17 Kasım 2022 Perşembe

NASIL YAŞAMALI KONUSUNDA BİR BAKIŞ

Bence, insan önce, yaşamdaki öncelikleri ve bu önceliklerin gereklilikleri konusunda net bir görüş sahibi olmalı, ve sonrasında da, yaşamını bu görüşlere göre oluşturacağı bir plan çerçevesinde sürdürmelidir.


Öncelikler ve bunların gereklilikleri kişiye göre farklılık gösterebilir.


Öncelikler


Ben kendi önceliklerimi şöyle sıralayabilirim:

1.Sağık

2.Aile

3.Uygun bir iş 

4.Çevre

5.Para

… 

Öncelikler kişiye bağlı olarak arttırılabilir.


Önceliklerin Gereklilikleri


Bunlar da bence şöyle ifade edilebilir:

1.Sağlık: Sağlık olmazsa hiç bir şeyin tadı olmayacağı gibi, insanın hiçbir konuda verimli ve başarılı olamayacağı da unutulmadan beden ve ruh sağlığına sürekli olarak gereken özen gösterilmeli, öncelikle bedenin kıymeti bilinip korunmalı, yıpratılmamalı, bunun için de düzenli yaşanmalı, karanlıkta uyunmalı, aydınlıkta uyanık kalınmalı, hareket edilmeli, düzgün beslenmeli

2.Aile: Sevgi ve saygı esas olmalı, düzgün iletişim kurulmalı, güzel konuşulmalı, ilişkilerde özen gösterilmeli

3.Uygun bir iş: Arzulanan işe uygun nitelikler edinilmeli, en başta eğitim olmalı, sonra gerekiyorsa başka niteliklerin edinilmesine çalışılmalı, mesela dil öğrenilmeli, bilgisayar-teknoloji konusunda donanımlı olunmalı

4.Çevre: İyi insanlarla ilişki kurulmalı, olumsuz insanlardan uzak durulmalı, sosyal olunmalı, yalnızlıktan kaçınılmalı

5.Para: Gereksiz harcamalardan kaçınılmalı, daha çok para kazandıracak işler araştırılmalı, kişisel nitelikler buna göre geliştirilmeli 

Öncelikler gibi gereklilikleri de çeşitlendirilebilir.


Yaşam bu konulardaki görüşlere göre planlanıp sürdürülmelidir.


17.11.2022

***

EK:


Metin Münir

Bu yaşa gelmeyi istemiş veya gelmek için bir program uygulamış değilim.      Hatta son zamanlarda herhangi bildiğim bir hastalığım olmamasına rağmen “acaba artık ölsem mi,” sorusunu kendime gittikçe daha fazla sorar oldum. Çok yaşlanarak bağımsız yaşama yeteneğimi kaybetmek, kendime ve başkalarına yük olmak istemiyorum.  


www.diyaloggazetesi.com ==> OKU, YORUMLA ve PAYLAŞhttps://www.diyaloggazetesi.com/uzun-yasamak-ama-ne-kadar-makale,11663.html


Diyalog Gazetesi


31 Ekim 2022 Pazartesi

MEÇHULE GİZLENEN TÜRK TARİHİ

Dr. Harunhan Remzi Öztürk, Omca Yayınları, Temmuz 2022, Ankara



Çok kıymetli Remzi Hoca’nın yeni kitabı bu.

Kitaba yazdığı sunuş yazısında Anıl Çeçen kitabı tanıtırken gayet yerinde olarak, "... bir bilgi bombardımanı... Geniş bir genel kültür", s. 16, demiş.

Kitapta yazılanlara, anlaşılan Anıl Hoca’nın itirazı olmamış, ama çok değerli bulup tamamen katıldığım yönleri de olmasına karşın, benim kitaptaki görüşlere epeyce itirazlarım var ve bu itirazlarımı ve kitap hakkındaki diğer bazı görüşlerimi bölümler halinde şu şekilde ifade edebilirim.

*

Birincisi, kitaptaki bazı hususları anlayamadım:

a.Kitapta “başka bir alemin temsilcisi" bir “manevi varlık” olarak yeralan, s. 15, 16, "DOST”un nasıl varolabildiğini kavrayabilmiş, anlayabilmiş, algılayabilmiş değilim, bu durum, sanırım, muhtemelen yazarın çok boyutluluğuna karşın benim sadece tek bir boyuttan bakabiliyor olmamdan kaynaklanıyor, olabilir, öyle olmalıdır!

b."İnsanlar... bilinçaltı iletişim kurabilirler", s. 16, "Sümerlerin ataları olan Anunukilerin, Niburu gezegeninden gelen uzaylı Tanrılar olduğu ifade edilmektedir", s. 18, "Rüyalarda, evrensel bir iletişim kullanılır", s. 30, ve, "Sümer yazıtlarında adı geçen Annunnakiler'in (Tanrıların) geldiği, dünya dışında olduğu belirtilen yerin adı Nibiru gezegeni"", s. 155, 156, ifadelerinde belirtilen hususların da nasıl olabildiğini algılayabilmiş değilim.

c."Çeçen olduğunuz halde, Türk oluşunuzla gurur duyardınız! Bunu... Atatürk'e borçlusunuz", s.57, şeklindeki ifadeleri de anlayamıyorum; yani, karşı olmak şeklinde değil, sadece algılayamamak! 

*

İkincisi, kitapta çok beğendiğim ve tamamen katıldığım hususlar var:

a.Kitabın sunuş yazısında Anıl Hoca’nın "... insanlığın yaşam düzeni ile ilgili temel kavramlar karşılıklı söyleşilerle açıklanmaya çalışılmıştır. Özellikle temel kavramların açıklanmasında bilimsel bilgi birikimine uyulmuştur", s. 16, 17, şeklindeki ifadesiyle vurgulanan kitaptaki bazı kavramların tanımlarıyla ilgili kısımları insanı düşünmeye teşvik edici çok olumlu ifadeler olarak algıladım.

b.Birçok yerde bilimin öneminin ısrarla vurgulanmasını çok değerli buldum.

c.Köklü bir birikimin ürünü olarak düşündüğüm kitaptaki şu ifadeler benim için ufuk açıcı ve öğretici oldu:

"İlk düşünürler Afrika'daki ilk insanlar içinden çıkmıştır. Bu düşünürler sihirsel düşünüş biçimini ve bundan kaynaklanan ruh ve türevlerini, doğaüstü güçler gibi kavramları icat etmişlerdir. Sonra mitolojik düşünüşü ve mabet kavramını icat eden Kuzey'deki insanlar gelir. Bunları tanrısal düşünüşü, yerleşikliği, şehir ve tanrı kavramını icat eden Mezopotamyalı düşünürler izler. Sonra monarşi gibi siyasal sistemi, ahlakı, hukuku ve kanunları icat eden Sümer ve Sami düşünürler gelir. Bunları tek tanrı ve öbür dünya gibi kavramları icat eden Mısırlı düşünürler izler. Ardından düşünüş biçiminde en önemli icadı yapan felsefi düşünüşün mimarları Yunanlı düşünürlerdir. En son olarak da akılcı ve bilimsel düşünüşü, ona dayalı makine ve benzeri icatları yapan Avrupalıları sayabiliriz./ İnsan bugünkü düşünüş biçimine, şu aşamalardan geçerek gelmiştir:/*Biyolojik Düşünme; beş milyon yıl./*Sihirsel Düşünme; bir milyon yıl./*Mitolojik Düşünme; son elli bin yıl./*Tanrısal Düşünme; son on bin yıl./*Felsefi Düşünme; başlangıcı MÖ bin yıl./*Dinsel Düşünme; MS. 3-18 asırlar./*Akılcı ve Bilimsel Düşünme; MS. 18. asır ve sonrası./ Sihirsel düşünüş Afrika'da, mitolojik düşünüş Asya'da, Teolojik düşünüş Mezopotamya'da, felsefi düşünüş Küçük Asya'da (Türkiye-Yunanistan), dinsel düşünüş güney Avrupa'da, akılcı ve bilimsel düşünüş ise kuzey Avrupa'da doğmuştur." s. 52, 53

"Din ile felsefe bir arada gitmez. Çünkü din savunur, felsefe sorgular." s. 54

"Aslında dinler, geçmişteki sihirsel, mitolojik, tanrısal ve felsefi düşünüşlerin ürünlerini sentezler. İnsanların hayatlarını, düşüncelerini, günlük hayattaki işlerinin görünüşteki kaynağını gökteki bir tanrısal oluşumda ararlar. Bu nedenle din, felsefenin ve bilimin müstakil oluşuna kadarki devrede hayatın bütün alanlarına sonraları verilen isimdir./ Dinsel düşünüş, egemen olduğu süre içinde dini olmayan felsefi ve bilimsel düşünmeyi durdurmuştur. Akla yaptığını bilime de yapmış, gelişmesine engel olmuştur." s. 55

"İnsanlık dinsel düşünüşü, MS. 18. Asırda geliştirdiği akılcı ve bilimsel düş(ün)üş biçimi ile sonlandırmıştır. Bu nedenle çağımızda dinsel düşünüşte olmak MS. 18. Asırdan önceki devirlerde kalmak demektir." s. 56

*

Üçüncüsü, bence kitapta şu maddi hatalar var:

a.”Bayrağı, 1941’de İsmet İnönü devir aldı”, s. 21, denmiş, doğrusu 1938’de değil mi?

b."Atatürk, köylüyü bilinçlendirmek... ekonomik olarak kalkındırmak istemişti... Hasan Ali Yücel ve Hıfzı Topuz'un Kurduğu Köy Enstitüleri bunun içindi./... Köy Enstitüleri'nin kuruluşu... 17 Nisan 1940'ta... kabul edilmişti", s. 185, denmiş, oysa, 1940'ta Atatürk olmadığına göre, Enstitülerin Atatürk’ün amacı doğrultusunda kurulduklarını söylemek doğru olabilir mi ve ayrıca Enstitülerin kurucularından biri Hıfzı Topuz değil, İsmail Hakkı Tonguç olmayacak mı?

*

Dördüncüsü, kitaptaki şu ifadelerde bence zaman uyumsuzluğu var:

“Vatikan ve Ortodoks Kilisesi, Selçuklulara ve Altın Orduya karşı... müttefik arayışına çıkmışlardı. Vatikan, Batı Avrupa'da Haçlı Ordusu toplamaya başladı. Doğuda ise, annesi Tatar asıllı, babası Kazak asıllı Cengiz Han ortaya çıktı" s. 125, 126, denmiş. 

Bu anlatımda sanki Selçuklular ile Altın Ordu ve Cengiz Han aynı zaman diliminde var olmuşlar ve ayrıca Cengiz Han Altın Ordu’ya karşı olmuş gibi anlamlar var, oysa, yanlış bilmiyorsam,  Altın Ordu Selçukluların sonunu getiren Cengiz Han'ın sonraki nesillerinin kurduğu bir devlet, öyle değil mi?

*

Beşincisi, kitaptaki şu ifadelerde bence yanlışlıklar var:

"İngilizler… 1907'de Ruslarla masaya oturdular. Osmanlıyı nasıl bölüşecekleri konusunda anlaşmaya vardılar. 1908 yılında... Birinci Dünya Savaşını planladılar.../ Tren yolunun güzergahında; Almanya, Avusturya, Macaristan... Balkanlar ve Osmanlı... vardı. Yani Birinci Dünya Savaşı denen tiyatrodan nasiplerini alan, yenilen tüm milletler! Bu tren yolu yapılsaydı? Dünya petrolünü İngilizler değil Osmanlılar işleyecekti! Çıkan petrolün tamamı Almanya'ya gidecekti. Sanayi dehası Almanya da... her türlü mühimmatta Osmanlı'ya destek verecekti! Kısacası Dünyadaki tüm dengeler değişecekti", s. 166, 167, denmiş.

Buradaki, hiç katılamadığım 1908’de Birinci Dünya Savaşı’nın planlandığı ifadesi bir yana, o tren yolunun yapılmış olması halinde petrolü Osmanlı’nın işleyeceği şeklindeki görüşü tamamen yanlış buluyorum; zira, bilim, teknoloji ve sanayileşmede geç kalmış olan Osmanlı o dönemde sözkonusu ifadelerde belirtilen petrolü arayıp bularak çıkaracak ve işleyecek bir bilgi ve donanıma sahip olmadığı gibi petrolün anlam ifade edecek bir kısmının trenle Almanya’ya taşınması da hiç mi hiç sözkonusu olamazdı ve dolayısıyla burada belirtilen görüşler bence gerçekçilikten uzaktır!

Kısacası, sözkonusu ifadeler, bence, olsa olsa sadece kanaatler olabilirler, ki bunları mutlak gerçekler olarak görmek doğru sayılamaz.

*

Altıncısı, bence kitapta esas olarak iki temel çelişki var:

a.İlk temel çelişki şu: "Emperyalistler üç lanetli şeyi ve o şeylerin maşalarını kullanırlar:/ Terör-terörizm; Anarşi-anarşizm; Şoven-şovenizm", s.  233, diyerek ve çok yerinde olarak üç anlayışın olumsuzluğunu vurgulayan yazar,  kitabın ana eksenini oluşturan Türk tarihiyle ilgili Asya, Avrupa ve Amerika kıtalarında yaşayanların büyük ölçüde Türk kökenli olduğu şeklindeki anlatımları içeren bölümünde, s. 81-149, sahip olduğu derin bilgi birikimi kullanarak, ve bence, şovenizmin olumsuzluğuyla ilgili kendi ifadesiyle de çelişerek, şovence bir tutum almış bulunuyor.

Konu hakkında, benim uzmanlığım yok, pek bilgili de sayılmam, ve ayrıca yazarın benimle kıyaslanamayacak ölçüde bilgili olduğu da apaçık, kitaptaki konu hakkındaki ayrıntılı bilgiler benim için öğretici de oldu, ama yine de ben, senteze, yani o ayrıntılı bilgilerden çıkarılan sonuca, yani ulus kavramının son iki yüzyılın ürünü olduğunu da göz ardı eden Türk tarih tezi olarak ifade edilebilecek görüşlere, katılamıyorum.

Mesela, “Her şeyi Türkler mi yaptı? Evet her şeyi Türkler yaptı”, s. 99, şeklindeki bir ifadeyi doğru bulmuyorum.  

Ve ayrıca, mesela bana, kitaptaki,

-"Anadolu'ya gelen Türkler Hititleri, Frigleri, Lidyalıları; Mezopotamya'ya göç eden Türkler Sümerleri, Asurları, Babilleri; Akdeniz'e göç eden Türkler Mısırlıları ve Avrupa'ya göç eden Türkler Etrüskleri kurmuşlardır. Ege'ye göç eden Türkler ise Yunanlılardan çok daha önce bu bölgede ileri bir uygarlık yaratmışlardır", s. 59,

-”Başta Anglosakson dünyası olmak üzere Fransa-İtalya-İspanya Türk dünyasının parçalarıdır", s. 94,

-"Roma ve Grek gökyüzüne çıkarıldı... Fatih... gibi... bir rol modele ihtiyaçları vardı. Buldular... İskender... Onu da örnek bir gurur abidesi yapıp, yarattıkları şaşalı geçmişin kalbine oturttular", s. 102, 

-"İranlılar Ankara'nın batısını hiç görmediler. İmparatorluk da kurmadılar... Truva olayı da ayrı bir düzmece", s. 128,

-“Truva olayı, bir simge olup, Tuğran İmparatorluğunun çöken son kalesini anlatır. Spartalılar (Ispartalılar) da Türk asıllıydı. Sonsuz fantezi gücüyle Truva'yı efsaneleştiren, Amerika film endüstrisi, bizim akıl hocamız oldu. Truvalılar da Türk'tü", s. 141-143,

-"Darvin'den 500 sene önce, büyük İslam bilgini İbn-i Haldun, yazdığı bir risale ile evrim teorisinin temelini atmıştı", s. 178,

şeklindeki ifadeler, ve diğer birçok benzeri ifade, doğru gelmiyor.

b.Bence, diğer bir temel çelişki de şu: Bilimselliğin önemi çokça vurgulanmasına karşın, kitaptaki dünya düzeniyle ilgili bazı görüşler bununla çelişecek nitelikte ve bence bilimsellikle bağdaşmıyor.

Mesela, kitaptaki,

-"Tanrı'nın tahtına oturmak isteyen... bir güç türedi... "Gizli Dünya Devleti" adıyla sahne alan bu güc", s. 195,

-"Dinlerin hegemonyasını kırmak için Yahudi toplulukları tarafından dışarıdan desteklenen ulus devletler birbiriyle rekabet içine girdi", s. 196, 197,

-"Bir bankacı aile altı çocuğu... ABD'nin karşısına çıkan… Almanya'nın Bavyera eyaletinde kurulan Ekonomik Dünya Devleti, daha sonra... Londra'ya geçti... küresel sermayenin denetimindeki "Gizli Dünya Devleti"... "çok uluslu federasyonlar" aracılığı ile yönetimi üstlenecektir./ Gizli Dünya Devleti'nin ulus devletleri çökertmek üzere tezgahladığı virüs salgını operasyonu ile ulus devletler çalışamaz hale getirildi... küresel sermaye ve Siyonist İsrail ittifakı... Beden'i seçtirdi", s. 198-201,

-"Amerikan Devletini aciz bırakmak... kesinlik kazanmıştır.../... bütün ulus devletler... emperyalizme karşı enternasyonal bir dayanışma düzeni kurmaları... gerekmektedir", s. 202,

-"Avrupa'nın birinci projesi, Türkiye'yi kan gölüne çevirmek ve yıkmaktır. Anadolu'yu ele geçirmektir... Türkiye-Avrupa Birliği hikayesi, Global Kapitalin ve Amerika Birleşik Devletleri'nin projesidir. Bu iki güç, farklı sebeplerden dolayı, Türkiye'nin kesin olarak Avrupa Birliği içinde yer almasını istiyor", s. 209,

şeklindeki anlatımları inanılır ve bilimsellikle bağdaşır bulamıyorum.

Bu konularda da uzmanlığımın olmadığının elbette farkındayım, elbette söylenenler kesinlikle doğru değildir diyecek durumda da değilim, ama yine de, mesela virüs salgını tezgahlanması ve gizli dünya devleti yapılanması gibi görüşlere hiç mi hiç katılamıyorum ve bunları sadece komplo teorileri kapsamında düşünülebilecek kanaatler olarak görüyorum.

Dolayısıyla kitabın ana eksenini oluşturan görüşlerdeki iki temel çelişki olarak gördüğüm bu hususlarda yazara ne yazık ki katılamıyorum.

*

Yedincisi, kitaptaki, “Ruslar, Doğu Anadolu'yu işgal ettiklerinde; Ermeni mezalimi karşısında şoka girdiler", s. 117, 118, şeklindeki ifadeye de, Ruslar’ın herhangi bir vahşet karşısında şoka girmek bir yana şaşıracaklarını dahi düşünemediğim için katılamıyorum.

*

Sekizincisi, kitaptaki,

-"Osmanlıda, ikinci sınıf vatandaş yoktu", s. 103,

-"1941 de İnönü eğitimi bilime kapattı", s. 149,

-"Harem sistemi Osmanlıyı bitirdi", s. 182,

-"Atatürk'ün yaşadığı zamanda, otoriter bir recim olduğu inancı yaygın. Tersine... güzel insanların... özgür hissettikleri bir zaman dilimiydi. Fikir hürriyeti kısıtlaması diye bir kavram yoktu", s. 205,

şeklindeki ifadeleri ve İnönü’nün Atatürk çizgisinin tam tersine işler yaptığı şeklindeki anlatımları hiç doğru bulmuyorum.

Özellikle de Atatürk döneminin otoriter olmadığı görüşüne hiç katılmıyorum, o dönem bence  otoriterlikte cumhuriyetin bir tek son yıllık dönemi ile kıyaslanabilir. 

*

Dokuzuncusu, kitapta birçok yerde, cümle ortasındaki bazı kelimelerin büyük harfle başlatılmasının ve soru sorulmayan birçok cümlenin sonuna soru işareti konulmasının nedenini de anlayamıyorum.

*

Onuncusu da, yukarıdaki açıklamalarda belirtildiği üzere, tamamen katıldığım hususlar da bulunmasına karşın, kitabın ana eksenini oluşturan hususlarda yazara ne yazık ki katılamadım.

Elbette her insan farklıdır ve farklı görüşler de doğaldır; ancak, gayet olumlu bir insan olarak görüp, sevip saydığım ve özellikle Öğretmen ve Öğrenci El Kitabı adlı kitabını olağanüstü güzel bulduğum Remzi Hoca’yla görüşlerimizin bu derece farklı olduğunu görünce doğrusu biraz da şaşırdım.

*

31.10.2022


*

EK:


https://birikimdergisi.com/

19 Ekim 2022 Çarşamba

Tanıl Bora

Plütokrasi

20. yüzyılda bu kavram, nasyonal sosyalistlere aitti, Propaganda Nazırı Goebbels tarafından bayıla bayıla kullanılırdı. (Kayınpederine bile “plütokrat” diyor günlüklerinde.) Nazi dilinde plütokrat tabiri, Büyük Britanya ve ABD’nin, yani dünyanın büyük “kapitalist güçlerinin” adıydı. Batı demokrasisi, Nazilere göre, fiilen bir küçük zenginler grubunun güdüp yönettiği bir sistemdi. Bu plütokrasinin arka planında da, Yahudilerin olduğuna işaret ediliyordu tabii.


*


29 Ağustos 2022 Pazartesi

YER DEMİR GÖK BAKIR Dağın Öte Yüzü 2

Yaşar Kemal, Haziran 2021, YKY'de 27. baskı, İstanbul


Sanki mitoloji çağı!

Bir Anadolu köyünün ve ülkenin 20. yüzyıldaki durumu!

Köylülerin hali!

Kendi Zeus'larını kendileri yaratıyorlar!

Fantastik!

***

Kitaptan bazı notlar:

-"Koca Halil... Aslan Ağanın hırsızlarbaşı./.../ Bir at çalmıştı. Yukarı Göksünden" 38, 39

-"Köylü milleti kurnaz olur" 43

-"Akşama kadar Koca Halil... düşündü, hırsızlıklarını, çaldığı atları..." 55

-"Koca Halilin kirişteki kulakları, karıncaların ayaklarının sesini bile kaçırmazdı. Kulakları için böylesine övünürdü. O kulaklar ki onu, Aslan Ağanın hırsızlarbaşı yapmıştı" 58

-"... yamçılı yolcu..." 70

-"Köylüler pamuğa gittiklerinde, köyde bir tek canlı kalmıyordu... kimse köye girip yerden bir tek çöp bile kaldırmıyordu. Bu gelenek bir köyde değil, bir sürü köyde böylecene sürüp gidiyordu" 71

-"Köylü geleneği bozdu ya, borcunu vermedi ya... kan içiciler de göreneği bozarlar" 79

-"Sandıkta en değerli şeyi, kocası İbrahimin Koca Halille Çerkeslerden çaldıkları bir savatlı gümüş yüzüğü vardı. Üstü yazılıydı. Peygamber sözlerini yazmışlar. Hırsızlık da olsa kutsaldı" 87

-"Şehir adamı azıcık ahmakça olur" 94

-"Sanki kasabalı saklamıyordu malını, vergi geldiği zaman. Sanki öteki köylüler hayvan vergisi alınacağı zaman dağlara kaçırmıyorlardı" 109

-"Kazık atmanın kurnaz sevinci uçmuş da gitmiş" 110

-"Bütün köy birbirine girmiş, yoruluncaya, bayılıncaya kadar, sabahtan akşama kadar dövüşmüşlerdi" 155

-"Bir de tatlıca canını kurtaramazsın. Taşbaşoğlu, çağırıp iki köylüyü, ey Müslümanlar, bu Muhtarın katli vaciptir, yarın çaresine bakın desin. Yeter ki böyle bir söz ağzından çıksın, hemen o anda Muhtar değil, İsmet Paşa olsan, seni toz ederler, toz!" 202

-"Bütün ermişler kıtlıklarda, salgınlarda, harplerde çıkar. Bizimkiler Sarıkamışta harp ederken bu dağlarda her gün bir Mehdi çıkıyordu ortaya... Köylü Allaha değil, onlara sarılmış, tüm umudunu onlara bağlamıştı" 212

-"Ermiş dediğin azıcık divane, saf olacak" 216

-"Çolak bucağının uzatmalı karakol onbaşısı olsaydı... iki dakikada onu bülbül gibi öttürürdü" 262

-"Bu kadar gücün karşısına bir insan akılda Eflatunu zaman, güçte Zaloğlu Rüstem, kurnazlıkta İsmet Paşa bile olsa çıkamazdı. Çıksa bile işte böylece rezil olurdu" 268

-"İnsan kendisini bilmez ki... Belki Allah yanında makbul bir yanın vardır" 282

-"Köylü milleti kadar eşek, hayvan bir millet yeryüzüne gelmemiştir. Hiç dostluğu, sadakati yoktur. Adamlığı yoktur. Yediği sofraya bıçağı spkan ki köylü milletidir. Beş kuruş için, bir avuç ot bitmez kıraç toprak için babasını boğazlayan ki köylü milletidir. Yirmi beş kuruşa, kızını karısnı satan ki köylü milletidir. Adı güzel Muhammede söven, onu adamdan bile saymayıp, yerine Taşbaşı getirip diken, dinsiz imansız, köylü milletidir. Korkak olan, canavar olan, ahmak olan... Kanı ciğeri beş para etmeyen... bir tavşan kadar ürkek olan, köylü milletidir. Hele bir araya gelip de toplanınca, bir koyun sürüsünden daha sessiz olan, bu pis köylü milletidir. Hele şehirli adamı görünce, ejderha görmüş gibi çarpılan, kaçacak delik arayan bu akılsız köylü milletidir. Eline vurup, yıllar yılı ağzından lokmasını aldığımız alçak insan soyu, kuzu soyu, yumuşak, ezik köylü milletidir. Bunlar bir korkarlar ki, yeryüzündeki hiçbir yaratık bunlar kadar korkmaz" 315

-"Onun için köylü dediğin, konuşan bir koyun sürüsüydü. İki sözde istediğin yere çeker götürürdün" 317

-"Şimdi, şimdi candarma gönderip getireceğim onu... Köylümüzün geriliği bu Taşbaş gibi sömürücülerin, yalancıların yüzünden. Geberteceğim onu. Bu devrim Türkiyesinde Mehdi ha? Osmanlı ermişi ha?/.../ İşte bu gelen candarmalar Taşbaşı alıp götürmeye gelen candarmalardı. Taşbaşı alıp götürecekler, karakolda üç gün üç gece, beş gün beş gece döveceklerdi" 318

-"Taşbaş kendisine gelip de iyi olan hastaları görmeyinceye kadar ermişliğine inanmadı. O yatalak, bacakları kurumuş kızı bir hafta sonra karşısında dimdik, terütaze görünce de sevincinden ağladı./ Dilleri çözülenleri, kulakları açılanları gördü... Gördü oğlu gördü. Bütün bunlar azıcık solukla, bir el dokunuşuyla oluyordu" 332

-"Dünya dünya olalı, bir ermişin sonunun iyi olduğunu gören var mı? Ya darağacında can verir, ya da derisini yüzerler" 334

-"Ermişi ermiş yapan fıkaradır. Fıkaralar... derman ararlar... Ermişlere bu yüzden sarılırlar. Bir ermiş de dediklerini yapmazsa eteğini bırakırlar. Dediklerini yapınca da kelle gider. Hükümetin işine gelmez" 353

-"Ama Yüzbaşı dinler miydi? Döve döve öldürürdü. Bu Şükrü Bey kasabaya gelmiş en dayakçı yüzbaşıydı. Karakola gidip de kan işemeden çıkan hemen kimse yoktu. Taşbaşoğlu dayak yemeyi de kendisine yediremiyordu" 368

*

29.8.2022

***


7 Haziran 2022 Salı

CEHALETİM

Ne denli cahil olduğumu, yeni yeni, 70'imde anlayabiliyorum!

1. 70 yıl, ama çok net bir hayat cahiliyim, yaşamın anlamı ve nasıl yaşamalı konularında, süper cahilim.

2. 30 yıl içeriden petrol sektörünün çeşitli yönlerini gördüm, ama petrolün anlam ve önemini yeni yeni idrak edebiliyorum, sanırım, az bulunur bir cehalettir!

3. Atalarımızın göçünü genelde merak ederdim, ama pek bilgim yoktu, şimdi, biraz odaklandım, öğrenmeye çalışıyorum, bu konuda da, ne denli cahil kaldığımı görüyorum!

Cehalet şampiyonu sayılsam yeridir!

7.6.2022

14 Mayıs 2022 Cumartesi

TÜRK-RUS İLİŞKİLERİNDE GİZLİ GÜÇ KAFKASYA

 Savaş Yanar, Ağustos, 2002, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul



Adındaki gizli güç ifadesi nedeniyle almış olmalıyım kitabı, eski bir tarihte, ama yeni okudum.

Biraz hayal kırıklığı oldu.

Genelde, genel geçer bir takım görüşler sıralanmış.

Yer yer, ve özellikle s. 98’den itibaren artan, tekrarlar da var.

Çok belirgin yanlışlar da.

Ama yer yer ilginç bilgiler de var!

*

Mesela şu bilgiler benim için ilginç oldu:

-”Kuzey Kafkasyalılar ise İstanbul’a yardım istemek için bir heyet gönderdiler ve 11 Mayıs 1918’de… bağımsızlığını ilan ettiler… 8 Haziran 1918’de Kafkas devletleri ve Osmanlılar arasında iyi dostluk ve iyi komşuluk anlaşması yapıldı. Fakat bu sırada Osmanlı ordusu… Kafkasya’ya girdi. İsmail Berkok, Mithat Paşa ve Muzaffer Beyler Kuzey Kafkasya yerli kuvvetlerini organizeye başladılar… Osmanlılar… 15 Eylül’de Bakü’yü işgal ettiler. Sovyetler… Osmanlıların Kafkasya’dan çıkmaları gerektiğini bildirdiler. Fakat 6 Ekim’de Derbent alındı ve 13 Ekim’de şehre Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti bayrağı çekildi./ Kafkaslar’da kurulan bu yeni düzenin sürdürülmesi Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nı kazanmasına bağlıydı… Mondros Mütarekesi… Türkiye Azerbaycan’daki kuvvetlerini geri çekmeyi kabullenmişti. Nitekim… İngilizler, Kafkaslar’a çıkarma yapmışlar ve 17 Kasım’da Bakü’yü işgal etmişlerdir. İngilizlerin desteğindeki Denikin’in işgal ettiği yerlerde 1919’da İnguşlar, 1920’de Dağıstanlılar isyan ettiler. Fakat bu isyanlar bastırıldı” 50, 51

-”Zira o tarihlerde Türk ordusu Bakü’yü ele geçirmiş ve Dağıstan’da Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlamıştır… Ancak 30 Ekim 1918 Mondros… ile Osmanlı… İran ve Kafkasya’daki bütün kuvvetlerini bölgeden çekmek zorunda kalmıştır” 176

*


Bir süredir, zaman zaman birlik çabaları görülmüş olmakla birlikte, Kuzey Kafkasyalılar arasında hiç bir zaman anlamlı bir birlik olmadığını, hatta çoğu zaman tam tersinin söz konusu olduğunu, Kuzey Kafkasya kökenli insanların en önemli birliğinin, göç-sürgün olayının getirdiği kader ortaklığının da etkisiyle daha çok diasporada gerçekleştiğini, aslında bu birlik anlayışının çok yaygın olmasının tüm Kuzey Kafkasyalılar için çok yararlı olacağını, 1918’deki Birleşik Kafkasya Cumhuriyeti denen oluşumun da, daha çok, cin fikirli İttihatçılarca organize edilen Teşkilat-ı Mahsusa ürünü bir iş olduğunu, düşünür durumdayım, yukarıdaki ifadeler de, sanki, tam da bu düşüncemin kanıtı gibi, ve, o yüzden bana ilginç geldi! 

*

Kitapta başka ilginç bilgiler de var, elbette.

*

Açıkça yanlışlar içeren aşağıdaki cümleleri ise bölgeyle ilgilenen birinin yazmaması gerektiğini düşündüm ve bunların Kafkasya adını taşıyan bir kitapta nasıl olup da yazılabildiğine şaşırdım:

-”Nohçiler (Çeçenler, İnguşlar)” 29

-”Şeyh Şamil… Muridizm hareketini İslamiyet çevresinde kurmuştur./…/… Çeçenistan’da yaygın olan Vahabi hareketi İslam inançlı halklar arasına ihtilaf sokmuştur …/… süreklli ve metotlu çalıştıkları için Araplar, hiç tanınmayan Vahabiliği Kuzey Kafkasya’da yaymaya çalışmaktadır… Kafkasyalı Müslümanları Ruslar, Vahabi hareketi ile Türk ve Türkiye karşıtı yapabileceği umudu ile Arapların bu çalışmalarına engel olmamaktadır” 35, 36

(Bence, burada ek bir ilginç durum var, Vahabiliği orada daha etkili bir şekilde yaymaya çalışanlar Araplardan daha çok Türkler olmuştur, ki, bu durumda, ne söylenebilir, bilemedim!)

-”Çeçenistan 1993 ve 1998 yılında iki defa Rusya’ya karşı ayaklanmış” 55

-”RF topraklarında Çeçen, İnguş ve Osetler ayrılıkçı eylemleriyle mevcut tehdidi tırmandırmaktadır” 73

-”Çeçenistan denize kıyısı olmayan kapalı bir ülke olması nedeniyle, Hazar Denizi’ne bir kıyı çıkışı istemektedir. Bu istek, Dağıstan’ın Hazar’a çıkışı olan kuzey bölgesinden toprak talebi şeklinde kendini göstermektedir. Dağıstan ise Çeçenistan’ın ülkesinden toprak talebine tepki göstermekte ve bu husus zaman zaman iki ülke arasında gerginliğe yol açmaktadır” 188

-”1994-1996 yılları arasındaki savaştan yenilgiyle çıkan Rusya… hava bombardımanları… uygulamış, yaptığı 1700 sorti ile ülkeyi yaşanamaz hale getirmiştir. Milyonlarca Çeçen halkı Dağıstan’a göç etmiş ve sefillik içinde yaşamaya zorlanmıştır” 190

*

Bence hiç mi hiç doğru olmayan ama bir çok yerde sürekli tekrarlanan şu emsal olma görüşü bu kitapta da kendine yer bulmuş, hem de bir kaç yerde:

-”Moskova’nın… hassasiyeti, Çeçenistan’ın… Rusya’dan kopma endişesi… kadar, böyle bir gelişmenin… emsal teşkil etmesi ve… ikinci bir dağılma süreciyle karşı karşıya kalma endişesi taşımasındandır” 98 ve 103, 187, 189

-”Çeçenler karşısında yenilgiye uğrayan ve bu nedenle bu devletin bağımsızlığını onaylayan Rusya, Çeçenistan ile aynı özelliklere sahip 19 cumhuriyetin de harekete geçmesi halinde topraklarının %28’sini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır” 189

Kitaptan diğer bazı notlar da şöyle:

-”Osmanlı… 1774’den sonra Rusya’nın Kırım’ı ele geçirmek istediği anlaşılınca Kafkasya ile daha yakından ilgilenme ihtiyacı hissetmiştir” 16

-”Osmanlı… bir seferle buraları fethetmeyi… tasarlamıştır” 39

-”Nadir Şah… Dağıstan bölgesine 1742, 1744 ve 1745 yıllarında yaptığı seferlerden sonuç alamamıştır. Dağıstan’daki hanlıklar Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmayı tercih etmişlerdir. Osmanlı… bu hanlara hediyeler göndererek gönüllerini hoş tutmuş ve İran ile Rusya’ya karşı dikkatli olmalarını istemiştir./ Osmanlı… 1744’de Kırım’ın kaybından sonra Kafkasya’ya daha fazla önem vermeye başlamıştır” 41

-”Ferah Ali Paşa… Nogaylar’ı Kuzey Kafkasya’ya yerleştirerek hem kontrol altına almış, hem de Ruslar’a karşı koz olarak elinde tutmuştur… Bicaoğlu Ali Paşa ise esir ticareti yapmış, Battal Paşa ise canla başla Ruslar’a karşı savaşan yöre halkına kötü muamelede bulunmuştur./… 1782 ve sonraki yıllarda Dağıstanlılar Gürcistan’a girdiler, Rus ve Gürcü ordularını her yerde yendiler ve Tiflis önlerine geldiler. Ama dağlıların kendi başlarına hareket etmesini istemeyen ve ağır davranan Osmanlılar dağlı reislerin arasını bozdu. Bunun üzerine dağlılar geri dönmek zorunda kaldılar” 42, 43

-”Osmanlı… Rusya’ya karşı elinde her zaman koz olan Dağıstan ahalisine, 1787’de Kutayışlı Mehmet Beyi elçi olarak göndermiş ve Rusya’ya karşı yapılacak savaşa katılmalarını istemiştir./…/… Osmanlı Devleti’nin giderek azalan maddi desteği ve buna rağmen Kafkasyalılar’ın kendilerini Osmanlı tabiiyeti altında görmeye devam etmeleri bu yılların genel manzarasını teşkil eder” 45

-”Ruslar 1828’de… Kafkasya’yı… Osmanlılardan aldı…/… İngiltere 1834’den itibaren Kafkasya’daki menfaatlerini takip etmeye başlamıştır” 48

-”11 Mayıs 1918 yılında Kafkasya’nın kuzeyinde yaşayan ve Dağıstan’daki Türk ve Müslüman unsurlar tarafından kurulan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti de bir müddet sonra dağılmıştır” 52

-”Çeçenistan 1993 ve 1998 yılında iki defa Rusya’ya karşı ayaklanmış” 55

-”1993 başından itibaren…/…/… Çeçenistan üzerinde kontrol kurma çabasına ağırlık veren RF… Gerçekte kendisinin desteklediği Kafkasya’daki dondurulmuş istikrarsızlıktan yararlanan RF… bölgedeki müdahaleleri, Rusya ile bazı alanlarda çıkar ilişkileri bulunan Batılı ülkeler tarafından da anlayış ve destekle karşılanmıştır” 67

-”Rusya’yı, Çeçenistan sorununun çözümünü hızlandırmaya zorlayan temel neden, Azerbaycan petrolünün taşınması konusundaki hızlı gelişmeler olmuştur… “Bakü-Novorossisk Boru Hattı”... önündeki Çeçenistan engelinin ortadan kaldırılmasını zorunlu kılmıştır. Aksi takdirde… “Bakü-Ceyhan Boru Hattı” güzergahının kabul edileceğinden korkan Rusya, askeri müdahaleye girişmiştir…/… Türkiye’yi kendisi için en önemli engellerden biri olarak gören RF… Bakü-Ceyhan güzergahının gerçekleşmemesi için… sorunları (Çeçenleri) ortadan kaldırmaya çalışan Rusya…” 69

-”RF topraklarında Çeçen, İnguş ve Osetler ayrılıkçı eylemleriyle mevcut tehdidi tırmandırmaktadır; Kafkaslar bölgesindeki çatışmalar… RF topraklarına sıçrayabilir…/…/ … Rusya… etnik yapı ve şive farklılıklarına dayanan… ihtilafları çıkartarak, husumet ortamı yaratması… Oysa Kuzey Kafkasya… bir bütündür” 73, 74

-”Son senelerde Türk-Rus ilişkilerini ciddi şekilde etkileyen diğer bir konu da Çeçenistan sorunudur. Türk hükümeti… Çeçenistan’ı Rusya’nın bir parçası sayıp…/ Moskova’nın… hassasiyeti, Çeçenistan’ın… Rusya’dan kopma endişesi… kadar, böyle bir gelişmenin… emsal teşkil etmesi ve… ikinci bir dağılma süreciyle karşı karşıya kalma endişesi taşımasındandır” 98 ve 103, 187, 189

(Bence kesinlikle doğru olmayan bu emsal görüşü nedense her yerde sürekli tekrarlanmaktadır.)

-”1991… komünizm ölmüş, Türkiye’nin Rusya’dan çekinmesi için neden kalmamıştır” 100

-”Türkiye’nin, Kafkasya’nın ve Orta Asya’nın çeşitli hesaplarla istikrarsızlaştırılması çabalarına rıza göstermesi de mümkün değildir” 105

-”Türkiye’nin… Çeçenistan gibi sorunlarda Rusya’nın iç işlerine müdahale ediyor izlenimini verdiği kabul edilmelidir” 122

-”Kafkasya’da problemler, Kafkasya'nın Rus nüfuz bölgesi olmaktan çıkarılmasıyla çözüm yoluna girecektir” 173

-”Bölgede Müslüman gruplar arasında vuku bulmuş herhangi bir savaş yoktur” 174

-”Zira o tarihlerde Türk ordusu Bakü’yü ele geçirmiş ve Dağıstan’da Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlamıştır… Ancak 30 Ekim 1918 Mondros… ile Osmanlı… İran ve Kafkasya’daki bütün kuvvetlerini bölgeden çekmek zorunda kalmıştır” 176

-”Şeyh Şamil’in önderliğindeki Çeçenler ve Kafkasyalılar… savaşı yitirmişlerdir. Tarihin eski dönemlerinden gelen Türk ve Müslüman varlığı hiçbir zaman Kafkasya’nın Rusya’ya ait olmasını kabul etmemiş ve sürekli olarak Rus emperyalizmine karşı direnmişlerdir./… ikinci perde… Çeçenlerin önderliğinde tüm Kuzey Kafkas ulusları bir araya gelerek Kuzey Kafkasya Federasyonu’nu 1918 yılında kurmuşlardır. Ne var ki… Kızılordu, 1920 yılında yeniden Kafkasya’yı işgal ederek… savaşın öncüsü Çeçenleri Sibirya’ya sürmüştür./ Kafkas oyununda üçüncü perde ise, Hitler döneminde… Alman faşizmi… 1940’larda Rusya’ya saldırınca Kuzey Kafkasya’da Çeçenler hemen ayaklanmışlar ve bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Daha sonra Ruslar Almanlar!ı geri püskürtünce, ayaklanan Çeçenlerden intikam almışlar ve Çeçenistan’daki sivil halkın çoğunluğunu katlederek emperyalizmin çirkin yüzünü sergilemişler ve bir çok Çeçen ailesini Stalin’in emri ile yeniden Orta Asya’ya sürmüşlerdir…/ Kafkasya’da dördüncü perde… Sovyetler… sona erdiği gün Çeçenistan bağımsızlığını ilan etmiş… Ruslar ise, Çeçenleri yok etmek için her türlü girişimi tarihin her döneminde denemişlerdir. Kitle katliamlarından sonra kitlesel sürgünlere başlanmış, Çeçenler’in bir kolu olan İnguşlar bölünerek, onlara ayrı bir özerk bölge olma yetkisi verilmiştir… Putin’in Rus Başkanı olmasıyla beraber Rus-Çeçen mücadelesi bir kez daha hızlanmıştır./ Ve asıl önemli olan, Rusya eskiden beri kendisine bağlı olan Türk ve Müslüman halkların bağımsızlığını önleme çabası içindedir. Bu nedenle … Çeçenistan tamamen işgal edilmiştir./ Rusya Çeçenistan’a… ekonomik abluka koymuştur… Çeçen halkına yokluk olarak yansıyan bu baskı Çeçenistan’da Çeçen yönetimine karşı sessiz bir muhalefet oluşturmaya başlamıştır. Çeçenlerin bir boyu olan İnguşlar tarih boyunca aynı topraklarda birlikte yaşamışlardır. Çeçen-Rus savaşı sırasında İnguşlar, Rusların tarafında yer alınca, ihtilaf İnguş Cumhuriyeti’nin Çeçenistan’dan ayrılmasına yol açmıştır. Ancak Çeçen-İnguş sürtüşmesi tamamen kapanmamış zaman zaman münferit olaylar yaşanabilmektedir” 185-187

-”Çeçenistan denize kıyısı olmayan kapalı bir ülke olması nedeniyle, Hazar Denizi’ne bir kıyı çıkışı istemektedir. Bu istek, Dağıstan’ın Hazar’a çıkışı olan kuzey bölgesinden toprak talebi şeklinde kendini göstermektedir. Dağıstan ise Çeçenistan’ın ülkesinden toprak talebine tepki göstermekte ve bu husus zaman zaman iki ülke arasında gerginliğe yol açmaktadır. Ruslar ise bu gelişme karşısında Çeçenlerden öç almak için bu ihtilafı körüklemektedir” 188

-”Çeçenler karşısında yenilgiye uğrayan ve bu nedenle bu devletin bağımsızlığını onaylayan Rusya, Çeçenistan ile aynı özelliklere sahip 19 cumhuriyetin de harekete geçmesi halinde topraklarının %28’sini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu durum Rusya’nın yeniden dağılması ve toprak açısından da kuzeye çekilmesi anlamına gelmektedir./ Daha kuzeye çekilmeye zorlanan Rusya, Hazar havzasından tümüyle uzaklaşmış olacaktır…/ Bu nedenle… Çeçenistan'da tam galibiyet alması gereken Rusya, insan haklarını açıkça ihlal ederek, Çeçenlere karşı kendi tezgahladığı savaşı başlattı./ 1994-1996 yılları arasındaki savaştan yenilgiyle çıkan Rusya… hava bombardımanları… uygulamış, yaptığı 1700 sorti ile ülkeyi yaşanamaz hale getirmiştir. Milyonlarca Çeçen halkı Dağıstan’a göç etmiş ve sefillik içinde yaşamaya zorlanmıştır./ Bu zulüm karşısında ise Türkiye… sivil halkın zarar görmemesi gerektiğini siyasi alanda dile getirmiştir. Türkiye, Gürcistan üzerinden Çeçen mültecilere insani yardım yapmış; fakat bu yardımlar bölge halkının acılarını dindirmeye yetmemiştir. Başbakan Bülent Ecevit… Çeçenistan sorununun toprak bütünlüğü çerçevesinde çözülmesi gerektiğini ve aynı zamanda olayın insani yönününde göz önünde bulundurlmasını ifade ederek; Çeçenistan’dan Türkiye’ye yönelik geniş çaplı bir göç olasılığından duydukları kaygıyı dile getirmiştir” 189, 190

-”Türk ve Rus taraflar bir birileri aleyhinde faaliyet gösteren teröristler hakkında siyasi sığınma hakkı vermeme, para toplama, kamp üs gibi bir takım olanaklarının engellenmesi gibi konularda kanaatimizce gizli bir anlaşmaya varmışlardır. Nitekim Türkiye birinci Çeçen-Rus savaşında aktif bir politika güderken ve Çeçenistan’a eski Genelkurmay Başkanı’nın ifade ettiği gibi silah ve insani yardımı yaparken; bu savaşta Rusya’nın toprak bütünlüğünden bahsetmiş, savaşı insan hakları boyutu ile ele almıştır. Buna karşılık ise Rusya’nın da PKK terör örgütüne olan desteğini çektiği değerlendirilmektedir./ Çeçenistan’daki savaş Güney Kafkasya’yı bir bakıma tehlikeye atmıştır…/ Çeçenistan Rusya’nın yumuşak boğazıdır… bölgesel bir hadise gibi algılamamak gerekir” 191

-”Çeçenistan’ın zengin petrol yatakları Rus emperyalizmini tahrik etmektedir” 192

*

10.5.2022


Çerkes Sürgünü (Gerçek, Tarihi ve Politik Nedenleriyle)

N. BERZEG, 1996, Takav Matbaacılık, Ankara


Adına Çerkes Sürgünü denmiş, ama, sanki, kitap daha çok bu sürgünde Osmanlı’nın pay sahibi olduğu konusuna odaklanmış, gibi!

Bu yönüyle Osmanlı’nın iskan uygulamalarına dikkat çekilmiş, ve bu da, bence, en azından benim için, bir yönüyle ufuk açıcı, uyarıcı, öğretici oldu. 

Konu açısından da hiç görmezden gelinecek bir unsur değil, sanki!

*

Bu konuda, mesela, şöyle denmiş:

-”Anadolu’nun Türklerce fethi sistemli bir iskan ve kolonizasyon politikasıyla gerçekleşmiştir. Türkler işgal ettikleri… Her halktan büyük sayıda insanı göç etmeye zorlayarak, nüfusun etnik oranı ve yapısını da değiştirmişlerdir. İşgal edilen toprakları Türkleştirmek istekleri o kadar güçlüdür ki yaptıkları anlaşmalarda göçmen yerleştirip, yerleştirmemek önemli pazarlık konusu olmuştur./ Osmanlılar… Çoğu zaman büyük toplu göçlerin, planlayarak başlatıcısı ve yönlendiricisi olmuşlardır… sürgün uygulamaları bir yönetim geleneği olarak devletin yapısına yerleşmiştir. Çeşitli problemleri çözmek için sık sık ve planlı olarak toplu yer değiştirme hareketlerine başvurmuşlardır./ Köylüyü daha verimli alanlarda çalıştırıp üretimi arttırmak, ya da orduların ulaşımı ve erzak gereksinimleri … için devletin sık sık sürgün yöntemine başvurduğu görülmektedir. Bölgesel güçlenmeleri önlemek ve başkaldırı eğilimlerini ezmek için her Türkmen boyunu parça parça edip farklı aşiretlere mensup küçük gruplar ülkenin uzak bölgelerinde birarada yerleştiriliyordu. Osmanlılar, Arap aşiretleri… zorla iskan yolunu seçmişti./… bir yönetim geleneğine dönüşen sürgün ve kolonizasyon… tüm toplumsal tabakaları etkilemiştir… Fethedilen Bizans şehirleri hemen göçmenlerle iskan edilmektedir./… Avrupa yakasında… kolonizasyon yöntemi daha da önem kazanmıştır… Müslüman nüfusun oranını arttırmak zorundaydılar…/… Balkanlar’ın yerli… halkları da topluca Anadolu’ya sürgün edilip yerleştiriliyorlardı… Türk olmayan halkların… isimleri değiştiriliyordu. Bu politikanın aynısı Kuzey Kafkasya için de uygulanmıştır… Ferah Ali Paşa… bir din misyoneri konumundaydı. 1780 yılında soğucak’a geldiğinde ilk işi… Nogayları… Tatarları toplamak olmuştu… göçebe Nogayları… gerektiğinde Çerkesler karşı kullanmak üzere kontrol altına almıştır./…/ Özetle: Osmanlı sürgün ve kolonizasyon yöntemiyle uyguladığı iskan siyasetiyle, farklı halkları birbiriyle karıştırarak ve birbirlerine karşı kullanarak yayılmacı egemenliğini sürdürüyordu…/ Devletin tüm kurumlarını etkileyen Türkleştirme ve Müslümanlaştırma Politikası, ordunun da temel dayanağıydı… Devşirme denilen bu yöntemle… Türkleştirilir ve Müslümanlaştırılırdı…/… 1600 yıllarına kadar bu asker yetiştirme sistemi iyi işledi…/ 1600 yılından başlayarak… eski askerleştirme-devşirme sistemi işlemez oldu… Anadolu halklarından asker toplanmaya başlandı. Ne var ki… gerileme durdurulamadı./… sonunda köylerde genç nüfus kalmadı. Kürtler, Araplar, Arnavutları askere almak imkansızlaştı… Askerlik yükü yalnızca Türk halklarının sırtına bindi. Birçok Türkmen kabileleri de… isyan ettiler./…/ İşte o zaman Canikli Ali Paşa gibi ileriyi görebilen devlet adamları gözlerini Kafkasya’ya çevirdiler. Ama geç kalınmıştı./…/ Canikli Ali Paşa… raporlarında…/ “Kafkasyalılar… 80.000 kişilik ordu çıkarabilirler ki, bugün bu orduyla başa çıkabilecek bir kuvvet düşünülemez…”/ Ferah Ali Paşa’nın Soğucak’a vali gönderilmesi bu rapordan iki sene sonradır. Ancak 200 askeriyle ve Çerkeslerin izni ve hoşgörüsü ile orada barınmıştır” 49-53

*

Kitapta bana ilginç ve öğretici gelen bir konu da kölelikle ilgili söylenenler oldu.

Bu konuda da, mesela şunlar söyleniyor:

-”Osmanlı Devleti’nde, kuruluşundan başlayarak kölelik ve köle alım-satımı meşru idi. Hür müslümanların köleleştirilmesi yasaktı… Osmanlı… Avrupa’da genişlediği dönemlerde köle… “devşirme” yöntemiyle sağlanıyordu. Duraklama ve gerileme dönemlerinde Afrika, Güney Rusya ve Kafkasya’dan köle ticareti önem kazandı./ Kölelik bir iç olgu olarak Kuzey Kafkasya’da gelişmemesine karşın, 12. yy. başından itibaren köle ticareti önem kazanmaya başladı. Karadeniz kıyılarında koloniler kuran Venedik ve Ceneviz tüccarları, Mısır’a yönelik köle ticaretini geliştirdiler. Türkmen (1250-1390) ve Çerkes Kölemenlerinin (1390-1517) yönetimi ellerine geçirmesiyle daha hızlanan Kafkas-Kırım-Mısır köle ticareti 19. yy. sonlarına kadar sürdü./… Kırım’ın Osmanlı denetimine girmesi… sonucu Osmanlılar Kırım-Kafkasya köle ticaretini ele geçirmeye başladılar… gelir sağlamak için… vergi alınmaya başladı…/… devşirme yoluyla… ihtiyacı karşılanamadığı zamanlar, Kırım Hanlığı çevresinden ve Kafkasya’dan baskınlarla esir-köle sağlanmıştır. Hatta bazı Çerkes kabileleri kırım hanlarına belli sayıda köle vermekle yükümlü kılınmıştır. Bu durum sonradan Kabartay Beylerinin Kırım Tatarlarına karşı Rusya’dan yardım istemesine yolaçmıştır./ Tatar Kırım Hanları, İstanbul’daki esir pazarlarına Kafkasyalı köle satarlardı… Bu işi meslek edinmiş yeniçeriler de vardı… yeniçeriler, insan avcılığı biçiminde Kazak, Kalmuk, Nogay, Çerkes Beyleri ve Kırım Hanlarıyla işbirliği içinde esir toplayıp, satarlardı …/…/ Bağımsız islam devleti görünüşünün ardındaki gerçek yapı, esir ve köle ticaretini destekleyen, kanun ve fermanlarla düzenleyen bir ticari mekanizma idi. Bu mekanizmanın nasıl işleyeceğini bile dış sömürgeci güçler belirliyordu. Osmanlı… karasularında… Osmanlı, İngiliz, Fransız gemileri tıka-basa dolu olarak esir-köle taşırlardı. Osmanlı ve İngiltere askeri gemileri bile bu ticarette kullanılırdı./… 19. yy.’da Osmanlı köle ticaretinin kaynakları: Afrika… Hicaz ve Kafkasya idi…/… Alım-satım devletin yönettiği Esirhane’de, Esirci Emini ve 400 adamının denetiminde yapılıyordu. Büyük Çerkes Sürgünün başladığı 1860’lı yıllarda Trabzon ve Samsun’da Osmanlı Hükümetince geçici köle pazarları kuruldu./ 1846 yılında Kafkasya’nın Karadeniz kıyılarının Rusya’nın eline geçmesiyle Osmanlı köle tüccarlarının buralardan ticareti kesildi…/ 1864 Çerkes Sürgünü sonucu köle ticareti “Dış ticaret” olmaktan çıktı. Kuzey Kafkas halkları arasında gerçek anlamda kölelik yaygın olmadığı halde 30 Mart 1867’de Başvezirin Padişaha gönderdiği yazıda Çerkes göçmenleri… nin 150.000’den fazlasının köle durumunda olduğu bildirilmiştir… bu rakamın gerçekle ilgisi yoktur. Göçmen Çerkesler, Osmanlı… islami yasalarında kölelik olarak varsayılan, kendilerine özgü tarımsal serflik biçimini beraberinde getirdiler./ Osmanlı iskan ve kolonizasyon politikaları sonucu savaş ve karmaşanın hüküm sürdüğü bölgelere dağınık olarak yerleştirilen sürgünler, iki nedenle köle tüccarları karşısında zayıf düştüler. Bu kesim Osmanlı yasalarının baskısıyla kendilerini korumaktan yoksun kaldı. İkincisi, savaş, sürgün ve dağınık yerleşim bölgelerindeki yokluk, zor yaşam koşulları nedeniyle hür insanların bile köleleştirilebildiği görüldü. Bazı soylu ve güçlü göçmenler de çeşitli aldatmacalarla özgür insanları yasal olarak köleleştirme sürecine katıldılar./…/… Osmanlı … sömürgeci devletlerin ve… kölecilerin elinde bir oyuncak olmasaydı… onca yazışma, karar, yasa ve fermanlara gerek kalmazdı. Çünkü Osmanlı yasalarına göre hür müslümanlar köleleştirilemezdi. Ve Çerkesler 19. yy.’ın ilk çeyreğinden beri Osmanlılarca “hukukan” müslüman sayılıyorlardı… Bu nedenle Çerkes sürgünleri üzerinde bir köle ticaretinin oluşmasının koşulları yasal olarak var olmamalıydı…/ Osmanlı… 1475 yılında, kendisine bağladığı Kırım aracılığıyla dolaylı olarak Kuzey Kafkasya’ya komşu oldu. Bu tarihten başlayarak Rusya’nın eline geçtiği 1783 yılına kadar Kırım’ın Kuzey Kafkasya’ya saldırıları kesilmedi. Kırım yoluyla Kuzey Kafkasya’ya gönderilen ordular ve mollaların baskı-propagandaları ve kimi Çerkes beyleriyle kurulan ilişkilerle müslümanlığı yayma çalışmalarına başladılar. Ne var ki, gerçekte Osmanlı yayılma siyasetinin bir uygulaması olan bu saldırılara karşı Çerkesler direndiler. Bunun sonucu, Osmanlı askeri nüfuzu doğrudan ya da dolaylı olarak hiçbir zaman Kuzey Kafkasya’ya egemen olamadı” 57-61

*

Benim için bir diğer ilginç husus ise Osmanlı’nın özellikle Kuzey Kafkasya’ya bakışı konusundaki şu ifadelerde dile getirilen yaklaşım oldu:

-”Osmanlı… Kuzey Kafkas Halklarının 1785 yılında İmam Mansur yönetiminde Rusya’ya karşı başlattıkları ulusal mücadeleyi özel bir Kuzey Kafkas Birliği kurulacağı korkusuyla olumlu karşılamadı. Hatta Battal Paşa, bütün Kuzey Kafkas Halkları ve devlet kuvvetleri Rusya’ya karşı savaşa hazırlandıklarında; ihanet ederek Ruslara sığındı./…/ Osmanlı… bir yandan Dağıstan Halkına gönderdiği fermanlarla, onları Rusya, İran ve Gürcüstan’a karşı kışkırtırken, öte yandan Rusya ve İran’ın Dağıstan’a karşı savaşlarında, bölge halkları kendisine başvurmalarına rağmen hiçbir gerçek yardım yapamamış…/ Osmanlı… 14 Eylül 1829… Edirne Antlaşması’yla da… hiçbir zaman sahip olmadığı Kuzey Kafkasya’yı Rusya’ya terkettiğini açıkladı./… Osmanlı… Kafkasya Siyaseti, 1856 Paris Antlaşması’nda Osmanlı başdelegesinin “Kuzey Karadeniz ve Kafkasya’yla ilgili hiçbir siyasi problemleri olmadığını” açıklamasıyla hukuken iflas etmiştir” 63

-”Osmanlı İslam Devleti (!), doğal olarak Kuzey Kafkasya’nın bağımsızlık hareketini de, Şeyh Şamil’in dini lider olarak güçlenmesini de istemeyecekti. Başka bir deyişle: Osmanlı… sınır komşusu olan bağımsız güçlü bir -islami- devletin doğmasına kesinlikle izin vermezdi. Çünkü İslam devleti görüntüsü altında… köle ticareti ağı kurulmuştu… Osmanlı… Kafkasya’da bağımsız ve demokratik bir -islami- devletin doğmaması için elinden geleni yaptı. Bu Osmanlı Devleti’nin genelde tüm müslüman ülkelere karşı yürüttüğü bir siyasetti” 187


*

Kitapta ısrarla vurgulanan bir diğer husus ise, sınıfsal bir bakışla, Çerkes sürgününün tüm emperyalist ülkeleri tarafından birlikte kotarılan bir sonuç olduğu. 

Şöyle ifadeler var:

-”Kuzey Kafkas Halklarının özgürlük ve bağımsızlık direnişi ne pahasına olursa olsun kırılmalıydı. Rusya, Osmanlı devleti ve batılı emperyalist devletler hiç bir ödün vermeksizin bu konuda hemfikirdiler. Yalnızca Kafkasya’da değil dünyanın herhangi bir yerinde, bağımsız, özgürlükçü ve demokratik… bir halk devletinin varlığına izin veremezlerdi./…/ … Osmanlı İslam Devleti (!), doğal olarak Kuzey Kafkasya’nın bağımsızlık hareketini de, Şeyh Şamil’in dini lider olarak güçlenmesini de istemeyecekti. Başka bir deyişle: Osmanlı… sınır komşusu olan bağımsız güçlü bir -islami- devletin doğmasına kesinlikle izin vermezdi. Çünkü İslam devleti görüntüsü altında… köle ticareti ağı kurulmuştu. Batılı emperyalistlere… ayrıcalıklarla… verilmişti… tüm deniz taşımacılığı yabancı şirketlerin elindeydi./… Osmanlı… Kafkasya’da bağımsız ve demokratik bir -islami- devletin doğmaması için elinden geleni yaptı. Bu Osmanlı Devleti’nin genelde tüm müslüman ülkelere karşı yürüttüğü bir siyasetti./… Özgür ve demokratik Kafkasya… kötü örnek (!) oluyordu… Özgür Kuzey Kafkasya, Rusya’yı yöneten sınıfın gözünde katlanılmaz bir manzaraydı./ Kuzey Kafkasya’ya insancıl sloganlar ve Rusya düşmanlığı yoluyla girmeye çalışan batılı emperyalistlerde aynı nedenlerle bağımsız ve özgür Kuzey Kafkasya’ya katlanmaktansa, onu Rusya’nın boyunduruğuna terketmeyi yeğliyorlardı. Çünkü aynı yıllarda kendi sömürgelerinde daha korkunç kıyımlar yapıyorlardı. Örneğin… Afrika’nın özgür insanlarını Amerika’ya taşıyıp zincirli köle yapanlar onlardı. Amerika… kıta yerlilerini… yok ederken; İngiltere… Fransızlar… cinayetler işliyorlardı… Sürgün sırasında gazetelerin haberlerine sansür uyguladılar./ Sonuçta, emperyalistlerin ortak çıkarları doğrultusunda Kuzey Kafkasya işgal edilip, halkları sürgün edildikten sonra, savaşın ve sürgünün gerçek nedenlerini saptırarak siyasetlerine uygun propagandalar yaptılar” 187

-”Battal Paşa’nın Kuzey Kafkasyalılara ihaneti ve Çıldır valisi Süleyman Paşanın lezgiler Gürcüstan içinde ilerlediğindeki benzer davranışı Osmanlı Devletinin bu siyasetinin somut görüntülerindendir” 189

Doğrusu yazarın bu konudaki yaklaşımını pek anlayamadım, ve kitapta yer alan bu konudaki görüşlere de katılamadım, fazla sert buldum, normalden fazla bir tarafa bükülme var gibi geldi, bana.

Fazla iddialı buldum!

Özellikle de, o dönemde Kafkasya’da kurulması tasarlanan bir devlet için “demokratik” nitelemesinin kullanılmasını da, doğrusu garipsedim.

Ve, yazar bugün de bu konudaki görüşlerini aynen muhafaza ediyor mu, acaba, diye, merak ettim!

*

Yazar bazı konularda tartışılabilecek subjektif görüşler içeren kaynaklarına fazla mı güven duymuş, acaba, da, dedim!

*

Kitabın belirtilen hususlar dışındaki kısmı genelde bilindik şeylerin duyarlı bir anlayış ve hassasiyetle farklı bir şekilde tekrar edilmesi olarak görülebilir.

Ancak, sayıları, 

-”%100 güvenilir bir istatistik yoktur… öne sürülen rakamlar 500.000 ile 2.750.000 arasında değişmektedir” 157, 

şeklinde ifade edilen ve yola çıkanlardan %30’unun yolda ölmüş olduğu anlaşılan o dönem göçmenlerinin daha çok Osmanlı’ya ulaşmalarından sonra yaşadıklarından sahnelerin aktarıldığı şu satırlar yürek burkuyor, ve bence, insanlık adına ibret alınması gereken bir facia olan o yaşananların unutulmamasında fayda bulunuyor:


-”1864 Mayısında… topluca büyük göçettirmeler başladı…/… tüm kıyı şeridi sürgünlerle doluydu… 6 aydan fazla kıyıda beklemek zorunda kalan gruplar oldu… hergün onlarcası ölüyordu…/… Binlercesi birden öldüler Karadeniz kıyılarında. Birçoğu da açlık ve soğuktan öldüler. Kıyılar, ölülerle… doluydu…/… sürgünden ilk yararlanan, taşıma işini yüklenen gemi ve mavnaların sahipleri oldu… gemiciler, 30 yolcu başına bir çocuk almak gibi uygulamalarla köle ticareti yaptılar…/… Fransız gazeteci Fonvil A. yazıyor: “Osmanlı gemicilerinin gözleri doymuyordu. 50-60 kişilik yelkenlilere 300 kişiden fazla sürgün Kafkasyalıyı balık istifi dolduruyorlardı. Biraz su ve azıktan başka yanlarına hiçbir şey alma özgürlükleri yoktu. 5-6 gün denizde kalındığında suları ve azıkları biten, salgın hastalıkların zayıflattığı sürgünlerin birçoğu yolda ölüyordu… Nusred Bahri gemisine Tsemez’den 470 kişi bindirildi. Fırtınaya yakalanıp karaya vuran bu gemiden yalnızca 50 kişi kurtulabildi.”/…/… Osmanlı topraklarına ulaşabilenlerin durumlarında hiçbir düzelme olmuyordu…/… felaketlerin… daha da korkunç olanları bu indirildikleri kıyılarda yinelendi. Osmanlı’nın sürgün sayısına oranla hiçbir hazırlığı yoktu. Ne barınabilecekleri bir yer, ne yiyecek ve su, ne de… tedavi imkanı. Trabzon’daki Rusya Konsolosu A.N. Moşnin… anlatıyor. “Kafkas Dağlıları denizi aştıktan sonra açlık ve salgın hastalıklarla başbaşa kaldılar. Onları umursayan… hiçkimse yok. Barınmaları için hiçbir kapalı yer gösterilmiyor kendilerine. Binlerle ölüyorlar… Trabzon’a indirilenlerin sayısı 247 bine ulaştı. Bunlardan 19 bini öldü, şimdiye kadar. Hergün yaklaşık 180-250 kişi ölüyor. Samsun’a indirilen 110 bin kişiden de ortalama 200 tanesi ölüyor her gün”/… Samsun’a giden Rus Müfettişi Barotsin’in yazdıklarından: “Talihsiz göçmenlerin durumu anlatabileceğim gibi değil. Her adım attığında hastalık ve açlıktan can çekişenlerle karşılaşıyorsun. Şehrin girişinde, yollarda, ağaç altlarında ölüden geçilmiyor…”/ A Fonvil’in Akçakoca’da gördükleri: “... 15.000 kişi indirildi. Öldürücü soğuğa ve yağmura karşın, ağaç altlarından başka barınma olanakları yok… birileri çıkıp; kuru ekmek vermiyorsa yiyecek hiçbirşeyleri yok. Sıtma ve veba hastalıkları onlarca kişiyi öldürüyor hergün…”/ Yıkıntıya uğramış çaresiz sürgünlerin felaketinden çıkar sağlamak, onları köleleştirmek isteyen tüccarlara Osmanlı yöneticileri bile katıldılar… türlü yöntemlerle sürgünlerin %10’u köleleştirildi… Hatta Trabzon Valisi 8 Çerkes kızını 60-70 liradan satınalarak İstanbul’daki büyüklerine hediye olarak gönderdi. İngiliz konsolosunun kızının yazdıklarından: “2000 kişi gemiden indikten sonra bir boş araziye dökülürcesine oturuştular… bir deri bir kemik kalmışlardı. Başlarını kaldıracak güçleri olmaksızın soğuk, çıplak toprağın üzerinde oturuyorlardı. Hastalarla ölüler içiçe, birarada yatıyordu. Yanlarına yaklaştığımızda birkaç kadın çocuklarını ellerinden tutarak karşıladılar bizi; alın, götürün dercesine.”/… Kendilerinin hiçbir kurtuluş umudu kalmadığını anlayarak, “Hiç olmazsa karnını doyururlar.” umuduyla çocuğunun yaşamasını sağlamaya çalışan annelerin durumu… en azından bir dam altı bulup, bir rahat soluk alabileceklerini ummuşlardı bu ülkede. Daha doğrusu umutlandırılmışlardı en az bu kadarını bulabileceklerine./…/ Bir gözlemci Varna’ya 80.000 sıtma hastalıklı Çerkesin indiğini belirtiyor. “Hastalığa karşı hiçbir önlem yok… Türkler önceleri bu ölüleri gereğince gömüyorlardı. Sonraları yetişemez oldular… ölüler denize atılmaya başlandı. Güneş batınca jandarmalar Çerkesleri şehirden çıkarıyorlardı. Gün doğar doğmaz yeniden, eski-dökük toplamak üzere şehre giriyorlardı…”” 148-152


-”Çerkesler yerleştirildikleri tüm bölgelerde yerli halkın benzeri saldırganlıklarına uğramışlardır” 178


-”Halep ili Rakka ilçesi merkezinde 40 hane Kafkas göçmeni vardır… 1320 mali yılı içinde göçeden göçmenlerdendir…/… göçmenlere o yerde bulunan köylülerin silahlı olarak saldırmaları… Rakka… zorba takımından Haddad kardeşi… işbirlikçilerinin… kışkırttıkları ortaya çıktı./ Göçmenler işte o tarihten şimdiye kadar -ki tam beş yıldır- hiç ardı arkası kesilmeyen bu müdahale ve saldırıların önlenmesi için çaba harcamaktan, sorunlarını anlatmaktan geri durmadı… Fakat zorba takımı ile onlarla dostluk kuran Vilayetteki nüfuzlu kimseler göçmenlerin bütün girişimlerini sonuçsuz bıraktı… göçmenlerin başkanı Talustan Bey’in… parasıyla satın aldığı tarım ürünlerini de o zorba takımı yaktırdılar./… göçmenler… ülkelerinden getirdikleri nakitleri çoluk çocuklarını beslemek için harcayarak bitirdiler. Bugün bir lokma ekmeğe muhtaç, sefil ve perişan kaldılar… hepsi ölümle karşı karşıya bulunuyorlar” 198, 199


 

*

Kitaptan diğer bazı notlar da şöyle:


-”Kuzey Kafkasya’nın yerli halkları aynı kökenden gelmektedir…/…/… Ortak tarih ve kültürleri…” 17

-”M.Ö. 4000 yıllarında Kafkas kökenli Hitit(Eti)ler” 22

-”Adigelerin atası olan Kimmerler M.Ö. 1500 yıllarında Kırım’ın tümü… yayılmışlardı” 23

-”1475 yılında… Osmanlı Devleti de Kırım yoluyla Kuzey Kafkasya’ya komşu oldu. “Bu tarihten sonra arkası kesilmeyen Kırım saldırıları dolaylı olarak, Osmanlıların Kuzey Kafkasya’ya saldırısı niteliğindedir.”/ Böylece, güneye sıcak denizlere ulaşma hedefindeki Rusya ve Orta Asya Türkleriyle birleşme amacındaki Osmanlı Devleti’nin yolları ve siyasetleri Kuzey Kafkasya üzerinde çakıştı” 27

-”1645’te kimi Kabardey Pşıları, Nogay ve Avar Beyleriyle birlikte Rusya’ya bağlılık yemini verdiler…/…/… 1739’da… Rusya Kuzey Kafkasya içlerine girmeye başladı… Rusya ve Kabardey feodalleri arasındaki iyi ilişkiler sona erdi…/…/… 1783’de…/ Kırım’ın Rusya’ya katılması Kuzey Kafkasya’nın 1864’deki sonunun başlangıcı oldu” 28, 29

-”Kırım-Kafkasya feodalleri ilişkileriyle birlikte Osmanlı Devleti’nin “Kafkasya’yı Müslümanlaştırarak ele geçirmek” politikası da işlemeye başladı” 31

-”Kırım’ın elden çıkmasıyla Osmanlı Devleti doğrudan Kafkasya’ya yöneldi… “Soğucak”ı valilik haline getirdi./ Rusya, işgali altındaki Kırım Tatarları aracılığı ile Kuzey Kafkasya’ya yöneldi…/…/ 1790 yılında Soğucak Muhafızlığına gönderilen Battal Paşa komutasındaki Türklerle, Çerkes kuvvetleri birlikte hareket ederek işgal ordularını Kuban nehrinin öte yakasına kadar kovaladılar. Ancak düşmana kesin darbe vurulacağı zaman Battal Paşa hareketi durdurdu… Ekim 1790’da 800 kese altını da beraberinde götürerek Ruslara sığındı.*/ Kuzey Kafkasya için büyük bir fırsat elden gidiverdi. Buna karşın İmam Mansur… Osmanlı siyasetinin kalleşliğini göremediler… Bunu İmam Mansur mührüyle Osmanlı Sultanı’na gönderilen şu mektuptan anlayabiliyoruz (2 Aralık 1790):/…/(*) Osmanlı Devleti’nin Kafkasya Siyaseti’nin ikiyüzlülüğü... Osmanlı Devleti’nin siyaseti Kafkasya’nın bağımsızlığını değil, Osmanlı kontrolüne geçmesini istiyordu. Bu nedenle Battal Paşa Rusya kuvvetlerine kesin darbenin vurulacağı zaman ihanet etti./ Bu ihanetin Osmanlı siyasetinin gereği olduğunun apaçık kanıtı, 1798 yılında Rusya’nın isteği üzerine Battal Paşa’nın Osmanlı Devleti tarafından affedilmesi ve kendisine Trabzon Valiliğinin verilmesidir./…/… Osmanlı yönetimi İmam Mansur’un kitleler üzerinde sahip olduğu otoriteden ve Bağımsız Kafkasya düşüncesinden ürküyordu. Daha Soğucak Valisi Bicanoğlu Ali Paşa iken 1785’te İstanbul’a gönderdiği raporda: “İmam Mansur’un Osmanlı Devleti ve Rusya arasındaki iyi ilişkileri bozacak davranışlarından endişe duyulduğu” bildiriliyordu./ Buna karşın savaşı sürdüren Kafkas kuvvetleri Anapa’yı bir yıl daha savundular. Temmuz 1791’de Rus ordusu Anapa’yı işgal etti ve İmam Mansur’u esir aldı” 32-34

-”1829’da… Edirne Anlaşması’nın koşulları arasında, Kuzey Kafkasya’nın Rusya’ya devredilmesi de vardı./ Kuzey Kafkasya bağımsız bir ülke olmasına karşın, kendisine hiçbir zaman fiilen sahip olmayan Osmanlı Devleti tarafından Rusya’ya verilmiş sayıldı./…/ … Sultan… halkımız tarafından da dini lider olarak tanınmaktaydı” 36, 37

-”1845 yılında Şamil, Süleyman Bey’i Abzah ve… temsilci olarak gönderdi. 1846’da Şamil … Kabartay bölgesine yöneldi… 1848’de Muhammed Emin’i Kuban Bölgesi’ne Naib olarak tayin etti… Aynı dönemde Osmanlı… yanlısı… Zanıko Sefer de Batı Kafkasya’da örgütlenme çalışmaları içindeydi. Muhammed Emin ve Zanıko Sefer’in… uygun olmayan örgütlenme ve yöntemlerinin Çerkesler’in birliğine zarar verici etkileri oldu” 41

-”1856…/ Kafkasya, Paris görüşmelerinde sözkonusu edilmedi. İngiliz delegelerinin, Rusya’nın Kafkasya’daki kuvvetlerini çekmesi önerisi Fransa delegesi tarafından veto edildi. Osmanlı delegeleri Kafkasya’ya ilişkin hiçbir problemleri olmadığını belirttiler” 42

-”Gravelevski… “... Kırım Savaşı’na katılan, Osmanlı-İngiliz-Fransız devletlerine Kafkasyalılar kadar kimse yardımcı olmamıştır. Buna rağmen Kafkasya’nın geleceğinden sözedildiğinde Avrupa devletleri susuyordu. Avrupalılar bu tavırlarıyla açıkça Kuzey Kafkasya’nın istilasında Rusya’ya yardım ettiler.”/ Rusya, Kırım savaşı sonrası yapılan Paris Antlaşması ile, İngiltere, Fransa ve Osmanlı ile olan anlaşmazlıklarını erteledi. Kırım çevresinde toplanmış olan 280.000 kişilik ordusunu, Kafkasya sorununu kesinlikle bitirmek için harekete geçirdi…/…/ İmam Şamil… teslim oldu./…/ Durumu çaresiz gören Muhammed Emin savaşa son verilerek Rusya’nın koşullarının kabul edilmesini istedi. Ancak halk meclisi… kabul etmedi./ Bunun üzerine Muhammed Emin Rusya’ya teslim oldu” 43

-”1861 yılında Wubıhların önderliğinde… bir kongre toplandı… mektuplar yazıldı…/…/ Mektup daha sonra Çarlık Rusyasına karşı savaşta İngiltere’yi yardıma çağırmaktadır…/… / Hiçbir devletten yardım gelmedi” 44


-”Osmanlı… gözlerini Kuzey Kafkasya’ya çevirdiğinde, bakış açısı şöyleydi:/ “... Kırım… Osmanlı… damı niteliğindedir. Ne yazık ki, Küçük Kaynarca fırtınası bu damı uçurmuştur… Kırım bağımsız kalmaya devam ederse, Rusya yarın… hıristiyan halkları bağımsızlık vaadiyle ayaklandıracak… koparacaktır. Sen Soğucak Muhafızlığını kurarsan, Çerkes halklarını biraraya getirip ÇÖKEN DAMA SAĞLAM BİR PAYANDA kurabilirsen… senin gibi dürüst… birini bulmak olanaksızdır. Bu nedenle seni seçmekte acele ettim.”/… Vergi memurları ve mültezimlerin aşırı vergi toplamaları nedeniyle, ağır baskılar altında bunalan köylüler dağlara çıkıp eşkiyalığa başlıyordu. Böylece Anadolu’da birçok köy boşalmış, pek çok arazi de işlemez durumda kalmıştı./… Balkan uluslarının özgürlük istemiyle başkaldırıları da başlamıştı… Osmanlı… ilk önlem olarak… Kırım Tatarlarını Balkanlara yerleştirdi (1783-1790).../…/ Rumeli’de rüşvet almayan, adam kayırmayan bir tek hükümet büyüğü yoktu. Valilikler parayla satılıyor” 54, 55


-”İngiltere 17. yy.’a kadar Kafkasya’da ticaret yapmıştır…/…/ “Rusya’nın Kafkasya’daki başarısının onların Hindistan’daki çıkarlarını sarsabileceğinden korkuyorlardı…/… Böylece Kafkasya’nın önemsiz kabile sorunları, İngiltere için ilgi çekici olmuştu.”/ “... Deneyimli sömürücü Büyük Britanya, Rusya’nın Kafkasya ve daha doğudaki planlarına karşı büyük bir korku duyuyordu… Çerkes işi… Hindistan’daki çıkarlarını korumak için desteklenmeliydi…”/…/ İngiltere bu çok yönlü ve iki yüzlü politikasını uzun zaman sürdürmüştür. Fransa-Rusya çekişmesi söz konusu olduğunda, zaman göre ya uzakta kalmış, ya da kuvvetli tarafın yanında yeralmıştır. Hem Rusya ile düşman olarak yüzyüze gelmekten kaçınmış, hem de Kafkasya’ya… yardım vaadleriyle Rusya’ya karşı savaşa karşı kışkırtmıştır…/…/… David Urguart’ın Kuzey Kafkasya’yla yazışmaları İngiltere ve tüm Avrupa emperyalistlerinin Kuzey Kafkasya’ya ve Yakın Doğu’ya yönelik politikasını açıkça ortaya koyuyor./ “... komplolara karşı sizi uyarmam… Avrupa’yı… gerçek yüzüyle tanımanız gerekiyor…/…/… Aynı oyun size de hazırlanıyor… Afganistan’a 1838’de o oyunu düzenleyen adam bugün İngiltere'nin bakanıdır…”” 66-69

-”1853-1856… Kırım savaşını Rusya kaybetti. Biraz daha üzerine gidilse ve Polonya ve Kafkasya’daki yerli kuvvetlere gerçek bir yardım yapılsaydı, yönetim karşıtı iç ayaklanmalarla da bunalmış olan Rusya’da çok şey değişecekti. Polonya ve Kuzey Kafkasya’da Rusya’ya karşı savaşlarıyla anti-sömürgeci bilinç kazanmış bağımsız halk devletleri doğacaktı./ Oysa emperyalistler kendi kuyularını kazacak kadar akılsız değildiler. Yeryüzünde birbirleriyle savaşmadan, paylaşarak sömürecekleri daha, çok ülke vardı. İngiltere ve Fransa, Polonya ve Kafkasya’nın özgürlükçü savaşımının kendi sömürgelerindeki halklara örnek olmasından çekiniyorlardı. Savaşı durdurarak Rusya ile anlaşmaya oturdular (Paris 1856)./ Birçok devletin çıkarlarının sözkonusu olduğu böylesi emperyalist savaşların birçok amacı ve nedeni vardır…/… Vatson… belirtiyor.../ Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne egemen olmaması için, İngiltere’nin -Kuzey Kafkasya dahil- feda etmeyeceği şey yoktu…/… Osmanlı’nın yaşamını sürdürmek için feda etmeyeceği yoktu…/ Fransa, İngiltere ve… Osmanlı… Kafkasya siyasetleri, ani bir sapmayla Çerkeslerin aleyhine döndü… 3. Napolyon 5 Kasım 1863’te Polonya ve Kuzey Kafkasya aleyhinde bir konuşma yaparak, Rusya işgaline arka çıktı. İngiltere tarafsızlığını açıkladı. Aslında bu tutum Rusya’nın işgalini onaylamaktan başka birşey değildi./…/… Bu siyasetin önemli amaçlarından birisi: Rusya hükümetine gelişmeye başlayan özgürlük ve demokrasi hareketlerini bastırması için güç vermek idi ” 97, 98

-”Şeyh Şamil’in oğlu Muhammed Şafi bile tesliminden 7 yıl sonra 1866’da Rus ordusu için süvari alayı toplayıp eğitmekle görevlendirilerek Kafkasya’ya gönderilmişti” 100

-”Müslümanlık M.S. 8. yüzyılda Arapların Derbend’i işgal etmesiyle Kuzey-Doğu Kafkasya’ya girdi. Ancak, Dağıstan’ın güneyi ve Çeçenistan’ın çok az bir kısmında gelişebildi. Abkhazya, Adıgey ve Kabardey bölgelerine müslümanlığın girişi 18. yüzyılda başladı. 1717 yılında Osmanlı Sultanı müslümanlaştırılmış Kırım Hanlarına İslamiyetin Çerkesler arasında kılıç ve ateş zoruyla yayılmasını emretti. Bu dönemde Kuzey-Batı Kafkasya’daki hıristiyan din adamlarından birçoğu öldürüldü. Din kitapları yakıldı… Ferah Ali Paşa’nın Anapa valiliğine gönderilmesinden sonra, Osmanlı… İslamiyet propagandası yoğunlaştı. İşsiz ve maaşsız kalan Kırım’lı din adamları Kafkasya’ya doluştular… özel ticaret sektörü çalışkanlığı ve yöntemleriyle İslamiyeti yaymaya başladılar. 1784 yılından başlayarak camiler yapılmaya, kuran kursları açılmaya başlandı” 102, 103

-”Bugün bile Çeçenler yemin ederken “Dela sinie koroner-Tanrının iki kitabı üzerine” diye yemin ederler” 104

-”Osmanlı ve Rusya… “dinin nimetlerinden Kafkasya’yı yararlandırmak” propagandasıyla köklü Kafkas Geleneklerini ve Vatani yapıyı yıkmak için Din’i (İslam ve Hıristiyan dinleri) planlı biçimde kullanmışlardır…/…/… Müridizm hep “dini tutuculuk” olarak nitelenmiştir… bilerek Müridizmin siyasal bağımsızlıkçı niteliğini gözardı ettiler…/…/… Muhammed Emin… kabileler arası savaşlara neden olmuş… Osmanlı etkisinin çoğalmasına, dolayısıyla da Batı Kafkas Halkları birleşik direnişinin zayıflamasına yol açmıştır./ Müridizm güçlenerek Şeyh Şamil döneminde devletleşti…/… Şamil… şeriat kuralları ön plana çıkmaya başladı… İslami düşünce fanatikleşti… müridizm otoritesini korumak için yöntemlerini daha da sertleştirdi. Kafkas geleneksel yaşantısına uymayan, dinsel bir otorite durumuna geldi” 105-107

-”Rusya ve Osmanlı… tüm çabalarına karşın, Kuzey Kafkasya’da kendi siyasetleri için kullanacakları yerli bir kadro oluşturamadılar… kök salmış Kafkasyalılık yapısını aşamadılar. Kurulması sözkonusu bir devletin yapısı azınlığın çoğunluğu ezdiği, sömürdüğü bir krallık… biçimi olsaydı, Osmanlı ve Avrupa sözde kalan yardımlarının çok daha fazlasını yapacaklardı… Kuzey Kafkasya kültürünün kişisel özgürlüklere saygılı, demokrat düşünce yapısı böylesi gerici bir devletin kurulmasına imkan tanımazdı./ Demokratik, bağımsız bir Kuzey Kafkas devletinin doğmasına ise zamanın emperyalist devletleri -Kutsal Birlikçiler- engel olabilecek kadar güçlü ve örgütlüydüler” 117, 118 

-”Osmanlı… Çerkesler kendi bilgileri dışında göçe zorlanmış ve kendileri dara düşmüş bu müslüman kardeşlerine kapılarını açmış gibi bir tavır takınmışlardır. Oysa, Osmanlı… süregelen sürgün ve kolonizasyon politikası gereği Çerkeslerin sürgününü isteyen ve neden olan taraflardan birisidir. İç problemlerini sürgün ve kolonizasyonla çözmeye alışmış olan devlet, yine aynı yola başvurdu… Rumeli ve Anadolu’da müslüman nüfusu arttıracağını ve ordu için nitelikli bir savaşçı güç sağlayacağını düşündü. Daha 1856 yılında bazı Çerkes kabilelerinin Osmanlı’ya göçürülmesi için Rusya’yla anlaşma yapılmıştı. 9 Mart 1857’de “Göçmen Kanunu” çıkarıldı. 1860’da da General Loris Melikov İstanbul’da göçürmeyle ilgili yeni bir anlaşma için Osmanlı yetkilileriyle görüşmeler yaptı./ …/… Osmanlı… sürgünlerden çok önceden haberdar ve hazırlıklıydı” 121

-”Rusya Elçisi İgnatiev’in 19 Aralık 1865 tarih ve 840 numarayla General Kartsov’a gönderdiği mektubunda özetle “5.000 Çeçen ailesinin Rusya sınırından uzağa -özellikle Erzurum ve Diyarbakır’dan öteye- yerleştirilmesi konusunda Osmanlı Hükümetiyle anlaşılmış olmasına rağmen; Bu 5.000 sürgün Çeçen ailesinin Kars dolaylarına yerleştirilmek istendiği; ancak, kendi girişimleri ve vezir Ali Paşa’yla görüşmeleri sonunda bu sürgünlerin Haleb dolaylarına yerleştirilmek üzere yeniden hareket ettirildiği”... yazılmaktadır…/… İngiliz Elçisi… “Çerkezistan elden gitti. Kurttarılacak Çerkesler kaldı…” demektedir… “Aslında göçmenlerden Rusya’ya karşı Osmanlı… savunma gücünü arttırma yönünde yararlanma düşüncesini, İngiltere’nin de Sultan’a telkin ettiği anlaşılıyor”. Ayrıca İngiltere’nin Petersburg Elçisi Napier’in… yazdığı raporda da “Çerkeslerin göçürülerek sınıra yakın yerleştirilmesiyle, Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya karşı asker bulmasını kolaylaştırılacağı…” belirtilmektedir./ Çerkeslerin sürgün edilmesi konusunda Osmanlı-İngiltere-Rusya işbirliği o kadar açık ki; Rus donanmasının gemilerindeki silahları sökerek… taşıma işleminde kullandılar. Hatta İngiltere çeşitli yollarla taşıma işlemini üstleniyordu…/… O Musa Kundukh ki; 1 Mayıs 1864’de Çeçen ve Osetinlerin Osmanlıya göçettirilmesi için resmen Rusya Hükümetine başvurdu. General Loris Melikov 7 Mayıs 1864 tarih ve 34 sayılı telgrafla konuyu Vladikafkas’dan Tiflis’e iletti. 17 Mayıs 1864 tarih ve 198 sayılı cevap telgrafı şöyleydi:/ “General Musa Kundukhov’a Çeçenlerin göçürülmesi konusunda tam yetki verilmesi ve olabildiğince -hudutlarımızdan- uzak yerlere gönderilmeleri.”/ İmza: General Kartsov/…/ Osmanlı ve Rusya’nın Büyük Kafkas Sürgünü’nü hazırlayan ve uygulayan taraflar olduğu… açıkça anlaşılıyor” 126-129

-””Osmanlılar uzun zamandan beri problemli bölgelere kendilerine açık grupları yerleştirerek o bölgeleri kontrol etmek politikası izliyorlardı.”.../…/ Orduya alınacak Çerkeslerle askeri gücün arttırılması./…/… Çerkeslerin Rumeli’ne göçürülmesi… polisiye ve askeri gücü arttırmaktı. Göçmenler askerlikten 20 yıl… muaf tutulmuşlardı. Buna karşın… ayak bastıkları andan başlayarak, sürekli askerliğe teşvik edildiler. Onlardan gönüllü adıyla askeri birlikler oluşturuldu. Gerçekte… bu “Gönüllülük” açık bir “Zorunluluk”tan başka bir şey değildi. Daha Trabzon’a ilk ulaşanlardan 18.000 genç Çerkes askere alındı. Ordu Çerkesler için ilgi çekiciydi. Çünkü giyecek ve yiyecek veriliyordu” 132, 133

-””... Osmanlı… bu güçlü ve cesur ırkları, Araplar, Kürtler-Ermeniler arasına gereken oranda dağınık olarak yerleştirildiğinde hizmetine güvenilebilecek, bulundukları bölgelerin Hıristiyanlarının hareketlerini ve güçlenmelerini önleyecek sağlam bir Müslüman unsur olarak değerlendirdi./… bir amaç da Balkanlardaki Müslüman nüfusu çoğaltmaktı…/…/… Hıristiyan halklar Çerkeslerin yerleştirilmesine karşı tepki gösterdiklerinde; Avrupa devletleri de arka çıktılar./ Adapazarı’na gönderilen Çerkesler 40.000’e ulaştığında şehirdeki Hıristiyanlar… İngiliz elçiliğine… yakındılar. Elçi Layard… önlenmesini istedi./ Çerkeslerin Muş’a yerleştirileceği… Ermeni Patriği İngiliz Elçiliğine başvurdu…/ Yunanistan… Çerkeslerin yerleştirilmesine karşı… başvurdu…/ Rodos, Girit ve Kıbrıs adalarının yerli Hıristiyan halkları da göçürülenlerin bu adalara yerleştirilmesine tepki gösterdiler… Beyrut’ta Hıristiyanlar gösteriler yaptılar… İngiliz Elçiliği Bandırma Bürosu… yazılar yazdı./ Trablus-Şam… İtalyan ve Fransa Elçileri… yazılar yazmalarına neden olabiliyordu./…/… Osmanlı… göçmenleri Hıristiyanlara karşı kullanmak için yerleştirme politikası sonucu Avrupa’da Çerkeslere arka çıkacak kimse kalmadı./ Çerkeslerin… Osmanlı topraklarına gelişigüzel yerleştirilmediklerini hemen görebiliriz… Sinop ve Samsun’dan başlayarak güneyde Antakya’ya uzanan bir şerit -hat- çizelim… çevresine Çerkesler yerleştirildiler… bu şeridin doğusunda, kuzeyde Rumlar-onun güneyinde sırasıyla Ermeniler ve Kürtler yerleşiktiler… problem olan bu ulusların batı sınırları boyunca Çerkeslerden bir tampon-şerit oluşturuldu. Bu şerit… Suriye ve Ürdün’e… kadar aynı amaçla uzatılmıştır… yerleşik arapları ve bu bölgeyi yağmalayan çöl Bedevileri arasında oluşturulmuştur Çerkes tampon şeridi…/ İngiltere’nin Şam’daki Viskonsolosu… 1878… Kuneytra bölgesindeki Dürzu, Bedevi ve Türkmenlerin arasına Çerkes… yerleştirilmesinden sağlanacak yararları anlattıktan sonra: Doğu Ürdün… aşiretlerinin kontrol altına alınmasında Çerkeslerden yararlanılabileceğini yazmaktadır…/…/ Mardin’den Hille, Kerbela şehirlerine kadar uzanan bölgeye Kürt aşiretlerinin başkaldırılarına karşı yerleştirilmişlerdir./ Kayseri-Sivas arasında Uzunyayla’ya göçebe Avşar ve Türkmen aşiretlerinin yalnızca yaylak olarak yararlandığı yerlere Çerkesler yerleştirildiler. Göçebe yaşamları nedeniyle denetlenemeyen, vergi vermeyen bu aşiretlerin yerleşik düzene geçmeye zorlanmaları ve yalnızca yaylak olarak kullandıkları toprakların tarım alanlarına dönüştürülmesi amaçlandı./… Rumeli… 1862-1868 yılları sürekli olarak Bulgar çete savaşlarıyla geçti./ Böylesi olağandışı bir zamanda, 1863-1866 yılları arasında Bulgar ve Sırp halkları arasına 250.000-400.000 Çerkes getirilip yerleştirildi. Çerkeslerin Aşağı Tuna (Bulgarya) ve Sırp sınırı boyunca bir kordon gibi yerleştirildikleri çok açık bir şekilde gözlemlenebiliyordu… Çerkesler ana yollar boyunca önemli geçitler çizgiler şeklinde uzunlamasına ve aralarında yaklaşık birer günlük uzaklık olacak biçimde yerleştirildiler./… Çerkesler, 1835 yıllarından beri eğitilerek silahlandırılmış Bulgar çetelerinin önüne atıldılar…/… Bulgar halk savaşçılarına… kayıplar verdirmeleri Avrupa emperyalistlerince hoş karşılanmadı…/… Çerkes düşmanlığı yaratıldı./… İstanbul’u 3 taraftan korumaya almak için… Çerkesler yerleştirildiler…/… Osmanlı… bir Müslüman Etnik grubun bir bölgede yoğunlaşmamasına olabildiğince dikkat gösteriyorduç Bunun nedeni… politik örgütlenmelerine engel olunmak istenmesiydi… geleneksel önderlerinden ayırarak büyük Çerkes kabilelerini dağıtmayı uygun gördü” 137-143


-”Daha 1847’de Dağıstan’dan göçedenler olmuştu… küçük gruplar halinde göçmüşlerdi. 907’ye kadar bu şekilde göçler süregeldi… Bunlar ve Çeçen ve Osetinler, kara yoluyla gelerek Kars ve Doğu Bayazıt’tan Osmanlıya giriyorlardı. 1877-78 savaşından sonra Dağıstan ve Çeçen’den Rusya’nın içlerine göçürmeler yapıldı… Kuban ovasına göçürülenlerin sayısı 150.000’i aşıyor” 155

-”1857-1876 yılları arasında… en az 1.400.000 kişi,/ 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşının bitiminden başlayarak 1910 yılına kadar en az 300.000 kişi olmak üzere; 1857-1910 yılları arasında en az 1.700.000… Kuzey Kafkasyalı Osmanlı Devletine göçmek zorunda bırakılmışlardır” 160

-”Ayastefanos (3 Mart 1878) ve Berlin (13 Temmuz 1878) antlaşmalarına Rusya tarafının ısrarıyla “Çerkeslerin Rumeli’den çıkarılarak Osmanlı-Rusya sınırından uzak yerlere gönderilmeleri” maddesi kondu. Böylece Rumeli’ne 1859-1876 yılları arasında yerleştirilen Çerkesler, bir kez daha… sürgün edildiler… hıristiyanların tepki ve gösterileriyle karşılaştılar…/… resmi görevlilerin hiçbir hazırlığı yoktu… felaketler yinelenmeye başladı. İstanbul ve Şam’da camilerin avlularına yerleştirildiler. İstanbul’da 1878 Mart ayında her gün 900 Rumeli göçmeni ölüyordu” 163

-”Suriye’de:/…/ E-Cezire (Kamışlı) bölgesi;/ (Hepsi Çeçen köyüdür.)/ Rasılayn/ Safah/ Al Mucebre/ Tel Diyab” 166

-”Ürdün’e ulaşanlar… dokuz yerleşim yeri kurmuşlardır. Bunlardan Azrak, Sukhne, Zarka ve Suveylıh’da Çeçenler yerleşiktir” 167

-”Kuzey Kafkas Halklarının 1857-1883 yılları arsında… “Ayrılış”; zamanın sömürgeci devletlerinin hepsinin çıkarına uygun olduğu için; dini ve siyasi propagandalarla da körüklenmiş; Çarlık Rusya’nın zulüm ve katliamlarıyla önüne geçilmesi olanaksızlaşmış bir “Sürgün”dür./…/ 1887 yılında… müslümanları göçe teşvik etmeye karar verildi…/ 1890 yıllarında Kabardey ve Çeçen bölgelerinde molla ve efendilerin başlattığı propagandayla tamamen dini bir yaklaşımla göç konusu yeniden gündeme geldi. Padişah’da müslümanların göçünü destekleme politikası uyguladığı için… göçmenlerin sayısında bir artış oldu…/…/… 1905-1906’da göçler artış gösterdi…/ 700 Çeçen ailesi, tarikat şeyhi Muhammed Amir’in dini otoritesi altında Osmanlıya göçettiler. Bunlardan 70-72 aile Ürdün’e gelerek Azrak, Zarka, Suveylıh, Sukhne köylerine yerleştiler. Diğerleri Anadolu’da kaldı” 169, 170

-”Çeçenya’da Kundukh Musa’nın göç propagandasına karşı Kadiriye tarikatının Çeçenler arasındaki lideri Kunta Hacı ve arkadaşları mücadele ettiler…/… Çerkesler… kandırıldıklarını anlayarak hemen geri dönmenin yollarını aramaya başladılar…/…/ Ardahan dolaylarında yerleştirilmiş Çerkeslerden 1200 kişi Batum’a gitmek üzere yola çıktılar. Ancak sınırda zorla durduruldular” 173

-”Ermenya askeri sorumlusu General Astafev’in 26 Ekim 1865 tarihli raporunda…/ “Geri dönmek isteyen Çeçenlerin temsilcilerinin dileklerini dinlemek için, sınırı geçmelerine izin verdim. Osmanlı’nın kendilerini yaşanılması olanaksız yerlere göndermek istediklerini, oralara yerleşmektense Sibirya’nın en uzak yerine gitmeyi tercih ettiklerini; vatanlarına dönmelerine izin verilirse, Hıristiyan olmaya bile razı olduklarını bildirdiler…”/ Ne var ki Osmanlı ve Rusya yönetimleri Çerkeslerin tüm geri dönüş yollarını kesmişlerdi” 174

-”Sürgün Çerkesler herhangi bir örgütlenme olanağı bulamadılar. Hatta Çerkes tarihinin araştırılarak yazılması gibi masum bir çalışma bile Sultan Abdülhamid’e ispiyonlanarak önlenmiştir bu dönemde” 176

-”Kuzey Kafkasya’ya gelen tüm İngilizler çıkar peşindedirler” 200

*

9.5.2022