25 Haziran 2018 Pazartesi

BATI FELSEFESİ TARİHİ

2. CİLT
KATOLİKLİK FELSEFESİ

Bertrand Russell, (Tercüme: Ahmet Fethi, mi?), 3. Basım: Haziran 2017, Alfa Yayın, İstanbul

3 kitaplık serinin ikincisi.
*
Bilgilendirici.
*
Öğrendim.
*
Düşünmeye de zorlayıcı!
*
Sevdim.
*
Biraz daha, sistematik de olsaydı, keşke!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Katolik felsefe... Augustinus'tan Rönesansa kadar Avrupa düşüncesine egemen olan felsefedir.../... İS 400'den İS 1400'e kadar geçen dönemi kapsayan ortaçağ... Kilise... Amentüsü aracılığıyla güç ve servet kazandı... Kilisenin savaşmak zorunda kaldığı Roma ve Germen gelenekleri vardı. Roma... hukukçular arasında... Germen... feodal aristokraside çok güçlüydü.../... bu dönemde kendi zamanlarının entelektüel yaşamına katkıda bulunanlar kilise adamıydı... Dante'ye gelince, kendi zamanının dini felsefesini tam anlamıyla bilerek yazı yazan din-dışı bir kişiye rastlarız.../... ortaçağ dünyasını, çeşitli düalizm biçimleri karakterize eder... bunlar Papa ve İmparator düalizminde temsil edilir... Tanrı krallığı ve bu dünyanın krallıkları düalizmi Yeni Ahit'te bulunur; ama St. Augustinus'un Tanrı Devleti'nde sistematikleştirildi.../... iki dönem... Roma İmparatorluğu... altıncı yüzyılın sonunda, kendisini Bizans imparatorunun bir tebaası gören, ama barbar krallara karşı tutumunda kibirli olan Büyük Gregorius vardır. Onun zamanından sonra, Batı Hıristiyan dünyasında ruhban ile laikler ayrımı giderek belirginleşir. Laik aristokrasi... feodal sistemi yaratır; ruhban sınıf Hıristiyan tevazuu vaaz eder, ama yalnızca alt sınıflar buna uyar... On birinci yüzyıldan başlamak üzere Kilise büyük bir güçlükle feodal aristokrasiden kurtulmayı başarır ve bu kurtuluş, Avrupa'nın karanlık çağdan çıkışının nedenlerinden biridir./ Katolik felsefesinin ilk büyük dönemine... Platon egemendi. İkinci dönem St. Thomas Aquinas'la sonuçlanır; Thomas Aquinas ve ardıllarına göre Aristoteles, Platon'dan daha üstündür... Kilise Tanrı Devletini ve filozoflar siyasal olarak kilisenin çıkarlarını temsil eder. Felsefeyle inancı savunmak için ilgilenildi ve Müslümanlar gibi, Hıristiyan vahyin geçerliliğini kabul etmeyenlerle tartışmayı olanaklı kılmak için akla başvuruldu.../ Bir eksiksizlik ve kesinlik havası taşıyan on üçüncü yüzyıl sentezi, çeşitli nedenlerle yok oldu... en önemlisi... zengin bir ticari sınıfın büyümesiydi. Feodal aristokrasi esas olarak cahil, ahmak ve barbar olmuştu... yeni ticari sınıf din adamları kadar zekiydi, dünyevi konularda bilgiliydi... Demokratik eğilimler öne çıktı ve Papa'nın İmparatoru yenmesine yardım ettikten sonra, ekonomik yaşamı dini denetimden kurtarma işine girişti./ Ortaçağın sona ermesinin bir nedeni de, Fransa, İngiltere ve İspanya'da güçlü ulusal monarşilerin yükselişiydi... aristokrasiye karşı zengin tüccarlarla ittifak kuran krallar, on beşinci yüzyılın ortasından sonra, ulusal çıkar uğruna Papa'yla savaşacak kadar güçlüydü./ Bu arada papalık... ahlaki itibarını yitirmişti.../ Rönesans ve Reformasyon da ortaçağ sentezini bozdu.../ Bütün dönem boyunca, düşünen insanların ruh hali... derin bir mutsuzluk haliydi... Üçüncü yüzyıl... bir afet dönemiydi... beşinci yüzyıl... barbarların yerleşmesine tanık oldu. Geç Roma uygarlığının dayandığı eğitimli kent zenginlerinin büyük bölümü, çaresiz mülteci durumuna düştü... Yeni şoklar İS 1000 yılına kadar, nefes aldırmadan devam etti. Bizanslıların ve Lombardların savaşları... yok etti. Araplar Doğu Roma... büyük bölümünü fethetti... Danlar ve Normanlar Fransa'da, İngiltere'de, Sicilya'da ve güney İtalya'da büyük hasara neden oldu... yaşam pamuk ipliğine bağlıydı... yaşamı, kasvetli hurafeler daha da kötüleştirmekteydi. Hıristiyanların büyük çoğunluğunun bile cehenneme gideceği düşünülüyordu... yaşamdan tat almak olanaksızdı... Sonunda dünyevi mutluluk geri gelince, öteki dünya özleminin yoğunluğu giderek azaldı" 7-14
-"Hıristiyan dini... üç öğeden oluşmaktaydı: Birincisi... Platon'dan... gelen felsefi inançlar, ikincisi; Yahudilerden gelen bir ahlak ve tarih kavrayışı, üçüncüsü... Hıristiyanlıkta yeni olan... teoriler./... Yahudi öğeler.../... kutsal bir tarih./... Seçilmiş Halk.../... yardımseverlik.../ Yasa.../ Mesih.../ Göklerin Egemenliği" 19, 20
-"Eski Ahit'te sözü edilen ve hakkında bağımsız bir kayıt bulunan ilk kişi, İS (İÖ, olmalı, değil mi?) 853 tarihli bir Asur mektubunda adı geçen İsrail Kralı Ahab'dır. Asurlar İÖ 722'de Kuzey krallığını tamamen fethetti... O tarihten sonra tek başına Yahuda Krallığı İsrail dinini ve geleneğini muhafaza etti... İÖ 586'da Nebukadnezar Kudüs'ü ele geçirdi, Tapınağı yıktı ve... Babil'e sürdü. İÖ 538'de Medlerin ve Perslerin kralı Kyros Babil'i alınca, Babil krallığı yıkıldı. Kyros İÖ 537'de Yahudilerin Filistin'e dönmesine izin veren bir ferman çıkardı... Yahudi ortodoksluğu kristalleşmeye başladı./... Yahveh, başlangıçta, İsaril'in çocuklarını koruyan bir kabile Tanrısıydı; başka Tanrıların varlığı inkar edilmiyordu ve onlara tapmak adetti. İlk Emir "Benden başka Tanrı'n olmayacak" dendiği zaman, esaretten hemen önceki zamanda yenilik sayılan bir şey söylüyor... Biri hariç bütün dinlerin yanlış olduğu ve Tanrının putperestliği cezalandırdığı düşüncesini Yeremya ve Hezekiel icat etmiş gibi görünüyor" 21-23
-"Bir bütün olarak peygamberler aşırı milliyetçiydi ve Rabbin öteki ulusları yok edeceği günü dört gözle bekliyorlardı./... sürgünde... çok daha fazla dışlayıcı bir ortodoksluk geliştirdiler.../ Yahudiler, ilkçağın diğer uluslarından inatçı ulusal gurularıyla ayrılırlardı. Bütün diğer uluslar fethedildiklerinde, dıştan olduğu kadar içten de boyun eğiyorlardı; yalnızca Yahudiler... Tanrı'nın gazabına uğradıkları kanısını korudular. Eski Ahit'in büyük ölçüde esaretten sonra derlenen tarihsel kitapları yanıltıcı bir izlenim verir.../... sürgün sırasında Yahudi olmayanlarla evlilik yasaklandı. Dışlayıcılığın her biçimi gelişti... Tora bu dönemin bir ürünüdür. Ulusal birliği korumada başlıca kuvvetlerden biriydi./... Yeşaya Kitabı... iki farklı peygamberin eseridir. Kitabı Mukaddes araştırmacılarının İkinci-Yeşaya dedikleri ikincisi en dikkate değer peygamberdir. Rabbin "Benden başka Tanrı yoktur" dediğini bildiren ilk peygamberdir. Olasılıkla Pers etkisinin bir sonucu olarak bedenin yeniden dirilişine inanır" 24-26
-"Ezra ve Nehemya'dan sonra Yahudiler bir süre tarih sahnesinden kaybolur.../ O sıralardaki ahlak ilkeleri... çok dünyevidir. Komşular arasında itibar çok övülür. Dürüstlük en iyi politikadır... Sadaka vermek öğütlenir. Yunan etkisinin tek işareti, tıbbın övülmesidir./... Kadınları küçük görür.../.../ Bu rahat ben-bilirimci asude varoluşu, topraklarını Helenleştirmeye kararlı Seleukos kralı IV. Antiokhos kaba bir biçimde bozdu. İÖ 175'de Kudüs'te bir spor tesisi kurdu ve gençlere Yunan şapkaları takmayı ve spor yapmayı öğretti... ama kırsal nüfus arasında güçlü olan ve "Hasidim" ("Kutsal" demek) denilen bir grubun sert muhalefetiyle karşılaştılar./... Antiokhos... Yehveh'i Zeus'la özdeşleştirdi. Yahudi dininin kökünü kazımaya... kararlıdır. Kudüs... boyun eğdi; ama Kudüs'ün dışındaki Yahudiler büyük bir inatla direndi./.../ IV. Antiokhos'un zulüm dönemi, Yahudi tarihinde can alıcıydı... Hasidim'in kahramanca direnişi olmasaydı, Yahudi dini kolayca ortadan kalkabilirdi. Ortadan kalkmış olsaydı, ne Hıristiyanlık ne İslam fiilen aldıkları biçimle var olabilirdi" 28-32
-"İskenderiyeli Yahudiler Yunanlardan felsefe öğrenmeye istekliydi; ama Tora'ya... karalılıkla bağlıydılar... Tora'ya vurgu giderek özgürlüğü yok etti ve onları koyu muhafazakar hale getirdi. Bu katılık, St. Paulus'un Tora'nın egemenliğine başkaldırışını çok dikkate değer hale getirir./ Yeni Ahit... göründüğü kadar yeni bir başlangıç değildir... peygamberlik hevesi... ölmemişti... Hanok'un Kitabı... en sonuncusu İÖ 64 civarında yaşamış çeşitli yazarların bileşik eseridir... Yahudiliğin Hıristiyanlığa dönen tarafı için çok önemlidir... Erken Hıristiyan Babalar... kitabı kanon (kanun, mu?) gibi ele aldı... Özgün hali kısmen İbranice kısmen Aramice yazılmış gibi görünüyor./... Yeni Ahit öğretisini etkilemiştir" 34, 35
-"İS 66'da Yahudiler... Roma'ya başkaldırdı. Yenildiler.../ Dışarıdaki Yahudiler... önem kazanmıştı... esaret sırasında Babillilerden ticareti öğrendiler... İskenderiye kurulduktan sonra, çok sayıda Yahudi bu kente yerleşti... İskenderiyeli Yahudiler, Yahudiye Yahudilerinden daha fazla Helenleşti ve İbraniceyi unuttu. Bu nedenle Eski Ahit'i Yunancaya çevirmek zorunlu oldu; sonuç, Septuagint oldu.../ Septuagint'le (yetmiş çevirmenin eseri olduğu için "yetmiş" anlamına gelen bu ad verildi) ilgili efsaneler çıktı... ağır kusurlu.../ İsa'nın çağdaşı olan filozof Philon, düşünce alanında Yahudiler üzerindeki Yunan etkisinin en iyi örneğidir.../... Herhalde Hıristiyanlık ilk önce Yahudi ve yâri-Yahudi çevrelere çekici geldi... Kudüs'ün düşüşünden sonra Ortodoks Musevilik daha da Ortodokslaştı ve daha daraldı. Birinci yüzyıldan sonra Hıristiyanlık da kristalleşti ve Musevilik ile Hıristiyanlığın ilişkileri tamamen düşmanca ve dışlayıcı oldu... Hıristiyanlık anti-Semitizmi güçlü bir biçimde kışkırttı. Ortaçağ boyunca Yahudiler, Hıristiyan ülkelerin kültüründe hiçbir rol oynamadı... ağır zulme uğradılar. Bu dönemde Yahudiler yalnızca Müslümanlar arasında insan muamelesi gördüler.../ Ortaçağ boyunca Müslümanlar Hıristiyanlardan daha uygar ve daha insaniydi.../ Ortaçağdan sonra Yahudiler, artık bir ırk olarak değil, birey olarak uygarlığa büyük ölçüde katkıda bulunmaya devam ettiler" 40-43
-"Hıristiyanlığı başlangıçta, geliştirilmiş Musevilik olarak Yahudiler Yahudilere vaaz etti... sünnet, insanların Yahudiliğe dönmesinin önünde bir engeldi. Yiyeceklerle ilgili ritüel yasalar da sıkıcıydı. Bu iki engel, başka engel olmasaydı bile İbrani dininin evrenselleşmesini neredeyse olanaksız kılmıştı. Hıristiyanlık, St. Paulus sayesinde, Yahudilerin öğretilerinde çekici olan şeyleri alıkoyup, Yahudi olmayanların özümsemekte zorlandığı özellikleri dışarıda bıraktı./... Yahudilerin Seçilmiş Halk olduğu görüşü, Yunan gururu için çekilmez olarak kaldı. Bu görüş Gnostikler tarafından kökten reddedildi.../ Gnostikler ve Maniheistler, yönetim Hıristiyan oluncaya kadar gelişmeye devam etti. Ondan sonra inançlarını gizleme yoluna gittiler... Gnostik bir tarikatın öğretilerinden biri, Muhammed tarafından benimsendi. Bu tarikat, İsa'nın insan olduğunu... düşünüyordu.../ Hıristiyanların çağdaş Yahudilere yönelik tutumu erkenden düşmanca bir hal aldı... Devlet Hıristiyanlaştığı anda, ortaçağ biçimiyle anti-Semitizm... başladı.../ Hıristiyanlık Helenleştiği oranda, teolojik hale geldi. Yahudi teolojisi her zaman yalın olmuştur.../ Bu Yahudi yalınlığı, Sinoptik İncil'lerin (Matta, Markos ve Luka) hala ayırt edici özelliğidir; ama İsa'nın Platoncu-Stoacı Logos'la özdeşleştiği St. Yuhanna'da kayboldu. Dördüncü İncil yazarını, İnsan İsa'dan çok, teolojik figür İsa ilgilendirir.../ Yunan felsefesi ile İbrani Kutsal Yazılarının sentezi, Origenes'in zamanına (İS 185-254) kadar az çok gelişigüzel ve parçalı kaldı.../ Origenes'in dediğine göre, Tanrı -Baba, Oğul ve Kutsal Ruh- dışında hiçbir şey tamamen cisimsiz değildir.../ Origenes, Babalardan biri olarak kabul edilmesine rağmen... mahkum edildi" 44-50
-"İbrani peygamberlerden bazıları, bedenin dirileceğini öne sürdü; ama Yahudiler tinin dirileceğine inanmayı Yunanlardan öğrenmiş gibi görünüyorlar... Asyalı gizem dinlerinin öğeleri Hıristiyan teolojiye büyük ölçüde girdi; hepsinde, ölen Tanrı'nın tekrar doğacağı miti merkezi bir yer tutmaktaydı" 55
-"Mucizeler, Hıristiyan propagandada kesinlikle çok büyük bir rol oynadı; ama mucizeler, ilkçağın sonlarında çok yaygındı" 56
-"Constantinus da bunu hesaplamış gibi görünüyor. Örgütlü bir blok olarak Hıristiyanların desteği, Hıristiyanlar kollanarak elde edilecekti" 57
-"Hıristiyanlar siyasal iktidarı ele geçirir geçirmez, gayretlerini birbirlerine karşı çevirdiler... Devlet Hıristiyan olunca, iktidar ve servet biçiminde büyük ödüller din adamlarına açık hale geldi" 58
-"Constantinus'tan Khalkedon Konsili'ne kadar... İki sorun peşpeşe Hıristiyan dünyasını sarstı: Önce Üçlemenin doğası; sonra Cisimlenme öğretisi.../... yeni anlaşmazlıklar ortaya çıktı... Mısır bir yönde, Suriye başka bir yönde heretik oldu. Ortodokslardan eziyet gören bu heretikler, Doğa Roma İmparatorluğunun birliğini bozdu ve Müslüman fethini kolaylaştırdı" 59, 60
-"Dört kişiye Batı Kilisesinin Doktorları denilir: St. Ambrosius, St. Hieronymus, St. Augustinus ve Papa Büyük Gregorius... ilk üçü çağdaştı.../... Tarihin seyrini etkilemede çok az kişi bu üçünü aşmıştır.../ Dördüncü yüzyılın sonunda Batı Roma... başkenti Milano'ydu... devlet zayıf ve yetersizken... Kilise, dinç ve yetenekliydi.../ St. Ambrosius... Milano piskoposu oldu.../.../... İmparatorun da Yüce Tanrı'ya hizmet borçlu olduğu tezini ortaya attı.../.../... halkın desteğinden güç almaktaydı.../.../... Kilisenin gücünü ustaca ve cesaretle pekiştiren bir devlet adamı olarak, birinci sınıftır./ Hieronymus, Kitabı Mukaddes'in resmi Katolik versiyonu olarak bugüne kadar varlığını sürdüren Vulgata'yı çıkaran bir çevirmen olarak ünlüdür.../... beş yılı Suriye çöllerinde münzevi olarak geçirdi.../.../... bekareti korumayı Hunlar, Vandallar ve Gotlar karşısında zafer kazanmaktan daha önemli sayması tuhaftır. Düşünceleri bir kez olsun pratik devlet adamlığına yönelmez... Aynı şey Ambrosius ve Augustinus için de geçerlidir... Çağın en iyi ve en zinde bütün beyinleri dünyevi kaygılardan tamamen uzaklaşınca, İmparatorluğun çökmüş olmasına şaşmamak gerek. Diğer yanda, yıkım kaçınılmaz olduysa, Hıristiyan bakış insanlara dayanıklılık kazandırmaya ve dünyevi umutlar tükenince dini umutlarını korumalarını olanaklı kılmaya çok uygundu. St. Augustinus'un en üstün meziyeti, Tanrı Devleti'nde bu bakış açısını ifade etmesiydi./... St. Augustinus.../ 354'te... doğdu; Afrika yerlisiydi.../ İtiraflar... ünlü taklitleri oldu, özellikle de Rousseau ve Tolstoy... St. Augustinus bazı bakımlardan Tolstoy'a benzer; ama zeka bakımından ondan üstündür. Tutkulu bir adamdı; gençliğinde erdemin çok uzağındaydı... Tolstoy gibi bir günah duygusuna takıntılıydı; bu durum, onun yaşamını katı, felsefesini gayri insani yaptı. Heretikliklerle gayretli bir biçimde savaştı.../.../... Onun zamanında çok güçlü olan günah duygusu Yahudilere, kibri dış yenilgiyle uzlaştırmanın bir yolu gibi geldi... Yahudiler neden müreffeh değildi? Çünkü günahkardılar.../ Hıristiyanlar Seçilmiş Halkın yerine Kiliseyi koydu... Topluluk günahı yerine bireysel günah geçirildi. Başlangıçta günah işleyen Yahudi ulusuydu ve topluca cezalandırılıyordu... günah giderek kişiselleşti ve böylece siyasal niteliğini kaybetti... Günah... kibirle ilgilidir. Başlangıçta kibir Yahudi ulusunundu, ama daha sonra bireyin oldu... Hıristiyan teoloji iki bölümü ayrıldı: Biri Kiliseyle ilgili, diğeri bireysel ruhla ilgili. Daha sonra bunlardan ilkini Katolikler, ikincisini Protestanlar daha çok vurguladı... Hiç kimse vaftiz olmadan, dolayısıyla Kilisenin bir mensubu olmadan kurtulamaz; bu durum Kiliseyi Tanrı ile ruh arasında bir aracı haline getirir./ Doğrudan ilişki için elzem olan günahtır" 61-81
-"Eski Ahit'te öğretilen hiçlikten yaratılış, Yunan felsefesine tamamen yabancı bir düşünceydi. Platon yaratılıştan söz ederken, Tanrı'nın biçim verdiği ilkel bir maddeyi hayal eder; Aristoteles için de aynı şey geçerlidir. Onların Tanrı'sı bir Yaratıcıda çok bir mimardır... Töz öncesiz-sonrasız ve yaratılmamış olarak düşünülür; yalnızca form, Tanrı'nın iradesinin sonucudur. Bu görüşe karşı St. Augustinus... dünyanın... hiçlikten yaratıldığını savunur. Tanrı... tözü de yarattı./.../ Dünya neden daha erken yaratılmadı? Çünkü "daha erken" yoktu" 91, 92
-"410'da Gotlar Roma'yı yağmalayınca, paganlar doğal olarak felaketi eski Tanrıların terk edilmesine bağladı. Jüpiter'e tapıldığı sürece, diyorlardı, Roma güçlü kaldı... 412 ile 417 arasında yazılan Tanrı Devleti, St. Augustinus'un yanıtıydı.../.../... Hıristiyan oldukları için Gotların saygı duyduğu kiliselere sığınan çok kişi vardır... Romalılar fethedilen kentlerde hiçbir tapınağı ayakta bırakmadılar; bu bakımdan Roma'nın yağmalanması, pek çok yağmadan daaha yumuşaktı ve bu yumuşaklık Hıristiyanlığın sonucuydu./... Bazı günahkar Gotlar... öbür dünyada acısını çekecekler: Her günah bu dünyada cezalandırılsaydı, Kıyamet Gününe gerek kalmazdı.../... İffetlilik zihni bir erdemdir ve tecavüzle kaybedilmez" 95-97
-"Roma, Sabin kadınlara tecavüz edildiğinden beri, hep kötüydü" 99
-"Devlet, bütün dini konularda Kiliseye bağlı olmakla Tanrı Devletinin ancak bir parçası olabilirdi. O zamandan beri Kilisenin öğretisi bu olmuştur... İmparatorun güçlü olduğu Doğuda... Kilise... daha fazla devlete bağımlı kaldı./.../ Tanrı Devleti, kökten özgün olan çok az şey içerir. Eskatoloji Yahudi kökenlidir... Kader ve seçilme öğretisi Paulus'a aittir... Kutsal tarih ve dünyevi tarih ayrımı, Eski Ahit'te açıkça ortaya konulur. St. Augustinus'u yaptığı, bu öğeleri bir araya getirip kendi zamanının tarihiyle ilişkilendirmekti.../ Yahudi tarih örüntüsü, bütün zamanlarda ezilenlere ve talihsizlere güçlü bir çağrı niteliğindedir. St. Augustinus bu örüntüyü Hıristiyanlığa, Marx Sosyalizme uyarladı.../.../... Nazi... kavrayışları, Marx'ınkinden daha saf biçimde Eski Ahit, daha az Hıristiyandır" 108-110
-"St. Augustinus'a göre Adem... soyundan hiç kimse, kendi gücüyle günahtan uzak duramaz... Hepimiz Adem'in günahını miras aldığımız için, sonsuz laneti hak ederiz. Vaftiz olmadan ölen herkes, bebekler bile cehenneme gidecek ve sonsuz eziyet çekecek. Bundan yakınmaya hakkımız yoktur; çünkü hepimiz kötüyüz.../... Ortaçağ Kilisesinde en gaddarca şeylerin çoğu, onun evrensel suçluluk anlayışına dayanır./.../ Karanlık çağdan önceki son büyük entelektüelin uygarlığı korumakla, barbarları kovmakla ya da yönetimin suiistimallerini düzeltmekle değil, bekaretin meziyetini ve vaftiz olmayan bebeklerin lanetlendiğini vaaz etmekle ilgilenmesi tuhaftır. Kilisenin Hıristiyanlaşan barbarlara bu meşguliyetleri aktardığını gördükten sonra, izleyen çağın zalimlikte ve hurafede diğer bütün tarihsel dönemleri aşmasına şaşmamak gerek" 111-113
-"Beşinci yüzyıl... Batı Roma... çöktüğü yüzyıldı... felsefe kalmadı; bu bir yıkıcı eylem yüzyılıydı. Yine de Avrupa'nın gelişme çizgilerini belirledi. İngilizler bu yüzyılda Britanya'yı istila edip, İngiltere olmasını sağladı; Frank istilasının Galya'yı Fransa'ya dönüştürmesi ve Vandalların İspanya'yı istila edip adlarını Endülüs'e vermeleri de bu yüzyılda oldu... Batı dünyasının tamamında İmparatorluğun merkezi bürokrasisinin yerini kaba Germen krallıklar aldı... yaşam... yerelleşti. Merkezi otorite yalnızca Kilisede korundu.../.../ Bu karışıklık döneminde Kilise, Cisimlenme üzerine karışık bir tartışmayla uğraştı. Tartışmanın başkahramanları iki din adamıydı; Cyril ve Nestorios; bunlardan ilki, kazara iyi kötü St., ikincisi heretik ilan edildi. St. Cyril412'den 444'te ölene kadar İskenderiye patriğiydi; Nestorios ise İstanbul patriğiydi.../.../... bir karara varmak için 431'de Efes'te bir konsil toplantıya çağrıldı. Batılı piskoposlar önce geldi ve kapıları kilitleyip sonradan gelenleri içeri almadılar; alelacele toplantıya başkanlık eden Cyril lehine karar verdiler.../ Bu konsilin bir sonucu olarak, Nestorios bir heretik olarak mahkum edildi. Fikrini değiştirmedi; ama Suriye'de ve bütün Doğuda büyük bir taraftar kitlesine sahip Nasturilik mezhebinin korucusu oldu... İstanbul'un Katolik yönetiminin Nasturilere yaptığı eziyet, Müslümanların Suriye'yi fethetmelerine yardımcı olan bir hoşnutsuzluk yarattı./.../ Efes Artemis'in yerine Bakire Meryem'i geçirmeyi öğrenmişti... Bakire Meryem'in oraya gömüldüğü söylendi. 449'da... Efes'te bir sinod... İmparator sinodu destekledi, ama Papa tanımadı. Sonunda Papa Leo... 451'de Khalkedon'da ekümenik bir konsil toplanmasını sağladı; konsil... Cisimlenme öğretisine nihai kararı verdi. Efes Konsili, İsa'nın tek Kişi olduğuna karar vermişti; ama Khalkedon Konsili, biri insan diğeri ilahi olmak üzere iki doğa halinde var olduğuna karar verdi. Bu kararın alınmasında Papa'nın etkisi büyüktü./ Monofizitler, Nasturiler gibi, karara uymadı. Mısır... heretikliği benimsedi... Mısır'ın heretikliği, Suriye'nin karşıt heretikliği gibi, Arap fethini kolaylaştırdı./ Altıncı yüzyılda kültür tarihinde büyük önemi olan dört kişi vardı.../ İtalya'nın Gotlar tarafından fethi Roma uygarlığına son vermedi... Theodoric'in döneminde, İtalya'nın sivil yönetimi tamamen Romalıydı; İtalya'da huzur ve dini hoşgörü vardı... kral hem akıllı, hem zindeydi" 114-119
-"İustinianos... 565'e kadar hüküm sürdü ve bu uzun zaman süresince çok kötülük ve biraz da iyilik yaptı. Esas olarak Digesta'sıyla ünlüdür... Çok dindar bir adamdı... paganlığın hala hüküm sürdüğü Atina'da felsefe okullarını kapatarak dindarlığını gösterdi. Mülksüzleşen filozoflar İran'ın yolunu tuttu; orada kral tarafından çok iyi karşılandılar. Ancak İranlıların çokeşlilik ve ensest pratiklerinden dehşete kapılıp... tekrar ülkelerine döndüler ve unutulup gittiler. İustinianos... övgüye değer başka bir işe girişti; Ayaasofya'nın inşasına... Theodora... hafifmeşrep bir kadın olmasına rağmen, ikisi de çok dindardı. Daha kötüsü, Theodora bir Monofizik olma eğilimindeydi./.../ İustinianos Batı Roma... yeniden fethetmeye heveslendi. 535'te İtalya'yı istila etti... ama Gotlar toparlandı ve savaş on sekiz yıl sürdü... İtalya, barbar istilası sırasında olduğundan daha fazla acı çekti./ Roma, üç kez Bizanslılar ve iki kez de Gotlar tarafından olmak üzere beş kez ele geçirildi ve küçük bir kasaba durumuna düştü. Aynı şey... Afrika'da da oldu. Başlangıçta orduları iyi karşılandı; sonra Bizans yönetiminin yozlaştığı ve Bizans vergilerini yıkım olduğu anlaşıldı. Sonunda birçok kişi Gotların ve Vandalların geri gelmesini istedi; ama Kilise... İmparatorun yanında yer aldı.../ 568'de... İtalya, yeni ve azgın bir Germen kabilenin, Lombardların istilasına uğradı. Lombardlarla Bizanslılar arasındaki savaşlar aralıklarla iki yüz yıl, neredeyse Chaarlemange zamanına kadar sürdü... Roma ismen Bizanslılara bağlı kaldı ve papalar Doğu Roma imparatorlarına saygıyla yaklaştılar... İtalyan uygarlığı bu dönemde harabeye döndü. Venedik'i kuranlar... Attila'dan kaçanlar değil, Lombardlardan kaçanlardı" 125-127
-"... eski Roma kültüründen kalanları, her şeyden önce Kilise korudu. Kilise bu işi çok kusurlu bir biçimde yaptı; çünkü... bağnazlık ve hurafe yaygındı; laik öğrenim kötü sayılıyordu. Yine de dini kurumlar sağlam bir çerçeve yarattı.../ İlgilendiğimiz dönemde Kilisenin üç faaliyeti özel olarak dikkat çeker: Birincisi manastır hareketi; ikincisi özellikle Büyük Gregorius döneminde papalığın nüfuzu; üçüncüsü, putperest barbarların misyonerler aracılığıyla Hıristiyanlığa dönmeleri.../ Manastır hareketi dördüncü yüzyılın başında Mısır'da ve Suriye'de eşzamanlı başladı. İki biçimi vardı: Münzevi keşişler ve manastırda yaşayanlar.../.../... önde gelen diğer münzevi keşişler Suriyeliydi.../ Başlangıçta manastırcılık Kilise örgütlenmesinin tamamen dışında, kendiliğinden bir hareketti... keşişler kilise örgütlenmesinin içine sokulmadan önce, bir düzensizlik kaynağıydılar.../ Anlaşılan, keşişlerden önce -üçüncü yüzyılın ortasında- rahibeler vardı./ Temizliğe nefretle bakılıyordu. Bitler "Tanrının incileri" ve azizliğin bir işaretiydi.../ Batı manastırcılığında en ünlü isim, Benedikten Tarikatının kurucusu St. Benetictus'tur. 480 civarında... dünyaya geldi.../ Örgütlenmelerin, kurucuların niyetlerinden bağımsız, kendilerine ait bir yaşamları vardır. Bunun en çarpıcı örneği, İsa'yı, hatta Paulus'u bile şaşırtacak Katolik Kilisedir. Benedikten Tarikatı daha küçük bir örnektir.../.../ Papa Büyük Greorius'un 593'te yazılan diyaloglarından, St. Benetictus hakkında çok şey öğreniyoruz. "... öğrenilmiş bilgisizlikle eğitilmiş ve öğrenilmemiş bilgelikle donanmış olarak yola çıktı."/ Hemen mucize gösterme yeteneği kazandı... ilki, kırılan bir eleği duayla tamir etmekti" 128-133
-"... etkili eylem adamları, çoğu kez entelektüel olarak ikinci sınıftır" 138
-"590... Papa öldü ve Gregorius onun yerine geçti. Zor zamanlardı... Lombardlar İtalya'yı yerle bir ediyordu; İspanya ve Afrika, Bizanslıların zayıflığı, Vizigotların çürümüşlüğü ve Mağriplilerin soygunculuğu nedeniyle kargaşa içindeydi. Fransa'da Kuzey ile Güney arasında savaşlar vardı. Romalılar döneminde Hıristiyan olan Britanya, Sakson istilasından sonra paganlığa dönmüştü... Dini görevlerin alınıp satılması salgın halini aldı.../ Gregorius bütün bu sıkıntı kaynaklarıyla, dirayetle ve enerjiyle savaştı... Papaz Kuralları Kitabı'nın ortaçağ boyunca büyük etkisi oldu" 139, 140
-"Bu çağın büyük insanları diğer birçok çağın büyüklerinden daha aşağı olmalarına rağmen, gelecek çağlar üzerindeki etkileri daha büyük olmuştur. Roma hukuku, manastırcılık ve papalık uzun ve köklü etkisini çok büyük ölçüde İustinianos, Benedistus ve Gregorius'a borçludur. Altıncı yüzyıl insanları, kendilerinden öncekilerden daha az uygar olmalarına rağmen, sonraki dört yüzyılın insanlarından daha uygardılar ve sonunda barbarları ehlileştiren kurumların çerçevesini çizmeyi başardılar... Gregorius, sözcüğün gerçek anlamında son Romalıdır. Buyurucu ses tonu... içgüdüsel olarak aristokrat Roma gururuna da dayanır... Roma... çökerken, kendisini fethedenlerin ruhunu zincirlemeyi başardı: Petrus'un Tahtına duydukları saygı, Sezar'ın tahtından duydukları korkunun bir sonucuydu./ Doğuda tarihin seyri farklıydı... Muhammed doğdu" 147, 148
-"... dört yüzyıl süresince, papalık şaşırtıcı kararsızlıklar yaşadı. Bazen Yunan İmparatora, bazen Batılı İmparatora, bazen de yerel Roma aristokrasisine bağlı oldu; yine de... papalık iktidarı geleneğini kurdular.../ Papalar... Lombardların silahları sayesinde Yunan İmparatorlardan bağımsızlık kazandılar; ama... minnet de duymadılar. Yunan Kilisesi... İmparatora her zaman büyük ölçüde bağlı kaldı... İstanbul patrikleri... kendilerini papalık otoritesine... bağlı saymak istemediler. Bazen İmparator, İtalya'da barbarlara karşı Papa'nın yardımına ihtiyaç duyduğunda, İstanbul patriğinden çok Papa'ya yakın oluyordu.../ Bizanslılar Lombardlara yenildikten sonra papalar, bu zinde barbarlardan korkmakta haklıydılar. Charlemange önderliğinde İtalya'yı ve Almanya'yı fetheden Franklarla ittifak kurarak kurtuldular. Bu ittifak, Papa ile İmparator arasında uyumu varsayan bir anayasası bulunan Kutsal Roma İmparatorluğunu ortaya çıkardı. Ne var ki, Karolenj hanedanın gücü hızla geriledi... genel anarşi Roma aristokrasisinin fiili bağımsızlığına yol açtı; papalığı kontrol eden aristokrasi, feci sonuçlara yol açtı.../... 685'ten 752'ye kadar papalar büyük çoğunluğu Suriyeli ya da Yunandı; ama Lombardlar İtalya'yı daha fazla ele geçirdikçe, Bizans gücü geriledi. İmparator İsaurialı Leo... heretiklik olarak görülen ikona kırıcı fermanını 726'da çıkardı. Papalar buna şiddetle ve başarıyla karşı koydu; sonunda 787'de İmparatoriçe İrene'nin... yönetiminde Doğu, ,kon kırma heretikliğini terk etti. Bu arada Batıdaki olaylar da, Bizans'ın papalık üzerindeki kontrolüne ebediyen son verdi./ 751 yılında Lombardlar, Bizans İtalya'nın başkenti Ravenna'yı ele geçirdi... Papalar birçok nedenden ötürü Yunanları Lombardlara tercih etmişti... Yunanlar uygardı... Lombardalar milliyetçiydi; oysa Kilise Roma enternasyonalizmini koruyordu" 151-153
-"İstanbul patriği, ne... bağımsızlık ne de... üstünlük kazandı... İskenderiye'de, Antakya'da ve Kudüs'te başka Doğulu patrikler vardı; oysa Batıda Papa tek patrikti... Batıda din dışı kesim yüzyıllardır büyük ölçüde cahildi (Doğuda değildi) ve bu durum, Batıda Kiliseye Doğuda olmayan bir avantaj kazandırdı... Kutsal Roma imparatorları çoğu kez gerçek iktidardan yoksundu; dahası ancak Papa taç giydirince imparator oluyorlardı... Papanın Bizans egemenliğinden kurtuluşu... çok önemliydi./ Önemi büyük bazı belgeler, "Constantinus'un Bağışı" ve Sahte Buyruklar, bu döneme aittir" 155
-"Lombardlar Pepin'e ve Papaya uysalca boyun eğmedi; ama Franklarla sürekli tekrarlanan savaşlarda hezimete uğradılar. Sonunda 774'te Pepin'in oğlu Charlemange İtalya'nın üzerine yürüdü, Lombardları kesin yenilgiye uğrattı, onların kralı oldu... Almanya'nın büyük bölümünü fethetti, Saksonları ağır eziyetlerle Hıristiyanlaştırdı ve sonunda, İS 800'de Noel Günü Roma'da Papanın elinden taç giyen imparator olarak Batı Roma İmparatorluğunu kendi şahsında diriltti./ Kutsal Roma... ortaçağ teorisinde bir dönemin işaretidir. Ortaçağ bariz bir biçimde hukuki uydurmalara düşkündü... yasal otoritenin tek kaynağı görülen İstanbul'daki İmparatora hukuken hala bağlı olduğu uydurması... varlığını sürdürmüştü. Hukuki uydurmalarda usta olan Charlemange İmparatorluk tahtının boş olduğunu savundu; çünkü Doğudaki hükümdar İrene... bir kadın imparator olamayacağı için, bir gaspçıydı. Charlemange, meşruiyetini Papadan aldı... Ortaçağın meşru iktidar teorisi, hem imparatora hem papaya dayanmaktaydı; karşılıklı bağımlılıkları ikisi içinde sinir bozucuydu, ama yüzyıllarca kaçınılmaz oldu... Sonunda on üçüncü yüzyılda çatışma uzlaştırılamaz hale geldi. Papa galip geldi, ama kısa süre sonra ahlaki otoritesini yitirdi. Hem Papa hem Kutsal Roma İmparatoru varlığını sürdürdü; Papa bugüne kadar, İmparator Napoleon'un zamanına kadar. Ancak onların yetkilerine ilişkin oluşan ortaçağ teorisi, on beşinci yüzyılda etkisini yitirdi. Bu teorinin savunduğu Hıristiyan dünyanın birliği, laik alanda Fransız, İspanyol ve İngiliz monarşileri, din alanında Reformasyon tarafından yok edildi./.../ Charlemange, siyasal olarak Kiliseyle ittifak halinde, ama kişisel dindarlık yükünün altına girmeyen zinde bir barbardı. Okuyamaz ve yazamazdı... Kendi yaşamında hovardaydı... ama tebaasında kutsal yaşamı teşvik etmek için elinden geleni yaptı. Babası Pepin gibi, Almanya'da nüfuzunu geliştirmek için misyonerlerin gayretlerinden ustaca yararlandı; ama Papaların emirlerine uymasına da dikkat etti. Onlar da seve seve buna uydular; çünkü Roma barbar bir kent haline gelmişti; Papanın şahsı dışarıdan bir koruma olmadan güvende değildi... Charlemange'ın ömrü boyunca sanki yeni bir düzen başlayacak gibi görünüyordu; ama onun ölümünden sonra, teori dışında fazla bir şey kalmadı./ Kilisenin ve daha özel olarak papalığın kazanımları, Batı Roma İmparatorluğununkinden daha somuttu" 158-161
-"Yorkshire'ın kültürü bir süre Danlar tarafından yok edildi, Fransa'nınkine Normanlar zarar verdi. Sarazenler Güney İtalya'ya akın etti... onuncu yüzyıl, Batı Hıristiyan dünyasında en karanlık dönemdi.../ Charlemange'ın ölümünden... sonra Karolenj iktidarının çökmesi, başlangıçta papalığın avantajınaydı... Ortaçağ boyunca Kilisenin yetkisi büyük ölçüde kralların boşanmasıyla ilgiliydi. Krallar dik başlı tutku adamlarıydı... Kilise, kral boşanmalarına ve sıra dışı evliliklere karşı çıkma konusunda çok güçlü bir konumdaydı. İngiltere'de bu konumunu VIII. Henry döneminde kaybetti, ama VIII. Edward döneminde tekrar kazandı./ II. Lothar boşanmak isteyince... Papa... Kralın boşanma isteğini toptan geri çevirdi... Papanın iradesi üstün geldi./ Patrik İgnatios... azledildi... Bizans hükümeti Papa'dan bu işlemi onaylamasını istedi" 163, 164
-"Onuncu yüzyıl boyunca papalık, tamamen yerel Roma aristokrasisinin denetimindeydi. Papaların seçimi konusunda hala sabit bir kural yoktu.../... Onuncu yüzyılın başında en güçlü Romalılar "Senatör" Theophylact ve onun kızı Marozia'ydı; papalık bu ailede neredeyse kalıtsal hale geldi. Marozia'nın peş peşe birkaç kocası ve sayısı bilinmeyen sevgilisi oldu. Sevgililerinden birini... papalığa yükseltti. Ondan olan oğlu, Papa XI. Ioannes... oldu; on altı yaşında Papa olan... XII. Ioannes onun torunuydu.../... Piskoposlar... din dışı feodal kodamanlara benzediler.../.../ 1000 yılı, Batı Avrupa uygarlığının battığı en dip noktanın işareti kabul edilebilir.../... bir neden... hem Müslümanların hem kuzeyli barbarların fetihlerinin kesilmesidir. Gotlar, Lombardlar, Macarlar ve Normanlar peş peşe dalgalar halinde geldiler; her sürü sırası gelince Hıristiyanlaştı, ama her biri sırası gelince uygar geleneği de zayıflattı. Batı Roma... çok sayıda barbar krallığa bölündü; krallar kendi vasalları üzerindeki otoriteyi yitirdi... anarşi genelleşti... En son gelen Normanlar, uygarlığa özellikle yetenekli olduklarını gösterdiler. Sicilya'yı Sarazenlerden geri aldılar ve İtalya'yı Müslüman tehlikesinden kurtardılar. Danların Roma dünyasından kopardığı İngiltere'yi Roma dünyasına geri getirdiler. Normandiya'ya yerleşince, Fransa'nın canlanmasına olanak tanıdılar.../ 600'den 1000'e kadar... Çin şiirinin en büyük çağı... parlak İslam uygarlığı gelişti... Batı Avrupa... Uygarlığımızın kültürel içeriğinin çok büyük bölümü bize Doğu Akdeniz'den, Yunanlardan ve Yahudilerden gelir. İktidara gelince: Batı Avrupa, Pön Savaşlarından Roma'nın çöküşüne kadar egemendi; yani kabaca İÖ 200'den İS 400'e kadar altı yüzyıl boyunca. Ondan sonra Batı Avrupa'da hiçbir devlet, Çin'le, Japonya'yla ya da Halifelikle boş ölçüşemez./ Rönesanstan itibaren üstünlüğümüz, kısmen bilim ve bilimsel teknik, kısmen ortaçağda yavaş yavaş inşa edilen siyasal kurumlar sayesindedir" 166-171
-"Bilginlerin yaşamı çoğu kez mecburi göçebelik olmuştur... Beşinci yüzyılda... bilginler Germenlerden kurtulmak için Galya'dan Dış Hebridler'e kaçtı; dokuzuncu yüzyılda İskandinavlardan kurtulmak için İngiltere'den ve İrlanda'dan kaçtılar" 174
-"Avrupa ilk kez on birinci yüzyılda, daha sonra kaybedilmeyen hızlı bir ilerleme kaydetti... Manastır reformuyla başladı; sonra papalığa ve Kilise yönetimine uzandı... ilk skolastik filozofları üretti. Sarazenleri Normanlar Sicilya'dan kovdu; Hıristiyan olan Macarlar yağmacılığı bıraktı; Fransa ve İngiltere'deki Norman fetihleri, bu ülkeleri daha fazla İskandinav tecavüzünden kurtardı... barbarca olan mimarlık, ani bir yüceliğe ulaştı. Eğitim... yükseldi./ Reform hareketi... bir güdü daha vardı... din adamlarının gücünü arttırmaktı.../ Rahipler Mısır'da, Babil'de ve İran'da ayrı ve güçlü bir kast oluşturmuştu; ama Yunanistan'da ya da Roma'da böyle bir kast yoktu. İlk Hıristiyan Kilisede meslekten din adamı olanlar ile olmayanlar ayrımı aşama aşama ortaya çıktı... Ruhbanın yardımı olmadan evlilik, günahların bağışlanması ve yağ sürme olanaksızdı. Ortaçağda daha da önemlisi, töz-dönüşümüydü: Ekmek ve şarap ayinini yalnızca bir rahip icra edebilirdi... 1079'da töz-dönüşümü öğretisi... bir inanç ilkesi haline geldi./ Mucizevi güçleri sayesinde rahipler, bir kişinin sonsuz yaşamı cennette mi yoksa cehennemde mi geçireceğini belirleyebiliyorlardı. Bir kişi aforoz edilmişken ölürse cehenneme giderdi... Rahipler, onun ruhu için uygun bir para karşılığında ayinler düzenleyerek bu süreyi kısaltabiliyorlardı./... Roma sakinleri, VII. Gregorius zamanına kadar, Papa'nın şahsına fazla saygı göstermediler... gerektiğinde Papa'yı kaçırdılar, hapse attılar... ruhban sınıfı gücü için Kilise disiplini ve birleşik bir kilise yönetimi çok önemliydi.../... iki büyük kötülük, dini görevlerin alınıp satılması ve nikahsız yaşamaktı.../ Dindarların bağışları sayesinde Kilise zenginleşmişti... Kralların piskoposluk satması adettendi.../.../ pek çok semt papazı evliydi... din adamlarının bekaretinde ısrarda... siyasal güdüler vardı./ Papazlar evlenince, Kilise mallarını doğal olarak oğullarına bırakmaya çalıştılar... kutsal biri, kendini denetleyebilmelidir. Bu nedenle, din adamının bekarlığı Kilisenin ahlaki otoritesi bakımından çok önemlidir.../.../ Papalığın reformu, başlangıçta esas olarak İmparatorun eseriydi... 1055... III. Heinrich'in yardımıyla ahlaki otorite kazanan Papa, önce İmparatordan bağımsızlık, ardından ondan üstünlük talebinde bulundu. İki yüzyıl süren ve İmparatorun yenilgisiyle sonuçlanan büyük çatışma böyle başladı.../ Sonraki İmparator... zamanında papaların seçilme şekli bir kararnameyle belirlendi... Seçimde İmparatora hiçbir rol verilmedi... bu kararname, papalığın din dışı denetimden kurtuluşunda can alıcı bir adımdı" 183-193
-"... ertesi yıl (1077) Heinrich, Papa'dan af dilemeye karar verdi. Kışın ortasında... Canossa şatosunun önünde bir dilenci gibi dikildi. Papa, İmparatoru yalın ayak ve nedamet giysileri içinde üç gün bekletti. Sonunda huzura kabul edildi... Papa'nın talimatlarına uyacağına yemin ettikten sonra affedildi.../ Ne var ki, Papa'nın zaferi yanılsamaydı... Çok geçmeden hata ettiğini anladı. Heinrich'in Alman düşmanlarını artık destekleyemezdi; kendilerine ihanet edildiğini düşünüyorlardı" 197, 198
-"VII. Gregorius... argüman şöyledir: "Tanrı"yı düşüncenin olası en büyük nesnesi olarak tanımlarız... Bu nedenle Tanrı vardır./ Bu argüman, teologlar tarafından hiçbir zaman kabul edilmedi... Thomas Aquinas reddetti... Descartes, argümanı biraz değişik bir biçimde canlandırdı; Leibniz, Tanrı'nın olası olduğunu kanıtlayacak bir ekleme yapılarak argümanın geçerli hale getirilebileceğini düşündü. Kant, bir daha dirilmemek üzere yıktığını düşündü. Yine de Hegel'in ve izleyicilerinin sisteminde bir anlamda varlığını sürdürür ve Bradley'in "Olabilen ve olması gereken vardır" ilkesinde yeniden ortaya çıkar./... Gerçek soru şudur... sırf düşünebildiğimiz için düşüncemizin dışında var olduğu gösterilen bir şey var mıdır?.../... Anselmus aklı inanca bağımlı sayar. "Anlamak için inanıyorum" der... inanç olmadan anlamanın olanaksız olduğunu savunur. Tanrı, diyor, adil değil, adalettir... kaynak Platon'dur" 199-201
-"Hicret, İS 622'de gerçekleşti; Muhammed on yıl sonra öldü. Ölümünden hemen sonra Arap fetihleri başladı ve olağanüstü hızlı bir biçimde ilerlediler... Batıya doğru genişleme, Peygamberin ölümünden tam yüz yıl sonra 732'de Tours Savaşında Müslümanların yenilgisiyle durdu.../... İran ve Doğu Roma... bitkin düşmüştü. Büyük ölçüde Nesturi olan Suriyeliler, Katolik zulmüne maruz kalmaktaydı; oysa Müslümanlar... hoşgörülü davranıyorlardı. Mısır'da... Monofizitler istilacıları hoş karşıladılar. Afrika'da Araplar, Romalıların hiçbir zaman tamamen boyun eğdiremediği berberilerle ittifak kurdular... birlikte İspanya'yı istila ettiler; orada, Vizigotların ağır zulmüne uğrayan Yahudilerden yardım aldılar./.../... İlk Arap fetihleri salt yağma akınları olarak başladı ve ancak düşmanın zayıflığı görüldükten sonra kalıcı işgale dönüştü... kıt kanat bir varoluş... yirmi yıllık bir süre içinde... her türlü lüksü yaşayabilen... kişiler olarak buldular... Kuzeyli barbarların pek çoğundan... daha az yıkım olmuş ve sivil yönetim neredeyse değişmeden devam etmişti... Dahası ahali haraçtan kurtulabilmek için, çok büyük ölçüde Hıristiyanlığı bırakıp Müslüman oldu./ Arap İmparatorluğu... bir mutlak monarşiydi... 750'ye kadar devam eden... Emeviler hanedanı, Muhammed'i salt siyasal nedenlerle kabul eden kişilerce kuruldu ve daha bağnaz müminlerin her zaman karşısında yer aldı. Araplar... çok dindar bir ırk değildi; fetihlerinin asıl nedeni dinden çok yağma ve zenginlikti. Bağnaz olmamaları sayesinde... büyük nüfusları fazla zorluk çekmeden yönetebildi./ İranlılar ise... oldukça dindar ve yüksek düşünce insanlarıydı. Müslüman olduktan sonra İslamdan, Peygamberin ve sahabenin düşündüğünden daha ilginç, daha dindar ve daha felsefi bir şey ortaya çıkardılar... İranlılar uzun zamandır Şii mezhebine mensuptu. Emeviler, büyük ölçüde İran etkisiyle sonunda devrildi ve onların yerini, İran'ın çıkarlarını temsil eden Abbasiler aldı. Başkentin Şam'dan Bağdat'a taşınması, değişimin işaretiydi./ Abbasiler, siyasal olarak Emevilerden daha fazla bağnazlardan yanaydı; ama imparatorluğun tamamını alamadılar. Emevi ailesinin bir mensubu genel katliamdan kurtulup İspanya'ya kaçtı ve orada meşru hükümdar olarak kabul edildi. O zamandan beri İspanya, Müslüman dünyanın geri kalan kısmından bağımsızdı./ Erken Abbasiler döneminde halifelik en parlak dönemine ulaştı. Abbasi halifelerin en ünlüsü... Harun Reşit'tir (öl. 809). Sarayı görkemli bir lüks, şiir ve bilgi merkeziydi... bu ihtişam kısa ömürlü oldu... yerine geçen halife, ordusunu esas olarak itaatkar olmayan Türklerden oluşturdu; bu askerler halifeyi canları istediğinde gözlerini kör ettikleri ya da öldürdükleri bir zavallı durumuna düşürdü. Yine de halifelik ağır aksak varlığını sürdürdü; Abbasi hanedanın son halifesi, Bağdat'ın 800.000 sakiniyle birlikte 1256'da Moğollar tarafından öldürüldü" 203-207
-"Bugün İspanyol tarımı, Arap sulama şebekesinden yararlanmaktadır./ Müslüman dünyanın ayırt edici kültürü, Suriye'de başlamasına rağmen, en çok imparatorluğun Doğu ve Batı uçlarında, İran'da ve İspanya'da gelişti... Suriyeliler... Aristoteles hayranlarıydı. Araplar Yunan felsefesine ilişkin bilgilerini önce Suriyelilerden aldılar.../... İran'da Müslümanlar Hindistan'la ilişkiye girdi... 830 civarında... Harizmi... bir kitap yayınladı. "Hint sayıları" dememiz gerekirken "Arap" sayıları dediğimiz şeyi Batı ilk kez bu kitaptan öğrendi. Aynı yazar, on altıncı yüzyıla kadar Batıda ders kitabı olarak kullanılan bir cebir kitabı da yazdı./ İran uygarlığı... hayranlık verici olmaya devam etti... Hayyan, 1079'da takvim reformu yaptı... Firdevsi... Homeros'a denk olduğunu söylüyorlar. İranlılar mistik olarak da dikkate değerdi... tasavvuf... ileri gitti; az çok yeni-Platoncuydu./ Müslüman dünyaya Yunan etkisini getiren Nesturiler, bakışlarında hiçbir şekilde Yunan değildi... Arap filozoflar genel olarak ansiklopediktir... Yobaz ve bağnaz ahali onlara kuşkuyla bakıyordu./.../ İbn Sina... Buhara'da doğdu... Tahran'a yerleşti... tıp alanında ünlüydü... on yedinci yüzyıla kadar Avrupa'da bir tıp kılavuzu olarak kullanıldı.../.../ İbn Rüşt... Cordoba'da doğdu... kadılık yaptı.../.../... Müslüman dünyanın geri kalan kısmında katı bir Sünnilik kurgusal düşünmeye son verdi" 209-213
-"Gazali, Kuran'da gerekli her hakikat olduğu için vahiyden bağımsız kurgusal düşünceye gerek olmadığını söyleyen... bir kitap yazdı.../ İbn Rüşd Hıristiyan felsefesinde, İslam felsefesinde olduğundan daha önemlidir. İslam felsefesinde son noktaydı; Hıristiyan felsefesinde ise bir başlangıçtı... Avrupa'daki etkisi... çok büyüktü.../ Arap felsefesi, özgün bir düşünce olarak önemli değildir. İbn Sina ve İbn Rüşd gibi kişiler özünde yorumcudur... Arapça yazarlar matematik ve kimya alanında bir özgünlük sergilediler... İslam uygarlığı... sanatlarda ve teknik konularda hayranlık vericiydi; ama teorik konularda bağımsız kurgusal düşünce kapasitesi göstermedi... önemi, aktarıcı biri olmasındadır... Müslümanlar ve Bizanslılar... uygarlık aygıtını -eğitim, kitaplar, bilgili boş zaman- korudular. Barbarlıktan çıkan Batı'yı harekete geçirdiler. Müslümanlar on üçüncü yüzyılda, Bizanslılar on beşinci yüzyılda.../ İspanya'da Mağripliler ile Hıristiyanlar arasında Yahudiler yararlı bir bağlantıydı.../ İspanyol Yahudileri önemli bir filozof çıkardı: İbn Meymun. 1135'te Cordoba'da doğdu... Kahire'ye gitti... Arapça yazdı... Amacı, Aristoteles'i Yahudi teolojisiyle uzlaştırmaktı. Aristoteles ayın altındaki dünyada, vahiy ise gökyüzünde otoritedir; ama felsefe ve vahiy, Tanrı bilgisinde bir araya gelir. Hakikat arayışı dini bir görevdir" 215-217
-"On üçüncü yüzyılda Papa, İmparator karşısında kesin zafer kazandı; Lombard kentleri bağımsızlık kazandı ve skolastik felsefe en yüksek noktasına ulaştı.../... Papa II. Urbanus birinci Haçlı Seferini başlattı... kilisenin zaferi duygusu, entelektüel girişimleri teşvik etti./ Ortaçağın tuhaf yanlarından biiri, farkında olmadan özgün ve yaratıcı olmasıdır. Bütün taraflar kendi politikalarını, antika ve arkaik argümanlarla savundu. İmparator Almanya'da... feodal prensliklerine, İtalya'da Roma hukukuna... başvurdu. Lombard kentleri daha da geriye, cumhuriyetçi Roma'nın kurumlarına gitti. Papalık hak iddialarını kısmen Constantinus'un uydurma Bağışına, kısmen Eski Ahit... dayandırdı. Skolastikler ya Kutsal Yazılara ya da başlangıçta Platon'a ve daha sonra Aristoteles'e başvurdu; özgün olduklarında, bu gerçeği gizlemeye çalıştılar. Haçlı Seferleri, İslamın yükselişinden önce var olan durumu geri getirme çabasıydı./... Feodalizm özellikle İtalya'da gerilemekteydi; Roma İmparatorluğu bir anıdan ibaretti.../... Avrupa tarihi, Kilise ile laik hükümdarlar... arasında iktidar mücadelesi etrafında döner" 218-220
-"... kentlerin gücü yeniydi, ekonomik ilerlemenin bir sonucuydu ve yeni siyasal biçimlerin kaynağıydı... İtalyan kentleri çok geçmeden, edebiyatta, sanatta ve bilimde en yüksek düzeylere ulaşan bir din-dışı kültür geliştirdi.../.../... kent yöneticilerinin yurttaşlarca seçilmesini buyuran bir anayasa doğdu... bir laik hukukçular sınıfı vardı... Kiliseye bağlı gibi görünen, ama gerçek dindarlıktan yoksun özgür düşünceli olmaya yöneldiler. Dante eski tipin sonuncusudur, Boccaccio yeni tipin birincisidir./... Haçlı Seferi... amaç... diniydi... kışkırtılan dini coşkuyla birlikte papaların gücü arttı. Önemli bir sonuç da, çok sayıda Yahudinin katledilmesiydi... ticaret büyük ölçüde Hıristiyanların eline geçti./ Haçlı Seferlerinin çok farklı bir sonucu da, İstanbul'la edebi ilişkiyi uyarmak oldu... Yunancadan Latinceye birçok çeviri... yapıldı.../.../... Skolastik yöntemin kusurları... Olgulara ve bilime kayıtsızlık, yalnızca gözlemin karar verebileceği konularda akıl yürütmeye inanç, sözel ayrımlara ve inceliklere gereksiz bir vurgu" 226-229
-"On üçüncü yüzyılda ortaçağ uç noktasına ulaştı... On dördüncü yüzyıl kurumların ve felsefelerin dağılmasını, on beşinci yüzyıl bizim modern saydığımız şeyin başlangıcını getirdi. On üçüncü yüzyılın insanları çok büyüktü: III. İnnocentius, St. Francesco, II. Friedrich ve Thomas Aquinas, kendi tiplerinin farklı biçimlerde üstün temsilcileriydi... büyük başarılar da vardı: Fransa'da gotik katedralleri, romantik Charlemange, Arthur ve... edebiyatı, Magna Carta ve Avam Kamarasında anayasal yönetimin başlangıcı"239
-"Yüzyılın başındaki merkezi figür, kurnaz bir politikacı... ama Hıristiyan tevazudan yoksun Papa III. İnnocentius'du.../ Venedikliler, dördüncü Haçlı Seferi konusunda Papa'yı bir ölçüde alt etti... yeterli gemi tedarik etmede zorluklar vardı... Kudüs yerine İstanbul'u fethetmenin daha iyi olacağını savunuyorlardı... Doğu Roma... Haçlılarla hiçbir zaman yakınlık göstermemişti. Venedik'in dediğine razı olmak gerekli görüldü; İstanbul ele geçirildi... İnnocentius, İmparator Otto'yla da kavga etti ve Almanları onu tahttan indirmeye çağırdı. İndirdiler... II. Friedrich'i seçtiler.../.../ Tarihin tanıdığı en dikkate değer hükümdarlardan biri olan Friedrich... altı dili akıcı bir biçimde konuşuyor... Müslümanlarla... dostane ilişkileri vardı... Çağdaşları ona... şaşkınlıkla bakıyordu; "dünya harikası ve harikulade yenilikçi" diyorlardı... -Üç Sahtekar; bunlar Musa, İsa ve Muhammed'di- kitabının yazarı olduğu söylendi.../.../... haçlı seferine çıkmayı reddetti... Gregorius... aforoz etti... 1228'de, hala aforozluyken, sefere çıktı... Kudüs... Müslümanları kenti barışçı bir biçimde teslim etmeye ikna etti. Bu durum, Papa'yı daha da kızdırdı; kafirlerle müzakere etmek değil, savaşmak gerekirdi... Papa ile İmparator arasındaki barış, 1230'da geri geldi./.../... 1237... Papa... İmparatoru bir kez daha aforoz etti... 1250'ye kadar savaş fiilen devam etti... İmparator öldü... ardılı olmaya çalışanlar... yenilip, geride bölünmüş bir İtalya ve muzaffer bir Papa bıraktılar./... 1243'te Friedrich'in amansız düşmanı IV. Innocentius seçildi... ona karşı her türlü ahlaksız yola başvurdu... ona karşı bir haçlı seferi başlattı ve onu destekleyen herkesi aforoz etti... bunlar Friedrich'i giderek zalimleştirdi; kumpasçılar acımasızca cezalandırıldı.../... Friedrich yeni bir din kurmayı düşündü.../... siyasal olarak gericiydi. Sarayı doğuya özgüydü... İtalyan şiiri de bu sarayda başladı... İmparator olmasaydı, özgür kentler Papa'ya karşı çıkabilirdi; ama Friedrich onlardan boyun eğmelerini istediği sürece, Papa'yı bir müttefik olarak hoş karşıladılar" 240-247
-"III. Innocentius... Fransa kralını Albi heretiklerine karşı bir haçlı seferine çıkmaya çağırdı. 1209'da yapılan sefer, inanılmaz bir acımasızlıkla yürütüldü... katliam yapıldı. Heretikliği ortaya çıkarmak piskoposların işiydi... zahmetli bir iş haline geldi ve 1233'te IX. Gregorius, piskoposluğun işinin bu kısmını üstlenecek Engizisyon kurdu... Engizisyon... Uygulayıcıları genellikle Dominikenler ve Fransiskenlerdi. İngiltere'ye ya da İskandinavya'ya hiç girmedi... çok başarılı oldu... Albi heretiklerinin kökünü tamamen kuruttu" 251
-"Thomas Aquinas (... öl. 1274), skolastik filozofların en büyüğü sayılır.../.../... Hıristiyan felsefesinin temeli olarak Aristoteles'in sistemini Platon'unkine tercih etmek gerektiğine, Müslüman ve Hıristiyan İbn-Rüşdçülerin Aristoteles'i yanlış tanıttığına Kiliseyi ikna etmeyi başardı.../... en önemli eseri... Hıristiyan dininin doğruluğunu kanıtlamakla ilgilidir.../.../... vahiyde hiçbir şey akla aykırı değildir.../.../... Kanıtlar zordur ve ancak bilgililer tarafından anlaşılabilir, ama iman cahiller... için de gereklidir. Onlara vahiy yeter" 256-260
-"Aquinas'ın felsefesi genel hatlarıyla Aristoteles'inkiyle uyuşur... özgünlüğü, Aristoteles'i çok az değişiklikle Hıristiyan doğaya uyarlamasında görülür... Özgünlüğünden çok sistematikleştirmesiyle dikkate değerdir.../... Akla başvuru bir anlamda samimiyetsizdir; çünkü ulaşılacak sonuç önceden belirlenmiştir.../.../... Felsefe yapmaya başlamadan önce, hakikati zaten bilmektedir; Katolik inançta ilan edilmiştir... felsefe değil, özel savunmadır" 272-274
-"Fransisken.../ Roger Bacon... matematiğe ve bilime tutkun bir evrensel bilgi adamıydı" 275
-"V. Clemens on dördüncü yüzyılın başındaa papalığı Avignon'a taşımış, Papa daa Fransa Kralının siyasal uydusu olmuştu... Papa ile İmparator arasındaki çatışma, aslında Fransa ile Almanya arasında bir çatışmaydı. İngiltere... Fransa'yla savaş, dolayısıyla Almanya'yla ittifak halindeydi.../ Papaya muhalefetin niteliği... demokratik bir tavır kazandı. Bu durum muhalefete, sonunda Reformasyona yol açan yeni bir güç verdi./ Dante... şair olarak büyük bir yenilikçi olmasına rağmen, bir düşünür olarak kendi zamanının biraz gerisindeydi... İmparator ve Papayı ilahi olarak atanmış ve bağımsız sayar. İlahi Komedya'sında Şeytanın üç ağzı vardır... çağdışıydı./.../... Pratikte pek çok Protestan, yönetimi ele geçirince, yalnızca Papanın yerine Kralı geçirdiler... Bütün skolastikler içinde Ockhamlı, Luther'in tercih ettiği tek kişiydi" 285-287
-"On üçüncü yüzyıl... sentezini tamamlamıştı. İlk öğe saf Yunan felsefesi... Sonra, İskender'in fetihlerinin bir sonucu olarak, doğu inançlarından büyük bir akış geldi... Ölüp dirilen Tanrı... pagan Roma dünyasında geniş kesimlerinin teolojisinin parçası haline geldi... hatırı sayılır bir siyasal güç kullanabilen bir rahiplik kurumu Suriye'den, Mısır'dan, Babil'den ve İran'dan geldi. Büyük ölçüde ölümden sonraki yaşamla bağlantılı etkileyici ritüeller de aynı kaynaklardan geldi. Özellikle İran'dan, dünyayı... iyi ile... kötünün savaş alanı olarak gören bir düalizm geldi... Şeytan, Ehrimen'in bir devamıdır./ Bu barbar düşünce ve pratikler akını, yeni-Platoncu felsefede Helenik öğelerle sentezlendi... Plotinos ve Porphyrios'la birlikte pagan felsefenin gelişimi biter./... Yunan dini bozulmuştu, Doğu ritüelleriyle ve teolojileriyle rekabet edemiyordu.../ Hıristiyanlık çeşitli kaynaklardan güçlü öğeleri birleştirdi. Yahudilerden bir Kutsal Kitap... Paskalya, Yahudi Fısıh Bayramını dirilen Tanrı'nın pagan kutlamalarıyla birleştirdi... Rahipliğin gücü ve ayrılığı Doğudan alındı; ama Kilisede, Roma... yönetim yöntemleriyle giderek güçlendirildi. Eski Ahit, gizem dinleri, Yunan felsefesi ve Roma idari yöntemleri, hepsi Katolik inançta harmanlandı.../ Batı Kilisesi, eski Roma gibi... cumhuriyetten monarşiye dönüştü... Hıristiyan felsefe de, İstanbul'la ve Müslümanlarla temas sayesinde yeni öğelerle zenginleşti. On üçüncü yüzyılda Aristoteles Batıda oldukça eksiksiz bir biçimde tanındı... Platon'un mizacı, Aristoteles'inkinden daha dindardı ve Hıristiyan teoloji, neredeyse baştan itibaren Platonculuğa uyarlanmıştı... Aristoteles daha çok bir empiristti. St. Thomas, fazla istemediği halde, Platoncu rüya görmekten bilimsel gözleme dönüş yolunu hazırladı./ Katolik sentezin on dördüncü yüzyılda başlayan dağılmasında felsfeden çok dış olaylar etkili oldu. Bizans... 1204'de Latinler tarafından ele geçirildi ve 1261'e kadar... yönetimin dini Yunan değil, Katolikti; ama 1261'den sonra Papa İstanbul'u kaybetti... on dördüncü yüzyılın büyük bölümünde Papa, siyasal olarak Fransa kralının oyuncağı oldu... daha önemlisi, zengin bir ticari sınıfın yükselişi ve din dışı kesimde bilginin artmasıydı. Bu iki durum İtalya'da başladı... Kentlerin bağımsızlık ruhu vardı; İmparator artık bir tehlike olmaktan çıktığı için, Papanın aleyhine dönmeye yatkınlardı... İngiltere'de yün ticareti, bir zenginlik kaynağıydı. Çağ, geniş anlamda demokratik denilebilecek eğilimlerin çok güçlü olduğu ve milliyetçi eğilimlerin daha da güçlü olduğu bir çağdı. Çok dünyevileşen papalık... bir vergi dairesi görünümündeydi.../... VIII. Bonifatius... aşırı iddialarda bulundu. 1300'de Jübile yılı ilan etti; Roma'yı ziyaret eden... bütün Katoliklerin günahları bağışlandı.../... İtalyandı... /... kardinaller 1305'te Bordeaux Başpiskoposunu papa seçti ve V. Clemens adını aldı... Kilisedeki Fransız grubu temsil etmekteydi. Papalığı boyunca İtalya'ya hiç gitmedi. Lyons'ta taç giydi ve yaklaşık yetmiş yıl boyunca papaların kaldığı Avignon'a yerleşti.../ Tapınak Şövalyeleri olayında papanın ve kralın mali çıkarları örtüştü.../.../... Aslında papalar kısmen, yasa tanımaz Romalı soylulardan kurtulmak için Avignon'a kaçmışlardı.../ papalık bütün Katolik Kilisenin başı olarak kalmak istiyorsa, Roma'yaa dönerek Fransa'ya bağımlılıktan kurtulması gerektiği anlaşıldı... İngiliz-Fransız savaşı da Fransa'yı güvenli bir yer olmaktan çıkardı... V. Urbanus 1367'de Roma'ya gitti... Avignon'a geri döndü... Kardinaller Kolejindeki Fransız grup ile Romalı grubun uzlaşmaz olduğu anlaşıldı... İtalyan... Prignano papa seçildi... Ancak birkaç Kardinal onun seçilmesini yasadışı ilan etti ve Fransız... Robert'i seçti.../ Kırk yıl kadar süren Büyük Bölünme böyle başladı. Elbette Fransa Avignon papasını, Fransa'nın düşmanları da Roma papasını tanıdı... Sonunda 1409'da bir Konsil çağrısı yapıldı ve Pisa'da toplandı. Ne varki, gülünç bir biçimde başarısız oldu. Her iki papanın heretiklikten ve bölücülükten ötürü görevden alındığını duyurup, üçüncü bir kişiyi seçti ve o da hemen öldü; ama kardinalleri onun yerine, eski bir korsan olan Baldassare Cossa'yı seçti... Böylece ünlü bir zorba olan konsil papasıyla birlikte iki yerine üç papa oldu.../... 1414'te yeni bir Konsil... harekete geçti... 1417'de Konsil tarafından seçilen... papaya itiraz eden kalmadı./.../... 1439'da Konsil, Papanın azledildiğini duyurup bir karşı-papa seçmekle iyi niyetten uzaklaşmıştı; bu karşı-papa tarihteki son karşı-papaydı ve anında istifa etti. Aynı yıl IV. Eugenius... kendi konsilini toplayarak itibar kazandı; bu konsilde, Türklerden korkan Yunan Kilisesi de Roma'ya ismen boyun eğdi. Bu şekilde papalık siyasal olarak galip geldi" 296-309
-"Barut, feodal soyluluk karşısında merkezi hükümetleri güçlendirdi. Fransa'da ve İngiltere'de... aristokrat anarşinin bastırılmasına yardım eden zengin orta sınıflarla ittifak kurdu... Yeni kültür özünde pagandı; Yunanistan'a ve Roma'ya hayranlık duyuyor, ortaçağı küçümsüyordu. Mimarlık ve edebi üslup ilkçağ modellerine uyarlandı. İlkçağın son bakiyesi İstanbul Türklerin eline geçince, İtalya'da Yunan mülteciler hümanistler tarafından iyi karşılandı. Vasco de Gama ve Columbus dünyayı, Coprnicus gökyüzünü genişletti... uzun süren çilecilik yüzyılları, bir sanat, şiir ve haz cümbüşü içinde unutuldu... Modern dünya bu neşeli özgürlük anında doğdu" 313, 314
*
26.6.2018