetini düşürdü." 

"Osmanlı Kafkasya siyaseti... ortamın gereklerine göre gelişti.../ Güney Kafkasya'daki her üç büyük halkın da siyasi seçkinleri, bağımsızlık fikrini çok ürkütücü bulmuşlardı. Ne var ki Osmanlı taleplerinin baskısı altında kalan ve Alman himayesinin cazibesine kapılan Gürcüler... bağımsızlıklarını ilan etmeye karar verdiler. Ermeni ve Azerilerin bağımsızlık ilanları da bunu takip etti. Her üç cumhuriyetin de bağımsızlıktan esef etmeleri dikkate değerdir; ne var ki Rus İmparatorluğu'nun çöküşünün kendilerine istiklalden başka çıkar yol bırakmadığını görmüşlerdi. Bağımsızlık Güney Kafkasyalılar açısından acı bir hediye olabilirdi... bir tampon arazi kuşağı çeken Osmanlılar için bir tür zafer sayılırdı... savaş bitmeden önce Bolşevikleri Kuzey Kafkasya ile Azerbaycan'dan çıkarmaları gerekiyordu. Bakü'nün fethi artık Osmanlıların Kafkasya'daki siyasetinin bir numaralı hedefiydi." (Reynolds, s. 220-227)


"Osmanlılar Kafkasya'daki Bolşevik etkinliğini yok etmek... Almanlarla İngilizlerin Doğu içlerine daha fazla nüfuz etmesini engellemek için 1918 yazında canla başla çalışıyordu... taarruzları... hesaplı bir kumardı.” “Osmanlı planının nihai başarısı için Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya'nın muktedir bağımsız devletler haline gelmesi gerekiyor... kısmen de olsa kendi halklarının da rızasıyla halihazırda oluşmuş olanlar yaşama şansına sahipti./ Enver'in çözümü, Osmanlı subaylarının komutasındaki Kafkasyalı gönüllülerden oluşan "Kafkas İslam Ordusu"nu kurmak oldu. Bu silahlı kuvvetin Müslüman Kafkasyalılardan devşirilmiş ana gövdesi, insan gücü kıtlığını aşmayı sağlayacaktı... böylece İstanbul... eylemlerin sorumluluğunu... yerli Müslümanlara yükleme fırsatı da elde etmiş olacaktı.” "Yaz geldiğinde ordudaki Kafkasyalı subayların sayısı 250'ye ulaşmıştı ve bunların sadece yirmi üçü Müslüman, kalanı ise sabık Çarlık ordusundan Hıristiyan subaylardı... Kuzey Kafkasya'da hizmet eden Osmanlı zabitleri dağlıların softalığından şikayet etmişler.” "Osmanlıların elini Bakü petrollerinden uzak tutmak isteyen Almanlar, Gürcüleri uzlaşmazlığa teşvik ediyorlar". "Bu farklı engellere rağmen Temmuz ortasına gelindiğinde İslam Ordusu, Bakü'nün sadece dokuz kilometre uzağındaydı.../ Her halükarda ilerleyiş, Bolşeviklerden gelişmeleri günü gününe öğrenen Almanları rahatsız etti. Arka arkaya uyarılar ve protestolardan sonra Bernstorff, Nuri'nin durması için emir verildiğine dair 30 Temmuz'da Enver, Talat ve Nesimi'den yazılı bir taahhüt aldı. Enver Nuri'yle Halil'e saldırıyı durdurmaları için gerekli emri verdi. Osmanlı Genelkurmayı'nda görev yapan Almanlar, bu emrin içeriğinden haberdardılar. Bilmedikleri ise Enver'in Bakü'nün alınması gerektiğini teyit eden gizli bir emir daha gönderdiğiydi.” “Osmanlıları püskürtmenin tecrübeli İngiliz emperyalistleriyle uğraşmaktan daha kolay olacağını düşünen Stalin, 21 Temmuz'da verdiği bir emirle Şaumyan'ın İngilizlerin Bakü'ye girmesine izin vermesini yasakladı. Eğer Bakü düşecekse Osmanlıların düşürmesi daha iyiydi.” “Ermeni liderler kongresi Osmanlılara teslim olmanın aslında en iyi seçenek olduğu sonucuna vardı.” “Almanlar ve Bolşevikler Osmanlıları şehirden uzak tutmak için işbirliği arayışı içindeydiler." "Osmanlı basınında Almanların ikiyüzlülüğüne karşı büyük bir infial uyandı.” “Hintze, Moskova'nın rızası olmadan Almanların Ermenistan, Azerbaycan veya Kuzey Kafkasya'yı tanımasının mümkün olmadığını açık bir şekilde ifade etti. Talat, Osmanlıların Bakü'ye ilerleme amacının İngilizlerin önünü kesmek olduğuna bakanı ikna etmeye çalıştı. Bu yavan bir blöftü." "Nuri, şehri Azerbaycan Cumhuriyeti adına teslim almıştı... ilk gün şehre... Azerileri gönderdi. Nuri'nin can ve mal garantisi boş çıktı... Azeri birlikleri... Bakülü Ermenilere saldırdılar. Ermeni nüfusun neredeyse yarısını oluşturan 70.000 kişi gemilerle kaçmıştı... 9.000 kişi katledildi... Almanlar, Bakü'deki Osmanlı nüfuzu yerine kendilerininkini tesis etmek için dolap çevirmeye devam ettiler." "Nuri, gözlerini kuzeydeki Dağıstan'a dikti... Dağıstan'ın kendine özgü bir kıymeti yoktu.” “1917'de kurulan KDB, Kuzey Kafkasya'nın bütün dağ halklarından temsilciler içeriyordu. Güney Kafkasyalılar gibi KDB de 1917'de Rusya'dan ayrılmayı reddetti... KDB üyeleri... refaha kavuşabilmeleri için gereken... tek kapıyı Rusya'nın sunduğunu anlamışlardı./ Fakat Bolşevikler ile Kızıl Ordu'nun 1917-1918 kışında Kuzey Kafkasya'yı istila etmesi, Dağlıları Rusya ile bağları koparmaya ve destek için ilk olarak Tiflis'e yönelmeye itti... İstanbul'a gittiler ve orada 11 Mayıs'ta bağımsızlık ilan ettiler.” “Osmanlı istihbaratçıları ise kötümserdi. Dağlı halklarının "kültür seviyesi düşüktü," nüfusları azdı, birbirlerinden yalıtılmışlardı ve her biri kendi çıkarının peşindeydi. Ciddi bir dış yardım olmadan bağımsızlıklarını sürdürmekte pek şansları olmayacaktı... dağlıların seçkin tabakasına mensup birçokları... eski sistemin korunmasını arzuluyorlardı... bu Çarlık sadakati, KDB'nin Müslümanların kadim düşmanı Kazaklarla işbirliği yapmak için gösterdiği anormal çabaları açıklıyordu./ Ancak KDB, Bolşevik Rusya ile bağlarını koparmaya kararlıydı ve esas önemli olan da buydu. Osmanlı... ile KDB arsında dostluk antlaşmasının imza edildiği 4 Haziran'da 74 zabit ve 577 neferden oluşan ileri Osmanlı kuvveti, Dağıstan'ın Gunib şehrine ulaştı. Osmanlılar bölge halkının desteğini kazanmak için Şubat ayında... Kuzey Kafkasya kökenli kadrolar devşirmeye başladılar. Çerkez soyundan Binbaşı İsmail Hakkı (Berkok) Bey, Nisan'da seferi kuvvetlere komuta etmekle görevlendirildi; bir diğer Çerkez, Mirliva (Tümgeneral) Yusuf İzzet Paşa ise Ağustos'ta bütün Kuzey Kafkasya kuvvetlerinin komutanı ve Kuzey Kafkasya elçisi atandı./... İsmail Hakkı bölgeye geldiğinde Dağıstan halkının "cehalet, sefalet ve zaruretler" içinde yaşadığını gördü. Yazdığı üzere Dağlılar aslında doğuştan savaşçıydılar fakat keskin bireycilikleri ve aşiret bağları onları düzenli bir ordu için elzem olan disiplin ve talim bakımından faydasız bir malzeme haline getiriyordu. Dahası para... eksiği kötürüm bırakıcı bir nispetteydi... Her şeye rağmen... Dağıstan içlerine ilerlemek için hazır hale gelmişlerdi./ islam, Dağıstan'da en güçlü birleştirici unsurdu. İsmail Hakkı'nın... ilk büyük çatışmayı Dağıstan'ın en etkili din adamlarından... Gotsinskiy'e karşı gerçekleştirmiş olması manidardır. Gotsinskiy, takipçilerine İsmail Hakkı'nın adamlarına Hunzah köyünde saldırma emri verdi. Meşhur bir Avar alimi... olan Gotsinskiy, yeni imam sıfatıyla Şamil'in imamlığını yeniden kurmak arzusundaydı... Belki de, Osmanlılarla içli dışlı olan Gotsinskiy Türklerin İslam anlayışını hor görüyordu. Fakat davranışlarının asıl nedeni, Osmanlı varlığının kendi imamlığına engel oluşturacağını hesap etnesiydi... ateş gücü üstünlüğünü görünce... itaat ettiğini bildirdi. Osmanlılar... dini duyguların az, milli kurtuluş fikirlerinin ise daha az faydası olduğunu gördüler. Bu zafiyeti gidermek isteyen İsmail Hakkı, Rusların ve Ruslara yakınlık gösterenlerin mallarını yağma etmeyi serbest bıraktığını duyurdu ve ganimeti yerli akıncılarla pay etmeye razı oldu... sürekli destek talep ediyordu... elde etme ümidinden yoksundu." (Reynolds, s. 229-249)


“Osmanlılar, Kırım'ın Ukrayna ve Almanya ile ilişkilere zarar vermesini istemiyorlardı. Kırım siyasetini belirleyen unsur kan ve iman değil jeopolitikaydı.” “Osmanlı aydınları ile Orta Asyalı aydınlar... birbirlerine karşı giderek artan bir ilgi duymaya başlamışlardı... arka planda tarafların kendi çıkarlarını gözeten pragmatik yaklaşımları da mevcuttu." “Elviye-i Selase'nin İlhakı/ Osmanlılar Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya'da bağımsız devletler kurmaya çalışırken bir taraftan da Kars, Ardahan ve Batum'u devletlerine geri almak için uğraşıyorlardı. Brest-Litovsk... bölge halkına kendi kaderini tayin hakkı tanıyarak Rusya'yı bütün kuvvetlerini buradan çekmek... zorunda bırakmıştı.../ Halk oylamasının sonucu Ağutos'ta duyuruldu... Üç vilayetin... 87.263 oyun 85.129'u vilayetlerin katılmasına "evet" derken 441'i "hayır" demiş.” (Reynolds, s. 249-255)


"Çiçerin... bir "Sovyet Cumhuriyeti"ni -kast ettiği Azerbaycan'dı- işgal amacıyla haydutlarla işbirliği yapmak ve taahhütlerini bozarak Bakü'yü ele geçirmek ithamlarıyla Osmanlılara veryansın ediyordu.” “Enver'in Kafkas İslam Ordusu... kimseyi kandıramamıştı./... 21 ve 22 Eylül'de Berlin'de... Talat... Nuri'nin resmi bir görevinin bulunduğunu kabul etmemişti... Kafkasya'nın iç işlerine karışmayacağına dair yazılı taahhütte bulunmayı teklif etti." "Ermenistan ve Azerbaycan... Almanya bu cumhuriyetleri tanıması için Rusya ile temasa geçecekti. Almanya Kuzey Kafkasya ve Türkmenistan'da bağımsız devlet kurmak için Osmanlılara yardımcı olamayacağını üzülerek bildiriyor fakat bu girişimlere karşı çıkmayacağını da ifade ediyordu." "Savaşın son haftalarında Enver, Azerbaycan ve Kuzey Kafkasyan'nın bağımsızlığını güvence altına almanın önemine dair Nuri ve Halil ile konuşuyordu. Nuri'ye Tahran'daki İngiliz ve Amerikan konsoloslukları ile irtibata geçmesini ve Almanların Bakü'ye askeri güç gönderme niyetinde olduklarını söylemesini emretmişti... Değişen siyasi hava Talat gibi Enver'i de güçlü ve bağımsız bir Ermenistan'ı desteklemeye itmişti." “2.200 mevcutlu ve Çerkez soyundan Miralay Süleyman İzzet Bey komutasındaki 15. Fırka, İsmail Hakkı'nın Osmanlı gönüllüler ve Dağıstanlı başıbozuklardan oluşan derinti kuvvetlerine katılmak için Hazar Denizi kıyısından kuzeye yürüdü. Rus ve Ermeni askerlerin savunduğu antik Derbent kenti 6 Ekim'de düştü. Bir hafta sonra Yusuf İzzet Paşa ve KDB yetkilileri, Kuzey Kafkasya'da KDB hükümetinin yeniden kurulmasını kutladılar. Pan-İslamist ve Pan-Türkist söylem ile semboller yoktu. Kuzey Kafkasya Cumhurbaşkanı Abdülmecid (Tapa) Çermoyev, yayımladığı ilk kararnamede KDB-Osmanlı ilişkilerinin akrabalık değil siyasi yönüne değinmiş ve bu ilişkiyi Almanya'nın Ukrayna ile Gürcistan'a desteğine benzetmişti. Cumhuriyetin liberal değerlerine, dini ve etnik ayrım göstermeksizin herkesin haklarını tanıdığına vurgu yapmıştı. Osmanlılar ve Kuzey Kafkasyalılar evrenselliklerinin altını çizmek için Gürcü ve Rus Ortodoks rahipleri ile bir Yahudi hahamın törene katılmasında ısrar etmişlerdi./ Çermoyev Osmanlı-Kuzey Kafkasya bağlarının faydacı yönüne vurgu yapmakta gerekçelere sahipti. Temmuz'da İstanbul'dan yazan Haydar Bammat kendisini şöyle uyarmıştı: "Heyet-i Vükela'da (Bakanlar Kurulu'nda) bize dair bir program ve en ufak güvenilir bir alaka yoktur. Enver hariç İttihatçılar Kuzey Kafkasya'ya karşı duyarsız hatta düşmandır," diyordu. Azeri Keykurun gibi Bammat da Osmanlı siyasi seçkinlerini Kafkasya Müslümanlarına karşı mesafeli buluyor ve kısmen bu yüzden Almanya'yla yakınlaşmaya önem veriyordu.” “Enver'in itirazlarına rağmen Talat, 8 Ekim'de kabinenin istifasına karar verdi. Buna rağmen Enver'in aklı Kafkasya'nın bağımsızlığını sağlama çarelerindeydi. Ertesi gün İşviçre'deki Osmanlı temsilcisi Mısırlı Fuad Selim'e yazarak Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya'nın İngilizlerle anlaşma ihtimallerini... soruşturmasını istedi. Enver aklından Azerbaycan'a geçip savaşı buradaa sürdürmeyi bile geçirmişti.” "Ekim... Savaş sona erdi fakat Dağıstan'ın başkenti olan Petrovsk (bugünkü Mahaçkale) kapısında soğuk, çamur ve sonbahar yağmurları altında savaşan Osmanlılar ile Kuzey Kafkasyalıların olan bitenden haberi yoktu. Aslında ateşkesin imzalandığı gün Çermoyev ve Yusuf İzzet Paşa, bu Hazar Denizi limanına son taarruzu planlamak için buluşmuşlardı. Petrovsk'un kaderini belirleyen çatışma 5 Kasım gecesi başlayıp sabaha kadar sürdü... 8 Kasım'da Petrovsk'lu Müslümanlar ve Hıristiyanlardan oluşan bir heyet, şehrin teslim olduğunu bildirmek için geldi. Tükenmiş durumdaki Osmanlılar şehre muzaffer bir tavırla girdiler fakat orada ateşkesten ve Osmanlıların Kafkasya'dan hemen çekilmesini gerektiren ateşkes şartlarından haberdar oldular.../ Dağıstan seferi, hiç değilse Osmanlı zabitlerinin olağanüstü kararlılığını gösterir... boşa gitmiş gözüküyordu." (Reynolds, s. 256-262)


"Son Söz/ İttihatçılar savaşa girerek bir kumar oynamış ve her şeyi kaybetmişlerdi. Savaştaki tek başarıları... Kafkasya'da bir tampon bölgenin doğuşuna nezaret etmeleriydi. Mondros mütarekesi, kazançlarını tersine çevirdi". "Sevres Antlaşması, İttihatçıların en kötü kabuslarının ete kemiğe bürünmüş haliydi ve bunun yolunu kendileri açmışlardı." "Boşevikler ulusların kendi kaderini tayin ilkesini... ilan ettikten sonra, ABD Başkanı Wodrow Wilson Bolşevikliğin önünü kesmek amacıyla, aynı ilkeyi kucaklamış ve böylelikle bu düstur, savaş sonrası dünyanın temel unsurlarından biri olmuştu." "Güçlü olanlar, işlerine geldiği vakit... savundular; işlerine gelmeyince de göz ardı ettiler." "İngiltere ve Fransa... Arap topraklarında... hakimiyet... başardılar... ilke ile eylemleri arasındaki çelişkiyi "manda" kavramını icat ederek uzaklaştırdılar... Milletler Cemiyeti de onayladı." "Lenin... Mustafa Kemal... işbirliğine başlamışlardı... Bolşevikler bu destekleri karşılığında Kafkasya'yı istiyorlardı./ Jeopolitik dinamikler bundan daha şaşırtıcı şekilde tersyüz olamazdı... Rusya... tehdit olmaktan çıkıp... en sağlam ümide dönüşmüştü. 1918'de Osmanlılar, Rusya'nın çöküşüyle bayram ederek... ordularını Kafkasya'ya göndermişlerdi; aynı ordudan geriye kalanlar ise şimdi bu bölgeyi Bolşevik Rusya'ya vermeye istekliydi... Mustafa Kemal'in... Azerilerin bağımsızlığını baltalaması kaderin en büyük cilvelerinden biri olsa gerektir." "Kızıl Ordu ile anti-Bolşevik... savaş, Dağıstanlıların devlet kurma çabalarını gölgeleyerek Kuzey Kafkasya'yı yerle bir etmişti", "mahalli Müslümanlara direniş göstermemelerini telkin eden sabık Osmanlı askerlerinin desteğindeki Kızıl Ordu, Dağıstan ovalarını 1919'da ele geçirdi... Kızıl Ordu... yine Osmanlı bakiyelerinin yardımıyla Nisan 1920'de Bakü'ye girdi... Azeriler, Mustafa Kemal'in adamlarını kendilerini kurtarmak için Azerbaycan'ı Ruslara satmakla suçladılar... Türklerin Bolşeviklere desteği Kafkasya'yı dahi aşmıştı... Mart 1921'de Kronştadt Ayaklanması'nı başlattıkları vakit, Ankara'nın Rusya'daki sefiri Ali Fuat (Cebesoy) isyanı bastırmaya destek için iki Müslüman Tatar tümenine çağrıda bulunarak en kritik anlarından birinde Bolşevik rejimin hayatta kalmasına katkıda bulunmuştu./ Azerbaycan'dan sonra Bolşevizm'in eline düşme sırası Ermenistan'daydı... Örs gibi duran Türk ordusu ve çekiç gibi inmeye hazır Kızıl Ordu, Ekim'de Erivan'daki tecrit olmuş Taşnak hükümetini teslime ve Ermenileri Bolşevik idaresini kabule zorladı. Gürcistan yalnız kalmıştı... Osetya'ya sabotajcılar gönderilerek... gerilim artırıldı... Ardından Kızıl Ordu, yine Türk askeri baskısından faydalanarak Şubat 1921'de saldırıya geçti ve Kafkasya'yı yere serdi... Bu kızıl cumhuriyetlerin yetkilileri Ankara'nın temsilcileriyle 13 Ekim 1921'de Kars'ta buluşarak... Mart ayında Moskova'da karara bağlanmış bir anlaşmayı onayladılar. Batum Sovyetler'de kalırken Kars ve Ardahan Türklere geçmişti.../ Kafkasya'daki geri cephesini güvene alan Mustafa Kemal, yüzünü batıya çevirdi... Fransızları... İngiliz ve İtalyanları ikna etmeyi başardı." (Reynolds, s. 263-270)


"İmparatorluk Sonrasında Paralel İstikametler/ Devletlerarası rekabetin dinamizmi Ankara ve Moskova'yı... paralelliklere yol açıyordu.../ Modernleşme... jeopolitik bir zorunluluktu... modernleşmenin jeopolitik zaruretleri giderek önem kazandı ve nihayet Stalin tarafından devlet politikası haline getirildi." "Ne var ki etnik milliyetçiliğe olan yaklaşımları, iki rejimin farklılık gösterdiği bir alandı... Türkiye... içinde cumhuriyetçi seçkinler, Sünni Türklük dışındaki kimlikleri... yıkıcı görüp... ezme yoluna gittiler... Kürtler asimilasyona direnebildiler./... Sovyetler... aksine milliyetçiliğe karşı sıra dışı bir yaklaşım serdiledi. Bolşevikler de milli kimliği modernleşmenin bir unsuru sayıyorlardı... onlar için milli kimlikler, evrensel sınıf bilincine giden yolda gerekli fakat geçici bir aşamaydı. Bolşevikler etnik grupları bastırmak bir kenara bütün Sovyet vatandaşlarının bir etnik kimlik benimsemesini zorunlu hale getirdiler." "Moskova hükümeti 1920'lerin başlarında, hükmettiği etnik grupların sınır ötesindeki bağlarını komşu devletleri zayıflatmak için kullanabileceğini düşünürken, 1930'lara gelindiğinde sürecin ters yönde işleyeceği korkusu içine düşmüştü. Dolayısıyla, 1935-1938 arasında... yaklaşık 800.000 kişiyi sınır dışı ettiler, tutukladılar veya öldürdüler.../ Stalin 1944'te Çeçenlerin, İnguşların, Balkarların, Kumukların (Kalmıklar), Ahıska Türklerinin ve Kırım Tatarlarının... tehcir edilmelerini emredince, nüfus siyaseti eski Rus-Osmanlı sınırlarına şiddetle geri dönmüş oldu. Sovyet yetkilileri... işgalci Almanlarla işbirliği yaptıkları suçlamasıyla meşrulaştırmaya çalışsalar da... tehcir Alman tehdidi savuşturulduktan sonra gerçekleştirilmişti. Bu durum, esas sebebin Stalin'in bir yıl sonra Türkiye'den Kars ve Ardahan'ın teslimi ile Boğazlar'da Sovyet deniz üsleri kurulması talebiyle ilişkili olduğunu düşündürmektedir. Stalin ve... Molotov, 1945 yazında... Truman ile... Churchill'e Kars ve Ardahan'ın aslında Türkiye'ye değil... Ermenistan ve Gürcistan'a ait olduğunu anlatıyordu. Polonya'nın 1921'deki haksız genişlemesini gözden geçirip Sovyetler Birliği ile sınırlarını düzelttiğine işaret eden Stalin, Türkiye'nin de aynısını yapması gerektiğini iddia ediyordu./ Stalin, Anadolu ve Kafkasya üzerindeki çatışmayı tekrar canlandırmıştı. Sovyetler İran'da zaten faaldiler... İran içinde Azeri ve Kürt hükümetleri teşkil etmeye giriştiler. Fakat devletlerarası dinamikler asıl belirleyici oldu... Stalin'in savurduğu tehditler ABD'yi harekete geçirdi. Soğuk Savaş'ın ilk sürtüşmelerinden birinde Washington'un baskısı ile geri adım atan Stalin, Kars ve Ardahan ile Boğazlar üzerindeki taleplerinin yanısıra rüşeym halindeki Azerbaycan ve İran Kürdistanı hükümetlerine verdiği desteği de geri çekti. Kaderi böylece mühürlenen bu iki oluşum, İran ordusu tarafından 1946 sonunda kısa bir harekatla ortadan kaldırıldı./ Denge Oyunu/" "İttihatçılar, kazanma şansları olmamasına rağmen, çözülmekte olan imparatorluklarından bağımsız bir devlet çıkarmayı başardılar; çünkü değişen dünya düzeninin doğasını anlamışlar.../ Çarlık rejimi ise aksine imparatorluğu ile birlikte yok oldu... Sovyet komünizmi o kadar kanlı ve yıkıcıydı ki Bolşevizm'in olumlu olduğu fikri pek ikna edici değildi. Rusya'nın 1908 ile 1918 arasındaki tecrübesi, trajik olmak dışında bir vasfa sahip değildi./... milli ülkü Ermenilerin durumuna bir türlü uymuyor, onları komşuları için bir tehdit haline getirdiği gibi... dış mihrakların güç oyunlarının bir nesnesi durumuna sokuyordu... İttihatçılar... yok ettiler... bir Ermeni cumhuriyeti kurulmuştu; ancak bu devlet tarihi Ermenistan'ın ancak bir kalıntısıydı ve Moskova'nın eline düştü./ Kürtler de korkunç zarar gördüler... yeni milli rejimleri eski imparatorluklara göre daha müdahaleci ve baskıcı buldular./ Güney Kafkasya'nın başka yerlerinde sonuçlar daha sevindiriciydi. Gürcüler genel olarak çok az risk almışlardı... kültürel önceliğe sahiplerdi. Gürcistan'ın azınlıkları, özellikle de Abhazlar ve Osetler daha az arzuya şayan şartlarda yaşıyorlardı, fakat onlar da millet olarak tanınıyordu ve Moskova Tiflis'i denetim altında tutuyordu. Güney Kafkasya Sovyet Sosyalist Federal Cumhuriyeti'ni 1936'da fesheden Moskova Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan'a... en yüksek idari birim olan Sovyet Cumhuriyeti vasfını vererek ayrıcalıklı statü tanıdı. Bu kazanım, nispeten zayıf bir milli kimliğe sahip Azeriler için özellikle faydalı oldu./ Fakat Kafkasya'nın Müslüman dağlıları ise iyimser olmak için daha az sebebe sahiplerdi. Bolşeviklere karşı ümitsiz direnişleri başarısız oldu ve sert bir şekilde bastırıldılar. Kolektifleşme... sefalete yol açtı ve jeopolitik, 1944 sürgünü ile bir kez daha Kuzey Kafkasya'ya yıkım getirdi. 1918... çabaları... boşa gitti. Fakat... özerk bölgelerin oluşturulması... bazı yerel kadrolar ve gruplar için bir nimet oldu." "Avrupa'nın şu anki siyasi yapısı... imparatorlukların... çözülmesinin neticesidir... bastırılmış milletler... tam bağımsızlık ülküsünü gerçek ve nihai hedefleri olarak değerlendirdiler... Tebaa milletlerin özgürlük arzuları, bunlarda tiranlığa karşı demokrasi mücadelesi gören Batı Avrupa'nın liberal kamuoyunda önemli derecede sempati uyandırdı." "Devletlerarası rekabet imparatorlukları aşındırıp yıkarken küresel düzen, etnisiteye dayalı siyasi meşruiyete daha çok değer atfetti.../ Bu çalışma... eski bir dersi kabul etmektedir: Mutlak güvenlik arayışı yıkımdan başka bir şey getirmez... Endişe hiç bitmeyecek bir insanlık durumudur. Potansiyet tehdit, tabiatı icabı her yerde mevcuttur". (Reynolds, s. 271-280) 

***


Kabacalı, (Hazırlayan: Alpay Kabacalı, talat paşa'nın anıları, 12. Basım: Temmuz 2019, İş Bankası Yayınları, İstanbul)


*

Milyonlarca insanın ölümüne ve imparatorluğun dağılmasına yol açan eylemler konusundaki içerik açıklamaktan çok karartacak nitelikte. Genelde, savaşa neredeyse kendilerinden kimsenin haberdar olmadığı oldubittiler sonucu girilmiş, Ermeniler isyan ettiği için göç ettirme kanunu çıkarılmış, ama uygulayan görevliler ve halk fena uygulamış, fenalıklar için soruşturma açıldığında da başkaları sonuçsuz bırakmış, yetki kullanıp görevlerini yapmışlar, ama fenalıklar onların değil başkalarının eseri imiş, suç açıkça kabul edildiğinde de sorumlusu hep başkası ve ekonomik suçlarda İsmail Hakkı Paşa!


Tek kelimeyle pişkince bir yaklaşım!


Mesela şu iki açıklamadan birinde Talat Paşa Enver Paşa'yı suçlarken, diğerinde Said Halim Paşa Talat Paşa'yı suçlamaktadır. Ayrıca genelde de memurlar ve halk suçlanmaktadır.


"Suistimalleri... ortaya çıkan subaylar... Harbiye Nezareti'ne teslim ediliyor; ancak bütün şikayet ve ricalar sonuçsuz kalıyordu. İsmail Hakkı Paşa... gücünü öyle harekete geçirmişti ki, sivil makamlar tarafından ileri sürülen iddialar sonuçsuz kalıyordu." "Nezaret ilke olarak... her türlü şikayete karşı ilgisiz kalıyordu./ Kumandanlar ve özellikle Levazım Amiri İsmail Hakkı Paşa hakkında Enver Paşa'ya sık sık şikayetler iletiliyordu. Enver Paşa... şikayette direnilmesi durumunda istifa etmekle tehdit ediyordu... kimse bunu kabule cesaret edemiyordu." "Enver Paşa'ya başvurarak... vagon için izin verildi. Hemen, bu vagonlar sayesinde beş bin lira çıkar sağladığı duyuldu./... kimseye vagon verilmemesi için... Enver Paşa'dan ısrarla ricada bulundum... "Askeri Demiryolları İdaresi" adı altında bir şube kuruldu. Ne yazık ki bu tedbir de, bu şubenin başında bulunan, hak ve adalet tanımayan İsmail Hakkı Paşa yüzünden kısa bir sürede iflas etti ve yeni suistimallere yol açtı... İsmail Hakkı Paşa'nın görevinden alınması da imkansız olduğundan, bu düzensizlikler uzun zaman sürdü; büyük zararlar doğurdu." (Kabacalı, s. 30-36)


"Güvenliği... sağlamak zorunda bulunan bir hükümet, herhalde böyle bir önleme başvurma vicdanlığında ve acısında bulunacaktı. Hükümet bu kanunu yapmakla görevini yerine getirmekten başka bir şey yapmamıştı... Ermenilerin bu konudaki kötü niyetleri tamamıyla anlaşıldı./ Fakat ne yazık ki yürütmekle görevli olanlar, kanunu fena bir halde uyguladılar... cezalandırılması için araştırma komisyonları oluşturduk... az bir sürede araştırmasını tamamlayan komisyonun raporu, Dahiliye Nezareti'nden Sadrazamlığa aylarca gelmedi. Birçok kez... istendiği halde, daha tamamlanacak... diye Dahiliye Nezareti kaçındı ve dolayısıyla gerçeği gizlemekte kesin kararlı olduğu anlaşılıyordu. Talat Bey Dahiliye Nezareti'nde kaldığı sürece bu işe bir sonuç verme imkanı yoktu." (Kabacalı, s. 160-164)


*


Bulgaristan'ı savaşa katılmaya ikna etmek için yapılacak geziye gerekçe olarak pes yani dedirtecek şekilde hiç niyet etmedikleri bir anlaşma için görüşme gerekçesi uydurulup muhatabı da oyuncak haline getirilip kullanılıyor.


"Dış görüntüyü korumuş olmak için Yunanistan'a, Adalar sorununu görüşmek üzere Bükreş'te görüşmelere başlanması önerilecekti." "Bulgaristan'ın savaşa katılmak istediği böylelikle kesinleşmişti." (Kabacalı, s. 25-29)

Osmanlı’nın savaşa girmesi konusunda dönemin sadrazamı Said Halim Paşa şunları söylüyor: 


"Ben savaşa girmekten yana değildim... silahlı tarafsızlık oluşturmuştuk... durumumuz pek iyiydi... zamana göre, nasıl gerekirse öyle hareket ederek ülkeyi felaketten koruyabilirdik... bağışıklarımız... bizi de savaşa sürüklemek istiyorlardı." "Hatta onlar bir aralık tehditlerde bile bulundular; ama ben kulak asmadım.” (Kabacalı, s. 160-164)


Ama günümüzde dahi sürekli olarak Osmanlı’nın mecburen savaşa girdiği anlatılabiliyor! 

***


Dündar, (Fuat Dündar, Modern Türkiye'nin Şifresi, İttihat ve Terakki'nin Etnisite Mühendisliği, (1913-1918), 8. Baskı 2023, İletişim Yayınları, İstanbul)

*

Kitapta esas olarak Balkan savaşları sonrası Anadolu’ya çekilip burasını son kale olarak savunmaya karar veren İttihatçıların bilinçli olarak Anadolu’yu Türkleştirdikleri ve 1910’lu yıllardaki Rum ve Ermenileri hedef alan eylemleri başta olmak üzere İttihatçıların neredeyse tüm eylemlerinin genelde bu amaca dönük olduğu anlatılıyor.

*

Kitapta tamamen tutarsız bazı anlatımlar da mevcut.


“Şeyh Şamil'in ayaklanması bölge nüfusunun hedef haline gelmesine yol açmıştı." (Dündar, s. 41-45)


Bu cümlede bir değil iki açık hata var: Birincisi önceki dönemde Rusya’ya tabi olmayan Şamil ayaklanmamış, sadece Rus saldırganlığına karşı direnmiş, ikincisi de bölge halkları çok öncesinden beri işgalci Rusların hedefi olmuştur.

*

"Karpat'ın ve Justin McCarty'nin tezleri... çürütülecektir. İlk tez... Osmanlı iktidarının nüfus verilerini değiştirmek için bir neden olmadığıdır. Oysa... Osmanlı iktidarı nüfus sayımı verilerine müdahale etmiştir. İkinci tez ise, Osmanlı'nın Müslümanları etnik kökenine göre saymadığı tezidir. Oysa... Osmanlı tüm dinsel ve etnik farklılıkları sicile kaydetmektedir. Ama yayın aşamasında Müslümanları bir blok altında toplamaktadır. Yani Osmanlı... nüfus verilerine politik çıkarları gereği müdahale etmektedir." (Dündar, s. 33, 34)


"Kafkas göçmenlerin sayısının 1.800.000-2.750.000 arası olduğu öne sürülür." (Dündar, s. 41-45)


“Tekeli'ye göre 1783-1922 yılları arasında 1.8 milyon Tatar muhaciri, 1859-1879 arasında 1.5 milyon Kafkas göçmeni, 1877-1878'de 1.5 milyon Bulgar göçmeni ve 1912-1913 Balkan Savaşları sonrası 640.000 Balkan muhaciri Osmanlı İmparatorluğu'na göç etmiştir. McCarthy 1827-1922 yılları arası göçmen sayısını... 4 milyon 481 olarak hesaplamışken, Karpat ise... 9 milyona yaklaştığını iddia etmektedir. Bu rakamlar abartılıdır. Çünkü AMMU Müdürü... 24 Mart 1918’de '93 Harbi'nden... beri göç edenlerin sayısını 854.870, 1880'den beri göç edenleri 450.000 ve Şark mültecilerini de 1.5 milyon olarak hesapladıklarını söyler... 1912 Balkan Savaşı sonrası göç eden nüfus ise, 270-300 bin arası hesaplanabilir.../ Muhacir sayısı abartıldığı kadar yüksek değilse de, toprak mülkiyeti üzerindeki etkisi çok fazladır." (Dündar, s. 47-52)


"Enver Paşa ve ekibi, Trablusgarp'ta vakit yitirirken, başını Talat Paşa'nın çektiği İttihatçılar, İstanbul'da Balkan ülkelerine karşı savaş ilan etmesi için hükümete baskı yaparlar. Aslında, İttihatçı karşıtı olan hükümet... sorunun barışçıl... yollarla çözülmesinden yanaydı... İttihatçılar... hükümeti savaşa sürüklemeye kararlıdır... Karadağ Osmanlı Devleti'ne savaş ilan ettiği gün Tanin, "Hele şükür harp başladı" mealinde başlık atar. Hükümet savaşa sürüklenmiştir. Talat Paşa vakit geçirmeden askere yazılır. Rıza Nur'a göre ise niyet başkadır, askerleri teşvik edeceğine cepheyi terk etmeye davet etmiş ve mevcut hükümetin karşı propagandasını yapmıştır. Bu propagandanın etkisiyle midir bilinmez ama Anadolu'dan gelen Doğu taburları askerlerinin büyük kısmı kaçmıştır./ İttihatçıların desteğini alamayan ordu, ayrıca bir de bu savaş planlarından yoksun olarak, dağınık ve perişan bir halde savaşa girmek zorunda kalır. İttihat karşıtı olan Nazım Paşa... kumandasındaki Osmanlı ordusu... hezimete uğrar./ Öncesinde olduğu gibi, savaş sırasında ve sonrasında İttihatçıların tavrı şaşırtıcı derecede vurdumduymazdır... savaş sonrası ilk kongrede, delege Hacı Adil Bey... şöyle seslenmiştir: "Neden bu kadar muzdarip oluyorsunuz? Makedonya bizim için menba-i müşkilat ve zayiat idi. Burada idame-i mevcudiyet bizim için kabil olamazdı. Hamdolsun bu beliyyeden kurtulduk ve şimdi Anadolu'da tamamiyet-i mlliyemizi bulduk."/ Balkanlar'ı bırakma fikri Osmanlı Meclisi'nde de telaffuz edilir." "Özcesi tüm bu sorular beni, İttihatçıların Balkanlar'ın kaybını muhalefete yükleyerek sorumluluktan kaçmak ve Anadolu'ya yoğunlaşmak istedikleri sonucuna verdırmıştır... Almanlar Balkanlar'ı bırakıp Anadolu'ya çekilmek ve burada yoğunlaşmak gerektiğini sık sık önermiş ve bu da mektepli subaylarda ciddi etkiler yaratmıştır." "Enver Paşa Trablusgarp'tan İstanbul'a vardığında, savaş bitmiş... Çok geçmeden Enver... bir grup İttihatçı arkadaşıyla... 23 Ocak 1913 Darbesi'ni gerçekleştirir... yeni bir dönemi açan bu darbe... önceden planlanmış bir siyasi projenin ilk adımı olacaktır: Anadolu'da Türklüğün yaşayacağı bir vatan yaratmak.../ Başkentin güvenliği için Edirne'nin geri alınışı gerekliydi, ama ötesi için... İttihatçıların ciddi bir çabası olmayacaktır." (Dündar, s. 57-83)


"Bu çalışmanın etnik mühendislik başlığıyla tanımlanmasını gerektiren emir, Türkleştirme operasyonuna karar verildiği ve gizli milli mücadelenin başladığı tarih olarak kabul ettiğim, 20 Temmuz 1915 tarihli Talat Paşa'nın emridir. Bu gizli emirde, tüm köylerin (ve mahalle) milliyet esasına göre istatistik cetvelleri ve haritalarının hazırlanması istenir". "Diğer önemli bir nokta da, bu haritaların hiçbir zaman, ne normal idari kadrolara ve ne de kamuya açılmaması, küçük bir grubun elinde, gizli Türkleştirme operasyonu için kullanılmasıdır." "Batı bölgelerinde Müslümanlar tek bir grup halinde toplanırken, Türk ve Kürt nüfusunun temas noktası olan Maraş yöresinde ise nüfus cetvelleri... Kürt ve Türk diye ayrılmıştır... 15 farklı Müslüman grup mevcuttur (... Çerkez...)... Osmanlı'nın nüfusu dinsel olduğu kadar etnik kimliğe göre de kütüklere kayıt ettiğini göstermektedir... Müslümanlar ayrıca kendi etnik kimliklerine göre nüfuslara kaydedilmiştir." (Dündar, s. 147-152)


“İttihatçılar için, ideal bir morfolojiden bahsedilebilir; tüm kıyıları Müslüman ve Türklerle çevrili ve iç bölgelerinde de Türklerin arasında bire on veya yirmi nispetinde bulunacak bir azınlık morfolojisi. Bu yüzdendir ki Talat Paşa yıllar sonra bir İngiliz ajanına Anadolu'yu bir "kale" olarak tanımlamaktan çekinmemiştir." (Dündar, s. 171, 172)


"Dört Balkan ülkesini... bir araya getiren Balkan Savaşı 18 Ekim 1912'de başlar./ İttihatçılar tüm çabalarına rağmen Makedonya'nın nüfus dokusunu değiştiremeyeceklerini anlamışlardır. İlginç bir şekilde, bu nüfus politikası ve kiliseler kanunu ile birleşmeye zorladıkları ve savaşa kışkırttıkları Balkan ülkelerinin karşısına hükümet olarak dikilmemişlerdir. Enver Paşa Trablusgarp'a giderken, Talat Paşa muhalefete iktidarı kolaylıkla devretmiştir! Balkanlar'ın kaçınılmaz bir şekilde elden çıkacağı ve Anadolu'da yoğunlaşılması gerektiğine, İttihatçılar çok büyük bir ihtimalle 1911 Kongresi'nde ikna olmuşlardır. Balkanlar'ın kaybından çok kısa bir süre sonra Enver İstanbul'a dönüp Talat ve Cemal paşalarla birlikte 1913'teki darbeyi gerçekleştirir. Balkanlar'ın kaybı muhalefete yüklenmiştir; artık Anadolu'da yoğunlaşma hedefi hayata geçirilebilir. Anadolu'nun da Makedonya'nın akibetine uğramaması için Cemiyet'in hedefi Balkanlar'dan kovulan ve ayrıca celp ettiği muhacirleri ve göçebeleri kullanarak Anadolu'nun etnik-dinsel kompozisyonunu değiştirmektir./ Anadolu'ya müdahale etmek için öncelikle İstanbul'un güvenliği sağlanmalıdır. Bu Edirne'nin geri alınmasından geçmektedir." "Yunanistan ile zorunlu bir mübadeleyi hedefleyen komisyon 13 Ocak 1915'te sadece malların mübadelesi işleri ile sınırlı kalınca, açıkta bir miktar iskan edilmemiş muhacir kalmıştır. Diğer yandan Süveyş Kanal operasyonundan yenilgi ile dönen Cemal Paşa, bölgenin nüfus dokusuna müdahale etmeyi son çare olarak görmektedir. Bu iki faktör Ermeni olaylarını tetiklemiş, 24 Nisan 1915'te çöl bölgelerine tehcir kararı çıkarılmıştır." (Dündar, s. 175-181)


"İki yıl sonra İttihatçıların Bulgaristan'a müttefik güçler saflarında savaşa katılması için verdikleri küçük bir toprak parçası dışında, bu bir çeşit "toprak rüşveti"dir, Avrupa sınırları bir daha değişmeyecekti." (Dündar, s. 182, 188) 


"Rumlar kitlesel bir şekilde kovulurlar.../ 1913'ün sonlarında başlayan Rum göçü, 1914'ün ilk çeyreğinde ivme kazanır." "Mart ayında... Ege bölgesindeki Rumlara karşı saldırılar artmaya başlar. Halil Menteşe... açıklamaktadır:" "Talat Bey, Balkan Harbindeki hıyanetleri tebarüz eden unsurlardan memleketi temizlemeyi ön safa almıştı.../ Sıra Trakya'daki Rumlara gelmişti... Alınan tedbir şu oldu: Valiler ve diğer memurlar resmen işe müdahale eder görünmeyecek, cemiyetin teşkilatı işi idare edecek. Bir vak'a ihdas edilmeyerek, yalnız Rumlar ürkütülecek. Bu talimat dahilinde harekat başladı... 100.000'e yakın Rum, kimsenin burnu kanamaksızın Yunanistan'a çekip gittiler. Bundan sonra aynı tarzda İzmir civarında teşebbüs ele alındı. Urla ve Çeşme'de hicret başladı." (Dündar, s. 194-198)


"Dahiliye Nazırı Talat Paşa söz alır... Kendisine göre Rumların kaçmasına sebep muhacirlerdir". "Muhacirlerin Rum köylerinde iskanın da, pratik nedenlerden kaynaklandığını anlatarak... iskana mecbur kaldıklarını savunur. Öne sürdüğü diğer bir neden, Ermenilerin sürüldüğü çölümsü bölgelerinin "öldürücü karakteri" ile ilgilidir. Emanüelidi Efendi... muhacirlerin Halep'ten ötesi topraklara neden gönderilmediklerini sormuştur. Talat'ın yanıtı, Ermeni trajedisinde hükümetin sorumluluğunu ele verecek niteliktedir. Muhacirlerin bahsi geçen bölgelere iskanının, tümünün ölümüne yol açacağını... öne sürer." "Talat'ın Meclis'teki konuşması... gerçeğe zıt beyanlarda bulunur." "Meclis çatısı altında bu resmi söyleminin aksine Talat Paşa, şifreli telgraf ile Rum din yetkililerinden oluşan komitenin engellenmesini emretmişti", "açık telgrafla vaki olan tebligatta ve nasihat içün patrikhanece 4-5 kişiden mürekkeben gönderilecek heye'tin eline dünkü tarihle verilmiş olan tavsiyename münderacatına itibar edilmeyip". (Dündar, s. 219-225)


"Savaşa giriş ve Rumların iç bölgelere sevki/ 22 Ekim 1914 tarihi Rumların göçünün kesin olarak yasaklandığı... tarihtir... şifre", "Rum muhaceratı Yunanistan'a karşı bir vesile-i tehdit olarak kullanılacağından... Rumların muhaceratına katiyen müsaade olunmaması." "Devletin vaziyeti hazıra siyasiyesine göre, Rumlara tazyikat icrası münasip olmayacağından bunlara karşı tecavüzat ve tazyikat vukuuna meydan verilmemesi." "Rumların Anadolu'nun iç bölgelerine sevki yönünde ilk karar verilir." "Trakya Rumları da, Anadolu'nun içlerine sevk edilmeye başlanır. Yunanistan'ın diplomatik tepkisi gecikmez... Yunanistan'ın tarafsızlığı Osmanlı ve Almanya için önem taşıdığından, bu sevkiyata Şubat 1915'te ara verilir." (Dündar, s. 230-233)


"Yunanistan'ın savaşa girişi.../ Rumlara yönelik nüfus politikasının safhaları, Yunan iç politikasına göre şekillenir." "Yunanistan'ın savaşa katılmasından itibaren (29 Haziran 1917)... yeni bir operasyon başlatılır... Adana'daki bir kısım Yunanlı da Maraş'a sevk edilir." "Savaşın kaybedileceği anlaşılınca, tehcir edilenlerin yerlerine geri gönderilmeleri yönünde girişimlere başlanılır." "Rum dönüşünün Kemalist hareketi doğuran en önemli iki nedenden biri olduğunu (diğeri de galip devletlerin işgalidir) belirtmek isterim. Özellikle Rum ve diğer Hıristiyanların hanelerine yerleştirilmiş muhacirler ve diğer yerli halk Kemalist hareketin en ciddi kitlesel tabanını oluştururlar. İttihatçı politikanın mayası tutmuş, dağıtılan mal-mülk üzerinden "kişisel çıkar", "milli çıkar"larla başarıyla birleştirilmiştir./... ilk dönem için 150 bin civarı Yunanistan'a kaçan ve 50 bin civarı iç bölgelere dağılan Rum nüfus söz konusudur. İkinci dönem için ise... 500 bin Rum sürülmüş ve bunların yarısı hayatlarını kaybetmiş... geri dönenlerin sayısı ise 140 bindir... bu operasyonun, yaklaşık 150-250 bin Rum'u etkilediği makul bir taahmin gibi görünmektedir." (Dündar, s. 240-246)


"Ermeniler: "Kesin çözüm" için çöle sürmek" "Deir-ez-Zor, Ermenilerin iskanına ayrılan ana bölge, 78.000 kilometrekarelik yüzölçümü ile imparatorluğun en düşük nüfus yoğunluğuna sahip olup 1907 itibariyle 66.294 kişi barındırabilmektedir./... Yazları aşırı sıcak ve aşırı susuzluktan dolayı, adım başı rastlanan hayvan leşleri, bölgenin olağan manzaralarındandır.../ Göçebelik ve yarı göçebelik sayesinde, Zor bölgesi (sınırlı bir nüfus için) yaşanabilir hale geliyordu(r).../ Göçebeliğin hakim olduğu bu "çöl vilayeti"nde aşiretçiliğin... egemen sosyal doku olması, Osmanlı'nın bölgede otoritesini sağlaması karşısında büyük bir engeldi. Arap aşiretleri Bedevilerin, askeri güçlere ve yerleşim birimlerine saldırıları ciddi bir güvenlik sorunu yaratıyordu... 1851-1852 tarihinde, "Zor, Bedevilere karşı bir (askeri) kuvvet noktası olarak seçildi." Bölgede artırılan askeri güç, beklenen tatmin edici sonucu vermemiştir. Osmanlı'nın çözüm için müracaat ettiği diğer bir yöntem demografiktir. Bu amaçla, Kafkas muhacirlerinin bölgenin kuzey taraflarına (en yaşanabilir yerlerdir) iskanları ile Bedevi ataklarına karşı set çekilmesi amaçlanır./ Resulayn ve Nusaybin kazaları Zor bölgesiyle, Osmanlılar için sadece iklimsel sınır değil aynı zamanda "medenileşme" sınırı olarak algılanır. 1890'larda, Osmanlı medeniyetinin sınırını daha güneye, Zor'a kadar indirmek için... geniş çaplı bir "ıslahat" kararı alırlar." "1870 sonrası askeri bir set oluşturmak amacıyla, stratejik yerlere yerleştirilen Çerkez kolonilerinin güvenlik sağlayıcı yararları yanı sıra, bölgenin zirai ıslahına da katkıları olur.”


"Lütfi Efendi... bölge, Anadolu'dan gönderilecek muhacirlerin iskanına uygun değildir", "bölgenin eski mutasarrıf yardımcısının 21 Mart 1912 tarihli raporunda "arazinin" %80'inin henüz ıslah edilmediği belirtilir”, “rapordan iki yıl sonra... Talat Paşa, rapordan haberdar olduğunu, bölgenin yaşam koşulları taşımadığının bilincinde olduğunu açıkça ortaya koyan bir konuşma yapar." "1918'de dahi Zor bölgesi, "vahşi" karakterinden bir şey kaybetmemiştir." "Tarih 6 Temmuz 1914" "Talat Paşa", "Bu muhacirleri dedikleri gibi, oralara gönderip çöllere serpecek olsaydık oralarda cümlesi açlıktan öleceklerdi." "Sadece 10 ay sonra, 24 Nisan 1915 günü, Talat Paşa Ermenilerin söz konusu bölgeye yönelik ilk tehcir kararını verir. Osmanlı tarihinde bir ilktir, önceleri nadir de olsa tek tük siyasi sürgünün gönderildiği bölge şimdi bir halkın toplu gönderildiği bir bölge olur. Bir milyon civarında bir halk... çölümsü bölgeye sürülürler." "Hatta, Kafkasya'dan göçler sırasında dahi bu bölgede onların iskanı düşünülmüştü." (Dündar, s. 248-257)


“Bu arada... ilk sürgün kararı 8 Nisan 1915'te Cemal Paşa tarafından verilmiştir... "Zeytun ve Maraş'ta ikameti muzır olanların Konya'ya gönderilmesi zaruri" olduğu... vurgular./... Ermeni sivil halk, büyük bir korku ile makus kaderi beklemektense direnişçilerin saflarına katılır. Sürgünler arttıkça direnişlerin çapı genişler... nisan ortası, bölge kısmen boşaldıktan sonra Zeytun sorununu çözmek için bölgeye Müslüman muhacirler iskan amaçlı gönderilir. Cemal Paşa... "siyasi nedenlerle" bir iskan olacağını da belirtir." Böylece, on yıllardır hep gündemde olan ama... bir türlü hayata geçirilemeyen, Ermeni sorununun çözümü için... nüfus dokusuna müdahale projesi devreye sokulmuştur." (Dündar, s. 264-271)


"Kürt milliyetçiliği... Ermeni milliyetçiliğine bir tepki olarak doğdu". "Rus işgalinin başladığı günlerde Enver, imparatorluğun geleceğini tehdit edenin "Rusya değil Kürtler" olduğunu ifade etmiştir." "Kürtler ile Ermeniler arasına nifak sokulması için Teşkilat-ı Mahsusa'nın işe koşulması talep edilir./ Bu telgraftan sadece birkaç ay sonra, Ermenilere yönelik kitlesel katliamların başladığı günlerde, Kürtleri büyük bir korku sarar, İttihatçı projenin kendilerini de kapsayacağı düşüncesi hakim olur. 1915 Temmuzu'ndan itibaren... Kürtler arasında; "(Türklerin) Ermenileri mahv itdikten sonra Kürdleri de imha ideceğine dair" bir söylenti dolaşır. Kürtlerdeki bu can korkusu, karşı kampta politik korkuyu doğurur. İttihatçılar, Kürtlerin bu korkusundan korkar." "Tehcir için dört önemli tarih verilebilir: ilki 24 Nisan 1915 olup çöllere ilk sürme kararı; ikincisi 9 Mayıs tarihli, Van, Bitlis ve Erzurum'un kısmi olarak boşaltılması kararı; üçüncüsü 23 Mayıs 1915, kıyı ve Rus sınır bölgelerindeki 6 vilayetin boşaltılması kararı ve sonuncusu da 21 Haziran tarihli emir olup... "istisnasız tüm Ermenilerin" sürülmesi kararıdır." "İttihatçılar Anadolu içlerinde yeni Ermeni mıntıkaları yaratmaktansa, Ermenileri tasarladıkları vatanın sınırları dışına transfer etmeyi uygun bulurlar." (Dündar, s. 272-284)


"1915 Sonbaharı'nda... Balkanlar'dan muhacir celbetmek mümkün olmadığı kesinleştiği vakit, İttihatçı hükümet Kürt göçebelere yönelir." "Bunlar da yeterli olmaz... boşluğun sağdan soldan küçük nüfus grupları ile kapatılamayacağı yakıcı olarak hissedildiği günlerde (1916 başlarında) Rusya'nın işgalinde olan bölgelerden... Müslümanlar kaçarak Osmanlı'ya sığınırlar... Nikitin'e göre, bu kaçışı İttihatçılar teşvik etmiştir." (Dündar, s. 292, 293)


"Kısa bir süre... sonra, yeniden Ermeni sevkiyatına başlanır. 4 Ağustos 1915 tarihli emirle, Maraş, Adana, Sis ve diğer illerin hiçbir Ermeni barındırmayacak biçimde boşaltılması emredilir./ 21 Ağustos 1915'te en önemli talimatnamelerden biri yayımlanır. Talat Paşa'nın 21 Haziran'daki emrinden sonraki en önemli emirdir bu. Tüm vilayetlere... Türkleştirme çağrısı yapar." (Dündar, s. 310)


"Tehcirin sona erdirilmesi/ Sevkiyatın durdurulduğu ilk tarih 29 Ağustos 1915 olup, durdurma kararı ABD'nin protestosundan sonra alınmıştır... Talat Paşa Amerika'ya cevap vermekten geri kalmaz. Ancak bu cevap, şaşırtıcı olduğu kadar Talat'ın resmi ve şifreli telgraflarındaki diskuru arasındaki uçurumu da göstermesi açısından ilginçtir de. Diplomatik üslupla mümkün mertebe olayı saklamaktadır... cevapta "Ermenilerin merkezi hükümet tarafından uzaklaştırılmaları söz konusu değildir" der./ Bir yandan Amerika'ya gayriciddi cevaplar verilirken... sevkiyatın durdurulmasının ertesi günü bir başka önemli şifreli telgraf tüm vilayetlere gönderilir... gayenin Ermenilerin "imhası olmadığı"... belirtilerek, sevkiyat sırasında Ermenilere yönelik saldırıları gerçekleştirenler... hakkında kanuni takibat yapılması emredilir./ Ancak çok geçmeden, Ermenilerin sevklerine kalındığı yerden devam edilir." (Dündar, s. 311)


“Ermenilere yönelik politikanın gizli saklı yürütülmesine rağmen Osmanlı... İtilaf devletleri tarafından "insanlık suçu" işlemekle suçlanır.../ Bunun üzerine Osmanlı Hariciyesi, dahiliye nezaretini uyararak, vakit geçirmeden gereken acil tedbirlerin alınmasını... vurgular... Hükümetin Ermenilerin can ve mal güvenliğini sağlamada ne kadar hassas olduğunu ve ihmali olan memurların hükümet tarafından nasıl cezalandırıldığını... göstermelidir. Bu noktalar, sonraki sürecin ve hatta günümüz resmi söyleminin ana argümanları olacaktır." (Dündar, s. 330, 331)


"Sayısal boyut ve "Talat Paşa'nın defteri"/... Bu defterin en önemli özelliği, İttihatçılar tarafından Ermeni nüfusunun, 1.251.785 değil, 1,5 milyon olarak kabul edilmiş olduğunu gözler önüne sermesidir.../ Defter... en önemli kaynaktır." "1918 sonlarında, Kafkaslardaki "400.000 Osmanlı Ermeni" mültecisi arasında 300 bin kişi sadece ot ile beslenmekte ve günde 1.000 ölüm"e rastlanmaktadır". "Toplamda 836.000 Ermeni'nin, yani 1914'teki 1,5 milyon nüfustan %55'inin sağ kaldığı söylenebilir." "1916 Bahar aylarında Talat Paşa... tehcir edilen Ermenilerin 800.000 ve kayıpların da 300.000 olduğunu belirtmiştir." (Dündar, s. 335-339)


"Ermenilerin isyan ettiği... sonradan yaratılmıştır." (Dündar, s. 340) 


“"En önemli nokta, Balkanlar'ın kaybından sonra... Anadolu'ya... göç eden kitle... içinde Yahudilere çok cüzi bir oranda rastlanmasıdır... Türklerle ortak kaderi paylaştığına inanılan Yahudiler geride bırakılmış oluyordu... Balkan Yahudilerinin bir çoğu Avrupa ülkelerini ve Amerika'yı sığınak olarak görürken çok azı Trakya ve Anadolu'ya sığınmıştır... bu İttihatçıların Anadolu'yu İslamlaştırma ve Türkleştirme projelerinin bir sonucuydu. Balkanlar'da Hıristiyan çoğunluğa karşı işe yarar bir nüfus olarak görülen Yahudi nüfus, Anadolu'da ve özellikle Filistin'de istenmeyen bir nüfus olacaktı." "Abdülhamid... Yahudilere yönelik kitlesel kovmaya başvurmazken, İttihatçılar... buna başvuracaklardır.../ Cemal Paşa... 4. Ordu kumandanı olarak Kasım 1914'te atanır." "17 Aralık 1914... birkaç gün geçmeden Filistin'deki yüzlerce yabancı tebaası Yahudi'nin polis zoruyla evlerden toplanıp gemilere bindirilip kovulması operasyonu başlatılır." (Dündar, s. 369-374) 


"1492" "Osmanlı... Yahudilere kucak açmıştır. Bu ne... Yahudi sevgisinden kaynaklanmaktadır, ne de soyut bir misafirperverliğin sonucudur. Politik konjonktüre bağlı bir gelişmedir.” "Yahudilerin sadakatinden her fırsatta bahseden Talat Paşa, şifreli telgraflarda... Sİyonist iddia edilenlerin çiftliklerine Türk muhacir yerleştirmeyi düşündüğünü ortaya koymuştur." (Dündar, s. 396-399)


"İttihatçı Türkçülük politikasının olmazsa olmaz ayaklarından biri, Gökalp tarafından önerilen... Kürtlerin asimilasyonu politikasıdır... bu politikanın izleri Abdülhamid'e kadar sürülebilir." (Dündar, s. 399-402)


“Rusya'nın savaşa girmesiyle... Rusya ve İran'dan... Müslüman mülteci akınına sahne olur... Kürtler hedef alınır... 1916'dan itibaren büyük çaplı iskan faaliyeti devreye girer./ 1916'da Rusya... birçok Osmanlı vilayetini fetheder. Bu işgal büyük bir göç dalgası yaratır. İttihatçılar Kürtlerin... Türk bölgelerine serpiştirilmelerini planlamaktadır." "Ekim 1916'da 659.100 olarak hesaplanan toplam mülteci sayısı... Mart 1918'de 1,5 milyon olarak zikredilir. Savaş sonrası AMMU... yardım edilen mülteci sayısını ise 902.865 olarak açıklar... insan kayıpları konusunda bir rakam verilmez." (Dündar, s. 409-422)


"İttihatçılar Türkleştirme operasyonu sırasında "tahribatın ve cinayatın istatistiği"ni de yapmışlardı.” “Bu süreçte en önemli adım Milli Mücadele'nin başladığı an diye nitelediğim 20 Temmuz 1915... tarihli şifreli telgraf ile verilen emirdir. Bu emir ile nüfusun etnik istatistikleri... yapılmış ve... en belirleyici istatistik operasyonuna başlanmıştır. Müslümanların Kürt, Türk, Çerkez vb. etnik kimliklerine göre ayrıldığı bu istatistikler sayesinde... yeni bir nüfus kompozisyonu yaratmak için sevk ve iskan operasyonuna girişilmiştir... veriler bize, Osmanlı nüfus sicillerinin Müslümanları... etnik kökenlerine göre tasnif ettiğini ispatlamıştır. İttihatçılara kalan... kullanmak olmuştur." "İttihatçı operasyonun bi diğer karakteri... dönemin mebus ve ayanlarının bir kısmının İttihatçı operasyondan... habersiz olmalarıdır... Talat Paşa imzalı şifreli telgraflar ile... Türkleştirme operasyonu gerçekleştirilmiştir." "Talat ve Enver'in evlerine özel telgraf aygıtları yerleştirdikleri ve şahsi olarak kullandıklarına dair tanıklıklar vardır." "İttihatçılar için savaş, politikalarının olmazsa olmazıydı. Rusya ve müttefiklerinin Osmanlı'nın birliğini garanti etmesine rağmen, İttihatçılar bu fırsatı kaçırmak istememişlerdir. Aslında "Avrupa savaşı", Abdülhamid tarafından da imparatorluğun yıkılışını engeller umuduyla uzun zamandır beklenmekteydi... "Harbi Umumi İttihatçıların imdadına yetişmişti." Talat Paşa'nın... açıkladığı gibi büyük devletlerin müdahalesini engelleyecek bu savaş sayesinde "iç düşmanlardan" kurtulacaklardı." “Gayri Türk Osmanlı unsurlarını "nafi bir unsur haline getirmek" ifadesi, asıl sahibinin Türkler olduğu bir devlet projesinin dile dökülmüş halidir. Tasarlanan devlette her unsurun faydası ve bunun derecesi farklı olacaktır... kurtulunması gereken Rum nüfusu... Yunanistan'a karşı bir koz olarak kullanılarak faydalı hale getirilmiştir... Filistin'deki işe yaramaz yaşlılarını -Cemal Paşa'nın deyişiyle- "boşu boşuna memleketimizde beslememek" gerekecektir." (Dündar, s. 423-442)

***


Selçuk, (İlhan Selçuk, Yüzbaşı Selahattin'in Romanı, 2. Kitap, Beşinci Baskı, 1994, Çağdaş Yayınları, İstanbul)

*


"SONU BİLİNMEYEN BİR SERÜVEN" "21 Mayıs 1919 günü Bandırma'ya geldiğimiz zaman şehirde Yunan bayraklarıyla süslenmiş zafer takları gördük." "Bekir Sami... derhal şu emri verdi:/ -Burası Türkiye'dir, burada tek bayrak Türk bayrağıdır. Bunun dışında... alçaklıktır." (Selçuk, s. 37-40)


"Salihli'ye vardık... Yunan bayrakları ve... Yunan bayraklarıyla donanmış taklar görünüyordu." (Selçuk, s. 56)


"Alaşehir camilerine dört hoca gelmiş, halka vaaz ederek diyorlarmış ki:/ -Yunan ordusu padişah emriyle geliyor, sakın hürmette kusur etmeyin!/ Bekir Sami bu hocaların sabahleyin kaymakamlık binası önüne getirilmesini söylemişti... dört hoca oradaydılar./ Kumandan sordu:/ -Hocalar bunlar mı?/ Birisi:/ -Evet, dedi./ Bu karşılık üzerine Bekir Sami umulmadık bir an içinde tabancasını çekip dört hocayı yere serdi." "Bekir Sami 3 Haziran 1919 sabahı Anadolu ihtilalinin ilk kurbanlarının kanlarını Alaşehir'de dökmüştü." (Selçuk, s. 67)


"17 HAZİRAN 1919" "Kula'ya geldik.../ Bekir Sami... eşrafı toplattı ve hapsetti", "Bunlar... mücadeleye girişecekleri... yolunda söz verdiler./ Söz üzerine tutuklular ertesi gün bırakıldılar." "Rumlar deliklerine saklandılar, metropolit Alaşehir'e kaçtı./ Biz de birkaç gün içinde en ileri gelen birkaç Rumu sokak ortasında öldürdük... Rumlar bu panikle Alaşehir'e kaçtılar. Türk halkı büsbütün yüreklendi." (Selçuk, s. 74)


"Milli mücadeleye yardım edecekleri yolunda verdikleri sözlerle serbest bıraktığımız eşraftan birisi de oğlunu askere almak istemelerine kızmış... direnişe geçmişti./ Bekir Sami emir verdi:/ -Evini sarın ve yakın!/ Emir yerine getirildi." (Selçuk, s. 75)


"Bursa'da milli mücadele yüzünden çok kan döküldü. Türk olan ve olmayan çoğu insan bu yolda harcandı. O zaman Anadolu'nun her yanı bu yüzden çalkalanıyordu. İç boğuşma, dış boğuşmadan belki daha ağırdı." (Selçuk, s. 108, 109) 


"Bize yardımcı olarak Eskişehir'den üç bin kişilik bir piyade alayı gönderildi./... Bilecik'ten bin kişiyle kalkan taburlar 100-150 kişiyle Bursa'ya varmıştı. Yolda askere karışan sarıklı ve köylü kılığında bazı kişilerin askeri zehirledikleri söyleniyordu. Askere karşılarında padişah kuvvetlerinin bulunduğu, millicilerin dinsiz ve gavur oldukları fısıldanıyor, erler firar ediyordu." (Selçuk, s. 131-135)


"Gittikçe genişleyen Anzavur isyanını önlemek üzere Salihli cephesinde bulunan Ethem kuvvetleri görevlendirildi. Ethem yıldırım gibi Anzavur'un peşine düştü. Ve anzavur 19 nisan günü yaralı olarak Bandırma'dan bir vapurla kaçarak yakasını kurtardı." (Selçuk, s. 135)


"22 Nisan 1920 günü Ankara'dan şu telgrafı aldık:" "2. Vatanın istiklali, yüce hilafet ve saltanatın kurtarılması gibi en mühim ve hayati vazifeleri ifa edecek olan Büyük Millet Meclisi'nin açılış gününü cumaya tesadüf ettirmekle sözü geçen günün mübarekliğinden istifade... Camii şerifinde cuma namazı eda olunacaktır." (Selçuk, s. 138, 139)


"İstanbul yeni kurulan ulusal düzeni yıkmak için elinden geleni yapıyordu.../ İstanbul'un ilk tepkisi Adapazarı isyanıyla patlak verdi. Adapazarı, Bolu, Düzce, Beypazarı bölgesine egemen olan isyancılar... Hocalar milli mücadeleyi:/ -... padişah ve halifeye, yani dine karşı bir başkaldırma sayıyorlardı./ İsyan dalgaları her yana yayılırken Bursa sağlamdı. Bunda Bekir Sami Bey'in demir karakteri ve sonsuz cesareti rol oynuyordu. Yoksa o günlerde Bursa'nın Rum nüfusu Türk nüfusundan çoktu. İstanbul'un mahallesi gibiydi ve her gün vapurla gidip geliniyordu. İtilafçılar ve İngiliz muhiplerince sarılmış, işlenmişti. Bekir Sami Bey'den başkası bu bölgenin hakkından gelemezdi. İstanbul bizi ele geçirmek için her araca başvuruyordu. Bu araçların içinde kadın da vardı." (Selçuk, s. 147)


"Yarbay Osman Bey'i Bursa Vilayeti Seyyar Tedip Kuvvetleri Kumandanlığı'na tayin ettik./... en ufak bir karşı eylemi ya da başkaldırıyı eziyordu./ Yarbay Osman Bey'e hapis, idam, köy yakmak ve bir bölge halkını sürmek gibi ceza yetkileri verilmişti." (Selçuk, s. 151)


"Anadolu harekatında düşmanlar görünüşte birlikteler ama, içten içe birbirleriyle çekişiyorlardı. İtalyanlarla Yunanlılar, İngilizlerle Fransızlar arasında bir rekabet vardı./ Bursa'da Fransız yedek subay Briso bulunuyordu... Ankara bütün yabancı subayların tutuklanmasını emretmişti. O güne dek bize yardımları bulunan ve Bekir Sami ile çok dost olan Briso'yu kumandan tutuklamadı. Adam... Fransızlarla aramızda bir yakınlaşma sağlamaya çalıştı... yaşlı bir Fransız amirali Bursa'ya geldi; kumandanla görüştü." (Selçuk, s. 152)


"Büyük savaş mütarekesinde düşman devletlerinin elinde altı bin kadar subay, üç yüz elli bin kadar nefer esir bulunuyordu.” “ÇERKEZ ETHEM/ Balıkesir ve Bandırma isyan bölgesini temizlemekle uğraşan Ethem Bey'in... Lefke'ye hareket etmesi Ali Fuat Paşa tarafından emredildi; biz bu emri yerine aktardık./ Çerkez Ethem altı yüz süvari, yedi yüz piyade ve dört toptan oluşan birliğiyle 16 mayıs akşamı Bursa'ya geldi." “18 Mayıs 1920'de şehirden ayrılan Ethem, bir yıldırım hızıyla Lefke'ye, oradan Sapanca'ya ve Adapazarı'na hücum etti. 21 Mayıs günü Adapazarı, Bolu, Düzce elimize geçti, isyan bastırıldı.” (Selçuk, s. 153-158)


"Bursa İstanbul'la Anadolu arasında tam bir köprü başı olmuştu.../ Büyük savaşta Irak Ordusu Kumandanı olan Nurettin Paşa da geldi. Nurettin Paşa'nın büyük savaşta Bekir Sami'yle arası açılmıştı. Ama ben kendisine çok saygı gösterdim. Yalnız Ankara'ya karşı durumu bir tuhaftı. Padişah ile Anadolu hükümetinin arasını bulmak istiyordu." (Selçuk, s. 160, 161)


"O sırada Bursa'da bulunan... Mahmut Celal ile arkadaşları birçok entrika çevirerek Bekir Sami ile Hacim Muhittin'in arasını açtılar... 22 Haziran 1920'de Eskişehir'de Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa, Hacim Muhittin ve Bekir Sami buluştular:/ Mustafa Kemal beni de çağırdı./... Bana çok iltifat etti.../ konuşma sonunda valiyle kumandan barıştırıldı." "Ne var ki entrika devam ediyordu. Sinirler de gergindi." (Selçuk, s. 162)


"Daha Eskişehir'de kendimize bir düzen vermeden şu emri aldık:" "14.7.1920" "Büyük Millet Meclisi'nce izhar edilen arzuyu şedit (şiddetli arzu) üzerine vekiller heyeti kararıyla K. 20 Kumandanı Miralay Bekir Sami Bey'in vazifesine hitam (son) verilmiştir."/ "Müdafaai Milliye Vekili/ Ferik Fevzi" "Bekir Sami bunun üzerine Mustafa Kemal'e başvurarak hemen Kafkaslar'da çalışmak üzere yollanmasını ve ülke böylesine acı içindeyken boş bırakılmamasını istedi./ Mustafa Kemal.../ -Meclis'teki saldırı, size değil, bana ve hükümetedir. Sabırlı olunuz her şey düzelecektir." (Selçuk, s. 171, 172)


"6 Aralık 1920'de Garp Cephesi Kumandanı Ali Fuat Paşa'dan aldığımız telgrafta kendisinin "Moskova Sefiri Kebiri" olduğu yazılıyor, Bekir Sami'nin Şimali Kafkas Askeri Murahhaslığı'na, benim de murahhas muavinliğine tayinimiz haber veriliyor", "bu emir üzerine 8 Eylül 1920'de Antalya'dan yola çıktık." “12 Şubat 1921 akşamı Trabzon'a vardık." "Batum yoluyla buradan hareket edeceğiz. Yollarda hiçbir emniyetsizlik yok." (Selçuk, s. 184-187)


"Bekir Sami Bey yaptığı incelemelerde bugünkü Rusya'nın anarşi içinde yüzdüğü ve orada çalışma olanağı bulunmadığı kararına vardı. Ve... istifasını sundu." "Kazım Karabekir", "Size sagı ve içtenliğim çoktur. Emrederseniz sizi Kars Müstahkem Mevki Kumandanlığı'na inha edeyim, gene beraber çalışırız./ Kumandan bu öneriyi:/ -Peki, diye karşıladı./ Beklemeye başladık./ Mart sonuna doğru Kazım Karabekir'den yazı geldi. Bekir Sami Bey'in... tayinini Ankara'da Milli Müdafa'nın kabul etmediği bildiriliyordu./ Bunun üzerine kumandan tedavi için izin istedi." "Ankara hükümetinin o zamanki politikası Bekir Sami Bey'in etkin bir göreve atanmasını uygun görmüyordu. Ben de kumandandan ayrılmadım."  (Selçuk, s. 184-193)

*

ARA NOT:

Canını ortaya koyup çabalayan Bekir Sami bu şekilde görevden atılıyor.

Nutuk konusundaki bir youtube videosunda Ahmet Kuyaş Bekir Sami’nin görevden alınmasını çok masumane bir şekilde doğal gösterircesine o Rauf’un adamıydı, Çerkez’di diyor. Ve ayrıca o dönemde henüz ayrışma gerçekleşmemiş ve Rauf yönetimin merkezinde yer almaktadır.

*

Bekir Sami’den ayrılmayan yazar da sonraki yıllarda eşinin tedavisi için dahi  para sıkıntısı çekiyor. (Selçuk, s. 217-219)


"14 Mayıs 1950... Celal Bayar ise Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne taşınmışlardı", "cumhurbaşkanlığı forsunu dalgalandıran bir siyah araba, Selahattin'in evinin önünde durdu. Mahmut Celal, Albay Bekir Sami'nin yaverini ziyarete geliyordu./ Geliş o geliş oldu... bağlar tazelenemedi." (Selçuk, s. 243-247)

***

Nesin, (Aziz Nesin, Nesin, BİR SÜRGÜNÜN ANILARI, ANILAR, Nesin Yayınevi'nde Onuncu basım Nisan 2016, Nesin Yayınevi, İstanbul)

*

Yazar Sabahattin Ali ile birlikte çıkardıkları bir yayında yayınlanan Nereye Gidiyoruz başlıklı bir yazısında o dönemde ABD ile yeni başlayan ilişkileri sorgulayıp eleştiriyor ve bu yazısı yüzünden yargılanıp 10 ay hapse ve Bursa'ya sürgün cezasına cezasına çarptırılıyor.

Kitapta işte 1946 yılındaki bu sürgünün anıları yer alıyor.


Dönemin iktidarının son derece olumsuz olan yaklaşımı ibret verici. (Nesin, Sürgün, s. 142-152, 164, 165)


İkincisi de o dönem insan yapısı aynı derecede ve belki de daha fazla ibret verici. Sürgün yerinde insanların büyük çoğunluğu selam vermekten dahi özellikle kaçınıyor, sınıf arakadaşı tanımamazlıktan geliyor. Ülkemizin insan malzemesi açısından üzücü sayılmalı!

Ülkemiz tarihi açısından da ibretlik!

*

"Padişah döneminde de hükümet, işine gelmeyenleri sürermiş ama, o zaman daha insaflıymışlar. Sürgün edecekleri adama taşrada bir görev verirler, daha olmazsa bir gündelik bağlarlarmış..." "Açlık canıma tak dedi." (Nesin, Sürgün, s. 61)


"O günlerde yurttaşlar öyle aşırı bir korkuya kapılmışlardı ki, suçlanmaktan korktuğu için, başka birini suçlayıp kendini kurtarmaya çalışıyordu." (Nesin, Sürgün, s. 65)


"Aç insanda farkında mısınız, bir zavallılık, bir yabancılık var." (Nesin, Sürgün, s. 71)


"(1943-1945 ve sonrası) Türkiye'de... Tahsis malların karaborsaya düşmeden haklı dağıtımı hemen hemen olanaksızdı." (Nesin, Sürgün, s. 79)


"Abdülhamit kolay kolay adam sürmezmiş. Kendine azçok başkaldıranları önce nişanla, parayla uyutmaya çalışıyor. Olmazsa, mutasarrıf, vali, kaymakam, mektupçu filan yüksek işlerde taşra illerine yolluyor. Yine olmadı, o zaman sürüyor. Sürgün işi, İttihatçılar'ın zamanına dek böyleymiş. Sürgünlere ayrıca hükümet aylık bağlarmış." "Zamanımızda sürgünlük rezillikti. İş arasan vermezler, insanlar konuşmaktan bile korkarlar." (Nesin, Sürgün, s. 89, 90)


"Hoca diye sözünü ettiğim kişi Kerim Sadi'dir... Marksizmi en iyi bilenlerden biriydi." "Yaşamımda tanıdığım en bencil insandı", "insancıl değerlerden yoksun bir kişiliği vardı." (Nesin, Sürgün, s. 119-121)


"Cumhuriyet döneminin yöneticileri, gaddar tanıtılan Abdülhamit kadar olamıyordu. Abdülhamit sürgüne gönderdiği insanların ve ailelerinin neyle, nasıl yaşayabileceklerini düşünür ve onlara az da olsa geçinebilecekleri bir aylık bağlardı./ Biz sürgünde... kendimizin günü gününe nasıl yaşayacağımızı düşünüyorduk." (Nesin, Sürgün, s. 169)

***


Yaşar Kemal de Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana adı ile başlayan şu 4 kitaplık eserinde bu dönemin sonunda 1910’lu yıllarda bölgede yaşanan “kan deryası”nın bir tür destanını yazıyor.

*

"Alman olan Auguste Bernau, 1916'da Fırat Nehri boyunca seyahat ederken gördüklerini anlatmaya, "Karşılaştığım sahne akla gelen her türlü dehşetin ötesindeydi," diyerek başlar: "Açlık, mahrumiyet, dizanteri ve tifüs" kurbanı 200-300 kişiden oluşmuş ceset tepeleri ve "nehir kıyısında birazcık ot bulup açlıklarını bastırmak için dolaşan" sefalet içindeki kadın ve çocuk toplulukları (erkekler daha önceden katledilmişti.) Sağ kalanlar kitlesel tecavüz ve nehirde boğulan çocuklardan bahsediyorlardı." (Reynolds, s. 158, 159)

*

Kemal-Fırat Suyu, (Yaşar Kemal, Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Bir Ada Hikayesi 1, Birinci Basım: Ocak 1998, Adam yayınları, İstanbul)

*

-"Nüfus memuruna gelince gariban bir kişi. Onu öldürsen rüşvet yemez. Bes onu öveceksin. Onun dedesi Çeçen Hanı mıymış, Beyi miymiş neymiş. Diyeceksin ki ona senin soyunu bilmeyen var mı koskoca Osmanlı toprağında, İranda, Turanda, şol Türkiye Cumhuriyetinde. Diyeceksin ki ona, git koskoca vatan kurtaran, kaplan yürekli, aslan yeleli, deniz gözlü, güneş saçlı Mustafa Kemale bak, senin Han deden için ne diyecek. Bunları duyunca senin ayağının altına toprak olur. Senin için canını bile verir". (Kemal-Fırat Suyu, s. 21)


-"Sonunda... başladı:/ "Muhterem Üzeyir Bey Hazretleri... biz Dağıstandan Anadoluya geldik, Toros dağlarının Uzunyaylasına, yani Binboğa dağlarının, Kayserinin Pınarbaşı kazasının Kaynar nahiyesine yerleştik. Biz Kabartay Çerkezleriyiz. Ne yapalım, biz Kabartaylar hep köleyiz... Poyraz Musayım. Buraya gelince duydum ki siz bir Çeçensiniz ve de Çeçen Hanlarının şecereli soyu, son Çeçen Hanının bihakkın evladısınız. Osmanlılarca mağdur edilmiş, Hanlığı elinden alınmış, bir ali şahsiyetsiniz. Ne yapalım, biz Çerkez milleti, sizin gibi Hanlar da, bizim gibi köleler de bütün dünyaya sürüldük, dağıtıldık, perişan edildik... zulüm gördük, insanlığımız elimizden alındı."/... konuşuyor... titriyordu. Nüfusçuysa hiçbir tepki göstermiyor, gene öyle taş gibi hiç kıpırdamıyor... bekliyordu./ "Çarlar bizi... dağıttı... gene de başımızı dik tuttuk..."/ Başımızı dik tuttuk derken Poyraz Musa, Üzeyir Beyin gözleri önce derinden gelen bir ışıkla parladı, sonra ıslandı, sonra da göz çukurlarına birer damla yaş geldi oturdu. Poyraz Musa da neredeyse kendi anlattıklarına ağlayacaktı. Kendini zor tutuyordu./ "Evet, Han Hazretleri, şimdi ben burada, bir kasabada nüfus memurluğunun küçük bir odasında, kurt yemiş, bacakları kırık bir masaya oturmuş ali bir Hanla karşı be karşı duruyor, heyecanımdan tir tir titriyorum... O, ulu Kafkasın, ulu Çeçenin Hanıdır... Hanın karşısında hürmet ve sadakatle, bir teba olarak eğiliyorum."/ Poyraz Musa, önce masanın gıcırdayarak bir kalkıp bir indiğini, sonra sandalyenin devrildiğini, odanın sallandığını, arkasından dağ gibi posbıyığın üstüne abanıp onu kucakladığını gördü, başı döndü. Nüfus memuru aldı, onu masanın önündeki sandalyaye oturttu./ "Konuş oğlum. İşte biz böyle olduk. İşte bizi, Han olsak da, Kartal, Padişah olsak da kader bu hale getirdi."/ Buyuran bir sesle:/ "Konuş!" dedi./ "Evet.../ "Baysunguru anlatmalıyım ki size Hanımız Hazretleri..."/ Üzeyir Han baktı ki, Poyraz Musa kölesi perişan, ağlayacak. Bu sefer o başladı ulu Kafkası, Şeyh Şamili... anlatmaya. Delikanlının kendine geldiğini görünce de sustu:/ "Söyle banaa... Kafkasın kahranmanı Baysunguru, nasıl bir ulu kişidir..."/.../ "Evet Sultanım, Hanım, Baysungur bir Çeçen kahramanıdır... Şeyh Şamil Avar Türklerinin başı, Baysungur da, Hacı Murat'tan sonra Çeçenlerin başıdır.../ "Baysungurun sağ bacağı, sol kolu yok... Savaşa giderken onu atının üstüne bağlıyorlar..."" (Kemal-Fırat Suyu, s. 34, 35 ve ayrıca 36-47, 283-285)

*

Kemal-Karınca, (Yaşar Kemal, Karıncanın Su İçtiği, Bir Ada Hikayesi 2, Birinci Basım: Nisan 2002, Adam Yayınları, İstanbul)

Kemal-Tanyeri, (Yaşar Kemal, Tanyeri Horozları, Bir Ada Hikayesi 3, Birinci Basım: Eylül 2002, Adam Yayınları, İstanbul)

Kemal-ÇIPLAK ADA, (Yaşar Kemal, ÇIPLAK ADA ÇIPLAK DENİZ, Bir Ada Hikayesi 4, 1. Baskı, 2012, YKY, İstanbul)

***

24.6.2025
***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder