16 Temmuz 2025 Çarşamba

ÇEÇENLERE DAİR 3: YAKIN TARİHTE ÇEÇENLER

Çeçenlerin özellikle son iki yüz elli yıllık tarihi acılarla doludur.

Burada Çeçenlerle ilgili bazı yaşanmışlıklar ve bu yaşanmışlıklar karşısında Türkiye dahil dünyanın tavrı konusundaki amatörce bir bakış açısının ürünü ve bir kısmı tamamen subjektif nitelikte olan bazı tespit, gözlem ve görüşlerimi aktarmak istiyorum:

Sonraları zaman zaman “Büyük Oyun” olarak adlandırılan dünya ölçeğindeki egemenlik mücadelesinde 18. asırdan itibaren nispeten önem kazanmaya başlayan Kafkasya bölgesinde yerel bir güç olan Çeçenler “oyun”un bir aktörü olmuşlar, ancak birleşerek nispeten daha büyük bir güç haline gelemediklerden sürekli bir tür piyon halinde kalmışlardır. Üstelik piyon konumunda olduklarına bakmadan bağımsızlıkta ısrar edip, herhangi bir gücün kendilerini kullanmasına izin vermek de istememişlerdir. Herhangi bir büyük güce yaslanmadan bağımsız kalmakta ısrar etmek ise piyon konumundan kurtulamayan Çeçenlerin son 250 yıllık dönemde yaşadıkları çok yoğun acılarının kaynağı olmuştur. 

Dünya egemenlik mücadelesinin 19. asırdaki kısmının en önde gelen iki aktörü İngiltere ile Rusya olurken, günümüzde İngiltere’nin yerini İngiltere/ABD almıştır. Diğer küresel ve bölgesel güçlerin gücü ölçüsünde yer bulabildiği bu mücadelede daha güçlü olan doğal olarak güçsüzleri piyon olarak görüp, kullanmak istemiş ve kullanmıştır. 

*

İngiliz Curzon şöyle söylemiştir: “Türkistan, Afganistan, Kafkasya, İran… bunlar dünya hakimiyeti için oynanan satranç tahtası üzerindeki taşlardır.” (Uluğbay, s. 215)

"Rus Azerbaycanı olmuş bölgede, 19. yüzyılda Ruslar buranın fethine giriştiklerinde çok az ulusal kimlik farkındalığı vardı... klişe ve yanlış bilgilendirmesiyle Sovyet Rus ideolojisinin tipik bir örneği olan, Rusya'yı Kafkaslardaki savaşın kışkırtıcısı değil, haksız bir saldırıya karşı, İran ve Türkiye ittifakına rağmen kendisini kahramanca savunan masum bir taraf olarak gösteren bir yayına başvuracağız./... 1804... 1813... Coşkuyla Rusya'ya katılmak isteyen Güney Kafkasya toplulukları askeri operasyonlarda faal şekilde Rus birliklerini desteklemişti.../ Olayların bu versiyonu (1962'ye, Nikita Kruşçev zamanına... aittir) Sovyet Rusya tarihçiliğine özgü "birbirine karşıt düşünce üretme" pratiğini ve tarihsel gerçeklerin nasıl çarpıtıldığını göstermektedir./... tarihsel çarpıtma... SBKP rejimiyle sınırlı değildi... etnik ad bile, Türk yanlısı bir çizgi beyanında bulunan Batılı bir yayının başlığında görüldüğü gibi siyaseten yüklü olabilirdi: The Azerbaijani Turks (Azerbaycan Türkleri). Bu Azerbaycanlıların... "Türk" olduklarını ima etmekteydi …/ 19. yüzyılın sonuna kadar Rus İmparatorluğu'nun Azerilerinin (veya daha önceki Şirvan hanlığının Müslüman, Tatar veya Türklerinin) nasıl adlandırılması gerektiği netleşmemişti.../ İlginçtir ki, benzer bir soru Türkiye'nin Türkleri için de belirmektedir; her ne kadar burada... çok azı Türk olduklarından şüphe etmekteyse de:/ Tarihte en kafa karıştırıcı olaylardan biri Türklerin gelmesinden sonra Anadolu'nun Türkleştirilmesidir... Orta Asya'dan Anadolu'ya sadece az sayıda Türk istilacı gelmiştir... Ama bir süre sonra... tüm nüfus Türk ve Müslüman olmuştur." (Forsyth, s. 345, 346)      


Kırım Savaşı dönemindeki ilgi çekici hususlardan biri de İran’ın tavrıdır. Ruslar Kırım savaşı döneminde zor durumda kaldığında “Nikola… Şah ile gizli bir anlaşma yapıp savaş dışı kalmasını sağlıyor” ve dolayısıyla İran’ın reel politik tavrı sayesinde Ruslar rahatlıyor.


“Afgan cihadı ‘ulusal’ hedefleri ve örgütleri olan bir hareket değildi. Para kaynakları  dış ülkelerden sağlanıyordu, hepsi çeşitli gizli servislerin kontrolü altındaydılar, silahları  ve paraları onlara veren ülkeler Sovyetlere karşı savaşın durmamasını talep etmekteydiler (bu arada Afgan cihatçıların en önemli silah tedarikçilerinden biri de İsrail’di).  Bu nedenle Cihatçı liderler BM’nin barış için yaptığı çabalara asla destek vermediler. Müzakereleri baltaladılar. Sovyet ordusunun çekilmemesi için ellerinden geleni yaptılar. Çekilme sırasında saldırılarını bilhassa arttırdılar. Hava bombardımanlarını tahrik etmek için esirlere inanılmaz işkenceler yaptılar. Sovyet ordusunun çekilmesi onların en büyük kabusuydu zira bu durumda milyonlarca dolarlık para desteğinden, silahtan, medya araçlarından ve dünya başkentlerinde adam yerine konulmaktan  mahrum kalacaklardı. Bu nedenle Sovyet ordusu çekilse de savaşmaya devam edeceklerini savaşı Tacikistan’a, Kafkasya’ya hatta Moskova’ya taşıyacaklarını deklare ettiler. Yaptılar da... Afgan cihadı bittikten sonra binlerce mücahit artık Kafkasya ve Tacikistan’da savaşmaya devam etmekteydi.” (Gecelerin yargıcı (gazeteduvar.com.tr)-U. Töre Sivrioğluulastoresivrioglu@gmail.com)

Bell’in yazdıklarından anlaşılıyor ki 1830’lu yıllarda İstanbul sanki İngilizlerin merkezinde olduğu Kafkasya konulu karanlık bazı faaliyetlerin alanı olmuştur. Özbek’in yazdıkları ise Kafkasyalıların 1850’li yıllarda da 1830’lu yıllardaki gibi Ruslardan daha çok birbirleriyle mücadele ettiklerini göstermekte ve ayrıca 1850’li yıllarda İstanbul’un sanki İngilizlerin organize ettiği ve Lehlerin de dahil olduğu Kafkasya konulu birtakım gizli-karanlık faaliyetlerin vuku bulduğu bir bölge olduğu izlenimi vermektedir. Doğal olarak Osmanlı dahil herkes kendi politikasını uygulamanın peşinde olmuş olmalıdır. Görünen o ki tam bir karmaşa ve Kafkasyalılar sanki bir tür oyuncak durumunda olmuştur. Bu durumun sorumlusu da elbette kendileridir. Ne üzücüdür ki 1917 ve 1991 sonrası dönemlerde de benzer olaylar tekrar yaşanmış ve özellikle 1991 sonrasında İstanbul bu defa sanki Rusların Çeçen konulu karanlık faaliyet alanlarından biri olmuş gibidir.

Türklerin Türklüğünü öğrenmesi Yahudilere yönelik “pogromları” durdurmanın tek çaresi olarak görülüyordu. Türkler, Rusya’nın arka bahçesinde, âtıl bir güç olarak öylece duruyordu. Birleşseler Rusların ilgisini içeriden dışarıya yönlendireceklerdi. 

“İsveç konsolosluğuna saldırıyı gerçekleştirmek için görevlendirilen biri Azeri iki Çeçen örgüt üyesinin şu anda Avrupa’da yaşadıkları.” (IŞİD'in konsolosluklar, kilise ve sinagoglara 'canlı bomba' saldırısı planları ortaya çıktı (artigercek.com))

“Ukrayna için Kafkasya’yı ateşe atmak! Savaşı büyütmek için ‘kullanışlı’ insanlar aranıyor.” 19 Aralık Pazartesi 2022  

(https://www.gazeteduvar.com.tr/ukrayna-icin-kafkasyayi-atese-atmak-makale-1594411, Fehim Taştekin)

*

Bu mücadelede önemli olan daha çok güç elde etmek olmuş ve her güç, doğal olarak, her yerde ve her zaman olduğu gibi, kendi yararını gözetip, “reel” politika uygulamıştır.

*

“Her aktörün kendi rasyonalitesi var, farklı rasyonellikler ve farklı çıkarlar var.” (Balta-Rasyonellik)

*

Mümkün olan her aracın kullanıldığı bu mücadelede, tarihin her döneminde olduğu gibi, göç, iskan ve nüfus politikaları da, elbette öncelikle her gücü olanın işine geldiğinde kullandığı araçlar olmayı, çağın yeni anlayışı çerçevesinde, sürdürmüştür. 

*

"1735'te Kırım Hanı Kaplan Giray "80" bin kişilik ordusu ile Vaynağh topraklarını işgale kalkışmış. Ancak Vaynağh direnişi karşısında dayanamayarak geri çekilmiş./ Rusya... tekrar Vaynağh topraklarına yönelerek 1760'da itibaren işgal ve sömürü hareketlerine girişmiş... fazla dayanamayan halk arasında yer yer isyanlar başlamış! Kolay bastırılan türden sayılan bu isyanlar 1785 yılından itibaren Şeyh Mansur önderliğinde toplu bağımsızlık savaşına dönüşmüş! Şeyh MANSUR, Çeçenistan'dan Anapa'ya kadar tüm bölgenin, ilk örgütlü ve topyekun etnik bağımsızlık haraketini yaratmış! Aldı, Kızılyar, Gigoripolis, II. Aldı, Malka, Tatartup ve Zelençuk muhaberelerinden zaferle çıkan Şeyh MANSUR, altı yıl direndikten sonra "5 Temmuz 1791'de" Anapa Kalesinde Ruslara teslim olmak zorunda kalmış (Çok güvendiği Osmanlı, yardımına gelmemiş)." (Öztürk, Vaynağh, s. 27)

"Vaynağhlar, 1810'da İmam Hadis, 1824'de ise efsanevi liderleri Taymin Biybolat önderliğinde, Rus işgal kuvvetlerine kahramanca karşı koymuşlar! 1829'da ise Vaynağhlar, kökü Dağıstan'da olan profesyonel örgütlenme yapısı tartışma götürmez Mürüdizm hareketine katılmışlar! İslam dininin tam olarak kök salmadığı Vaynağhlar, İmamlar dönemi olarak adlandırılan bu Mürüdizm hareketine daha çok, "Düşmanımın düşmanı dostumdur" ittifakıyla katılmış... aktif olarak yer almışlar./... Vaynağhların, şöhretli liderlerinden Bienouyn Boysaghar, teslim törenine giderken, Şamil'i geri döndürüp vurmak istemiş! Vaynağh'ların, sırtından adam vurmadıklarından emin olan Şeyh Şamil, tüm ısrarlara rağmen, Rus Generaline doğru ilerlerken yönünü geri çevirmemiş! Boyun eğmenin ifadesi olarak kılıcını Rus Generaline teslim etmiş!/ Nakşibendi tarikatından olan Şeyh Şamil'in, 1859 yılındaki beklenmedik teslimiyeti, Vaynağhlar arasında tarikat boşluğu yaratmış... bu boşlukta... Kunta Hacı (Kişi Hacı adlı Kumuk bir baba ile Haıda adlı Vaynağh bir annenin oğlu) ortaya çıkmış! O dönem savaş ve şiddet karşıtı pasifist politik bir çizgiyi savunan Kunta Hacı'nın başını çektiği "Kadiri Tarikatı"... zemin bulmuş! Bu süre Ruslar, Kadiriliğin şiddet karşıtı düşüncesini hoş karşılamışlar! Fakat... hareketli ve daha canlı... zikirlerini görünce bu durumun siyasi bir yöne sapacağı korkusuyla Kunta Hacı'yı 1864'te tutuklayarak Novgorda sürgün etmişler. Ancak Nakşibendilikten sonra Kadiriliğin de Vaynağhlar arasında kök salmasını önleyememişler!" (Öztürk, Vaynağh, s. 29, 30, ve Kunta Hacı konusunda ayrıca s. 53-55)

“O dönemde DÇ'da değişik özelliklere sahip çeşitli devlet ve yarı devlet oluşumları bulunuyor, nüfusu “İnguşlar, Nazranlılar, Karabulaklılar, Galaşevliler, Kistiler, Cerahlılar, Galgayevliler, Tsorintsliler, Kaçalıklar, Miçikovlular-Auhovlular, Bragunlular, Çaberloylular”, gibi çok çeşitli kabilelerden oluşan Çeçenistan’ın çok az olan verimli toprakları Sunja vadisinde yer alıyordu. Düzlük boyunca yükselen yamaçları zapt edilemez kale şeklinde görülen, ataerkil bir yaşam sürdürülen ve 19. asrın ilk yarısında 100 bin kişiden biraz fazla nüfusu olan çok kavimli Çeçen bölgesinde kabile bağlarına çok önem veriliyor, her aşiret soyuyla gurur duyuyordu. Bir gözlemci “birkaç bin yıldır halkı sayısız küçük kavimlere bölen sistemin bir milleti küçük kabilelere böldüğünü ve durmak bilmeyen iç çekişmelerle… vahşi tabiatın, bunların bir araya gelmesine engel olduğunu” yazıyordu. Sorun çıktığında seçilen en yaşlılar tarafından örf ve adetler çerçevesinde çözüm aranıyor, yaşlıların tavsiye niteliğindeki kararlarının yerine getirilmesi güçlünün iradesine bağlı kalabiliyordu. Rus işgali sırasında Çeçen toplumsal düzeni çökme aşamasında olan ataerkil düzenin belirgin özelliklerinin birçoğunu taşıyordu. Çeçenler sadece şahsi özellikleriyle farklı olabiliyorlardı. Komşuları hak yada güç vasıtası ile elde edilen topraklar üzerinde yaşarken Çeçenlerde toprak tamamen topluma aitti ve bir Çeçen kendisini başka bir insanın hizmetine sunmazdı. Ama aynı zamanda bu ataerkil yaşam şeklinin çökme zamanı gelmiş ve Çeçenistan'da şahsi toprak mülkiyetinin oluşması başlamıştı. Her yerde güçlülerin topluma ait topraklara el koyduğu ve bu yüzden memnuniyetsizliklerin ortaya çıktığı belirtilmiştir. Otlanma için ayrılan ortak toprak genişliği gittikçe azalırken soy kurumlarının yerini yavaş yavaş çoğu zaman “az iş yapıp çok gelir sağlayan” mollalardan oluşan zengin temsilcilerin meclisleri almaya başlıyordu. Çeçenistan’da 19 asırda 20-40'lı yıllarda artık zengin ve yoksullar görülüyordu. Az sayıdaki köleler devamlı olarak var olan komşu topraklara saldırılar sırasında esir edilenlerden oluşuyordu. "Verimli İçkeriya'nın nüfusu Avar hanına yasak dediğimiz vergi öderdi belirli toprak arsalarından... Burada birçok şey iki taraf arasındaki güç dengesine bağlı idi." "İçkeriya'da güç kazandıktan sonra verginin ödenmesi için çaba harcamayı bıraktılar ve toprağı kendi mülkleri gibi kullanıp, verdiklerini de vermekten vazgeçtiler." "Kızılyar tüccarların aracılığı ile yürütülen ticaret, Çeçenistan'da soy-ataerkil yaşam şeklinin çökmesine neden olan sebeplerden biri idi... feodal sistemin oluşmasına katkıda bulunuyorlardı./... toplumsal sınıflar arası uçuruma yol açıyor ve devamlı tartışmaları doğuruyordu”, sorunlar Çeçenistan'da “Büyükler Meclisi tarafından karara bağlanırdı”, ama “güçlü ve etkisi olan birinin hakkı... üstünlük sağlayabiliyordu. Bu toplantılar... kavgalarla bitebiliyordu. Bazen... herkes iki tarafa bölünüyordu: yenilenler, ikamet yerlerinden kalkıp yeni yere gidip, orada yaşamlarını sürdürüyordu. Toplumun bir araya geldiği toplantılar Çeçenler için her zaman çok önemli enstitü idi." Dağıstan'ın bazı bölgelerinde de Çeçenistan'dakine benzeyen ekonomik ve sosyal özellikler bulunuyordu.” “Rus işgali öncesinde yaklaşık 500 bin nüfusun yaşadığı Kuzey ve Orta Dağıstan'da en az 45 sözde bağımsız toplum bulunurken bunların 27'si Orta Dağıstan'daydı. Buradaki durumu bir gözlemci şöyle ifade etmektedir: "Halk savaşçı bir halktır. Siyasal modeli demokrasinin en başlangıç noktası olup, korunması için mükemmel garantileri verir: fakirlik ve günahların olmaması, ki bunlar daha ileri medeniyette meydana gelir. Toplumun tüm sorunlarına beraberce çözüm bulunur. Örfleri ve şeriat onların muhakeme enstitüsüdür... molla ve kadılara başvuruda bulunuyorlar." “Genelde bekler Dağıstan'ın her yerinde nüfusa kendi malı gibi davranabilirlerdi, ama satamazlardı. Rusya'da toprak köleliğiyle tek fark da bu alınıp satılamamaydı. Ruslar feodal bağımlılığı destekliyor, sistemi han, bek, şamhal, maysum ve utsumilerin lehine güçlendiriyor, istila politikasında dayandıkları çankaları bile destekleyip bunların sınırsız iktidar gücüne arka çıkıyor ve halkın toprak köleliği en kaba şekillerde sürdürülürken vergi miktarları feodalin keyfine göre belirleniyordu.” (Yaşurka, s. 21-32, 39, 40, 54-58)

“Dağlıların yaşadıkları bölgelere kolonileştirme sistemiyle Kozakları yerleştirme uygulamaları eskiye dayalıdır. İlk uygulama 1567 yılında Rusların Terek’e gelişi sırasında olmuştur. O dönemde kolonileştirme amaç olarak değil, sınırları korumak için bir gereklilik olarak uygulanmıştır. 1769 yılından itibaren bölgede Rus egemenliğini sağlamak amacıyla II. Yekaterina’nın emriyle suni kolonileştirme başlatılmıştır. Kafkasya’yı kalıcı olarak fethetmek için kolonileştirme sistemi Kafkasya Savaşı sırasında da büyük ölçüde uygulanmıştır.” (Güneş) 

“Antik Yunan, Doğu ve Batı Roma, Selçuklu, Memlüklüler gibi farklı İslam devletlerinin de köle talebini karşılayan bir merkez… olan Kafkasya’nın kontrolü II. Mehmed döneminden itibaren Kırım Hanlığı tarafından sağlanıyordu. Kırım Tatarları tam olarak İslamlaşmamış Kafkasya üzerine akınlara çıkıyor ve buradan elde ettikleri esirleri satıyorlardı. Bu akınlar haricinde Kafkasya’da köle toplayıcıları vardı. Bu toplayıcılar ticaret ya da baskın yoluyla elde ettikleri köleleri limanlara götürerek satmaktaydı… Bunun haricinde kendilerini çocuklarını veya akrabalarını köle olarak satma adeti de Çerkesler arasında vardı.” (Kuzu)

*

İşte dünyada süregelen böyle bir mücadelenin Kafkasya’daki bölümünde işgal için ülkelerine yönelen/saldıran Çarlık Rusyasına karşı Çeçenler özellikle 1780-1860 döneminde aralıksız 80 yıl direnmiş, bu dönemde sürekli olarak vahşet ve katliamlara maruz kalmış ve sonunda da mağlup olup sürgün edilmişlerdir.

         *

                                                  1865 Yılı Çeçen Muhacir Güzergâhı 



                      Asan, (Hakan Asan, Kırım ve Kafkasya'dan Diyarbakır ve Çevresine Göçler (1876-1914): Elazığ, Malatya,        

                Mardin ve Diyarbakır Örneği), s. 95’den alınmıştır. 

                *


Daha sonra 1917-1921 döneminde Sovyetlerin kuruluşu sırasında önceki dönemdekilere benzer Rus vahşet ve katliamları tekrarlanmıştır.

*

Haydar Bammat’ın 1919'da “Kafkas birliği için ortaya koyduğu çabalar kongreden hiç destek almadı; ismi belirtilmeyen bir İngiliz bürokrat yalnızca "bu mümkün olamaz" diyerek karşı olduklarını belirtti. İkinci temsilci ise Abdul Mecit Çermof… aynı şekilde başarısız oldu.” (Bullough, s. 194, 195)


10 Mart 1921’de Stalin “Azınlıklar için yeni bir dönem vaat ediyordu”. “Rus komünistlerin Çeçenlere yardım etme istekleri fazla bir şeyi değiştirmeyecekti. Çeçenler, kendi "geri ve medeniyetten uzak durumlarından" uzaklaşmak istemiyorlardı. Aslında, bunu seviyorlardı.” “Çeçenler ve... Dağıstanlılar Ruslar tarafından yönetilmek istemiyorlardı. Ve hepsi buydu.” “1919'da, bir Çeçen Nakşibendi Şeyhi, Uzun Hacı, kendisini imam olarak ilan etti.../ Kendi gücünün sarhoşluğu içinde olan Kızıl Ordu, kurtarıcı gibi değil de yağmacı gibi geldi. "Ataerkil geleneklere ve İslam'a" saldırdılar; "ufak ceza niteliğindeki saldırılar, polis baskısı, şantaj, kan davaları, talan ve yiyecek ve hayvan yemine el konulması, Kızıl birliklere zorla askere yazma, küçük ticaretin ele geçirilmesi ve yok edilmesine" dayalı bir yönetim vardı. Çeçenleri kızdırmak için bunlardan daha iyi ne olabilirdi ki./... 10.000 kişi öldü./... isyancılar... Dağıstan'daki son savunma kaleleri de Mayıs 1921'de düştü./ Daha sonraki yirmi yıl içinde, halkın arasında saklanan "haydutlar" dağlara korku saldılar... Stalin'in Çeçenlere karşı yeni cesur siyaseti hiçbir zaman uygulanmamıştı. Hemen hemen her yıl, anti-Sovyet öğelere karşı yeni bir temizleme harekatı getirdi.../ 1931'de, Stalin'in tüm idareyi ele almasına yakın, 35.000'den fazla Çeçen tutuklandı... çoğu öldürüldü. 1937'de gerçek bir temizleme operasyonunun hemen başında 14.000 kişi daha tutuklandı; aralarında yerel Komünist Parti'nin bütün üyeleri de vardı./ Bu tutuklanmış komünistlerin suçu neydi? Milliyetler sorununda Bolşevik siyasetin söylediklerini alıntılayarak savunuyorlar ve diyorlardı ki, Rus yoldaşların, "Büyük Rus şovenizmine karşı, Çeçenleri bastırmaya yönelik tavırlara karşı daha da kararlı bir şekilde mücadele etmeleri gerekmektedir..."/ Bu sözler Stalin'in 1921'de yaptığı bir konuşmanın tekrar ifadesiydi. Maalesef, Çeçenler bu yorumları yapmakta on altı yıl gecikmişler ve bu sözlerle kendi ölüm fermanlarını imzalamışlardı... Daha çok Çeçen dağlara doğru yola çıktı, oradan Sovyet hedeflerine yöneldi. Aşağılama ve direniş döngüsü 1944'e kadar devam etti.” “1950'de SSCB Tarihi olarak okullarda okutulan ders kitabı Şamil'in direnişini, "İngiliz sermayesi ve Türk sultanının hizmetindeki gerici, milliyetçi bir hareket" olmakla suçluyordu. "Dağlı halkların gerçek çıkarlarına karşı yönelmiş bir harekettir," deniyordu.” “1944'ten sonraki beş yıl içinde sürgün edilen Çeçen ve İnguşların yüzde otuz beşi, Malkarların yüzde kırk dokuzu öldü.” (Bullough, s. 328-334)

*

1944-1957 dönemi Stalin’in marifeti olan çok acılı topyekün sürgün dönemidir.

"Sovyetler Birliği içinde bir cumhuriyet değil de Rusya için de otonom bir bölge olan Çeçenistan'ın bağımsızlık ilan etmek için yasal dayanağı” yoktu. “Şubat 1944'te, 478.479 Çeçen ve İnguş… trenlere doldurularak uzaklara” gönderildi. (Bullough, s. 247, 248)


"Soljenitsin.../ Mart 1953'te... Kazakistan'da Kok-Terek köyüne gönderilmişti. Orada bir okulda ders veriyor ve Çeçenlerin Orta Asya'da nasıl yaşadıklarını gözlemliyordu... yazdı. Onun anlattıklarına göre, Çeçenler kitle halinde işbirliğini reddettiler.” "Hiçbir Çeçen başlarındakine yaranmak veya onların gözüne girmek gibi bir çaba içinde değildi. Patronlarına kibirle ve hatta açık açık kinle karşılık veriyorlardı." “Kok-Terek'te onun zamanında geçen bir olay, Çeçenlerin teslimiyete dimdik karşı koymalarını anlatan en iyi hikayedir. Soljenitsin'in göz kamaştıran öğrencisi bir Çeçen erkek çocuğuydu. Adı Abdul Kudaev'di... çok gururlu olduğu için hiç kimseye yağcılık yapmazdı. Ama zekası ile çok saygı görürdü.” “Soljenitsin, "Yalnızca bireyler olarak değil, tüm ulus olarak birlik içinde kaderine boyun eğmeye karşı koyan bir tek ulus vardı. Onlar da Çeçenlerdi," diye yazıyordu. "Ve mucize o ki herkes onlardan korkuyor. Hiç kimse onları böyle yaşamaktan alıkoyamadı. Bu ülkeyi otuz beş senedir yöneten hükümet, onların kanunlarına saygılı olmalarını sağlayamadı." “Sultan Yaşurkayev... tek kollu yaşlı bir adamın Stalin'e her hafta yaptığı korkunç hatayı anlatan mektuplar gönderdiğini hatırlıyor. Yaşlı adam Stalin'in kendilerine yapılanları bilse buna izin vermeyeceğine inanmıştı bir kere.” “Uyanış, Çeçenlerin kaderinin korkusunu birinci elden yaşamamış ama bunu yaşamış kişilerden duyan kişilerin hareketi olacaktı.” “Yaşurkayev, bu uyanışta ufak da olsa yer aldı... 1989'da hükümetin başına geçen Zavgayev için danışman olarak çalıştı... Zavgayev alaşağı edilince... Grozni'nin hemen dışındaki evinde inek yetiştirip şiir yazmak üzerine yoğunlaştı./... 1994'te... Savaşın en yakın şahidi olacaktı./... bir deftere ne gördüyse yazdı.” “Anlattıkları... Tam bir Çeçen kitabı.” "Çeçenistan'daki hükümet Çeçen olduğu zaman, bir hükümetin etrafında oluşması gereken hava yok oldu. Herhangi bir Çeçen için, o bir hükümet değil, Moskoflar çekildiğinde iyi bir pozisyona gelmiş, tanıdıkları birisinin oğlu veya erkek kardeşiydi. Ve ne hakla? Niye ben değilim de, o? Onun babası nasıl oluyor da benim babamdan daha iyi oluyor?" “Günlüklerden parçalar daha sonra... Radyo Özgür Avrupa'da yayınlanmıştı.” “Belçika'da... buldum.  1995'te bir Rus bombası yaşamakta olduğu evi yerle bir edince 2000 yılında buraya gelmişti.” “Günlükleri birçok Avrupa diline çevrilmişti." (Bullough, s. 345-357)

              *

                                   1944 Yılı Çeçen Sürgünü Yol Haritası




Forsyth, (James Forsyth, KAFKASYA, Bir Tarih, İngilizceden Çeviren: Timuçin Binder, Birinci Basım: Eylül 2019, Ayrıntı Yayınları, İstanbul), s. 567’den alınmıştır.

                *   


Bütün bunlara karşın yaşanan katliam ve haksızlıklar sürekli inkar edilmiştir. İnkarın çarpıcı bir örneği yakın bir tarihte insani değerlerin öne çıkarılması beklenebilecek “sosyalist” dönemde yaşanmıştır. 1982 yılında Sovyetlerin en üst yetkili organlarının hepsinin imzasıyla, şaka gibi inanılması zor bir tutumla, bu kadar da olmaz dedirten bir yalanla, Çeçen-İnguşların Rusya’ya gönüllü katılımının 200. yıldönümü diye bir kutlama dahi yapılabilmiştir.

*

Kuzey Kafkasya özerk cumhuriyetlerinin önde gelen tarihçilerinin ortak imza koydukları bir makaledeki “yoruma resmi damga 30 Eylül 1982'de, S.B. Komünist Partisi Merkez Komitesi, Yüksek Sovyet'in Prezidyumu ve SSCB Bakanlar Kurulu ortaklaşa: "Çeçen-İnguş Cumhuriyeti'nin 16. kuruluş yıldönümü ve çeçeno-inguşetiya'nın Rus İmparatorluğu'na gönüllü katılımının 200. yıldönümünde cumhuriyetin işçilerine, kolhoz mensuplarına, aydınlarına ve emekçi kitlelerine en sıcak kutlamalarını ilettiğinde" vuruldu. Pravda 1 Ekim 1982." (Gammer, s. 75, 76)

*

Tüm acılara ve inkarlara karşın Çeçenler bağımsız yaşama arzularından vazgeçmemiş ve 1991’de Sovyetlerin dağılma döneminde bağımsızlıklarını tekrar ilan etmişlerdir.

Ne var ki bu kez de “demokrat” Rusya Çeçenlere geçmişteki Çarlık ve Sovyet dönemindekileri aratmayan acıları günümüzün “insan hakları” çağında yaşatmıştır. 1991-1994 dönemindeki çeşitli entrika ve saldırı girişimlerinden sonuç alamayınca sonunda ayrıntılı bir yeni sürgün planı da hazırlayarak, 11 Aralık 1994’te Çeçenlere topyekun silahlı bir saldırı başlatmıştır.

*

Aralık 1994’teki bu yeni Çeçen Sürgünü Planı metni, Kutlu-Direniş, (Tarık Cemal Kutlu, Çeçen Direniş Tarihi, 1. Basım: Mart 2005, Anka Yayınları, İstanbul), s. 588-591’de yer almaktadır.

Bu dönemde sözkonusu sürgün planı Çeçen direnişi yüzünden plandaki şekilde yürürlüğe konulamamış, ancak yine de bombalarla evleri başlarına yıkılan yüzbinlerce Çeçen vatanlarını terkedip genelde zar zor Avrupa’ya sığınmak zorunda kalmıştır.

*

Geçmişte gönüllü olarak Rusya’ya katılanların, mesela Gürcistan’ın, 1991 sonrasında bağımsız olması kabul edilirken, Rusya’ya katılmak için hiçbir zaman rıza göstermeyen Çeçenlerin bağımsızlığına, kendi kaderini tayin hakkı söylemi genel kabul gören bir ilke de olmasına rağmen, karşı çıkılabilmiştir.

Bu dönemdeki hiçbir hukuki ölçüye sığmayan saldırılarında Rusya tam anlamıyla gücüne güvenen bir zorba tavrı sergilemiştir.

Albayrak’ın tanıklığına göre dönemin Rus adalet bakanının da ifade ettiği üzere Rus iç hukukuna dahi aykırı olan bu saldırı 10 yıldan fazla bir süre her tür vahşet uygulanarak sürdürülmüştür. (Albayrak, s. 201-212)

İnsanlık dışı bu Rus saldırısının her aşaması tüm dünyada günü gününe izlenmiştir. 

Herşey apaçık göz önünde gerçekleşmiştir. 

Bu saldırı dönemi boyunca Ruslar bir yandan Çeçenleri kendi vatandaşları saydığını iddia ederken, bir yandan da sistematik olarak, aynen 19. asırda yaptıkları gibi temizlik harekatı adıyla, köylerde tek tek evlere girerek ya da şehirleri uzaktan bombalayarak sürekli olarak sivil katliamları yapmışlardır.

*

Bu dönemdeki Rus katliamlarından sadece iki örnek şöyledir:

1. Rus askerleri 7-8 Nisan 1995’te Çeçen kasabası Samaşki’de 13’ü kadın olan 103 Çeçen sivili bazılarını canlıyken yakarak evlerinde öldürmüşlerdir.


Rus Memorial İnsan Hakları Merkezi bu durumu şöyle anlatmaktadır: 

“7-8 Nisan'da Samashki'deki MVD operasyonu sonucu öldürülen kişilerin isim listesinde 13 kadın ve 90 erkek yer alıyor.”

“Erkekler arasında en yaygın ölüm nedeni, gözaltına alındıklarında, askerler bir eve veya bahçeye girdikten hemen sonra, aynı zamanda ilk dövüldükten sonra infaz tarzı ateş etmekti. Toplamda otuz kişi bu şekilde öldürüldü.”

“Aşağıdaki kişiler yanan bir evden kaçamadılar ve görünüşe göre diri diri yakıldılar: Yuki Gaitukaeva (No. 30), Madu Rasuev ve Kesirt Rasueva…  askerler evin etrafına benzin dökmüş ve ateşe vermişti.”

“8 Nisan'a kadar ITAR-TASS, "savaş sırasında" [Samashki'de] 130'dan fazla Dudayev yanlısı savaşçının öldürüldüğünü bildirmişti. Kitle iletişim araçları ertesi gün Rus komutasına atıfta bulunarak bu bilgiyi tekrarladı.”

Duma’da ise görevlilerden “hiç kimsenin herhangi bir sivili öldürmediği” belirtilmiştir. (Samaşki) 


2. Ruslar Çeçen başkenti Grozni’nin pazaryerine 27 Ekim 1999 günü öğleden sonra günün en kalabalık saatinde uzaktan füze saldırısı düzenlemiş ve bu saldırıda ilk belirlemelere göre 112 sivil ölürken 220 kişi de yaralanmıştır. 


Bir haberde bu durum şöyle anlatılmıştır: “AFP muhabirine açıklama yapan görgü tanıkları da, dün öğle saatlerinde füzelerin Grozni’ye düştüğünü gördüklerini, ardından şiddetli patlamalar duyduklarını söylediler. Kimliğini açıklamayan bir Rus askeri yetkilisi de, AFP muhabirine, Kuzey Osetya’daki bir üsten Grozni’ye karadan karaya füze fırlattıklarını belirtti. Füzeli saldırıdan önce de, Grozni’yi Rus topçusunun ilk kez ateş altına aldığı belirtildi. Şimdiye kadar Grozni, savaş uçaklarınca bombalanıyordu. Grozni’de geçen hafta pazaryeri ve diğer sivil noktalara atılan füzelerin 282 sivilin ölümüne, 400’den fazla sivilin de yaralanmasına yol açmış” olduğu anlaşılmıştır. (Yeni Şafak Gazetesi, 28 Ekim 1999, s. 5)

*

Bu dönemdeki Rus saldırılarında 50.000 kadarı çocuk olmak üzere en az 300.000 Çeçen öldürülmüştür.

On binlerce Rus askeri de ölmüştür. 

Çeçen toplumunun en az yarısı evinden olmuş ve yıllarca ülkesinden uzakta yaşamak zorunda kalmıştır.

Tarifsiz acılar yaşanmıştır.

O dönemdeki Rus vahşeti konusunda 2005 yılında hazırlanan bir metinde şunlar söylenmiştir:

*

RUS VAHŞETİNİ HERKES TESPİT VE İFADE EDİYOR, ANCAK... 

31.10.1999 günlü gazete Rusların bir günde 150 sivilli katlettiğini, 02.11.1999 günlü gazete ise bir ayda Rusların 19 ayrı sivil katliamı yaptığının belgelendiğini haber veriyor.

Rus vahşeti inanılmaz bir pervasızlıkla alenen gerçekleştiriliyor. Vahşeti herkes tespit ve ifade ediyor. Rus askerlerinin 13 Ocak 2000 günü 10 ila 60 yaş arası Çeçen erkeklerin Çeçenistan'a girişini yasaklaması üzerine tepki gösteren İnguş Devlet Başkanı Auşev, "Bunu Stalin bile yapmadı” diyor. Rus Genelkurmayının 2. adamı General Valeri Manilov “Çeçenistan'da yüzlerce sivilin öldüğünü” kabul ve itiraf ediyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü Rus birliklerinin Grozni'de sivilleri öldürdüğünü, bu şekilde 22 olay bulunduğunu açıklıyor ve Rus askerlerinin sivil Çeçenleri intikam alırcasına silahla ateş ederek öldürdüğü belgeleniyor. Katliam ve tecavüz sıradan olaylar haline dönüşmüş bulunuyor. Toplama kamplarında nazi vahşetini aratacak olaylar yaşandığı ortaya çıkıyor. Human Rights Watch Rusların işledikleri insanlık suçlarını örneklerle duyuruyor, katliamları tespit ediyor. Sivillere yönelik vahşetin her türü Çeçenistan'ın birçok bölgesinde yaşanıyor. Merkezi Londra'da bulunan Uluslararası Af Örgütü toplama kamplarında yapılan işkence konusunda uluslararası alanda soruşturma yapılması çağrısında bulunuyor, bu kamplarda işkence ve tecavüz olaylarının yaşandığını belirtiyor. Merkezi Paris'te bulunan Uluslararası Insan Hakları Federasyonu Yeltsin ve Putin savaş suçlusu diyerek yargılanmalarını istiyor. İngiliz The Guardian Gazetesi Rusya'nın Çeçenistan'da "terörist avı" adı altında dilediğini öldürdüğünü, masum halkı katlettiğini kaydederek, "Moskova, Çeçenistan'ı güç gösterme alanı haline getirdi" diyor ve Moskova'ya karşı sesinizi yükseltin çağrısı yapıyor. Uluslararası Af Örgütü Türkiye Girişim Grubu Çeçenistan için acil eylem diyor. İngiliz Lord Frank Judd başkanlığında Çeçenistan'a giden Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi heyeti üyelerinin izlenimleri "Grozni onları şok etti" ve "Akıl alır şey değil" başlıkları ile aktarılıyor. (Ek: 17 sayfa gazete kupürü) Akıl almaz vahşetin başka da sayısız tanığı ve kanıtı bulunuyor. 

Ancak "çağdaş” dünya vahşeti hiç mi hiç umursamıyor, üstüne üstlük vahşet failine yardımı sürdürüyor. Time "Rusya'ya ABD yardımının durdurulması zor görünüyor" derken, ABD'li Rubin Rusya'nın sivilleri ayırmadan saldırdığını belirtip yine de Rusya'ya yaptırım düşünmediklerini söylüyor, Rus basınında "ABD Çeçenistan konusunda taviz vermeye hazır. Ancak karşılığında ABM ve Karabağ sorunlarında yumuşama istiyor" yorumları çıkıyor, sonuç itibariyle Çeçenistan'daki insanlık suçları konusunda sadece Human Rights Watch'ın çalıştığı, bunun dışında BM ve AGIT dahil uluslararası kuruluşlar ile dünya ülkelerinin Rusya'ya tepki göstermediği belirtiliyor. İngiliz Lord Judd AKPM adına vahşeti yerinde gözlerken Putin'le diyalog kuran İngiliz Başbakanı Blair Çeçenleri terörizmle itham ediyor, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Walter Schwimmer de Rus vahşetine tepki göstermek yerine Mashadov'u çok sayıda insan hakları ihlalini göz ardı etmek ve hatta desteklemekle suçluyor. Vahşet olacağı kadar olduktan sonra BM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mary Robinson Çeçenistan'ı görmek istiyor, bölgeye gidiyor, ancak kampları göremiyor, talebi reddedilerek kamplar kendisine gösterilmiyor. Benzer bir durum AGİT için de sözkonusu oluyor. Durumu izleyip anlatan İzzet Sedes Robinson'un gergin ziyareti sonrası Cenevre'ye dönüşünde Çeçenistan'daki insan haklarına aykırı olaylarla ilgili uluslararası soruşturma açılmasını istediğini, Yüksek Komiser'e göre durumun vahim olduğunu ve Çeçenistan'da insanlık dışı olaylar cereyan ettiğini, ancak Putin ile Blair'in görüşmesi sonrasında AKPM üyelerinin hükümetleri tarafından Rusya'ya fazla hücum konusunda uyarıldığını anlatıyor. (Ek: 8 sayfa gazete kupürü) Sonrası tam anlatılana uygun oluyor. 

Bütün bunların arasında ihmal edilmeden tam anlamıyla şov da yapılıyor. Çeçenistan'da katliamların zirveye çıktığı bir dönemde 17-19 Kasım 1999 tarihlerinde İstanbul'da toplanan AGİT zirvesi sırasında söylenenlerin şov olmaktan öte bir anlamı olmadığı daha sonraki tavırlara bakıldığında açıkça ortaya çıkıyor. Apaçık katliamlar sürerken bir araya gelen dünya "yönetenlerinin" toplantısından sonra "önce insan", "insan hakları şartı", "liderlerin ortak yemini", "yeni Kafkasya düzeni" gibi başlıklar altında yazılanları, sonraki tavırlara bakıldığında, çifte standardin ve iki yüzlülüğün de zirvesi kabul etmek gerekiyor. (Ek: 6 sayfa gazete kupürü)

*

Rus vahşeti tespit edilmiş, ancak genelde karşı çıkılmamıştır. Sonrasında Ukrayna, Katar, Türkiye, İngiltere ve Almanya gibi çeşitli ülkelerdeki apaçık Rus cinayetleri dahi görmezden gelinmiş ya da cezasız bırakılmıştır.

*

Deduşka "Oğullarımı öldürdüler," dedi, “Ruslar, bir törpü aldılar... Dişlerimin arasına koydular ve böyle çevirdiler... Kökleri kaldı ama dişler döküldü." “İşkenceler bir süre sonra dayanılmaz oldu, dedi.” “Çeçen mücadelesi Kafkasya'da o güne kadar görülmemiş en kötü biçimde bastırılmıştı./ Rus tankları, 1999'da Grozni'ye döndüğünde her iki taraftan da savaşçılarda en ufak bir insanlık kalıntısı kalmamıştı. Karşısındaki kurbanın kim olduğunu düşünmeden öldürmek için saldırıyorlardı." (Bullough, s. 360-364)


2005’te “Sultan Alimkhadzhiev, hastanenin başhekimi” “beni ofisine aldı. Her gün baş etmek zorunda kaldığı felaketlerden bahsederken Çeçenlerin bilinen aşırı konukseverliğinden eser yoktu kendisinde./ "Hemen hemen bütün çocuklar, belki de yüzde seksen, psikolojik travma yaşıyor. Ölümü, patlamaları gördüler. Yaklaşık 300.000 çocuk," dedi.” “Rusların Çeçen toplumunu tümüyle ortadan kaldırmasına yönelik hareketlerinin neden olduğu bu öfke, Basayev'in nerede bulursa düşmanlarına saldırma isteğini ayakta tutuyordu. Fakat Vladikafkas'taki morgda, hızarhanedeki odunlar gibi yanyana sıralanmış çocukları hatırlamak, Basayev'in verdiği karşılığın yanlış olduğunu anlamak için yeterliydi./ Beslan'daki çocukların acısı, Çeçenistan'ın çocuklarına yardım etmedi. Basayev'in karşılığı ne kadar korkunç olsa da Rus devleti onun tepkisine karşı dayanıklı olabilirdi./ Temmuz 2006'da bir patlamada öldüğünde, Basayev'in arkasından kimse yas tutmadı. Çeçen tarihindeki en kötü dönem kapanmıştı.” (Bullough, s. 384, 385)


“2000'den sonra, Rusya Grozni'yi top ateşi, bombalar ve roketlerle ezip geçerken, 190.000'den fazla insan... batıya sığınma isteğinde bulundu.” 2003 sonrasında “20.000'den fazla Avusturyalı” “suçlulara ve ekonomik göçmenlere ev sahipliği yapmak istemediklerini belirtmişlerdi.” “Eğer kıyımdan kaçmış değil de gerçekten ekonomik göçmen olsalardı, daha büyük olasılıkla Avusturya onlara sıcak bir şekilde kucak açacaktı.” “Devleti soymanın bir görev ve zevk olduğunu düşünen bir Çeçen için, kanunlar çerçevesinde yaşayan, düzenli Avusturya sisteminden daha yabancı bir sistem olamazdı. Visita İbragimov böyle bir kişiydi... Yandarbiyev'in yandaşıydı”, “ Basayev'i Dağıstan'a yapılan saldırıya karşı nasıl uyardığını anlattı”, "Şu an Avusturya'da yaşadığım hayat en rahatı... Hiçbir şey yapmıyorum. Para alıyorum... Fakat en mutlu zamanım 1996-1999'da iki savaş arasındaki süreydi. Hiç param yoktu. Maaşlarımız yoktu, fakat mutluyduk". “Onun gibi, daha önce ayrılıkçı olan politikacılar Avrupa'nın her yerinde yaşıyorlar. Ahmet Zakayev, Londra'da. Abdi Bisultanov, Almanya'da... Fakat, sürgündeki Çeçenler onların bayrağı altında toplanmayı reddediyorlar. Bir kez daha, Çeçenler aile örgütlenmesi dışında hiçbir şekilde örgütlenemediklerini gösteriyorlar.” Varşova’da Musa “belirsizlik içindeydi.” “Polonyalı kadın... başvurusunun reddedildiğini... söyledi. Yolun sonuna gelinmişti.” “Musa donup kaldı.” “Birden çöktü... her an sınırdışı edilebilirdi." (Bullough, s. 430-444)


"Çeçenler etkin bir biçimde bağımsızlığı elde ettiler.” “Bir zamanlar otobüste bile Çeçence konuşamazdık. Bu nedenle ceza alırdık. Artık gün geçtikçe daha az Rusça duyuyorsun Çeçenistan'da.” “Bir zamanlar Grozni'ye hükmeden Ruslar gitmişti.” Kadirov: "Bağımsızlığa neden gerek olmadığını size söyleyim. Küçük bir ülkeyiz.” “Kadirov'dan sonra en önemli Rus yanlısı Çeçen olan Sulim Yamadayev'in Mart 2009'da, erkek kardeşi Moskova'da öldürüldükten yalnızca altı ay sonra Dubai'de suikaste kurban gitmişti./ Yurtdışında ölen Çeçenler yeni bir şey değil. 1993'te iki Çeçen Londra'da öldürülmüştü. Şair Yandarbiyev, 2004'te Rus ajanları tarafından öldürülmüştü." (Bullough, s. 447-452)

 

2003’te “Adlan Hasanov, Reuters'in Çeçen fotoğrafçısıydı.” “Adlan savaş hakkında konuşmak istemiyordu.” “Uzun, siyah saçları, yakışıklı ve davetkar gülümsemesiyle yüzü ve kocaman kahkahaya benzer sesiyle onu... hayal edebiliyorum şimdi.” “Arkadaşı... Adlan'ın sürekli, "Savaştan nefret ediyorum. Silahları olan insanları sevmiyorum..." diye bağırdığını söyledi./ Her zaman böyleydi. Çocukken, babası bir keresinde bir elinde portakal, bir elinde silah oğlunun seçmesi için ona uzattı. Tipik bir Çeçen genci, Rus gazetelerinin yazdığı şekliye çırak haydutlar, silahı alırdı. Adlan portakalı aldı.” “Grozni stadyumunda, 9 Mayıs 2004'te bomba patlayınca öldü. Aynı saldırıda Ahmet Kadirov da ölmüştü.” “Mezarlık Adlan'ın Grozni'nin birkaç kilometre güneyindeki Starye Atagi köyünde." "Bu kitap Adlan Khasanov'a ithaf edilmiştir." (Bullough, s. 453-459, 462) 

*


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder