21 Haziran 2025 Cumartesi

talat paşa'nın anıları

Hazırlayan: Alpay Kabacalı, 12. Basım: Temmuz 2019, İş Bankası Yayınları, İstanbul


Öncelikle kitabın ismi yanlış olmuş, Talat Paşa'nın anıları değil savunması dense sanki daha yerinde olurdu, bence. Zira, pek anı yok, sadece Ermeniler konusundaki savunma niteliğindeki görüşler var.


Ve şu ekler:

1.İstanbul'da savaş sonrasında yapılan bir yargılamadaki savunmadan bölümler, ki tamamen Talat Paşa'nın bakış açısını yansıtıyor. 

2.İngiliz Gizli Haberalma Servisi ile bağlantılı olup daha önceki dönemde İstanbul'da Elçilikte görev yaptığı sırada tanışarak görüştüğü İngiliz Aubrey Herbert ile Şubat 1921 sonunda öldürülmesinden kısa bir süre önce Talat Paşa'nın Almanya'da üç gün süre ile görüşmesine dair olan bir metin. (Kabacalı, s. 9, 143-159)

3."Said Halim Paşa'nın Sorgusu". (Kabacalı, s. 160-164)

*

Milyonlarca insanın ölümüne ve imparatorluğun dağılmasına yol açan eylemler konusundaki içerik ise açıklamaktan çok karartacak nitelikte. Genelde, savaşa neredeyse kendilerinden kimsenin haberdar olmadığı oldubittiler sonucu girilmiş, Ermeniler isyan ettiği için göç ettirme kanunu çıkarılmış, ama uygulayan görevliler ve halk fena uygulamış, fenalıklar için soruşturma açıldığında da başkaları sonuçsuz bırakmış, yetki kullanıp görevlerini yapmışlar, ama fenalıklar onların değil başkalarının eseri imiş, suç açıkça kabul edildiğinde de sorumlusu hep başkası ve ekonomik suçlarda İsmail Hakkı Paşa!


Tek kelimeyle pişkince bir yaklaşım!


Mesela şu iki açıklamadan birinde Talat Paşa Enver Paşa'yı suçlarken, diğerinde Said Halim Paşa Talat Paşa'yı suçlamaktadır. Ayrıca genelde de memurlar ve halk suçlanmaktadır.


"Suistimalleri... ortaya çıkan subaylar... Harbiye Nezareti'ne teslim ediliyor; ancak bütün şikayet ve ricalar sonuçsuz kalıyordu. İsmail Hakkı Paşa... gücünü öyle harekete geçirmişti ki, sivil makamlar tarafından ileri sürülen iddialar sonuçsuz kalıyordu." "Nezaret ilke olarak... her türlü şikayete karşı ilgisiz kalıyordu./ Kumandanlar ve özellikle Levazım Amiri İsmail Hakkı Paşa hakkında Enver Paşa'ya sık sık şikayetler iletiliyordu. Enver Paşa... şikayette direnilmesi durumunda istifa etmekle tehdit ediyordu... kimse bunu kabule cesaret edemiyordu." "Enver Paşa'ya başvurarak... vagon için izin verildi. Hemen, bu vagonlar sayesinde beş bin lira çıkar sağladığı duyuldu./... kimseye vagon verilmemesi için... Enver Paşa'dan ısrarla ricada bulundum... "Askeri Demiryolları İdaresi" adı altında bir şube kuruldu. Ne yazık ki bu tedbir de, bu şubenin başında bulunan, hak ve adalet tanımayan İsmail Hakkı Paşa yüzünden kısa bir sürede iflas etti ve yeni suistimallere yol açtı... İsmail Hakkı Paşa'nın görevinden alınması da imkansız olduğundan, bu düzensizlikler uzun zaman sürdü; büyük zararlar doğurdu." (Kabacalı, s. 30-36)


"Güvenliği... sağlamak zorunda bulunan bir hükümet, herhalde böyle bir önleme başvurma vicdanlığında ve acısında bulunacaktı. Hükümet bu kanunu yapmakla görevini yerine getirmekten başka bir şey yapmamıştı... Ermenilerin bu konudaki kötü niyetleri tamamıyla anlaşıldı./ Fakat ne yazık ki yürütmekle görevli olanlar, kanunu fena bir halde uyguladılar... cezalandırılması için araştırma komisyonları oluşturduk... az bir sürede araştırmasını tamamlayan komisyonun raporu, Dahiliye Nezareti'nden Sadrazamlığa aylarca gelmedi. Birçok kez... istendiği halde, daha tamamlanacak... diye Dahiliye Nezareti kaçındı ve dolayısıyla gerçeği gizlemekte kesin kararlı olduğu anlaşılıyordu. Talat Bey Dahiliye Nezareti'nde kaldığı sürece bu işe bir sonuç verme imkanı yoktu." (Kabacalı, s. 160-164)


Ya şu açıklamaya ne demeli!


Bulgaristan'ı savaşa katılmaya ikna etmek için yapılacak geziye gerekçe olarak pes yani dedirtecek şekilde hiç niyet etmedikleri bir anlaşma için görüşme gerekçesi uydurulup muhatabı da oyuncak haline getirilip kullanılıyor.


"Dış görüntüyü korumuş olmak için Yunanistan'a, Adalar sorununu görüşmek üzere Bükreş'te görüşmelere başlanması önerilecekti." "Bulgaristan'ın savaşa katılmak istediği böylelikle kesinleşmişti." (Kabacalı, s. 25-29)


Üzülmemek elde değil!


Şu anlatıma da sadece pes diyebiliyorum:


“Enver Paşa... şikayette direnilmesi durumunda istifa etmekle tehdit ediyordu... kimse bunu kabule cesaret edemiyordu."


Ve maalesef bu uygulamalar ülkede hala büyük ölçüde alkışlanıyor!

*

Osmanlı’nın savaşa girmesi konusunda dönemin sadrazamı Said Halim Paşa şunları söylüyor: 

"Ben savaşa girmekten yana değildim... silahlı tarafsızlık oluşturmuştuk... durumumuz pek iyiydi... zamana göre, nasıl gerekirse öyle hareket ederek ülkeyi felaketten koruyabilirdik... bağışıklarımız... bizi de savaşa sürüklemek istiyorlardı." "Hatta onlar bir aralık tehditlerde bile bulundular; ama ben kulak asmadım.”

Ama günümüzde dahi sürekli olarak Osmanlı’nın mecburen savaşa girdiği anlatılabiliyor!

*   

Yazar/yayına hazırlayan Kabacalı’nın girişteki 1986 tarihli metninden bazı notlar şöyle:


"İttihat ve Terakki karşıtları... 15 Haziran 1913'te... Mahmud Şevket Paşa'yı öldürdüler." (Kabacalı, s. 4)

Bu kesin bir tespit mi acaba?


"Savaşa girme konusu kabine içinde görüş ayrılıkları yaratmıştı... Göben ve Breslau zırhlılarının... Rusya kıyılarını bombardıman etmelerinin yarattığı oldubitti sonucu, Osmanlı Devleti savaşa katıldı." (Kabacalı, s. 5)

Bu da kesin bir tespit mi acaba? 


Savaş sürerken "yiyecek sıkıntısı" ortaya çıktı, "vagon ticareti" konusu, "yani vagonla mal taşıma izni verilen kimselerin sağladığı büyük çıkarlar da kamuoyunda büyük yankılar buluyordu. Ordu Levazım Dairesi Reisi Hakkı Paşa'nın tutumu... katmerlendiriyordu. Tam anlamıyla açığa çıkmamış olmakla birlikte, Enver Paşa'nın, İttihat ve Terakki'nin sivil kanadına güvenmediği için, İstanbul'da her an hükümeti görevden uzaklaştırabilecek gizli bir vurucu güç oluşturduğu ve Hakkı Paşa'nın bu güç içerisinde kilit adam rolü üstlendiği anlaşılmaktadır. Kısaca, Enver Paşa'nın yakın koruması altındaki Hakkı Paşa'ya kimse dokunamıyordu." "Enver ve Cemal Paşalarla Talat Paşa'nın birbiriyle çekişmesi ve sivil-asker ayrımı... sorunlar yaratmıştır... Talat Paşa da... kendisine bağlı sivil örgütlenmeyi gerçekleştirmek amacıyla, "İaşeci" Kara Kemal'in önderliğinde esnaf derneklerine el atmıştır." (Kabacalı, s. 5

Burada söz konusu edilen yönetimin bugün de övgülere layık görülmesi ibretlik bir husus değil midir?


Savaş dönemi "sorunlarından biri de, emperyalist devletlerce kışkırtılan Ermenilerin... Müslüman Türklere karşı giriştikleri kıyımlardır. Bu olayların sürüp gitmesi üzerine, Ermenilerin Irak ve Suriye içlerine göç ettirilmesine (tehcir) ilişkin bir yasa çıkarıldı. Göç sırasında açlık, hava şartları, yağmacılık, intikam gibi amaçlarla bazı Ermeniler öldürüldü." "Talat Bey, 4 Şubat 1917'de vezir (paşa) rütbesiyle sadrazamlığa atandı." "Almanya'nın silah bıraktığının anlaşılması üzerine, savaş sona erdi ve 30 Ekim 1918'de Mondros Bırakışması imzalandı. Bu, İttihatçıların da yenilgisi demekti. Öteden beri İttihatçılardan hoşlanmayan Vahideddin'in kabineyi değiştirme girişimlerinde bulunduğu da işitilince, Talat Paşa istifasını verdi. Sadrazamlığa 14 Ekim 1918'de Ahmed İzzet Paşa atandı./ 1 Kasım 1918'de İttihat... Teceddüd Fırkası adını aldı... Beyler bir Alman gemisine binerek Türkiye'den ayrıldılar." "Divaniye mebusu Fuad Bey tarafından Meclis-i Mebusan'a verilen bir önerge, Meclis'in Beşinci Şubesinde görüşüldü... sebepsiz ve zamansız savaşa sokmak başta olmak üzere... yargılandılar, bazıları mahkum edildi./ Talat Paşa, güvenlik gerekçesiyle adını değiştirerek yaşadığı Berlin'de... Anadolu'da bağımsız bir Türk devletinin yaşayabilmesi için Ermenilerle Bolşevikler arasında bir tampon bölge kurulması gereğine inanarak, İngiltere ve Sovyetler Birliği ile ilişkiye geçti. Mustafa Kemal'le de mektuplaşıyor, ondan gelecek izinle Anadolu'ya geçmeyi umuyordu./ Ve 15 Mart 1921'de... bir Ermeni genci tarafından vurularak öldürüldü... bu terör yalnızca Ermenilerden kaynaklanmıyordu; tetiği çeken, gerçekte emperyalizmin eliydi." "Talat Paşa... bugün de kimilerince yerin dibine batırılmakta, kimi çevrelerce de yerlere göklere sığdırılamamaktadır. Artık onun tarih içindeki yerine oturtulması zamanı gelmiştir." "1986" (Kabacalı, s. 6-9)

*


Kitaptan diğer bazı notlar da şöyle:


"... yüzyıllardan beri süregelmiş sinsi bir siyasetin bugün Osmanlı Devleti'ne dilediği şekli vermek üzere ileri sürdüğü haksız suçlamalara cevap olarak yazmaya karar verdim." "Şark meselesi... bir nefret ve çıkar sorunudur. Türk devletinin içişlerine yapılan müdahaleler hep buna dayanmaktadır." Rus vahşetleri karşısında "Avrupa'nın insanlıksever diplomatları... en küçük bir söz söyleme cesaretini gösteremediler... Fransa... utanmadı ve 1871 savaşından sonra, bu baskıcı devletle bir işbirliği antlaşması bile yaptı. Almanya'ya karşı güçlü bir Rusya kurulacaktı." "Türkiye'ye bağımlı milletler ayaklanmaya teşvik ediliyordu." "İngiltere ancak siyasi çıkarlarının zoru ile Türkiye'nin... Ruslar tarafından işgalini önledi; Ayastefanos Antlaşması'nın Berlin Antlaşması'yla değiştirilmesi ancak bu sebebe dayanıyordu. Fakat Almanya'nın... gösterdiği... çabuk gelişme... özellikle Alman Deniz Kuvvetleri'nde ve büyük İngiliz donanmasında tehlikeli bir rakip olacak derecede görülen gelişme, İngiltere'nin az sevilen Çarlıkla birleşmesi sonucunu doğurdu. O günden başlayarak Türkiye, Avrupa devletlerinin hiçbirinden... en ufak bir yardım dahi görmedi. Birleşmiş olan taraflardan her biri, Şark meselesini kendi amaçlarına uygun bir şekilde çözümlemeye çalışıyordu./ Babıali, varlığını sürdürmek için o zamana kadar siyasi çelişkilerden yararlanmaktaydı; ancak devletler arasındaki denge ve ayrılıklar artık kendi aleyhine dönmüştü... Türkiye'nin Paris ve Berlin Antlaşmalarıyla, devletlerin garantisi ile sağlanmış olan varlığına... hiçbiri uymuyor, saygı göstermiyordu." (Kabacalı, s. 13-15)


"Jön Türk hareketi, ülkeye eşitlik, özgürlük ve adalet getirmek amacıyla ortaya atılmıştı... bambaşka bir görünüm gösterdi. Yunanlılar... şiddetle karşı çıktılar; özgürlük ve eşitlik, onların amaç ve çıkarlarına aykırıydı." (Kabacalı, s17)


"Ermenilerle Bulgarlar kendi amaçlarına ulaşmak için başka bir yola yöneliyorlardı... Adana olayları... yalnızca onların eseridir." (Kabacalı, s. 18)


"Jön Türkler, içte... engellerle mücadele ederken; dışta da yürürlükteki antlaşmalar, ayaklar altına alınıyordu." "Bulgaristan... Doğu Rumeli'yi Bulgaristan'a ilhak ve krallığını ilan ederken, öte yandan da Avusturya ortada hiçbir sebep olmaksızın Bosna-Hersek'i ilhak etti." "İtalya, hiçbir sebep olmaksızın Trablus'a saldırdı... bize karşı Balkan İttihadı (birliği) oluştu." "1913 yılında Londra Konferansı... Balkan haritası üzerinde bıçağını serbestçe oynattı.../ Böylelikle bütün Avrupa, tedavisi elden gelmeyen bir hasta olmaya mahkum edilmişti. Genel savaşı Balkan Savaşı doğurmuştu." "Londra Konferansı... "hak güçlünündür" ilkesiyle hareket ediyordu./ İkinci Balkan Savaşı patlayıp da Türkiye" tarafından "Edirne ve çevresi işgal edildiği zaman, her taraftan itirazlar yükseldi." "Rusya... Bulgaristan ve... Ermenistan sayesinde Türkiye'yi çember içine almak ve böylelikle... Türklerin Kafkasya'daki Müslümanlarla ilişkisini de büsbütün kesmek istiyordu... Ermeniler... Rusya'ya eğilim duydular." "Ermenileri inandırmaya çalıştığımız bir dönem geldi... tekliflerimizin rededildiği cevabı ile karşılaştık." (Kabacalı, s. 19-24)


"Sadrazam Said Halim Paşa bir gün... Almanya'nın Türkiye ile eşit şartlar altında bir antlaşma yapmak istediğini... bildirmek üzere Enver Paşa'yı, Halil Bey'i ve beni yanına çağırdı." "Antlaşma, sonunda... sadrazam ile von Wangenheim tarafından imzalandı. Aynı şekilde Avusturya elçisiyle de bir antlaşma yapılarak imza edildi. Bundan, kabinedeki önemli kişilere de haber verildi. Az sonra Almanya ile Rusya arasında savaş patladı. Antlaşmaya göre, hemen savaşa girmemiz gerekiyordu. Sadrazam... oyalıyordu. Ben ve arkadaşlarımın bazıları... uygun bulmuyorduk; çünkü bir yandan yapmış olduğumuz bir antlaşmayı çiğniyor, öte yandan da Almanya'ya karşı sempatimizi açığa vurmakla tarafsızlığımızı kötüye kullanmış oluyorduk. Böylelikle her iki devlet grubu da hoşnutsuzdu. Sadrazam ise her iki müttefik elçinin de... bizim antlaşmaya sadık kalmamış olduğumuzu bildirmekle yetindiklerini ve bu bildirimleriyle onların da bize karşı hiçbir yükümlülüklerinin kalmamış olduğunun anlaşıldığını bildirdi." "Görüşmelerimizi çoğunca geceleri sadrazamın yalısında yapıyorduk... bir akşam... Enver Paşa, gülerek yeni bir çocuğumuzun dünyaya gelmiş olduğunu, yani "Göben"in... içeri girmiş bulunduğunu söyledi. Sadrazam büyük heyecana kapıldı... hiçbirimizin... geleceğinden bilgisi yoktu... Morgenthau... "Göben"in gelişinin önceden belirlenmiş olduğunu... yazıyor; bu kesinlikle doğru değildir", "Morgenthau... İstanbul'da... ciddiye alınmadığı... için, bu hatanın da kendi icadı olduğu kesindir... benden de söz ederek, ne Türk ne de Müslüman olduğumu öne süürüyor. Bu iddia da... anlamsızdır." "Bu açıklamalardan amacım... Bay Morgenthau'nun... yalan söylediğini kanıtlamaktır." "Sadrazam ve bazı nazırlar, "Göben" ve "Breslau"un tarafsızlık kuralları gereğince... çıkmaları ya da silah ve toplarını teslim etmeleri gerektiğine inanıyorlardı... Said Halim Paşa, Wangenheim'in bu teklife son derece öfkelendiğini... bildirdi. Bunu yine uzun görüşmeler izledi... bir karara varıldı. Sadrazam bu haberi bizzat bildirmek istemedi. Halil Bey ve ben, elçinin bulunduğu salona giderek tereddütlerimizi anlattık. Wangenheim pek heyecanlıydı ve yüzünü ter kaplamıştı. O anda Halil Bey'in aklına gemileri satın almak geldi ve... önerdi... Wangenheim bu öneriyi kabul etti. Gemilerin satışı yalnızca bir gösteriş değil, gerçekti./ Bundan sonra, elçilerle Bulgaristan'ın nasıl kazanılması gerekeceği üzerinde görüşmeler yapıldı ve elçiler de bizim görüşümüze katıldılar. Nazırlar heyeti, Radislavov ile görüşmek üzere Halil Bey'le beni Bulgaristan'a göndermeye karar verdi. Dış görüntüyü korumuş olmak için Yunanistan'a, Adalar sorununu görüşmek üzere Bükreş'te görüşmelere başlanması önerilecekti." "Bulgaristan'ın savaşa katılmak istedği böylelikle kesinleşmişti." (Kabacalı, s. 25-29)


"Said Halim Paşa'ya kesin bir karar almasını önerdim... davranışlarımızın müttefiklerimize karşı dürüst olmadığı, İtilaf Devletlerine karşı ise taraflı gözüktüğü kanısındaydım... Biz, müttefiklerimizle savaşa katılacağımız günün geleceğini söyleyerek, gittikçe sabırsızlaşan ve asabileşen Baron von Wangenheim'ı yatıştırmaya çalışıyorduk... "Göben"in Rus sahillerini bombardıman ettiği haberini aldık. Sadrazam, bu darbeden son derece heyecanlandı.../ Daha önceden bu olayı hiçbirimiz bilmiyorduk. Fakat herkes gibi ben de Enver Paşa'nın haberi olduğuna inanıyordum... Enver Paşa'ya epeyce hücum ettimse de, hiç haberi olmadığına yeminle güvence verdi. Bu olay da savaşı artık bir oldubitti haline getirmişti. Sadrazam istifasını verdi." "Nazırların çoğu hemen savaşa girmeye taraftar görünmüyordu... İtilaf Devletleri elçileri ise, durumun aynı şekilde devamını şu şartın gerçekleşmesine bağlıyorlardı: Alman askeri kurulunun ve bütün subayları ile birlikte "Göben"in sınır dışına çıkarılması. Bu şartı yerine getirebilmek, hükümetin gücü ve iktidarı içinde değildi. Bundan başka, arkadaşlardan bazıları müttefiklerimizin ısrar etmeleri durumunda hemen savaşa girilmesinden yanaydı. Sadrazam bir karar vermek zorunda kaldı ve sonunda savaş durumuna geçmemizi tercih etti. Cavid de aralarında olmak üzere, öteki nazırlar istifalarını verdiler./ Türkiye, savaşa böyle girdi... Bütün düşünceler, Almanya'nın yenilmeyeceği ihtimaline göre yürütülmüştü... Hiç kimse savaşa girildiğinden dolayı pişmanlık duymuyordu. Padişah... halk ve memurlar ülkenin kurtarılmış olduğuna inanmaktaydılar... Savaşın birinci ve ikinci yıllarında halk... malını ve canını severek verdi." "Savaşın üçüncü ve dördüncü yıllarında istek ve heyecan azalmaya başladı." "Cephelerdeki subay kayıpları... açılan bu yerlere eskiden emekliye sevkedilen subaylar getiriliyordu... Geleceği ve iyi niyeti olmayan bu subaylar en ağır suistimalleri yapıyor", "Suistimalleri... ortaya çıkan subaylar... Harbiye Nezareti'ne teslim ediliyor; ancak bütün şikayet ve ricalar sonuçsuz kalıyordu. İsmail Hakkı Paşa... gücünü öyle harekete geçirmişti ki, sivil makamlar tarafından ileri sürülen iddialar sonuçsuz kalıyordu." "Nezaret ilke olarak... her türlü şikayete karşı ilgisiz kalıyordu./ Kumandanlar ve özellikle Levazım Amiri İsmail Hakkı Paşa hakkında Enver Paşa'ya sık sık şikayetler iletiliyordu. Enver Paşa... şikayette direnilmesi durumunda istifa etmekle tehdit ediyordu... kimse bunu kabule cesaret edemiyordu./ Anadolu'da taşıtlar tamamıyla yetersizdi... Büyük ısrarlardan sonra Alman ordu idaresi bazı taşıma malzemesi ve vagon teslim etti." "Almanya ve Avusturya bir satın alma şirketi kurmuşlardı... şikayetlerin yükselmesine... yol açtı", "tüccarlara da hiç vagon tahsis edilmiyordu... satın alma şirketi kendi emrine tahsis edilmiş olan vagonlarla kendi mallarını düzenli olarak taşıyabiliyordu... tek alıcı durumuna girmişti ve her malı istediği fiyata satın alabiliyor ve ülke piyasalarına girebiliyordu... hükümet bu biçimdeki satın almaya engel olacak güçte değildi./ Alınan bütün tedbirler sonuçsuz kalıyor ve sadece büyük suistimallere yol açıyordu.../ Aynı zamanda aracılık ve imtiyazlar da başladı. Vagonlar satın alınıyor ve satılıyordu. İki vagon için izin almış kimselerin binlerce liralık çıkar sağladıkları söyleniyordu... ticaret yaptığını öğrendiğim için görevine son verdiğim" bir vali "Enver Paşa'ya başvurarak... vagon için izin verildi. Hemen, bu vagonlar sayesinde beş bin lira çıkar sağladığı duyuldu./... kimseye vagon verilmemesi için... Enver Paşa'dan ısrarla ricada bulundum... "Askeri Demiryolları İdaresi" adı altında bir şıbe kuruldu. Ne yazık ki bu tedbir de, bu şubenin başında bulunan, hak ve adalet tanımayan İsmail Hakkı Paşa yüzünden kısa bir sürede iflas etti ve yeni suistimallere yol açtı... İsmail Hakkı Paşa'nın görevinden alınması da imkansız olduğundan, bu düzensizlikler uzun zaman sürdü; büyük zararlar doğurdu.../ Bu savaş, milli duyguların uyandırılmasını... gerektiriyordu. Amaç, haklı ve zorunluydu; ancak... yapılan yayınlar, öteki milliyetler (azınlıklar) üzerinde zararlı etkiler bıraktı. Aynı etki ticaret alanında da görülüyordu. Her savaşta, Türk olmayan unsurlar servet sahibi oluyor... vatandaşları ticarete teşvik etmek... gerekli görüldü./... Esnaf dernekleri yüce gönüllülükle ve milli amaçlarla kurulmuştu. Bu derneklerin reisleri baba şefkatiyle çalışıyor ve hiçbiri kendisi için en ufak bir çıkar sağlamayı bile düşünmüyordu... Ancak sonraları aynı ilke sayesinde kimi kişilerin yakın akrabaları ve dostları... büyük servetler elde ettiler ve bu da halkın bütün güvenini sarstı." "İttihat... temiz kalmıştır... saldırılar... özel amaçla yapılmıştır... Cemiyet daima saflığını korumuş ve maddi çıkarlardan uzak kalmıştır... Bu partide aşırı vatansever, sinirli, tecrübesiz ve inatçı kimseler bulunabilir... Ancak cemiyeti hırsızlık ve şerefsizlikle suçlamak en büyük cinayettir./ İttihat... şerefle kurulmuş, bütün başarılarını dürüstlüğü ve özverisi sayesinde elde etmiş". (Kabacalı, s. 30-36)


"İttihat... Merkez-i Umumi'nin hükümet işlerine müdahale ettiği iddiası tamamen asılsızdır." "Merkez-i Umumi üyeleri... Ermeni ve Rumların göç ettirilmesine (tehcir) katılmış olmak ve bu konuda buyruklar vermek iddiasıyla İstanbul'da tutuklanmışlardır", "hükümetin... yabancı devletlere karşı gereken savunmada bulunmuş olması gerekirdi. Fakat hükümet... hoşnut olduğu kesindir. Günün birinde işlediği bu cinayetten... dolayı, bu hükümetin de cezasını bulacağı kuşkusuzdur", "üyelerin kişisel olarak işlemiş olduğu bir cinayetten dolayı... başka bir üye nasıl sorumlu tutulabilir? İttihat... silahlı bir kuvvet midir, üyeleri üzerinde yaptırım ve infaz gücünü taşımakta mıdır? Suçlar ve bunlara karşılık gelen cezalar... yazılıdır. Herkes bizzat işlediği suçtan dolayı sorumludur." (Kabacalı, s. 38-40)


"Fırka (parti) hiçbir zaman hükümetin dış siyasetine müdahale etmemiş... Fırka... ancak sorumlu bir mevki işgal eden kimseler sorumlu tutulabileceklerinden, gerçek bir sorumluluk söz konusu olamaz. Bugün nasıl Said (Halim) Paşa kabinesi ve onu izleyen kabine başkanı ve üyeleri Genel Savaştan dolayı sorumlu tutulmak isteniyorsa, bu ilke gereği" önceki bazı kabine "üyelerinin tutuklanması gerekirdi./... on yıllık olaylardan dolayı Said... ve Talat Paşa kabinelerinin sorumlu tutulduğu ilan ediliyor... şimdiki hükümetin nasıl intikam hırsıyla dolu bir siyaset izlediğini kanıtlamaya yeter. Kanun-i Esasi'ye göre nazırları ancak Divan-ı Ali (Yüce Divan) yargılayabilir", bir subayın "bu olayları kavramasına ve bu konuda karar vermesine imkan yoktur." (Kabacalı, s. 41, 42)


"Ermeni Meselesinin Tarihi" (Kabacalı, s. 43-61)


"Savaşın başlamasının hemen ardından, Muş, Bitlis ve Van illerinde Ermeniler tarafından kışkırtılan ayaklanmalar başladı./ Bunun üzerine genel karargahta "Ermenilerin göç ettirilmesi (tehciri)" hakkında bir kanun hazırlanarak, nazırlar kuruluna sunuldu. Ben bu kanunun tamamıyla uygulanmasına karşıydım", milisler vardı, "çok çirkin sonuçlar elde edileceğini biliyordum... uygulanmamasında ısrar ettim ve yürürlüğe girmesini geciktirmeyi de başardım./ Bir süre sonra Van, Ruslar -daha doğrusu Ermeni gönüllü çeteleri- tarafından işgal edildi... bazı kimselerin verdikleri ifadeden... Müslüman halkın öldürüldükleri... anlaşılıyor... silahları bulunmayan halk üzerine Ermeniler tarafından makineli tüfek ateşi açılmıştır./ Van'daki bu olayları, içteki öteki başkaldırma olayları izlemiştir.../ Ordu, göç ettirme kanununun uygulanmasında yeniden ısrar etti. Ben yine karşı çıktım... bize karşı kötüye kullanılacağını önceden biliyordum./... kanunu daha fazla uzatmakta yarar yoktu./ Bu kanun ordu ve kolordu komutanlarına, isyan eden halkı tek tek ya da topluca başka bölgelere gönderme yetkisi veriyordu... sıkıyönetim... olduğundan, sivil yönetim de askeri kuvvetin elinde bulunuyordu. Göç uygulamasına önce Erzurum'dan başlandı. Erzurum Valisi... Kürtlerin saldırısına uğradıklarını bildirdi... saldıranların da şiddetle cezalandırılmasını emrettim.../ Göç ettirme sırasında Karahisar ve Urfa'da da isyan çıkmıştı.../ İsyan hareketleri önce Zeytun'da başlamıştır. Seferberliğin ilanından sonra Ermeniler açıkça isyana başlamış... Müslümanlara sokakta saldırılmış... Zeytun halkı... milis oluşturmuştu... Müslüman köylerine saldırmaya... başlamışlardır." (Kabacalı, s. 61-63)


"Belgelenen Olaylar". Zeytun, Van, İzmit ve Adapazarı, Bursa, Adana, Samsun ve İzmir, Urfa, Şarki Karahisar ve Yozgat'ta çeşitli olaylar meydana gelmiştir. (Kabacalı, s. 61-70)


Yozgat'ta "üç yüz kadarlık bir başka haydut çetesi... 15 Eylül 1915'te asker, jandarma ve polis kıtalarımıza saldırmıştır.../ Ülkedeki genel isyan üzerine ordu göç ettirme... uygulamasını her yerde başlatmıştır. Bunun üzerine her iki kavim arasında gerçek bir iç savaş şeklini alan şiddetli çarpışma ve dövüşler başlamıştır. Türk askerleri ve halkı Ermenilerin... Ruslarla birleşmiş olduğuna inanıyorlardı... Ermeni komitelerinin yönetim merkezi... İstanbul'da bulunuyordu... Dolayısıyla genel karargah... polis müdürlüğüne, komite işleriyle uğraşan herkesi tutuklayıp sıkıyönetim bölgesi dışına götürme emri vermiştir. Bu emir verilir verilmez polis müdürü bana haber verdi. Söz konusu kişilerin... hepsi bir gecede tutuklanarak Konya'ya gönderildi. Sonradan... bunların kendilerini Ankara'ya, savaş divanına götürmekte olan jandarmalar tarafından vuruldukları saptanmıştır. Bunun üzerine bu jandarmalar... mahkum edilmişlerdir./ Vartkes Efendi'ye... vaat ettim... Ama gitmedi." "Savaş divanının kararı üzerine sürgünler Diyarbakır'dan geri getirildiler... engel olmak istedim. Fakat askeri makamlar tarafından yola çıkarılmışlardı... Ahmet ve Halil adında iki serserinin saldırısına uğramışlardır; bu sonuncular... ölüme mahkum edilmiştir./... vicdansız, ahlaksız ve adi bazı kimseler durumdan kişisel olarak yararlanmak istemişler ve bu gibiler birçok cinayetin işlenmesinde etkin olmuşlardır. Genel valiler ve valiler sorumluluk korkusuyla olayları mümkün olduğu kadar önemsiz göstermeye çalışmış ve kabahati kısmen Kürt halka yüklemişlerdir. Mebusların verdiği bilgiler feci idi. Birçok geceler uyku uyuyamadım... dört soruşturma komisyonu oluşturup Anadolu'ya gönderdim. Bu komisyonlar birçok memuru... savaş divanına verdiler.../ Gerek göç ettirmeler, gerek isyan yüzünden Ermeniler çok kayıp vermişlerdir... Müslümanların da Ermeni vatandaşlarımız yüzünden aynı oranda kayıplara uğradıkları bir olgudur./ Rus... işgali sırasında... cinayetler o derece vahşicesine işlenmişti ki, Müslüman halk... aç ve çıplak olarak göçe başlamıştır. Böyle göçen Müslümanlardan altı yüz bin kişi ölmüştür.../ Esas olarak askeri bir önlemden başka bir şey olmayan göç ettirme, vicdansız ve karaktersiz insanların elinde bir facia şeklini almıştır. Amacım bu hareketlerin çirkinliğini gizlemek değildir. Yalnızca, bu olaydan dolayı bütün hükümeti ve İttihat... yönetim merkezini ve bu işle hiçbir ilgisi olmayan üyelerini suçlamanın haksızlık... olduğunu söylemek istiyorum. İttihat... Komitesi üyeleri, Ermenilere karşı yapılan hareketlerden dolayı son derece üzgündür ve her zaman bu olayları önlemek üzere hükümet üzerinde etkili olmaya çalıştılar. Bazı kötü düşünceli düşman propagandacıları, Almanların Türkleri, Ermenileri, ezmeye yönelttiğini söyleyerek Ermeni olayları dolayısıyla Almanya'nın onuruna da saldırmışlardır. Olaylar ise tamamıyla, tersini ortaya koymaktadır; zira... Alman hükümeti, bu gibi olaylara son verilmesini tavsiye eden notalar göndermişti", "olaylara bizzat Ermenilerin yol açtığı ortaya çıkacaktır." "Ermenilerin göç ettirilmesine karşı oy vermiş... gözyaşı dökmüş ve buna rağmen Malta'ya gönderilerek orada hapsedilmiş komite üyeleri de vardır. Öte yandan... yüz binlerce Müslüman'ın bir kısmını kendi elleriyle öldürmüş olan... Ermeni delegesi olarak Londra'da ve Paris'te saygıyla karşılanmıştır... insanlıksever İngiliz ve Fransızların bu kanlı elleri nasıl sıktıklarını anlamak mümkündür." (Kabacalı, s. 70-74)


"Rus Belgeleri". Özellikle Erzurum ve Erzincan yöresinde Rus ordusundaki Ermeni subayların Müslüman halka yönelik zulüm ve katliamları anlatan Rus subayların tanıklıkları yer almaktadır. Bu tanıklıklara göre Rus subayları özellikle insanlıksever bir tavır takınıp halkı korurken Ermeniler zalimlik etmişlerdir. (Kabacalı, s. 75-111)


"Silahsız... sekiz yüz Türk öldürülmüştür." "Müteahhit, eğlenmek amacıyla seksen zavallıyı bir eve kapamış ve evden çıkanları birer birer kafalarına vurarak öldürmüştür." (Kabacalı, s. 79)


"Erzurum'da... 28 Şubat'ı 27'ye bağlayan gece, Rus subaylarını aldatan Ermeniler yeni bir kıyıma yol açtılar. Fakat yetişen Türk askerlerinden korkup kaçtılar... Ermeniler, bu gece işlenen cinayetlerin sayısının üç bini bulduğunu övünerek anlatıyorlardı." (Kabacalı, s. 82)


"Rus Kafkasya Ordusu, 1917 (Benim notum: 1918 mi, acaba?) Ocak ayı ortalarına doğru... emir almaksızın o zamana kadar işgal etmekte olduğu yerleri boşaltarak geri çekilmiştir." Erzurum'da "kırk subay, yalnızca görev duygusuyla... kalmıştır... bırakılan dört yüzü aşkın top vardı.../ Ordunun dönüşü sonucunda Erzurum'da "Ermeni Askeri Birliği" adını alan bir Ermeni İhtilalci komitesi kurulmuştur." "Tiflis'te "Trans-Kafkasya Komiserliği" adı altında geçici bir hükümet kurulmuştur... yalnızca düzen sağlanıncaya kadar merkezi yönetimi temsil edeceğini ilan etmiştir./ Komiserlik, 18 Ocak 1917'de (Benim notum: 1918 mi?) dağılmış olan ordu yerine, Ruslar, Gürcüler, Müslümanlar ve Çerkezler, Osetinler, Aissorlar gibi daha küçük milletlerin de katılmasıyla milliyet esasına dayanarak ve üç kolordudan oluşmak üzere yeni bir ordu kuracağını ilan etti." "Rus hükümetinin... bir Ermeni devleti kurulmasına engel olmak istediğini açıkça göstermiştir." "Bu sırada Ermeniler, akla sığmaz bir vahşetle, Erzincan çevresindeki... Türkleri öldürmüş... Türk kıtalarının yaklaştığı haberi üzerine Erzurum yönünden kaçmışlardır./... Erzincan'da sekiz yüzden fazla Türk'ü öldürmüş... İlice'nin zavallı Müslüman halkını kadın ve çocuk ayırt etmeden yok etmişlerdir./ 7 Şubat'ta... birkaç yüz Müslüman'ı bilinmeyen bir yere doğru götürmekte olduklarını saptadım." "Erzurum müstahkem mevkiini hemen terk etmemize izin verilmesini istedik. Ermeni facialarını önlemek konusundaki imkansızlık yüzünden, orada bulunmamız, adımızı kirletecekti. Odişelice bize... Vehip Paşa'nın... bir telgrafını gösterdi." "Biz, yalnızca Rus Başkomutanının emrine bağlı olmak şartıyla Erzurum'da kaldık." "Osmanlı hükümeti, Kürtlerin hiçbir emir tanımadıklarını ve tamamen bağımsız hareket ettiklerini resmen bildirmişti... amaçları gıda maddeleri depolarını yağma etmek olan Kürtlerlerin saldırılarını geri püskürtebilmek üzere... iki top ve bir subay gönderilmiştir." "12 Şubat'ta dişlerine kadar silahlı Ermeni haydutları... açıkça on-on iki Türkü öldürmüşlerdi." "Ordu Komutanı'nın hareketinden sonra Albay Morel'in davranışları tamamen değişti." "Andranik Rus Tuğgenerali üniformasıyla içeri girdi... geldiği gün... Tepeköy'ün... bütün halkı öldürüldü." "Rus subayları... hiçbir zaman kadın ve çocuklara topçu ateşi açmayacaklarını bildirdiler." "İngiliz subaylarının çağrılmasındaki amaç, onlara Rus subaylarıyla Ermeni komutanlar arasındaki ilişkiyi göstermek... Rusların Ermeni barbarlığına engel olma konusunda ne gibi araçlara sahip olduklarını saptamalarını sağlamaktı." "Andranik'in verdiği sözler gerçekleşmedi". "Şoselerde Ermeni kaçakçılarından oluşan silahlı çeteler, önlerine çıkan herkesi öldürüyorlardı." "Erzurum çevresinde düzenli Türk kıtaları yoktu... çevre köylüleri, Kürt çeteleriyle çarpışıyorlardı." "Ateşkes görüşmeleri sırasında Osmanlı hükümeti, Kürtler üzerinde nüfuzu olmadığını resmen bildirmişti; bu yüzden Kürtlerden gelebilecek bir saldırıya karşı gereken önlemleri almakla görevliydim." "İki düşünce rahatımı kaçırıyordu: 1. Şerefimiz tehlikeye düşmüştü... alçak Ermeniler tarafından işlenmekte olan cinayetleri gözleriyle görmeyenler, bu feci zulümlerin Rus subaylarının onayıyla yapıldığını sanabilirler, bizi de bu vahşiler gibi suçlayabilirlerdi. 2. Başkomutanlığın amacı, düzenli Osmanlı kıtalarıyla bir meydan muharebesine tutuşmak olmadığından... bir yanlış anlama... itaatsizliğe yol açabilirdi." (Kabacalı, s. 83-104)


"İttihat... Bağlı Kabineler ve Bu Fırka Üyelerine Karşı Davalar" (Kabacalı, s. 112-140)


İttihatçıların yargılanmasıyla ilgili "budalalıklar öncelikle savaş ilanından ve bazı memurlarla halk tarafından, savaş sırasında vatan ihaneti yüzünden salt askeri bir tedbir olan ve padişah tarafından onaylanmış bulunan bir kanuna dayanılarak savaş bölgesi dışına gönderilen bir millete yönelen tecavüzlerdeki sorumluluğu belirlemek ve bunu İttihat ve Terakki Fırkası'na yüklemek amacıyla yapılıyordu. Bununla İtilaf Devletleri'ne... İttihat ve Terakki Fırkası'nın yalnız beş on kişiden komite ve hükümetinin sebepsiz olarak... savaşa girmiş ve savaş sırasında da masum ve zulüm görmüş Ermeni ve Rus (Benim notum: Rum olmalı değil mi, acaba?) milletlerine karşı vahşetler işlemiş olduklarını anlatmak istiyor". "Bu tarihi belgeler okunurken, şimdiki hükümetin mahkemeleri ve hatta bizzat Savaş Divanı'nı kendi nefretine araç olarak kullandığı... anlaşılmaktadır." (Kabacalı, s. 112-114)


"Harbiye Nezareti'nde korunmuş olması gereken resmi kayıtlar ve dosyalar getirtilirse görülür ki... Teşkilat-ı Mahsusa bir resmi dairedir". (Kabacalı, s. 118)


Yetki "Divan-ı Ali'ye aittir." "Saygıdeğer heyetiniz, huzurunuza gelen şu davayı görmeye yetkili olmadığına karar versin." (Kabacalı, s. 125, 127)


"Ermenilerin gönderilmesi sırasında işlenen bazı cinayetleri, gerçekleştikten sonra haber almıştım. Hemen, tekrarlanmasına engel olmak ve suçluları cezalandırmak için gereken önlemleri aldım." (Kabacalı, s. 131)


"Rıza Bey'in savaştan önce Rusya'ya çeteler gönderdiğini itiraf ettiğinden bahsedilmektedir. Emekli bir subay sıfatıyla ilkelerine bağlı olan Rıza Bey... gibi subaylara kolorduların resmi olmayan makamlarında görevler verilmiştir. Savaş başlangıcından önce her kolordunun hazırlıklarda bulunmak üzere düşman tarafına casuslar, yazarlar ve başka kişileri gönderme hakkı vardır." "Savaş, nazırlar kurulunun kararı olmadan ilan edildiğinden... İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin savaşı istemiş ve aramış olduğu sonucunu çıkarmak istiyorlar", "savaş de facto (fiilen) ilan edilmiş değildir... savaş bir oldubitti halini almıştır. Nazırlar kurulunda bu oldubittiyi önlemek, o arada bile savaşa girmemek kararı alınmıştır". (Kabacalı, s. 134)


"Talat Paşa ile Üç Gün/ AUBREY HERBERT" (Kabacalı, s. 143-159)


"Talat Paşa, bana... görüşmek istediğini yazıyordu." "Sir Basil Thomson, 1921 Şubatı'nda, beni Scotland Yard'a çağırdı ve Almanya'ya gidip Talat Paşa ile konuşmamı istedi.../ 26 Şubat'ta Almanya'nın Hamm kentine ulaştım. Talat... akşam 9'da kendisi geldi... Ben yemeğimi önceden yemiştim; o da yanında getirdiklerini, benim odamda yedi... yoksulluğu göze çarpıyordu", "yarın Düsseldorf'a gidiyoruz." "Ermenilerin tümüyle yok edilmesine yönelik eylemlere her zaman karşı olduğunu anlattı... İki kez buna karşı çıktığını, ancak her ikisinde de Almanlarca yenilgiye uğratıldığını söylüyordu... Azınlıklara geniş özerklik verilmesinden yana olduğunu... da ekledi." "Biz Jön Türkler, hemen hemen bütün Türkiye'yi size açtık, ama szi kabul etmediniz." "Elçi soğuktu, Fitz Maurice ise düşmanca bir tutum içindeydi. Biz de kendimizi ayakta tutmanın bir yolunu bulmaya çalışıyorduk... sizinle yine dost olmaya çabaladık." "Savaş döneminde, Almanlarla ilişkilerinin nasıl olduğunu sordum. "Berbattı" dedi. Türklerin... iki tarafın da kesin yengi sağlayamadığı bir savaştan yana olduklarını söyledi... Kendi bilgisi dışında... bir Türk-Alman anlaşmasına varıldığını... anlattı." "Abdülhamid'in hafiyelerinin etki derecesini sordum. Pek etkili olamadıklarını söyledi: "Sanıyorum benimkiler çok daha iyiydi"." "Enver'den söz açıldığında... "Gözü pek ve vatansever bir kimsedir ama, zeki olduğu söylenemez."... sorunların kısa zamanda çözüleceğini ummaktaydı. İngiltere'yle Türkiye kısa süre sonra dostça ilişkiler kuracaklardı./ Ertesi sabah, İngiltere'den iyi haberler geldiğini söyledi. Bekir Sami Bey, Başbakan'la çay içmeye çağrılmıştı", "önerilerimi özetleyeyim" dedi, "önerilerimin iktidarda bulunanlar için kabul edilebilir nitelikte olduğunu görecek ve... kabul edeceksiniz." "Savaştan önce İngiltere'nin Türkiye'ye öğretmenlik yapmasını istemiştim... İngiltere bunu kabul etmedi ve savaşa başladı... Almanya'nın savaşı kazanacağı inancındaydım... bir anlaşma imzaldık. Almanya kazanamadı, hepimiz birlikte yenildik... Coğrafi durumumuz yönünden bir kaleyiz... Bizi Asya'nın içerilerine... süremezsiniz. Ayrıca, Orta Asya'ya doğru uzanan, kardeş denemezse de buna yakın durumda... altı cumhuriyet var... Savaşın bizim için kazançlı yanı, kayıplarımızdan kopmaya zorlamış olmasıdır. Artık Arnavutların, Makedonyalıların, Arapların isyanlarıyla uğraşmak zorunda değiliz." "Türkiye'nin gücünü... İngiltere'nin... küçümsememesi gerekirdi. Ankara ile İstanbul arasında görüş birliği yoksa bile ideal birliği vardı./... Hindistan'ı teşvik ediyoruz. Gerçekte Türkiye, İngiltere'ye karşı elden geldiğince geniş bir destek sağlama siyaseti izliyor". "Türkler yapılan iyilikleri unutmazlardı". "Bolşeviklikten hiç hoşlanmadığını ortaya koyan sözler söyledi... Türkiye'de bugün bir Bolşeviklik tehlikesi yoktur." "Düzene girmiş bir Avrupa'yı, İngiltere'den yardım alan barışçı bir Türkiye'yi tercih etmekteydi... savaş durumundayken, Bolşeviklere karşı bir bağlaşmaya girmeyi kabul etmezdi", "çıkar... söz konusu olunca Bolşevikliği kabul edebilirdi... Türklerle Bolşeviklerin tek ortak yanları... geçici bir bağlaşma olabilirdi." "Müslümanlık büyük bir dindi ve... uygarlığa ters düşmüyordu... fanatik kişiler elinde kolayca hoşgörüsüzlüğe kayabilirdi. Jön Türkler, eylemleriyle, Panislamizmi bir silah olarak kullanmayı düşünmediklerini göstermişlerdi. Panislamizm, Abdülhamid'in izlediği dar görüşlü bir politikaydı." "Halifelik sorunu tatmin edici bir biçimde çözümlenebildiği takdirde, Hintlilerin güvenini yeniden kazanmamız yolunda önemli bir adım atılacaktı... Hangi Türk'ü istesek Hindistan'a gönderebilirdik./ Ona Panturanist hareketi... sordum. Son yıllardaki olayların, Türkler arasında yakınlık duygularını artırdığını söyledi... Turancılığın bir geleceği olduğu inancında değildi." "İzmir'i bize geri vermelisiniz, barış yeniden sağlanmalıdır. Bu durumda Anadolu'nun bütün kaynakları İngiltere'ye açılacaktır. Anadolu gelişmeye yönelik zengin bir ülkedir... tek önemli şart... bağımsızlığımızı tanımanızdır." "Boğazların tarafsızlığı konusunda anlaşmaya tamamen hazır görünüyordu... bir Yunanlı görevli, bu sıralarda bir anlaşmaya varılması için kendisine başvurmuştu. Ancak, daha bunun zamanı değildi... İtalya'nın... zekice bir politika izlediğini... düşünüyordu. Türkiye'ye gösterdiği yakınlığın karşılığını alacaktı./... Söylediklerinden, kendisinin ve Ankara'dakilerin İngiltere dışında başlıca Avrupa hükümetleriyle ve büyük güçlerin hepsiyle yakın ilişki içerisinde oldukları anlaşılıyordu... Fransızlar Almanya'yı istila ettikleri takdirde, Almanlar Bolşeviklerin yanında yer alırdı. Avrupa'nın kaosu, Türkiye'nin ferahlamasını sağlayabilirdi... ferahlığın başka yollardan elde edilmesini tercih ediyordu./... liberal olduğunu söyledi", "her şeyi ortaya koydum. Sizin de hükümetinizi, kolayca kanıtlanabilecek bu gerçekler üzerinde ikna edebileceğinizi umuyorum. Amacımız, İngiltere ile barış ve dostluktur ve bunun için büyük özverilerde bulunmaya hazırız... Kendi adıma konuşuyorum ama, olayların merkezinde bulunmaktayım./ Ankara'daki Mustafa Kemal'in benimle anlaşmazlığı yok. Bugün Londra'da Bekir Sami Bey de benim burada, Düsseldorf'da söylediklerimin aynısını söyleyecek... İngiltere hükümeti isterse hemen barış yapılır ve Anadolu'nun gelişmesi de sağlanır. Türkiye'nin paylaşılmasını hiçbir zaman saülayamazsınız. İngiltere ile Türkiye endüstri yönünden birbirlerinin rakibi değil, müşterileridir. Müşteriler de, hiç kuşkusuz, dost olmayı tercih ederler." (Kabacalı, s. 143-159)


"Mithat Şükrü Bleda... İngilizlerin A. Herbet'e Talat ve Enver Paşaları öldürme görevi verdiğini; onun İngiltere'yi işe karıştırmamak için vurucu güç olarak Ermenileri kullandığını... öne sürmektedir." (Kabacalı, s. 159)


"Said Halim Paşa'nın Sorgusu" "Meclis'i Mebusan'ın Beşinci Şube'si... iki savaş kabinesinin bütün üyelerini sorguya çekmişti." "Önerge... kabinelerin "sebepsiz ve vakitsiz" savaşa girmeleri". "Ben savaşa girmekten yana değildim... silahlı tarafsızlık oluşturmuştuk... durumumuz pek iyiydi... zamana göre, nasıl gerekirse öyle hareket ederek ülkeyi felaketten koruyabilirdik... bağışıklarımız... bizi de savaşa sürüklemek istiyorlardı." "Hatta onlar bir aralık tehditlerde bile bulundular; ama ben kulak asmadım. Oldubitti ile işlerimizi bozmak istediler. Özellikle Göben ile Breslau'ın... girişleri bu oldubittilerden birini oluşturuyor ki, bizim bundan hiç haberimiz yoktu... "Böyle bir şey oldu, biz bunları satın aldık" dedim. Onlar da bunu, meselenin içyüzünü bildikleri halde kabul ettiler... Almanlar... ikinci bir oldubitti daha yaptılar ki, benim bundan hiç haberim yoktu./... Bir gün bizim filomuz Karadeniz'de Rus filosuna rastlamış, top atmış, ondan sonra öteki beriki limanları topa tutmuş... ben gemilerimizin dışarı, Karadeniz'e çıkmasını asla istemiyordum", "hemen istifa ettim... niçin çekilmedi diyenler var... ülkeyi böyle bir felaket içinde bırakarak çekilmeyi vicdan bakımından uygun görmedim." "Biz tarafsızlığımızı korumak istiyoruz" dedim. "Fakat... dinlenmedi." "Bir süre sınırlarda kaldık. Sonra haberimiz yokken tertipler yapılmış, Kafkasya'ya taarruz yapılmış, Sarıkamış felaketi olmuş. Benim... haberim bile olmadı", "daha büyük bir fenalık olur diye görevimi sürdürdüm. Fakat daha sonra çekildim, çünkü durum değişmişti... Talat Paşa hazretleri sadrazamlık makamını kurdular ve kendileri o yere geçmek istediler. Böylelikle mesele büsbütün kişisel bir şekil almıştı... gittikçe fenalıklar ihtimali gördüm. Ve hatta oluyordu da... çekilmek zorunda kaldım." "Kanun-i Esasi... tümüyle aykırı, geçici kanunlar ve emir ve nizamnameler çıkararak ülkeyi bir facia sahnesine dönüştürmesi". "Dört yıl süren bir savaşta... Kanun-i Esasi'ye harfi harfine uyabilmek mümkün olmamıştır." "Kafkas cephesindeki ordumuzun gerileri, daha önce İtilaf Devletleri tarafından hazırlanmış olan Ermeni örgütü ve... Ermeni çeteleri tarafından vuruluyordu... kanun maddesi... göç ettirme yetkisi veriyordu./ Güvenliği... sağlamak zorunda bulunan bir hükümet, herhalde böyle bir önleme başvurma vicdanlığında ve acısında bulunacaktı. Hükümet bu kanunu yapmakla görevini yerine getirmekten başka bir şey yapmamıştı... Ermenilerin bu konudaki kötü niyetleri tamamıyla anlaşıldı./ fakat ne yazık ki yürütmekle görevli olanlar, kanunu fena bir halde uyguladılar... cezalandırılması için araştırma komisyonları oluşturduk... az bir sürede araştırmasını tamamlayan komisyonun raporu, Dahiliye Nezareti'nden Sadrazamlığa aylarca gelmedi. Birçok kez... istendiği halde, daha tamamlanacak... diye Dahiliye Nezareti kaçındı ve dolayısıyla gerçeği gizlemekte kesin kararlı olduğu anlaşılıyordu. Talat Bey Dahiliye Nezareti'nde kaldığı sürece bu işe bir sonuç verme imkanı yoktu. Talat Bey'i de Dahiliye Nezareti'nden düşürebilmek yetkim içinde olmadığından, daha uygun bir zamana bırakma zorunluluğu doğdu. Yine de İstanbul'da ve gözümün önünde bulunan Ermeni ve Rumların... göç ettirileceği... bana haber verildiği zaman, bu eyleme olanca şiddetle engel oldum." (Kabacalı, s. 160-164)

*

29.5.2025

***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder