29 Nisan 2017 Cumartesi

DUMAN

İvan Sergeyeviç Turgenyev, Rusça aslından çeviren: Ergin Altay, 1. Basım, Haziran 2012, T. İş Bankası Yayınları, İstanbul

Arka kapak yazısında, "Turgenyev (1818-1883)... Dönemin Avrupalı bakış açısına sahip tek Rus yazarı olarak anılır. 1867 yılında yayınlanan Duman, toprak köleliğinin de kaldırıldığı 1861 reformlarının ardından belirsizlik, şüphe ve umutsuzluk dumanına boğulmuş Rus toplumsal hayatını anlatır. Aristokrat ve aydınları acımasızca alaya alır", deniliyor.
***
Anlatım hoş, severek okudum!
Kitaptaki olayların çoğu, Ağustos 1862'de, Baden-Baden'de geçiyor.
Kendisi de zengin ve soylu bir Rus olan yazar, genelde aralarında bulunduğu ve bunun için de iyi bildiği Avrupa'daki Rusları anlatıyor!
Yani zengin ve soylu Rusları.
Kitap, 1860'lı yıllardaki gerçek hayatı konu edinen bir tür belgesel sayılabilir, ki, en güzel yanlarından biri de bu!
***
Ancak, kitap, bence, tipler ve kurgu açısından, biraz yapay ve şematik gibi, sanki!
Mesela, İrina ve Gubarev karakterleri, yapay, kurgu da şematik, gibi!
Aceleyle, fazla çalışılmadan mı, yazılmış, acaba?
***
Anlattığını iyi bildiği için, kolayca ve gelişigüzel bir şekilde yazmış, sanki!
Mesela, L'ye çiçek gönderiliyor, "Uşak çiçekleri adını söylemek istemeyen bir kadının getirdiğini... çiçekleri görünce kimin gönderdiğini kesinlikle anlayacağını söylediği cevabını verdi", s. 37, böyle anlatılıyor, ancak, konuya, başka bir yerde, "... teşekkür etmeliyim size.../.../ Otel odama gönderdiğiniz çiçek için./ -Ne çiçeği? Öyle bir şeyden haberim yok benim", s. 83, ifadeleriyle değinilmesiyle yetiniliyor, çiçeği kimin gönderdiği açıklığa kavuşturulmuyor!
En azından özensizlik değil mi?
***
Kitapta, son da, sanki, yeter artık, bitireyim, sıkıldım, dermişçesine gelmiş, gibi!
***
Kitaptan bazı notlar:
-"... patates burun denen saf Rus burunlu bir adam..." 25
-"Yüksek hedeflerin kör nişancıları" 26
-"Potugin gerçekten konuşmayı severdi... Ama hayatın kibrini örselediği her insan gibi filozofça bir sakinlik içinde samimi bir raslantı, bir fırsat beklerdi./.../... on İngiliz bir araya gelince hemen... müspet ve belirli bir şeylerden bahsetmeye başlarlar; on Alman... birleşik Almanya'dan bahsederler; on Fransız... "tatlı fıstıklar"a gelir; ama on Rus bir araya gelince hemen oracıkta bir sorun çıkar ortaya... ve Rusya'nın anlamı, geleceği gibi şeylerden söz eder... sonucu olmayan tartışmalara dalarlar... konuşur da konuşurlar ve sonunda ne keyfi kalır ne de özü. Tabii bu arada çürümüş Batı'ya da verir veriştirirler... Bizi her konuda ezen Batı çürümüşmüş!" 27
-"... çevresindekiler üzerinde Gubarev'in tartışmasız etkisi.../.../... Malum biz Slavlar irade açısından genelde pek zengin sayılmayız ve iradenin karşısında yerlere kapanırız... kölelik düzeninin alışkanlıkları öylesine derin işlemiş ki içimize... Bize her yerde, her zaman efendiler gerek... şimdi de doğal bilimlerin kölesi olmuş durumdayız... önemli olan, bir efendimizin olmasıdır... Tam bir kölelik bu! Gururumuz da kölece, alçalmamız da. Yeni bir efendi edinince eskisinin yolu açık olsun... İnkarı ayırt edici özelliklerimizden sayarız... Gubarev de bu yüzden efendi oluyor... İnsanlar bakınca karşılarında büyük düşüncelere sahip, kendine güvenli, buyurgan birini görüyorlar; en önemlisi de, emirler vermesi. Emir verebiliyorsa buna hakkı var demektir, öyleyse dediğini dinlemek gerekir. Bizdeki tüm o tarikatların... temeli bu işte. Sopayı eline geçiren onbaşı oluyor./.../... Gubarev de öyle işte: Hem bir Slavcıdır, hem demokrat, hem de sosyalist" 28, 29
-"Slavcılar öyledirler... "olacak, olacak" umudu vardır... Ortada bir şey yok, on asırdır siyasette, hukukta, bilimde, sanatta ve hatta zanaatta bir şey yapabilmiş değil Rusya... bütün umudumuz köylünün kaftanında" 30, 31
-"Mesela dilimizi alın... Büyük Petro Hollandaca, Fransızca, Almanca binlerce yabancı sözcükle doldurdu dilimizi... sonra... hazmetme işlemi başladı. Kavramlar benimsendi, oturdu... artık... Slavca olmayan tek sözcük kullanmadan Hegel'i çevirebilirsiniz" 32
-"... ulusumuzun tarihte ilk yaptığı eylem -denizaşırı bir ülkeden kendine prensler getirmesi-... Her birimiz hayatında en az bir kez, Rus olmayan birine şöyle demiştir: "Gel beni yönet, prensim ol!".../ .../... Hayranım ben Avrupa'ya... bir batıcıyım ben, Avrupa'ya sadığım; yani daha doğrusu kültüre, şimdilerde bizde öylesine keyifle alay edilen kültüre sadığım; uygarlığa... da sadığım... Bu sözcük, uy...gar...lık (Potugin her heceyi üzerine basa basa söyledi) hem anlaşılır, hem temiz, hem kutsal bir sözcüktür; milliyet, şan gibi kan kokan diğer tüm sözcükler benden uzak olsun!/... Rusya'yı.../.../ -Hem çok seviyorum, hem de çok nefret ediyorum./.../ -Byron'culuk bu, otuzlu yılların romantizmi./... Bu tür duygu karışıklığından ilk kez, iki bin yıl önce Catullus, Romalı ozan Catullus söz etmiştir... Rusya'mı, benim tuhaf, sevgili, iğrenç, çok değerli anayurdumu hem seviyor, hem de nefret ediyorum... Evet, ayrıldım Rusya'dan ve burada çok iyi, çok mutluyum, ama yakında geri döneceğim... Çilek yetişmese de... severim ben bahçemi!/.../ Potugin Litvinov'un sözünü kesti:/... İngiliz komutanlarının Kırım Savaşı sırasında, "Tımes"ın ortaya çıkardığı yönetim eksikliklerinden büyük bir zafer kazanmış gibi söz eden zavallı dergi yazarlarımızı hatırlatıyor... insan ruhunun belki de en derinlerinde kökleşmiş şeyleri neden ille Batı'yla ilişkilendirmeli? Evet, bu oyun salonu tam anlamıyla iğrenç; peki bizim basit düzenbazlığımız daha mı iyidir?... çürümüş Batı'ya ille de diş bileyecekseniz bakın Prens Koko... geliyor işte. Yüz elli aileden zorla toplanmış kirayla yeşil masanın başında on beş dakika çalışmış herhalde, sinirleri bozuk" 33-36
-"... köylülerin artık söz dinlemediğini... hastayı Ryazan'a, büyü çözmekte usta bir papaza gönderdim. Papaz iyileştirdi onu, sağlığına kavuştu adamcağız" 38
-"Kalabalık Prens Osinin ailesi ellili yılların başlarında Moskova'da... yoksulluk içinde yaşıyordu. Osininler Tatar-Gürcü kökenli falan değildi, Ryurik soyundan gelme gerçek prenslerdi. Tarihimizde Rus topraklarını bir araya getiren ilk Moskova prensleri arasında onların adına da sık rastlanır. Geniş toprakları, pek çok mülkleri vardı... soylular meclisinde bulunmuşlardı... ama sonra iftiraya uğramışlar, aileye "büyücülük" karası sürülmüş ve her şeylerini "tuhaf bir biçimde ve temelli" kaybetmişlerdi... Üzerlerindeki kara leke zamanla kaldırılmış, hatta "Moskovalı soylular", "köklü aile" gibi unvanları iade edilmişti ama bir yararı olmamıştı bunların. Aile yoksulluktan kurtulamamış.../.../ O sıralar on yedi yaşındaydı İrina" 40, 41
-"... soyluluk simgesi Vladimir nişanını yakasına takmıştı" 52
-"Yunan burunlu..." 56
-"... belirgin olmayan bir dehşet, dilsiz bir beklenti, tuhaf, handiyse kin dolu bir merak... hiç kimseye yönelik olmayan, saçma bir yalvarış..." 57
-"... mabeyinci milyoner Kont Reyzenbah'ın ta kendisiydi" 58
-"... genç generallerin pikniğine tanık oluyordu... Toplum içinde önemli insanlar oldukları, daha önemsiz insanlara bir şey söylerkenki nazik ama küçümser ses tonlarından da anlaşılıyordu" 62
-"Karanlık en yüksek akıllarda bile hüküm sürmeye başladığında..." 68
-"Gururu, dürüst halk gururu çok incinmişti. Küçük bir memur çocuğunun Petersburg'un aristokrat sınıfından bu generallerle ortak neyi olabilirdi? Onların nefret ettiği her şeyi seviyordu, onların sevdiği her şeyden de nefret ediyordu.../.../... İrina... erdemlerini, yüreğinin en güzel duygularını böyle bir dünya için feda etmişti.../ Besbelli, öyle olması gerekiyordu; besbelli İrina daha güzel bir kaderi hak etmemişti.../... Peki ama ötekilerin hepsinde belirgin olan o iğrenç sosyete havası neden yoktu onda?" 73, 74
-"İyi yürekli arabulucu Pişçalkin... müşfik burnuyla... herkesin bildiği bilgileri tekrarlamak için yaratılmıştı. Bütün bunlara karşın harika bir insandı Pişçalkin! Bu da Rusya'nın kaderiydi işte: Harika insanlar sıkıcı olur bizde. Pişçalkin gitti, arkasından Bindasov geldi... borç istedi. Litvinov, Bindasov'u hiç sevmemesine... asla geri alamayacağını da bilmesine karşın borç verdi... Nedenini şeytan bilir! Bu bakımdan da pek yiğittir Ruslar.../... Sabah erkenden yurttaşları dolmuştu odasına... Gidecek bir yerleri olmadığı belliydi... yalanlar birbirini izliyordu" 75, 76
-"Hem şu midemi bulandıran yapmacık Petersburg Fransızcasıyla değil, kaba da olsa Rusça konuşabileceğim onunla!" 84
-"... hafif liberalizmle karışık, neredeyse ezik sokulganlığıyla parlak bir muhafız subayı olmuştu" 88
-"... bunların nasıl insanlar olduğunu bilmiyorsunuz... Hiçbir şey bilmezler, hiçbir şeye sempati duymazlar, akıl da yoktur onlarda, ni esprit, ni intelligence;95 bildikleri yalnızca kurnazlık bir de cambazlıktır"/ "95 ... ne ruh, ne zeka..." 94
-"Potugin... gazetede Rusya'da hukuk sisteminde yapılacak değişikliklerle ilgili projeyi okudum. Artık bizde de sağduyunun öne çıkacağını; bundan böyle bağımsızlık, halkçılık veya özgürlük bahaneleriyle Avrupa'nın duru, aydınlık mantığına aptalca, saçma bir kuyruk takmaya kalkışmayacağımızı, tersine yabancı da olsa, güzel her şeyi benimseyeceğimizi düşünüyordum. Toprak köleliği sorununda bir adım atmak bile yeterliydi... Kamu mülkiyetiyle hesaplaşın bakalım şimdi!.. Yok, yok yine de öfkelenmezdim, ama bugün doğuştan yetenekli bir Rus'la sohbet etme talihsizliğini yaşadım; bu doğuştan yetenekli, kendi kendini eğitmiş insanlar mezarımda bile tepemi attırırlar!/.../... en sıradan Alman orkestrasında çalan, en sıradan flütçü bile ilham açısından bizim doğuştan yeteneklilerin tümünden yirmi kez üstündür... Oysa bizim doğuştan yeteneklerimiz... dahi bir müzisyen gibi dolaşmaya başlarlar. Resimde de, öteki sanat dallarında da bu böyledir... gerçek bilim ya da sanatla hiç ilgileri olmadığı halde bunlarla övündüklerini bilmeyen kaldı mı?... Rus insanının yaradılıştan gelen yeteneğiyle, dahice içgüdüsüyle, Kulibin'le dikilip duruyorlar karşıma.../ .../... Ben Rus kibrini bilirim, Rus zayıflığını da gördüm, ama kusura bakmayın, Rus sanatıyla hiç karşılaşmadım.../.../... Londra yakınlarındaki Kristal Saray'ı görmeye gitmiştim... insan yaratıcılığının ulaştığı son nokta olan icatların sergilendiği bir tür sergi var, insanlığın ansiklopedisi de diyebiliriz buna... bir ulusun... buluşlarıyla... yok olması emri gelse... Ortodoks anayurdumuz Rusya yerin dibine girer ama Kristal Saray'da tek bir çivi, tek bir topluiğne bile eksilmez: Her şey olduğu yerde kalır. Çünkü bizim olan ünlü semaveri, çarığı, boyunduruğu, kırbacı biz düşünüp bulmuş değiliz... Eski icatlarımızı Doğudan aldık, yenilerinin yarısını da suçlu gibi Batıdan; öyleyken, hep bir ağızdan bağımsız Rus sanatından söz ediyoruz! Bazı aklıevveller de yeni bir Rus bilimi icat ettiler.../.../... İcatlardan söz ediyorlar bana! Rus yaratıcılığı diyorlar! Bakın ekin demetlerini Ryurik zamanındaki gibi ambarlarda kurutmak zorunda kalan, bu yüzden büyük zararlara da katlanan... çiftlik sahiplerimiz hala işe yarar bir tahıl kurutma makinelerinin olmadığından acı acı yakınır dururlar. Peki neden yoktur kurutma makinemiz? Almanların böyle bir makineye ihtiyacı yoktur da ondan. Almanlar buğdayı kurutmadan dövdüklerinden böyle bir makine yapmamışlardır... Bizim ise böyle bir makine yapacak durumumuz yoktur.../.../... neden yalan söyler Rus insanı?.../.../... İnsanın adının idealiste çıkması kolay şey mi?.../.../... Bizler yalnızca bilimi değil, sanatı da, yasalarımızı da uygarlığa borçluyuz... Halka özgü, saf, kendiliğinden gelişen sanat dedikleri şey aptalca, saçma bir şeydir. İnce, zengin uygarlığın izleri Homeros'ta bile belirgindir. Sevgi bile onunla yücelir... Uygarlık olmadan şiir de olmaz... epik dediğimiz edebiyatımızın... birbirine aşık karakteristik bir çift olmayan tek edebiyat olduğunu da söylemeyeceğim. Öyle ki yüce Rus yiğidimiz kendisinin olacak kadınla tanıştığında öncelikle bir güzel pataklar onu hep. Bunun için her zaman "eziktir" kadın... Çuval gibi bir zarafet... bizim sanatsal idealimiz budur" 97-105
-"Bütün tutkulu kadınlar gibi, duygulu anlarında içtendir. Kimi zaman da gururu yalan söylemesine engel olur./.../... Bu hanımefendilerin en iyileri bile iliklerine kadar bozuktur./.../... yani cömerttir, yani kendisine gerekli olmayan her şeyini başkalarına verir.../.../... Erkek zayıftır, kadınsa güçlü. Rastlantılarsa hepsinden güçlüdür... Renksiz bir hayata katlanmak zordur, kendini bütünüyle unutmak ise imkansız... Karşınızda güzellikler, yakın ilgi, sıcaklık ve ışık varken nasıl karşı koyacaksınız?... koşarsın hemen... Sonrasında da -gayet doğal olarak- soğukluk, karanlık, boşluk vardır elbette... Her şeye yabancılaşmanla, hiçbir şeyi anlayamamanla biter... Önce nasıl sevebileceğini anlayamazsın, sonra da nasıl yaşayabileceğini./ Litvinov Potugin'in yüzüne baktı. Ömründe onun kadar yalnız, onun kadar terk edilmiş... onun kadar mutsuz birini görmediğini düşündü" 106, 107
-"Son derece yaşlı, her an paramparça olacakmış gibi görünen bir kadın vardı" 110
-"... handiyse şakacı bir sevincin ışıltısı..." 111
-"(Ruslar yaptıkları espriye genelde önce kendileri güler.)" 113
-"Kendini yetiştirmiş uzun boylu konuk, Tuna'nın ötesinde Ortodoks propagandanın zorunluluğundan söz etti... anlamsız konuşmalarda tek bir içten sözcük, ileri sürülen tek bir işe yarar düşünce, tek bir yeni konu bulamazdı... Eleştirilerde bile bir heyecan hissedilmiyordu. Ancak kimi zaman sahte bir vatanseverlik öfkesi veya yapmacık, küçümser bir umursamazlık maskesi altından olası kayıplar için, gelecek kuşakların unutmayacağı birkaç ismin kaybolma olasılığı için ağlamaklı bir korkunun, diş gıcırtısıyla dışa vurulması vardı... Bütün bu kafaları, bu ruhları nasıl bir köhnelik, gereksiz saçmalıklar, ne kötü anlamsızlıklar doldurmuştu. Üstelik bu yalnızca o akşama, o topluluğa özgü de değildi; evde de hayatlarının günü, her anı olanca genişliği, olanca derinliğiyle bu düşüncelerle doluydu kafalarının içi! Sonuç olarak büyük bir cehaletti bu! İnsan hayatını güzelleştiren şeylere karşı ne muazzam bir anlayışsızlık!" 117
-"Kentte her hafta konserler vermeye başlayan Rastadt Prusya ordu orkestrasıydı bu (1862 yılında Rastadt hala Alman birliğinin kalesiydi)" 142
-"İkisinin arasındaki sessizlik giderek büyüyor, kök salıyordu" 143
-"Kalmuklara özgü kurnaz yüzlü..." 145
-"Düşünceler... gittikçe değişir, hareket ederler" 169
-"İkinci sorun da önemliydi: Pasaport. Gerçi kadınlar için pasaport pek o kadar zorunlu değildi, ayrıca hiç pasaport istemeyen ülkeler de vardı. Örneğin Belçika, İngiltere... Hem yabancı pasaport almak da mümkündü" 182
-"Ansızın her şey dumanmış gibi geldi ona; her şey, kendi hayatı, Rus hayatı, genelde insan hayatı; özellikle de Rus hayatı... "Her şey duman ve buhar," diye geçirdi içinden. Her şey sürekli değişiyordu, sürekli yeni biçimlere bürünüyor... ama bir sonuca da varmadan yok oluyordu" 193
-"Şu anda yüzden fazla Rus genci var Heidelberg'de. Hepsi kimya, fizik, fizyoloji okuyor. Başka bir şeyin adını duymak istemiyorlar... Ama aradan üç beş yıl geçtikten sonra, o ünlü profesörlerin derslerine on beş öğrenci katılmayacak... Rüzgar yön değiştirecek, duman öte yana gitmeye başlayacak" 196
-"Rusya'da çiftçilik herkesin çok iyi bildiği gibi hoş bir uğraş değildir... Beceriksizlik sahtekarlıkla çatışıyordu... Yalnızca "özgürlük" gibi büyük bir sözcük Tanrı'nın ruhu gibi dolaşmaktaydı bu bataklığın üzerinde" 197
-"Rusya'mızdan iyisi yoktur bizim! En azından şu iki kazı görüyorsun: Bütün Avrupa'yı arasan, böylesini bulamazsın. Gerçek Arzamas kazları!" 203
-"Litvinov kapıyı açmak için koşan Kazak çocuğu beklemeden atladı arabadan" 204
-"Petersburg'a, kentin en güzel binalarından birine... göksel bir tapınağa girdiniz... Her şey güzellik adına... Konuşmalar da sakindir. Din, yurt sevgisi, F.N. Glinka'nın "Gizemli Damla" eseri, Doğuda görev, manastırlar, Beyaz Rusya'daki kardeşlerimiz üzerinedir konuşmalar... Üniformalı uşaklar yumuşak halıda sessizce gidip gelirler arada bir" 206
-"Her genç erkeğin İrina'ya aşık olmamasının nedeni budur işte... Korkuyorlar ondan... Onun "şeytan zekası"ndan korkuyorlar... Karşısındaki insanın zayıflığını, tuhaflığını sezinlemekte hiç kimse onun kadar usta değildir. İnsanları unutulmaz sözleriyle onun gibi acımasızca damgalamak yeteneği kimseye verilmemiştir" 207
***
Daha çok, güncel tartışmalara ilişkin görüş açıklama çabası, gibi, sanki!
Bilimden, ve dolayısıyla Avrupa'dan, yana tavır almış, yazar.
Dostoyevski'nin ırkçı-dinci anlayışı ile Tolstoy'un köycülüğünden tamamen farklı olan bu yaklaşım, bence, hoş!
***
Bazı ifadeler sanki günümüz Türkiye'sine aitmiş gibi!
Avrupa kim ki, bizim yanımızda, der gibi olan ifadeler!
***
Kitap, bana, özellikle, ilginç ve hoş geldi, epeydir, anlam vermeye, anlamaya çalıştığım bir konu idi, "Batı"; bu konuda, bana epeyce katkıda bulundu, ufkumu açtı!

28.4.2017-Ankara

26 Nisan 2017 Çarşamba

DUYGULAR YA DA RUH HALLERİ

Descartes, Latinceden Çeviren: Çiğdem Dürüşken, 1. Basım: Ocak 2015, Alfa Yayınları, İstanbul

Arka kapak yazısında, "... Descartes'ın Utretch Üniversitesi'nden tıp profesörü Henricus Regius ve Prenses Elisabeth'le mektuplaşmaları sırasında şekillenmiş... deyim yerindeyse insanın duygu dünyasının bir haritasının çıkarıldığı bu eser, beden ruh ikilemi ve insan psikolojisi konularında çağdaş felsefenin adeta başvuru kaynağı olmuş...", deniliyor.
Kitapta, Duygular, 212 madde halinde açıklanıyor; insan bedeni ve ruh ikiliği temel alınıp, beyin, kalp, damar, sinir, kan dolaşımı ve insanın diğer organları ile bunların fonksiyonları vurgulanarak, duygular anlatılıyor.
***
Okumakta zorlandım!
Dilden mi?
***
Kitaptan bazı notlar:
-"Renetus Descartes/ 1596 yılında... Fransa'nın La Haye kentinde dünyaya gelir... İsveç Kraliçesi Christina'nın daveti üzerine gittiği Stockholm'de yakalandığı amansız zatürreye yenik düşerek 1650 yılında yaşama veda eder", giriş sayfası
-"1629: Descartes kendisine yaşam yeri olarak Hollanda'yı seçer. Bu ülkenin dinginliği, özgürlükçü ortamı ruhunu rahatlatır" 8
-"Ekim 1649: Son eseri olan Ruh Halleri Fransızca olarak yayımlanır... Aynı yıl İsveç Kraliçesi Christina da Descartes'i felsefe ve din üzerine tartışmalara yapması için sarayına davet eder. Descartes bu davet üzerine İsveç'e gider, ama bu yolculuk onun yaşamının son yolculuğu olur" 10
-"... kalpte, kanda ve sinir sisteminde meydana gelen değişiklikler... İnsanın iradi gücü, tek başına, bedende meydana gelen bu fizyolojik değişimleri doğrudan doğruya kontrol etmeye yetmez... Tek çare, duyguları iyi alışkanlıklara ya da güzel huylara dönüştürecek şekilde terbiye etmek ve onları aklın hizmetine sokmaktır" 15, 16 
-"... pek çok duygu... sayıları sonsuz./Yalnızca altı Temel Duygu vardır./ Ama basit ve temel nitelikte olanların sayısı çok fazla değildir. Nitekim sıraladıklarımın... ancak altısının, yani Hayret, Sevgi, Nefret, Arzu, Sevinç ve Kederin bu nitelikte olduğunu kolayca anlarız, diğer hepsi bu altı duygudan türemiştir veya bunların türevleridir" 78
-"... her şeyin Tanrısal Öngörü'nün denetimi altında olduğunu, onun sonsuz hükmünün mutlak ve değiştirilemez olduğunu bilmeliyiz... zorunlu olmayan hiçbir şeyin olamayacağını... anlayalım" 140
-"... zaafın genellikle bilgisizlikten ileri gelmesidir; yani kendisini daha az bilenler daha kolay kibirlenirler ya da gereğinden fazla alçalırlar" 155
-"... köle ruhlu ve kifayetsiz insanlarsa... yapamayacağı hiçbir kötülük, hiçbir fesatlık yoktur" 159
-"... bariz kusurları olan insanların... alaycılığa çok daha yatkın olmalarıdır.../ İnce alaya gelince, yani kusurları gülünç hale getirerek düzeltmeye yönelik eleştiriye... bir Duygu durumu değildir, tam tersine dürüst bir insanın sahip olduğu bir meziyettir" 169
-"... artık bütün duyguları tanıdık, onlardan daha önce korktuğumuz gibi korkmamıza da gerek yok. Çünkü aslında hepsinin özünde iyi olduğunu, kötüye kullanılmadıkları ya da aşırıya kaçmadıkları takdirde hiçbirinden sakınmamıza gerek olmadığını gördük. Onlara karşı verdiğim ilaçlar yeterli gelecektir, yeter ki herkes bu ilaçları doğru dürüst kullanabilsin. Ama ben bu ilaçların arasına öngörü ve gayreti de yerleştirdim ki, bu yolla kişi kendi kanındaki ve zerrelerindeki hareketler ile bu hareketlerin bağlı olduğu düşünceleri birbirinden ayırmayı öğrenerek doğasındaki kusurları düzeltebilsin" 192
***
Sistemli düşünme ve yazma çabası...
Meraklı prenses ve kraliçeler...
Birçok şey bunların sonucu değil mi?

26.4.2017-Ankar


21 Nisan 2017 Cuma

KERBELA

Nuray Orak Ergölen, Dördüncü Baskı: Mayıs 2016, Panama Yayıncılık, Ankara

Çok önemli bir olay olan "Kerbela" olayı ve sonrası ve hatta bu olayın Türkiye dahil günümüze yansımaları anlatılıyor.
Ş çok beğenmişti, belgeye dayalı ve objektif de diyerek. Bazı şeyler öğrendim, ancak, ben, pek de beğenmedim.
Her şeyden önce, yazar, bazı şeyleri evire çevire tekrar tekrar vurguluyor, deyim uygunsa, konuyu ağzında geveliyor; bu da, bence, okumayı zorlaştırıyor ve konuyu karmaşıklaştırıyor!
Bir de, birçok yerde, "... olmuş olabilir" s. 133, örneğinde olduğu gibi, Ş'nin algılamasının tersine, bence, objektiflikten uzak, sübjektif değerlendirmeler içeren, kesinlikten uzak ifadeler var; İslam Peygamberinin torunuyla ilgili bu çok önemli "Kerbela"olayı konusundaki birçok hususun farklı anlatımlarının olması ve birçok şeyin net olarak bilinmemesi de çok ilginç bir durum olsa gerek!
Ayrıca, kitabın, günümüzle ilgili olan yarıya yakını da, bence, olmasa da olur, kabilinden bilgileri içeriyor!
***
Kitaptan bazı notlar:
-"Hz. Ömer'in, 664'te ölümü..." 11
(Tarihte yanlışlık olmalı!)
-"Hz. Ali'ye minberden altmış yıl boyunca lanet okuma geleneği..." 27 ve 42, 49
-"Hz. Peygamber'in ölümüyle birlikte dinden dönme (ridde) hareketlerinin hızla yayılması... Dikkati çeken şey, hemen bütün kabilelerde dinden dönme hareketlerine rastlanırken, Muhammedi davetin en azılı iki düşmanı olan Kureyş ve Sakif'de buna rastlanmayışıdır; çünkü Muhammedi davet, Kureyş devletinin oluştuğu yöne doğru gelişmeye başlamıştır" 43, 44
-"Yezid'den gelen emirle, Hz. Hüseyin'in ailesi Hz. Hüseyin'in başı ile birlikte Şam'a gönderildi... erkek-kadın kalabalık Şam halkı, Yezid'in sarayına gidip esirlere, ümmetin birliğini bozduğu için küfürler etti" 81
-"850-851'de, Abbasi Halifesi Mutevekkil tarafından Hz. Hüseyin'in mezarı yıktırılmıştır" 88
-"Sünni ve özellikle dindar Şafiilere göre Hz. Hüseyin... saygı gösterilmelidir" 104
-"Hucr b. Adî..." 121 ve 144, 145
-"... tıpkı Hz. Hüseyin'in başının Ubeydullah'ın önüne konduğu gibi, şimdi de Ubeydullah'ın başı Muhtar'ın önüne konmuştu" 125
-"... mevaliyi (Arap olmayan Müslümanlar'ı).../.../ Muhtar, Araplar'la mevali arasında bir barış politikası kurmayı düşünerek toplumu tek bir düşünce etrafında birleştirmeyi amaçlamış; aralarındaki farkı yok etmeye çalışmıştır" 127, 130
-"661'de Hz. Ali'nin öldürülmesi..." 140
-"Şam mescitlerinde Ezan-ı Muhammedi okunur. Oysa Şam'da mızrakların ucunda taşınan yirmi iki baş, Hz. Muhammed'in torunlarınındır" 171
-"Muharrem'in onuna "Aşûre" denir... İslam'dan önce Yahudiler aşure günü oruç tutmuşlar, bu adet onlardan daha sonra Araplar'a geçmiştir. Tevrat'ın, bu günü "Kefaret" (bedel ödeme) günü olarak gösterdiği bilinir".../... Hz. Musa kendi toplumunu Firavun'un şerrinden Muharrem'in 10'unda kurtarmış; yine Tanrı, Hz. Adem'in tövbesini bugün kabul etmiştir" 203, 204
-"Sünni bir otorite olan İmam Şafii... Hz. Muhammed'in ev halkına olan sevginin önemini belirtir.../.../... Şafiiler gibi Hanefiler de ağıtlarında olayın haksızlığını vurgulamışlar... Anlaşıldığına göre ilk dönemlerde İmam Şafii'nin Hz. Peygamber ailesine düşkünlüğü onun Rafizilik'le suçlanmasına neden olmuş... İmam Şafi'yi oldukça sarsmıştır" 228, 229
-"Yunus Emre'ye (1238-1320)..." 244
-"Pir Sultan Abdal (öl. 1502)..." 249
-"... basit bir sonuçla, Hz. Hüseyin'in Yezid'e biatıyla, bu olay engellenebilirdi" 255
***
Her şeye rağmen, yararlandım, epeyce şey öğrendim!

21.4.2017-Ankara

18 Nisan 2017 Salı

SIRÇA FANUS

ROMAN

Sylvia Plath, İngilizce aslından çeviren: Handan Saraç, 7. basım: Eylül 2010, Can Yayınları, İstanbul

Arka kapak yazısında, "Sırça Fanus, 20. yüzyıl edebiyatının efsane yazarlarından Sylvia Plath'in tek romanı. İlk kez 1963'te yayımlanan kitap... büyük ölçüde özyaşamsal bir yapıt... MCcarty döneminde, üniversite öğrencisi genç bir kızın zihinsel rahatsızlığını... yaşama dönme uğraşını anlatır... Plath, bu romanın yayımlanmasından bir ay sonra, otuz bir yaşında, yaşamına kendi eliyle son vermiştir" deniyor.
***
Kitabı G vermişti bana, en beğendiği bir kitabı istediğimde!
Ben pek beğenmedim!
Bir tür özyaşamsal anlatı olması güzel tarafı. Bunun dışında güzel bir yönünü göremedim!
Roman yazmak için burs almışmış, yazar, ve, bu kitabı da karşılığını bir şekilde vermeye çalışıp zamana karşı yarışarak yazmış gibi sanki!
Aceleyle, çalakalem, gelişigüzel...
Kurgu... Yok gibi!
Anlatım da güzel değil, bence, bolca, gereksiz, yersiz benzetme, uzun ve yapay cümleler...
Nasıl "efsane" yazarsa!
***
Kitaptan birkaç not:
-"Birinden hiçbir şey beklemeyince asla düş kırıklığına uğramaz insan" 86
-"Rosenbergler o gece geç saatte elektrikli sandalyede idam edileceklerdi./ Hilda, "Evet" dedi.../ "Böyle insanların yaşaması korkunç bir şey."/... "Öleceklerine öyle seviniyorum ki."..." 127
-"Ne olmak istiyorsak onu simgeleyen bir şeyle çekilecekti fotoğrafımız./.../ Bana ne olmak istediğimi sorduklarında bilmediğimi söyledim" 128
-"Olmasını beklediğim hiçbir şey yoktu" 145
***
Kitaptan iki cümle:
1. "Ufak çocuklarla dolu büyük, beyaz bir kuğu, oturduğum sıraya yaklaştı..." 166
2. "Dee Dee "Tahta Çubuklar" şarkısının sol elini çalarken Joan'a da sağ elini çalmayı öğretiyordu" 246
Bu cümlelerin asılları böyle mi, acaba?
Ve, bunlarda benim anlayamadığım bir şeyler mi var?
Ya da, tercüme ya da baskı mı sorunlu?

18.4.2017-Ankara

İNSANLIĞIN YILDIZININ PARLADIĞI ANLAR

ON İKİ TARİHSEL MİNYATÜR

DENEME

Stefan Zweig, Almanca aslından çeviren: Kasım Eğit, 11. basım: Nisan 2011, Can Yayınları, İstanbul

Arka kapaktan alıntı: "insanlık tarihine yön vermiş belirleyici anlar üstüne kısa denemeler"/ "böyle anları, "insanlığın yıldızının parladığı anlar" diye adlandırdım"
On iki "an" seçilip anlatılmış!
***
Kitaptan bazı notlar:
-"Nunez de Balbao, başarının her türlü cinayeti haklı gösterdiği bir zamanda yaşadığını... çok iyi biliyor... altın gücün ta kendisidir" 19
-"Rum Ortodoks Kilisesi, Roma Katolik Kilisesi'nden nefret etmekte..." 39
-"Mehmet... Konstantin'in gönderdiği dostluk elçisini çok sıcak ve barışçıl sözlerle kabul ediyor... yemin ederek... antlaşmalara bağlı kalacağını açıkça söylüyor. Fakat bu ikiyüzlü adam... rahat rahat savaş hazırlığını tamamlayacak ve kenti ele geçirecektir" 40, 41
-"... bir Ceneviz kenti olan Galata..." 49
-"Marseillaise... -kısa bir süre sonra Rouget'nin bestesi bu adı alacaktır- .../.../... devrim marşını yaratan bu adamın kendisi devrimci değildir, tam tersine... şimdi onu var gücüyle geriletmek istiyor. Marsilyalılar ve Paris'in ayaktakımı -dudaklarında kendi şarkısı- Tuilleries Sarayı'na saldırıp da kralı alaşağı edince, Rouget de Lisle devrimden ve devrimcilerden iyice soğuyor... Kısa bir süre sonra çok gülünç bir durum ortaya çıkıyor ve devrim şairi Roget, karşı devrimci olduğu için tutuklanıyor ve vatana ihanet suçuyla yargılanıyor. Ancak, Robespierre'in düşmesiyle... kurtulmuş oluyor" 100-102
-"... on dokuz yaşındaki Ulrike... Yetmiş dört yaşındaki şair... Goethe... yakın dostu büyük düke açılıyor ve ondan... Ulrike'yi kendisi için istemesini rica ediyor... bu adamın düştüğü duruma bakıp içten içe gülen büyük dük... istemeye gidiyor... yanıt... oyalayıcı... olduğu anlaşılıyor" 127
-"İsviçre İşçi Sendikası Sekreteri Fritz Platten, Lenin adına... Alman elçisine gidiyor ve Lenin'in koşullarını bildiriyor.../... 6 Nisan günü, öğleüzeri şu çok önemli kararı öğreniyor: "Konu, istenilen biçimde çözümlenmiştir.".../.../... Lenin, Alman topraklarında bir Alman'la tek bir kelime bile konuşursa, üzerine çekeceği kuşkunun büyüklüğünü çok iyi biliyor. İsveç'te coşkuyla karşılanıyorlar.../.../... Petrograd... trenden iner inmez yüzlerce el tarafından alınıyor ve doğruca zırhlı bir otomobile bindiriliyor" 243, 244, 246, 247
***
İki "an" anlatımı var:
1. "Bir Yiğitlik Anı/ Dostoyevski, Petersburg, Semenowsk Alanı/ 22 Aralık 1849"/, "idam", s. 147-155.
2. "Tanrı'ya Sığınış/ Leo Tolstoy'un "Karanlıkta Bir Işık" adlı tamamlanmamış dramı için yazılan bir sondeyiş./ 1910 Ekim sonu," s. 179-214
Bence, bu anlatımların ikisi de, yersiz ve de haksız... "Edebiyatçı" kollaması mı?
***
Genelde hoş!

16.4.2017-Ankara

16 Nisan 2017 Pazar

KIZILÇULLU'DAN HASANOĞLAN'A

BİR KÖY ENSTİTÜLÜNÜN ÖĞRENCİLİK VE MESLEK ANILARI

S. MESUT ŞAHBAZ, Yayına Hazırlayan: Saim Açıkgöz, 1. Baskı, Mart 2016, Öğretmenler Dünyası Yayınları, Ankara

Konusu, kitabın adında belirtilmiş.
Yazarı, anılarını tamamlayamadan ölmüş, yayına hazırlama işini baldızının oğlu üstlenmiş, çocukları da ilgilenmemiş...
Sonuçta ortaya bu kitap çıkmış.
Sanki, el elin eşeğini türkü söyleyerek arar, olmuş!
Mükerrerlikler, cümle bozuklukları, kitabın bir bölümünün ters olması...
***
Bunların dışında, 1930'lu yılların sonlarından 50'li yılların ortalarına kadar olan dönemdeki Türk toplumuna dair bazı sevimli tanıklıklar var.
O kadar!
***
Kitaptan birkaç not:
-"Panlı köyü büyük Çerkez köyüdür. Uzunyayla'da Çerkez çoktur. Evlerinde kalınır, yemekleri yenir. Avşarlar da vardır. Araplı köyü Avşar'dır. Sert, mert ve dayanıklıdırlar. Kafkas göçmenleri ise çok yavaş, sakin insanlardır" 95
-"1946 yılında milletvekili seçimleri yapıldı. CHP kıl payı iktidarı kazandı. Pazarören bucağı jandarma karakolunda bazı kişiler dövülürken bağırışları geceleyin duyulurdu. Bunların oy sorunundan dövüldüğü söylendi.../ Hasan-Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç görevden ayrıldılar. Yeni görevliler eksik-aksak yanları düzeltecekleri yerde Köy Enstitülerinin yıkımına geçtiler" 119
-"İlköğretim seferberliği 1928'lerde Atatürk tarafından başlatılmıştır. 1934'lerde eğitmen kurslarının açılmasına başlanmıştır. 1937'de Köy Enstitüsü deneme okulları Kızılçullu ve Çifteler'de açılmıştı. 17.04.1940'da Köy Enstitüleri Kanunu çıktı" 121
-"Müdürümüz M. Emin Soysal.../ - Omzunda heybesi, Elbistan köy kıyafetiyle işte bakın kardeşimdir, dedi./.../... Soysal 1946 yılında CHP'den Maraş milletvekili oldu.../.../... Soysal da... Tonguç'u lekeleyen dava açtılar.../.../ Çalışmalarından takdir bekleyen... Soysal tekdir görüp mağdur olunca hınç alma yoluna gitti... Köy Enstitüleri aleyhinde konuşmalar yapıyor... Önce Yüksek Köy Enstitüsü 1947'de kapatıldı. Köy Enstitülerinin programları eskiye dönüştürüldü... yazık oldu" 123-126
-"Osmanlı'nın son döneminde ilkokullar altı yılmış. Ders olarak Fransızca ve Cebir okutulurmuş" 127
-"Zamanın Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer, enstitüleri 'komünizm tehlikesi'nden(!) kurtarmaya çalışıyordu. Köy Enstitülerinin öğrenci ve yöneticilerini başka görevlere aldı. Hatta eski Köy Enstitüsü mezunları, Köy Enstitüleri'ne sokulmak istenmedi" 166
-"Kırkağaç'ta.../ * Türkbirliği İlkokulu binası Ermeni Kilisesi'ne ait bir binaymış.../ * Cumhuriyet İlkokulu binası da bir Rum evinden dönüşmüş./ * 12 Eylül İlkokulu binası, altı bodrumlu, dört derslik olarak Osmanlı devrinde yapılmış" 172
-"Vakıftan amaç vergi vermekten kurtulmaktır./.../ Kırkağaç'ın, 1452-1460'lı yıllarda kurulmaya başladığı sanılmaktadır./ Rumlar, Kırağaç'ın ova kesiminde, Ermeniler ise dağa yaslanan kesiminde yaşamıştır. Rum Kilisesi'nin silindirik bir çatısı vardı. Ermeni Kilisesi ise Türkbirliği okulu yanında imiş. Kurtuluş Savaşı'nın sonunda Türk askerleri geldiklerinde kiliseyi yıkmışlar. Kilise'nin papaz ve okul yeri, uzun süre Türkbirliği İlkokulu olarak kullanıldı" 180, 181
-"Uzunyayla: İç Anadolu Bölgesi'nin Yukarı Kızılırmak kesiminde yüksek düzlük" 243
***
Adına rağmen, Köy Enstitüleri anlatımı ve vurgusu fazla sayılmaz; daha çok, görev anıları.

13.4.2017-Ankara

2 Nisan 2017 Pazar

DOSTOYEVSKİ

çağının bir yazarı

Joseph Frank, Türkçesi: Ülker İnce, 1. Basım: Kasım 2016, Everest Yayınları, İstanbul

Girişte, kapağın iç kısmındaki yazı şöyle: "Stanford ve Princeton Üniversiteleri, Slav Dilleri ve Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü Onursal Profesörü Josaeph Frank, tüm kariyerini adadığı bu önsezili yazarın etrafında kaynayan siyasal, dinsel meseleleri bütünüyle kavramış. 26 yıllık bir çalışmanın ürünü olan bu eser, Dostoyevski'nin hayatının, eserlerinin ve yaşadığı dönemin bütünsel bir çetelesi niteliğinde." Judith Armstrong The Age
Editörün Notu'nda ise, yazarın beş cilt olan eserinin tek cilt olarak yayınlanmasının planlandığı ve "üçte ikisini atmak zorunda" kaldıkları belirtiliyor. s. 965
Bunun sonucunda da, 964 sayfalık bir eser ortaya çıkıyor.
***
Yazarı ve eserlerini tanıtıyor, özellikle 1840-1880 dönemi Rusya ve Avrupa düşünce ve edebiyat dünyası hakkında bilgilendiriyor.
Yararlandım.
***
Dostoyevski (D), bildiğim kadarıyla, genelde, hayranlıkla anılır.
Yıllar önce Suç ve Ceza'yı okumuş, ama yazarına duyulan hayranlığın nedenini anlayamamıştım; eseri de...
Yani, demiş, sanırım biraz fantastik bulmuştum!
D'ye hayranlığın nedenini merak ettiğimden, kitabın yayınlandığını öğrenince, hemen almak istedim, kitapçıda 964 sayfa olduğunu görünce biraz tereddüt ettim, ama almaktan da vazgeçemedim, aldım; okuyunca epeyce şeyler öğrendim, ama hala D'ye hayranlığın nedenini anlayamadım.
***
Öğrendiklerimin bir bölümü şöyle: D, kısaca, tam bir Rus ırkçısı ve Rus dincisi. Avrupa, akılcılık ve "uygarlık" karşıtı, Yahudi düşmanı ve bu düşüncelerin türevleri ile uzantıları olan her tür ırkçı ve dinsel yobazlığı içeren anlayışı savunan biri. Çarcı. Kumarbaz. Fantastik.
Bunları öğrenince, ona duyulan hayranlık bana iyice anlaşılmaz gelmeye başladı.
Aslında çağdaşları, hastalıklı, akıldışı, fantastik diyerek yazdıklarını zamanında eleştirmişler.
Ancak, bütün bunlara karşın, o kadar övgü var ki: önsezili, deha, insanı anlayıp anlatmakta eşi olmayan biri ve benzeri nitelemeler...
Ne yazmış olabilir ki?
Bolca fantastik dinsel felsefe dışında!
Her güzelliğin kaynağı İsa demek dışında!
Hayranlığın kaynağı evire çevire bunları sürekli tekrar tekrar söylemiş olması mı, yoksa?
Günümüz dünyası bunlara mı değer veriyor ki?
***
Bir de, Rus "halk"ına bolca övgü! Yani ırkçılık!
***
D'yi sevmedim!
***
Kitaptan bazı notlar:
-"Aleksandr'ın... özel öğretmeni... bir İsviçreli'ydi... Napolyon... büyük oyun... Başlangıçta Napolyon'la ittifak yapan, sonra Napolyon'un başdüşmanı haline gelen I. Aleksandr.../... Napolyon sonrası dönemin hemen başında egemen olan mistisizm ve akıldışılık... 1820 ile 1825... baskının arttığına tanık olundu" 27
-"Tolstoy'un yapıtlarını bir romancının değil bir "tarhçi"nin ürünleri olarak tanımladı" 29
-"Fransızların Aydınlanma kültürü... Voltaire bir çeşit koruyucu azizdi... Ortodoks Hıristiyanlık'la ilgilenmez olmuşlardı... Napolyon sonrası döneme... yeniden dirilen din inancı damgasını vurmuştu" 47
-"Moskova'da -"kiliseler kenti, sesleri dinmeyen çanların, sonu gelmez tören alaylarının, birleşik olarak saray ve kilisenin kenti", köylülerin "Kutsal annemiz" dedikleri kent- doğduğunu unutur.../... Rusya'da... "ulusal öğelerle dinsel öğeler, Batı'dakilere göre çok daha iç içedir,"... Kremlin'dir" 48, 49
-"1840'larda bütün bir kuşağa sanatın fizikötesi özel bir görevi olduğu yolunda yüce bir inanç aşılanmıştı... en yüksek doğruların... "düşünsel sezgiyle" kavranabileceğine inanan Schelling'in bu görüşünden etkilenmiş... dinsel inanışların rahatlatıcı bir doğrulaması..." 59
-"... ruh dünyasında onu doğuran kişi de Puşkin'di" 60
-"Petersburg... asık suratlı yönetim binaları ve kocaman askeri geçit alayları kentine gitmek demek, Büyük Petro'nun "Avrupa'ya bakan bir pencere" açtığı yere gitmek demekti" 62
-"... bir arkadaşım oldu. Ama ben özünde zorbaydım... sanki benim tek istediğim şey onun üzerinde zafer kazanmaktı, onu hükmüm altına almaktı... kişiliğinin çarpıklığı..." 68, 69
-"Byron kahramanlarının karanlık delilik çukuru..." 77
-"1830'ların ortalarında... Rus kültürü bir geçiş dönemindeydi, bir yanda Alman Romantik edebiyatı ve İdealist felsefesinin egemen etkisi vardı, öte yanda da... Fransız toplumsal Romantizminin yeni yeni başlayan etkisi.../... toplumun gerçek sorunlarıyla ilgilenmek... küçümsendi" 78, 79
-"Balzac için çağdaş Fransız toplumu, amansız bir güç savaşının savaş alanından başka bir şey değildi... Balzac tarafından anıtsal boyutlarda taslağı çizilmiş olan bu Avrupa toplumu... Avrupa'nın maddeciliğin yalancı Tanrısı Baal'ın kölesi olduğuna onu ilk inandıran kişi de Balzac'tı" 82, 83
-"Gogol dönemi -trajikomik gerçeklik ve toplumsal taşlama dönemi- kendinden öncekilerin hepsinin yerini almaya başlamıştı" 90
-"Belinski... 1840...yeni bir evre..." 93
-"... yoksulluk insanlarda özsaygı ve onur açlığını hastalık derecesinde arttırıyordu" 106
-"Gogol için kahkaha başta gelir, Dostoyevski içinse gözyaşları" 109
-"... o denetlenemez kendini beğenmişliği..." 114
-"Belinski, Annenkov'a, Rousseau gibi Dostoyevski de "bütün insanların kendisini kıskandığına, kendisine eziyet ettiğine kesin olarak inanıyordu" demişti" 129
-"Cuma akşamları... Petersburg'daki aydınları bir araya getiren toplantılar..." 158
-"Sosyalizm... kitaplar... insan sevgisiyle yazıldıkları için onları merakla okuyorum. Ama... önerilen toplum sistemleri... herhangi biri uygulandığı zaman kaçınılmaz şekilde sonuç felaket olacaktır" 171
-"Belinski, Rus halkının "dünyanın en dindar halkı" olduğunu söyleyen Gogol'ün bu sözüne düpedüz karşı çıkar, Rus halkı için tam tersine "son derece ateisttir" der ama bunu derken onların dininin sahici, içsel bir inanç olmaktan çok, bir boş inanç ve tören dini olduğunu söylemek ister" 187
-"Rusya'da, değerli olan ne varsa, Büyük Petro'yla başlayarak, şaşmaz şekilde hep yukarıdan, kraldan gelmiştir; bugüne kadar inatçılık ve bilgisizlik dışında aşağıdan gelen bir şey olmamıştır" 201
-"Geçmişime bakıp ne boş işlerle ne çok zamanımı boşa harcadığımı, gereksiz işler, hatalar, tembellikler yüzünden yaşamayı beceremediğim için ne çok zamanımı çöpe attığımı düşününce..." 211
-Omsk hapishanesinde, "Soygunculuk yaptığı için ağır hapis cezası almış bir Çerkez'e Rusça okuma yazma öğrettim. Bana nasıl sonsuz bir minnet duydu anlatamam!" 220
-"Polonyalı mahkumlar... Dostoveski'nin azgın bir Rus milliyetçisi kesilmesine karşı çıkmışlardı... bütün ülkelerin yönetiminin Rusların eline geçmesinden mutluluk duyacağını söylediği... Ona göre (Ukrayna... Polonya) ta başından beri ve sonsuza kadar Rusların malıydı" 236
-"... onu Rus halkının "Tanrısallaştırılması"na taşıyacaktı" 241
-"Stepançikovo Köyü ve Sakinleri.../.../ ... ilk ideal kahramanı... Albay Rostanev... "Kırk yaşında kusursuz bir çocuktu... her zaman önce kusuru kendinde arayan... Başkalarının iyiliği için kendilerini feda etmek onların doğal ve Tanrısal bir görevidir." Albay Rostanev böylece sözcüğün en iyi anlamıyla "zayıf" bir karakterdir... yumuşak huyluydu... başkalarını incitme, başkalarına acımasız davranma korkusundan... kaynaklanıyordu.../.../... "Gogol'ün ideali tuhaftır," diye yazıyordu, "hakikatte Hıristiyanlıktır ama onun Hıristiyanlığı Hıristiyanlık değildir." Dostoyevski, Albay Rostanev'i gerçek bir Hıristiyan olmanın ilk "görünür" imgesi olarak yaratmıştır" 297-299
-"Fransız halkı mide bulandırıcı... Fransız, hoş, dürüst, nazik ama yapay biridir, onun için para her şeydir" 382
-"Avrupalılar öylesine bozulmuşlardır ki..." 403
-"Londra, Batı hayatının ruhsuzluğunun..." 406
-"... kibirli.../... bütün Fransız hayatı uğursuz bir komedi gibi görülür" 409
-"... kardeşliğin... Rusların köy obşinası olduğu.../... "sizin uğrunuza her şeyimi feda etmek..."... böylesine yüceltilmiş bir ahlakın bale müziğinin... Rusya'daki köy hayatının yüreğinde gerçekten var olduğuna çok inanıyordu... Avrupalı için olanaksız..." 410, 411
-D'nin "bütün büyük yapıtları... İsa yasası ile kişilik yasası arasındaki kaçınılmaz karşıtlığa sahne olacaktı" 441
-"İnsanoğlu için "çıkarların en büyüğü" olan çıkar, özgür iradesini korumaktır, özgür irade akılla uyumlu bir şekilde çalışmayabilir ama her zaman seçme hakkını saklı tutmak ister" 453
-"... otelden bana artık yemek vermeyeceklerini bildirdiler... bütün personel bana o Alman saygısızlığıyla... davranıyor. Bir Alman için parasız olmaktan... daha büyük günah yok" 488
-"... o insanlardan kopmuşluk ve yalnızlık duygusu bir işkenceye dönüşür" 491
-"Birden, "Benim için (artık) burada (ya da herhangi bir yerde) durmanın anlamı (olmadığını hissettim)" der" 504
-"İnsanlık adına bir cinayet işleme.../.../... insancıl cinayetlerle toplumu düzeltme mantığının ne kadar yaygın olduğunu gösterir.../... çizdiği... vicdan portresinin Macbeth'tekinden geri kalır yeri yoktur" s. 516, 517
(Işid mantığı da benzer değil mi?)
-"Dostoveski'nin Kış Notları'nda betimlediği Batı toplumunun dünyası... yalnızca eşitlik talebinde bulunmaz, aynı zamanda mutlak üstünlük ister; işte Avrupa'dan Rusya'ya yayılan, radikal aydınların yakalandığı veba budur, bencilliğe dayanan, kendi kendini tanrılaştırmaya varan bir ahlakdışılık vebası... Hıristiyanlığın sevgi ahlakını benimsemiş... bir Raskolnikov yaratma..." 538, 539
-"Kumarbaz... Rusların kişilik yapısı karmakarışık ve "sevimsiz" olabilir ama yine de o dar görüşlü, acımasız, kültürsüz Almanların cimriliğinden; dünyevi şeylere düşkün, kibar ama tamamıyla kalleş Fransızların pas tutmuşluğundan, hatta İngilizlerin somut olarak yararlı ama sıkıcı ve sönük erdemlerinden nasibini almamış olan Ruslar insansal gülücüklere sahiptir" 559
-"Annem "İsveçli'ydi," der Anna, "yetiştiriliş tarzımdan gelen iyi alışkanlıkları, Rus hayat tarzı sayesinde, o düzensiz ve kuralsız konuk ağırlamalarla kaybedeceğimden korkuyordu."..." 565
-"Dostoyevski... geçinilmesi zor bir insandı... O çılgınca yabancı düşmanlığı... Almanlardan nefreti... Anna daha barışçı, daha az bağnaz biriydi ama Almanların doğuştan gelen "aptallık"ını vurgulamakta... küçük dolandırıcılıklardan yakınmakta... geri kalmıyordu" 566
-"Dostoyevski... Almanlar için "dolandırıcılar, üçkağıtçılar... bizden çok daha kötü ve ahlaksız herifler" diyerek..."578 ve 579, 582, 583
-"Avrupa hayat tarzına duyduğu artan nefreti göze çarpıyor... o oranda Rusya'yı ülküselleştirdiği görülüyordu... acele Budala'yı yazma kararına... tepe noktası olarak gördüğü Rus kültürünün değerlerini yüceltme dürtüsü ilham kaynaklığı etmiş olabilir.../... Rus yaşam tarzı... Avrupa uygarlığınınkine göre... çok üstün..." 589
-"Rus ruhunun yüksek ahlak mayasıyla mayalandığına, gelecekte Rusya'nın şimdiden belirlenmiş Mesih tarzı bir rol oynamaya yazgılı bulunduğuna dair önyargılı bir inancı vardı... "... Bizim halkımız sonsuz derecede yüksek bir halk, daha dürüst, daha soylu, daha naif, daha yetenekli, farklı, yüksek Hıristiyanlık düşüncesine sahip, Avrupa hastalıklı Katolikliğiyle, aptalca ve çelişkili Luther'ciliğiyle bu Hıristiyanlık düşüncesini anlamaz bile.".../ Dostoyevski'ye göre Rus kavramı, "bütün dünya için muhteşem bir yenilenme (haklısın, bunun Rus Ortodoksluğuyla yakın ilişkisi var) hazırlamaktadır, bu da bir yüzyıl içinde gerçekleşecektir-bu benim sarsılmaz inancımdır"..." 590, 591
(Bu ve benzer düşüncelere sahip biri deha sayılabilir mi?)
-"En büyük tutkusu, Rus kültürüne o kültürün en yüksek dinsel değerlerini dile getiren yüce bir imge kazandırmaktı" 631
-Avrupa dönüşünde "Rus topraklarında yol aldığımızı bilmek," diye hatırlıyor Anna, "çevremizde kendi insanlarımızın, Rusların olduğunu bilmek o kadar rahatlatıcıydı ki, yolculuğumuzun bütün sıkıntılarını unutturdu bu bize."..." 646
-Rus toprağı olan Staraya Russa'ya giden D mektup yazıyor, "Buradaki kalabalık, apaçık görüldüğü gibi, çok şekilci, yüksekten atan insanlar, o iğrenç Fransızcalarıyla yüksek sosyeteye öykünüyorlar... beş para etmeyen kadınlar... Genellikle bu Staraya Russa denen yer korkunç bir çöp kutusu."..." 652
-"Neçayev... eylemleri.../... -... pek çok komplonun o tutkulu, ağzı iyi laf yapan emektarı...-... Bakunin kısa süre sonra hayranlıkla abrek (Kafkas halklarına mensup acımasız Müslüman savaşçı) ve "genç kartal" olarak adlandırdığı genç adamın etkisine kapılmış olarak buldu kendini. Ama bu, cinayeti işledikten sonra Avrupa'ya kaçan Neçayev'in... anlaştıkları yöntemleri Bakunin'in kendisine... karşı kullanmaya başlamasından önceydi" 657-659
-"Cinler, "Yine de Dostoyevski'nin tuvalinin büyüklüğü, parlak zekasının keskinliği, o peygambere özgü yergi gücü, kavrama yeteneği, en karmaşık, en derinlikli ahlaksal ve felsefi sorunlara, toplumsal düşüncelere hayat soluğu üfleme, onları kişilerde somutlaştırma yeteneği... bu "el kitabı-şiir"i... en göz kamaştırıcı yapıtı haline dönüştürürler... on dokuzuncu yüzyıl Rus kültüründeki bütün itici güçleri kapsaması amaçlanmıştır... ahlak bataklıklarını, en yüksek ilkelere insanın kendisinin ettiği ihanetleri şaşırtıcı derecede öngörülü şekilde resmeden bir yapıt olarak aşılamamış bir romandır" 697
-"Grazhdanin dergisine "... katıldım... Amacım ve düşüncem şu: Sosyalizm... bütün bir kuşağı kemirdi... Savaşmak zorundayız, çünkü her şey mikrop kaptı. Benim düşünceme göre Sosyalizm ile Hıristiyanlık birbirine karşı şeylerdir...".../.../... "Derginin yeni yayın yönetmenini aptalca ve bayağı bir şekilde alaya almayan yoktu. Suç ve Ceza'nın... yazarına deli, manyak, dönek, hain diyorlardı..."..." 710, 713
-"... köylü sınıfını... şimdiki biçimleriyle benzersiz şekilde değerli buluyorlardı. Halkçıların, özellikle endüstrinin artan hızı karşısında en önemli görevi... köy hayatını korumaktı... Ta 1850'de Dostoyevski, Avrupa'nın işçi devrimi düşüncesinin Rusya'nın toplumsal koşullarıyla ilgisinin bulunmadığı konusunda Slavcılarla aynı düşüncedeydi.../ Halkçılar şimdi Hıristiyanlığın özveri değerini kabul ediyorlardı" 719
(Ama işçi devrimi Rusya'da oldu! Bu nasıl öngörü?)
-Mihaylovski'den Dostoyevski'ye: "Sizin tanımladığınız Rusya, o çıldırmış hasta adam, demiryollarıyla donanıyor, fabrikalar ve bankalarla doluyor- sizin romanınızdaysa bu dünyayı işaret eden en küçük bir şey yok! Bütün dikkatinizi önemsiz, bir avuç deliye ve alçağa yöneltiyorsunuz! Romanınızda ulusal zenginlik cini (halkın refahı pahasına gelişen sanayi) yok, oysa en büyük cin bu, ayrıca iyi ile kötünün sınırlarını en az tanıyan da bu" 723
(Dostoyevski'ye mevcut hayranlığın sırrı da burada mı, acaba?)
-"... "Poretski tam bir Tolstoy delisi olmuş", gibi yorumlar yapıyordu. Eski dostu Aleksandr Poretski, böylesine budalaca, hatta ahlak bozucu bir izleği olan bir kitap üzerine bu kadar çok konuşmaya değer mi, diye soran radikal siyaset yazarı Pyotr Tkaçev'in eleştirisine karşı Anna Karenina'yı savunuyordu... "Edebiyatta kesinlikle herkes bana sırt çevirdi..."..." 736
-Delikanlı-Makar İvanoviç "sakin sakin, neşeyle, ruh dinginliğiyle, İsa'nın vaadine sarsılmaz bir inançla ölümü bekleyen bu yaşlı adamın sözleri, Arkadiy'e bütün hayatı boyunca aradığı ahlaksal ilhamı verir" 747
-"... kendisine özel bir görevin emanet edildiğine inanıyordu, genç kuşağa önderlik edip onları yeniden Rus halkının doğrusunu kapsayan hayat yoluna -onun için öncelikle halkın Tanrı inancı yoluna- çekme göreviydi bu... genç kuşaktan kopmayı... manevi ölüm olarak görüyordu" 760
(Yani, bir tür, peygamberlik görevi!)
-"... çocuklar için "kutsal anılar" biriktirmenin önemini vurgular... "bir insan, kendi çocukluğuna ait kutsal ve değerli bir şeyi hayata taşıyamazsa yaşayamaz bile"..." 766
(Doğrusu, buradaki anlayışı sevimli buluyorum, ben de!)
-"1877-1878 Rus-Osmanlı Savaşı... Dostoyevski, Hamiyetperver Slav Cemiyeti'nin üyesiydi, bu cemiyet Pan-Slavik kışkırtıcı eylemlerin ön safında yer alıyordu, hem isyanın hem de savaşın başdestekçisiydi.../.../ Dostoyevski, Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne savaş açmasından sonra Rus halkı güzellemesinin son aşamasına ulaştı... "dünyada şimdiye kadar duyulmuş en önemli bir çift sözü" Rusya'nın söyleyeceğine inanmaktadır... Rus halkıyla Rus devleti arasında bir ayrım yapmadığı için, bu tür afili laflar insanların kafalarında, Balkanlar ve Orta Asya'daki Rus emperyalizminin ahlaksal bakımdan kuzu postuna büründürülmüş bir imgesinin oluşturulmasına hizmet ediyordu" 770, 771
(İlginç değil mi? Rusya'ya en çok direnen Kafkaslar'daki emperyalizmin vurgulanmasına gerek duyulmuyor!)
-"Şiddetle Tolstoy'a saldırır, çünkü Tolstoy -daha şimdiden ilerde savunacağı barışçılığın ve kötü olana direnmeme öğretisinin işaretlerini vererek- Rus gönüllüleri hareketini karalamaktadır" 772
-"... savaşta "... herkes eşitlenir... efendi ile köle arasındaki husumet ortadan kalkar. 1812 Savaşı'nda toprak sahibiyle köylüler... bu savaş alanındaki kadar birbirlerine yakın olmamışlardı". Savaş, böylece Dostoyevski'nin Rusya'daki toplumsal sorunların tek çözüm umudu olarak gördüğü, sınıflar arası birliğin mimarıdır.../... (Çargrad da dediği) İstanbul kesinlikle Rusların eline geçecektir, birleşik Slavistan'ın başkenti olacaktır. Rus nasyonalizminin "Üçüncü Roma" ideolojisini diriltir, bu ideolojiye göre Rusya, Bizans İmparatorluğu'nun (İkinci Roma'nın) Tanrı tarafından tayin edilmiş varisidir.../.../ 1876 Ekim'inde Sırp ordusu, başlarında o palavracı Rus generali Çernayev'le birlikte yenilgiye uğradı. Rus gönüllülere ülkeyi terk etmeleri söylendi, yardımlarına geldikleri Sırpları saldırgan davranışlarıyla öfkelendirmişlerdi. Dostoyevski'ye göre bütün bu felaketler, Sırp toplumunun üst sınıflarının entrikalarından kaynaklanmaktadır... onun İsa'nın halesini ulus olarak yalnızca Rusya'ya layık gördüğüne tanık oluyoruz.../.../... köklü yabancı düşmanlığı... o Büyük Rus kökeninden gelmeyen bütün halkları kapsar... Yahudilere en korkunç suçlamaları yöneltir" 772-776
-"Dinsel inancın yerine başkalarının iyiliği için yapılan toplumsal eylemi koyarak hayata anlam kazandırmanın olanaksız olduğunun altını çizer. Çünkü inancın eksik olduğu yerde "insanlık sevgisi"nin olamayacağını... ısrarla söyler" 783
-"Dostoyevski Yunan takımadalarında bir ada hayal eder... Cennet... kendisi için -"çağdaş, ilerici ve iğrenç bir Petersburg'lu" için- onları anlamanın olanaksız olduğunu fark etmişti, çünkü onlar tamamıyla yüksek bir bilgi biçimi olan içgüdüsel bir duygu düzeyinde yaşıyorlardı. Yeryüzünde -aklın simgesi ve doruğu olan- bilim dedikleri şeye benzeyen bir şeyleri yoktu "ama onların bilgileri bizim bilimimizden daha derin ve yüceydi... Ben onların bilgisini anlayamıyordum"... "Aşk vardı... o acımasız şehveti görmüyordum"... ölümü sakince karşılıyorlardı.../... "... Boğazlarına kadar suça batınca adaleti yarattılar..."/ Böylece pek çok kötülük ortaya çıkar, bunlar uygarlığın hastalıklarının listesini oluşturur. Kölelik... güç tapıncı ve öğretisi -bütün bunlar "bilim... insanlığa bilgelik kazandıracaktır" inancından doğdu" 788-790
(Bu görüşlerin sahibine çeşitli olumlu nitelikler atfetmek şaşırtıcı değil mi?)
-"Saraylı iki muhatabına yaptığı bu ziyaret çok başarılı geçti... yemek davetleri düzenli olarak gelmeye başladı... hükümdar ailesinin genç üyelerinin de sevilen bir akıl hocası konumundaydı" 800
-"... vize için Odunkafalıların (Almanlara böyle diyordu) büyükelçiliğine gitti" 827
-"1880.../ 5 Şubat'ta... bomba patladı.../.../ 7 Şubat'ta Halkın İradesi... patlamanın sorumluluğunu üstlendi... II. Aleksandr sert önlemler almaya karar verdi. Kont Mihail Loris-Melikov karacı bir subaydı... Çar şimdi onu bütün ülkenin başına diktatör tayin etmişti... Onun 12 Şubat'ta başlayan saltanat dönemine "yüreğin diktatörlüğü" dönemi denir" 836, 837
-"..."Ben, Puşkin gibi, Çar'ın bir uşağıyım..."..." 839
-"Dostoyevski'nin ilan ettiğine göre, Rusya'nın misyonu, "büyük Aryan, insan soyunun bütün kavimlerini genel olarak birleştirmek"ti" 862
-"... şarkıcı ve kompozitör Yulia Abaza..." 867
-"Puşkin konuşması... Turgenyev... üzgündü... ona Paris'te rastlayan V.V. Stasov, Puşkin konuşması için onun "iğrenç" dediğini aktarıyor, "neredeyse bütün entelijansiya, binlerce insan aklını oynatmış gibi, o konuşmaya bayılmış olsa da." Turgenyev "(Dostoyevski'nin) vaazındaki bütün o yalanları ve çarpıtmaları dayanılmaz" bulmuştu, "özbeöz Rus erkeği" ile "özbeöz Rus kadını Tatyana" için kullandığı o şişirme "mistik laflar"ı" 873
-"Leontiyev, böylece yalnızca Gradovski'nin liberalizmine değil, Ortodoks Hıristiyanlığın ülkülerinin hayata geçirilebilmesi için temelde Batı ülkülerini öneren Dostoyevski'nin tutarsızlıklarına -hiç değilse Leontiyev böyle söylüyordu- da karşı olmasını gerektiren bir açıdan yazıyordu" 874
-"... tepki yaratmadan, kendi görüş açısını gizlice çıtlatmak için o anlatıcıyı kullanır" 884
-"Dostoyevski liberal ve radikal basın tarafından hedef tahtasına oturtulurken, solcu olduğu varsayılan öğrenciler ona kucak açıyordu; bunun nedeni... onun "her zaman, her konuda açıkça ve cesurca konuşan biri" olmasıydı: "kendisi için kimin ne diyeceğini umursamazdı..."..." 950
-"... sansür kurulu başkanı N.S. Abaza..." 962
***
Arka kapakta, kitap için, "büyük yazarın bugüne kadar tüm dillerde yazılmış biyografileri arasında en kapsamlı olanı ve hiç kuşkusuz yüzyılın en büyük yazar biyografilerinden biridir" deniyor.
Ama, ben, yazarın eserlerinin anlatıldığı uzun sayfalar çok daha kısa olsaydı, iyi olurdu diye düşündüm.
Ayrıca, yazımdan mı, tercümeden mi, bilmiyorum, okumakta-anlamakta sıkıntı çektiğim pek çok bölüm oldu.

2.4.2017-Ankara

1 Nisan 2017 Cumartesi

HACI MURAT

Lev Tolstoy, Türkçesi: Nedim Önal, Ekim 1997, Cem Yayınevi, İstanbul

Yıllar önce okumuş ve, içimden, "ne yani!" demiştim!
Yakınlarda halktv'nin kitap tanıtımı yapılan bir yayınında, Kafkaslar'daki destansı özgürlük mücadelesini anlatan bir eser olarak bahsedildiğini duyunca, özgürlük mücadelesinden nasıl bahsediliyordu ki, diyerek, yeniden okudum.
***
Yazar, tarlada çiçek toplarken, "kırmızı renkli bir devedikeni gördüm. Bizde bunlara "Tatar" derler... /... Çiçeğin sapı öylesine sert ve sağlamdı ki, beş dakika kadar uğraşıp lif lif ayırmak zorunda kaldım. Sonunda yerinden kopardığım zaman sapı parça parçaydı çiçeğin; başlangıçtaki tazelik ve güzelliğinden ise eser bile kalmamıştı. Üstelik o güzelim kır çiçekleri arasında kaba ve çirkin görünüyordu. Kendi yerindeyken çok güzel duran bu çiçeği boşu boşuna kopardığıma üzüldüm. Attım onu. Koparırken harcadığım gücü anımsayarak: "Ne zorlu yaşama gücü bu!" diye düşündüm. "Büyük bir çabayla direnip, hayatını nasıl da pahalı sattı."/.../... Kafkasya'da geçen bir öykü geldi aklıma. Çok azı aklımda kalmış... bir bölümünü görenlerden duydum, bir bölümünü de düşledim/... şöyleydi:", s. 5-7, diyerek başlamış, anlatmaya!
***
Doğrusu, çok güzel bir başlangıç!
***
Öykü, gerçek hayattan alınmış, ama özgürlük mücadelesi değil; ilgili bazı olaylarla birlikte, Ruslarla mücadele eden Kafkaslıların lideri Şeyh Şamil(ŞŞ) ile anlaşmazlığa düşen Hacı Murat(HM)'ın Kasım 1851-Nisan 1852 dönemindeki Ruslara sığınmasının hikayesi anlatılıyor.
Yazar, övgüye layık bir açıklıkla, yazdıklarının bir bölümünü kendisinin düşlediğini, yani uydurduğunu da belirtiyor.
***
İlk bakışta, başlangıç gibi, öykünün kendisi de güzel!
***
Anlatımı da hoş: "ağaçların üzerinden koşarak ilerliyormuş gibi görünen yıldızlar", s. 15, "Tatlı bir çıtırtıyla yanan yaş dalların körpe ağaç kokan dumanına karışan sis", s. 32, "Neşeli bir vınlamayla sisli havayı yarıp geçen kurşun", s. 33, ifadelerinde ve, mesela, s. 103, 104, 110, 145'teki bölümlerde olduğu gibi!
Başka türlüsü de düşünülemezdi zaten; ne de olsa yazarı, tek işi yazmak olan, dağları, doğayı, kırsal yaşamı çok iyi bilen, Kazaklar'ın da yazarı, meşhur Tolstoy!
***
Biraz dikkatli bakıldığında ise, güzel anlatımın da gizleyemediği çeşitli uyumsuzluklar görülüyor.
***
1.Başlangıçta şunlar var: "1851 Kasımında soğuk bir akşamüstü Hacı Murat tezek dumanıyla kaplanmış bir Çeçen avuluna yaklaşıyordu; Mohket avulu Rus topraklarından 20 verst ötedeydi/... tezek kokusu sinmiş temiz dağ havasında, birbirine yapışık halleriyle bal peteklerine benzeyen evlerin avlularından sığır böğürmeleriyle koyun melemeleri duyuluyor.../... Yamaçta oyulmuş ikinci toprak evin önünde durdu..." s. 8
Bu anlatım kesinlikle gerçekçi değil; çünkü, hiçbir Çeçen yerleşim yerinde tezek dumanı ile birbirine yapışık bal peteklerine benzeyen evler ve yamaçta oyulmuş ev olmaz!
Hemen izleyen bölümde, s. 9-14, Çeçen Bata ile Sado'nun "başüstüne" diyerek konuştuğu, Bata'nın"ellerini göğsünde birleştirerek" dışarı çıktığı belirtiliyor ki, bu anlatım da geleneksel Çeçen anlayışıyla hiç mi hiç uyuşmaz!
Yazar, olumlu anlamda uydurmuş, ama sanırım, anlattığı yere hiç benzemeyen görüp bildiği başka yerlerden esinlenmiş olmalı!
***
2.ŞŞ'le kavgalı olan HM evine gelince, ölümle cezalandırılacağını bildiği halde, Çeçen Sado, aldırmadığı gibi, "seviniyordu bile. Konuğunu, kendi hayatı pahasına da olsa, korumayı kutsal bir görev saydığı için. Gerektiği gibi davrandığını düşünerek seviniyor, kurumlanıyordu/.../... sevinçli, coşkulu bir ruhla...", s. 14, deniyor.
Bu anlatımdaki, sevinme, kurumlanma, sevinçli, coşkulu, türü ifadeler, sanırım, gerçekçilikten uzak; her ne kadar genel anlatım doğru olsa da.
***
3.Nöbetçi Rus askerlerinin, "Görevleri... Çeçenlerin kaşla göz arasında bir top getirip istihkamlara ateş açmalarını önlemekti", s. 16, deniyor; ama, Çeçenlerin, yaygın olarak, kaşla göz arasında kullanabilecekleri toplarının olması pek ihtimal dahilinde olamaz!
***
4.Bazı bölümler, ya hiç makul değil, ya fazla uydurma, ya mantıksız, ya tamamen şematik ya da çok gayri ciddi; hiç yakışmıyor:
a."Tam üç gece gözünü kırpmamıştı Hacı Murat, Şamil'in adamlarından kaçarken", s. 27, bu yüzden hemen uyuyor, sonra Sado gelip onu birisinin gördüğünü ve yaşlıların yakalamak için camide toplandığını söylüyor, yola çıkıyorlar, HM ve adamları önde, köylüler peşlerinde, gidiyorlar, s. 27-29, 33-35, tam bir çocuk oyunu anlatımı, sanki!
Sonra da, "Şansına güvenirdi Hacı Murat... Vorontzov'un verdiği kuvvetle Şamil'le çarpışıp onu tutsak ettiğini, öcünü alıp Rus Çarı tarafından ödüllendirilince tüm Çeçenlerin başkanı olacağını düşlüyordu şimdi", s. 30, deniyor.
b.HM Ruslara teslim oluyor, sonra da,  "yalnız kalınca yüzünün anlamı değişti... Kaygılı ve düşünceli bir görünüm aldı/ Vorontzov'un kendisine, umduğundan daha iyi konukseverlik göstermesi kuşkulandırmıştı onu... Kuşkulanıyordu her şeyden... öldürebilirlerdi onu. Tetikteydi bu yüzden", s. 40.
c.Bir Rus askeri olmayacak bir kurşunla ölüyor, s. 34, bu konuda "Tiflis'e gönderilen rapor" gerçeğe tamamen aykırı bir şekilde, büyük bir çatışma olmuşçasına düzenleniyor, s. 46.
d."Yediğini ne görecek hal kalmıştı kendisinde, ne de tadacak", s. 54.
e.HM Ruslara gidiyor, hemen arkasından, "ailem dağlarda düşman elindeyken elim kolum bağlı... anamı, çocuklarımı, karımı öldürür. Prens kurtarsın ailemi...", s. 61, demeye başlıyor.
f."Şamil değil, Mansur kutsal adamdı", "Lamarov'dur senin Şamil", s. 68
g.Yasak sayılmasına karşın sigara içen HM'ın adamlarından Han Mahoma, Tiflis'te, kaşla göz arasında, kumar oynayıp para kazanmayı de becerebiliyor, s. 69, "başkalarının hayatıyla oynamayı seven bir gençti... bugün Ruslara geçerken, yarın yine Şamil'e dönebilirdi", s. 70.
h.HM anlatıyor, direniş lideri Hamzat'a gazavatı kabul ettikleri haberini yolluyorlar, habercilerin burun delikleri deliniyor, Hamzat emanet olarak Han oğullarını istiyor, gönderilince de, "Hamzat'ın çadırında... korkunç şeyler gördüm. Ummahan kanlar içinde, yerde yüzükoyun yatıyor, Abununsal son bir çabayla müritlerle dövüşüyordu... yıkıldı", s. 65, 66, "Hamzat, Hunzah'a girerek Hanların sarayına kuruldu. Ama Hanların anası hayattaydı... müritlerinden Asildir... sırtına bir bıçak vurup öldürdü kadını/.../... En küçük Han'ı Şamil uçurumdan attı", s. 72.
ı.Bir gülle atılıyor, "ardından, ellerinde sancaklarla kalabalık bir atlı Çeçen grubu çıktı ormandan", Ruslar iki top atışı yapıyor, "Çeçenler topçu ateşini beklemiyor olmalıydılar ki hızla geri döndüler", izleyen Kazaklar bir avulla karşılaşıyor, "Evlerin, yiyeceklerin ve kuru ot tınazlarının yakılmasını emretti... Çeçenler görünürde yoktu", ve, katliam, talan,  s. 98.
k."Sado, Ruslar köye yaklaşırken ailesiyle birlikte dağa kaçmıştı... evini bir yıkıntı halinde buldu... içine pislenmişti evin... oğlunu da... ölü getirdiler camiye. Sırtından süngülenmişti çocuk", ve, talan, "Çeçenlerin yüreklerini kavuran duygu, nefretin de üstündeydi. Nefret değildi bu, Rus köpeklerini insandan saymıyorlardı.../.../ Dualarını ettiler, sonra oy birliğiyle Şamil'e elçiler yollayıp yardım istemeye karar verdiler", s. 101, 102; ailesiyle dağa kaçmış, ama gelince oğlunu ölü bulmuş, sonra da Şamil'e elçi...
l."İleri hatlarda oturan Çeçenlerin yaşamları yine eskisi gibiydi. O zamandan beri düşman iki kez daha saldırıyı denemiş ama Dağlıları yakalayamamışlardı... Çeçenler şimdi güçlü bir saldırı bekliyorlardı.../ Kabardiskiy Alayı... bir birlik ayırdı. Birlik Vozdvijenskaya'da toplanıp, Kurinskaya yönünde cepheye yollandı... Zaman zaman toplarını indiren Dağlılar kampa sık sık gülleler yollarlardı", s. 123, Ruslar "içtikleri şarap ve oldukça düşkün oldukları savaş coşkusuyla sarhoştular", s. 125.
***
5.Anlatılanlarda Kafkaslardaki "özgürlük" mücadelesi yok, ama, tam tersi var; o mücadelenin lideri ŞŞ ve halkı ile ilgili şunlar da söyleniyor:
a.HM'ın "oğlu ise hapiste, yani derinliği bir sajenden fazla olan bir çukurdaydı... alınyazısı için verilecek kararı bekliyordu./ Karar ise bir türlü çıkmıyordu; Şamil dışardaydı çünkü. Ruslara karşı seferdeydi./ 6 Ocak 1852'de Şamil Vedeno'ya döndü... Ruslara göre yenilmiş... onun ve bütün müritlerinin düşüncesine göre de zafer kazanıp Rusları kovalamıştı.../.../ Bütün Vedeno halkı sokakları, evlerin çatılarını doldurmuş, büyük bir coşkuyla İmamlarını karşılıyor... ateş ediyorlardı.../.../ Şamil... sarayının bulunduğu daha küçük bir avluya açılan, geniş bir avluya girdi... iki silahlı Lezgi karşıladı onu.../ Sefer sonrası gerilimi... Çünkü seferin zaferle sonuçlandığını ilan ederken, aslında başarısız bitirdiğini, birçok Çeçen avulunun yakılıp yıkıldığını biliyordu. Kararsız kalan, kolayca bir ona bir Ruslara geçen Çeçenler daha şimdiden çalkalanmaya başlamışlardı. Hatta içlerinden Ruslara yakın olanlar o yana geçmeye hazırlanıyorlardı... bazı önlemler alması gerekiyordu. Oysa... Şimdi bir tek şey istiyordu... en sevdiği karısı on sekiz yaşındaki kara gözlü, ayağına çabuk Aminet'in elleriyle okşanmak./... hiç canı istemediği halde, ilk önce namazını kılmalıydı. Bir din büyüğü olduğundan durumu gerektiriyordu bu zorunluluğu.../.../... Avulun yaşlılar kurulu yandaki konuk odasında... üç gündür onu bekliyorlardı./.../ Suçlu görülen sanığa Şeriat'a göre ceza veriliyordu. Hırsızlıkla suçlandırılan iki kişinin birer elini, bir katilin ise kafasının kesilmesine karar verildi... en önemli davaya geçildi: Ruslara geçen Çeçenlere karşı, kesin önlemlerin alınmasına.../.../... Hacı Murat... becerisi ve yürekliliğiyle... yanında bulunsaydı, Çeçen'de şu olanların hiçbirinin olmayacağını çok iyi biliyordu. Hacı Murat'la barışmalı, onun hizmetlerinden yeniden yararlanmalıydı. Eğer bu olmazsa...işini bitirmeli.../.../... Hacı Murat'ın oğlu Yusuf.../... babasının Şamil'e karşı beslediği duyguları paylaşmıyordu... Bir naib oğlu olarak Hunzah'da sürdüğü eğlence dolu başıboş yaşamına yeniden dönmekten başka bir şey düşünmüyordu... Şamil'e büyük bir hayranlık duyuyor.../.../ Şamil... Yusuf'a bakıp, sonra ekledi:/ -"Yaz, acıdığım için seni öldürmeyeceğim, ama bütün hainlere yaptığım gibi gözlerini oyacağım. Git şimdi."/... çukura götürdüler./ O akşam... Şamil... harem dairesine geçip Aminet'in odasına yollandı. Ama Aminet yoktu odasında... Şamil görünmemeye çalışarak kapının arkasında durup onu beklemeye koyuldu. Aminet ise, getirdiği ipek kumaşı kendisine değil de Zaydet'e verdiği için Şamil'e kızgındı. Şamil'in selamlıktan çıkıp kendi odasına girdiğini, onu aradığını görmüş, kasten yanına gitmemişti... oda kapısının arkasında dikilen Şamil'in beyaz karaltısına bakarak kıs kıs gülüyordu. Aminet'i uzun bir süre boşuna bekleyen Şamil... odasına döndü", 109-116
b."Şamil kadınları sürüp öldürmek, oğlunu da kör etmekle tehdit ediyordu onu. Ailesini onun elinden kurtarmak isteyen Hacı Murat, bu işi Nuha'ya yerleştikten sonra kendisine bağlı olan Dağıstanlıların yardımıyla, zorla veya kurnazlıkla yapacaktı. Son gelen haberci, kendisine sadık olan Avarların bu işi seve seve yapacaklarını, ailesini kaçırıp Rus topraklarına geçireceklerini... Ailesini kaçırmak için dostlarına üç bin ruble göndereceğini bildirdi.../.../ Etraf kararınca başları kukuletalarla sarılı iki haberci geldi dağlardan. Komiser Hacı Murat'ın yanına götürdü onları... Hiç de iyi değildi getirdikleri haberler. Avarlar ailesini kurtarmaya söz vermişlerdi ama, Şamil'den korktukları için bunu kesinlikle yapamayacaklarını açıklıyorlardı.../.../ "Şamil'e inanıp dönsem mi?... bağışlamaz beni..."/ Dağlıların... İnsan eline düşmüş bir şahinin öyküsü... avcıların eline düşen şahin, nasılsa kurtulmuş... kardeşlerinin yanına kaçmış... kardeşleri aralarına almamışlar onu.../.../ "Gümüş zilleri takanların yanına dön sen."/... ayrılmak istemeyen kardeşlerini gagalamışlar./ "Beni de gagalayacaklar böyle" diye düşündü Hacı Murat.../... karar vermişti en sonunda. Avarlılardan kendisine sadık kalanlarla birleşip Vedeno'ya baskın yapacak, ya ailesini kurtaracak, ya da ölecekti orada... Ruslardan olabildiğince çabuk kaçması gerektiğini biliyordu.../... Hacı Murat beşmetini masaya bıraktı ve beşmetin içindeki paraların masaya değmesi sert bir ses çıkardı. Az önce aldığı altınlardı bunlar. Eldar'a uzatıp:/ -"Bunları da dik," dedi./.../... Hamzalo/ Neden silahların hazırlanmasını emrettiğini anlamıştı... önüne geçilmez bir istek vardı: Rus köpeklerinden vurabildiklerince çok vurup, doğradıktan sonra dağlara kaçmak... seviniyordu.../.../ "Hançerin çeliği beyaz göğsümü parçaladı" şarkısını anımsadı.../.../ Hacı Murat'ın babasına yazılmıştı bu şarkı. Han'ın karısı... Murat'ın annesini istemişti. Oğlundan ayrılmak istemeyen Patimat razı olmamıştı bu işe. Kocası kızmış, gitmesini istemiş, o da direnmişti. Hançeriyle üstüne saldırmıştı öfkelenen kocası. Yetişip kurtarmasalar belki de ölmüş olacaktı. Patimat böylece oğlunu, sütüyle besleyip büyütmüş", s. 128-134
ŞŞ ve Çeçenlerle ilgili söylenecek başka olumsuz bir şey var mı? Sanırım olumsuzlukların hepsi söyleniyor: Yalancı, güvenilmez, katil, hain, ikiyüzlü, bencil, cani, hileci ve diğerleri.
İki paragrafta bir filmlik malzeme!
***
6.Çar'a ve Rus yöneticilere yoksa da, genelde Rus tarafına övgüler var; "Steptzov: Dağlıları kasıp kavuran bir Kazak alayının komutanıydı. Şeyh Şamil'in adamları tarafından vurulmuştu", "Dağlıları kılıçtan geçiren bu gözü pek subayın kabadayılığı üzerineydi konuşmaları hep", s. 32, 33; "... yakışıklı... subay... Butler... uçan güllelerden korkup bir kez bile başını eğmiyeceğini, kurşun vızıltılarını hiç umursamayacağını... düşünüp seviniyordu", s. 97, "Butler... Kafkasya'ya geldiği için büyük bir sevinç duyuyordu", s. 99; ifadelerinde olduğu gibi.
***
7.Bir de, Kafkaslıları bırakıp Rusların tarafına geçen HM her fırsatta övülüyor; "görkemli", "sevimli", s. 35; "gururlu, heybetli", s. 43; "Olağanüstü cesur adam. Kusursuz bir insan", "büyük adam", s. 55; "Dağlılara özgü, onurlu, cenkçi bir duruşla uzaklaştı", "Geçimli, akıllı, haksever", "İyi adam işte", 122, "Ölürken bile tam bir yiğitti.", s. 140; ifadelerinde olduğu gibi.
***
 8."Tatar olabilir ama iyi...", s. 122,  ifadesiyle Tatar olduğu vurgulanan HM Ruslarla sürekli tercüman aracılığıyla konuşuyor, "tercüman bir Çeçen", s. 34, "Tercüman Çeçen sözlerini Rusçaya çevirdi", s. 36, HM "iyi bildiği Kımıh lehçesiyle ağır ağır konuşmaya başladı", s. 59, "Kendisine verilen Yaver Loris-Melikov", s. 61, "Tatarcayı düzgün konuşuyordu", s. 62, "Tatarca konuştuğunu duydu", s. 67, ifadelerinde işaret edildiği gibi;  peki,"Boğazdan gelen, Çeçenlere özgü konuşma", s. 19, diline sahip Çeçenlerle hangi dilde anlaşıyor; belirtilmemiş; sadece eksiklik mi?
***
9.Bazı konuşmaların kimler arasında geçtiği belli değil, mesela s. 19, 34, 35, 52'de; bazı eylemlerin de nedeni belli değil, hatta bu eylemler anlamsız, mesele, Vorontzov "güldü", s. 34, HM'nin "gözlerinin içi gülüyordu",  "neşeli yüzü ciddileşip sert bir anlam kazandı", s. 37, 39, Han Mahoma "göz kırptı", s. 69; sadece özensizlik mi?
***
10."Kımıh", 59; "Çence", s. 79; deniyor: bunlar bizdeki Kumuh ve Çeçenya sözcükleri olmalı!
***
11.Şu ifadeler de hiçbir şey eksik kalmasın, yeterince renkli olsun diye yazılmış olmalı:
a.Tiflis'te; "İtalyan uşağı Jovanni", s. 56, "Fransız enfiyesi", s. 57, "İtalyan operası", s. 61,
b."Maskeli kadın, İsveçli bir mürebbiyenin kızıydı... Nikolay'a kendi ağzıyla anlattığı gibi... resimlerine baka baka onu tapınırcasına sevmiş", s. 87,
c."Nikolay... kayınbiraderi Prusya Kralını; onun güçsüzlüğünü, budalalığını anımsadı", s. 88; "Polonyalıların birer alçak olduğuna inanması gerekirdi", s. 92; "Nikolay, yüzlerce çıplak kadının mayolarla geçit yaptığı baleye gitti", s. 96.
 ***
12.Son da şöyle: "25 Nisan'da beş Kazakla birlikte çıktı geziye.../.../ Silahlarına daha çabuk davranan Dağlılar hem ateş ediyorlar, hem de kılıçla saldırıyorlardı... Mişkin atını geri çevirip olanca hızıyla kaleye sürdü.../... peşlerinden yalnız Kazaklar değil... milisler de gönderildi... bin ruble ödül verilecekti./.../... dağa çıktığını sanırlardı... aksi yöne sola saptı... her yer bataklıktı.../ Irmağa çok vardı daha.../ Karganov... aramaya koyuldu ama hiçbir şey bulamadı... yaşlı bir Tatar görüp... sordu ona, o da gördüğünü söyledi... adacığa sığınmışlardı... sarıp sabahı beklediler.../.../... yeni gelenlerin gürültüsü duyuldu. İkiyüz kişi kadardılar. Başlarındaki de Mehtulin'li Hacı Ağaydı. Dağlarda otururken canciğer arkadaştılar Hacı Murat'la... Yanında da Hacı Murat'ın düşmanının oğlu Ahmet Han vardı.../.../... Hacı Ağa ona doğru atılıp kamasını başına indirdi... Hacı Ağa iki kama darbesiyle başını ortadan ayırdı", s. 142-148.
Son böyle, ama bir şey eksik kalmış: baştan itibaren hep olumsuz şekilde resmedilen Çeçen Hamzalo'nun sonu yok; gayri ciddilik değilse, nedir?
***
 13."İşte bana bu ölümü anımsattı sürülmüş tarlanın ortasındaki çiğnenmiş devedikeni", s. 149; bu da, öykünün çok sanatkarane sayılabilecek son cümlesi oluyor.
***
Bu kitabın Kafkaslardaki özgürlük mücadelesini anlatan bir eser olmadığı bence çok açık!
Belki, biraz, Tatar övgüsü...
Peki, peygamberimsi bir tarikat lideri rolüne soyunduğu yaşamının son yıllarına yakın bir zamanda Tolstoy bu öyküyü neden yazdı, acaba?
Cevabı bilemiyorum, ama bence, yazmakla çok iyi etmiş!
Bu öykü bir tür tarih kitabı işlevine sahip!
O olmasa bilgilerimiz muhtemelen eksik kalırdı!
Bir tür, tarihi "düşman"dan öğrenmek değil mi?
Yani, eksiklik...

1.4.2017-Ankara