25 Temmuz 2023 Salı

Çerkesya'dan Savaş Mektupları 1837-1839

James S. Bell, Türkçesi: Sedat Özden, 1998, Kafkas Vakfı, İstanbul


İlki 14 Nisan 1837 tarihinde denizden, sonuncusu da 12 Şubat 1840'ta İstanbul'da yazılan metinler. 

Sinop'tan Çerkesya'ya hareket ve İstanbul'a dönüşe kadar olan süreç anlatılmış.

Dönemin Çerkesyası'nın Karadeniz kıyılarındaki durumu hakkında capcanlı bir izlenim ediniliyor. Bir ölçüde dönemin Osmanlısı hakkında da.

Ağırlıklı olarak Natuhay, Şapsığ, Bjeduğ, Hatukay, Abzeh ve Ubıh bölgelerini kapsayan gözlemler.

Çok güzel bir doğa.

Güzel bahçeler.

Zenginlikler.

Kendine özgü gelenekler.

Ve elbette geri kalmışlıklar.

*

Rusların el koyduğu Vixen gemisinin sahibi olan "Bell, yabancı olduğu bir ortamda iki buçuk yılı aşkın bir zaman kalmış... Çerkeslere yardımcı olmuştur." "Çerkesler onun varlığıyla umutlara kapılmış olabilirler." "Bell... bize eşsiz bir portre bırakmıştır." (Bell, içinde Takdim, Sedat Özden, s. 9-13)

*

Çerkes toplumunu böyle anlatmak da zaten bir İngiliz’e yakışırdı!

Başka kim anlatabilirdi ki?

Çerkeslerin kendileri anlatmak için yetersiz, 

Ruslar düşmanca bakar,

Türklerse bu işi yapmaz, 

Kala kala Çerkesleri anlatabilecek bir tek İngilizler kalıyor, ve bir İngiliz de anlatmış, hem de sevgiyle.

İyi de yapmış.

*

Bir ölçüde Çeçenleri de anlatmış sayılabilir!

*

Ve ekte bazı belgeler.


Kitaptan bazı notlar:

Rusların el koyduğu Vixen gemisinin sahibi olan "Bell, yabancı olduğu bir ortamda iki buçuk yılı aşkın bir zaman kalmış... Çerkeslere yardımcı olmuştur." "Çerkesler onun varlığıyla umutlara kapılmış olabilirler." "Bell... bize eşsiz bir portre bırakmıştır." (Bell, içinde Takdim, Sedat Özden, s. 9-13)

Çerkesya'ya ticari amaçlı sefer yapan Vixen'e el konulmasından sonra aynı amaçla "O ülkeye yaptığım ikinci... sefere Majestelerinin dış işleri bakanının isteği ile girişildi (daha doğrusu böyle bir şeye inandırıldım)." (Bell, Giriş, s. 15)

"Buralarda Tiflisli bir Ermeni görmekten büyük bir şaşkınlığa kapıldım. Son derece sinsi görünüşlü bu adam, burada herkesle son derece samimiydi... Bizzat kendisinin anlattığına göre bir kaç yıl içinde bu insanların cömertliklerinden faydalanarak 2000 Sterlini şöyle kazanmış: Her üç veya dört ayda bir, Rus topraklarına ve İstanbul'a... giden Ermeni, oralardan bir çok mallar satın alıyor ve döndükten sonra buradaki dostları arasında dağıtıyor... karşılığını beklemeye başlıyor ve herkesten, hediyesine mukabil bir şeyler istiyor. Dediğine göre, geri verilenler her zaman çok daha değerli oluyor. Son zamanlarda, yanında bir de Müslüman olduğu halde İstanbul'a götürmek üzere genç kadınlar satın almaya başlamış bulunuyor ve şimdiden, yola çıkmak için bekleyen sekiz kadın var... haber ticareti de yapacağını... söyledim." (Bell, s. 49, 50)

"Sutşa prensi Ali Ahmet... İngiltere'nin yakında kendi lehlerine olaylara müdahale etmesini kuvvetli bir şekilde ümit ettiğini söyledi." (Bell, s. 50)

"Bu kıyılarda olduğu söylenen deniz ablukası aslında gülünç bir şakadan başka bir şey değil... Rusların pek bir etkinlikleri yok... şu anda yüz elli gemi, Rus ablukasına rağmen bu ülke ile Türkiye arasındaki ticaret de devamlı olarak yer almaktadır." (Bell, s. 58)

"Dediklerine göre, bu kadar kısa bir mücadeleden sonra Yunanistan'ın Avrupa'nın müdahalesi sonucu bağımsız olmasına kıyasla yüz yıldan fazla bir süredir mücadele eden kendilerinin de böyle bir yardıma hakları var./ Rusların kuzeydeki savaşta tamamen barbarca davrandıkları anlatılmaktadır. Gruplar, gece vakti köylere giriyorlar... Kuban'ın doğusundaki köylerin birinde bir gece yirmiden fazla kadın ve çocuk kaçırıldı... onları cesaretlendirmek amacıyla benim buradaki varlığımı belirten bir mektup yazılıp yollandı... benim en önemli ve zor görevim, bu insanların İngiltere'nin yardımlarına çok fazla umut bağlamalarını önlemek olmalı. Çünkü şu anda orlarda nasıl bir politika izlendiğini bilmiyorum. Bu yüzden bu insanları kendi kendilerine güvenmeye ikna etmek için çalışmalıyım." (Bell, s. 60, 61)

"Çerkesya'da, aileler arasında kardeşlik bağları ile kabileler kurulmakta ve daha büyük akraba toplulukları oluşturulmaktadır... birbirlerini korumakla yükümlü olmaları... diğer ailelerin evlerine, bizzat öz kardeşlerinin evlerine girercesine rahat bir şekilde girip çıkarlar." (Bell, s. 65)

Gerze'de "Karantinada on sekiz gün boyunca beklememiz gerektiği söylendi... berbat hale gelmiş olan kalabalık bir güvertede" beklemek gerekecekti, "Türklerden ziyade Rusların özelliklerini taşıyan bu yeni kurallar, Sinop'taki Rus konsolosluğunun etkisiyle, sadece Çerkes tüccarlar için konulmuş gibiydi. Bunun üzerine, bize karşı bir takım kanun dışı uygulamaların yapılmasını önlemek için Sinop'taki Paşa'ya haber göndererek burada bir İngiliz'in bulunduğunu haber vermek istedim... şu anda içinde bulunduğumuz geminin, beni alması için Çerkesya'ya çağırdığım bir gemi olduğunu; karantina için Sinop'ta beklemek istediğimi", sorun halinde "konuyu elçiliğimize bildirmek zorunda kalacağımı bildirmeye karar verdim." "Açık güvertede, sadece üzerlerinde gerilmiş bir örtü bulunan Çerkesler, kıyıdaki insanların aldırmazlıkları yüzünden artık ihtiyaçlarını karşılayacak her şeyden mahrum kaldıklarından isyan bayrağı açtılar ve kendilerine yapılan bu davranışı kabul edeceklerine elde kılıç ölmeyi yeğlediklerini haykırmaya başladılar. Kıyıda bulunan bazı Çerkeslerin de onlara bağırarak, "Bu insanlar artık imansız oldular. Karaya çıkın ve kahve evine doğru kendinize yol açın" demeleri, gemidekilerin heyecanını daha da arttırdı. Onlara sabırlı olmalarını tavsiye ettim ve şansımıza ki, ayın 20'sinin erken saatlerinde mektubuma cevap olarak, Sinop'a doğru hareket etmemiz emri geldi... Sinop açıklarında demir attık... dalgalı denizin üzerindeki soğuk ve ıslak güvertemizde başımızın üstüne çektiğimiz tenteler altında soğuktan titreyerek beklerken kıyıya su ve odun diye haykırdık. Fakat kıyıda bulunan insanların, bizim içinde bulunduğumuz kötü şartlara aldırmadan kendi günlük yaşamlarını sürdürmelerini görmek bizi daha da yıktı. Sadece bazı Çerkesler, iskelenin ucuna kadar geliyorlar... yardım edemiyorlardı./ Sinop 28 Kasım-Anladığımız kadarıyla, yakın zamanlarda Sinob'ta açılan Rus konsolosluğunun etkisiyle başlatılan bu uygulamalar yüzünden, kadın, çocuk ve erkeklerden oluşan elli altı kişi, yukarıda anlattığım şartlardan sadece biraz daha iyi olan koşullar altında dört gün daha bekledik." Çok sayıdaki dostumuz yiyecek ve ihtiyaç maddesi gönderdi. Kıyıda "karantina için gerekli düzenlemeler yapılmadığından erkek ve kadınlardan oluşan elli kişi civarındaki sayımızla, henüz bitirilmemiş büyük bir evin içine tıkıldık. Bina, bir takım kısımlara bölünerek odalar haline getirilmişti. Üst katlarda, benim kaldığım yerin dışında diğerlerinin tavanı yoktu. Alt kat ise bitirilmemiş, çöplerle dolu karanlık bir haldeydi... Pencerelerden hiç birisine henüz cam takılmamıştı. Fakat buna rağmen, içerideki büyük kalabalık yüzünden evimizin havası o kadar kirliydi ki, gemideki havadar yerimi bıraktığıma çok pişman oldum... Çerkeslerin içinde bulundukları iç sızlatıcı durum yüzünden onlara duyduğum acıma sebebiyle... toplantılar yapıyor... ülkedaşları ve arkadaşlarıyla konuşmalarını sağlıyorum." (Bell, s. 463-467)

*

25.7.2023

***



18 Temmuz 2023 Salı

İMAM ŞAMİL Dağıstan ve Çeçenistan Dağlıların Bağımsızlık Mücadelesi


Sultan Yaşurka, Kitap editörü: Hadi Mansur, 2007, İstanbul


İmam Şamil ile ilgili ilginç sayılabilecek bilgiler içeren bir eser.

Ancak Türkçe metni ya yazımdan ya da tercümeden biraz sorunlu gibi!

Ve bu yüzden, kitaptaki çok renkli bilgilerin güvenilirliğine de bir ölçüde maalesef kuşku düşüyor.

Yine de farklı bir bakış açısı sağlayan kitabı ben çok yararlı buldum.

*


"Sovyet tarihçi S. K. Bushuev tarafından 1937-38 yılları arasında yazılan bu kitap 1939 yılında kitap haline getirildi. Kitabın yazılma zamanı, Bolşeviklerin Kuzey Kafkasya'nın Rusya tarafından sömürülme zamanını doğru gerekçelerle aydınlatmaya meyilli oldukları zamanına rast geldi./ Kafkasya'nın ve özellikle bazı milletlerin tarihi, genel tarihin çok zor ve yeteri kadar incelenmemiş bölümüdür." (Yaşurka, içinde Önsöz, Hadi Mansur, s. 1) 

Dağlıların "sosyal ve ekonomik hayatı çarlık zamanın belgesellerinde bu kadar zayıf bilgilerle açıklanmıştır... bilgi toplama teşebbüsleri... boğuluyorlar." (Yaşurka, s. 3)

Konu ile ilgili bilgilerdeki "materyalin tek taraflığını ve gerçekdışı olmasını", "Ermolov ile Paskeviç'in dağlılar üzerinde uyguladıkları aç kurt politikasını", "miliyetçi şovinist izlenmileri", "Engels'in dediği gibi 'kendilerini Rus çarlığın mücadelesinde en büyük şanla kuşatan' Dağıstan ve Çeçenistan'ın halkı, bu belgelerde sadece 'vahşiler', 'canavarlar', 'asi çete haydutları' ve 'imansız fanatiklerle', 'buyruk dinlemez barbar kalabalıkları' olarak" adlandırıldıkları şeklindeki ifadeler düşünülünce, mevcut materyalin denetlenmesi gerektiği açıktır. "Bu resmi evrakların tek taraflığı ve eksikliği... bizi diğer tarafın, yerel halkın önderlerinin belgelerini incelemeye zorladı." Abdurrahman, Karahlı Tahir ve Hacı Ali'nin yazdıkları "tarihi olaylarını yansımada çok önemli rol oynuyorlar." (Yaşurka, s. 3, 4)  

Konuyla ilgili Avrupalıların yazdıkları da önem taşıyor. (Yaşurka, s. 5)

"Ortaya atılan örnekler, tarihsel belgelerin ve kaynakların hali böyle iken, Dağıstan ve Çeçenistan'ın 19. asrın çok az incelenmiş birinci yarısının çok taraflı ve doğru tarihi tablonun çıkarılmasının ne kadar zor olacağını göstermektedir." (Yaşurka, s. 8)

*

Kitaptan diğer bazı notlar da şöyle:

"19. asrın ilk çeyreğinde Rus çarlık rejimi Dağıstan'ın ve Çeçenistan'ın sistematik siyasi fethine başlamıştır. Bu sistematik fethin ilk yılları, 1812 yılında meydana gelen savaştan ve Napolyon'un hezimetinden sonra Rusya, "Kutsal Birliğin" yobaz siyasetinde önder devlet haline gelmeye başladığı zamana denk gelmektedir." (Yaşurka, s. 9)

Rusya'nın "sömürmede kendisine dayanak" arayan bu "büyük devletçilik politikasının kökleri... çok uluslu devlete dönüşmeye başladığı ilk zamanlarda idi." (Yaşurka, s. 9)

"Astrakhan'ın fethedilmesi (1556 yılında)... zenginleştirdi ve Hazar Denizine yol açtı." "Fazla vakit geçmeden Dördüncü İvan 'Kafkasya'nın Kuzey-Doğu bölgesini fethetti'. Terek nehrinde bazı askeri yapılar ve kaleler inşa edildi. Yerel Kabartay ve Çerkez beyleri Moskova devletin hizmetine girdi." "Birinci Petro'nun tahta çıkmasından sonra, Dağıstan'a 1722-1723 yıllarında gerçekleştirdiği saldırı seferleri ile... sömürgecilik politikasının ikinci devri başladı." Birinci dönemde 1565'de diplomatik ilişkiler kurulup "Terki kentin temeli atıldı... Terek nehrin aşağı boyu İdil ve Don nehri boyunca ikamet eden Rus Kazakları dolduruldu... ikinci dönemde İsveç, Türkiye ve Almanya siyasetinin genel hatları belirginleşmeye başladı." Birinci Petro'nun Kafkasya'da oynadığı rol "'büyük devletçilik' eğilimlerin ve feodal düzenin çıkarlarına tamamen uymaktadır." (Yaşurka, s. 10)

"1. Petro Hazar... İran üzerinden Hindistan'a uzanacak bir ticaret yolu oluşturmak için birkaç kez denemede bulundu... İran'ın buradaki etkisini yok etmek zorunda idi." Terek bölgesine sürülen Kazaklar "yerleşim birimleri oluşturdular. Dağlılar topraklarından oldular... Bu politika Petro'nun seferlerinin belirgin özelliği olmaya başladı... 22 Aralık 1720 yılında köylere yerleştirilen Rus Kazakları İran seferine katıldılar. İran seferine çıkacak ordu 80 bin kişiden oluşurken, aralarında Rus Kazakları haricinde Astrakhan Tatarları ve Kabartaylı birlikler de mevcut idi." Gürcü ve Ermenilerden de İran'a karşı destek sözü alındı. "Petro 1. Sulak'a gelince 'birçok yerel hükümdarın elçisi', Tarki şamhalın... temsilcisi de dahil, itaat bildirgesi ve hediyelerle geldiler. Ama... dağlıların kendileri Rus ordusunu silahla karşıladılar ve hatta direniş sonunda zaferi elde ettiler." Güçlü direniş karşısında ordu "Astrakhan'a kadar çekilmek zorunda kaldı. Ancak... yeni ordular vasıtası ile Birinci Petro, Hazar Denizin kıyılarının büyük bir bölümünü işgal edebildi./... Derbent, Bakü, Reşt ve Hazar Denizi kıyıları... hükümdarlığı altına girdi.../... sonra Rusya... hareketine ara verdi... 1735 yılında Bakü, Gilyan ve Derbent, İran'a geri verildi." Ama yine de "Terek nehrin aşağı kesiminde bulunan Rus Kazaklarından Kizlyar güçlendirilmiş hat oluşturuldu ve 1736 yılında Mozdok kalesinin temeli atıldı." Rusya'yı 1768 ve 1787 tarihlerinde başlayan "Rus-Türk savaşları... bayağı engelledi. Yine de 1777-1780 yılları boyunca Mozdok'tan Azov'a kadar öncü kaleler şeklinde güçlendirilmiş hatlar oluşturuldu. İkinci Katarina 'Rus asillere' Kafkas topraklarını cömertçe dağıtıyordu (1782 tarihli emri). 1791 yılında ise Kafkas Şeridi Kuban nehrine kaydırıldı... işgal altında olan topraklar... Rus Kazak nüfus ile dolduruldu. Bu Kazaklar daha sonra Karadeniz Kazak Ordusuna dönüştürüldü... Büyük Petro'nun belirlediği siyaset... hayata geçiriliyordu./... Çarın Büyük ve Küçük Çeçenistan'ı... işgal etme teşebbüsüne yerel halk büyük ayaklanma ile karşılık verdi 1785 yılında. Bu gelişme... aktif direniş döneminin başlangıcı idi. Dağıstan ve Çeçenistan'ın halkları özgürlüklerini kahramanca savundular. Onlar, birinci ve ikinci işgal dönemin tüm metot ve yöntemlerini kullanıp, ayrıca feodal üstleri rüşvetle satın almaya çalışıp, üçüncü dönem olan sistemli siyasi fetih dönemine geçen çarlığın saldırısına karşı... özgürlük mücadelesinde 'en büyük şana nail oldular'. Bu yeni aşama 19. asrın 50. yılların sonunda bitti", ekonomik işgale adım atıldı. (Yaşurka, s. 11-13)

"1801 yılında Gürcistan Rusya'ya katıldı... Lezgin köyleri de yağmalanarak... Yine Bakü ve Derbent fethedildiler. Kura nehrine kadar Hazar Denizin tüm kıyıları Rusya'nın zimmetine geçti... İran, Rusya tarafından tamamen bozguna uğratıldı./... (1813) İran Karabağ, Gyandja, Şekin, Şirvan, Derbent, Kuba ve Bakü hanlıklarından Rusya'nın lehine çekildi. Daha sonra Dağıstan, Gürcistan, İmereti, Guriya, Mingreli gibi bölgelerden de çekildi." Bu gelişmelerden ve "Napolyon'un bozguna uğratılmasından... sonra- çarlık, Dağıstan ve Çeçenistan'ı siyaset metodu ile işgal etme politikasına devam etti. 'Avrupa'da savaşlar bitti ve Rusya... geç kalmadan, İran ve Küçük Asya'da sancaklarını dalgalandırdı'. Bu 'başarılardan sonra... Rusya, Dağlı halkları barışa sürüklemeye (?!) başladı ve bunun için dağlıları hayvanlarının otladıkları ovalardan ederek, zayıf kalmalarına zorladı ve birçok kaleler inşa etti'./ Böylece, 'Avrupa jandarması' ve 'Asya celladı' rollerini oynayan çarlık Rusya, Kafkasya'da üçüncü aşama fetih politikasının içinde buldu kendini./... Ermolov zamanında (1816-1827).../ Rus çarlığı Dağıstan'ın fethedilmesinde özellikle kaba ve barbarca metotları kullanıyordu: bazı köylerin tamamen yakılmış ekimlerin topyekün yakılması, büyük ve küçük baş hayvanlara el konulması, en iyi vadi ve ovaların Rus asillerin lehine işgal edilmesi ve direniş gösteren köylerde erkek nüfusun yok edilmesi ve buna ilişkin infazlar... çarlık bu cellatlık işinde... kendisini geliştiriyordu./ Bu 'hayvani ve barbar' politikasının en tutkulu taraftarı ve yürütücüsü Ermolov idi." Merhametsizliğiyle halkı tarifsiz dehşete düşüren Ermolov'un seferlerinde "Baş eğmeyen köyler temeline kadar yok edilir ve küller üzerine yeni Rus kaleler inşa edilirdi." Bu işleri yapan Ermolov yeni kaleler "boyun eğdirilmiş halkların elleri... devlet hazinesinden bir kuruş bile istenmeden yapılmıştır" diye övünürken, köyleri yakılanlar için "Canım benim Çeçenler... çok zor ve sıkışık durumda kaldılar... aileleri ile birlikte ormanlarda yaşıyorlar" diyerek dalga geçiyordu. Ormanlar yol açmak için kesilirken "Ermolov'un siyasetinin en yaygın metodu Çeçenleri 'açlık ile kuşatma' ile dize getirmek idi." "Çarlık Rusya'nın Kafkasya'da bulunan askeri-idare temsilcileri yöresel halkı yok etme metotlarında general Ermolov'dan pek farklı değillerdi. Mesela, Knyaz Bekoviç-Çerkasskiy bir askeri operasyonda... 300 aileyi yok etmişti./ Çarlık rejimin... acımasız yok etme politikası, Rus politikasının genel hatlarını belirliyor... Birinci Aleksandr, Ermolov, Bekoviç- bu cellatlar, köleliği yaymak ve derinleştirmek... zenginliklerini ve köle sayısını arttırmak için... Kafkasya'nın tümünü ateş ve kılıçtan geçirdiler.../ Ermolov defalarca bir hususun altını çizerdi: 'Dağlıları cezalandırmak gerek', "itaat teklif edilecek, kabul etmeyenler de, söz konusu toprakların kendilerinden temizlenmesine şahit olacaklar'." "Çarın idaresi 'ancak Rus silahından duyulan korkunun dağlıları itaatte tutabileceğini' inanıyorlardı. Bu amaç için seferlerden birinde Çeçenistan'da 'tüm büyük köyler ve muazzam ekmek depoları ile kasabaları' yok edildi. Hesapta, Çeçenlerin açlık ve zorluklar yüzünden kış aylarında teslim olması idi." Feodaller arasında var olan mücadeleyi de kullanan Ruysa asker de gönderip taraftarlarını "'itaatsizler' üzerine salıyor, bunlara değerli hediyelerle rüşvet vererek, yöresel halkı sömürme işinde destek sözü verip, imtiyazlarını her harikulade koruyabileceklerini vaat ediyordu./ Devamlı düşmanlık ilişkileri içinde bulunan yerel önderler de, doğal olarak, daha güçlü ve etkili müttefik arayışı içindeydiler. Bu desteği de, uşaklar gibi hizmet ettikleri Rus çarlıkta buldular... arşiv materyalleri... yazdıkları ispiyonlayıcı nitelikte mektuplar, ikiyüzlülük ve yağmalarla doludur. Mesela, Derbent valisi Gassan-Ali-Han'ın mektubunda, kardeşi Şih-Ali-Han'ın İran bağlantılı olduğu... bilgisi ile hain giibi davrandığı sözler yer alıyor. Bunun yanında Rus çarına 'kutsal cömertlikler' için şükranlar gönderiyor." "Tarkovskiy şamhalı Mehti-Han'ın temsilcisi de böyle ifadeleri kullanmış: '... şamhallar... tam itaati ile imparatorun her emrini yerine getirdiler ve... her zaman öyle olacağını bildiriyorlar'./ Sadık uşak hizmeti için bu feodaller çardan teşekkür belgeleri, para, idarede yerler ve değerli hediyeler alırdı." Neredeyse tüm feodaller düzenli maaş, çeşitli hediyeler ve rütbeler verilmesi istenir ve verilirdi. "Çarlığın işgalci politikasının zulmü ve köleleştirmenin en kabul edilmez formları işgal altında olan dağlı halklarda direniş hareketlerin patlak vermesine ve bunların çar ordusu ile onu destekleyen yerel feodallere karşı dönük olmasına neden oldu." (Yaşurka, s. 13-20)

O dönemde "Dağıstan ve Çeçenistan'da... sosyolojik ve ekonomik düzenlerin değişik form ve şekilleri" vardı, bölgedeki yapılar "bütünlüğe sahip olan ekonomi ve siyasi özellikleri aynı olan bölgeler" değildi, bölgede "sayısı oldukça fazla, tarihen oluşmuş devlet ve yarı devlet oluşumları bulunuyordu." "Çeçenistan... nüfusu- çok sayıda kabiledir: İnguşlar, Nazranlılar, Karabulaklılar, Galaşevliler, Kistiler, Cerahlılar, Galgayevliler, Tsorintsliler, Kaçalıklar, Miçikovlular-Auhovlular, Bragunlular, Çaberloylular. Çeçenistan'ın en önemli kısmı... 'topografik ve beşeri olarak mutlu yere sahip' olan Sunja vadisidir. Buradaki topraklar 'verimliliği' ile ünlüdür." "Toprak o kadar verimli ki, her yeri çalılar sarıyor." "Hayvancılık... en önemli gelir kaynağıdır." Toprak verimli ancak tarımsal alanlar azdır ve "Dağlık Çeçenistan'ın nüfusu" çok fakirdir. En önemli işlerden biri "Sunja ve Terek üzerinden Kızılyar kentine kadar götürülen kereste işi idi." "Düzlük boyunca dik bir şekilde yükselen yamaçları, düşman için birer zapt edilmez kaledir." "Ataerkil-soy yaşam şeklin kalıntıları olan 'soy kurumları' mevcut idi... 19. asrın ilk yarısında 100 bin kişiden biraz fazla nüfusu olan Çeçenistan'ın çok kavimli nüfusu... 'ailevi ilişkilerle sıkı bağlantı içinde idi'. 'Çeçenlerin her aşireti... başlatan ataerkil ile gurur duyar ve... soyunu korurdu. Kendi çapında tek bir dille bağdaştırılan küçük küçük cumhuriyetlerdi bunlar'./ Bodenstedtda 'birkaç bin yıldır halkı sayısız küçük kavimlere bölen sistemin bir milleti küçük kabilelere böldüğünü ve durmak bilmeyen iç çekişmelerle, ülkenin vahşi tabiatın, bunların bir araya gelmesine engel olduğunu' yazdı./ Çeçenistan'ın çok kavimli halkı ayrı toplumlara bölünür... Çeçenler arasında tartışma ve talepler seçilen en yaşlılar tarafından örf ve adetlerin bileşimi-adata göre çözülürdü./ Yaşlıların... kararları... tavsiye niteliğinde olup, yerine getirilmesi güçlünün iradesine bağlı kalabiliyordu." Rus "egemenliğine geçiş esnasında Çeçenistan'ın toplumsal düzeni, çökme aşamasında olan Ataerkil düzenin belirgin özelliklerinin birçoğunu taşıyordu. 'Çeçenlerin hiçbir zaman bey yada prensler olmadı... herkes eşit idi... sadece daha güçlü birinin hükümdarlığını kabul edebilirler'./... 40'lı yıllarda ziyaret eden Fransız elçi... Çeçenlerde 'kan davasının ebedileştirdiği iç çekişmeleri olan ataerkil yaşam şeklinin' devam ettiğini bildiriyor." "Çeçenler... sadece şahsi özelliklerle farklı olabiliyorlardı... Çeçenlerin komşuları hak yada güç vasıtası ile elde ettikleri topraklar üzerinde yaşar. Çeçenlerde ise toprak topluma ait olup... Özdenlik anlayışından ileri gelerek, bir Çeçen kendisini başka bir insanın hizmetine sunmazdı." "Ama aynı zamanda Çeçenistan'da Ataerkil yaşam şeklin çökme zamanı gelmişti." Bazı yazarlar "Çeçenistan'da şahsi toprak sahibi mülkiyetinin oluşmasından söz ediyorlar." "Mazide kalmış Çeçenistan'ın tarihi, güçlüler, zenginler ve topraksızlar arasındaki mücadele ile doludur. Uzmanlardan biri... bu ülkede her yerde güçlülerin topluma ait topraklara el koyduğu ve bu yüzden iflas eden özdenlerin memnuniyetsizliklerini dile getirmişti." "Otlanma için ayrılan ortak toprak genişliği gittikçe azalıyordu. Soy kurumları yerine yavaş yavaş, soy yöneticilerin zengin temsilcilerin meclisine yer veriyordu. Çoğu zaman bunlar... mollalardan... oluşuyordu." "Abdurrahman hatıralarında mollaların 'az iş yapıp çok gelir sağladığını' bildirmektedir./ Çeçenistan... nüfusu arasında 20'li 40'lı yıllarda, zengin feodal üstler olmaya başlayan aileler ile, hayvancılık ve toprak bakımından yoksul insanlar belirmeye başladı. Bu zaman içinde... kölelik sınıfı da varken, faziletlerinde yine de zengin feodal soylar faydalanıyordu. Az sayıdaki bu köle sınıfı... devamlı meydana gelen komşu topraklara saldırılar sırasında esir edilenlerden oluşuyordu. Köleleri iki altsınıfa bölerlerdi: ley ve yasırlar./ Ley, nereden geldiğini ve köklerini unutan köledir... hiçbir zaman satın alınmaz, ebedi olarak sahibinin malı olurdu.../... mal varlık eşitsizliğin büyümesi, zengin feodal üstlerin... sadece topluma ait toprakları değil, köleleri de bulundurmaya müsaade ediyordu./... yasırlar... fidye ile kurtulmayı ümit eden esirlerden oluşurdu." "Verimli İçkeriya'nın nüfusu Avar hanına yasak dediğimiz vergi öderdi belirli toprak arsalarından... Burada birçok şey iki taraf arasındaki güç dengesine bağlı idi." "İçkeriya'da güç kazandıktan sonra verginin ödenmesi için çaba harcamayı bıraktılar ve toprağı kendi mülkleri gibi kullanıp, verdiklerini de vermekten vazgeçtiler." "Kızılyar tüccarların aracılığı ile yürütülen ticaret, Çeçenistan'da soy-ataerkil yaşam şeklinin çökmesine neden olan sebeplerden biri idi... feodal sistemin oluşmasına katkıda bulunuyorlardı./... toplumsal sınıflar arası uçuruma yol açıyor ve devamlı tartışmaları doğuruyordu.../... sorunlar Çeçenistan'da... Büyükler Meclisi tarafından karara bağlanırdı. Ama... Güçlü ve etkisi olan birinin hakkı... üstünlük sağlayabiliyordu. Bu toplantılar... kavgalarla bitebiliyordu. Bazen... herkes iki tarafa bölünüyordu: yenilenler, ikamet yerlerinden kalkıp yeni yere gidip, orada yaşamlarını sürdürüyordu. Toplumun bir araya geldiği toplantılar Çeçenler için her zaman çok önemli enstitü idi." "Dağıstan'ın bazı bölgelerinde Çeçenistan'dakine benzeyen ekonomik ve sosyal özellikler bulunuyor./ Genel olarak Dağıstan'ın nüfusu Çeçenlere nazaran... refah seviyesi düşüktü." (Yaşurka, s. 21-32)

"XIX asrın birinci yarısında Andiya, dağlılar arasında ticarette önemli rolü oynuyordu... en büyük ticaret, esirlerin satışa çıkarıldığı insan ticareti idi." (Yaşurka, s. 35)

"Kuzey ve Orta Dağıstan'ın yaklaşık 500 bin nüfusu ile toplam alanı 50 bin kilometre üzerinde bulunan... Çarlığın onları istila etmesinden önce bölgede en az 45 sözde bağımsız toplum bulunurken, 27'si Orta Dağıstan'da idi." Buradaki durumu Castilogne şöyle ifade eder: "Tarım ve işçilik ürünlerinin abartılmamış beslenme, silah ve giyim için yeterli olan bu halk savaşçı bir halktır. Siyasal modeli demokrasinin en başlangıç noktası olup, korunması için mükemmel garantileri verir: fakirlik ve günahların olmaması, ki bunlar daha ileri medeniyette meydana gelir. Toplumun tüm sorunlarına beraberce çözüm bulunur. Örfleri ve şeriat onların muhakeme enstitüsüdür... molla ve kadılara başvuruda bulunuyorlar./ Bu iki fonksiyon bir kişide buluşur. Sivil idareyi temsil eden Kadı, seçimle tayin edilir. Molla görevi ise, okumuş insanlara verilir. Bunun için Arapça ve Kuran-i Kerim'i bilmek gerekir." (Yaşurka, s. 39, 40)

"Dağıstan ve Çeçenistan'ın dağlık bölgelerinde çökme aşamasında olan Ataerkil-soy yaşam düzeninin halen etkili kalabilmiş kuralları işliyordu... yarı Ataerkil ilişkilere dönüşme... ve feodalliğe geçiş gözlemleniyordu." "Kumuklardaa, hatırı sayılır malvarlıklarına sahip olan 'aristokrasi' sınıfı varken, toplumsal düzenin feodal düzeniyle benzerlikleri bulunuyordu. Orta, Kuzey ve Dağlık Dağıstan'da feodal ilişkiler formlaşma, oluşma ve güçlenme aşamasındaydılar. Dağıstan'ın Hazar Denizine kıyıları olan bölgelerde ve çarlık Rusya ile sınırı olan illerde bu tip ilişkiler daha yaygın ve güçlüydü. Nüfusun Çeçenistan'da gibi üç gruba ayrılmış olan Kuzey ve Orta Dağıstan'ın farkı da buydu: 1) soy asilleri ve diyanet... 2) sözde zengin özdenler ve 3) köleler-hakları ve kıymeti olmayan insanlar." (Yaşurka, s. 41)

"Andiya'da zengin insanlardan bazıları çok saayıda esirleri tutarlardı: 'insan ticaretinden-esirleri satmakta-zengin oluyorlardı." "Çeçen özdenlerinden farklı olarak, Kuzey Dağıstan'ın özdenleri, 'eski zamanlardan beri polislik cezalandırma hakkı olan' beyler tarafından yönetilir". "Dağıstan'ın bazı toplumlarında, Çeçenistan'da olduğu gibi, köleler bulunurdu... Dağıstan'da özgürlüğü olmayan insanlar arasında ilk sırayı esir Tuşinliler, sonra Gürcüler ve Ruslar tutuyorlar. Bur Tuşinli için 50 gümüş ruble ve fazlasını veriyorlar./ Sildiya, Camalyal ve Tindali'de daha çok Tuşinli esirler tutuluyor". Zor şartlarda aile çocuk satıyordu. "Dağıstan... cemaatlerin rolü büyüktü. Çeçenistan'dan farklı olarak burada cemaatler bir tek toplumdan değil, birkaçından meydana geliyordu" ve "cemaat halen en önemli enstitü idi.../ Burada biz Ataerkil demokrasinin güçlü kalıntılarına rastlıyoruz. Bu olgu, dağlıların Rus çarlığına karşı gerilla savaşında birlik ve kahramanlığı belirlemişti. Çarlığın askeri idaresi soy demokrasi düzeni bozmak ve hanlıklara ait feodal ilişki şeklini oluşturmak için sayısız reçeteleri boşuna üretmediler... feodal üstlere... avantajları sağlamak istiyorlardı." (Yaşurka, s. 42-44)

"Dağıstan'da anlık ihtiyaç baskısı altında... birlik... sürecinde iki noktayı görebiliriz-Gürcü çarlara karşı ve Rus saldırılarına karşı mücadele.../ Dağlılar... 19. asrın birinci yarısında (Beybulat, Gaz-Muhammed, Gamzat-Bek, Şamil), Dağıstan ve Çeçenistan'ın kavimleri izafi olarak güçlü bir birliği oluşturdular." "Hunzah kenti, Avar hanlığının merkezi durumundadır... güçlü feodal oluşumdu." (Yaşurka, s. 45)

*

18.7.2023

***

ÖZTÜRK'TEN 3 ESER


SERHANLARIN KADERİ

SAVAŞ LORDLARI

NOT DEFTERİ

***


SERHANLARIN KADERİ

(ÇEÇEN DRAMI)

Dr. Harunhan Remzi Öztürk, 2000, Bartın


1994'ten sonraki dönemde Çeçenistan'da yaşanan Rus vahşetinden kesitler aktaran bir eser.

Çeçenlerin tarihi ve diğer bazı özellikleri hakkında bilgiler de var.

*

Kitaptan bazı notlar şöyle:

*

"Bir efsaneye göre... Tanrı dağlılara kendisi için ayırmış olduğu en güzel toprakları verir. Bu güzel toprakların bulunduğu yer Kafkasya'dır". (Öztürk-Serhanların Kaderi, s. 1)

Efsaneye göre bir isyan sonrasında "Ulu Tanrı'da dağlılar arasında düzeni sağlaması için Düzen Tanrısını görevlendirmiş. Düzen Tanrısı Kafkasya'ya gelmiş, bütün dağlıları toplamış ve onları gruplara bölmüş. Her gruba ayrı bir dil ve ayrı bir toprak vermiş. Grupları kendi aralarında sınıflara ayırmış. Önce Halk Sınıfını oluşturmuş, onları idare etsinler diye Hanlar Sınıfını kurmuş. Tanrıların buyruklarının uygulayıcısı olarak da Serhanlar seçmiş. Hanlar'a ve Serhanlar'a hizmet etsinler diye de Köleler Sınıfını kurmuş. Daha sonra zeka, cesaret, liderlik, bilgelik ve benzeri üstün nitelikleri dağıtmış. Bu nitelikleri de, incinmesinler diye köleler sınıfına çok az, uyum içinde çalışsınlar ve her türlü yönetim biçimine uysunlar diye halk sınıfına biraz, iyi idareci olsunlar diye Hanlar'a çok derken Serhanlar'a gelince dozu fazla kaçırmış. Düzen Tanrısı'nın ayrılmasından hemen sonra Serhanlar arasında üstünlük kavgası başlamış. Bu defa da Serhanlar arasındaki bu üstünlük tartışmalarının üstesinden gelemeyen Tanrılar" şikayet edince "Ulu Tanrı; "Hanları anladım da bu Serhanlar neyin nesi?" diye sormuş./ Düzen Tanrısı; "Onlar da bizim temsilcilerimiz" demiş./ Ulu Tanrı; "Sizin aranızdaki üstünlük kavgasından bıktım usandım, bu yetmiyormuş gibi bir de sizin temsilcilerinizle uğraşamam. Dünyaya git, bütün temsilcilerini bir yerde topla, kendi aralarında üstünlük kavgası etsin dursunlar. Eğer Kafkasya'ya dışarıdan bir saldırı olursa hem kendi topraklarını hem de Hanlıkları korusunlar" demiş./ Ulu Tanrı'nın buyruğuna uyan Düzen Tanrısı da Serhanları toplamış ve Çeçenistan'a yerleştirmiş. Bu nedenledir ki Çeçenler o gün bu gündür hem Kafkasya'nın hem de Kafkaslılar'ın vatan topraklarındaki birlik ve beraberlikleri için çırpınıp dururlar!" (Öztürk-Serhanların Kaderi, s. 2, 3)

"Kafkasya milletlerinin en eskisi olan Çeçenler Kafkas ırkına mensuptur. Hatta bazı tarihçiler Kafkasya'da yaşayan beyaz ırkın onların devamı olduğunu söyler." "Dilbilimcilerine göre, Çeçen dili... köklerine Mitanni (M.Ö. XIV-XV yy. arasında), Urartu (M.Ö. IX-VI yy. arasında) gibi doğu devletlerinin yazılı kaynaklarında rastlanmıştır./ Çeçenlerin etnik yapısının M.Ö. III-II yy. arasında Ön Asya'da ve Kafkasya'da yaşamış olan "Hurri"lerden geldiği söylenmektedir. Çeçenlerin hem kültürlerinin hem de eski dinlerinin "Hurri" eserlerinde ve yazınlarında yer aldığı görülmektedir. Çeçenler'e M.Ö. I. yy'da güney Kafkasya'da ve Mezopotmaya'da sıklıkla rastlanmıştır." (Öztürk-Serhanların Kaderi, s. 3, 4)

"Bir Yorum (Hüzün çiçekleri gibi, vatanımızdan ülkelere yayıldık. Yaban gülleri gibi açarak bütün Dünya'ya renk katıyoruz.) (Öztürk-Serhanların Kaderi, s. 7)

"Hegel, "Ruhun Felsefesi" adlı yapıtında; "Yalnızca Kafkas ırkında ruh salt bir özdeşliğe ulaşmakta, yalnızca burada ruh doğa ile tam bir kıyaslamaya girişmekte, kendisini salt bir bağımsızlık içinde tanımakta, iki aşırılık arasında kaybolmaktan kurtulmakta, kendini ve özünün gelişimini tanımlamakta böylelikle de dünya tarihini doğurmaktadır. Dünya tarihinin gelişimi Kafkas ırkı ile başlar." demektedir." (Öztürk-Serhanların Kaderi, s. 7, 8; Öztürk-Savaş Lordları, s. 37)

"Dünyada, tarihin bilinen döneminde fetih amaçlı askeri çatışmalar yaşamayan iki komşu ulus bulmak güçtür. Bu açıdan Kafkasya bir istisnadır... Kafkasya'da bazen bir tek halkın sahip olabileceği birlikten daha güçlü bir birlik olma bilinci vardır. Ayrıca, Kafkasyalılığın bazen bir ırk özelliği değil de, bir ulus özelliği olarak düşünülmesi daha akılcıdır (mantıksal olarak izin verilmese de)./... dağlılar... birbirleriyle akraba kabilelerden oluşan tek bir halkı oluşturmaktadır." (Öztürk-Serhanların Kaderi, s. 8)

"Ulusal... özgürlük, geleneksel anlamda dar bir ulusallık olarak değil, tüm Kafkasya göz önüne alınarak düşünülmelidir." "Dinsel unsura özel bir dikkat yöneltimelidir, çünkü bu birleştirici olduğu kadar, parçalayıcı da olabilir. SSCB... dinlerin parçalayıcı özelliğinden yararlandı." (Öztürk-Serhanların Kaderi, s. 9)

*

31.5.2023

***

SAVAŞ LORDLARI

Harunhan Remzi Öztürk, 2016, Ankara


Çeçenleri anlatan bir eser.

Kitaptan bazı notlar:

"Kimilerinin Nuh'un çocukları, kimilerinin Urartuların torunları, kimilerinin İskitlerin Amazon kadınlarından (Savaşçı Kadınlar) doğan melezleri (Amazon melezleri), kimilerinin Romalı, kimilerinin de Arap orjinli olduklarını söylediği, kimilerinin Alman soyundan geldiklerini iddia ettiği, kimilerinin de Cücenlerle ilişkilendirdiği Vaynağhlar? Sahi, kim bunlar?" (Öztürk-Savaş Lordları, s. 9)

"Rus casuslar diktatörlüğü" (Öztürk-Savaş Lordları, s. 10)

"Bozkurt'da... sevgili anneannemin öykülerini dinledim. Kafkasya'ya dönme hayaliyle fanteziler kuran büyüklerimizin hiçbiri hayallerini gerçekleştirip ata yurduna dönemedi. Büyüklerimizin her biri "Kafkasya'ya dönme hayali" ile hakkın rahmetine kavuştukça; hiç kimsenin umursamadığı bir sürgün yaşantım, hiç kimseyle paylaşamadığım bir ıstırabım oldu. Geçirdiğim ömrü, bir kafesteki kuş gibi kendi içimde yapayalnız yaşadım. Bu yalnızlığın acısını şiirlere söyledim, öykülere anlattım ya da hikayelerle paylaştım." (Öztürk-Savaş Lordları, s. 12)

"Vaynağhlar; bölgede dönem dönem güç olan Albanya, Alan ve Hazar egemenlikleriyle "uyumlu federatif bir birleşme" içerisinde rahat yaşamışlardır./ Bu huzurlu dönem XI. yüzyıl başlarında Selçukluların bölgeyi bir güzergah olarak kullanmaya başlamaları ile sona ermiş." (Öztürk-Savaş Lordları, s. 16)

"Hazinesi boşalmış olan Osmanlı, sığınmacı kabulüne karşı "5 bin altını" kabul ederek, insanlık dışı bu göçe ortaklık etmiş. Göçten sonra 1867 boşalan topraklara Kozaklar yerleştirilmiş." (Öztürk-Savaş Lordları, s. 19, 20)

"... yaban gülleri gibi diasporada özgürce açtık". (Öztürk-Savaş Lordları, s. 34)

"İyi yetişmiş, birikimli bir aydın olan İmam Şamil..." (Öztürk-Savaş Lordları, s. 37)

"İmam Mansur (1760-1794" "1748'de Sunc Irmağı yanındaki Aldı köyünde... doğan bu Çeçen asıllı liderin asıl adı "Oççurma"dır." "İmam Mansur 13 Nisan 1794'de Solovki Manastırı'nda şehitlik mertebesine kavuştu." (Öztürk-Savaş Lordları, s. 42)

*

31.5.2023

***

NOT DEFTERİ

Dr. Harunhan Remzi Öztürk

(Henüz yayınlanmamış bir eser.)


Metinde işaretlediğim bazı kelimelerde harf hataları var.

Genelde (!) ve (?) işaretleri kullanımı konusunda yazarla aynı anlayışta değilim.

İnsan anlatımı bence hoş. (s. 5)

Şu ifadeyi de içeren kötülükle ilgili anlatıma katılamadım: "En büyük zararı da kötülük gören değil kötülüğü yapan görür." (s. 6)  

Ruh ile ilgili anlatımı doğrusu ben algılayamadım ve anlayamadım. (s. 11)

Felsefe-bilim ilişkisi anlatımı bence hoş. (s. 13)

Ama genelde anlatılan felsefi anlayışı tam idrak edemedim, yani anlatılan anlayış açıkçası benim kavrayışımı aşıyor. (s. 2-15) 

Yazarın eşiyle sorun yaşadığı dönemdeki anlayışını ve değişme çabasını sevimli buldum, ama keşke bu konuyu daha ayrıntılı anlatmış olsaydı, dedim! (s. 17, 18)

Emperyalizm için başka yollar da olduğunu düşündüğüm için şu ifadeye ve ayrıca emperyalizm konusundaki diğer bazı ifadelere katılamadım: "Emperyalizm, ülkelere yardım adı altında sözleşmeler yaparak girer." (s. 19)

Yalanın neden değil sonuç olduğunu düşündüğüm için şu ifadeye de katılamadım: "Bizleri yönetenlerin çelişkileri, yalana başvurmalarından kaynaklanıyor." (s. 25)

Vahdettin ile ilgili anlatıma katılamıyorum. (s. 26)

İnönü'nün evi Beşevler'de miydi? (s. 27)

Politikacılığı yönünde eksiklikler bulunabilecekse de, birey olarak İnönü anlatımı bence hoş. (s. 27-41)

1938 sonrası için İnönü'ye çıkarılan fatura bence ağır ve haksız. (s. 42, 43)

Şu ve benzeri ifadelere hiç mi hiç katılamıyorum: "Biz dünyada Emperyalizmi yenen tek bir kişinin... Atatürk'ün mirasçılarıyız." "Amerika kazanırsa Rusya kaybeder, Emperyalizm sahne alır." (s. 57)

Şu ifadede dile getirilen anlayışa da hiç katılamadım: "Atatürk'ün ölümüyle eğitim baltalandı... kötüleştirildi." (s. 59)

1938 sonrası için İnönü'ye ağır bir fatura çıkaran anlayışı hem doğru bulmuyor, hem de s. 27-41'deki İnönü anlatımıyla da çelişkili görüyorum. (s. 61, 62)

Atatürk döneminin otoriter bir dönem olmadığı anlatımına hiç katılamıyorum. (s. 63, 64)

Şu ifadeye de hiç katılamadım: "Atatürk'ün açtığı bilim yollarını, bir hain tıkadı". (s. 66)

Aynı sayfadaki şu iki ifade bence birbiriyle çelişiyor: "Avrupalıya göre, Türk hiçbir yerde yoktu... bir sürüydü." "2200 yıllık bir tarihi geçmişimiz olduğunu, Avrupalıdan öğrendik." (s. 67)

Şu ifadeye de katılamadım: "Avrupa'nın, Türkiye'yi Avrupa Birliğine alma projesi hiç olmadı. Hala da yok? Avrupa'nın birinci projesi, Türkiye'yi kan gölüne çevirmek ve yıkmaktır." (s. 69)

Şu ifadeye de katılamadım: "Bilim insanları; İngilizlerin, İrlandalıların Türk asıllı olduklarını biliyor." (s. 71)

Şu ifadelere acaba diyorum: "Türkiye... Ürdün dışında Tüm Arap ülkelerinin üzerinde nüfuz sahibi olacak." "Türkiye, İsrail'e ABD'ye karşı bölgesel bir ittifak kurma teklifinde bulunacak." (s. 78)

Eğitim ve spor konusundaki yaklaşımı çok güzel buldum. (s. 129-174)

156. sayfanın sonundan 157. sayfanın ortasına kadar olan bölüm hemen sonra gelen 158 ve 159. sayfalarda tekrar edilmiş, yani mükerrerlik var. (s. 156-159)

Anjiyo gereği karşısındaki endişe biraz daha ayrıntılı anlatılsaydı, keşke, dedim. (s. 179, 181)

Kadın ve kızlarla geçmişteki ilişkilerden tiksinti biraz daha ayrıntılı anlatılsaydı, keşke, dedim. (s. 183, 184)

Ekin için "Seyit Mansur'u görerek havada asılı kaldı" ve "şok geçiştirmişti?" denmişken biraz ileride "neden hiç Seyit Mansur'a bakmamıştı? Acaba Seyit Mansur'u fark etmiş miydi?" deniyor, ki burada anladığım kadarıyla açık bir çelişki var! (s. 187)

"07.02.1998" ve "08.02.1998" tarihlerinin her ikisi için de cumartesi deniyor, ki burada da açık bir yanlışlık var! (s. 243, 246)

*

Roman kısmına gelince; (s. 175-263)

Hiç sanatçı yönüm yok, ayrıca sanat konusunda hiç uzmanlığım da yok, dolayısıyla sanatsal bir ürünü değerlendirip görüş bildirebilecek durumda değilim ve bunun açık bir şekilde farkındayım da.

Ama yine de haddim olmasa da sade bir okuyucu olarak bazı şeyler söyleyebilirim.

1. Bence roman hem dil hem de kurgu olarak yeterince üzerinde çalışılmadan sanki aceleye getirilmiş gibi!

2. İki tür "dil" kullanılmış: Sade bir dil ve edebi bir dil. Ben ikisini de biraz abartılı buldum. Yani sade dil fazla sade, edebi dil de fazla edebi olmuş gibi! Bu anlatım tarzlarının ikisi de biraz törpülenip ikisinde de abartmalar biraz azaltılsa daha iyi olmaz mı, acaba, diyorum.

3. Aslında edebi dili çok beğendim, edebi dilin olduğu bölümleri keyifle okudum.

4. Ama bence kurgu iyi değil! Bazı yerlerde bir konu anlatılırken birden başka bir konuya geçilmiş ve bu da sanki bütünlüğü zedeliyor gibi! Aslında bu durum, yani kurgu ve bütünlükle ilgili belirttiğim durum, ele alınan konunun kendisinden de kaynaklanıyor, konu olarak birbirinden farklı aşklar var ve bu da kurguyu ve bütünlüğü aksatıcı etki yapıyor. Anı değil de roman yazılacaksa birçok aşk yerine bir tek aşk ele alınıp o aşk ayrıntılı şekilde anlatılsa daha iyi olmaz mı, acaba, diyorum. Aksi şekildeki bir anlatım romandan çok anıyı andırıyor, sanki!

*

Cuma Bayazıt

16.2.2023

***

Yukarıdaki metin daha önce konuyla ilgili hazırladığım tamamı e mail'de görülebilecek olan metnin sadece bir kısmı.

Remzi Hoca Not Defteri'nin yeni halini verdi, okudum.

Benim açımdan yeni halinde de genelde öncekiyle aynı şeyler geçerli.

Zira bazı ekleme ve çıkartmalar yapılmışsa sa en basit maddi yanlışlar bile düzeltilmemiş.

Bu yüzden görüşlerim aynı.

Ancak özyaşam öyküsünden bazı bölümler eklenmiş, ki onları değerli buldum. (s. 23-33, 157-167)

Mesela şunlar söylenmiş:

"Beş veya altı haneden oluşan Çeçen mahallesi.../.../ Çeçenlerin, Alaçayır köyüne gelme nedenlerinin bir kan davası olduğu söylenirdi ." Bu söylencye göre kaybolan ailesini aramak için gelen bir Çeçeni köylüler "kağnı arabasının mazısına bağlayarak kayalardan aşağı yuvarlayıp öldürürler", öc almak için gelen Çeçenler de "akrabalarının öcünü alıp o köye yerleşirler." (s. 23, 24)

"Çeçenlerin gelişi ile Aleviler... tutsaklaştırıldılar!" (s. 24)

Ailelerimizi "bir arada tutan bağlar adetlerimizdi. Zaman içinde adetlerimiz yara almaya biz de gücümüzü yitirmeye başladık... kan davası bizi şehirli yaptı." (s. 28)

"Büyüklerimizin hiçbiri hayallerini gerçekleştirip ata yurduna dönemedi. Büyüklerimizin her biri "Kafkasya'ya dönme hayali" ile hakkın rahmetine kavuştukça; hiç kimsenin umursamadığı bir sürgün yaşantım, hiç kimseyle paylaşamadığım bir ıstırabım oldu. Geçirdiğim ömrü, bir kafesteki kuş gibi kendi içimde yapayalnız yaşadım. Bu yalnızlığın acısını şiirlere söyledim, öykülere anlattım ya da hikayelerle paylaştım." (s. 157)

"Hegel... "Dünya tarihinin gelişmesi Kafkas ırkı ile başladı" der." (s. 157, 158)

"Dünyada, tarihin bilinen dönemlerinde fetih amaçlı askeri çatışmalara yaşamayan iki komşu ulus ya da uruk bulmak güçtür. Kafkasya bir istisnadır". (s. 158)

"Maziye bakacak olursak; töre devletçikleri halinde örgütlenen Kafkas Boylarının tam bir birlik şuuruna eriştikleri söylenemez. Zaman zaman bir devlet bütünlüğü içinde sağlanan siyasi birlik, yerli uruklar tarafından değil de dışarıdan gelen uluslar tarafından gerçekleştirilmiştir." (s. 158)

"... birikimli bir aydın olan İmam Şamil.../.../... Şamil'in Kafkaslarda ulusal birlik sağlama ve milli devlet kurma mücadelesi O'na uluslararası bir şöhret sağlamıştır." (s. 159)

Bir kısmına katılmadığım bu ifadeler ile aynı konudaki diğer değerlendirmeli bence kıymetli.

*

Ek olarak, ahraz, mayışarak, kuşluk kelimelerinin kullanımı dikkatimi çekti. s. 212, 223

*

19.4.2023

***

*

Not Defteri-Yenilenmiş Hali

*

Bu versiyonda Şerif Baştav ile Atilla Taçoy da anlatılmış, bence pek iyi yapılmış.

*

Ve kitaptan birkaç not:

"Çeçenlerin, Alaçayır köyüne gelme nedenlerinin bir kan davası olduğu söylenirdi. Söylenceye göre, kaybolan ailesini arayan bir Çeçen'in yolu Alaçayır Köyüne düşer. Bilinmeyen bir nedenle köylüler o Çeçeni kağnı arabasının mazısına bağlayarak kayalardan aşağı yuvarlayıp öldürürler (Bu nedenle o kayalara Çerkez kayaları denirdi). Akrabalarının öcünü almak için Alaçayır'a gelen Çeçenlere, akrabalarının öcünü alıp o köye yerleşirler./ Barışçıl bir yapıya sahip olan Alevileri çılgınlaştıracak kadar delirten o Çeçen kimdi? Dahası, o insanları delirtirken, nasıl bir psikolojik yıkım yaşıyordu? Ayrıca, o hazin sonu hazırlayan sorumlu kimdi? Çeçenin kendisi mi? Aleviler mi? Çeçeni köklerinden koparan Rus zulmü mü? Yoksa kader mi?/ Aleviler, kendi aralarında barışık, uyum içinde kendi folklorlarını yaşıyordu. Bir gün Çeçenler çıkageldi. Çeçenlerin gelişi ile Alevilerin yaşamları tamamen değişti; toprakları ellerinden alındı ve tutsaklaştırıldılar! Burada suçlu kimdi? Kendi aralarında birlik olup topraklarını koruyamayan Aleviler mi? Vatanlarını koruyamayıp, yeni yurt arayışı içinde saldırganlaşan Çeçenler mi? Soykırım yapan, acımasızca binlerce Kafkasyalıyı yerinden yurdundan eden, yeni yurt arayışına mahkum bırakan Ruslar mı? Yoksa adaletinden şüphe etmeye cüret edemediğimiz Tanrı mı? Bilemiyorum! Ancak bildiğim; Çeçenlerin gelişi, Alevilerin yüreklerindeki türküyü kaybettirmedi, sadece farklı deyişlere dönüştürdü." (Öztürk, Not Defteri-Yeni Hali, s. 26, 27)

"Ben bir Kafkas Göçmeniyim. Çocukluğum bir Çeçen Köyünde Kafkasya'ya dönme hayalleriyle fanteziler kuran büyüklerimin hikayelerini dinleyerek geçti. Büyüklerimizden hiçbiri hayallerini gerçekleştirip ata yurduna dönemedi. Büyüklerimizin her biri "Kafkasya'ya dönme hayali" ile hakkın rahmetine kavuştukça; hiç kimsenin umursamadığı bir sürgün yaşantım, hiç kimseyle paylaşamadığım ıstırabım oldu. Geçirdiğim ömrü, bir kafesteki kuş gibi kendi içimde yapayalnız yaşadım. Bu yalnızlığın acısını şiirlere söyledim, öykülere anlattım ya da hikayelerle paylaştım." (Öztürk, Not Defteri-Yeni Hali, s. 171 ve 217)

"İngiltere'deki kazanımlarıma ilişkin daha pek çok örnek verebilirim. Bu örneklerin iyilik konusunda şekillenmeme, eğitim konusunda bilinlenmeme, insanlık konusunda aydınlanmama katkıları büyük oldu. Orada vicdanımla kazandığım iyiyi, güzeli, mükemmeli insanla paylaşmanın getirdiği keyfi öğrendim. Orada floranın faunanın kıymetini, temizliğin saflığın ayrıcalığını öğrendim. Orada İngilizlerin dünyaya hükmetmelerinin nedenlerini öğrendim. Oradan döndüğümde, cehaletin prim yaptığı bu ülkede yaşayıp yaşlanmayı da öğrendim./ Şimdi oturduğum yerde ahkam kesip emperyalizmi lanetliyorsam ve bu konunun mimarı olarak İngilizleri eleştirip suçluyorsam bu kıskançlığımdandır." (Öztürk, Not Defteri-Yeni Hali, s. 298)

"Ve cehaletin prim yaptığı bu ülkede yaşayıp yaşlanmaya çalışan ben. Yapayalnızım! İçim sızlıyor! Üşüyorum!" (Öztürk, Not Defteri-Yeni Hali, s. 303)

*

5.7.2023

***

EK:

Metin Münir-18 Temmuz 2023

İnanç böler, şüphe birleştirir

...

Şüphe duymak emin olmaktan iyidir, çünkü her şeyden şüphe edebilirsiniz ama hiçbir şeyden emin olamazsınız. 

İnanmamak inanmaktan iyidir; çünkü inanmak kapıları kapatır, inanmamak açar. 

Benden daha akıllı birinin dediği gibi “İnanç böler, şüphe birleştirir.”

www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞhttps://www.diyaloggazetesi.com/inanc-boler-suphe-birlestirir-makale,12158.html

Diyalog Gazetesi

***



GASP

 Temmuz 2023'de emekli maaş artışı %25 oldu.

Bu, açıkça, emekli hakkının gaspıdır!

*

Farklı kurumlarca enflasyonun %40-110 aralığında açıklandığı, 

Memur maaşında %86, işçi ücretinde %45, asgari ücrette %34 artış yapıldığının belirtildiği,

Cumhurbaşkanı maaşının bile %39 oranında arttırıldığı,

bir ortamda, zaten açlık sınırında yaşayan emekli maaş artışının %25 ile sınırlı tutulması, normal bir aklın hiçbir şekilde kabul edemeyeceği bir haksızlıktır, adaletsizliktir, vicdansızlıktır.

*

18.7.2023

***

EK:

Metin Münir-18 Temmuz 2023

İnanç böler, şüphe birleştirir

...

Şüphe duymak emin olmaktan iyidir, çünkü her şeyden şüphe edebilirsiniz ama hiçbir şeyden emin olamazsınız. 

İnanmamak inanmaktan iyidir; çünkü inanmak kapıları kapatır, inanmamak açar. 

Benden daha akıllı birinin dediği gibi “İnanç böler, şüphe birleştirir.”

www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞhttps://www.diyaloggazetesi.com/inanc-boler-suphe-birlestirir-makale,12158.html

Diyalog Gazetesi

***

GASP'A BİR EK DAHA:

MB Başkanı Erkan: 2023 yıl sonu enflasyon tahmini yüzde 58

Üçüncü enflasyon raporunu açıklayan Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan, "2023 yıl sonu enflasyon tahminimizi yüzde 58'e yükselttik. 2024 yıl sonu tahminimizi yüzde 33'e güncelledik" dedi.

27 Temmuz Perşembe 2023   Saat: 10:41
*
Emekli maaş zammı %25 olarak açıklandıktan sonra yapılan açıklama, şaka gibi, ama maalesef şaka değil, ve buna ne denir bilemedim.
Sanırım, GASP yapanlar bir de dalga geçiyorlar!
*