19 Nisan 2023 Çarşamba

UZUNYAYLA’DAN KAFKASYA'YA


Hikmet Albayrak, Haziran 2022, Kafdav Yayınları, Ankara


Yazar 1950 Pınarbaşı/Alamescit köyü doğumlu.

*

Tarikatçı, dinci denir, ama toplumumuz-köyümüz çok laik.

*

Arka kapak yazısında “1864 yılından itibaren sürülen 1.500.000 Çerkes’den ancak 1.000.000 kadarı Osmanlı topraklarına ulaşıp yerleşebilmişlerdir./ İşte onlardan 28.500 kadarının topluca yerleştirildikleri, 70 köyden oluşan ve 1960’lı yıllara kadar dışarıya kapalı… “Uzunyayla””, deniyor.

*

Kitapta sanki benim-bizim yaşamımız da anlatılmış!

Lise sonuna kadar olan kısım ve özellikle de, s. 5-86 ve 111-137’deki köy anlatımları büyük ölçüde benim yaşamımın, bizim köylerimizdeki yaşamın da anlatımları sayılabilir. Ve, bence özellikle bu bölümlerdeki anlatım çok güzel. Bu bölümlerde, imrendim, keşke ben de böyle yazabilseydim, dedim! Ama, sanırım, biraz da Kabardey-Çeçen özelliklerindeki farklılığın etkisiyle olabilir, böyle güzel anlatmayı, maalesef ben beceremem! Ayrıca ben-biz birçok şeyin zamanında yeterince farkında da olamadık!

Özellikle köy yaşamı konusundaki bölümleri okumaktan keyif aldım! 

Bu kitapla beni buluşturan Atila’ya da teşekkürler!

*

Yazar ailesi ile ilgili bazı hususları da belgelemiş. Buna da bravo diyorum! Bu konuda da imrendim. (Albayrak, s. 290-296)

*

Köy anlatımı dışındaki kısımlarda anlatılanlarda da benim yaşadıklarımla örtüşen kesitler var, ama farklar daha çok.

Ayrıca köy dışının anlatıldığı bölümlerdeki bazı görüş ve anlatımlara da katılamadım.

*

Düğünlere gelen Çeçenlerle ilgili şu anlatım tam olarak bizim yöremiz için de geçerli olan çok kibar bir Çeçen anlatımı:

"Çeçen gençler geldiğinde herkes dikkat kesilir. Çeçenler grup olduğunda tehlikeli enerji türleri ortaya çıkar ve öngörülemez davranışlar gösterebilirler. Çeçen gençler düğünden ayrıldığında gerilim düşer herkes rahat bir nefes alırdı.” (Albayrak, s. 34)

Bizim yöremizde ayrıca genellikle kavga da olurdu.

*

Şu ifadede anlatılan durum Çerkes toplumunun Çeçenlerde olmayan bir güzelliği olmalı:

Ritüellerden biri “pseluh ve Worşer konusuydu.” Düşünce ve arzuların rafine edilerek disiplinli bir şekilde ifade edildiği şiirsel diyaloglardır, eğitim sürecinin bir halkasıdır. (Albayrak, s. 54-56)

*

Şu anlatımlar ise çok özensiz gibi geldi bana:

Teslim olduğunda “Grozni’den yola çıkan Şamil başkente üç ayda varabilmişti… kiminle savaştığımı yeni öğrendim” demişti, “silahları geri verilmiş ve serbest olduğunu nereye isterse gidebileceği söylenince Mekke ve Medine’ye gitmek istediğini dile getirmiş.” (Albayrak, s. 71)

(Zamandan kopuk olan anlatım farklı anlamlara gelebiliyor!)

“Çeçenler Afganistan işgalinde gösterdiği kahramanlıklar nedeniyle üstün hizmet madalyası almış emekli General Cahar Dudayev liderliğinde bağımsızlık… istiyordu.” (Albayrak, s. 194)

(Dudayev Afganistan işgaline katılmış mıydı?)

“Uzunyayla’dan tanıdığım iki işadamı fidye için kaçırıldı./ Net Holding’in Çeçen liderliğine verdiği plaket ve yardım çekini teslim etmek için Çeçenistan’a gidecek iki Çeçen arkadaşımız yola çıkarken İstanbul’da bir grup Uzunyaylalı bir araya geldik. Kaçırılan arkadaşlarımızın serbest bırakılması için Çeçen liderliğine bir mektup hazırlayarak giden görevlilere verdik. Bir hafta sonra giden iki Çeçen’in de fidye için kaçırıldığı haberini aldık.” (Albayrak, s. 195)

(O iki Çeçen burada belirtildiği gibi Net Holding’in plaket ve çekini teslim etmek için gitmemişti, kendi programlarındaki kendi amaçları için gitmişlerdi, ancak sanırım bu arada talep olunca Net Holding’in isteğini yerine getirerek yardımda bulunmak da istemiş olabilirler!)

Çeçenistan savaştan önce iki milyon iki yüz bin nüfusuyla Rusya Federasyonu’nun en zengin ve anayasal hakları daha fazla iki cumhuriyetten biriydi. Önce ikiye bölünerek İnguşetya ayrıldı. Savaşta hayatını kaybeden ve ülkeyi terk eden Çeçen sayısı sekiz yüz bini geçti. Kalan yedi yüz bin Çeçen Viladimir Putin’in dostu ve kuklası, tarikat lideri bir adam tarafından İslami diktatörlükle yönetiliyor.” (Albayrak, s. 212)

(Buradaki sayılar gerçeğe tamamen aykırı.)

“Dudayev iki defa Türkiye’ye gelmişti… Güreş… Çiller ile… buluşturmuştu… bir milyon dolar nakdi yardım ve askeri teçhizat yardımı almıştı. Tansu Çiller’in örtülü ödenek harcamaları ile ilgili savunma yaparken “açıklarsam savaş çıkar” dediği belki de konu bu yaşananlardı.” (Albayrak, s. 214)

(Belirtilen yardımlar ve bu konunun oturtulduğu bağlam komik kalmıyor mu?)

*

Şu ifadeler de bence genelde ibretlik durumları yansıtıyor:

Tamamen mafyatik olan “bu olaylar nedeniyle Çeçen lafını duyduğumda ürperir ve mesafeli durmaya özen gösteririm.” (Albayrak, s. 230-233)

Rusya’da “1992 yılında özgür bir anayasa ile kurulan demokratik sistem 10 yılda iyi bildikleri otokratik çarlık düzenine evrilmişti… Rusya artık bir devlet değil sanki mafya organizasyonuydu.” (Albayrak, s. 235)

“Anavatanla ilgili bütün umut ve hayallerimizi birer birer kaybederken sadece seyrediyorduk … vebalı muamelesi görüyorduk”, Adıgey’de “en tutarlı hümanist diplomat ve halkına yakın lider” olarak cumhurbaşkanı olan Carım Aslan yerinden oluyordu. (Albayrak, s. 236)

2002 seçimi doğrudan halkın yapacağı son seçim oldu. (Albayrak, s. 245) 

Federal “haklar kısıtlanmaya başlandı. Putin iktidarı güçlendikçe özgürlükçü insan hakları ve etnik özgürlükler kısıtlandı. Bu koşullarda DÇB’nin sivil ve liberal tavrı, etnik talepleri ve çalışma konularının çoğunun yeni Rusya’nın kitabında yeri yoktu.” (Albayrak, s. 274)

"Anavatanla 22 yıl devam eden işadamlığı hikayemiz burada sona ermişti”, hayallerimiz “fiyasko ile sonuçlanmış”tı, “Adige cumhuriyetinin etnik, siyasi ve kültürel haklarına kavuşacağı umudu ve hayaline kapılmıştık. Gelinen süreçte Adıgeler totaliter Sovyet rejiminde sahip oldukları hakları da ellerinden alınarak otokratik bir rejimin mağdurları olmuşlardı.” (Albayrak, s. 288)

*

Adigeler 1990’larda umutla başladıkları Kafkasya yolculuk ve ilişkilerinde Çeçenlerden uzak durmaya özellikle özen gösterdiler, bu anlayış Çeçenistan'da savaş başladıktan kısa bir süre sonrasına denk gelen Mart 1995 ayından itibaren Türkiye’de de çok belirgin oldu, bu uzak durma bence elbette Rus yönetiminin arzu ve yönlendirmesinden kaynaklanıyordu, ancak Adıgeler bu durumu doğru olmayan bir şekilde genelde bu kitapta yazarın da yaptığı gibi Çeçen mücadelesinin radikal dinciliğe evrilmesi gerekçesine bağlamaya çalıştılar, oysa asıl neden Rusları memnun etmekti, sonrasında ise, memnun ettikleri Ruslar tarafından hayal kırıklığına uğratıldılar, yazarın net şekilde anlattığı gibi 2010’larda Adıgelerin umut ve hayalleri yok oldu, hüsrana dönüştü.

Çok ibretlik bir durum değil mi?

*

Şu ifadelerde ise bence Dudayev'e haksızlık ve gerçeğe saygısızlık var!

“Yuri Kalmukov’un anlatımıyla Çeçen savaşı:... Çeçenistan bağımsızlıkta ısrar ediyordu.” Bakanlar Kurulu’nda Yeltsin askeri müdahale dediğinde “Söz aldım; “bu anayasayı hazırlayan kurulun başkanı benim… Ordunun Parlamento kararı olmadan federal birr cumhuriyete müdahale hakkı yoktur. Anayasal suç işlemiş oluruz,” dedim. Yeltsin sinirlenerek “sorumluluk bana ait imzalamak istemiyorsanız yapacağınızı biliyorsunuz,” dedi./… “Bana beş gün müsaade edin Dudayev’le yüz yüze görüşeceğim. İkna edemezsem gereğini yaparım,” cevabını verdim. Bazı üyelerde beni desteklediler. Yeltsin kabul edince… Nalçık’a gittim… Grozni’ye gittik. Onbir saat boyunca Dudayev’i savaştan vazgeçirmeye çalıştım. Çeçenistan’a anayasada olmayan genişletilmiş siyasi ve ekonomik haklar verileceğini, sadece Rusya sınırları ve bayrağını tanıyarak ülke içinde kalmasını diğer bütün uygulamalarda tam bağımsız olacağını, bir ayrılığın diğer federal cumhuriyetlerde de ayrılıkçı unsurları tetikleyeceğini uzun uzun anlattım…/ Bazen yalvardım, bazen rica ettim… ama bir adım geri atmadı. Savaşmak için Yeltsin’den daha istekliydi. Beni Ruslardan korkmakla ve Rus taraftarı olmakla suçladı… döndüm./… istifa ettim.” (Albayrak, s. 201-212)

(Yazar burada ve Güreş ile Türkeş'i tanık gösterdiği bu konudaki diğer anlatımlarda açıkça Dudayev'i savaş isteyen biri olarak resmediliyor: Böyle bir şey olabilir mi? Bu doğru olabilir mi?

Dudayev'in tavrı olsa olsa bağımsızlıkta ısrar sayılabilir, savaş istemek değil. Bağımsızlık da o dönemde diğer birçok ulusa teslim edilen bir hak olduğu gibi Çeçenlerin de en doğal hakkıydı ve zaman da bu hakkı dillendirmenin tam zamanıydı.

Bugünden bakıldığında ben de, Dudayev keşke biraz daha esnek ve "reel politik" olabilseydi, diyorum, ama bu durum, Dudayev'in ilkesel olarak çok doğru yerde durduğu ve Rusya-Adıge ilişkilerinin bugün geldiği yere bakıldığında çok yerinde tavır aldığı gerçeğini değiştirmez, hatta Rusya'nın bugün geldiği yer Dudayev'in haklılığını açıkça kanıtlar.

İkincisi, Kalmukov, "bir ayrılığın diğer federal cumhuriyetlerde de ayrılıkçı unsurları tetikleyeceğini uzun uzun anlattım", demiş, peki, birçok yerde tekrarlana gelen bu görüş doğru mu, bütün tarafların yeni anayasaya evet dediği bir ortamda artık bunun tutarlı bir yanı var mı?

Bence yazar burada Dudayev'e çok büyük bir haksızlık yapıyor.)


*

Kitaptan diğer bazı notlar:

*

Osmanlı iskanda 10 Osmanlıya 1 Çerkes olacak şekilde düzenleme yapıyordu. Amaç güç olmalarını önleyip asimilasyonu kolaylaştırmaktı. Uzunyayla iki nedenle bu uygulamanın dışında kaldı: Birincisi “bölgede göçer olarak yaşayan Avşar ve Türkmen boylarının yerleşik düzene geçmemeleri” yüzünden yaşanan sorunlar, ikincisi de “bölgeye yerleştirilen Çerkes çoğunluğun 1821’de sona eren ve Ruslara karşı verdikleri ilk mücadelelerde büyük kayıplar vermiş ama son 43 yılda yaşanan sıcak savaşa girmeyip 1860’lı yıllarda mal varlıklarını da yanlarına alarak Osmanlı’ya gelen” Kabardeylerden olmasıydı.

Öncelikle küçük bir kısmı dışında “bölge sakinlerinin tamamının sürgün değil Çarlığın verdiği izin ve serbest iradeleriyle malını mülkünü yanına alarak geldiğini belirtmeliyiz.” Rus egemenliği ve Kazak baskısı altında yaşamak yerine Müslüman Osmanlıda yaşamayı tercih etmeleri  normaldi. Ayrıca batı Çerkeslerinin uğradığı soykırıma dönüşen sürgün de endişe kaynağı olmaya devam ediyordu.

“1861 yılında Çarlığın köleliği yasaklaması Çerkes asillerinin huzurunu kaçırmış ve göçü tetikleyen bir başka unsur da bu olmuştu. Osmanlıda kölelik sorunsuz devam ediyordu.” (Albayrak, s. 13, 14)

“Batı Çerkeslerinde göç çok farklı oldu.” 1864’ten çok önce Osmanlı sarayı ile ilişkiler kurulmuş ve bireysel gelişler devam ediyordu. “Abdülaziz’in haseki sultanı, birkaç eşi ve gözdesi Çerkesti. Haremde hakim dil neredeyse Çerkesçe olmuştu. Osmanlı elitinde Çerkes Hanım alma yaygınlaşmış, adeta moda halini almıştı.” Çerkes halayık sık rastlanır bir uygulamaydı. “Akraba paşaların sayısı hergün artıyordu.” Batıda “bazı Çerkes önderler köleliğin devam etmesi için Sultan’a baskı yapıyordu./ Batı Çerkeslerinin sürgün sürecinde İstanbul çevresinde verimli topraklara iskan edilmesinde bu ilişkilerin etkisi açıktı.” (Albayrak, s. 15)

Uzunyayla su fakiri bir bölge olduğu halde buradaki “bütün yerleşim alanlarının temiz içme suyunu karşılayacak, yeteri kadar çeşme ve su kaynaklarıyla donatıldığını görebilirsiniz. Bu sistemin Kafkasya’da edinilen tecrübe ve yaşam tarzından kaynaklandığını düşünebiliriz. Varlıklı ve imkanı olan ailelerin umuma hizmet amacıyla çeşme yaptırması yaygın bir uygulamadır… çeşmelerin… köyde müşterek kullanıma uygun olmasına dikkat edilmiştir.” (Albayrak, s. 16-18) 

“Uzunyayla’da suyun yaygın olarak kullanıldığı alanlardan biri de su değirmenleriydi. Su değirmeni sahibi olmak için güçlü bir ekonomi ve devletle sıkı bağlarınız olması gerekirdi.” Ancak “değirmen kutsal bir ürün üzerinden haksızlıklar yapılan bir mekan olarak” görülerek mesafeli duranlar da olmuştu. (Albayrak, s. 18-20)

“Uzunyayla’da yüz yıl önce hiçbir mühendislik hizmeti almadan insan gücüyle açılmış sulama ve değirmen amaçlı kilometrelerce kanal sorunsuz işlevini sürdürürken, aynı akarsu ve bölgede devlet tarafından 1950 yıllarında yapılan akarsu kanalları bozulmuş ve birkaç yılda devreden çıkmıştı.” (Albayrak, s. 20)

(Benzer bir durum bizim köyümüzde de olmuştu: 1970’li yıllarda köyümüzdeki susuz bir alana o dönemin Topraksu idaresi tarafından hemen yanından akıp giden dereden bir kanalla su sağlanarak elma bahçeleri yapılıp tüm köylüye pay edilmişti, ancak çok kısa bir süre sonra bahçeler tamamen işe yaramaz hale gelip terkedildi.)

Çiçekler ve keven. (Albayrak, s. 23)

Kuşlar. (Albayrak, s. 24)

“Uzunyayla, Çerkesler gelmeden önce birkaç Ermeni yerleşim yerinin dışında göçer Avşar boylarının mevsimlik konakladığı bir bölgeydi. Osmanlı Sarayı, yerleşik düzene geçmemekte ısrar eden göçerlerden vergi alamadığı ve onları kontrol edemediği için rahatsızdır. Sultan Abdülaziz’in çıkardığı iskan kararnamesi ile Avşarlar güney illerine tehcir edilir, bölgeye Çerkes aileler yerleştirilir. Bu iskan olayı iki toplum arasında yıllarca sürecek, kimi zaman kan dökülecek biçimde yaşanacak olayların başlamasına neden olur… Avşar beyleri Çerkeslere diş bilemeyi sürdürürler.” Ozanları “Yedikleri darı giydikleri deri/…/ Sür gitsin geri” derler. Kavgaları “yıllrca sürer gider.” Ağıtçı kadın “Birer birer tükenir mi/ Kırkı birden ölmeyince” diye ağıt yakar. Osmanlıda Sarayla yakın ilişkileri olan Çerkesler batı “illerine iskan edilerek saraya bir koruma çemberi” oluşturulurken, diğer “Çerkes boyları ise, Celalilere set olacak biçimde Samsun-Amman… boyunca iskan edilirler.” Birçok aile de güneyin sıcağından kurtulmak için Uzunyaylaya gelir. (Albayrak, s. 25-27)

(Buradaki ağıdın bizim bildiğimiz versiyonundaki ifade “Bir Çerkeze ağıt molur/ Kırkı birden ölmeyince” şeklindeydi.)

Bölgede Karakuyu köyü yakınlarındaki 1933 yılında Osten tarafından fark edilen MÖ 1300’lerde yaıldığı bilinen Hitit barajının “tipik toprak dolgu taşkın barajın mühendislik detayları benim İ.T.Ü İnşaat Fakültesinde master konusu olan “toprak dolgu baraj” bilgileriyle birebir örtüşüyordu. Sadece kullanılan gereçler metal yerine ahşap ve taşla karşılanmıştı.” (Albayrak, s. 27, 28)

“Çarlık 1763 yılında topyekun Çerkesya’yı işgal savaşını başlattı… bölgeye Kazakları… yerleştirdi… 47 yıl devam eden vatan savunması 1821 yılına kadar devam edebildi. 1821 yılında doğu Adıgeleri teslim oldu.” Teslim olmayan bir kısmı batıya göç edip 1864’e kadar savaşa devam etti. Sovyetler de Kabardeylere operasyon yaptı, “Mezdog bölgesini Osetya’ya, petrol yatakları bulunan Melğebey (Koyun Şişiren) bölgesini Çeçenistan’a bağladı”, en değerli sıcak su kaplıca bölgesini Kazaklara verdi, Kazak ve Balkarlarla nüfus dengesini değiştirdi. (Albayrak, s. 30, 31)

“7-Klahsteney/ Bölgede on Kabardey… iki Çeçen (Çardak, Küçüksu)... köyü yer almaktadır…/… farklı bölgelerden gelmiş olmalarına… rağmen herhangi bir kültür çatışması yaşanmıyordu. Tersine bu durumun renkli bir zenginlik ve tatlı rekabet ortamı yarattığını görebiliyoruz…/ Abazalar bölgenin sert ve nisbeten asabi halkıdır…/ Hatukoylar… em pragmatik…/ Abzehler… entelektüel…/ Çeçenler ise sayıca az ve Çerkeslerle ilişkileri mesafelidir. Çeçenler sinirlendiklerinde Kabardeylere boz köle derler… Çeçenler aynı zamanda kimlikleri ile ilgili çok korumacı ve serttirler…/ Uzunyayla halkı cenaze ve düğünlerde bir araya gelirler… civar köylerden gençler gece düğüne gelirler… Çeçen gençler geldiğinde herkes dikkat kesilir. Çeçenler grup olduğunda tehlikeli enerji türleri ortaya çıkar ve öngörülemez davranışlar gösterebilirler. Çeçen gençler düğünden ayrıldığında gerilim düşer herkes rahat bir nefes alırdı./ Abaza gençleri için de hadise ve küçük kavgalar çıkarmak görev ve gelenekti. Muhatap bulamazlarsa kendi aralarında sözlü sataşmalar yaşarlardı.” (Albayrak, s. 32-34)

1877-78’de Plevne’de Osmanlı ordusunda yer alan Çerkezler savaş “sırasında bir gün karşı cephede Çerkes kıyafeti giyen Rus askerini görürler”, ilişki kurup gece görüşür ve dans ederler. (Albayrak, s. 50)

Yaz geldiğinde “bütün ailelerin ilk işlerinden biri evlerinin beyaz badanalarını yenilemekti.” (Albayrak, s. 50)

Köyümüzde “detayını anlatmak istemediğim tatsız bir olay yaşanmıştı”. Ve lamba. (Albayrak, s. 51)

“Ermeni asıllı ve Çerkes geleneklerini içselleştirmiş popüler düğünlerin yöneticisi Habek”. (Albayrak, s. 53)

(Bizde de benzeri vardı. Adı neydi? Ne kadar unutkan olmuşum! Bunamaya doğru mu?)

Ritüellerden biri “pseluh ve Worşer konusuydu.” Düşünce ve arzuların rafine edilerek disiplinli bir şekilde ifade edildiği şiirsel diyaloglardır, eğitim sürecinin bir halkasıdır. (Albayrak, s. 54-56)

Çorba “ve pilavın çocukların midelerini büyüttüğü… göbekli olurlar.” (Albayrak, s. 62)

“Pınarbaşı 1861 yılına kadar küçük bir Ermeni köyüymüş. 1861’de Sultan Abdülaziz fermanıyla Aziziye adıyla Sivas Valiliğine bağlı bir ilçe olmuş. Kayaönü mahallesine varlıklı Çerkesler ile, kamu personeli ve kasaba eşrafı iskan edilmiş. Ermeni… işçiliğinin öne çıktığı nitelikli ev ve konaklar bu mahallede yer alıyordu.” (Albayrak, s. 68, 69) 

Teslim olduğunda “Grozni’den yola çıkan Şamil başkente üç ayda varabilmişti… kiminle savaştığımı yeni öğrendim” demişti, “silahları geri verilmiş ve serbest olduğunu nereye isterse gidebileceği söylenince Mekke ve Medine’ye gitmek istediğini dile getirmiş.” (Albayrak, s. 71)

“Sağcı grupla Rusya karşıtlığında beraberdik ama sebeplerimiz farklıydı… Sağcı gruptaki bazı arkadaşların kızdıklarında bize Rus tohumu demeleri canımızı yakıyordu… Aynı anda Rus tohumu ve hain Çerkes olmak ağır bir yüktü./ Milli Güvenlik ve Cumhuriyet Tarihi dersleri işkence gibiydi. Her an Çerkes Ethem’in hainliği gündeme gelebilir ve suçlamalar Ethem’den öteye kayıp biz Çerkes çocuklarına yönelebilirdi.” (Albayrak, s. 77 ve 78, 79)

En çok Çerkesin olduğu Kayseri “en kabul görmedikleri yerleşim yeridir.” (Albayrak, s. 79 ve 80)

“Son otuz yıl boyunca ülkede tarım politikalarının sonucu Uzunyayla köyleri hızla boşaldı. Çerkesler devletle mesafeli yaşayan bir toplum olduğu için devlet imkanlarından faydalanma alışkanlıkları yoktur. Sadaka kültüründen uzak imece usulüyle yardımlaşma sağlanır.” (Albayrak, s. 81)

Gizli “gizli Çerkes öğrenci araştırmasına başladım…/ Çerkes kültürüyle büyümüş bütün insanlarda bu arayış hep vardır.” (Albayrak, s. 87)

Yol güzergahının belirlenmesinde eşekten faydalanma konusundaki fıkranın öznesi Amerikalı olan bir versiyonunu görmüştüm, buradaki bir anlatımda özne mühendis olmuş. (Albayrak, s. 91)

Kazım Taymaz. (Albayrak, s. 91, 92)

68’lilerle birlikte iken “yaşadığım birkaç olay beni başka bir noktaya atarak bir daha değişmemek üzere Çerkeslerle ilgili konularla ilgilenmeye yönlendirdi.” (Albayrak, s. 93)

“Dindar öğrenciler… sessiz ve görünmez bir tavır içindeydiler.” (Albayrak, s. 96)

Kafkaslı gelince bulur, yakışıklı delikanlı ve güzel kızları “arardık… ancak karşılık bulmuyorduk.” Bazıları Kafkasya ile ilgili her şeyi “kutsallaştırırken ben hayal kırıklığı içindeydim. Erkekler tıknaz ve göbekliydiler.” (Albayrak, s. 105)

Sovyet uygulamalarının tutarsızlıkları. “Sovyet yönetimi bu tür kuralları feodal düşünce ürünü diye halktan uzak tutmuştu.” (Albayrak, s. 114-119, 167, 183-185)

“Kaddafi, devrimde Mısırata şehrinde yaşayan bütün Çerkesleri halk düşmanı ilan etti.” (Albayrak, s. 138)

İki “milyon Çerkesin Türkiye’de yaşadığı…” (Albayrak, s. 157)

“Çerkesler’de 1861 yılına kadar uygulanan farklı bir kast sistemi vardı… En altta serfler ve hizmetkarlar olup bunların hiçbir özgürlükleri yoktur. Çağdaş demokrasi ve insan hak ve özgürlüklerine aykırı bu yapı Rusya’da 1861 yılında yasaklandı. Ülkemizde bu utanç verici yapılanma 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanı ile sona ermiş oldu.” (Albayrak, s. 166, 167)

“Bir kaç gün sonra eski ülkücü ve Karadenizli bir güruh bakanlığa doluşunca” inşaat işindeki işlevi sona eriyor. (Albayrak, s. 170)

1990 sonrasında dahi “Rusların nezdinde Kafkasyalılar kültürsüz dağlı gruplardır. Hiçbir Rus Kafkaslı biriyle iş yapmak istemez.” (Albayrak, s. 173)

“Tarih onlara göre 1917’de başlıyordu.” (Albayrak, s. 174)

“Çeçen asıllı… Hasbulatov etrafında kümeleşen parlamenterler ve Yeltsin karşıtları parlamentodan çıkmıyorlardı.” (Albayrak, s. 175)

“Petersburg istasyonunda Zavur bizi karşıladı. Onu tanımak hiç zor olmadı. Biz Çerkesler göz göze geldiğimizde karşımızdakinin Çerkes olup olmadığını anlamakta zorluk çekmeyiz.” (Albayrak, s. 177)

“Cumhuriyetler bağımsız olunca sisten bloke olmuş, bütün bağlar kopmuştu. Rusya geneline göre kargaşadan en az etkilenen bölge Kafkasya olmuştu. Nüfusun yarısı köylerde yerleşikti”. (Albayrak, s. 181)

Havaalanına getirilen Kazak polis kontrol için Kabartayın dışişleri bakanını donu dışında soyunduruyor, sonrasında “Bu Kazakların Çerkeslere düşmanlığı hiç bitmeyecek”, diyebildi. (Albayrak, s. 187)

Rusya dönmek isteyenler için 5 yıl süreli geçici bir yasa çıkarıyor, vatandaşlık veriyor, pek fazla olmasa da bir ölçüde bu yasadan yararlananlar oluyor, süre sonunda yasa yürürlükten kalkıyor, ayrıca Rus anlayışı da tamamen değişip engelleyici hale geliyor. (Albayrak, s. 192-196)

“Çeçenler Afganistan işgalinde gösterdiği kahramanlıklar nedeniyle üstün hizmet madalyası almış emekli General Cahar Dudayev liderliğinde bağımsızlık… istiyordu.” (Albayrak, s. 194)

“Başlangıçta Rus kamuoyu Çeçenleri destekledi… Amerika desteği ve Suudiler olaya dahil oldu. Mücadelenin merkezine tarikat ve El Kaide unsurları hakim olmaya başladı. Ulusal kurtuluş savaşı siyasi radikalizme evrildi. Mafyalaşma ve kitlesel terör olayları nedeniyle halkın desteği kayboldu… Uzunyayla’dan tanıdığım iki işadamı fidye için kaçırıldı./ Net Holding’in Çeçen liderliğine verdiği plaket ve yardım çekini teslim etmek için Çeçenistan’a gidecek iki Çeçen arkadaşımız yola çıkarken İstanbul’da bir grup Uzunyaylalı bir araya geldik. Kaçırılan arkadaşlarımızın serbest bırakılması için Çeçen liderliğine bir mektup hazırlayarak giden görevlilere verdik. Bir hafta sonra giden iki Çeçen’in de fidye için kaçırıldığı haberini aldık. Benzeri olaylar sonucu Türkiye’de Çeçenlere destek yok oldu. Neredeyse bazı radikal İslami gruplar dışında onları destekleyen kalmadı diyebiliriz.” (Albayrak, s. 195)

“Yuri Kalmukov’un anlatımıyla Çeçen savaşı:... Çeçenistan bağımsızlıkta ısrar ediyordu.” Bakanlar Kurulu’nda Yeltsin askeri müdahale diyor. “Söz aldım; “bu anayasayı hazırlayan kurulun başkanı benim… Ordunun Parlamento kararı olmadan federal birr cumhuriyete müdahale hakkı yoktur. Anayasal suç işlemiş oluruz,” dedim. Yeltsin sinirlenerek “sorumluluk bana ait imzalamak istemiyorsanız yapacağınızı biliyorsunuz,” dedi./… “Bana beş gün müsaade edin Dudayev’le yüz yüze görüşeceğim. İkna edemezsem gereğini yaparım,” cevabını verdim. Bazı üyelerde beni desteklediler. Yeltsin kabul edince… Nalçık’a gittim… Grozni’ye gittik. Onbir saat boyunca Dudayev’i savaştan vazgeçirmeye çalıştım. Çeçenistan’a anayasada olmayan genişletilmiş siyasi ve ekonomik haklar verileceğini, sadece Rusya sınırları ve bayrağını tanıyarak ülke içinde kalmasını diğer bütün uygulamalarda tam bağımsız olacağını, bir ayrılığın diğer federal cumhuriyetlerde de ayrılıkçı unsurları tetikleyeceğini uzun uzun anlattım…/ Bazen yalvardım, bazen rica ettim… ama bir adım geri atmadı. Savaşmak için Yeltsin’den daha istekliydi. Beni Ruslardan korkmakla ve Rus taraftarı olmakla suçladı… döndüm./… istifa ettim.” (Albayrak, s. 201-212)

“Çeçenistan savaştan önce iki milyon iki yüz bin nüfusuyla Rusya Federasyonu’nun en zengin ve anayasal hakları daha fazla iki cumhuriyetten biriydi. Önce ikiye bölünerek İnguşetya ayrıldı. Savaşta hayatını kaybeden ve ülkeyi terk eden Çeçen sayısı sekiz yüz bini geçti. Kalan yedi yüz bin Çeçen Viladimir Putin’in dostu ve kuklası, tarikat lideri bir adam tarafından İslami diktatörlükle yönetiliyor.” (Albayrak, s. 212)

“Dudayev iki defa Türkiye’ye gelmişti… Güreş… Çiller ile… buluşturmuştu… bir milyon dolar nakdi yardım ve askeri teçhizat yardımı almıştı. Tansu Çiller’in örtülü ödenek harcamaları ile ilgili savunma yaparken “açıklarsam savaş çıkar” dediği belki de konu bu yaşananlardı./ Dudayev… geldiğinde Av. Rahmi Tuna ile ona eşlik etmiştik… Türkeş’in Dudayev’i barışa, sakinliğe, bilime, savaştan kaçınmaya davet ettiğine tanık olmuştuk. Dudayev iflah olmaz bir şahindi…/… Şenibe Yura ile… ilgili olarak Doğan Paşa; “Yura, Dudayev gibi değil çok dengeli ve ne istediğini bilen mantıklı bir lider,” tanımı yapmıştı.” (Albayrak, s. 214)

“Fethullah Nalçık’da okul açamadı ama Rusya’nın değişik bölgelerinde 15 okula ulaştıysa da… Putin… hepsini kapattı.” (Albayrak, s. 219)

Ankara’da başbakanlıktan gelenler vaatlerde bulunarak “Rusya ile… pozisyonunuzu biliyoruz. Haber kaynağı olarak işbirliği yapmanızı istiyoruz”... dediklerini ve itiraz ettiğinde “vatan borcu” olduğunu belirttikten sonra tehdit ettiklerini, sonra geldiklerinde “öncesi kadar kibar değildiler. Kabul etmek zorunda olduğum sonucuna varmıştım”, tamam dedim, bir çalışma yaptım, teslim ettiğim “haber paketinin noktasına dokunulmadan Hürriyet Gazetesi’nde manşetten yayınlandığını görünce şaşkınlıktan gülüyordum”, yeni bir görev vermek için geldiler, “Ankara’da görevli hakim albay akrabama giderek durumu anlattım”, bazı görüşmelerden sonra bir daha aranmadım, “Adam etkili biri olmalı ki dosyamı kapattılar. Benzeri bir görevle Rusya’da karşılaşacağımı henüz bilmiyordum, ama onlardan kurtulmak daha kolay oldu.” (Albayrak, s. 219-221)

“Aile büyüklerim anavatan özlemini tüm yaşamları boyunca içlerine atmış kimbilir ne kadar acılar yaşamış ama etraflarına belli etmemişlerdi.” (Albayrak, s. 222)

Seçimde “Saat beş olunca kapıyı kapatmışlar. Larisa listeyi alıp sayıma geçmek isteyince odada dolaşan bir sivil gerek yok tutanaklar hazır imzalayın bitsin demiş.” (Albayrak, s. 224)

Nalçık’ta “Olup biteni çekinmeden eleştirdiğim için dostlarımın sayısı her gün azalıyordu …/…/… Çalanlar yalnız bürokratlar değildi. Kim neyi bulursa çalmaktan çekinmiyordu… İnsanlar gasp ve kaçırılma korkusuyla korumasız sokağa çıkamıyordu. O günlerde mafya ile yaşadığım çok sıkıntılı olayı Çeçen halkına bakışımı çok etkilediği için anlatmak istiyorum.” (Albayrak, s. 229)

“Hammadde nakli için Garipoğlu firmasının yetkilisi olan Turan isminde Çeçen bir arkadaştan yardım istedim. Turan Bey, Yunus adında bir Çeçeni çağırdı. Tır başına bin dolar karşılığında anlaştık… Bir süre sonra… sonlandırdık… birkaç ay geçti… “Yunus adında bir Çeçen bizden 10 bin dolar istiyor,” diye bilgi verdiler… bazı görüşmeler sonrası olayın kapandığını düşündüm, ama bir süre sonra Çeçen mafyası 10 bin dolar istiyor dediler, yetkililere bildirip tedbir alıp görüştük, reisleri Ruslan Dudarev adında iki metrelik bir devdi, onu gördüğümde Korkmaz Yiğit’in “kimyam bozuluyor” lafına hak vermiştim, çeşitli görüşmelerden sonra “seni Çeçenistan’a götüreceğim. Orada bana yalvararak 50 bini ödeyeceksin,” dedi, “Benim kimyam bir yana, fiziğim ve biyolojim de birbirine karışmıştı. Baş savcı “ne yapalım” diye sordu… On kişilik grup tutuklanarak emniyete götürüldü… tercüman hanım beni “polis rüşvet almak için kumpas kuruyor” diye uyarıyordu, “Nalçık havaalanına bir özel uçak indi. Uçaktan inen fötr şapkalı kibar tavırlı üç adam otele odama geldiler. Bu nedenle sizden özür diliyoruz. Biz Çeçenler olarak kardeşlerimizi bu gece alacağız”, şikayet etmezseniz dostunuz olarak buradan ayrılacağız dediler, şikayetçi olmayacağımı bildirdim, adamları gece karakoldan almışlar ama getirdikleri hasta hayatını kaybetmişti, Çeçenlerden kurtulduğuma seviniyordum, İstanbul’daydım, Dudarev telefon etti, “Mashadov aynı günlerde Hakkı Bey’in Antalya’daki otellerinde misafir ediliyordu. Hemen İstanbul’daki Çeçen temsilcisini otele çağırdık. Ruslan arayınca telefonu temsilciye verdim”, bir saate yakın konuştular, “Çeçen şeriat mahkemesi Nalçık’da ölen adam için Ruslan’ı yargılayarak kan parası ödemeye mahkum etmiş. Bu parayı bizim ödememiz gerektiğini Aslan Mashadov bizim dostumuz ise parayı o ödesin diyormuş. Çeçen temsilci “bu adam şerefsizin biri sakın birşey ödemeyin ben bu durumla ayrıca ilgileneceğim,” diyerek ayrıldı, ertesi hafta Nalçık’tan telefonlar gelmeye başladı, “Çeçen plakalı araçlar devamlı bizi takip ediyorlar. Bir nakliye aracımızı ateşe verdiler”, çözüm bulun diyorlardı, “Ya fabrikayı kapatacaktık ya da bu problemi çözecektik. Polis bize mesafeli duruyordu, bir aracı buldum, Ruslan’la görüştü, “Nalçık’da ölen adamın yetim çocuklarına verilmek kaydıyla Grozni polisine teslim edilmek üzere 10 bin dolar ödeyeceğimize dair bir tutanak alarak parayı teslim ettik. Bu anlaşmadan sonra bir daha bizi arayan olmadı./ Sorunu bu kadar kolay çözmek varken başımıza neler gelmişti”, Çeçenlerden kurtulmuştuk ama Çeçen teröristlere yardım yapıyorsunuz dendi, başsavcının gayretiyle olayı kapatabildik, “bu olaylar nedeniyle Çeçen lafını duyduğumda ürperir ve mesafeli durmaya özen gösteririm.” (Albayrak, s. 230-233)

Rusya’da “1992 yılında özgür bir anayasa ile kurulan demokratik sistem 10 yılda iyi bildikleri otokratik çarlık düzenine evrilmişti… Rusya artık bir devlet değil sanki mafya organizasyonuydu./… küçük federatif cumhuriyetlerde durum daha da feciydi… merkez atanan sömürge valileri tarafından yönetilmeye başlanmıştı… kadrolar… parayla satın alınıyordu… Sovyet döneminde bile var olan kendi anadilinde eğitim ve kullanım hakkı kaldırılarak anadil seçmeli ders haline getirilmişti.” (Albayrak, s. 235)

“Ruslar, Çeçenleri savaşla yenemeyeceklerini anlayınca halkın milliyetçi radikal İslamcı ve ılımlı İslamcılar olarak ikiye bölünmesini sağladılar… kendine özgü bir İslami yandaş devlete dönüştürdüler./ Anavatanla ilgili bütün umut ve hayallerimizi birer birer kaybederken sadece seyrediyorduk… vebalı muamelesi görüyorduk”, Adıgey Cumhurbaşkanı Carım Aslan “en tutarlı hümanist diplomat ve halkına yakın lider”di.” (Albayrak, s. 236)

Adıgey’de Adıge nüfus oranı %16.65 iken federal anayasaya göre “sayısal olarak azınlıkta olsalar da Adıgeler parlamentoda %51 oranında temsil ediliyorlar. Cumhurbaşkanı ve başbakanın Adıge olması zorunludur.” (Albayrak, s. 237, 238)

Adıgeler birbirine arka çıkar, ama “Ruslar hep yalnızdır. En yakın arkadaşı dayak yerken Rus vatandaşı içeri girer ve kapıyı kapatır.” (Albayrak, s. 239)

Temizlik için anlaştığımız “tombik albay… 50 askerle geldi.” (Albayrak, s. 240, 241)

“Osmanlı Devleti 1864 sürgününde Çerkeslerden yaklaşık 400 bin kadarını Varna üzerinden Balkanlara yerleştirmişti… bir set kurmayı planlamıştı. Bu durumdan Slav asıllı Balkan halklarıyla Rusya çok rahatsızdı. Çerkesler de düşmanlık duygularıyla hiç rahat durmuyorlardı.” (Albayrak, s. 241, 242)

Sürgünde 4 ayrı bölgeye dağılan Çerkeslerden işe almıştık, Suriye, Türkiye, Kafkasya ve Kosova kökenli bu 4 grupta coğrafya kaderdir anlayışına uygun olarak “150 yıl önce aynı köyde, şehirde oturan insanların farklı coğrafya ve farklı kültürlerde nasıl etkilenerek değişime uğradıklarını çok net görebiliyordum.” (Albayrak, s. 243)

2002 seçimi doğrudan halkın yapacağı son seçim oldu. (Albayrak, s. 245)

Abdüllatif Şener “ben Kafkas mozaiğiyim” diyordu, “Baba Balkar, babaanne Kabardey, anne Dağıstan, hanım Çeçen ben bütün Çerkesleri temsil ediyorum.” (Albayrak, s. 248 ve 249)

İstanbul’da Erdoğan döneminde belediyeden ihale aldıktan sonra çağrılıp “İdarenin dudakları uçuklatan taleplerini iletti. Olacak şey değildi.” (Albayrak, s. 252)

“Çerkes asıllı yazar ve araştırmacılar eserlerinde müptela oldukları kabilecilik tutkularının esiri olmaktan kurtulamıyorlardı.” (Albayrak, s. 254)

Uzunyayla’da “Hatkoy köyleri festivale katılmamış ve daha sonra alternatif festival düzenlemişlerdi.” (Albayrak, s. 258)

“Woynax müzik grubu” (Albayrak, s. 262)

“Çeçen savaşının karakteri ve örgütün üye yapısı nedeniyle DÇB fazla müdahil olamadı.” (Albayrak, s. 273)  

Federal “haklar kısıtlanmaya başlandı. Putin iktidarı güçlendikçe özgürlükçü insan hakları ve etnik özgürlükler kısıtlandı. Bu koşullarda DÇB’nin sivil ve liberal tavrı, etnik talepleri ve çalışma konularının çoğunun yeni Rusya’nın kitabında yeri yoktu.” (Albayrak, s. 274)

2006’da Kanokov seçilmişti, Kaffed ve bazıları “yeni Cumhurbaşkanını tebrik etmek istiyordu. Fakat bir türlü randevu alınamıyordu. Kaffed’den arandım ve bu konuda yardım istendi”, sorduğumda önüme “Kaffed’in yayınladığı bir dergiyi koydular. Kapak resminde Putin’in bir fotoğrafı ve “Katil Putin Çeçenya’dan defol” ibaresi yer alıyordu”, Kanokov’a Moskova’da gösterilmişti, “Bu nedenle randevu veremiyoruz” dendi, “Hemen bir çözüm bulduk… Tebrik programı Türk-Rus İş Konseyi adına düzenlenecekti”, Putin bu konseyin başkanı Turgut Gür’ü “bana Türkiye’yi sevdiren adam,” şeklinde takdim eder. (Albayrak, s. 278, 279)

2006’da DÇB toplantısı İstanbul’da yapılacaktı, “Yönetimde kimliği saklı olmayan gizli serviste görevli bir üye vardı”, görevli bir albayla geldiler, DÇB seçimi için düşüncemizi sordular, albay, aynı zamanda Rus vatandaşısın, “bizim adayımız sensin” dedi, “avucumuzdasın” demek istiyordu, “Tanımadıkları biri seçilirse kontrolü kaybetmekten korkuyorlardı”, yönetime bile girmeyeceğimi belirttim, ısrar ettiler, reddettim, Rus tarafında “Devlet artık derneği tümüyle kontrol altına almaya karar vermiş olmalı ki” sürprizler yaşadık, sonraki üç yıl sıkıntılı geçti, “İlişkiler soğudu”, Maykop’taki son kongrede “Nalçık’taki şaibeli ve kirli işlere bulaşmış bir avukatın başkan adayı olduğunu öğrendik… itiraz ettik… İstesek yeni bir adayla seçimi kazanabilirdik. Fakat niyetimiz ve hazırlığımız yoktu. Şaibeli kirli avukat tek aday olarak başkan seçildi. Üç yıl içinde… İçini boşalttı ve üç yıl sonra Gizli Servis işbirlikçisi bir işadamının kucağına bıraktı. DÇB son on yıldır arasıra derin devletin davulunu çalarak işlevsiz ve itibarsız varlığını sürdürüyor… on yıl önce bu yola girmişti.” (Albayrak, s. 281-283)

“Türkiye ile Rusya ilişkileri… asimetrik bir dostluktu.” (Albayrak, s. 285)

“Bu kadar dengesiz ilişkiyi barındıran dostluk nasıl bir şey anlayana aşk olsun. Bu kadar adaletsiz ve asimetrik dostluğu sürdürmenin mutlaka bilinmeyen sırlar barındırdığına şüphe yoktur. Konuyu anlatırken Rusya ve Türkiye yerine Putin ve Erdoğan isimlerini kullanmamın sebebi her iki devlet yönetiminin evrildiği pozisyondur.” (Albayrak, s. 287)

Putin Türklere Rusyada çalışmayı yasaklıyor, çeşitli hukuki yolları denemeye kalksalar da iş yapamaz hale getiriyorlar, elçilikle konuşup Türk vatandaşlığından çıkarak “Oteli kurtarmıştık… Fazla dayanamadık, oteli… sudan ucuz bir bedelle devretmek zorunda kaldık. Anavatanla 22 yıl devam eden işadamlığı hikayemiz burada sona ermişti”, hayallerimiz “fiyasko ile sonuçlanmış”tı, “Adige cumhuriyetinin etnik, siyasi ve kültürel haklarına kavuşacağı umudu ve hayaline kapılmıştık. Gelinen süreçte Adıgeler totaliter Sovyet rejiminde sahip oldukları hakları da ellerinden alınarak otokratik bir rejimin mağdurları olmuşlardı… anadil okullarda tercihe bağlı ders haline getirilmişti. Bu uygulama anavatandaki kültürel varlığı kısa sürede felce uğratarak şüphesiz asimilasyon sürecini hızlandıracaktı./…/… iki emperyal devletin menüsünde yer aldığımız günden beri kaybetmek kaderimizdi. Yine öyle oldu.” (Albayrak, s. 288)

*

19.4.2023

***


3 Nisan 2023 Pazartesi

DEPREM FELAKETİ

Bilindiği üzere 6 Şubat 2023 günü Kahramanmaraş'ta önce Pazarcık merkezli 7,7 büyüklüğünde ve bir süre sonra da Elbistan merkezli 7,6 büyüklüğünde iki deprem meydana geldi ve bunların birçok artçıları oldu. Bu depremler Adana'dan Diyarbakır'a, Hatay'dan Malatya'ya 10 ili ve 13,5 milyon kişiyi etkiledi. 

Suriye'yi de etkileyen bu depremlerde ülkemizde şu andaki açıklamaya göre 46 binin üzerinde insan öldü, 100 binden epeyce fazla insan yaralandı ve çok büyük bir yıkım oldu. 

Bu depremden Kahramanmaraş'taki üç köyümüz de büyük ölçüde etkilendi, bunlardan en çok zarar gören benim de köyüm olan Gücüksu'da 110 kadar ev tamamen yıkıldı ya da kullanılamaz hale geldi, bir kısmı akrabalarım olan sadece benim tanıdıklarımdan 10 kişi öldü. 

Bölgedeki tüm yakınlarımız evlerini terketmek durumunda kaldılar.

Yıkımı ve tahribatı tam olarak anlatabilmem mümkün değil.

İnsanların çektiği sıkıntı ve zorlukları da.

Aradan bir ay geçti, halen insanlar çok zor durumda yaşamaya çalışıyorlar. Havanın soğukluğu yaşamı daha da güçleştiriyor. Ve bu zorluklar anlaşılan uzunca bir süre daha devam edecek ve genelde hayat da herkes için daha pahalı ve dolayısıyla zor hale gelecek gibi. 

Bu depremlerden sadece bölgede yaşayanlar değil, elbette bütün ülke etkilendi ve bu etkilenme daha da sürecek. 

Bu büyük felaket karşısında insanların yardımseverliği ise gerçekten göz yaşartacak seviyede oldu. Ülke içinden ve dışından yardımseverler ilk günden itibaren seferber oldular. 

Yağma ve hırsızlık yapanlardan ve gösterişçilerden de söz edilmekle ve aynı ölçüde birçok "kötü" insanın da olduğunu kesin olmakla birlikte, ne çok iyi insan varmış!

İnsanların yardımseverliği göz yaşartacak cinstendi!

İnsanlar yoğun bir şekilde ilk andan itibaren yardım için gönüllü olarak harakete geçtiler.

Bu durum ülkemiz insanı açısından yüz ağartıcıydı, bununla ne kadar övünülse yeridir.

Diğer yandan bu deprem felaketi örgütlü olmanın da ne kadar önemli olduğunu gösterdi.

Arama-kurtarma, her türlü yardımı ulaştırma ve adaletli bir şekilde dağıtma için örgütlü gruplar çok faydalı oldular.

Bizim derneklerimiz de bu dönemde yüz ağartıcı bir tarzda ilk andan itibaren harekete geçip depremzedelere yardımda bulundular.

Ankara ve İstanbul Çeçen dernekleri ilgilileri başta olmak üzere emeği geçenleri kutluyorum.

Bu arada başta Çeçenistan, Avrupa, Ürdün ve Kazakistan'dakiler olmak üzere dünyanın her yerindeki Çeçenler de depremzedelere yardım için ilk andan itibaren seferber oldular ve yardım ettiler.  

Bu da çok övünülecek bir durumdu. İlgili herkesi yürekten kutluyorum.

Felakette organizasyonun önemini bu dönemde fiilen yaşayarak gördük. 

Organizasyon sadece kötü günde değil, iyi günde de önemli değil midir?

Acıların paylaşıldıkça azalmasına benzer şekilde güzellikler de paylaşıldıkça bereketlenip çoğalmaz mı?

Bu vesileyle, bu duygu ve düşüncelerle bu felaket günlerinde daha iyi organize olmaya katkıda bulunması dileğiye üç temenni ve öneride bulunmak istiyorum:

1. Ankara ve İstanbul derneklerimizin bu dönemde ortaya koyduğu organize olma hali daha da genişletilerek başta Sivas ve Kahramanmaraş dernekleri olmak üzere Adana, Bursa ve İstanbul'daki İnguş ve Gücük derneklerini de kapsayacak şekilde sürdürülmeli ve bunun kalıcı hale getirilmesi için de Vaynah veya Çeçen Dernekleri Federasyonu (VAYDEF veya ÇEDEF) oluşturulmalıdır.

2. Gerekli finansmanı sağlanarak dünyaya Çeçen açısından bakıp olayları bu açıdan yorumlayarak bu çerçevede daha verimli bir birliktelik ve dayanışma için araştırma yapacak Vaynah veya Çeçen Araştırma ve Dayanışma Vakfı (VAV/VAYDAV  veya ÇAV/ÇADAV) adıyla bir vakıf kurulması imkanı dernekler öncülüğünde araştırılmalı ve mümkünse böyle bir vakıf kurulmalıdır. 

Özellikle böyle bir vakıf gelecekte büyük ölçüde yokolması muhtemel olan ülkemizdeki Çeçen varlığının korunması konusunda önemli bir işlev görebilir.

Genelde insanlık varlığının güzel bir rengi olduğu kuşkusuz olan Çeçen dilinin ve kültürünün ülkemizde de yaşamasının ülkemiz için de çok açık bir zenginlik sayılması gerektiğinin farkında olarak, ülkemizdeki fazlasıyla küçük Çeçen varlığının korunmasının önemsemesi ve bu konuda pozitif ayrımcılık yapılması da ülkemiz yönetiminden talep edilmelidir.

Ayrıca ülkemizdeki Çeçen varlığının yaşaması Çeçenistan için de önemlidir. Ve bu varlık sonuçta ülkemiz ile Çeçenistan arasındaki olumlu ilişkilerin geliştirilmesine de katkıda bulunabilir. Bu potansiyel heba edilmemelidir.

3. Son olarak dernek veya diğer organizasyonlarımız görüş ve anlayış farkları olursa bunları açıkça, ancak nezaketi elden bırakmadan uygun bir şekilde karşı tarafa bildirmek suretiyle Çeçenistan yönetimiyle her koşulda iletişimi ve iyi ilişkileri sürdürmelidir.

Camiamızda, ülkemizde ve tüm dünyada barış ve huzurun artması temennisiyle.

*

Cuma Bayazıt

8.3.2023

KUZEY KAFKASYA DAĞLILARININ ÖZGÜRLÜK UĞRUNDA MÜCADELESİ (1917-1920)

Altay Göyüşov, Türkçeleştirme ve Ekler: Sefer E. Berzeg, Kuban Matbaacılık, Ankara

*

Azeri tarihçi Göyüşov'un 2000 yılında Baku Devlet Üniversitesi tarafından yayınlanan bir kitabı bu.

Konusu adında yazılı.

Türkçe ve Rusça olanlar başta olmak üzere geniş bir kaynakçadan yararlanılarak hazırlanmış.

Yoğun bir emek ürünü ve Kafkasya Dağlıları konusunda bence çok önemli olan bir çalışma.

*

Kitaptan birkaç not şöyle:

Bölge tarihindeki olayların anlatımında "önemli miktarda tahrifler ve sahtekarlıklar yapılmış olması yanında, sessizlikle geçiştirilmiş sayfalar da bulun"maktadır. (Göyüşov, s. 6)

Tarihteki olaylarla günümüzde yaşananlar arasında birebir benzerlikler vardır. Bolşevikler Çarlık sınırlarını ihyaya çalışmışlardır ve bu durum günümüzde de tekrarlanmaktadır. Her iki dönemdeki uluslararası güçlerin yaklaşımı da aynıdır. Çeçenistan'ın Alhanyurt yerleşiminde 1919'da yapılan katliam 1999'da da aynen tekrarlanmıştır. Çarlık ve Sovyet dönemleri ile günümüzde olanlar "Velikorus (Büyükrus) şovenizminin" sürekli olarak var olduğunu göstermektedir. 1917-1921 döneminin öğrenilmesi Lenin ve Bolşevizm'e de gerçek değerinin verilmesi açısından gereklidir. Sovyet tarihçiliği olaylara "zorla sınıf mücadelesi rengini vermeye" çalışıp "milli bağımsızlık hareketlerini tahriflere uğratmışlar ve olayları sahteleştirme yolunu tutmuşlardır." (Göyüşov, s. 7, 8)

Sovyet tarihçiliği Lenin hükümetinin anlaşmazlıkları kışkırtıp Büyükrus şovenizminden bir araç olarak yararlandığını gizlemeye çalışarak olayların saptırılmasını ve tahrif edilmesini sağlamıştır. (Göyüşov, s. 12-17)

Batılıların bölgeyle ilgili incelemeleri önemlidir, ancak bunların bazı kusurları da bulunmaktadır. "Batılı tarihçiler, İtilaf Devletleri'nin (Antant) 1919 yılında Dağlılar'ın Denikin'le mücadelesi döneminde yer aldığı yanlış mevkii hiç belirtmemişlerdir." Onların o kadar eleştirdiği Lenin'in "işgalinde, Batılı devletlerin de dolaylı günahı vardır." Çünkü Kafkaslıları desteklemek yerine Denikin'i destekleyerek sonradan bölgeyi Sovyetlerin işgal etmesine neden olmuşlardır. Ayrıca Kafkasya'nın güneyinde de uluslararası hukuk ihlal edildiği halde Batılı devletler aciz kalmışlar ve bu hususlar Batılı tarihçilerin eserlerinde hiç yer almamıştır. (Göyüşov, s. 18, 19)

İncelemenin görevleri arasında, Sovyet tarihçiliğinin klişelerinin ortadan kaldırılması, gerçeklerin ortaya çıkarılması, 1917-1920 döneminde bölgede olanın bağımsızlık mücadelesi olduğunun ve bu sırada Beyaz ve Kızıl Rusya'nın birçok kez yerli halka karşı birleştiğinin kanıtlanması, Şubat 1917 sonrası bölgede ortaya çıkan milli çekişmelerin Bolşeviklerin iktidar mücadelesine dayandığının gösterilmesi, Ekim devrimi sonrası Lenincilerin yerli halklarla mücadele ettiğinin ve soykırımları araç olarak kullanmak suretiyle Rusların emperyalist yararlarının mirasçısı olduklarının ve Sovyetlerin bölgeye yerleşmesinin işgal yoluyla olduğunun kanıtlanması, Dağlı halkların imrenilecek metanetinde İslamiyetin önemli etkenlerden birini oluşturduğunun gösterilmesi, hususları da bulunmaktadır. 1917-1920 dönemi "birçok özellikleriyle günümüze benzemektedir." "Tarih, Rusya'nın Kafkaslar'ın kuzeyini ele geçirdikten sonra güneyine de el uzattığına iki kez tanık olmuştur." (Göyüşov, s. 23-25)

Genelde "hıristiyanlığı kabul eden Osetler... Rus emperyalizminin dayanağı haline" gelmişlerdir. (Göyüşov, s. 29)

"Osetya sürekli olarak, İnguşlar'la Kazaklar arasında meydana gelen çatışmalarda İnguşlar'ın düşmanları ile aynı cephede yer almıştır." 1917-1920 döneminde hıristiyan Osetler "İnguş soykırımlarına Ruslar'la birlikte yakından" katılmışlardır. Bolşevikler de Rus imparatorluk yararlarına sadık kalmışlar ve "dünkü bağlaşıkları İnguşlar'ın değil, Osetler'in yandaşı gibi davranmışlardır. Yani aslında Lenin hükümeti, Rusya'nın... emperyalist niteliğini korumuştur." İnguşlar özgürlükseverlikleri nedeniyle her zaman emperyalizm için tehlike oluşturmuşlardır. "Rusya'nın imparatorluk yararlarının irsi mirasçıları olarak Bolşevikler, bu iki halk arasındaki anlaşmazlıklarda, İnguşlar'ın onlara verdiği hizmetlere bakmaksızın Osetler'i destekliyorlardı." (Göyüşov, s. 30, 31)

Müslümanlık Dağlı direnişinin ana nedenlerinden biri olmuştur. Ruslar Kafkasya'da "mertlik ve temiz yüreklilikle" karşılaşmışlardır. Dağlılar bu yönleriyle manevi yönden işgalcilerden çok daha yüksektedirler. Rus sınırlarını koruyan Kazaklar birçok yönden Dağlıları örnek almışlardır. (Göyüşov, s. 32, 33) 

*

Katılıp katılmamak bir yana, tek başına, kitaptaki yöntemsel denebilecek bu hususlar bile, bence çok öğretici ve kıymetli.

*

Şubat 1917'deki Çarlığı sona erdiren devrimden sonra özerk yaşam konusunda umutlanıp barışçıl yöntemlerle geleceklerini düzenlemeye çalışan Dağlılar Ekim 1917'deki Bolşevik darbesini takiben büyük bir karmaşa ve silahlı saldırılarla karşı karşıya kalıyorlar. 

Asıl anlaşmazlıklar  "Bolşevik propagandalarının etkisi altında cephelerden kitlesel olarak firar eden askerlerle Müslümanlar arasında başgösteriyor". (Göyüşov, s. 136-157)  

Sanki Ruslar dünya savaşından çekilip Dağlılarla savaşıyorlar!

O dönemde yaşananların çok özet bir anlatımı kitaba göre şöyle:

Çarlık döneminde Dağlılar "barış içinde gelişme olanağından yoksun kalmış" olduklarından 1917 sonrasındaki mücadele "aydın kadrolarının azlığı, ciddi ekonomik gerilik, demografik problemler ve ideolojik alandaki uyuşmazlıklar gibi sorunların etkisi altında cereyan etmiştir", Dağlılar devrimden hemen sonra "Kuzey Kafkasya Dağlı Birliği" adlı kurumun bayrağı altında toplanmışlar ve mücadeleyi barış ve demokratik yollarla sürdürmeyi seçmişlerdir, böylece genelde mevcut olan "ikili iktidar durumu" Terekte "üçlü iktidar haline dönüşmüştür", Dağıstanda Şubattan sonra yerliler Geçici Hükümetin yerli organlarında tam denetimi ele geçirmişlerdir, Dağlı talepleri Baku ve Vladikafkasta yapılan kurultaylarda belirlenmiş ve "tek bir özerklik esası kabul edilerek bütün umutlar Rusya Kurucu Meclisi'nin çalışmalarına bağlanmıştır", Dağlılar Terekte de zamanla yerel iktidar organlarında belirleyici makamları ele geçirebilmişler, Rus-Kazak halkına karşı bile anlayışlı davranmış ve "sadece kendi iç yaşamlarını istedikleri şekilde kurma arzusunda olduklarını göstermişlerdi", fakat İmparatorluğun merkezi organları "bu asgari taleplerine bile ciddi bir direnmeyle karşılık vermişti", "sözde halkların geleceğini kendilerinin belirlemesi hakkını kabul eden sosyalist Sovyet organları da, Dağlı halklarının özgür yaşama isteklerine karşı mücadele vermişlerdi", bu kurumlar "bölgedeki milli anlaşmazlıkları kızıştırmayı" da başarmışlardı, sonuçta "Dağlı halkları, bu kez de, cepheyi bırakıp kaçan ve "savaş yeteneğini" sivil Müslüman halk üzerinde deneyen, müthiş bir başıbozukluk ve azgınlık içindeki Rus askeri birlikleriyle ve Kuzey Kafkasya'da sahip bulundukları ayrıcalıkları artık kaybettiklerini gören Kazaklar'la, silahlı çatışmalara girmek zorunda bırakılmışlardı", Groznide, Vladikafkasta vb. yerlerde "Dağlılar'a karşı dahşetli katliamlar uygulanmıştır", Dağlılar bu koşullarda bile demokratik yollara sadık kalıp çatışmaları önlemeye çalışmış ve "Rusya Kurucu Meclisi'ne katılma hazırlıklarını sürdürmüştür", haydutluk söyleminin de iftiradan başka bir şey olmadığını göstermişlerdir, Rus güçleri "Velikorus (Büyükrus) şovenizminin idealleri çerçevesinde birleşerek" yerlilere silah gücüyle boyun eğdirmeye çalışmış, "en feci vahşilikleri yapmaktan bile çekinmemiştir", Dağlılar mertlikle davranıp "manevi yönden işgalciden kat be kat yüksekte bulunduklarını kanıtlamışlardır", işgalciye nefret besleseler de güçsüze merhametli davranmışlardır, Şubat 1917 devrimi sonrasında Dağlı liderleri arasında da fikir ayrılıkları ortaya çıkmıştır, bu ayrılıklar Sosyalistler, İslamcılar ve Liberal-demokratlar arasında iç siyasi rekabete dönüşmüştür, liberal-demokratlar yerlileri Dağlı kavramı altında birleştirmeye çalışmışlar, ancak bir süre sonra "rahat kuruculuk döneminin yerini silahlı müdahalelere bırakması, din adamlarının girişimi ele alması sonucunu doğurmuştur", islamcılar ve liberal-demokratlar bağımsızlık ideallerine bağlı kalmışlardır, "Dağlı sosyalistler ise, Rusya'daki yoldaşlarının fitnelerine uymuşlar ve özgürlük hareketini belirsiz sosyal ideallere ve kişisel yararlara kurban ederek atalarının 300 yıllık mücadelesine ihanet etme yolunu tutmuşlardır", Dağlı yaşamında islamiyet köklü bir şekilde yer ettiğinden liberal-demokrat ve sosyalistler de "siyasi mücadeleleri sırasında İslami kavram ve deyimlere geniş yer vermişler ve... toplumun hukuki esaslarının Şeriat normlarına uygun olarak şekillenmesine çalışacaklarını belirtmişlerdir", liberallerin samimi olmasına karşın sosyalistler bunu söylerken halkı aldatmak istemişlerdir, islamcılar ise Şamil imametine yakın bir din devleti hedeflemişlerdir, islam düşüncesi Dağlı ruhunu şekillendiren ana etkenlerden biri olmuştur, laik Dağlı liderleri din ayrımı yapmaksızın yerli bağımsızlığından yana olurken "Dağlı Osetler'in hıristiyanlaşmış bölümü ise bağımsızlık mücadelesine kayıtsızlık göstermiş, hatta emperyalist Rus gericiliğiyle aynı yerde durmuştur", "Şubat devriminin ideallerinin yaşadığı dönemde Dağlılar milli hakları uğrunda demokratik araçlarla mücadele vermelerine karşın, Petrograd'daki Ekim devriminden sonra siyasi durum bütünüyle değişmiştir", Terekte Sovyetler Dağlı ve Kazak direnişiyle karşılaşmışlardır, bu iki güç "Bolşevik gericiliğine karşı bir araya gelerek özerklik esaslarını ortaya koysalar da sonuçta Velikorus şovenizmini kızıştıran Komünistler Kazaklar'ı Dağlılar aleyhine kışkırtarak, önce Terek Bölgesi'nde iktidarı ele geçirmiş, daha sonra ise Baku'da iktidara el koyarak buradan ve Astrahan'dan gönderdikleri güçlerle Dağıstan'a sokulmuşlardır... Bolşevikler... ortaya attıkları ideallerinin populizmden başka bir şey olmadığını, kendilerinin de Rus devletinin emperyalist özelliklerini aynen koruduklarını göstermişlerdir", Bolşeviklerin Terekte Rus güçleri koalisyonuyla iktidarı ele geçirmelerinden "kısa bir süre sonra Kazaklar'ın sınıfsal bir grup sayılarak yokedilme olasılığıyla karşı karşıya kalmaları, bölgedeki Rus birliğinin dağılması sonucunu doğurmuştur", bu koşullarda Bolşeviklerin yardım için başvurduğu Dağlılar Çarlık döneminde "bir alet işlevini görmüş olan Terek Kazak Ordusu'nu ağır bir yenilgiye uğratarak, Dağlı topraklarını iki parçaya ayıran Sunja Kazak stanitsalarını sürmüşler ve vatan topraklarının bir kısmını... kurtarmışlardır", Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesinden sonra Dağlı liberal liderleri ülkeden ayrılmak zorunda kalmışlardır, barışçıl dönem bitip silahlı mücadele gerekince önderlik din adamlarına geçmiştir, ülkeden ayrılıp bağımsızlık için diplomatik mücadele sürdüren liberal aydınlar da "11 Mayıs 1918'de Kafkas Dağlı Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını ilan etmişlerdir", sonrasında muhaceretteki hükümet "kardeş Osmanlılar'ın askeri yardımına dayanarak, 1918 yılının sonbaharında, milli mücahid güçlerle birlikte Dağıstan bölgesini Bolşevikler ve onlarla işbirliği içinde olan Biçerahov'un Rus-Kazak birliklerinden temizlemeyi başarmıştır", hükümet vatana dönüp barışçıl kuruculuk çalışmalarını sürdürmüş, ancak bu dönem kısa sürmüştür, Dağlılar "bu kez de General Denikin'in komutasında önce Terek'i sonra da Dağıstan'ı işgal eden Gönüllü Ordu'ya karşı mücadele vermek zorunda kalmışlardır", dünya savaşının sonunda Kafkasya'ya gelen İngilizler ise tarihsel bir hata yapıp Bolşeviklerle mücadelede Dağlılara değil Denikine önem vermişler ve "dolaylı olarak gelecekteki Sovyet işgali için verimli koşullar oluşmasına neden olmuşlardır", Dağlı hükümetinin Denikinciler tarafından dağıtılmasından sonra yerliler silahlı mücadeleye geçtiğinden önderlikleri de bir kez daha din adamlarına geçmiştir, "bu mücadele Denikin'in yenilgisiyle bitse de, Kafkasyalılar bu kez de Bolşevik işgaliyle karşı karşıya kalmışlardır", Denikin döneminde "uzun süre ikiyüzlü bir şekilde" Dağlı bağımsızlığını tanıdığını belirten "Sovyet Hükümeti" aslında hiç de o niyette olmadığını göstermiştir, "Denikin'e karşı birlikte mücadele adı altında Dağlı ayaklanmacılar arasına sokulmuş olan Rus Bolşevikleri... kendi siyasi propagandalarını yapmakla meşgul olmuş ve gelecekteki işgalleri için hazırlık yapmışlardı. Lenin hükümeti... doğrudan doğruya Rus İmparatorluğu'nun stratejik hedeflerinden yola çıktığını, bir kez daha kanıtlamıştı. Leninciler aynı zamanda, daha önce bağımsızlığını resmen tanıdıkları Kafkasya Dağlı Cumhuriyeti'nin topraklarına girmek suretiyle, bütün uluslararası hukuk normlarını ihlal etmiş" ve Rus saldırganlığının hukukla dizginlenemeyeceğini göstermiştir. Sovyetlerin Biçerahovla yaptıkları koalisyon ise Rusyadaki siyasi güçlerin hepsinin "Velikorus(Büyükrus) şovenizmine sadık olduklarını ve... içyüzlerini, bir kez daha göstermiştir", Sovyet işgali üzerine Dağlılar İmam Necmeddin önderliğinde yeniden silahlı mücadeleyi yükseltip parlak zaferler kaznmışlardır, XI. Kızılorduyu dağıtmışlar, ancak yine de bağımsızlıklarını koruyamamışlardır, "Rus-Sovyet hükümeti... Kafkasötesi'nin işgalini gerçekleştirdikten sonra bütün güçlerini bölgenin kuzeyine" yöneltmiştir, yaşananlar Kafkasya ve Kafkasötesi halklarının işbirliğinin önemini bir kez daha gözler önüne sermiştir, 1920 başındaki işgal de Batı'nın acizlik ve pasifliğini göstermiştir, 1917-1920 döneminde Azerbaycan Dağlılara desteğini esirgememiştir, Denikin'in yenilgiye uğratılmasında Azeri ve Gürcülerden Dağlılara gelen karşılıksız yardımlar da etkili olmuştur, yaşananlar Kafkasya Türklerinin kaderi ile Dağlı müslümanların kaderinin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğunu da göstermiştir, bir husus da Osmanlı yardımıdır, Dağıstan topraklarının emperyalistlerden temizlenmesi için uygun koşulları yaratan Osmanlı ordusu olmuştur, Nuri Paşa, Kazım (Kap) Bey, İsmail Berkuk, Hüseyin Efendi vb. gibi Osmanlı subay ve askerleri Dağlı mücadelesine doğrudan katılarak canlarını vermeye hazır olduklarını göstermişlerdir, Türkiyenin nüfuzunun önemi de bir kez daha görülmüştür, bu dönemde yüreği özgürlük aşkıyla çarpan Dağlı önderleri tarihe adlarını yazdırmışlardır, kişisel yararlarını gözeten sömürge yardakçıları da çıkmıştır, Çarlık, Sovyet ve sonrasında aynı karakteri koruyan Rus emperyalizmi "Dağlı halklarının doğal gelişimini engellemekte"dir, ortak dil konusu da önemlidir, Ruslar acımasız yöntemleri hep sürdürmüşlerdir, II. Dünya savaşı dönemindeki kitlesel sürgünler de Stalinizmin "icadı" olarak değil, Rus soykırım siyasetinin bir parçası olarak görülmelidir, köylerin top ve füze atışlarıyla yerle bir edilmesi geleneksel Rus politikasının bir şeklidir, propaganda ile de iftira atılmaktdır, aynı anlayışın uygulamalarına önce yağma ve haydutlukla mücadele denirken daha sonra terörizmle mücadele denilmektedir, ancak mücadele ruhu yok edilememektedir. (Göyüşov, s. 349-359)

*

Kitapta özellikle iki husus da öne çıkarılmış: Bolşevik karşıtlığı ile Dağlılara Azeri yardımı.

Bir noktanın abartılması başka bir noktanın kararmasına yol açar mı acaba, diye düşünerek, bu iki hususta yazar biraz abartıyor mu acaba, demekten de kendimi alamadım!

*

Bence okunup tespit ve görüşleri üzerinde konuşulması gereken önemli bir kitap.

*

Kitaptan diğer bazı notlar da şöyle:

Ruslar her tür vahşi yöntemle Dağlıların direnişini kırmak istemiş, ancak "Dağlı halkları, özellikle de Çeçenler, Çarlık Rusyası tarafından hiçbir zaman bütünüyle fethedilememişlerdi", doğa koşulları, din ve gelenekleri sayesinde direnmişlerdir. (Göyüşov, s. 47)

Askeri sömürgecilik politikası Dağlıları normal gelişme olanaklarından mahrum bırakmış ve "büyük insani zararlar oluşmasına neden olmuştur." (Göyüşov, s. 55)

Leninciler "Büyükrus şovenizminin yeni öncü gücüne dönüş"üyor. (Göyüşov, s. 162-167)   

"1917 Aralık ayının 21'inde, yeni Rusya anayasasının hazırlanmasına katılmayı reddetmek ve bu ülkenin... iç işlerine hiçbir şekilde karışamayacağını vurgulamakla aslında Dağlı Hükümeti cesurca adım atmış ve artık bağımsızlık yolunu seçtiğini açıkça göstermişti." (Göyüşov, s. 168-171)

11 Matıs 1918'de Dağlı birliği bağımsızlık ilan ediyor ve tanınma için çalışıyor, "Hükümet Başkanı Abdulmecid Çermoy, Kuzey Kafkasya'nın Bolşeviklerden kurtarılması için Gence'de Osmanlı Komutanlığı ile birlikte son askeri önlemleri almaya hazırlanıyordu". Sovyetler ise "Türklere karşı mücadele edecek bir güç oluşturmak istiyorlardı", Dağlı tehlikesi karşısında Bolşevikler 22 Mayısta Groznide bir kurultay topluyorlar, genç Çeçen-İnguların katılmasıyla Kurultay Alman-Türk emperyalistlerle görüşmeye "cüret etmiş" Dağlı hükümetini "halk düşmanları ve hainler" olarak niteliyor, bağımsızlığın "bir grup maceracı tarafından kabul edildiğini" bildiriyor, bu kararlar iktidar mücadelesinin kızışmasına yol açıyor, "İnguşlar'ın Kazaklar ve Osetler'le, Çeçenler'in Grozni Rusları'yla ilişkileri gerginleşti", hıristiyan Osetlerle birleşen Kazak birlikleri Ağustosta Vladikafkası ele geçirerek sovyetleri kaçmak zorunda bırakıyorlar, Kazak-Oset hükümeti kuruyorlar, Petrograd Bolşevik temsilcisi Orconikidze İnguşlara sığınıp yardım istiyor, İnguşlar gelenekler gereği kaçaklara yer verdiler, Hızır Artshanov'un İnguş birlikleri Orconikidze ve diğer sovyet önderlerini ölümden kurtarıyor. (Göyüşov, s. 180-187)

Terekte sovyet tüm gücünü Dağlılara karşı seferber etmesine rağmen onun için asıl tehlike Denikinden geldi, Ocak 1918'den itibaren faaliyette bulunan sovyet "Denikin karşısında hiçbir direniş gösteremedi", Denikine karşı mücadele veren Dağlılar olmuştur, özellikle Çeçen-İnguşlar içlerindeki küçük sapmalar hariç "daima tek bir siyasi güç halinde hareket etmişlerdir." (Göyüşov, s. 187-192)

1918 başlarında Terekteki Kazak-Bolşevik ittifakı sonrası durumu zayıflıyan Dağlılar Güney Kafkasya birliğine katılmak istiyor, ancak Ermeniler engelliyor, Gürcüler Dağlılara yakınlık duysa da "Almanların etkisi altında bulunuyorlardı. Tiflis, tehlikeli saydığı Osmanlılar'dan korunmak gayesiyle Almanlar'a sığınıyor... Almanlar ise bağlaşıkları olmasına karşın bu bölgede Osmanlı'nın etkisinin aartmasını istemediklerinden, Müslüman Dağlılar'ın Güney Kafkasya'lılarla birleşmesini de, Osmanlı gücünün artması olarak algılıyorlardı." Dayanak arayan Berlin Kuban Kazaklarına umut bağlamaktaydı ve Kazaklar da Dağlılara karşıydı, Alman baskısıyla Gürcüler Dağlılara ihtiyatla yaklaşıyorlar, Dağlı-Azeri ittifakının müslümanları güçlendirmesinden çekiniyorlar, ayrıca Dağlılarla tarihsel toprak anlaşmazlıkları da vardı, Dağlılara sadece Azeriler yardımcı oluyor, Dağlı temsilcileri "Osmanlı hükümetinin girişimiyle Trabzon'da toplanacak olan konferansa da davet edilmişti", tek bir devlet kurulması isteniyordu, Trabzonda başarı sağlayamayan Dağlılar taktiksel olarak birlik ideallerinde değişiklik yapıyorlar, "Trabzon'dan Batum'a gelen Dağlı Kurulu, burada Enver Paşa'yla görüşerek ondan da yardım talebinde bulunmuştu. Osmanlı hükümetiyle de görüşmek üzere Enver Paşa'yla birlikte İstanbul'a gelen Kurul, burada çok güzel bir şekilde karşılanmış", basın da geniş yer vermişti, o sıradaki Osmanlı Şeyhülislamı da Gunib Avarlarındandı, Dağlı Kurulu Batum konferansı arifesinde "11 Mayıs 1918'de Türkiye (Osmanlı devleti) ve onun bağlaşıklarıyla diğer bütün devletlere resmi bir nota vererek, Kuzey Kafkasya'nın bağımsızlığını ilan etti." (Göyüşov, s. 206-210)

Osmanlı Kafkas ordusu komutanı Vehip Paşa Dağlıların Osmanlı temsilcileriyle birlikte Batum'a hareket ettiklerini ve orada Güney Kafkasya ile birleşmek için çalışacaklarını belirtiyor, Dağlılar Batum'da Almanlardan onay istiyor, Von Lossov'un Bammat'a gönderdiği mektuba göre "güya Alman hükümeti Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'ne yardım ve destek vermeye hazırdı" ve Ukrayna'ya da vurgu yapılan bu mektupta Kuban'ın Dağlı topraklarına dahil edilmesi Brest-Litovsk anlaşmasının bozulması anlamına geleceğinden şimdilik bu konunun açık bırakılması halinde kendisinin olumlu yaklaşıp tarafları davet etmeye hazır olduğu belirtiliyordu, ama sonuçta Berlin diğer hususlara ilaveten bel bağladığı Kazaklarla ilişkilerini bozmak istemediğinden Dağlıları tanımaktan kaçınıyor, daha sonra İngilizler de benzer bir tavır takınıp Dağlıları Denikin'e tabi olmaya çağırarak "Bolşevikler'in Kafkasya'yı daha kolay ele geçirmelerini sağlayacaktı", Batılılar burada Dağlılar yerine Kazaklara dayanmakla kendilerini yenilgiye mahkum etmiş oluyorlardı. (Göyüşov, s. 211, 212)

Dağlılar 8 Haziran 1918'de Osmanlı ile yardım da öngören bir dostluk anlaşması imzalıyor, Gürcüler Osmanlı yardımını engellemeye çalışyor, "Bammat'ın, Abdulmecid Çermoy'a yazdığı mektupta ise, Talat Paşa'nın ona, Kuzey Kafkasya'da güçlü bir iktidarın kurulmasını istedikleri ve bunun için de insan, silah ve maddi araçlarla yardımda bulunacaklarına dair söz vermiş olduğu bildiriliyordu", ayrıca General Yusuf İzzet (Met) Paşa'nın"eğitici subaylarla birlikte Nuha-Ahtı yoluyla Dağıstan bölgesine gönderilmesi için gerekli mali ve askeri hazırlıklar da tamamlanmış bulunuyordu. Talat Paşa aynı zamanda, Kuzey Kafkasya'da askeri operasyonlar yapma konusunda anlaşmak üzere, Almanlar'la görüşmeler yapmakta olduğunu da bildirmişti. Sonuçta, Almanlar'ı razı etmek mümkün olmuş, hatta onlar da, belirli miktarda askeri yardımda bulunmaya da karar vermişlerdi. Fakat Türkler, Almanlar'ın buradaki operasyonlara birlikler göndermek suretiyle doğrudan doğruya katılmasını kesinlikle istemiyorlardı", bağımsızlığın ilanı ve Osmanlı ile dostluk Bolşevikleri rahatsız ediyor, "Halklara dekoratif özgürlük vadeden Rusya Dışişleri Komiseri Çiçerin, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'ni resmen tanıdığı için Osmanlı devletine... bir itiraz notası da vermişti", böyle bir nota 16 Mayısta Almanlara da verilmişti, Dağlı bağımsızlığı tanıyan ikinci devlet Azerbaycandı, "Kafkas İslam Ordusu Komutanı'na" gönderilen telgrafta Azerbaycanın Dağlılarla sınırlar açıkça gösterilmek koşuluyla birlik kurmaya da taraftar olduğu belirtilmişti, ayrıca "Azerbaycan... Ruslar'la savaşan Dağlılar'a askeri malzemeyle de yardım ediyordu", Haziran 1918'deki İnguş yardım talebi de olumlu karşılanmıştı, 1918 yazının sonlarında Alman ve Türk askeri Güney Kafkasyaya girince Dağlı hükümeti üyelerinin bir kısmı İstanbul'dan Tiflise geldi, Bammat da Avrupaya gönderildi, askeri yardım konusunda Tifliste Yusuf İzzet (Met) Paşa ile görüşmeler yapılıyor, "24 Mayıs'ta ise Gence'de, Abdulmecid Çermoy başkanlığında Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'nin yeni hükümeti oluşturuldu", "Nuri Paşa, Gence'ye geldikten sonra Dağıstan (Kuzey Kafkasya) işlerine de el attı ve Haziran ayında İsmail Hakkı (Berkuk) Bey'i teşkilat kurmak üzere Kuzey Kafkasya Komutanı (Vekili) olarak Dağıstan'a gönderdi." "Nuri Paşa, bu özel birliğe Dağıstan'a geçme emrini Abdulmecid Çermoy'un israrlı taleplerinden sonra vermişti. İsmail Hakkı Berkuk'un emrinde Dağıstan'a 74 subay ve 577 asker gitmişti", tamamı Türkiyeli Çerkeslerden oluşturulan bu güç albaylar Tarkovski ve Caferov önderliğinde Bolşeviklerle vuruşan Gunibdeki "Dağıstan gönüllüleriyle birleşecek"ti, Arakan ve Çiryurtta da epeyce gönüllü toplanırken Ruslar da Astrahandan Dağıstana çok sayıda silahlı güç göndermişlerdi, Berkuk Bey 21 Hazirandan Bolşeviklere karşı savaşa teşvik eden bir bildiri yayınlamıştı, halktan yeterli ilgiyi görmemişti, bu durumda ancak düzenli Osmanlı birliği ile iş görülebilirdi. (Göyüşov, s. 213-216)

Sonunda Türk reel yardımı karışık duruma son verdi, Osmanlı tarafından "Dağıstan'ı kurtarmak için 15'inci Piyade Tümeni gönderildi", "Dağıstan gönüllülerinin de katıldığı bu askeri güçlere Yusuf İzzet (Met) Paşa Komutan, İsmail Hakkı (Berkuk) Karargah Başkanı olarak atanmıştı. Aslen Dağlı (Çerkes) olan Yusuf İzzet Paşa, iki taburla yardım etmeyi öneren Almanlar'a, bunun ancak Kayser Almanyası'nın Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'ni resmen tanımasından sonra mümkün olabileceğini bildirmişti./ Süleyman İzzet Bey'in (Çerkes-Tsey) komutasında bulunan 15'inci Tümen, 5 Ekim'de Derbend'e yaklaştı, "Ekim'in 5'inde saat 13'de başlayan çatışmalar ertesi gün saat 10'da Kuzey Kafkas Ordusu'nun kenti ele geçirmesiyle sonuçlanmıştı", bu sırad 15'inci Tümenin Batuma çekilmesi emri geldiyse de Nuri Paşa emrin ortadan kaldırılmasını sağlayabildi, Ekim'in 14'ünde Yusuf İzzet Paşa Osmanlı diplomatik kuruluyla birlikte Derbende geldi, 17 Ekimde Çermoy Biçerahova ültümatom göndererek 20 Ekime kadar bütün Dağıstan topraklarının boşaltılmasını istedi, Biçerahov Türkler iki hafta içinde çekilecekler, size anlaşmayı öneriyorum, diye cevap verdi. (Göyüşov, s. 219-224)

30 Ekimde Mondrosta Türkler savaştan çekiliyor, ancak Petrovsk için savaşa başlıyorlardı, 15'inci Tümenin katıldığı çarpışmalar 6 Kasımda Kazak-Rus-Ermenilerin tam yenilgisiyle sonuçlanıyor, bu savaşta Türklerden 5 subay ve 113 kişi asker şehit olmuştu, 7 Kasımda Petrovsk kurtarılıyor, Çermoy ve Yusuf İzzet Paşa Antant temsicileriyle görüşüyor, harekatın sona erdirilmesi talebine Yusuf İzzet Paşa merkezden bildirim beklediği cevabını verirken Çermoy Biçerahovla Dağlı güçlerinin savaştığını bildiriyordu, ancak İngilizler Biçerahovla anlaştığından Dağlılar da operasyonları durdurmaya razı oluyor, 9 Kasımda 15'inci Tümen komutanı Petrovska giriyor, Çermoy ve diğerleri de geliyor, tören düzenlenip Türk yardımı minnetle ifade ediliyor, "Kasım ayının 10'unda ise 56'ıncı Alay, 53'üncü Çeçen ve 43'üncü Dağıstan süvari birlikleri dışındaki Türk güçleri kentten çıkarılmıştı", Osmanlının bölgeden çekilme emri 11 Kasımda ulaşıyor, bu emirde isteyenlere istifa edip Azeri ve Dağlı ordularında hizmet etmeseçeneği tanınıyordu, Nuri ve Yusuf İzzet Paşalar ile çok sayıda asker bu seçeneği kullandılar, üç yıllık sözleşme öneriliyor, ancak bir süre sonra 9'uncu ordu komutanı Yakup Şevki paşanın emriyle "durum tamamen değişmişti", 30 Aralıka kadar bölgede hiçbir Osmanlı varlığı kalmayacağı belirtiliyordu, Yusuf İzzet Paşa "önce tahliye emrine uymadı ve General Thomson'la sürenin uzatılması isteğiyle hiçbir sonuç vermeyen uzun yazışmalar yaparak, sonunda geri çekilmek zorunda kaldı, 15'inci Tümen Petrovsktan hareketle 26 Kasımda Derbende gelmişti, aynı gün "Derbend halkının gözyaşları arasında Haçmaz yönünde hareket etmişti", Ekim 1917 sonrası dönem "çeşitli kıyafetlerdeki Rus güçlerinin" Dağlı haklarına tecavüzleriyle doludur, "Şubat 1917 Devrimi'nden sonra Dağlı halkları Rusya'nın değiştiğini, demokratikleştiğini umut ederek milli siyasi hakları uğrunda yasaların izin verdiği legal araçlarla mücadeleye başlamış ve özerklik talebinde bulunmuşlardı", ancak "Bolşevikler'in iktidarı ele geçirmesi onların umutlarını yoketmiş ve Dağlılar, Leninciler'in zorla sovyetleştirme siyasetleriyle karşılaşmışlardı", Dağlılar karşıydılar, fakat "Komünistler hiç de Dağlılar'ın düşünceleriyle ilgili değillerdi", Çarlığın ona layık mirasçıları olarak Kafkasyayı Rusyanın bir parçası sayıyorlardı, Dağlılar Çarlığın "vaktiyle Çeçen-İnguşları esaret altında tutmak için oluşturduğu Sunja Kazak stanitsalarını darmadağın ederek Terek Kazak Ordusu'nun varlığına son vermişlerdi", Osmanlı yardımı ile de kendi topraklarında iktidarı ele almışlardı, ne yazık ki "bu kez de Denikin kıyafetinde gelen İmparatorluğa karşı öz topraklarını savunmak zorunda kalmışlardı." (Göyüşov, s. 224-229)

Çermoy tarafından 13 Ekim 1918'de Derbendte törenle halk bilgilendirildi, 24 Ekimde de hükümet çalışmaları Temirhan Şuraya nakledildi, 12 Kasımda burada Dağıstan ve Çeçen-İnguş temsilcileri büyük bir toplantıda bağımsızlığı bir kere daha onaylayıp koruma kararını belirttiler, artık tüm Çeçenistan ve Dağıstan halkı hükümetin yetkisini tanımaktaydı, Aralık ayı için tasarlanan Dağlı kurultayı Çeçen ve Oset topraklarında Bolşeviklerle süren çarpışmalar yüzünden toplanamadı, ancak parlamento oluşturma toplantısı 15 Ocak 1919'da Temirhan Şurada yapıldı, 20 Ocakta Dağlı meclisi açılışı görkemli bir şekilde gerçekleştirildi, başkanlığına Kumuk Zubeyir Temirhan seçildi, Bolşeviklerle mücadele sürüyordu, Antant ise bağımsızlığı ciddiye almıyordu, İngilizler ve Batı Bolşeviklerle mücadele eden Dağlıları değil, Rusyayı ihya etmeye çalışan Denikin ve Biçeharovu destekliyordu, Batının bu tavrı Dağlıları haklarını tanımayan Denikin ile savaşmak zorunda bırakmış "ve sonuç olarak Kafkasya'da gelecekteki yeni Bolşevik işgalini kolaylaştırmıştı", Thomson 27 Kasım 1918 tarihli mektubunda Dağlılara kendisinin hükümetlerini tanıdığını belirtiyor ve Baku'daki görüşmede de öncelikle kendi emirlerini yerine getirmeleri gerektiğini, Türklerin bölgeden çıkarılmasını ve Türk-Alman lehine yapılan propagandanın son bulmasını söylüyor, İnguşların da sovyetlerce tutuklanan Britanya misyonunu kurtarmalarını istiyordu, İnguş gayretiyle Bolşeviklerden kurtarılan İngiliz Albay Rawlinson Dağlı birliklerine komutan atanıyor, "anlaşmada koalisyon hükümeti kurulması da gözönünde tutulduğu için 15 Aralık" 1918'de Çermoy kabinesi istifa ediyor, yerine 19 Aralıkta Kotse hükümeti açıklanıyor, Dağlılarla sözleşme imzalamış olan Kazaklar İngiliz himayesindeki Denikin-Biçerahov yaklaşınca cesaretlenip içyüzlerini göstererek Antant gözünde Dağlı saygınlığını yoketmek için sabotajlara başvurup çeşitli olumsuz propagandalar yapıyorlar, Ocak 1919'da Bakudaki Dağlı elçisi Ali Han Kantemir ile konuşan Thomson Türklerin nölgeden gönderilmesini istiyor, bu işlem sorunsuz gerçekleşmesine rağmen bazı sabotajlar "Çermoy hükümetine zaten baştan beri kuşkuyla yaklaşan General Thomson'u daha da kuşkuya düşürmüştü", bu sabotajlarda Sibirya hükümeti yetkisi Kolçak tarafında general yapılan ve "tek ve bölünmez Rusya için mücadele ettiğini" gizlemeyen Lazar Biçerahovun da eli bulunuyordu, Bolşeviklere yenilen Kazakların isteği üzerine Dağlılar onlara sığınacak yer verip anlaşma imzalıyor, Thomsonun da olumlu bulduğu bu anlaşma Biçerahovun baltalaması yüzünden gerçekleşemiyor, Biçerahovun para ile yaptığı entrikalar sonucu Kazaklar Dağlı hükümetine katılmaktan kaçınıyorlar, "Aralık ayı sonlarında İngilizler'in Rus-Dağlı çatışmasında  da benzer şekilde Ruslar'ın tarafını tuttuğu açıkça görüldü", 26 Aralıktaki Kazak-Köylü hükümeti toplantısında Rawlinson Dağlılarla 10 Aralıkta yapılan anlaşmanın bozulmasını gayeye uygun olarak değerlendiriyor, 31 Aralık 1918'de Thomsonun Rawlinsona gönderdiği talimatta, sınırlı bir alanda yetkili gördüğü Dağlı hükümetiyle birlikte esas olarak Bolşeviklere karşı savaş verilmesi , kişisel ve siyasi motiflerin arka plana atılması isteniyordu, İngilizlerin Dağlıları sınırlı bir bölgede yetkili gördüğü bu yaklaşım "Beyaz Ruslar'a Dağlı topraklarının işgali için uygun koşullar yaratmak suretiyle" Dağlıların Bolşeviklerle mücadelesinde yardımcı olmuyor, Dağlı ayaklanmasına yol açıyordu, Batı Dağlıların "tüm feryatlarına karşın daha önce de yenilmiş olan Kazaklar'ı desteklemek suretiyle, hem Bolşevikler aleyhine başlattığı askeri kampanyanın başarısızlığına, hem de gelecekte Kafkasya'nın Rusya tarafından bütünüyle yeniden işgal edilmesine olanak yaratmıştı, Dağlılar tarafından Thomsonun talimatının yerine getirilmesi mümkün değildi ve bu talimat beklendiğinin tam aksi sonuçlar doğurmuştu, "Çeçen-İnguşlar'ın Kazaklar ve Ruslar'a tabi olmaya hiç de niyetleri yoktu", Dağıstanlılar da aynı anlayıştaydı, İngilizlerin tavrı Dağlıları Avrupaya Çermoy'un başkanı olduğu bir heyet göndermek zorunda bıraktı, Bammat'ın Aralıkta yazdığına göre, 24 Kasımda Berne geliyor, Avrupalıların tavrı ise olumlu olmuyor, Fransızlar Rusyanın eski haline gelmesini istiyor, Amerika, Japonya ve İtalya bağnazca davranıyor, herşey İngilizlere bağlı görünüyor, 14 Aralıkta Londradan gelmesine gerek olmadığı yazılıyor, İngilizler yardım etmeyeceklerse "Bolşeviklerle anlaşma yolları aramaya mecbur" kalacaklarını söylüyor, Rusyadan ayrılma konusunda güvence alınırsa Bolşeviklere karşı mücadele edeceklerini belirtiyor, Denikin ise baskıcı adımlar atıyor ve Dağlıların birleşip bağımsızlık mücadelesine başlamasına neden oluyor, Vladikafkasta İnguşlar direnmeye başlıyor, Denikinin Tereke girmesiyle İngiliz parası yüzünden aralarında anlaşmazlık çıkan Lazar Biçerahov arenadan çekilmek zorunda kalıyor, Batılılar Denikinin Tereke girmesi için uygun koşullar yaratmak suretiyle Dağlı "egemen bir devletin... topraklarının işgaline dolaylı olarak katılmış oluyorlardı." (Göyüşov, s. 230-241)

1919 başında Denikin Tereke girdi, Rusyadaki iç savaşta "Kuzey Kafkasya'nın tahılı ve daha da önemlisi Baku'nun petrolü" önemliydi, "Beyazlar'ın Dağlılar'la ilk ciddi anlaşmazlıkları İnguş topraklarında başladı", Vladikafkası sovyetlerden temizlemeye gittiklerini belirtiyorlardı, İnguşlarsa Dağlı hükümetinden onay gerektiğini bildirmişlerdi, "İnguşlar, kısa bir süre önce dövüşerek bizzat kendileri Vladikafkas'a girmiş ve Bolşevik birliklerini silahsızlandırıp, Komiserlerini de esir almış bulunuyorlardı", Gönüllü Ordu Dağlıları tanımadığını bildirdi ve "işgalciler Dolakyurt ve Toyyurt köyleri önünde Dağlı güçleriyle karşı karşıya geldiler", direnişle karşılaştılar, 9 Şubatta İnguşlara ültümatom verdiler, istekleri Çarlığın bile talep etmediği gerçekleştirilmesi imkansız şeylerdi, silah bırakma talep ediyorlardı, zorunlu askerlik uygulamaya çalışıyorlardı, Beyaz Ordu saldırdı, 7 gün süren şiddetli çatışmalardan sonra İnguşlar kenti terkedip dağlara çekilmek zzorunda kaldı, İnguşların "Dolakyurt, Kantışevo, Bazorkin köyleri yerle bir edilmiş ve halkı vahşice katledilmişti", Denikinciler 2500 kayıp vermişti, bu olaylarla ilgili Cabağı başkanlığında bir İnguş kurulu Şubat 1919'da Tifliste İngiliz generali Beech ile görüştü, Beech Rusları haklı bulduğunu bildirdi ve İnguş taleplerine olumsuz cevap verdi, bu görüşmede İngilizlerin bölgede Rus hegemonyasına öncelik tanıdıkları anlaşılmıştı, İngiliz önerisine uyan Dağlılar Denikine bir heyet gönderdi, ama 9 Şubat 1919'da Denikin görüşmekten kaçındı, tesdüfen bir temsilcisiyle görüşebildiler, ama onun saygısız tavrıyla karşılaştılar, birkaç gün sonra Aldı'da toplanan Çeçen kurultayı Beyaz ültümatomuna Dağlı hükümetine başvurulsun cevabı verdi, sonuçta Terekte "savaş Batı'nın beklediği gibi Bolşevikler'le Denikin güçleri arasında değil, Dağlılar'la emperyalizm heveslisi Gönüllü Beyaz Ordu arasında başladı", İngilizler şaşırdı, Thomson Kotse'den açıklama istedi, Kotse 14 Şubatta Thomsona, Denikinin topraklarına saldırdığını ve bunun önlenmesini, yazıyor, Denikin de Bakudaki Kantemire "Denikin, sizin topraklarınıza tecavüz etmeyecektir" diyor, 13 Şubat 1919'da Denikinciler Kotseye Çeçenlere yönelik bir ültümatom veriyor ve bu ültümatomda "Çeçenler'in özerklik haklarının tanındığı ve özerk yönetimin başına da Albay Caferov'un atandı bildiriliyordu", bu ültümatom Dağlıları yeniden İngilizlere başvurmak zorunda bıraktı, Kantemir Thomsona, devletimizi tanımak istemedikleri anlaşıldığı belirtip acil önlem alınmazsa halk savaşı başlayacağını, bildiriyordu, Dağlı meclisi 17 Şubat 1919'da Denikini kınadı, buna aldırmayan Denikinciler 19 Şubatta Çeçen kurultayına Beyaz Ordu programını sundular, artık ilk andaki sert tavırlarını yumuşatmışlardı, eski rejimin ihyasına çalışmadıklarını, Rusyanın gelecekteki kaderinin halkın elinde olduğunu, milletlere kendini yönetme hakkının tanındığını, Bolşeviklerle mücadele esas gaye olduğu için halklara şimdilik kendi hükümetlerini kurma hakkı verilmesinin mümkün olmadığını belirtiyorlardı, aynı gün Kotse Thomsona Denikinin Dağlılara karşı düşmanlığı sürdürdüğünü bildirdi, Kantemir de 26 Şubatta Azerilere Denikincilerle anlaşamadıklarını ve Denikincilerin halka karşı saldırılarını sürdürdüğünü belirtip yardım talep etti, Thomson "açık bir cevap vermekten kaçınıyordu", "İngiliz misyonu da Temirhan Şura'yı terkederek Baku'ya gitmiş bulunuyordu", Şubat 1919'da Denikinciler tüm Çeçen köylerine ültümatom verip istedikleri kişilerin teslimini istiyorlardı, 5 Martta üç aysürecek şiddetli çatışmalar başladı, Goyti yakınlarında Şatilovun güçleri dağıtıldı, 18 gün sonra Ruslar Alhanyurt yakınlarında 700 kişi kaybetmelerine karşın Çeçenleri dağlara çekilmek zorunda bıraktılar, Denikini destekleyen İngiliz görevli Thomson Dağlıların aralarında belirgin olmayan ilişkiler bulunan ve bazıları Dağlı birliğini tanımayan halkardan oluştuğunu ve muhtemelen dağılacağını belirtiyor, Dağlı meclisinde çoğunlukla din adamları bulunuyor ve milliyetlere göre fraksiyonlar vardı, birçokları bu birliğin sağlamlığına inanmıyor, İnguşlar önemli bir güç oluşturup direniyordu, Çeçenlere de boyun eğdirilememişti, Nisanda Dağıstanda bağımsızlık yanlısı bir örgüt oluşturulmuştu, Dağlı subayların bir kısmı Denikine katılmıştı, olaylar Dağlı birliğinin direniş örgütlemesini olanaksız kıldı, Denikine karşı tavırda hükümet üyeleri arasında görüş ayrılığı vardı, parlamentoda her seferinde "Rus taraftarı muhafazakarlar kazanıyorlardı", İnguşlara vaadde bulunan Kotse hiçbir yardımda bulunamamıştı, Cabağıya göre Kotse hükümetinin tavrı "bilinmeyen nedenlerle" Çeçenleri savaşa tahrik ederek onlara acı akıbetler hazırlamaktan başka bir işe yaramamıştır, tek Dağlı gücü "700 askerden oluşan Dağıstan Süvari Alayı" idi, Çeçenistan Valisine göre "onlara da fazla güvenilemez"di, çünkü "komuta heyeti Denikinciler'e yakınlık" gösteriyordu, bu nedenle "Çeçenler Alay'a kuşkuyla bakmışlar" ve o da cepheden ayrılıp Dağıstana geri dönmüştür, Türk subayı Kazım beyin komutasında yeni bir birlik Çeçenistana gönderilmişti, "Dağlılar Cumhuriyeti Hükümeti ise suç işlercesine hareketsizleşmişti", halkla ilişkisi yoktu, Dağlılar birliğinin "Çeçenistan'daki olaylara kayıtsız kalmasının bir nedeni de bu" idi, 8 Nisanda ilan edilen seferberlik reel sonuçlar vermemiştir, Dağlı birliği ancak Uzun Hacı ile Akuşalının "dağlarda Çeçenler'e yardım gayesiyle gönüllü askeri birlikler oluşturduklarını öğrendikten sonra harekete geçmiştir", halkın çabası hükümeti de "kış uykusundan uyandırmıştır", 12 Nisanda meclis üyeleri propaganda için bölgelerine dağılmışlardır, 11 Nisanda parlamentoda hararetli bir görüşme olmuş, Cabağı hükümeti hareketsizlikle suçlamış, Kotse istifa etmiş, ama istifası kabul edilmemiştir, üyeler "Uzun Hacı'ya bir otomobil göndererek onu Temirhan Şura'ya davet etmeye ve Şeyh'ten" güvence belgeleri alarak bölgelerine gitmeye karar veriyorlar, buna göre meclis üyeleri "Uzun Hacının kefaleti olmadan halkın arasına girmekten çekiniyorlar", Uzun Hacı 13 Nisanda debdebeli bir şekilde Temirhan Şuraya geliyor, seferberlik ilanına yol açan olay Groznide meydana geliyor, 4 Nisanda Denikin Dağlıları görüşmeye davet ediyor, bir heyet Grozniye gidip Denikinciler ve İngilizlerle görüşüyor, Denikinin Dağlıları ültümatom vermek için davet ettiği anlaşılıyor, bu görüşme gerçekleştirilirken Kazaklar Çeçen köylerini yağmalıyorlar, ayın 9 (22)'unda Gudermes de işgal ediliyor, Dağıstan için de reel tehlike oluşuyor, Dağlı birliği 27 Nisanda savaş durumu ilan ediyor, Çeçenler örgütlü değildiler, Çeçen konseyi teşebbüsü ele alıyor, seferberlik ilan ediliyor, Lenin 24 Nisanda Grozniden petrol alınabilmesi için Petrovskun acele ele geçirilmesini istiyor, İngilizler Denikini Dağlılara karşı yumuşatmaya çalışıyor, Dağlı birliği iktidarsız görünüyordu, Uzun Hacı onlara tepeden bakıyordu, mecliste etkili olan subayların da dini önderlere tabi olmaları kuşkuluydu, onlar disiplinden yanaydılar ve Bolşeviklerden korkuyorlardı, Dağlıların laik bir düzen kurmalarını ummak zordu, subaylar arasında Dağıstanın "Kuzey Kafkasya Birliği'nden ayrılıp Azerbaycan'la birleşmesi düşüncesi de yayılmaya başlamıştı, bir kısım halk da aynı anlayıştaydı, Dağlı birliğine inanmıyorlardı, varlıklı Çeçenler de Denikine yakınlık hissediyordu, Çeçen güçlerine komutan atanan Albay Habayev Denikin onu Oset yöneticisi atayınca bu görevi kabul ediyor, birçok subay da Denikinin emrine giriyor, Caferov da Denikinle anlaşmaya çalışıyor, böylece "Kuzey Kafkasya'da şimdiye kadar benzeri olmayan bir generaller iktidarı yönetimi kuruldu", Gönüllü Orduya katılan müslümanlar bir bildiri yayınlayıp Bolşevikler yüzünden mecburen Gönüllü Orduya katıldıklarını belirtiyorlar, Bolşevikler de iktidarı ele geçirmek istiyorlar, yerli Bolşeviklerin bir çabası Dağlılarca engellenmişti, 13 Mayısta tutuklamalar yapılmıştı, 18 Mayısta Şuraya bir saldırı amaçlandıysa da püskürtülmüştü, Bolşevikleri önleyebilen Dağlılar Denikini önleyemediler, İngiliz desteği, yalan ve bölme ile Dağlıları oyalayan Denikinciler saldırıyor, etkisiz kalan Kotse istifa ediyor, subaylar Albay Caferova diktatör olmasını teklif ediyor, o kabul etmeyince General Halilov, Caferov ve Uzun Hacının katılacağı "üç kişilik bir Direktuar hükümeti" kurulmasını kararlaştırıyorlar, ama bu girişimler sonuç vermiyor, sonuçta subaylar 13 Mayısta General Halilovu girişimi ele almaya razı ediyorlar, meclis de oybirliğiyle onayladı, nasıl olduysa oldu on gün sonra Halilov "verilen görevi gerçekleştirmek yerine ihanet yolunu tuttu", 23 Mayısta eski Dağlı bakan Tarkovski Denikini temsilen Halilova gelerek Beyaz Ordunun Dağıstanı tanıyıp onun iç işlerine karışmayacağını bildiriyor, Halilov da "itiraz etmeye gücü olmadığını bildirmiş ve Dağlılar Hükümeti'nden vazgeçilmesi hakkında beyanatta bulunmuştu", bu konu meclisin yetkisinde olmasına karşın üyeler "Hükümet Başkanının bu beyanlarını nazara almışlardı", aradan sonra meclis "çalışmalarına devam etmiş, üyelerden Danyal Apaşev, Başbakan Halilov'un beyanatını gözönüne alarak" direnme olanaksız olduğundan meclisin feshini önermişti, oylama istenince teklifinin kabul edilmeyeceğini anlayan Apaşev mecliste Dağıstanlıların bundan sonra yer almayacağını bildiriyor, meclis oturumu da kapatılıyor, böylece "gerçekte Dağlılar Birliğ Cumhuriyeti'nin varlığı sona ermiş oluyordu", ayın 25'inde Dağıstan Fraksiyonu Halilovun başkanlığında kendi hükümetini oluşturuyor, Dağlı meclsi ise sadece toplantıya son verdiğini ilan etmiş, Birliğin kaderinin başka yerde hallolacağını bildirmişti, Uzun Hacı meclisdeki konuşmasında subaylara hitabederek, ekmeğinizin Kazaklardan geldiğini düşünüyorsunuz, onların huzuruna gidin, ben ve Allah ise özgürlük uğrunda vuruşacağız, diyor, birkaç gün sonra da onun önderliğinde Çeçen birlikleri Hasavyurtu ele geçirip oradaki Denikinci garnizonu yok ediyor, Ruslar da iki Çeçen köyünü yok ediyor, iki din adamı zıt fikirler öne sürüyordu, Halilovla uyuşan Denikin Kazakları Mayıs sonunda direnişle karşılaşmadan Derbende giriyor, Halilov da Petrovskta debdebeli bir şekilde karşılanıyor, 3 Haziranda Şurada Halilov Rusya için kadeh de kaldırmıştı, bu faciada halkın payı yoktu, bu durumu "General Tarkovski, Kaznalipov, Apaşev, General Halilov, Necmeddin Gotsinski vb. kişiler yaratmışlardır", halkın kızgınlığı Tarkovski ile Kaznalipova yönelmiştir, Halilov övülürken Kotse dahil Dağlı bakanlar hapsediliyor, ünlü Çeçen Şeyhi Ali Mitayev de aynı muameleye uğruyor, meclis üyelerinden bir kısmı Bakuya gidip kurtuluyor, Azerbaycan sonraki direniş merkezi oluyor, 1918 Mayısında bağımsızlık ilan eden Dağlılar tam bir yıl sonra Denikin tarafından işgal edilmiş oldu, Dağlılar bir kez daha silaha sarılıp savaşmaya başladılar, bu dönemde önderlik tamamen din adamlarına geçti, Çeçenistandan Uzun Hacı (Saltı'lı), Dağıstanda Ali Hacı Akuşalı önder oldu, bu mücadelede "kardeş Azerbaycan halkının özellikle hizmetleri olmuştur."(Göyüşov, s. 241-267) 

"Dağlılar Cumhuriyeti'nin varlığı, Azerbaycan'ın güvenliği için çok önemli" görülmüş, Ekim 1918'de bir Azeri-Dağlı sözleşmesi hazırlanmış, Çermoy ile Cabağı'nın katkısıyla hazırlanan bu sözleşmede dış tehdide karşı birlikte hareket öngörülmüştür, bir federasyon hedeflenmiştir, 9 Haziran 1919'da Dağlı hükümetinin düşmesinden kısa bir süre sonra Bolşevik etkisine giren Şeyh Ali Hacının Temirhan Şuraya saldırı için asker topladığı belirtiliyor, saldıranlar subayları vatanı Kazaklara sattıkları için cezalandırmayı amaçlıyor." (Göyüşov, s. 268-288)

Terekte mücadelenin ağırlığını asıl taşıyanlar Çeçen-İnguşlar olmuştur, aslen Avar olan önder Uzun Hacının asıl faaliyeti de Çeçenistan'da gerçekleşmiştir, Uzun Hacının Çeçenlerle birlikte Dağıstanda seferberlik yaratma çabaları Avaristanda Şeyh Muhammed Ansaltalının engellemesi yüzünden başarılı olamaz, bu işte Gotsinskinin parmağı olduğunu tahmin eden Uzun Hacı Necmeddinin "İmamdan İvana" dönüştüğünü ve Ruslara satıldığını söyler, Avaristanda başarısız olunca Vedene döner, Kazaklar buraya saldırdığında yakındaki Gunoy köyünün Çeçenleri yardımına koşarlar, Kazaklar kaçmak zorunda kalır ve ancak Şalide gizlenerek kurtulabilirler, Terekte ilk Çeçen-Denikinci çatışması da Beyazlardan kaçan Kızıl askerler yüzünden olmuştur, Çeçenler kendilerine sığınanlara gelenekleri gereği sahip çıkınca bunları almak için saldıran Denikinci Kazak Tümeni Goyti, Alhanyurt, Urus-Martan, Gehi, Çeçenaul vb. halkı tarafından yenilgiye uğratılmıştır, ancak Denikinciler Mart ayında tekrar saldırıp top ateşine tuttukları Alhanyurtu tahrip etmiş ve 3 gün süren savaş sonunda 700 ölü vererek köyü ele geçirebilmişlerdir, Çeçenler dağlara çekilmişlerdir, 2 Ağutosa kadar Denikinciler toplam 45 köyü viran hale getirmiştir, İnguş Hızır Artshanovun birlikleri Denikincilere ciddi zararlar vermiştir, 11 Ağustosta Uzun Hacı Denikincileri durdurmuştur, Çeçenler Şaliyi temizlemişlerdir, Denikin Moskovaya yönelen ordusunun bir bölümünü Kafkasyaya getirip komutanlığına Vrangeli atadı, yarar sağlamadı, Sovyet cephesinden getirilen Kazaklarla Dağlılar arasında 28 Eylül-9 Ekim döneminde büyük savaşlar olmuştur, Ruslar ağır yenilgiye uğratılmışlardır, Grozni de Uzun Hacı birliklerince kurtarılmıştır, "Uzun Hacı'nın önderliği altında dövüşmekte olan Aslanbek Şerip(ov), Grozni kenti çevresinde cereyan eden savaşlarda öldürüldü, Ruslar taktik değiştirip Kazaklarla eşitlik çağrısı yapmaya başladılar, Uzun Hacının başarıları Kızılların işine yarıyordu, "Lenin, kişisel olarak, Dağıstan ayaklanmasını günü gününe izlemekteydi", bu mücadele Bolşeviklerin ayakta kalmasında çok etkili olmuştur, Denikin Bolşevik cephesinden birlik ayırıp Dağlıların üstüne gönderiyor ve böylece kendisini yenilgiye sürüklüyordu, "29 Eylül 1919 günü Şeyh Uzun Hacı, resmen "Kuzey Kafkasya Emirliği'nin kurulduğunu bildirerek, kendisini Halife VI. Mehmed Vahideddin'in fermanına dayanarak Uzun Hayri Hacı Han adı altında Emir ve İmam ilan etti. Kendisini Osmanlı Sultanı Halife VI. Mehmed Vahideddin'in teb'ası olarak adlandırdı. Uzun Hayri Hacı Han'ın emirleriyle, Çeçen Milli Konseyi üyelerinden İnaluk Arsanuka-Dışınski Başbakan... olarak görevlendirildiler. Bu çok etnikli listede hemen hemen bütün Dağlı halkları temsil ediliyordu. Aynı şekilde listede çeşitli siyasi ideal ve inanışta kişilere de yer verilmişti. Örneğin, bazı tarihçiler Emir'in bakanlarından biri olan Habale Besleney'in (Adıge) Bolşevik olduğunu iddia etmektedirler", Andi, Vedeno, Şatoy, İtumkala, Grozni, iki İnguş valiliği Emirlik topraklarına dahildi, Ocak 1920'de Açhoy-Martan'da kazanılan zafer sonrasında Valerik, Kataryurt, Şaloji ve Urus-Martan da katıldı, 7 ordusu vardı, Şeyh Akuşalı ile İnguş Hızır Artshan(ov) komutanlardan ikisiydi, komutanlar arasında Hüseyin Efendi adlı bir Türk askeri de vardı, "Şeyh'in 4 Aralık 1919 tarihli bir emriyle ona General rütbesi verilmişti... Grozni Bolşevikleri'nin önderi N.F.Gikalo da Şeyh Uzun Hacı'nın silahlı güçlerinin 5. Ordusunun komutanıydı", para da bastırılmıştı."  (Göyüşov, s. 296-303)

Bolşevikler Eylül 1919'da Alkun köyünde yaptıkları gizli toplantıda Uzun Hacıya destek verilmesini kararlaştırmışlardı, Bolşeviklerin Uzun Hacıya doğrudan karşı çıkmaları ancak Kızıl Ordunun gelmesinden sonra olacaktır, Leninciler Grozniye girdikten sonra Uzun Hacı barışçı ilişkiler için temsilciler gönderdi, Bolşevik Kasterin onlarla İmama gönderdiği ültümatomda, Sovyetleri tanıyıp siyasal iddialardan vazgeçmesi halinde kendisinin dini önder olarak tanınacağını ve Sovyetleri Şeriata ve Kur'ana dokunmayacağını, bildiriyor, Mikheyev de "Lenin'in, Çarlık Rusyasının çeşitli bölgelerinin tamamen ayrılmalarına taraftar bulunduğuna" inandırmaya çalışıyor, ültümatom ulaşmadan Uzun Hacı Vedenoda ölüyor." (Göyüşov, s. 304-307)

Denikinin Dağıstana yönetici atadığı General Mikail Halil Ali Hacıyı çağırıp Denikinin Dağıstana kendini yönetme hakkı tanıyacağını belirtiyor, o da bu durumda muhalif olmayacağını bildiriyor, Halil halka da Beyaz Ordunun Bolşevizmi yoketmeyi gaye edindiğini, bu işte İngiliz, Amerikalı ve Japonların da ona yardımcı olduğunu, Dağlı birliğini tanımadığını, ancak Dağıstana kendi iç işlerini düzenleme olanağı tanıdığını bildiren açıklama ve Temirhan Şurada kurultay için davet yapıyor, ancak Gönüllü Ordunun davranışları bu mutabakatı bozuyor, Hacı Ali Akuşalı da Halile bir itiraz mektubu gönderiyor, sizin Kazakları çağırıp silahları onlara vereceğinizi duyuyorum diyor, iki tarafın silahlı güçleri karşılaşıyor, iç savaş ihtimali beliriyor, Halilin cevabı yatıştırıcı değil cepheleşmeyi daha da kızıştırı oluyor, "Avar Yöreleri dışındaki yerlerde dağlarda" Ali Hacının sözü geçiyor, Ali Hacı Temmuzda "Dağıstan Şeyhülislamı sıfatıyla" Britanya komutanlığına başvurup Beyaz işgali konusunda bilgi istiyor, Denikine de ültümatom veriyor, 19 Ekim 1919'da Levaşide Kantemir başkanlığında savunma konseyi kuruluyor, onursal başkanılığa da Akuşalı ve "giyabi olarak da Uzun Hacı seçildiler", coşkuyla karşılanıp hemen 500 kişilik destek bulan Osmanlı subayı Kazım Bey de rica üzerine "ayaklanmacıların cephe komutanlığı görevini yüklenmeye razı oldu", Gürcü ve Azeriler de askeri yardım yapıyor, Nuri Paşa da yardım için geliyor, 24 Ağustosta Derbendde ayaklanmacılar yeniliyor, İsmail Hakkı Berkuk da askeri uzman olarak çağrılıyor, 10 Eylülde onun önderliğinde Derbende saldırılıyor, civarda çatışmalar sürüyor, Gunib ve Temirhan Şura ele geçiriliyor, operasyonlar Osmanlı subayları tarafından yapılıyor, 24 Eylül 1919'da Azeriler Britanyadan Beyaz katliamını sona erdirmelerini istiyor, Ekimde İngiliz Holmen Dağıstanın Bolşevikler ve Enver Paşa ajanlarıyla dolu olduğunu söylüyor, Holmen Petrovskun Bolşeviklerle mücadelede ana dayanak olduğunu belirtiyor." (Göyüşov, s. 308-319)  

İngilizler drumu incelemek üzere Albay Rawlinsonu Dağıstana gönderiyor, o da Türkleri de görüyor ve ayaklanmanın milli değil Bolşevik özellikler taşıdığını bildiriyor, Dağıstan Rusyanın parçasıdır ve iktidar Denikine aittir diyen İngilizler ayaklanmanın kaotik ortam yarattığını ve Bolşeviklere yaradığını da düşünüyorlar, Denikinciler bu anlayıştan cesaret buluyor, Kasımkendde ise 4000 kişilik bir Dağıstanlı birliği Türkler tarafından eğitiliyor, Levaşide Nuri Paşanın emrinde yeni kurulmuş 1000 kişilik bir Dağlı gücü toplanıyor, 12 Aralık 1919'da Derbend yeniden geçici olarak kurtarılıyor, Derbend cephesinde Türk subayı Rufet Bey komuta ediyor, onun emrinde Gürcüler ve Bolşevikler de faaliyet gösteriyor, 12 Aralık 1919'da Denikinciler barış istiyor, 5-10 Ocak 1920 döneminde saldırıya geçmeye çalışsalar da Beyazlar püskürtülüyor, 5 Ocakta Petrovsk Dağlılarca kuşatılıyor, Denikin Dağlılar birliğini tanıyor, 5 Şubat 1920'de Derbend de kurtarılıyor, Gönüllü Ordu bitiyor, ama Dağlılar bu zaferden yararlanamıyor, Bolşevikler geliyordu. (Göyüşov, s. 320-325)

Bolşevikler Dağlılara yardımı değil "Sovyet işgali için gerekli ortamı" hazırlamayı amaçlıyor, Bolşevikler "ilk aşamada ayaklanmanın askeri önderliğini ele geçirmek gayesiyle Türkiyeli subaylar aleyhinde propaganda ve sabotajlara başlamışlardı, henüz açıkça karşı çıkma olanakları yoktu, Sovyet orduları yaklaştıkça "yerli örgütlere kendi iradelerini dikte ettirmeye çalışıyorlardı", Sovyet Rusya ile birleşme niyetlerini artık saklamıyorlardı, halk ise Denikinden Lenine geçmeye karşıydı, Bolşevikler emellerine engel gördükleri Türk subaylarından kurtulmaya çalışıp onları yasa dışı ilan edip propaganda yapıyorlardı, Orconikidze "Nuri Paşa, dağlarda Azerbaycan parasına dayanarak ara bozmakta ve Dağıstan'ın... bağımsızlığı için propaganda yapmaktadır" diye Moskovaya yazıyordu, Şeboldeyev de 20 Şubat 1920'de Gikalo'ya Nuri Paşanın hem İngilizlerle hem de Uzun Hacıyla ilişkide olduğunu belirtip "asıl tehlike Azerbaycan, İngiltere ve Antant'ın desteklediği yerli karşıdevrimcilerden gelebilir" diye yazıyordu, Bolşevikler Çarlık iddia ve yöntemlerini aynen tekrarlamaktaydı, Rusyaya katılma yanlısı olmayan sosyalit Korkmaz(ov) Nuri Paşa ile ılımlı ilişki yürütmeye çalışıyor, Kasımkendde Şubat 1920'de yapılan toplantıda iki fikir ortaya çıkıyor, bir grup Azerbaycanla birleşmeyi önerse de Dağlı bağımsılığı yanlıları üstünlük sağlıyor, sürgündeki Dağlı aydınları da dönüyor, Levaşide parlamento toplantıya çağrılıyor, Dağlı sosyalistleri bağımsızlık taraftarıydılar, Bolşevikler Rusyaya katılmaktan yanaydılar ve Türk askeri uzmanları uzaklaştırmaya çalışıyorlardı, önce birbirine düşürmeye çalışmışlardı, Osmanov adlı bir Dağıstanlı Bolşevikten Kazım Beyi Nuri Paşaya karşı kışkırtması istenmişti, ama başaramamışlardı, sabotajlar düzenlemişlerdi, Ali Hacı 24 Şubat 1920'de Kazım Beye islama değil Bolşeviklere hizmet ettiğini yazdığını belirtiyordu, halk Bolşevik propagandasını önlemiştir, 5 Martta Bolşevikler Kazım Beyi Urma köyüne çağırıp kuşatmak istiyorlar, bunu öğrenen Kazım Bey onlardan önce davranarak geceden saldırıya geçer ve o planı hazırlayan Bolşevikleri hapseder, asıl planlayıcı Şeboldeyev kaçıp saklanmayı başarır, Kazım Bey Ali Hacının işe karışması üzerine hapsolunan kişileri serbest bırakır, 12 Martta Bolşevikler ne olursa olsun Nuri Paşanın yok edilmesini emreder, ama mücadele sonucunda Bolşevikler dağıtılır, Nuri Paşanın önlemleri sonuçsuz kalıyor, çünkü "birkaç gün geçmeden Sovyetlerin XI. Ordusu Dağıstan'a girdi. En önemlisi ise, bu olaylar olurken Ali Hacı da Türkleri savunmadı", Bolşevik baskısı üzerine Ali Hacı Kazım Beyle ilişkilerin kesilmesine karar verip onu Levaşiye çağırıyor, Kazım Bey silah bırakmayı kabul etmiyor, Bolşeviklerin zor kullanmasını ise Ali Hacı önlüyor. (Göyüşov, s. 326-336)

Martta Terek Sovyet tarafından işgal edilince Dağlı aydınları gizli bir toplantı düzenledi, üç görüş tartışıldı, ayaklanma, eski Dağlı hükümetinin yönetime getirilmesi ve Bolşeviklerle ilişki kurulması, üçü de kabul edilmedi, aydınlar çaresiz kalınca girişim bir kez daha dini önderlere kalmıştı, 11 Mayısta Vedeno-Kayışyurtta (Kuetaş kort) bir kurultay toplanıyor, burada Osmanlı subaylarından İsmail Hakkı Berkuk, Aziz Meker ve Mustafa Şahin (Butba) da yer alıyor, "Uzun Hacı son dakikalarını yaşıyordu", dileklerini yazılı olarak bildirdi, kendisinden sonra İmam Şamilin oğlu Kamil Paşanın reis seçilmesini öneriyor, kurultay oybirliği ile kabul ediyor, o gelinceye kadar Derviş Muhammed Hacının vekalet etmesi kabul ediliyor, bu kararın kendisine bildirildiği Kamil Paşa Suriyedeydi, oğlu Said Şamili kendi yerine Kafkasyaya gönderiyor, "İmam Şamil'in genç torunu 1920 yılının Haziran sonlarında Tiflise geldi", Said Şamil lider sayılsa da Gotsinski fiili lider haline geliyor, "Akuşalı Ali Hacı ve İmam Necmeddin'in savaşma konusundaki azmi, tabiri caizse, dönemsel bir karakter taşıyordu", kibirleri ve aralarındaki rekabet şu veya bu Rus gücüyle ilişki kurmalarına neden oluyordu, Denikine karşı asıl savaşan Dargilerken Sovyetlere karşı savaşın ana unsuru Avarlar olmuştu, Denikin döneminde eylem dışı kalan İmam Necmeddin Bolşevik döneminde harekete geçip önderliği ele almış, fakat bu defa da Dargilerin büyük kısmı mücadele dışında kalmışlardır, bir nokta da Denikin döneminde Dağıstan yöneticiliğine atanan Mikail Halil ile İmam Necmeddin Gotsinski arasında derin bir dostluk ilişkisi olmasıdır, Çarlık döneminde Halil İmam Necmeddini sürgüne gönderilmekten kurtarmıştı, o da geleneklere uyup ona karşı olmamak için gazavata katılmamıştı, Narimanov İmama, devrimden önce hep birlikte Çarlığa karşı ayaklanacağız ve Türkleri sabırsızlıkla bekliyoruz demiştiniz, oysa şimdi Çarlığı ihyaya çalıştığına kuşku olmayan Denikin karşısında başınızı eğiyorsunuz, diye yazıyordu, Necmeddin Samurski ikinci yurttaş savaşı dediği ayaklanmanın yerli koşullarının dikkate alınmamasından başladığını yazar ve dini fanatizmin de etkili olduğunu ekler, Dağlı mücadelesinin asıl nedeni ise bağımsızlık düşüncesiydi, Denikine karşı olan da, Gotsinskinin Bolşeviklere karşı yürüttüğü de Ruslara karşı bağımsızlık savaşlarıydı, Sovyetlere karşı operasyon Gürcistandaki Didoy ve Antsukh-Kapuça yörelerinde başladı, o sırada yirmi yaşında olan Said Şamil Eylül başında Dağıstana geldi, bu gelişte bulunmuş olan "Erel, bu yolculuk sırasında Şamil'in torununa 50-60 kadar Dağıstanlı ve Çeçen'in refakat ettiğini yazmaktadır", Said Şamilin gelişinden sonra İmam Necmeddin Didatl köyünde bir kurultay topluyor ve ayaklanmaya Avarların yaşadığı Gunib, Avar ve Andi yöreleri de katılıyor, ayaklanmanın askeri önderliğini Albay Kaytmaz Alihan'ov) yürütüyor, Bolşevikler Hunzah ve Gunip kalelerine girip saklanıyor. (Göyüşov, s. 339-344)

23 Eylülde Dağlılar Botlikhde Bolşevikleri yok ediyor, komutanları Davidov ile Kundukh(ov) esir alınıyor, yeni asker getiriliyor ve Orconikidze 7 Ekimde Dağıstana geliyor, 10 Ekimde seferberlik ilan ediyorlar, Bolşevikler 13 Ekimde Arakan vadisinde milli güçlerle karşılaşıyor ve darmadağın ediliyorlar, "olaylar, 1920 yılı Eylül'ünden 1921 yılının Mayıs ayına kadar süren bir savaşa dönüşmüştü", "Samurski, kendi birliğiyle birlikte Hunzakh'ı Gotsinski'nin burayı kuşatmış bulunan birliklerine karşı savunurken" Bolşeviklerin yiyecekleri bitince Gotsinski güçlerine başvurup "Dağlı geleneklerine bağlıysanız... bize yiyecek gönderin" dediğinde şiddetli ateşlerine karşı Dağlılar kaleye yaklaşıp yiyecek bırakıyorlar, Bolşevikler IX. orduyu da gönderiyorlar ve bu ordu 29 Kasımda üç yandan Gunib, Hunzakh, Botlikh yönlerinden saldırıyor, 30 Aralıkta yeni bir Arakan savaşında bu Bolşevik güçleri de yok ediliyor, Sovyetler 20 Kasımda Dağıstanın özerkliği konusunda bir bildiri kabul ediyor ve yeni asker getiriyor, "Said Şamil, 4 Ocak 1921'de Andi'de yeni bir kurultay topladı", ayaklanmanın Çeçenistana da yayılması kabul ediliyor ve ayaklanma "hızla Çeçenistan'a da yayıldı", Sovyet literatüründe ayaklanmanın Mayıs 1921'de sona erdiği belirtilse de mücadele "daha uzun süre devam edecekti", sembolik lider Said Şamil savaşın "şiddetini kaybetmesinden sonra Türkiye'ye geri dönmüş, İmam Necmeddin Gotsinski ise 1925 yılında Çeçenistan dağlarında bir raslantı sonucu ele geçirilerek kurşuna dizilmişti. Kaytmaz Alihan da aynı şekilde üç oğlu ile birlikte öldürülmüştü", aktif "savaşlar döneminde göz boyamak gayesiyle Şeriat Mahkemeleri'ni yasallaştırmış bulunan Sovyet hükümeti 26 Ekim 1921'de" bu mahkemelerin cinayet konusundaki yetkilerini ellerinden almış ve 23 Ekimde müslüman din adamlarının seçme ve seçilme haklarından mahrum edilmesi kararı alınmıştı. (Göyüşov, s. 345-348)

*

3.4.2023

***