23 Mart 2017 Perşembe

Benelüx+Paris "Turu"

Jolly Tours'un 13.3.2017-20.3.2017 tarihli turuna katıldık, 4 kişi olarak.
Pegasus uçağıyla 07.30'da Ankara'dan İstanbul'a, oradan da saat 11.45'te Amsterdam'a hareket ettik, az bir gecikmeyle öngörülene yakın bir zamanda gideceğimiz yere ulaştık.
Tam da Hollanda'nın Türk bakanı polis zoruyla sınır dışı ettiği günün sonrasına tesadüf eden seyahatimize engel çıkar mı, acaba, diye aklımıza geldi, ama sorun olmadı!
Katılımcı sayısı 39, rehberimiz sevimli bir genç adamdı.
***
O gün otobüsle Amsterdam'da panoramik şehir turu yaptık, Dam Meydanı'nı ve Kraliyet Sarayı'nı gördük, yürüdük, patates yedik, saat 20.30 gibi otelimize gittik, dinlendik.
Otelimiz Schinpol Havaalanı yakınlarındaki ibishotel'di, beğenmeyenler çoktu, ama ben otele bayıldım, çok hoş bir tasarımı vardı, yatağı hayatımda en rahat ettiğim yataktı ve kahvaltısı da gayet güzeldi.
Ayrıca kahvaltı salonunun girişinde kontrol yapan siyahi görevlinin bizleri Türkçe ifadelerle sevimli bir şekilde karşılayıp uğurlaması da ayrı bir hoşluktu.
Turumuzun ikinci gününde ekstra tur kapsamında Marken ve Volendam köy/kasabalarını gezdik, bir yel değirmenini ve bir peynir yapım tesisini gördük, deniz ürünleri yedik, öğleden sonra Amsterdam'a döndük, pırlanta müzesini ziyaret ettik, şehri biraz daha dolaştık, meydanlarını ve I AMSTERDAM yazısı gördük, akşam saatlerinde de ekstra olarak tekne ile kanal turu yaptık.

Amsterdam tam bir kanallar şehri dense yeridir derim, tabii doğal olarak köprüleri de bol!
Sanki Venedik'ten daha çok kanalı varmış gibi, geldi, bana!
Kanallar su baskınlarından korunmak içinmiş ve anladığım kadarıyla çok güzel tasarlanmış: deniz önüne setler çekilmiş, su gelirse de kanaldan kanala içerideki kanallara aktarılıyormuş ve kanallar dışındaki yerler sulardan korunuyormuş, suyun kanallar arasında aktarımında değirmenlerden de yararlanılıyormuş, bana, basit, ama çok etkili bir sistem gibi geldi!
Akşam aynı otelde kaldık.
Programda olmasına karşın, neden bilmiyorum, Lahey turu yapılmadı, ama hiç mesele edilmedi.
Amsterdam bence sevimli bir şehir. Fiziksel olarak olmasa da, kültürel olarak dünyanın en ilginç şehirlerinden biri olmalı: esrar-uyuşturu belli bölgelerde yasalmış, kırmızlı sokağı da... Mesai saatleri olması gereken zamanlarda bolca genç insan sürekli hareket halindeydi ve kafeler dolup taşıyordu, insanlar yiyip içiyordu, kadın-erkek çokça bisiklet kullanan vardı, özellikle Asyalı turistler çoktu.
Ne stressiz şehir dedim!
Manastır birası içtik.
***
Üçüncü gün, yani 15.3.2017 günü, kahvaltıdan sonra Köln'e gittik, "Kara" Katedrali gördük, bu katedral 155 metre yüksekliği ile dünyanın en uzun katedrali imiş ve yapımı 1200-1800'ler arasında 650 yıl sürmüşmüş, ayrıca İkinci Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin şehre attığı bomba alevlerinin islerinden oluşan karaları olduğu gibi muhafaza ediliyormuş, içi de dışı da görkemliydi, Köln'de, biraz da, temiz ve sakin olan şehir sokaklarında yürüdük, bir markete girdik, sahibi bayan Türk çıktı, konuştuk.


Öğleden sonra Luxemburg'a geldik, kenti gezdik, sevimli-hoş bir şehir, Petrus vadisini ve Dükler sarayını gördük, akşam yemeğini şehir merkezindeki bir Türk lokantasında yedik, otele gittik.
Buradaki otelimiz de ibis oteldi, ama Amsterdam'daki kadar güzel değildi.
Bir sonraki gün ekstra Remich-Schengen turuna katıldık, çok güzel bağlar, güzel doğa, sevimli köyler-evler gördük, meşhur Avrupa serbest dolaşım anlaşmasının imzalandığı Schengen Teknesi'ni de…

Fransa-Almanya-Lüxsemburg sınır üçgeninde dolaştık.
Lüxsemburg zengin ve vergiye ihtiyacı olmayan bir ülke olduğundan, dolayısıyla da vergi almadığından o bölgede akaryakıt ve içki ucuzmuş, Almanya ve Fransa'dan bile bu ürünleri almaya o bölgeye gelenler oluyormuş, biz de rehberimizin önerdiği yerden içki aldık, orada köy marketinden 16 Euro'ya aldığım viski, Ankara Duty Free'de 26 Euro idi.
Lüxsemburg, hem şehir, hem de ülke adı, ülke olarak, bir şehir, on iki köyden oluşan, 530 bin nüfuslu, üç ülke arasında, üç dilli ve dünyanın kişi başı gelir yönünden en zengin ülkesiymiş.
Aynı gün Fransa'nın Metz şehrine hareket ettik, şehri gezdik, sevimli, sakin bir şehir, öğle yemeğini burada yedik.
***
Sonra Paris'e doğru yola devam ettik.
Yakınlarda okuduğum bir kitapta, bir yerinde de Almanlar için "o Alman saygısızlığıyla" ifadesini kullanan (Dostoyevski, Ü. İnce çevirisi, s. 488),  Dostoyevski'nin Fransa-Fransızlar için mide bulandırıcı (s. 382) şeklinde bir ifade kullandığını okumuştum, ayrıca, rehberimiz de, hem Fransa'da hırsızlık ve saldırganlığa karşı dikkatli olmamız gerektiğini, hem de Fransızların kaba olduklarını sık sık söylemişti, bu ifadelerin doğruluğuna Paris'e ulaşmadan mola verdiğimiz bir alış veriş yerinde bizzat şahit oldum.
Akşam saatlerinde ulaştığımız Paris'te otobüsle şehir turu yaptık, epeyce yer gördük, ilk defa yoğun bir trafikle karşılaştık, geç saatte otele gittik.


Üç gece kaldığımız otelimizin adı C. idi, seyahatimiz boyunca kaldığımız 4 otelden en kötüsü buydu, tuvaletleri sararmış haldeydi, pek de iyi olmayan kahvaltısı için gittiğimizde sürekli yoklama yapmaları ve beyaz görevlilerin kaba tavırları da cabası.
Ancak otel görevlilerinden siyahi olanların tavırları sevimliydi, bence.
Otelimiz Afrika kökenli Arapların yaşadığı bölgede imiş ve bölge tehlikeli imiş de.
Ertesi gün, yani 17.3.2017 günü ekstra olan Paris turuna katıldık, bir çoğunu gece gördüğümüz yerleri gündüz gözüyle gördük, Eiffel Kulesi'nin ikinci katına çıktık, Seine Nehri'nde tekne turu yaptık, içine girmesek de önceki kraliyet saraylarından biri olan Louvre Müzesi yapısını dışarıdan gördük, Türk bayanların da çalıştığı Benlüx isimli bir parfüm mağazasını ziyaret ettik, Zafer Takı'nı, Napolyon'un Anıt Mezarı'nı, Panteon'u, Notre Dame (hanımımız, yani Meryem Ana) Katedrali'ni, Opera Meydanı'nı, Ressamlar Tepesi adıyla bilinen Montmarte Tepesi'ni, 1918'de yapımı biten Sacre-Coeur, yani Adaklar Kilisesi'ni, Moulen Rouge'u, parlamento binasını ve bazı başka yerleri gördük, akşam da Champs Elysees Caddesi'ni gezdik, dolaştık, akşam saat 10.00'da Eiffel'in ışıklandırmasını izledik, yorulduk, otele döndük.
Bir sonraki gün yine ekstra olan Disneyland turuna katıldık, bize göre olmadığını düşünmemize rağmen, biraz da rehberimizin konuşmaları sayesinde katıldığımız bu tur, bence, gerçekten hiç bize göre, yani bizim gibi yaşlılara göre değildi, ama yine de görmek ayrı bir deneyimdi, o gün cumartesi idi, akın akın insanlar geliyordu, her yerde kuyrukta bekleniyordu, akşam saatlerine kadar aynı şekilde sürdü gitti, biz, film çekimi sahneleri izledik, fare olduk, Hollywood asansörüne bindik, takla attık, tren bekledik, ama uzun sürünce sıkıldık, binmekten vazgeçtik, film seyrettik, kovboy kasabasını ve başka yerleri gezdik, bir de geçit töreni yürüyüşü izledik ki, bu yürüyüş görülmeye değer apayrı bir şovdu.
Disneylend'da 11.000 kişi çalışıyormuş (rehberimiz öyle söylemişti, ama tv'de çalışan sayısı 15.000 olarak ifade edildi) ve çok farklı bir dünya yaratılmış, giriş ücreti kişi başı 90 Euro imiş, ayrıca muhtelif tesisleri bulunuyormuş, insanlar orada otelde kalıp eğlence etkinliklerine katılıyorlarmış.

Biz, sadece bu tur için kişi başı ekstra 110 Euro ödedik, tur açıklama yazısında 120 Euro deniyordu, ama nedense daha düşük oldu.
Bizler diğer ekstra turlar için de daha önce180'er Euro vermiştik.
Tur açıklama yazısında Versailles turu olduğu da yazılıydı, ama bu ekstra tur yapılmadı, sarayın bakım nedeniyle ziyarete kapalı olduğu söylendi, aynı şekilde yazıda yazılı olan Romantik Paris gece turu ile LIDO SHOW turu da olmadı.
Paris, bence, her şeyden önce, meydanlar, caddeler ve kaldırımlar şehri!
Yine de trafiği yoğun.
Motosiklet çok.
On iki sokağın çıktığı ışıksız meydandaki trafik akışı ilginçti, geniş caddeleri ve özellikle geniş kaldırımları da...
Bol turist ve bol turistik eşya ticareti!
Disneyland ve turist olmasa Paris çok iş kaybederdi, sanırım.
Kibirli, kaba Parisliler de muhtemelen daha fakirleşirlerdi.
İşlevsiz Eiffel ve Disneyland, iki ayrı büyük üretim tesisi gibi, sürekli gelir sağlıyor.
Buna rağmen Parisliler insanlara tepeden bakıyor.
***
Bir sonraki gün Brugge gittik, şehri gezdik, aşıklar mekanlarını gördük, midye yedik, çok hoş olan birasından içtik, restaurantta çalışanlar Asya kökenliydi, çikolata aldık.
Akşam saatlerine yakın Brüksel'e hareket ettik, Avrupa Birliği binalarını, meşhur Brüksel Meydanı'nı, Atomium'u ve başka yerleri gördük.

Brüksel'de Gresham Belson Hotel Brussels'de kaldık, hoş bir oteldi, çalışanlar kibardı, Fransızların kabalığından sonra çok da belirgin oluyordu.
***
20.3.2017 günü saat 11.30 gibi, Charleroi havaalanına gittik ve yarım saat gecikmeli olarak Pegasus uçağıyla saat 15.00'de İstanbul'a, oradan da gece yine yarım saat gecikmeyle saat 00.15'de Ankara'ya hareket ettik.
Eve geldiğimde saat 03.00'ü geçiyordu.
***
Seyahatten şikayetim olmadı, yok, özellikle Paris başta olmak üzere, gittiğimiz yerler görmek istediğim yerlerdi, gördüm, iyi oldu.
Ama bu seyahatte gördüğüm yerleri İtalya kadar güzel bulmadım, nedense!

23.3.2017-Ankara