21 Aralık 2020 Pazartesi

KEŞKE

Keşkelerimden bazıları şöyle: 1.Daha çok bencil olsaydım. 2.Borç isteyenlerin çoğunluğuna hayır demiş olsaydım. 3.Yıl sonunda bitirmeden okunmasını yarım bıraktığımız lise ders kitaplarının kalan kısımlarını da dikkatlice okumuş olsaydım. 4.Daha çok okusaydım. 5.Yazı yazmanın değerini zamanında idrak edip sürekli olarak yazmış olsaydım. 6.İnatla şiir yazmaya çalışmış olsaydım. * 17.1.2020

Konuşma

Ve hareket. * Bence, ikisi de çok önemli. * Yıllar, galiba 40 yıl kadar, öncesinden başlayan cilt rahatsızlıklarım vardı. Sanıyorum, doktorlar adını tam olarak koyamıyorlardı, ama sedef, egzama, gülleme, ve benzeri, adlar söylüyorlardı. Yıllar boyunca ülkenin adları en başta anılan üniversitelerinden bazılarındaki hocalar da dahil olmak üzere çeşitli uzman ünvanlı çok sayıda doktora gittim, uzman doktor imzası olmadan kullanılmaması gerekenler de dahil verdikleri çeşitli ilaçları uzun yıllar boyunca kullandım, ama sorunuma çare bulamadım. Bu süre içinde doktorların verdikleri ilaçları kullandığımda çok kısa süreler içinde görüntüde biraz olumlu gelişme oluyor, ancak kısa bir süre sonra durum eski haline dönüyordu. Bıkmıştım, doktora gitmek de istemiyordum. Ama ilaç kullanmayınca da özellikle yüzümün görünümü koca koca yaralar varmış gibi bir hal alıyor ve çok rahatsız edici bir görüntü ortaya çıkıyordu. Beş yıl kadar önce kardeşimle bir konuşmamızda bu konu açıldığında şunları söyledi: Benim ayağımda nasır benzeri bir durum vardı, ablamın tavsiyesi üzerine ayağımı her gün bir süre sirkeli suda beklettim ve bunu birkaç gün sürdürdüm, bunun sonucunda ayağımdaki sorun yok oldu, istersen sen de sirkeli su ile cildini temizle, belki iyi gelir. Dediğini yaptım ve çok kısa sürede olumlu etkisini gördüm. Yıllarca doktorlardan ve ilaçlardan bulamadığım çareyi sirkeli suda buldum. Kökten tedavi değilse de, en azından görüntü tamamen düzeldi. Halen sirkeli suyu kullanmaya devam ediyorum ve aynı olumlu etkiyi görüyorum. Yaklaşık beş yıldır cilt doktoruna gitmiyorum. Ve, en azından görüntü olarak sorunum yok. Bu da çok rahatlatıcı. * Dört yıl kadar öncesinden başlayan bir kol ağrım vardı. Sağ kolumun omuz ile dirsek arasında kalan kısmında özellikle gece yattığımda bazen beni uykudan dahi uyandıran şiddetli bir ağrı oluyordu. Bu ağrı yüzünden kolumun hareket kabiliyeti de azalmıştı. O kolumu kullanarak sırtımı dahi kaşıyamıyordum. Çok sıkıntılı bir durumdu. Yaklaşık bir yıl kadar önce bir konuşma sırasında bu durumumdan bahsettiğimde kız kardeşlerimden biri kolları yukarıya kaldırıp indirmekten ibaret basit bir hareket gösterip bu hareketi aksatmadan her gün yüz defa yaparsan iyi gelir deyince, onun tavsiyesine uydum, dediğini yaptım. Bir süre sonra ağrılarım geçti. Gece daha rahat uyuyorum. O hareketi yapmaya devam ediyorum. * Bu durum vesilesiyle hareketin ne kadar önemli olduğunu da idrak ettim. * Benim açımdan paha biçilemez iki deneyim. * Konuşmak, Dinlemek, Faydalanmak, Hareket, çok önemliymiş. En azından benim için çok faydalı oldu. * 17.12.2020

15 Aralık 2020 Salı

SAĞLIK FORMÜLÜ

Okuduklarım ve dinlediklerimden anladığıma göre, bence beden ve ruh sağlığının formülü şu: 1.BOL HAREKET, yeterince spor, 2.Gecenin 23-06 saatleri arasındaki kısmını içerecek şekilde YETERLİ UYKU, 3.TEMİZ HAVA, 4.BOL SU, 5.HİÇ ya da çok az ŞEKER- un ve alkol gibi türevlerini de içerecek şekilde, 6.HİÇ TÜTÜN, 7.Dengeli beslenme- BOL SEBZE, YETERLİ TAHIL, YETERLİ TOHUM içerecek şekilde, 8.GÜNEŞ IŞIĞI, 9.DOST SOHBETLERİ, 10.BOLCA OKUMA VE YAZMA, 11.YETERİNCE SANAT VE OYUN.

10 Kasım 2020 Salı

NASIL YAŞANIR YA DA BİR SORUDA MONTAIGNE'İN HAYATI VE CEVAPLAMAK İÇİN YİRMİ TEŞEBBÜS

Sarah Bakewell, Çeviri: Emre Ülgen Dal, III. Baskı: Kasım 2018, domingo yayınları, İstanbul Bolca ayrıntı. Güzel bir anlatım. Öğretici. Hoş. Beğenerek okudum. * Yazarın nasıl yaşanır sorusuna Montaigne'den bulup verdiği 20 cevap şöyle: -1. Ölümü dert etmeyin -"… yaşam ölümden daha güçtür" 21 -2. Dikkatinizi verin -3. Doğun -"… kitap tembelliğine ve beceriksizliğine dair itiraflarla dolup taşıyor" 45-47 -4. Çok okuyun, okuduklarınızın çoğunu unutun ve kalın kafalı olun -“Kendi kanısına göre sadece tembel değil, aynı zamanda geç anlayan biriydi” 72 -“Yavaşlık ve unutkanlık; nasıl yaşanır sorusuna verilecek güzel yanıtlardı… kamuflaj sağlıyorlardı; düşünerek karar verebilmek için gereken zamanı tanıyorlardı” 88 -5. Sevdikten ve kaybettikten sonra ayakta kalın -“… kaybının şokunu atlatmak için… yazmanın tedavi edici faydalarını keşfetti” 107 -6. Küçük oyunlar oynayın -“İşin anahtarı… farkındalığı geliştirmektir… Bu, iç dünyaya kulak verme çağrısıdır” 110 -7. Her şeyi sorgulayın -“ Socrates’in şu sözünde özetlediği gibi: Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir. Pyrrhoncu kuşkuculuk… ekler: “Ki bundan da emin değilim.” Tek felsefi ilkesi budur” 123 -“Doğamız gereği, hiçbir şeyi olduğu gibi göremiyor olabiliriz” 128 -8. Dükkanın arkasında size ait bir oda bulunsun -“Sokrates’e saygı duymasının pek çok nedeninden biri de onun sinirli bir eşle yaşama sanatını kusursuzlaştırmış olmasıydı. Montaigne’e göre Sokrates çok çile çekmişti… Sokrates’in sabır ve mizah taktiğini uygulayabilmeyi umuyordu; Alkibiades dırdıra nasıl dayandığını sorduğunda verdiği yanıt çok hoşuna gitmişti. İnsan alışıyor, demişti Sokrates; “Ben de kuyudan su çekenlerin çark sesine alıştıkları gibi alıştım.” Montaigne, Sokrates’in kendi ruhsal gelişimi için bu deneyi felsefi bir “hile” olarak uyarlayışını ve karısının asabiyetini sıkıntılara dayanma sanatında egzersiz olarak kullanışını da seviyordu./ Françoise… annesi… Montaigne’in o iki kadın arasında kalıp erkenden mezarı boyladığını düşünmek işten bile değil” 155, 156 -“… yürümeyi severdi. “… bacaklarım yürümüyorsa, aklım da çalışmıyor.” Kadın ve erkeğin yaşam tarzlarının ayrılması normaldi… 1452’de… Alberti… “Karıkocanın yatak odaları ayrı olmalıdır…” 157 -9. Candan olun; başkalarıyla birlikte yaşayın -"… toplum içinde yaşamak ve dostluk kurmak için dünyaya gelmişim./ İnsanların arasına karışmaya bayılır. Sohbeti her şeyden çok sever… konuşmak kitap okumaktan daha iyidir… Her türlü konuşma iyidir; iyi niyetli ve dostça olduğu sürece… “Dünyayla ilişkiler, bir insanın yargı gücü için olağanüstü bir aydınlık olabilir…”/… açık tartışmaları severdi. “Benimkilere ne kadar karşı olursa olsun, hiçbir öneri beni sarsmıyor, hiçbir inanç beni yaralamıyor.” Karşıt düşüncelerin öne sürülmesinden hoşlanırdı… Descartes gibi ateşe bakmaktansa, etkileşim yoluyla düşünmeyi tercih ederdi” 169 -“Montaigne için “rahatlık ve kolaylık” yalnızca yararlı beceriler değil, iyi yaşamanın olmazsa olmazlarıydı” 170 -“Hıristiyanlık… basit bir çözüm önerir: Galip gelen her zaman merhamet göstermeli, kurban ise diğer yanağını çevirmelidir… Montaigne işin teolojik yönüne ilgisizdi; o her zamanki gibi antikçağ yazarlarına gömülmüş, Hıristiyan bakış açısını un utmuştu…/…/… her türlü aşırı durum için hissettiği gibi, hiddeti de korkunç buluyordu. Jül Sezar’ın askerlerini vahşete davet eden… konuşmalarından hiç haz etmezdi./…/ Zalimlik… midesini bulandırıyordu… Zalimlikten zalimce nefret ettiğini yazıyordu… avlanmaya dayanamıyordu. Bir tavuğun boğazlandığını… görmek bile onu dehşete düşürüyordu…/… yaşadığı dönemde yaygın olan işkencelerle idamları sindirmesi de mümkün değildi… “Bir insanı incitmek konusunda o kadar korkak davranıyorum ki, akla hizmet etmek amacıyla bile bunu yapamıyorum. Suçluları cezalandırmak için fırsat verildiği zaman bile, adaleti sağlayamıyorum.”…” 175-178 -“Leonald Woolf… Ona göre Montaigne, “Aynı zamanda bütünüyle modern ilk insandı.”… modernliği, “kendisinin ve diğer tüm canlıların… bireyselliğine duyduğu yoğun farkındalık ve tutkulu ilgi”de yatıyordu./ Bir domuzun ya da farenin bile bir “ben” duygusu olduğunu ifade etmişti Woolf. Descartes’ın şiddetle reddettiği iddia tam olarak buydu” 179 -10. Alışkanlık uykusundan uyanın -11. Ölçülü yaşayın -“Bana göre dünyanın en güzel yaşamı, mucizeden ve aşırılıktan uzak, ortak insan ölçülerine uyan yaşamdır./ Hüsrana uğrayan okurlardan biri de… Lamartine’di. İlk karşılaştığında Montaigne’e taparcasına hayran olmuş… sonra idolüne düşman oldu… denemecinin ölçülü olma anlayışı midesini bulandırıyordu./ George Sand de… ondan sıkılıvermişti./…/… romantikler… asabiyete gelemezlerdi./…/ Montaigne ruhun gerçek büyüklüğünün “sıradanlık”ta bulunabileceğini iddia edecek kadar ileri gitmişti; bu şok edici ve hatta aşırı uçta bir yorumdu. Modernlerin çoğuna sıradanlığın zayıf ve sınırlı bir durum olduğu öğretilmiştir… Montaigne Tanrısal hırslara güvenmez: Onun gözünde insanüstü olmaya çalışanlar, insanlık seviyesinin altına düşerler… Gerçek anlamda insan olmak, yalnızca sıradan olmayı değil, tertip ve düzen içinde davranmayı gerektirir” 196-199 -12. İnsanlığınızı koruyun -13. Daha önce kimsenin yapmadığı bir şeyi yapın -14. Dünyayı görün -“1580 yılında… dünyayı… görmek için yola koyuldu… on yedi ay… şatosundan uzak…” 227 -“Roma… bir hac mekanıydı…/… O varlıklı bir soyluydu… /… silahlı soygunlar nedeniyle Roma güzergahında yolunu değiştirmişti…/… rüşvet ve aşırı bürokrasisi ile ünlü İtalya’da memurlara rüşvet vermesi gerekti. Bütün Avrupa’da şehir kapıları sıkı biçimde korunuyordu; doğru pasaportlar… izinler… göstermeliydiniz… Bu herhalde Soğuk Savaş’ın en şiddetli döneminde komünist bir ülkede yolculuk yapmaktan farksızdı; ama burada daha büyük kanunsuzluk ve tehlike söz konusuydu./…/… yalnızca yerel yemekleri yiyor…/ Yurtdışında yurttaşlarıyla karşılaşan Fransızların aşırı sevinci yüzünü kızartıyordu. Fransızlar önce kucaklaşır, sonra… koca bir akşamı yerel halkın barbarlıklarından şikayet ederek geçirirlerdi… Montaigne… kendi ülkesi için söyleyecek tek kelime iyi lafı olmamasına rağmen, bulundukları ülkeyi abartılı övgülere boğar… sekreteri… ekler… Fransız olan her şeye duyduğu tiksintinin belki de… “başka sebepleri” vardır./…/ Yeme alışkanlıklarındaki farklar… adeta büyülüyordu…/…/… Venedik… harika bulmadı… Burada başka yerlerde olmayan özel bir siyasi büyü var gibiydi. Sadece kazancı olacaksa çatışmalara giriyor ve kendi içinde adil bir devlet olarak yönetiliyordu… kentin itibar ve lüks içinde yaşayan kibar fahişelerine de hayran kaldı…/…/… Roma…/ Kapıda… Eşyaları didik didik arandı. Memurlar… kitaplarını saatlerce inceledi. Roma’da Papa’nın borusu öterdi ve burada düşünce suçları fazlasıyla ciddiye alınırdı…/ Denemeler’in bir nüshası da incelenmek üzere götürüldü. Ancak dört ay sonra… önerilen düzeltilerle birlikte iade edildi… sonradan resmi bir kilise görevlisi, itirazların ciddi olmadığını… söyledi ona… önerileri görmezden geldi…/… buradaki havanın çekilmez olduğu görüşündeydi. Ama… Romalı olmak dünya vatandaşı olmak demekti… Roma vatandaşı olmayı istiyordu ve bu onur… kendisine verildi…/ Roma o kadar büyüktü ve o kadar çok çeşitliliği içinde barındırıyordu ki, orada yapabileceğiniz şeylerin sınırı yok gibiydi…/…/ Sonra… geri çağrıldı” 228-237, 242 -15. İşinizi iyi yapın ama çok da iyi yapmayın -16. Tesadüfen filozof olun -"Montaigne… Fransa dışında onu ilk İngilizler benimsedi…/…/… Katolik Kilisesi’nin kitabı Yasak Kitaplar Listesi’ne eklemesi Protestan İngilizlerin umurunda bile olmadı. Hatta kendilerini… bir adım önde hissettiklerinden hoşlarına bile gitti. Fransız Akademisi’nin edebiyatın tümüne klasik güzellik bakımından katı ölçüler getirmesiyle birlikte Fransızlar kendi en iyi yazarlarını tanıyamaz oldular… “özgür ve asi” bir yazarın Fransız estetiğinde yeri yoktu, ama İngiliz dili onu kayıp oğlu gibi kabul edip bağrına bastı…/… Montaige’in ayrıntıları soyutlamalara tercih etmesi, akademisyenlere güvenmemesi, ılımlılık ile rahatlığı yeğlemesi, mahremiyet arzusu –“dükkanın arka odası”-; bunların hepsi İngilizlere de hitap ediyordu…/ Bir de felsefesi vardı… Hazlitt… över:/ Kalemini eline aldığında kendini filozof, düşünür, hatip ya da ahlakçı yerine koymadı, ama bize aklından geçenleri bütün çıplaklığıyla söylemeye cüret ederek bunların hepsi oldu” 272, 273 -17. Her şeyi iyice düşünüp taşının, hiçbir şeyden pişman olmayın -18. Kontrolü bırakın -19. Sıradan ve kusurlu olun -20. Bırakın da yanıtı hayat versin * Denemeler'de yazılanların çağlar boyunca farklı farklı şekillerde anlaşılmış olmasına ilişkin anlatım bence çok ilginç. Son beş yüz yılın bir tür düşünce tarihi anlatımı gibi! * -“Her dönem kendi yeni Montaigne’ini yaratır” 282 -“Montaigne bir kitabı yayımladığınız anda onun üzerindeki kontrolü yitirdiğinizi çok iyi biliyordu. Başka insanlar ona istedikleri gibi davranabilirdi… İnsanlar her zaman onda aslında söylemeyi amaçlamadığı şeyleri bulacaktı…/ …/… İnsanlar… sizi kendi amaçlarına uydururdu” 305-313 * Bir örnek olarak, Denemeler'de yazılanlar başlangıçta Kilise tarafından yararlı görülmüş, ancak sonradan 180 yıl boyunca yasaklanmış. * Yazar bir yerde şöyle diyor: “Bu kitap kısmen, Montaigne’in, bir tür zihinlerden oluşan kanal sistemi aracılığıyla zamanın içinde nasıl aktığının hikayesi oldu…/… ilk okurlar… stoacı bilgeliğini övdüler,/ Descartes ve Pascal gibileri… hem büyüleyici hem de tatsız bulmuşlardı,/ 17. yüzyıl libertinleri… sevdiler,/ 18. yüzyıl aydınlanma filozofları… kuşkuculuğu… onlara da ilginç gelmişti,/ Romantikler… sıcak olmasını istediler,/ Hayatları… altüst olan okurlar… dostları olarak gördüler,/ 19. yüzyıl sonunun moralistleri… etik damardan yoksun oluşunu üzücü buldular… onu… yeniden yarattılar,/ İngiliz denemecileri… dört yüz yıllık Montaigne okumasından geldiler,/… Nietzsche… saygı duydu… yeniden tasarladı,/ Virginia Wolf gibi modernistler… hayatta ve farkında olma duygusunu yansıtmaya çalıştılar,/ Editörler… farklı biçimlere soktular,/ 20. yüzyıl yorumcuları… bir avuç sözünden olağanüstü bir yapı inşa ettiler./ Yol boyunca, idrar yollarından gereğinden fazla söz ettiğini düşünenler oldu, üslubunun düzeltilmeye ihtiyacı olduğunu düşünenler oldu, onu fazla senli benli bulanlar oldu. Kimileri ise onda bir bilge ya da ikinci bir benlik buldu…/ Bu farklı okumaların çoğu, Montaigne’in aktardığı –ve değiştirdiği- şekliyle, üç büyük Helenestik geleneğin dönüşümleridir. Böyle olması son derece doğal, çünkü söz konusu gelenekler Montaigne’in düşüncelerinin temeliydi ve etkileri Avrupa kültürünün bütününe yayılır. İlk ortaya çıktıkları zaman bile birbirinden ayrılması zor olan bu gelenekler, Montaigne’in modernleştirilmiş versiyonunda tam kördüğüm olur. Onları bir arada tutan… ortak arayışları olan… insanın gelişmesidir ve bunu başarmanın en iyi yolunun dengeden ve ölçülü olmaktan… geçtiğine olan inançlarıdır. Bu ilkeler onları Montaigne’e bağlar. Ve… okurlara geçer” 314, 315 * Ayrıca şunlar da var: -“Katolik Kilisesi birkaç on yıl boyunca Pyrrhonculuğu kucakladı… Denemeler’i… sapkınlığın değerli panzehirleri görüp, destekledi…/…/… Kilise… tehlikeyi fark etti ve gelecek yüzyılda fideizmin itibarını düşürdü” 130 -“… hayatını Katolik Kilisesi’yle ciddi bir sorun yaşamadan geçirdi… 1580’lerde İtalya ziyareti sırasında engizisyon memurları Denemeler’i incelemiş, önemsiz bir itiraz listesi çıkarmışlardı” 131 -“Montaigne en başlarda Ortodokslar tarafından kucaklanmış, yeni bir Pyrrhon, yeni bir Seneca, dini bütün, kuşkucu bir bilge olarak benimsenmişti: yazdığı kitap insana teselli sağlamanın yanı sıra, ahlaki açıdan da geliştiriciydi. İşte bu nedenle gelecek yüzyılın sonunda… Denemeler’in Yasak Kitaplar Listesi’ne alınıp neredeyse yüz seksen yıl listeden çıkarılmadığını öğrenmek insanı şaşırtıyor./ Sorunu başlatan hiç önemsiz denebilecek bir konuydu: Hayvanlar./…/… hayvanlar işbirliği içinde çalışma konusunda başarılıydı… yardımlaşıyorlardı…/ Ton balıkları ise gelişmiş bir astronomi anlayışı sergiliyordu… Geometri ve aritmetik de biliyorlardı; çünkü her yüzeyi birer kare olan kusursuz bir küp biçimini alabiliyorlardı./ Ahlaki açıdan da hayvanlar en az insanlar kadar asil olabilirdi…/ Hayvanlar çeşitli yeteneklerde bizden üstündü…/ Yine de biz insanlar diğer yaratıklardan ayrı bir yere sahip olduğumuzu… düşünmekte ısrar ederiz…/ Montaigne’in hayvan öyküleri başta okurlarına hem hoş, hem de zararsız görünmüştü. Hiç değilse ahlaki açıdan öğreticiydiler; insanoğlunun, Tanrı’nın dünyasındaki çoğu şeyi ne anlamaya ne de hükmetmeye kadir olamayacak, iddiasız varlıklar olduğunu gösteriyorlardı . Ancak… 17. yüzyıla gelindiğinde, insanlar kendilerini ahtapottan daha yeteneksiz ya da kaba olarak gösteren bu tablodan giderek rahatsızlık duymaya başladı. Mütevazılaştırıcı değil, aşağılayıcı bulunuyordu bu görüş. 1660’lara gelindiğinde… Montaigne’in kolaylıkla kabullendiği şeyler, yani yanılabilir oluşumuz ve hayvansı yanımız, artık savaşılması gereken şeylere dönüşmüştü; neredeyse şeytanın bir oyunuydu bu./… 1668 yılında Piskopos… Montaigne’i vaiz kürsüsünden kınadı…/…/ Bu tip meydan okuyucu tavırlar yeniydi, insan onurunun “sinsi” bir düşmana karşı savunulması gerektiği duygusu da. 17. yüzyıl Montaigne’in bilgeliğini kabul etmeyecek, onu hilebaz, yıkıcı biriymiş gibi görmeye başlayacaktı. Montaigne’in, hayvan hikayeleri ile üstünlük taslayan insanoğlunun kirli çamaşırlarını ortaya dökmesi, özellikle yeni dönemin en büyük iki yazarını, Rene Descartes ile Blaise Pascal’ı rahatsız edecekti. Bu ikisi birbirlerinden hiç ama hiç haz etmezlerdi; bu yüzden iş Montaigne’i reddetmeye gelince birleşmeleri, olan biten her şeyi daha da enteresanlaştırır./… İnsanlar… düşünebilir ve “düşünebiliyorum” diyebilirlerdi. Hayvanlar ise bunu yapamazdı. Bu nedenle Descartes’a göre ruhları yoktu ve bir makineden farksızdılar…/ Descartes bir hayvanla gerçek anlamda bakışamazdı. Montaigne’se bunu yapabilirdi; yaptı da… şöyle der: “Ben kedimle oynadığım zaman, benim onunla zaman geçirmemden çok onun benimle eğlenmediğini nasıl bileyim?”…/…/… kedisine baktığında, kedinin de ona baktığını görür…/ Descartes örneğindeki sorun bütün felsefi yapısının mutlak bir kesinliğe ihtiyaç duymasıydı… Burada, Montaigne’in sınırları bulanıklaştıran belirsizliklerine yer olamazdı… Yine de, kaderin cilvesi, Descartes’in mutlak kesinlik noktası arzusu, Pyrrhoncu kuşkuculuktan anladığına yanıt olarak doğmuştu; eh, Pyrrhoncu kuşkuculuğu da… Montaigne’den öğrenmişti./ Descartes’a çözüm 1619 Kasımı’nda geldi… kendini sobalı bir odaya kapadı ve koca bir günü hiç bölünmeksizin düşünmeye adadı… kuşkucu varsayımla başladı… yerine mantıkla doğrulanmış olanları koydu. Tamamen zihinsel bir süreçti bu: Aklında adım adım ilerlerken, sobanın yanından hiç kıpırdamadı… Descartes’ın imgesi Montaigne’in imgesine tam bir tezat oluşturuyor; biri… otururken, diğeri bir ileri bir geri yürüyor…/ Descartes… akıl yürüttü… İlk keşfi kendi var oluşuna dairdi:/ Düşünüyorum, öyleyse varım./ Bu güvenli noktadan yola çıkarak tümdengelimle Tanrı’nın var olması gerektiği sonucuna vardı. Zihninde “açık ve seçik” bir Tanrı fikri olduğuna göre, bu yalnızca Tanrı’dan gelmiş olmalı… şöyle yazdı: “Açık ve seçik algıladığım her neyse, doğrudur.” Descartes’ın felsefesinin en şaşırtıcı ifadelerinden biri de bu olsa gerek; Montaigne’in düşünce tarzından olabilecek en uzak nokta. Yine de, bunların hepsi Montaigne’in en sevdiği kuşkuculuk kolundan çıkmış oldu; Pyrrhon kuşkuculuğu her şeyi, kendisini bile kuşku altında bırakarak Avrupa felsefesinin ortasına kocaman bir soru işareti bıraktı./ Descartes’ın sözümona şaşmaz mantık zinciri saçma görünebilir, ancak bir önceki yüzyılın düşünceleri ışığında değerlendirilirse anlam kazanabilir; ki bunlar, Descartes’ın arkasına bakmadan kaçmak istediği düşüncelerdir. En önemlileri, -Montaigne’in Descartes’ın kuşağına aktardığı iki büyük düşünce sistemi olan- her şeyi parçalayan kuşkuculuk ile her şeyi inanç temelinde tekrar bir araya getiren fideizm. Descartes kendini asla fideizm noktasında bulmak istemiyordu… Ama bir bakıma tam olarak da bu oldu; fideizm, kopması zor bir gelenekti./ Descartes’ın getirdiği gerçek yenilik, kesinliğe duyduğu güçlü arzuydu… Uzaklaşayım derken kuşkuculuğu… o zamana kadar düşünülmemiş boyutlara çekti… Belirsizlik Descartes için… bir yaşam tarzı değil, buhran safhasıydı…/…/… burası 17. yüzyılın Montaigne’in dünyasından gerçekten ayrıldığı noktadır: Onlar kuşkuculuğun kabustan beter olduğunu keşfettiler…/…/ İblisler Descartes’ın zamanında da… gerçek ve korkutucuydu… bizi sistemli biçimde aldatıyor olabileceği düşüncesi herkesi deliliğe sürükleyebilirdi. Daha kötü olan şey, Tanrı’nın kendisinin de bizi böyle aldatabileceği ihtimaliydi ki, Descartes bunu şöyle bir ima edip hemen geri çekilmişti./…/… orta bir yol bulundu… ruhen Montaigne’e çok daha yakın, pragmatik bir uzlaşıydı. Modern bilim, tam bir kesinlik aramaktansa, kuramda kuşku unsuruna yer bırakır… dünyayı göründüğü gibi kabul ederiz; ama hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı olasılığını da resmen kabul ederiz…/ Montaigne’in Pyrrhonculuğu iyice panik olunca ortaya çıkan şey Descartes’ın korku hikayesiydi” 132-140 -“Pascal bize, edebiyatın en gizemli metinlerinden birini, Denemeler’in “tehlikeli” gücünü savuşturmak amacıyla tutkuyla içini döktüğü Düşünceler’i bıraktı./…/ Pascal’ın Descartes’la neredeyse hiç ortak yanı yoktu; kuşkuculuk saplantıları dışında. Coşkulu bir tasavvufiydi o; Descartes’ın sadece akla güvenmesinden hoşlanmıyor, “geometri ruhu” dediği şeyin felsefeye hakim olmasından kederleniyordu. Aslında akılcılığa duyduğu nefret onu Montaigne’e yöneltmeliydi ve bir bakıma da böyle oldu, çünkü sürekli Denemeler’i okudu. Ancak… Pyrrhoncu geleneği o kadar rahatsız edici buldu ki… kınayıcı düşüncelerini yazıya döktü… Montaigne, Pascal’ın işkencecisi, baştan çıkarıcısı olmuş, adeta onu günaha çağırmıştır./ Pascal… onun dini inancı tehdit ettiğine emindi. Kuşku artık kilisenin dostu değildi; kuşku şeytana aitti ve onunla savaşılmalıydı. Sorun da burada yatıyordu… kuşkuculukla savaşmak imkansızdı… her çaba, her şeyin tartışmaya açık olduğu iddiasını güçlendirmekten başka bir işe yaramıyor…/…/… Ama yine de savaşılmalıydı. Bu ahlaki bir görevdi; aksi takdirde kuşku her şeyi –bildiğimiz dünyayı, insanın yüceliğini, aklıselimliği ve Tanrı duygusunu- büyük bir sel önüne katıp götürecekti…/…/ Pascal Montaigne’le savaşamadığından, onu okumadan –ve hakkında yazmadan- edemiyordu… Pascal, asıl dramın kendi ruhunda gerçekleştiğinin de farkındaydı. Bunu şu sözlerle itiraf edecekti: “Denemeler’de gördüklerimin hepsini Montaigne’de değil kendimde buluyorum.”/…/ … Pascal Montaigne’i kopyalarken, onu bir yandan da değiştirmişti… böylece yeni bir şey yarattı./ Önemli olan duygusal farktır… insan doğasının gurur duyulmayacak yönleri üzerine kafa yormuşlardı…Montaigne bunlara keyif ve hoşgörüyle bakarken, Pascal, Descartes’ın bile aklına gelmeyecek büyüklükte korkuya kapıldı./ Pascal için yanılabilirlik zaten katlanılmazdı… Montaigne için insanoğlunun kusurları yalnızca katlanılabilir değil, neredeyse bir kutlama vesilesiydi…/… Nasıl Descartes Pyrrhonculara zihinsel huzur sağlayan yorganın altında canavarlar bulur, Pascal da aynı şeyi stoacılarla Epikurosçuların en sevdiği hilelerden birine, insanın uzaydan bakılınca ufacıklığı fikrine yapar ve bu düşünceyi bir korku filmine dönüşene kadar takip eder/…/… Pascal… “İnsanın küçük şeylere duyarlılığı ve büyük şeylere duyarsızlığı: garip bir düzensizliğin işareti.” Montaigne’se bunu tam tersi şekilde ifade ederdi./ Bir yüzyıl kadar sonra Pascal’dan hiç hoşlanmayan Voltaire şöyle yazacaktı: “Bu yüce mizantropa karşı insanlığı savunmaya girişeceğim.”…/… Dünyayı bir hapishane hücresi, insanları da suçlu olarak görmek, bir fanatiğin düşüncesidir./ Voltaire burada elbette Pascal’ın “büyük düşmanı”nın savunmasına koşar./ Montaigne… insan doğasını tasvir etmiştir…/…/ Bu gönül rahatlığıyla hayatı ve kendini olduğu gibi kabul etme hali, Pascal’ı Pyrrhoncu kuşkuculuktan bile daha çok öfkelendiriyordu. İkisi el ele gider. Montaigne her şeyden kuşkulanır, ama sonra… her şeyi tekrar doğrular. Montaigne’in kuşkuculuğu kusurluluğu övmesine yol açar: Bu daa, Pascal’ın kaçmayı en az Descartes kadar istediği, ama asla yapamadığı şeydi. Montaigne’e sorarsanız böyle bir kaçışın neden imkansız olduğu barizdi. Hiç kimse insanlığın üzerine çıkamazdı” 141-147 -“Malebranche, adeta şeytani bir figür resmeder. Montaigne, Descartes’ın iblisi gibi sizi aldatır, kuşkunun ve ruhsal umursamazlığın içine çeker./ Kötü niyetle yakıştırılan bu imgeler Montaigne’in üzerine yapıştı kaldı… Guizor 1866’da Montaigne’i hala, “Fransız yazarlar arasındaki büyük ayartıcı” diye adlandırır… okura hiç aldırmıyormuş havası… kendine çektiği gibi sizi ele geçirir./ Modern okur çoğu zaman bunun keyfini çıkarmaktan mutludur. 17. yüzyıl okuru ise kendini tehdit altında hisseder; din ve akıl gibi ciddi konular elden gitmektedir./ Ancak bu dönemde… La Bruyere… Montaigne’i yeni bir düşünür türünün kahramanı yapacaktı: Libertinler./…libertinler… felsefi özgülük de istiyorlardı… her konuda diledikleri gibi düşünebilme özgürlüğü…/… libertinlerden gelecek yüzyılın aydınlanma çağı filozofları çıktı. Montaigne’e herkes tarafından kabul gören, tehlikeli ama olumlu yeni bir imaj çizdiler…/…/ Libertinler… insanları yarı kapalı gözlerle sinsi sinsi izlemeyi tercih ettiler; ne idiyseler o gibisinden. Ve işe kendilerinden başladılar. Bu “uykulu” gözler, hayat hakkında “açık ve seçik fikirli” Descartes’tan ya da ruhani esrimeleriyle Pascal’dan çok daha fazla şey algılamıştı… Nietzsch’nin yüz yıllar sonra belirteceği gibi, insan davranışı ve psikolojisi –dolayısıyla felsefe- üzerine gerçekten değerli gözlemler… ifade edilmişti./… Nietzsche… profesyonel filozofların topundan nefret ederdi. Ona göre soyut sistemler yararsızdı, önemli olan eleştirel bir öz farkındalıktı… Montaigne için, “ruhların en özgürü ve en güçlüsü” demiş…/ Montaigne gibi Nietzsche de aynı anda hem her şeyi sorgulamış, hem de kabul etmeye çalışmıştı” 148-150 -“Nicole ve… Arnauld… 1666’da… dinsiz ve tehlikeli olması sebebiyle Denemeler’in Katolik Kilisesi’nin Yasak Kitaplar Listesi’ne alınması için açıkça çağrıda bulundu. Bu çağrıya on yıl sonra kulak verildi ve 28 Ocak 1676’da Denemeler Liste’ye alındı… o aralar… kötü şöhretli züppelerin, hovardaların, ateistlerin ve kuşkucu takımının gözde metni haline gelmişti./ Bu noktadan sonra… Fransa’da işler hep kötüye gitti… artık bir bütün halinde Katolik ülkelerde yayınlanamıyor…/… yasaklanması, bir sonraki yüzyılda aydınlanma çağı filozofları ve hatta radikal siyasi devrimcilerin gözünde cazibesini adeta tavana vurdurdu./… Denemeler… 27 Mayıs 1854’e kadar Liste’de kaldı…/… her yeni okur Denemeler’de kendini bulur ve olası anlamlarına kendinden bir şeyler ekler. Descartes kendini bulmuştu bulmasına, ancak onun zihninden kabus gibi iki figür çıkmıştı: Mantığa direnen bir iblis ile düşünebilen bir hayvan. Descartes ikisinden de ürkmüştü… Pascal ve Malebranche de… kaçmışlardı./ Aynı şeyleri gören libertinlerse hoş bir şaşkınlık yaşarcasına gülümsediler… Nietzsche de aynı şeyi yapacak ve Montaigne’i felsefi anavatanına, nasıl yaşanır sorusunu araştıran üç büyük Helenistik felsefenin kalbine geri döndürecekti” 151, 152 -“Denemeler Gournay için hep kusursuz bir zeka testi oldu… Diderot da aynı gözlemi yapar: “Montaigne’in kitabı sağlam bir zihnin ölçütüdür. Ondan hoşlanmayan birinin yüreğinde ya da anlayışında bir kusur olduğundan emin olabilirsiniz.”/… Gournay, kendini hiç zorlamamış görünerek popüler kılmış bir yazardan, yanlış anlaşılmış bir deha yaratmıştı./…/… Önsözü… aynı zamanda dünyanın ilk ve en güçlü feminist tezidir./ Öte yandan bu önsöz biraz tuhaf kaçar, çünkü Montaigne’in kendisinin feminist olmadığı ortadadır. Ancak Gournay’in feminizmi “Montaigneciliği”ne sıkı sıkıya bağlıydı…/…/… Her nasılsa çıktığı yolda başarı sağlamış, yazarak hayatını kazanmıştı…/…/… 1645… Mezar kitabesi onu aynen istediği gibi tanımlar: Bağımsız bir yazar ve Montaigne’in kızı” 297-300 * 20.8.2020

7 Kasım 2020 Cumartesi

Öğretmen ve Öğrenci El Kitabı

Dr. Harunhan Remzi ÖZTÜRK, 1. Baskı/Ankara/2020, Omca Yayınları, Ankara Öğretici. Öğrendim. Yararlandım. Bence her öğrenciye yararlı olabilecek bir kitap. Öğrenci ebeveynlerine ve öğretmenlere de. * Kitapta, öğretme ve öğrenme yöntemlerine ilişkin olanların yanı sıra, sigara ve uyuşturucu maddeden uzak durulması ile spor yapılması ve satranç oynanması konusunda öneriler var. Bunların hepsi, bence, çok kıymetli. Ayrıca, kitaptaki önerilerden özellikle disiplin, aşırı kontrollü davranışlar ve spor konularında olanlar ise, bence, altın değerinde. Keşke, öğrenciler-gençler bunların önemini idrak edip, bunları rehber edinseler. * Kitaptaki görüşlerin bir kısmı şöyle ifade edilmiş: -"… insanın iç dünyasında özgürleşmesi, ancak kendini olduğu gibi kabul eden bir sosyal çevre içinde gerçekleşir" 19 -"Ön hazırlığı ve planı olmayan her iş verimsizliğe mahkumdur" 20 -"BAŞARILI BİR ÖĞRENCİ OLMAK/.../... için hayallerinizin peşinden koşun; zekanızı sabır, sükunet, dikkatle kullanın dahası yılmayın ve sadece kendinize güvenin.../.../ Öğrenmek için çalışmak şarttır" 25 -"Başarılı olmak için; Sağlıklı bir vücut yapısına, fiziksel sağlamlığa, Ruhsal güç ve zekaya sahip olmalısınız./.../ Vücut, fiziksel ve ruhsal yönden sağlıklı tutulmalıdır; Bunun için iyi uyumalı, iyi gıda almalı ayrıca spor yapılmalıdır" 26 -"… kendi öğrenme gücüne göre çalışma programı yapmak ve bu programı uygulamak, başarılı olmak için en iyi yoldur./.../... bir ödev bir köşede unutulmadan ya da geciktirilmeden bitirilmelidir./.../... Tekrar etmek, elde edilen bilgilerin kalıcı olmasını sağlar" 28 -"Disiplin başkalarına ve kendine karşı özen ve saygı eylemi olarak tanımlandığında, pasiflik, utangaçlık, suskunluk, iddiasızlık ve sakınma gibi aşırı kontrollü davranışlar da yeterince kontrol edilmeyen davranışlar kadar kabul edilmez olur... kontrolsüz davranışlar kadar aşırı kontrollü davranışlara da ilgi göstermek gerekir./ Kontrolsüz davranışlar kadar aşırı kontrollü davranışlar da kişinin gelişmesinin önünü keser.../... zorbalık kadar pasifliğe karşı da önlem alınmadıkça disiplin konusunda başarılı olmak olanaksızdır. Hem zorbalık eden hem de mağdur edilen çocuklar yetkilendirilmeye ve özgüvenlerinin arttırılmasına gereksinim duyarlar. Zorbalık ve pasiflik aynı duygusal ve toplumsal güvensizlik madalyonunun karşıt yüzleridir. Ne şekilde yansıtılmış olursa olsun, bu güvensizlik ortadan kaldırılmayı gerektirmektedir" 40, 41 -"… etkili bir disiplinin temelini "kendini kontrol etmeyi öğrenmek" oluşturur./.../ Disiplin sorunlarını önlemede en öncelikli evre, her türlü disiplinin kişinin kendisi ile başladığının kabul etmesidir" 42 -"Disiplin insan ilişkilerinin temelidir; bunu dinamik toplumsal süreç içinde kavramak son derece önemlidir. Koşulsuz sevgi, kabul edilme ve bir insanın engin entelektüel potansiyelinin onaylanması yalnızca her çocuğun değil, her yetişkinin de en derin özlemine denk düşer ki bu da disiplinle sağlanır./ Genellikle öğretmenler yalnızca kontrolsüz hareketleri disiplin sorunu olarak değerlendirirler... öğretmenler aşırı kontrollü davranışın da yalnızca sınıf düzeni üzerinde değil, öğrencilerin duygusal, sosyal ve eğitsel gelişimi üzerinde zararlı etkileri bulunabileceğini bilmelidirler" 43 -"… kontrolsüz disiplin sorunlarının örnekleri bağırma, küstahlık, sözlü saldırı, fiziksel saldırı ve aşağılamadır... aşırı kontrollü disiplin davranış durumları pasiflik, insanları memnun etme, yüzleşmeden kaçınma, çekingenlik, korku içinde olma ve seçici dilsizliği içerir" 44 -"Öğrencilerin aşırı kontrollü disiplin sorunları/ Sınıfta/ Uç noktada utangaçlık/ Çekingenlik/ Yeni durumlara karşı korku içinde olmak/ Seçici dilsizlik/ Aşırı akademik çalışmalar/ Sıklıkla hayallere dalmak/ Yersiz kaygılanma/ Zayıf öğrenme dürtüsü/ "Başka bir dünyada kaybolmuş" görünmek/ Takıntılı ya da içsel duyumların esiri olma/ Gereğinden fazla keskinlik/ Kılı kırk yarma/ Akademik performansa ilişkin yersiz kaygı/ Yanlışlar ya da başarısızlıklar konusunda yersiz gizli kaygı/ "Mükemmel öğrenci" olma çabası/ Kabul görme ve övgüye zayıf tepki verme/ Seslenildiğinde yanıt vermede başarısızlık/ Sınıf öğretmenine aşırı bağlanma/ Hiçbir biçimde yardım rica etmeme/ Göz göze gelmekten kaçınma/ Soruları yanıtlarken uç noktada gerginlik/ Sorulara ilgisiz yanıtlar verme/ İşten kaçınma/ Diğer öğrencilerle bağlantı eksikliği/ Sınıf dışında/ Yalnız kalma/ Okul oyunlarından uzak durma/ Ders aralarında ayrı durma/ Arkadaşsızlık/ Okul etkinliklerinde yer almama/ Aşırı kontrollü tepkilerde bulunan öğrencilerin diğer öğrencilerin yaşamını önemli ölçüde karıştırmadıkları görülebilir, ancak fazlasıyla tehlike içindedirler ve acil yardıma gereksinimleri vardır" 47, 48 -"İlk günlerde bir sigara içmek önemsiz görülebilir, ancak böyle başlayan bir çocuğun zaman içinde sigara tiryakileri arasına katılma olasılığı kaçınılmazdır. Sigara içen çocuklarda öksürük ve göğüs hastalıkları yaygındır. Ayrıca diğer hastalıklara karşı da daha duyarlı, yaşıtlarına göre güçsüz, oyunda ve sporda başarısız olurlar" 62 -"SPOR/ Sağlıklı kalmak isteyen her insanın yaşam biçimi olmalıdır" 71 -"Aerobik, akciğerleri ve kalbi güçlendirmek, kandaki oksijen miktarını arttırmak, güçlü ve sağlıklı duruma getirmek için yöntemli bir beden eğitimi hareketidir.../.../... Aerobik programlar arasında ilk sırayı alanlar; yürüyüş, koşu, bisiklete binme, yüzme, pinpon, squash ve tenis sporlarıdır" 73 -"Aerobik güç, bir dayanıklılık ölçütüdür./ Sevilen her sporu; yeterli bir sürede zorlayarak yapmak, bunu yaşam boyu alışkanlık olarak sürdürebilmek, aerobik güç geliştirmenin en doğru yoludur./.../ Halk arasında; tasalanmak olacaklardan kuşku duymak, çaresiz kalmak, bezgin bir hale gelmek biçiminde özetlenen ruhsal durumlar, "Anksiyete" ve "Depresyon" olarak bilinir./ Yapılan araştırmaların bulguları, sporun her tür sorunlara önemli ölçüde çözüm getirdiğini göstermiştir. Dr. Morgon, "Spor Sosyolojisi" adlı kitabında, düzenli egzersiz yapan insanların anksiyete ve depresyon hallerinden kurtulabildiklerini ayrıca belirli bir ruhsal denge ile mutluluk içine girdiklerini açıklamıştır./ İleri derecede hırslı, aşırı duygulu, aceleci, sabırsız, zamanın yetmediğinden yakınan, bugünden yarınını planlayan insanlar, stresli kişilerdir... Spor, bu tür insanlar için yararlı olur ve onları aşırı gerginliklerden korur... Yapılan araştırmalar, bu tür kişilerin sporla, tüm gerginliklerden kurtulduğunu, yaşama bakış açılarını değiştirdiklerini göstermektedir./ Sürekli spor yapan insanların kasları iyi beslenir. Eklemleri iyi çalışır ve kemikleri dayanıklı olur" 74, 75 -"Yavaş yaşam insan organizmasının işlevini yitirmesine, hastalıklara karşı direncin azalmasına, bedeninin yağlanmasına, ruhen çöküntü içine girmesine, sonuçta da tedaviye muhtaç kalmasına neden olur. O halde kendi iyiliğimiz ve beden sağlığımız için yapacağımız sporu seçmeli, buna zaman ayırmalıyız" 76 -"Her insanın uyumak, beslenmek kadar; hareket etme ve düzenli spor yapma gereksinimi vardır... Spor, bir insanın sağlıklı olmasını ve zinde kalmasını sağlar. Sağlıklı ve zinde bir insan ise yaratıcı ve paylaşımcı olur" 80 -"Spor denince, ilk akla gelen yürüyüş ve koşudur. Ancak, yürüyüş ve koşu içinde oyun yoktur. Uzmanlar, insanlara içinde oyun olan sporları yapmalarını tavsiye ederler. Çünkü içinde oyun olan sporlarla; beden sağlığı ile birlikte ruh sağlı da korunur./.../ İçinde oyun olan ve ömür boyu sürdürülebilen sporların başında ise tenis, masatenisi ve Satranç gelir" 93 -"Aktif öğrenme ya da probleme dayalı öğrenme; bu öğrenen odaklı bir eğitim yöntemidir. Bu yöntemde öğrenmenin temel rolü ve fonksiyonu; öğrenen bireye öğrenme konusunda rehberlik etmek ve referans eğitim materyallerini sunmaktır. Probleme dayalı öğrenmede; yaşamda karşılaşılan sorunları tanımak, bunların öneminin farkında olmak, bu sorunların nedenini anlamakla işe başlanır. Sorunları çözmek ve olası sorunları önceden gidermek düşüncesiyle yola çıkılır. Öğrenmenin tam ve yeterliliğe dayalı olması da önemsenir" 116, 117 * Kitapta, bir de, aşırı kontrollü davranışlar konusunda neler yapılması gerektiği konusunda da öneriler olsaydı, bence, çok iyi olurdu. Bunun olmaması, bir eksiklik sayılabilir, mi? * Kitapta, bence, çok önemli olmasa da, yer yer, bazı yazım kurallarına özen gösterilmemiş. * 6.11.2020

5 Kasım 2020 Perşembe

Diasporada Kafkas Hikayeleri

Dr. Harunhan Remzi ÖZTÜRK, 1. Baskı/Ankara/2020, Omca Yayınları, Ankara Kitabın büyük kısmı açık bir otobiyografi. Özellikle bu nitelikte olan kısmını, ilgiyle, severek, ve tamamını, bir çırpıda okudum. * Neden sevdim? Sanırım, her şeyden önce, içtenliği ve insancıllığı yüzünden sevdim. Sonra, birçok yönden "bizi" de anlattığı için sevdim. * Kitapta, genelde, bolca, Sevgi, İnsancıllık, ifade edilmiş, Ayrıca, her tarafına, "Bir hasret içimde çocukluğum! Burcu burcu Çeçen kokulu!" 242, ifadesinde olduğu gibi, diasporik bir hal sinmiş. * Anlatılanlar, yer yer beni düşünmeye sevketti; ben de, bu vesileyle, burada, bazı düşüncelerimi ifade etmek istiyorum. * Kitapta, öncelikle, bir yönüyle Türkiye toplumsal tarihine katkı var! * Bir yerde şöyle denmiş: -"1979.../ Sağ-sol çatışmaları ise bir türlü durmak bilmiyor... yönetim anarşiyi durduramıyor, şehir-şehir, mahalle-mahalle, köy-köy kaos yaratan gençler, sağın ya da solun maşaları olarak ortalıkta kol gezip terör estiriyordu./ Benzin yoklara karışmış, gaz tefecinin elinde altına dönüşmüştü. Bakkallar karaborsacı olmuş, kardeş kardeşe düşman kesilmişti. Anadolu kan kusuyordu./ Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği nesil demokrasinin kalbine saplanan paslı birer hançere dönüşmüştü. Kamplara bölünüp birbirlerini hırpalayan akademisyenler, siyasilerin oyuncakları haline gelmişti.../ 1980'in sonlarıydı. İhtilal olmuş; sağ-sol neşter yiyerek sahneden silinmiş, düşman kardeşler yuvalarına dönmüş, bir imkansız başarılmıştı. Ülke istikrara kavuşmuş görünüyordu. Ne var ki ihtilalin ardından yeni aktörler sahne almaya başlamış, birçok öğretmen ya da öğretim üyesi fişlenerek ya şehirden sürgün edilmiş ya da darp edilerek yıllansınlar diye hapishanelere konmuştu./ Serhan, sağ ya da sol fraksiyonların hiçbirine girmemişti. Ne var ki yeni sahnelenen trajedinin kurbanlarından biri olmaktan da kurtulamamıştı... delidolu Çeçen kimliğini ön plana çıkararak yalnız kurt olmayı seçmişti.../.../... 12 Eylül, sağ-sol çatışmasını bitirmişti ama yurdu kaosa sürükleyen, cumhuriyeti sorgulanır hale getiren iç hesaplaşmayı hortlatmıştı. Alevi olmak veya Sünni olmak ya da Türk olmak veya Kürt olmak pörtleyen irin gibi yayılırken, Anadolu bir başka kadere gebe kalmıştı. Bu başka türlü bir kanamaydı. İç barışın bir başka türlü sorgulanmasının da başlangıcıydı?" 177, 178 * Tam olarak öyle değil miydi? * Bence, o dönem anlatılırken, keşke, dönemin kamplara ayrılmış gençlik gruplarının birinin içinden bir anlatım da yapılmış olsaydı, çok daha öğretici olurdu, iyi olurdu! Sanırım, yazar bunu yapabilirdi de... Bunun olmaması, sanki bir eksiklik gibi! * Kitaptaki, askerlikte, ve özellikle de üniversite çevrelerinde yaşananların anlatıldığı kısımlar ise tam ibretlik. Bu kadar da olmaz dedirten cinsten. * Birkaç örnek şöyle: -"Fırat Üniversitesi/.../... Matematik Bölümünde, özellikle de kendi anabilim dalımdaki asistanlar arasında rahat bir çalışma ortamı umuyordum! Ama sukutuhayale uğradım! Düşmanca tavırlar sergileyen cahil sürüsüyle karşılaştım!" 107 -"Kolordu Komutanı... Benim ve diğer üç komünistin "1402" sayılı yasa ile üniversiteden atılmamızı istemiş. Rektör, Kolordu Komutanı'na güvence vermiş ve huzurundan ayrılmış" 108 -"Yemekte beni Kolordu Komutanı'na şikayet eden Mahmut Örgüt de başaktörler arasındaydı. Bir ara Örgüt yanıma geldi. "Hocam, eğer mani olmasaydık hem Kürt hem Alevi hem de Tuncelili olan iki öğrenciyi kadromuza katacaktınız!" Diyerek söze başladı?" 110 -"12 Eylül'ün ardından kurulan YÖK... büyük kıyımı da beraberinde getirdi" 140 -"Ortalık, sağcı ya da solcu oldukları için üniversiteye alınan yandaşların ve cahillikte kariyer yapmış ilkel hocaların arenası gibiydi!" 142, 143 * Kitapta, ikinci olarak, Türkiye'deki Kafkas diasporasına ilişkin anlatımlar var. Doğrudan, içeriden, olan bu anlatımlar, bence, kıymetli. * Örnek vermek gerekirse, bu konuda, şöyle ifadeler var: -"Çeçen oyununa çıktım. O kadar mutluydum ki; sık sık alkış tutan gençlerin önünde parmak uçlarıma dikilerek, "Takh, Takh, ..." naralar atmaya başladım (Eğil, eğil)! Kuğu gibi süzülen Türkan ablanın etrafında Kartallaştım! Sıkça tekrarlanan "TAK, TAK" Çağrılarıyla defalarca sahne aldım. O geceden sonra, Aysel ablanın, Aysel-Ayten ikizlerin bana yakıştırdıkları "TAK, TAK" lakabı, adımın önüne geçti. O ad altında oynadığım, benzersiz Çeçen oyunuyla yıldızlaştım" 53 -"Kuzey Kafkas Ekibine katılmış oldum... benim gibi karizmatik gençler... gençlerden birinin Selmat'a ilgisi.../ Selmat'ı kaybetmek, ruhumun derinliklerinde büyük bir çöküntü yarattı. Onu kendi hatalarım yüzünden kaybetmiştim. Ancak, hatalarımdan da hiç ders çıkarmamıştım? Yeni serüvenler peşine koştum? Kuzey Kafkas Ekibi içinde, benzersiz Çeçen oyunumla yıldızlaşmıştım... her güzel kızda Selmat'ı aradım. Yetinmedim. Ekibe gelen ya da guruplarımıza katılan her güzel kıza kur yaptım? Hiçbirinde Selmat'ı bulamadım? Sonuçta erkeklerin nefretini kazandım. Kızlar arasında sakıncalı piyade konumuna geldim. Yalnızlaştım! Ekipten koptum! Çerkez camiasından da uzaklaştım!/ Çerkez camiasından uzaklaştım ama ayrık kalabildim mi? Ya folklor oynadığım yılları unutabildim mi? Ayrık kalamadım! Her gittiğim üniversitede bir Kafkas Ekibi kurdum. Kendimi avutmaya çalıştım./ İlk Kafkas Ekibini... Trabzon'da KTÜ bünyesinde kurduk.../ İkincisini Elazığ Fırat Üniversitesinde kurdum" 54-56 -"Mine, annesinin yanında yetişmişti. Çerkez adetlerini bilmiyordu. Dahası Çerkez olmanın ayrıcalığının da farkında değildi. Zaman içinde... kimliğin saygın bir taşıyıcısı da oldu" 57 -"1960'larda, Ankara Kuzey Kafkas Derneğinde bir avuçtuk! Ama saygındık ve gücümüzün doruklarındaydık. Çerkez'i, Abaza'sı, Asetin'i, Çeçen'i, Karaçay'ı, Tatar'ı... İle birlik ve beraberlik içindeydik. O günün koşullarında bugünün Çerkez Derneği (Beş Evler) binasını, yeriyle birlikte bizler almıştık. Orayı alırken her uruktan insanın emeği ve alın teri vardı. O emekçilerin içinde en büyük paya sahip olanlardan biri de Değerli Öğretmenimiz Sayın Elbruz Gaytaoğlu idi! O, o yerin temeline alın terini akıtan bir Kafkasyalıydı. O saygın bir Asetin'di ve bizim sevgili hocamızdı. O, bizlere, sadece Kafkas oyunlarını öğretmedi! Etnik ayrımcılığın sakıncalarını, Kafkasyalı olmanın saygınlığını, birlik olmanın gücünü, o gücü paylaşmanın sevincini de öğretti.../ O yıllarda... Hiçbir şekilde etnik ayrımcılık sorunu yaşamadık. Sevgi, saygı ve hoşgörü içinde bir olmanın onurunu paylaştık!/ Ne hazindir ki, 70'lirde sağ ve sol çatışmasına takıldık, aile yapımız bozuldu! Şimdilerde ise, "Etnik Ayrımcılık" çarklarına takıldık, o çarkın dişlileri arasında pupa-yelken meçhule gidiyoruz?/ Hep merak ettim! "Kuzey Kafkas Derneği" adını "Çerkez Derneği" adına çevirerek "Etnik Ayrımcılık" meşalesini yakan ya da yaktıranlar kimlerdi? Bu dirlik ve birliğe çomak sokan akıl sahipleri, Elbruz Gaytaoğlu olmasaydı? Bu kadar Çerkez'in bir araya gelemeyeceğini biliyorlar mıydı? Adını değiştirme gafletinde bulundukları binanın sahipleri olamayacaklarını biliyorlar mıydı? Peki Kuzey Kafkas Derneği adını Çerkez Derneğine çeviren ayrılıkçılar, Saygın bir Asetin olan Elbruz Gaytaoğlu'nun hatırasına kara çaldıklarının farkında mıydı? Merak ediyorum, bu ayrılıkçı Çerkezler benim "Ben Kafkaslıyım Deme" adı altında aşağıda yazdığım şiiri nasıl bir duygu altında yorumlayacaklar?" 58, 59 -"Hegel, "Ruhun Felsefesi" adlı yapıtında; "Yalnızca Kafkas ırkında ruh salt bir özelliğe ulaşmakta... böylelikle dünya tarihini doğurmaktadır. Dünya tarihinin gelişmesi Kafkas ırkı ile başlar" demektedir. Hegel bile Kafkas ırkı ile başlar diyor, Çerkez Irkı ile başlar demiyor!/ Dünyada, tarihin bilinen dönemlerinde fetih amaçlı askeri çatışmalar yaşamayan iki komşu ulus ya da uruk bulmak güçtür. Kafkasya bir istisnadır ve Kafkasya halkları Kafkasyalı olmayı, kendi içlerinde bir saygınlık olarak kabul etmişlerdir.../.../... Adlarımıza destanlar düzenlendi? Bu da bizleri şovenistçe özelleştirdi ve birbirimizi bile beğenmez hale getirdi!/ Çok özel olduk! Öylesine özel olduk ki; bir ulus olma şansını yitirdiğimiz gerçeğini göz ardı ettik? Birlik olma şansımızı da tepmeye başladık? Mensup olduğumuz urukları göklere çıkarırken, mensup olmadığımız boyları dışlayarak birbirimizi hırpalar olduk./.../ Birlik olursak; güçlü oluruz!.../.../ Birlik olmak için; etnik kimlik asabiyetinden kurtulmalı, eğitimli olmalı, siyaseti bilmeli ve şovenist davranışlardan kaçınmalıyız... Utanılacak bir şey de toplumumuzdaki iki başlılık. Kafkas Konseyi? Çerkez Derneği?" 61-63 * Yazarın burada dile getirdiği ayrımcılık konusundaki görüşleri, kuşkusuz, son derece iyi niyetli bir bakış açısını yansıtıyor. Ama, bence, hiç gerçekçi değil; ayrılmalar, çok doğal ve eşyanın doğasının gereği. Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki baskıdan 1960'larda kurtulan Kafkas kökenli insanlar o dönemde baskının getirdiği etkinin tesiriyle çekingen bir şekilde bir araya gelmiş, ama, 1980'lerin sonlarında Sovyetlerdeki baskının da bir ölçüde ortadan kalkmasıyla bütün etnik gruplar doğal isteklerini dillendirmeye başlamışlardır, denemez mi? Bence, çok doğal bir süreçtir, denebilir! * Şunlar da var: -"Haydar Çerkez kızlarını düşünmeye başladı. Güzeldiler! Kişilikliydiler! Kendilerinden emindiler! Korkusuzdular! Dışa dönüktüler! Delikanlıların da kızlardan arta kalır yanları yoktu. Ama kendi içlerinde kapalıydılar. Dışarda olan herkes onlar için yabancıydı" 148 -"Beyazların Zencilere bakış açısı ne idi ise, Çoğu Çerkez'in dışarıdakilere bakış açıları da aynıydı. Bir farkla özde memlekete dışarıdan gelenler onlardı? Allahtan bütün Çerkezler aynı değildi. Kendilerini aşmış olanlar vardı" 155 * Burada dile getirilen görüşler, çok katı değil mi? Bence, tartışılabilir nitelikte! * Yukarıda belirttiğim yönleri önemli, ama, kitabın, benim için asıl kıymetli olan yönü başka. O da şu: Bu yayın, benim bilgilerime göre, Türkiye'deki Vaynah diasporasına ilişkin ilk yazılı anlatım. Yani, bir ilk. Bu yüzden, bence, çok kıymetli. Üstelik, doğrudan, içeriden ve çok açık bir anlatımı var. Bence, bu özelliği, kıymetini daha da arttırıyor. * Bazı örnekleri şöyle: -"Dedem öldü! Dedem öldüğünde, üzülmüş ve çok ağlamıştım. Benden başka ağlayanlar da vardı! Ama üzülenler var mıydı? Onu hiç bilemedim!/... Çeçenler varlıklı insanlardı. Kendi aralarında birlik ve dirlik içindeydiler. Hoş görülüydüler ve sevgi doluydular. Yıkılmaz ve yenilmez görünüyorlardı!Talihsiz bir kan davası oldu! Tılsım bozuldu! Hoşgörü gitti! Birlik ve dirlik de yitti. Bu da önce Öztürkleri, daha sonra da diğer aileleri yerlerinden, yurtlarından etti. Yeni yurt arayışı, yeni iş arayışı serüvenine döndü" 12 -"Çocukluğumun en büyük gizemi ise, gece yatmadan önce Anneannemin koynunda onun Kafkasya'ya ilişkin anlattıkları hikayeleri dinleyerek uyumaktı./ Anneannem, Çeçenlerin yurtlarından sürülüşlerini anlatırdı: "Üç yüzyıl Çarlar halkımızı baskı altında ezdiler. Halkımız da Çarların saldırılarına aynı şekilde karşılık verdi. Sonra sahneye Komünistler çıktı. Önce sahte sözler vererek halkımızı kandırdılar, arkasından vehşette Çarları aratır oldular. Sonuçta Çarlık zamanından kalma önyargıların kurbanı olduk! Komünizm de bize aynı şeyi getirdi" derdi./ Savaşlardan bahsederken, "Rus işgalcileri, ilk savaşlar sonunda, saldırı bedelinin bilançosunu ağır ödemeye başlayınca, taktik değiştirdiler. Yalan, aldatmaca ve entrikalarla başlatılan yeni savaş biçimine Çeçenler alışamadılar! Bu da bizim felaketimiz oldu" derdi./ Saygı yerine korku, güven yerine kuşku yaratan Rus işgalcilerine karşı kazanılan zaferlerden bahsederken; Anneannem heyecanlanır, bu zaferlere adlarını yazdıran kahramanları anlatırken, güçlü ve karizmatik bir kişiliğe bürünürdü./ Anneannem: "Zaferlerin ardından gelen felaketler; düş kırıklığı, acı ve endişeyi getirdi. Böylece, kaderleri kanla yazılan ve yurtlarında yaşam hakları ellerinden alınan Çeçenlerin bir kısmı bizim gibi topraklarını terk etti. Bir kısmı da Rus zulmüne karşı direnmeye devam etti. Bu direnenlerin bir kısmı acımasızca katledilerek imha edildi. Kalanların tümü ise 23 Şubat 1944'te, Rusların büyük bayramı olan Kızılordu Gününde Jozef Stalin'in emriyle hain ilan edilerek, verimli Kafkas ovalarından, Aral Gölü'nün kuzeyindeki bozkırlara yerleştirilmek üzere sürüldüler" der, acıyla yüzünü buruştururdu. İşte o zaman, yüzünün canlılığı gölgelenir, kederle buğulanan gözlerinden hüzün akardı!" 18, 19 -"Harun... Askerden geldiği zaman, varlık içindeyken yokluğa düştüğünü görerek büyük bir şok yaşadı. Babası hayatta değildi, ailenin reisi konumuna gelen en büyük ağabeyi de ona metelik bırakmadan horantasıyla birlikte şehre göçmüştü./.../ Başkente gittiği yıl, ihtiyacı olduğu halde, büyük ağabeyi Şamil'den hakkı olan parayı talep etme girişiminde bulunmadı! Hatta çocuklarına bile bu talebi yasakladı" 35 -"Vela... Babama; "Bizimkiler, Çeçenlerin; hemen her konuda yenilmez olduklarına inanır, asla parçalanabileceklerine ihtimal vermezdi. Birinizi hepinizde, hepinizi de birinizde görmek size ait bir ayrıcalıktı... Yalçın kayalar gibi birbirinize çarparak bölünmeniz de size özgü oldu..." dedi. Babam... "Aslında bizi ayrıcalıklı yapan ve ailelerimizi bir arada tutan bağlar adetlerimizdi. Zaman içinde adetlerimiz yara almaya biz de gücümüzü yitirmeye başladık..." dedi" 40 -"Eşref, onu tanıdığımı sanıyordum? Gönlümdeki yeri, doldurulamayacak bir değere sahipti! Bir menfaat çatışmamız oldu? İki tümce ile yüreğimde derin bir yara açtı. Kanattı. Öylece bıraktı.?/ Serpil, sevgi dolu! Akıllı, hırslı ve becerikli! Ailenin duayeni! Ancak gururunu, kibriyle gölgeliyor. Eşref'in arkadaşı ve destekçisi! Bana yakınlığı? Hüzün doluyum?!/... babamla... annemle birlikte dörtlü bir koalisyon oluşturmuşlardı. Şeref'le ben dışarılardaydık!/ Babam da bir yazardı! Bazı, hatıra notları vardı! O notlar küçük kardeşlerimin tekelinde kaldı? İçeriklerini hiç bilemedim?" 39 -"Birden, "Baba, Şamil Amcamdan payımıza düşen parayı neden istemiyorsun?" deyiverdim. Babam güldü, "Oğlum, ailemizin reisi dedendi. O öldü. Şimdi ailemizin reisi Şamil Amcan. Onun için para da onda" dedi" 45 -"Düğünün, geç başlama nedeni, Yukarı Hüyük Köyü gençlerini saf dışı etmekmiş? Hakları da varmış? Bizden sonra düğüne Yukarı Hüyük köyünden bir genç katılmış. Sarhoş gencin taşkın davranışları yüzünden düğün dağılmış!" 47 -"Başkente geldiğim günün akşamı, kuzenlerimle gençlik parkına gitmiştim; renk cümbüşü içindeki o dünyaya mest olmuş, Ankara'yı dünyanın en güzel yeri saymıştım! İstanbul, Büyükada'da dayımın yanına gittiğimde fikir değiştirmiş, en güzel yer İstanbul demiştim. İngiltere'ye gittiğimde Brighton'a hayran kalmış, güzelliği o şehirde bulmuştum. Ama en güzel şey, çocukluğumdu! En güzel yer ise Bozkurt Köyüydü! En kutsal kurum, ailemdi! Artık o köy yok! Canım kadar sevdiğim, varlıklarıyla gurur duyduğum o ailem de yok!" 114 -"90'ların başında Çeçen-Rus savaşı başlamıştı. Bu savaşta Serhan taraf olmuş, maddi ve manevi bütün olanaklarını kullanarak Çeçenlerin yanında yerini almıştı. Bu durum, Süreyya ile aralarının açılmasına sebep olmuş, birliktelikleri yara almaya başlamıştı. İki binlere gelindiğinde ise bu yara kronikleşmiş, çaresiz bir hal almıştı. Büyük bir aşkla başlayan evlilik bağları, anlamsız bir çatışmayla hırpalanarak incelmiş, sonuçta taşınmaz bir hal alarak kopmuştu./ Serhan, boşanmakla kalmamıştı. Annesini ve babasını kaybetmiş, dayısıyla olan bağlantısını da yitirmişti. Yalnızdı!/ Yeniden evlendi. Emekliye ayrılarak Ankara'ya yerleşti... ama ekonomik zorluklar içindeydi. Emekli maaşı yetersizdi. Yetmezmiş gibi, yeni eşi de sağlığını yitirerek doktorlara bağımlı hale gelmişti. Bu durum, doktorların ellerini Serhan'ın cebine musallat etmiş, onu önlenemez bir borç batağına sokmuştu.../.../ Çok geçmeden, bir dershanede aradığı şansı buldu ve orada greve başladı. Sevinçliydi. Bir başka sevinci de Cemal dayısının izine rastlamasıydı./ Serhan... dayısının ziyaretine gitti.../... ziyarete... kardeşlerini de götürmüştü. Ancak kardeşleri, bir daha dayılarının ziyaretine gitmemişti. Hatta dayılarının hasta olduğunu öğrendiklerinde bile ilgilerini esirgemişlerdi? Serhan bu durumu irdelemedi ama annesinin ve babasının yokluğunda zayıflayan akrabalık bağlarına üzülerek hayıflandı" 178, 179 * Toplumsal ve bireysel hüzünler! Her yere sinmemiş mi? * Bir yerde de söyle denmiş: -"1960'lı yıllarının sonlarıydı... Mehmet KETE, Rus ordusunda subayken, oradan kaçmış, Türkiye'ye iltica etmiş bir Çeçendi. İltica ettiği rütbe ile Türk Silahlı Kuvvetleri'ne kabul edilmişti... Ben onu tanıdığım zaman, doksan yaşın üzerinde anıt çınara benzeyen bir emekli albaydı... Kalemleriyle Kafkas halklarının kalplerini fetheden Rus yazarlarını anlatırken, gözlerinden sevgi akardı. Özellikle Lermontov için; "Bütün Kafkasyalılar, Lermontov'u kalplerinde sevgiyle yaşatırlar" derdi" 201, 202 * Bense, burada ifade edilenden görüşten farklı olarak, genelde Rus yazarlarının Kafkas kökenli halklar hakkında olumlu şeyler yazmadıklarını, basbayağı ırkçı olduklarını, düşünüyorum, ve yazdıklarını da sevimli bulmuyorum. * Şu iki ifadedeki sözcükler, ilkinde "deli Çeçen", ikincisinde "Zelimhan", şeklinde olsaydı, daha iyi olmaz mıydı, diye düşündüm! -"... deli Çerkez..." 19, 20 -"Çeçenistan... bir köy var. Adı Selimhan" 181 * Yazar, genelde, kendine has bir üslup oluşturmuş, yer yer de, şu aşağıdaki örnekte olduğu gibi, benim çok hoş bulduğum estetik bir anlatımı yakalamış! -"Janset'i gören Hacmurd'un gözlerinde pespembe, bembeyaz, yemyeşil, mosmor, kıpkırmızı renkler uçuştu. Bu renk cümbüşü içinde Hacmurd, bahar dallarını aralayarak mavi göklere uzandı. Dağları, ovaları, vadileri geçti. Başlam dağının zirvesinde durarak ufukların ötesine baktı. Sevinci, neşesi, coşkuya dönüşerek menekşe rengine odaklandı. Ceylan gözündeki hüznün, karaca bakışındaki masumiyetin, durgun suların berraklığı içinde yakamozlandığını gördü. Kartalın gururu, Kuğunun zarafetiyle birleşince; yüreğindeki volkan bir yanardağ gibi patlayarak bütün bedenini sardı. Bedenini saran ateş, yatağında sakinleşen sel gibi yavaş yavaş duruldu. Çünkü O, yüreğindeki sevgi gölünün Kuğusunu bulmuştu!" 197 * Kitapta, bence, ne yazık ki, bazı yazım kurallarına pek dikkat edilmemiş. Aşağıdaki ifadede olduğu gibi, büyük harfler fazla kullanılmış. -"Balık Ekmek, İskender kebap, Lahmacun ve Pide çeşitleriydi" 149 Birçok yerde gerekmediği halde soru işareti var! Bazı yerlerde yazım hataları olmuş. * Şu anlatımlarda da, sanırım, bir çelişki oluşmuş: -"Ben Lise birinci sınıf öğrencisiydim. Vahit de hukuk birdeydi" 46 -"Atatürk Lisesinde birinci sınıf öğrencisiydim. Vahit de aynı lisede son sınıf öğrencisiydi" 50 * Sonuç itibariyle, bazı görüşlerine katılmasam da, kitabı sevdim. Kıymetli buldum. Yazarını kutluyorum. *** 5.11.2020 Dr. Harunhan Remzi ÖZTÜRK, 1. Baskı/Ankara/2020, Omca Yayınları, Ankara Kitabın büyük kısmı açık bir otobiyografi. Kitabın özellikle bu nitelikte olan kısmını, ilgiyle, severek, ve tamamını, bir çırpıda okudum. * Neden sevdim? Sanırım, her şeyden önce, içtenliği ve insancıllığı yüzünden sevdim. Sonra, birçok yönden "bizi" de anlattığı için sevdim. * Kitapta, genelde, bolca, Sevgi, İnsancıllık, ifade edilmiş, Ayrıca, her tarafına, "Bir hasret içimde çocukluğum! Burcu burcu Çeçen kokulu!" 242, ifadesinde olduğu gibi, diasporik bir hal sinmiş. Yani, bir özlem, Bir arayış, Sanki, bir eksiklik! * Anlatılanlar, yer yer beni düşünmeye sevketti; ben de, bu vesileyle, burada, kitabın bazı yönlerine, bazı düşüncelerimi ifade ederek, değinmek istiyorum. Bunu yapmayı bir görev de sayıyorum. * Kitapta, öncelikle, bir yönüyle Türkiye toplumsal tarihine katkı var! * Bir yerde şöyle denmiş: -"1979.../ Sağ-sol çatışmaları ise bir türlü durmak bilmiyor... yönetim anarşiyi durduramıyor, şehir-şehir, mahalle-mahalle, köy-köy kaos yaratan gençler, sağın ya da solun maşaları olarak ortalıkta kol gezip terör estiriyordu./ Benzin yoklara karışmış, gaz tefecinin elinde altına dönüşmüştü. Bakkallar karaborsacı olmuş, kardeş kardeşe düşman kesilmişti. Anadolu kan kusuyordu./ Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet ettiği nesil demokrasinin kalbine saplanan paslı birer hançere dönüşmüştü. Kamplara bölünüp birbirlerini hırpalayan akademisyenler, siyasilerin oyuncakları haline gelmişti.../ 1980'in sonlarıydı. İhtilal olmuş; sağ-sol neşter yiyerek sahneden silinmiş, düşman kardeşler yuvalarına dönmüş, bir imkansız başarılmıştı. Ülke istikrara kavuşmuş görünüyordu. Ne var ki ihtilalin ardından yeni aktörler sahne almaya başlamış, birçok öğretmen ya da öğretim üyesi fişlenerek ya şehirden sürgün edilmiş ya da darp edilerek yıllansınlar diye hapishanelere konmuştu./ Serhan, sağ ya da sol fraksiyonların hiçbirine girmemişti. Ne var ki yeni sahnelenen trajedinin kurbanlarından biri olmaktan da kurtulamamıştı... delidolu Çeçen kimliğini ön plana çıkararak yalnız kurt olmayı seçmişti.../.../... 12 Eylül, sağ-sol çatışmasını bitirmişti ama yurdu kaosa sürükleyen, cumhuriyeti sorgulanır hale getiren iç hesaplaşmayı hortlatmıştı. Alevi olmak veya Sünni olmak ya da Türk olmak veya Kürt olmak pörtleyen irin gibi yayılırken, Anadolu bir başka kadere gebe kalmıştı. Bu başka türlü bir kanamaydı. İç barışın bir başka türlü sorgulanmasının da başlangıcıydı?" 177, 178 * Gerçekten de, tam olarak öyle değil miydi? * Bence, o dönem anlatılırken, keşke, dönemin kamplara ayrılmış gençlik gruplarının birinin içinden bir anlatım da yapılmış olsaydı, çok daha öğretici olurdu, iyi olurdu! Sanırım, yazar bunu yapabilirdi de... Bunun olmaması, sanki bir eksiklik gibi! * Kitaptaki, askerlikte, ve özellikle de üniversite çevrelerinde yaşananların anlatıldığı kısımlar ise tam ibretlik. Bu kadar da olmaz dedirten cinsten. * Mesela, bir örnek olay: Yazar İngiltere'ye gönderiliyor, ama çalışması yarım bıraktırılıyor. Şaka gibi! Oyun gibi! Oyuncak gibi! Ne kadar üzerinde durulup irdelense az sayılmaz mı? * Bu konuya ilişkin anlatımlardan diğer birkaç örnek şöyle: -"Fırat Üniversitesi/.../... Matematik Bölümünde, özellikle de kendi anabilim dalımdaki asistanlar arasında rahat bir çalışma ortamı umuyordum! Ama sukutuhayale uğradım! Düşmanca tavırlar sergileyen cahil sürüsüyle karşılaştım!" 107 -"Kolordu Komutanı... Benim ve diğer üç komünistin "1402" sayılı yasa ile üniversiteden atılmamızı istemiş. Rektör, Kolordu Komutanı'na güvence vermiş ve huzurundan ayrılmış" 108 -"Yemekte beni Kolordu Komutanı'na şikayet eden Mahmut Örgüt de başaktörler arasındaydı. Bir ara Örgüt yanıma geldi. "Hocam, eğer mani olmasaydık hem Kürt hem Alevi hem de Tuncelili olan iki öğrenciyi kadromuza katacaktınız!" Diyerek söze başladı?" 110 -"12 Eylül'ün ardından kurulan YÖK... büyük kıyımı da beraberinde getirdi" 140 -"Ortalık, sağcı ya da solcu oldukları için üniversiteye alınan yandaşların ve cahillikte kariyer yapmış ilkel hocaların arenası gibiydi!" 142, 143 * Bu konuda söylenebilecek ne kadar çok şey var! * Kitapta, ikinci olarak, Türkiye'deki Kafkas diasporasına ilişkin anlatımlar var. Doğrudan, içeriden, olan bu anlatımlar, bence, kıymetli. * Örnek vermek gerekirse, bu konuda, şöyle ifadeler var: -"Çeçen oyununa çıktım. O kadar mutluydum ki; sık sık alkış tutan gençlerin önünde parmak uçlarıma dikilerek, "Takh, Takh, ..." naralar atmaya başladım (Eğil, eğil)! Kuğu gibi süzülen Türkan ablanın etrafında Kartallaştım! Sıkça tekrarlanan "TAK, TAK" Çağrılarıyla defalarca sahne aldım. O geceden sonra, Aysel ablanın, Aysel-Ayten ikizlerin bana yakıştırdıkları "TAK, TAK" lakabı, adımın önüne geçti. O ad altında oynadığım, benzersiz Çeçen oyunuyla yıldızlaştım" 53 -"Kuzey Kafkas Ekibine katılmış oldum... benim gibi karizmatik gençler... gençlerden birinin Selmat'a ilgisi.../ Selmat'ı kaybetmek, ruhumun derinliklerinde büyük bir çöküntü yarattı. Onu kendi hatalarım yüzünden kaybetmiştim. Ancak, hatalarımdan da hiç ders çıkarmamıştım? Yeni serüvenler peşine koştum? Kuzey Kafkas Ekibi içinde, benzersiz Çeçen oyunumla yıldızlaşmıştım... her güzel kızda Selmat'ı aradım. Yetinmedim. Ekibe gelen ya da guruplarımıza katılan her güzel kıza kur yaptım? Hiçbirinde Selmat'ı bulamadım? Sonuçta erkeklerin nefretini kazandım. Kızlar arasında sakıncalı piyade konumuna geldim. Yalnızlaştım! Ekipten koptum! Çerkez camiasından da uzaklaştım!/ Çerkez camiasından uzaklaştım ama ayrık kalabildim mi? Ya folklor oynadığım yılları unutabildim mi? Ayrık kalamadım! Her gittiğim üniversitede bir Kafkas Ekibi kurdum. Kendimi avutmaya çalıştım./ İlk Kafkas Ekibini... Trabzon'da KTÜ bünyesinde kurduk.../ İkincisini Elazığ Fırat Üniversitesinde kurdum" 54-56 -"Mine, annesinin yanında yetişmişti. Çerkez adetlerini bilmiyordu. Dahası Çerkez olmanın ayrıcalığının da farkında değildi. Zaman içinde... kimliğin saygın bir taşıyıcısı da oldu" 57 -"1960'larda, Ankara Kuzey Kafkas Derneğinde bir avuçtuk! Ama saygındık ve gücümüzün doruklarındaydık. Çerkez'i, Abaza'sı, Asetin'i, Çeçen'i, Karaçay'ı, Tatar'ı... İle birlik ve beraberlik içindeydik. O günün koşullarında bugünün Çerkez Derneği (Beş Evler) binasını, yeriyle birlikte bizler almıştık. Orayı alırken her uruktan insanın emeği ve alın teri vardı. O emekçilerin içinde en büyük paya sahip olanlardan biri de Değerli Öğretmenimiz Sayın Elbruz Gaytaoğlu idi! O, o yerin temeline alın terini akıtan bir Kafkasyalıydı. O saygın bir Asetin'di ve bizim sevgili hocamızdı. O, bizlere, sadece Kafkas oyunlarını öğretmedi! Etnik ayrımcılığın sakıncalarını, Kafkasyalı olmanın saygınlığını, birlik olmanın gücünü, o gücü paylaşmanın sevincini de öğretti.../ O yıllarda... Hiçbir şekilde etnik ayrımcılık sorunu yaşamadık. Sevgi, saygı ve hoşgörü içinde bir olmanın onurunu paylaştık!/ Ne hazindir ki, 70'lirde sağ ve sol çatışmasına takıldık, aile yapımız bozuldu! Şimdilerde ise, "Etnik Ayrımcılık" çarklarına takıldık, o çarkın dişlileri arasında pupa-yelken meçhule gidiyoruz?/ Hep merak ettim! "Kuzey Kafkas Derneği" adını "Çerkez Derneği" adına çevirerek "Etnik Ayrımcılık" meşalesini yakan ya da yaktıranlar kimlerdi? Bu dirlik ve birliğe çomak sokan akıl sahipleri, Elbruz Gaytaoğlu olmasaydı? Bu kadar Çerkez'in bir araya gelemeyeceğini biliyorlar mıydı? Adını değiştirme gafletinde bulundukları binanın sahipleri olamayacaklarını biliyorlar mıydı? Peki Kuzey Kafkas Derneği adını Çerkez Derneğine çeviren ayrılıkçılar, Saygın bir Asetin olan Elbruz Gaytaoğlu'nun hatırasına kara çaldıklarının farkında mıydı? Merak ediyorum, bu ayrılıkçı Çerkezler benim "Ben Kafkaslıyım Deme" adı altında aşağıda yazdığım şiiri nasıl bir duygu altında yorumlayacaklar?" 58, 59 -"Hegel, "Ruhun Felsefesi" adlı yapıtında; "Yalnızca Kafkas ırkında ruh salt bir özelliğe ulaşmakta... böylelikle dünya tarihini doğurmaktadır. Dünya tarihinin gelişmesi Kafkas ırkı ile başlar" demektedir. Hegel bile Kafkas ırkı ile başlar diyor, Çerkez Irkı ile başlar demiyor!/ Dünyada, tarihin bilinen dönemlerinde fetih amaçlı askeri çatışmalar yaşamayan iki komşu ulus ya da uruk bulmak güçtür. Kafkasya bir istisnadır ve Kafkasya halkları Kafkasyalı olmayı, kendi içlerinde bir saygınlık olarak kabul etmişlerdir.../.../... Adlarımıza destanlar düzenlendi? Bu da bizleri şovenistçe özelleştirdi ve birbirimizi bile beğenmez hale getirdi!/ Çok özel olduk! Öylesine özel olduk ki; bir ulus olma şansını yitirdiğimiz gerçeğini göz ardı ettik? Birlik olma şansımızı da tepmeye başladık? Mensup olduğumuz urukları göklere çıkarırken, mensup olmadığımız boyları dışlayarak birbirimizi hırpalar olduk./.../ Birlik olursak; güçlü oluruz!.../.../ Birlik olmak için; etnik kimlik asabiyetinden kurtulmalı, eğitimli olmalı, siyaseti bilmeli ve şovenist davranışlardan kaçınmalıyız... Utanılacak bir şey de toplumumuzdaki iki başlılık. Kafkas Konseyi? Çerkez Derneği?" 61-63 * Görüldüğü gibi, çok farklı şeyler söylenebilecek çeşitli görüşler dile getirilmiş. Keşke daha çok yazılsa. Tartışma olsa. İnsanlar birbirini daha iyi anlasa. * Ben, burada, sadece ayrımcılık konusunda şunu söylemekle yetineceğim: Yazarın burada dile getirdiği ayrımcılık konusundaki görüşleri, kuşkusuz, son derece iyi niyetli bir bakış açısını yansıtıyor. Ama, bence, hiç gerçekçi değil; ayrılmalar, çok doğal ve eşyanın doğasının gereği. Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki baskıdan 1960'larda kurtulan Kafkas kökenli insanlar o dönemde baskının getirdiği etkinin tesiriyle çekingen bir şekilde bir araya gelmiş, ama, 1980'lerin sonlarında Sovyetlerdeki baskının da bir ölçüde ortadan kalkmasıyla bütün etnik gruplar doğal isteklerini dillendirmeye başlamışlardır, denemez mi? Bence, çok doğal bir süreçtir, denebilir! * Ayrıca hiçbir zaman gerçek birlik söz konusu olabilmiş midir? * Şunlar da var: -"Haydar Çerkez kızlarını düşünmeye başladı. Güzeldiler! Kişilikliydiler! Kendilerinden emindiler! Korkusuzdular! Dışa dönüktüler! Delikanlıların da kızlardan arta kalır yanları yoktu. Ama kendi içlerinde kapalıydılar. Dışarda olan herkes onlar için yabancıydı" 148 -"Beyazların Zencilere bakış açısı ne idi ise, Çoğu Çerkez'in dışarıdakilere bakış açıları da aynıydı. Bir farkla özde memlekete dışarıdan gelenler onlardı? Allahtan bütün Çerkezler aynı değildi. Kendilerini aşmış olanlar vardı" 155 * Burada dile getirilen görüşler, çok katı değil mi? Bence, doğrulukları tartışılabilir nitelikte! * Yukarıda belirttiğim yönleri önemli, ama, kitabın, benim için asıl kıymetli olan yönü başka. O da şu: Bu yayın, benim bilgilerime göre, Türkiye'deki Vaynah diasporasına ilişkin ilk yazılı anlatım. Yani, bir ilk. Bu yüzden, bence, çok kıymetli. Üstelik, doğrudan, içeriden ve çok açık bir anlatımı var. Bence, bu özelliği, kıymetini daha da arttırıyor. * Bazı örnekleri şöyle: -"Dedem öldü! Dedem öldüğünde, üzülmüş ve çok ağlamıştım. Benden başka ağlayanlar da vardı! Ama üzülenler var mıydı? Onu hiç bilemedim!/... Çeçenler varlıklı insanlardı. Kendi aralarında birlik ve dirlik içindeydiler. Hoş görülüydüler ve sevgi doluydular. Yıkılmaz ve yenilmez görünüyorlardı! Talihsiz bir kan davası oldu! Tılsım bozuldu! Hoşgörü gitti! Birlik ve dirlik de yitti. Bu da önce Öztürkleri, daha sonra da diğer aileleri yerlerinden, yurtlarından etti. Yeni yurt arayışı, yeni iş arayışı serüvenine döndü" 12 -"Çocukluğumun en büyük gizemi ise, gece yatmadan önce Anneannemin koynunda onun Kafkasya'ya ilişkin anlattıkları hikayeleri dinleyerek uyumaktı./ Anneannem, Çeçenlerin yurtlarından sürülüşlerini anlatırdı: "Üç yüzyıl Çarlar halkımızı baskı altında ezdiler. Halkımız da Çarların saldırılarına aynı şekilde karşılık verdi. Sonra sahneye Komünistler çıktı. Önce sahte sözler vererek halkımızı kandırdılar, arkasından vahşette Çarları aratır oldular. Sonuçta Çarlık zamanından kalma önyargıların kurbanı olduk! Komünizm de bize aynı şeyi getirdi" derdi./ Savaşlardan bahsederken, "Rus işgalcileri, ilk savaşlar sonunda, saldırı bedelinin bilançosunu ağır ödemeye başlayınca, taktik değiştirdiler. Yalan, aldatmaca ve entrikalarla başlatılan yeni savaş biçimine Çeçenler alışamadılar! Bu da bizim felaketimiz oldu" derdi./ Saygı yerine korku, güven yerine kuşku yaratan Rus işgalcilerine karşı kazanılan zaferlerden bahsederken; Anneannem heyecanlanır, bu zaferlere adlarını yazdıran kahramanları anlatırken, güçlü ve karizmatik bir kişiliğe bürünürdü./ Anneannem: "Zaferlerin ardından gelen felaketler; düş kırıklığı, acı ve endişeyi getirdi. Böylece, kaderleri kanla yazılan ve yurtlarında yaşam hakları ellerinden alınan Çeçenlerin bir kısmı bizim gibi topraklarını terk etti. Bir kısmı da Rus zulmüne karşı direnmeye devam etti. Bu direnenlerin bir kısmı acımasızca katledilerek imha edildi. Kalanların tümü ise 23 Şubat 1944'te, Rusların büyük bayramı olan Kızılordu Gününde Jozef Stalin'in emriyle hain ilan edilerek, verimli Kafkas ovalarından, Aral Gölü'nün kuzeyindeki bozkırlara yerleştirilmek üzere sürüldüler" der, acıyla yüzünü buruştururdu. İşte o zaman, yüzünün canlılığı gölgelenir, kederle buğulanan gözlerinden hüzün akardı!" 18, 19 -"Harun... Askerden geldiği zaman, varlık içindeyken yokluğa düştüğünü görerek büyük bir şok yaşadı. Babası hayatta değildi, ailenin reisi konumuna gelen en büyük ağabeyi de ona metelik bırakmadan horantasıyla birlikte şehre göçmüştü./.../ Başkente gittiği yıl, ihtiyacı olduğu halde, büyük ağabeyi Şamil'den hakkı olan parayı talep etme girişiminde bulunmadı! Hatta çocuklarına bile bu talebi yasakladı" 35 -"Vela... Babama; "Bizimkiler, Çeçenlerin; hemen her konuda yenilmez olduklarına inanır, asla parçalanabileceklerine ihtimal vermezdi. Birinizi hepinizde, hepinizi de birinizde görmek size ait bir ayrıcalıktı... Yalçın kayalar gibi birbirinize çarparak bölünmeniz de size özgü oldu..." dedi. Babam... "Aslında bizi ayrıcalıklı yapan ve ailelerimizi bir arada tutan bağlar adetlerimizdi. Zaman içinde adetlerimiz yara almaya biz de gücümüzü yitirmeye başladık..." dedi" 40 -"Eşref, onu tanıdığımı sanıyordum? Gönlümdeki yeri, doldurulamayacak bir değere sahipti! Bir menfaat çatışmamız oldu? İki tümce ile yüreğimde derin bir yara açtı. Kanattı. Öylece bıraktı.?/ Serpil, sevgi dolu! Akıllı, hırslı ve becerikli! Ailenin duayeni! Ancak gururunu, kibriyle gölgeliyor. Eşref'in arkadaşı ve destekçisi! Bana yakınlığı? Hüzün doluyum?!/... babamla... annemle birlikte dörtlü bir koalisyon oluşturmuşlardı. Şeref'le ben dışarılardaydık!/ Babam da bir yazardı! Bazı, hatıra notları vardı! O notlar küçük kardeşlerimin tekelinde kaldı? İçeriklerini hiç bilemedim?" 39 -"Birden, "Baba, Şamil Amcamdan payımıza düşen parayı neden istemiyorsun?" deyiverdim. Babam güldü, "Oğlum, ailemizin reisi dedendi. O öldü. Şimdi ailemizin reisi Şamil Amcan. Onun için para da onda" dedi" 45 -"Düğünün, geç başlama nedeni, Yukarı Hüyük Köyü gençlerini saf dışı etmekmiş? Hakları da varmış? Bizden sonra düğüne Yukarı Hüyük köyünden bir genç katılmış. Sarhoş gencin taşkın davranışları yüzünden düğün dağılmış!" 47 -"Başkente geldiğim günün akşamı, kuzenlerimle gençlik parkına gitmiştim; renk cümbüşü içindeki o dünyaya mest olmuş, Ankara'yı dünyanın en güzel yeri saymıştım! İstanbul, Büyükada'da dayımın yanına gittiğimde fikir değiştirmiş, en güzel yer İstanbul demiştim. İngiltere'ye gittiğimde Brighton'a hayran kalmış, güzelliği o şehirde bulmuştum. Ama en güzel şey, çocukluğumdu! En güzel yer ise Bozkurt Köyüydü! En kutsal kurum, ailemdi! Artık o köy yok! Canım kadar sevdiğim, varlıklarıyla gurur duyduğum o ailem de yok!" 114 -"90'ların başında Çeçen-Rus savaşı başlamıştı. Bu savaşta Serhan taraf olmuş, maddi ve manevi bütün olanaklarını kullanarak Çeçenlerin yanında yerini almıştı. Bu durum, Süreyya ile aralarının açılmasına sebep olmuş, birliktelikleri yara almaya başlamıştı. İki binlere gelindiğinde ise bu yara kronikleşmiş, çaresiz bir hal almıştı. Büyük bir aşkla başlayan evlilik bağları, anlamsız bir çatışmayla hırpalanarak incelmiş, sonuçta taşınmaz bir hal alarak kopmuştu./ Serhan, boşanmakla kalmamıştı. Annesini ve babasını kaybetmiş, dayısıyla olan bağlantısını da yitirmişti. Yalnızdı!/ Yeniden evlendi. Emekliye ayrılarak Ankara'ya yerleşti... ama ekonomik zorluklar içindeydi. Emekli maaşı yetersizdi. Yetmezmiş gibi, yeni eşi de sağlığını yitirerek doktorlara bağımlı hale gelmişti. Bu durum, doktorların ellerini Serhan'ın cebine musallat etmiş, onu önlenemez bir borç batağına sokmuştu.../.../ Çok geçmeden, bir dershanede aradığı şansı buldu ve orada greve başladı. Sevinçliydi. Bir başka sevinci de Cemal dayısının izine rastlamasıydı./ Serhan... dayısının ziyaretine gitti.../... ziyarete... kardeşlerini de götürmüştü. Ancak kardeşleri, bir daha dayılarının ziyaretine gitmemişti. Hatta dayılarının hasta olduğunu öğrendiklerinde bile ilgilerini esirgemişlerdi? Serhan bu durumu irdelemedi ama annesinin ve babasının yokluğunda zayıflayan akrabalık bağlarına üzülerek hayıflandı" 178, 179 * Burada da, çok şeyler söylenebilir! Keşke, başka başka anılar yazılabilse. Daha çok anlatılsa ve daha iyi anlaşılsa. İnsanlara iyi gelmez miydi? Kitapta, fazlasıyla, her biri bir roman konusu, ve ayrıca travmaya neden, olabilecek nitelikte olan, toplumsal ve bireysel, hüzün var! Ve, sanki, hüzün her yere sinmiş, gibi! Sanki, eksik bir şey var; aranıyor! * Bir yerde de söyle denmiş: -"1960'lı yıllarının sonlarıydı... Mehmet KETE, Rus ordusunda subayken, oradan kaçmış, Türkiye'ye iltica etmiş bir Çeçendi. İltica ettiği rütbe ile Türk Silahlı Kuvvetleri'ne kabul edilmişti... Ben onu tanıdığım zaman, doksan yaşın üzerinde anıt çınara benzeyen bir emekli albaydı... Kalemleriyle Kafkas halklarının kalplerini fetheden Rus yazarlarını anlatırken, gözlerinden sevgi akardı. Özellikle Lermontov için; "Bütün Kafkasyalılar, Lermontov'u kalplerinde sevgiyle yaşatırlar" derdi" 201, 202 * Bense, burada ifade edilenden görüşten farklı olarak, genelde Rus yazarlarının Kafkas kökenli halklar hakkında olumlu şeyler yazmadıklarını, basbayağı ırkçı olduklarını, düşünüyorum, ve yazdıklarını da sevimli bulmuyorum. * Kitaptaki birkaç hususla ilgili olarak da şunları düşündüm: -Şu iki ifadedeki sözcükler, ilkinde "deli Çeçen", ikincisinde "Zelimhan", şeklinde olsaydı, daha iyi olmaz mıydı, diye düşündüm! "... deli Çerkez..." 19, 20 "Çeçenistan... bir köy var. Adı Selimhan" 181 -Çeçen ya da Lezginka, adlı hikayedeki Avar Melik Ahmet karakterinin etnik kimliği, s. 194, belirtilmemiş olsaydı, keşke, diyorum! -Elbruz adlı hikayeyi, s. 230-241, ve, o hikayedeki ölü varken düğün yapılmasını gerektiren geleneği sevmedim. * Yazar, genelde, kendine has bir üslup oluşturmuş, yer yer de, şu aşağıdaki örnekte olduğu gibi, benim çok hoş bulduğum estetik bir anlatımı yakalamış! -"Janset'i gören Hacmurd'un gözlerinde pespembe, bembeyaz, yemyeşil, mosmor, kıpkırmızı renkler uçuştu. Bu renk cümbüşü içinde Hacmurd, bahar dallarını aralayarak mavi göklere uzandı. Dağları, ovaları, vadileri geçti. Başlam dağının zirvesinde durarak ufukların ötesine baktı. Sevinci, neşesi, coşkuya dönüşerek menekşe rengine odaklandı. Ceylan gözündeki hüznün, karaca bakışındaki masumiyetin, durgun suların berraklığı içinde yakamozlandığını gördü. Kartalın gururu, Kuğunun zarafetiyle birleşince; yüreğindeki volkan bir yanardağ gibi patlayarak bütün bedenini sardı. Bedenini saran ateş, yatağında sakinleşen sel gibi yavaş yavaş duruldu. Çünkü O, yüreğindeki sevgi gölünün Kuğusunu bulmuştu!" 197 * Kitapta, bence, ne yazık ki, bazı yazım kurallarına pek dikkat edilmemiş. Aşağıdaki ifadede olduğu gibi, büyük harfler fazla kullanılmış. -"Balık Ekmek, İskender kebap, Lahmacun ve Pide çeşitleriydi" 149 Birçok yerde gerekmediği halde soru işareti var! Bazı yerlerde yazım hataları olmuş. * Şu anlatımlarda da, sanırım, bir çelişki oluşmuş: -"Ben Lise birinci sınıf öğrencisiydim. Vahit de hukuk birdeydi" 46 -"Atatürk Lisesinde birinci sınıf öğrencisiydim. Vahit de aynı lisede son sınıf öğrencisiydi" 50 * Sonuç itibariyle, bazı görüşlerine katılmasam da, kitabı sevdim. Kıymetli buldum. Yazarını kutluyorum. *** 5.11.2020

20 Ekim 2020 Salı

Kafkasya

Bir Tarih James Forsyth, İngilizceden Çeviren: Timuçin Binder, Birinci Basım: Eylül 2019, Ayrıntı Yayınları, İstanbul Kitabın İngilizcesi 2013 yılında yayınlanmış. Yazar Aberdeen Üniversitesi Rusça Bölümünde eski Doçent ve bu bölümün eski başkanı imiş. * Epeyce kapsamlı bir kitap: 854 sayfa. Süreli yayın dışında, kitap ve makalelerden oluşan kaynakçası ise, s. 855-889 arası, 34 sayfa. * Arka kapak yazısında şöyle denmiş: "Kafkasya'yı enine boyuna inceleyen büyüleyici bir çalışma. Avrupa, Asya ve Ortadoğu'nun sınırlarında yer alan bu karmaşık bölgenin tarih öncesinden bugününe ışık tutan, Kafkasya'nın tarihini bir bütün halinde sunan kitap, modern tarihçiliğin emsalsiz örneklerinden biri... Hem İngilizce ve Rusça kaynaklara hem de Farsça ve Arapça çevirilere dayanan bu yetkin çalışma, bölgenin... yerli toplulukları... üzerinde yoğunlaşmakta. Kitap bunun yanı sıra, Kafkas ülkelerinde Rus emperyalizminin rolüne ve yerli toplulukların büyük bir kısmının nazik dengelere dayanan bağımsızlık girişimleri uğruna umutsuz mücadelelerine eleştirel bir bakış açısı da sağlamaktadır." * Yayıncıdan Tarzla İlgili Not'ta ise şu ifade var: "Rusça, Fransızca ve Almanca çeviriler yazarın kendisine aittir; diğer dillerden çeviriler orijinal kaynaktandır." s. 19 * Bence, önemli bir yayın. Çok emek verilmiş. Çok bilgi var. Böyle bir yayın da ancak ve ancak bir İngiliz'in elinden çıkabilirdi, zaten, diyorum! Çünkü, gerekli altyapının yanı sıra bu kadar emek vermek için ayrılacak zaman ve dolayısıyla bunun sağlayacağı bilgi birikimi en çok İngilizlerde var-olabilir, gibi geliyor, bana! * Kitapta, Ağırlıklı olarak Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan var, Genelde Kafkasya var, ama, ayrıca, epeyce fazlası da var, Ortadoğu, Asya, Anadolu, ve dahası var. * İlgili halkların kökenlerini ele alan bölümden sonra, 7. yüzyıldan günümüze kadar olan dönemdeki olaylar bölümler halinde ele alınmış. * Bence bu bölümleme, yani planlama, yani kurgu, pek iyi olmamış. Kopukluklar ve tekrarlar oluşmuş. Anlatım uzamış ve karmaşıklaşmış. * Bir de, bazı cümleler çok uzun ve karmaşık olmuş; bu da, yer yer, okumayı bayağı zorlaştırmış! Bunda, çevirinin de payı var mı, acaba? Bence, muhtemelen vardır! Ve bazı, pek fazla önemli sayılamayacağını düşündüğüm, maddi hatalar ve yazım hataları da var. * İlk anda kitabın hacmini öğrendiğimde, muhtemelen laf olsun diye gerekli gereksiz birtakım bilgilerle sayfalar doldurulmuştur, diye düşünmüştüm, ama, yanılmışım; bence, çok farklı konularda, epeyce ilginç bilgiler var! Hem de epeyce renkli bilgiler! Ayrıca, bilgi dışında, epeyce, değişik konularda, bence çoğu özgün olan, yorum-değerlendirme de var. * Yorum-değerlendirmelerinden bazılarına katılamadım! Yani, yorum-değerlendirmelerden bir kısmını doğru bulmadım! Bu durumun ise, yazarın, çok farklı konulardaki çok çeşitli bilgileri yeterince özümsemeden aceleyle üstünkörü değerlendirip bu yüzden doğru olmayan sonuçlara varmış olmasından kaynaklanmış olabileceğini düşündüm! Başka bir ifadeyle, bazı değerlendirmeleri ham buldum, olgunlaşmamış buldum! * Sanırım sonuç olarak şu söylenebilir: Çok vahşi bir tarihsel geçmişten çok kanlı sahneler aktarılmış ve sonunda bugünün insanlığının en vicdani seslerinden biri ortaya çıkmış! * Benim açımdan en çarpıcı ve aynı zamanda en şaşırtıcı olan, kitapta, Rusların Çeçenlere yönelik vahşeti konusunda çok az rastlanan türden olan son derece vicdanlı bir anlayışı görmek oldu. Bilindiği üzere, tarihin karanlık dönemlerinde kaldığı düşünülen vahşet örneklerinden birini yakın bir geçmişte Çeçenistan'da Ruslar sergiledi. Çeçenler on yıllarca süren çok kapsamlı bir Rus katliamına maruz kaldılar. Ancak bazı bireysel tepkiler dışında genelde dünya bu vahşeti görmezden geldi, hatta zaman zaman vahşete destek oldu. Bu kitap ise bu konuda örneği çok az olan vicdanlı bir yaklaşımı içeriyor. Konunun gerçek özünü yakalayıp hakkı hak sahibine teslim ediyor. * Bu konuda kitapta söylenenlerden bazı örnekler şöyle: "Yeltsin'in Çeçenlere saldırısının ahlaksal savunulamazlığı barizdi ama Britanya basınında bile Rus hükümetinin eylemleri için geleneksel bahaneler bulunmuştu: "Uluslar kendi aralarında silahlı muhalefete hoşgörü gösteremez", sanki emperyal Rus Federasyonu Rus ulusuydu ve sanki Rusya "parlamentosu" kadar şüphe götüren bir otoriteye "karşı çıkmak", şu ana kadar epeyce tacize uğramış ufak bir ulusun tüm nüfusuna canice saldırmak için haklı nedenler olabilirmiş gibi. Fakat bazı Batılı gazeteciler... Rus basınında... Çeçenleri aşağılamak için kullanılan basmakalıp ifadeleri safça benimsemişlerdi: Bu "gangster devletin" insanları "kavgacı", "yasa tanımaz", "başa çıkılmaz" ve "sorunlu"ydu ve "korkusuz... hatta zalim olduklarına dair kötü bir ünleri" vardı; sanki son Rus hükümetleri bırakalım Kafkasya'yı, Moskova'da hukukun egemenliğini hayata geçirebilmişti! Bir sert eleştirinin vardığı sonuç "Çeçenistan'ın bağımsızlık iddiasının yasal geçerliliği olmadığıyla" kalmamış, "ahlaksal olarak iddiasının daha da geçersiz olduğunu" ileri sürmüştü; bunu söylerken Leninist-Stalinist iktidarın ortaya çıktığı andan itibaren açıkça ve utanmazca hukuk karşıtı olduğu (hukuksallık bir "burjuva" kavramı olarak bir kenara atılmıştı) ve SBKP'nin, Rus yurttaşlarına despotça davranışının hiçbir standarda göre yasal olmadığını göz ardı etmekteydi. Eğer yüzyıllarca sürmüş acımasız emperyal fetih, Bolşeviklerin tekrarladığı boyun eğdirme ve Sovyet rejiminin tehcir ve baskıları ahlaksal bir vakaya yol açmıyorduysa, başka neyin açabileceğini düşünmek epeyce zordur. Kafkasya'nın kan davası buyruğu bile... Rusya adına tabi olacakları, önceden planlanmış barbarlıktan daha saygıdeğer idi" 778, 779 "Çeçen ve İnguşların kendi kültürleri hakkında yazdıkları saygı sebebi olmaktadır.../ Birçok insan Vaynahların özelliklerinden birinin tez canlılık olduğunu düşünmektedir ki bu reddedilemez. Fakat belki de tam olarak bu yüzden Çeçenler ve İnguşlar sabır, sebat ve özkontrol gibi özelliklere her zaman hayran olmuşlardır... Vaynah toplumunda kolay öfkelenmek ve özkontrol yoksunu olmak, kendisine saygısı olan biri için yakışıksız bulunarak her zaman kınanmıştır. Zor şartlar, dayanıklı olmamak, rahatına aşırı düşkünlük ve açgözlülük Çeçenler tarafından iyi yetiştirilmemiş insan özellikleri olarak görülmüştür... diğer yandan, konfor ve yiyeceğe karşı talepkar olmamak, azla yetinmek, irade sahibi olmak ve zorluklara katlanmak... yüksek niteliklerdir... Bir Çeçen veya İnguş birisini "sabırlı bir insan" (sobare stag) olarak adlandırdığında bu büyük bir övgüdür" 783 "Lieven onu ağırlamış olan Çeçenler hakkında şöyle yazmaktadır: Onları çoğu kez "rahatsız edici ve korkutucu" bulmuşsa da, "… Çeçenler arasına gitmenin... soğuk ve fırtınalı ama aydınlık ve bir bakıma normal varoluşu aşan bir sabaha gitmek olduğu... anlamına geldiğini hiçbir zaman yitirmedim... Çeçen halkına, neredeyse sanki cesaretin kendisine bakıyormuş gibi bakmaya alıştım; herhangi bir şekilde adalet veya ahlaka gerekli ilişki olmadan ama sadece görmek güzel olduğundan."..." 784 "Putin, Çeçen halkını sonunda bir "terörizme karşı savaşla" ezmeyi kafasına takmıştı... Politovskaya'nın belirtmiş olduğu gibi, bunun "basit bir doğal sonucu vardı: Hiç kimsenin artık suçsuz olmaması. Bugünün Rusya'sında bu, güvenlik birimlerinin suç yüklemek istedikleri herkesin suçlu bulunması anlamına gelecekti. Hükümet bir 'terörist karşıtı' engizisyon, Beslan trajedisinden yararlanmaya çalışan Putin'in siyasi azgınlığı için bir terörist karşıtı terör hazırlamaktaydı."… okula saldırmaktan sorumlu tüm görevliler temize çıkarılmıştı.../... Putin... Acımasız Beslan "çocuk katillerini" kınarken, ikiyüzlüce bir şekilde, Çeçenlerin aksine, Rus birliklerinin acımasız çocuk katliamlarından suçlu olmadıklarını iddia etmiş, Rusya'nın... canice "temizleme" operasyonlarını göz ardı etmişti... En şaşırtıcı olan, "Çeçenistan'daki Rus politikaları ile Beslan'daki olaylar arasında bir bağlantı olmadığını" ileri sürmesiydi.../ Rus-Çeçen savaşı... İnguşya'yı... bir cehenneme çevirmişti... yoksun kalmış binlerce evsiz Çeçen 1999 Kış'ında Vaynah komşularına sığınmaya çalışmıştı. Onlara bir tür barınma seçeneği sağlanmıştı: "Mülteci kamplarında (tavuk ve eski hayvan yetiştirme çiftlikleri, mahzenler, çadırlar ve açıkta kamp ateşleri etrafında) geçirdikleri bir ay içinde, düzenli yemekleri veya yıkanacakları yerleri, herhangi bir işleri olmayan... çaresizce sadece sağ kalmaya çalışan binlerce insan hayata derinden küsmüştüler."… Karabulak yakınındaki bu yer, evsiz insanlara, Vladikavkaz ve Mozdok'tan fırlatılan, göğü yırtarak geçen ve günlük hedefleri olan Grozni'nin harap cadde ve kalabalık pazarlarında patlayan düzenli roket ve "Dolu" füzelerini seyretmelerini sağlamaktaydı" 811-813 *** (Aynı konuda, yani, Rusların Çeçenistan'daki vahşeti konusunda, araya, EK bir not: Aleksander Litvinenko ile Yuri Felştinsky'nin ortak çalışması olan “Rusya’yı Havaya Uçurmak” adlı kitabın giriş bölümünün bir yerinde şöyle söyleniyor: "… Günbegün, FSB ya da SBP’nin ajanı olarak çalışan veya casusluk yapan gazetecilerin ve basit arzuları için ahlaki değerleri hiçe sayan bir yazarlar ordusunun yardımıyla, Rus iş dünyasında yer alan az sayıdaki “oligark” hırsız, dolandırıcı ve hatta katil olarak ilan edildiler. Bu arada, hakiki oligark gücünü elde etmiş ve hiçbir banka hesabında görünmeyen milyonlarca ruble parayı ceplerine indirmiş gerçek ciddi suçlular, FSB, SBP, FSO, SVR, Merkezi İstihbarat Dairesi (GRU), Başsavcılık, Savunma Bakanlığı (MO), İçişleri Bakanlığı (MVD), gümrük birimleri, vergi polisi ve benzeri Rus devletinin baskı rejimi kurumlarında yönetici masalarının ardında oturuyordu. Rus iş dünyasının ve ülkenin siyasi hayatının gerçek oligarkları, gri kardinalleri ve gölge yöneticileri işte bu insanlardı. Kontrolsüz ve sınırsız gerçek güce sahiptiler. Çalıştıkları birimlerin kimlik kartlarının kendilerine sağladığı sağlam himayenin arkasında, gerçekten dokunulmazlardı. Muntazaman resmi pozisyonlarını suiistimal ediyor, rüşvet alıyor, çalıyor, astlarını suç faaliyetlerine bulaştırıyor ve haksız bir şekilde elde ettikleri tüm bu paraları biriktiriyorlardı. Bu kitap, modern Rusya’nın en mühim problemlerini, devlet başkanı olarak Yeltsin’in liberal dönemlerindeki radikal reformlarının sonuçlarından yola çıkarak değil, bu reformlara karşı Rus gizli servisleri tarafından açıkça ya da el altından gösterilen direnişleri açıklayarak ortaya koymaya çalışmaktadır. Rusya’yı demokrasi yolundan çıkararak diktatörlük, militarizm ve şovenizm istikametine sokmak için Birinci ve İkinci Rus – Çeçen Savaşlarını çıkaranlar da onlardı. Birinci ve İkinci Rus – Çeçen Savaşları için gerekli koşulları sağlamak için Moskova’daki ve diğer Rus şehirlerindeki bir dizi gaddar terörist saldırıları da operasyonlarının bir parçası olarak organize edenler onlardı. Eylül 1999’daki bombalamalar, özellikle 23 Eylül günü Ryazan’da engellenen terörist saldırı bu kitabın ana konusunu oluşturmaktadır. Bu patlamalar, esas amaçları mutlak iktidar olan Rus devlet güvenlik kurumlarının taktik ve stratejilerini takip etmek için en belirgin ip uçlarıdır. …" http://ickerya.com/yayinlar/rusya-yi-havaya-ucurmak/giris/ Yani, Çeçenistan'daki zulüm, tüm Rusya'da zulüm yapmak için gereken yapıyı oluşturmak için yapıldı, bunun için Ruslar tarafından terör saldırıları da gerçekleştirildi, deniyor. Dünya ise genelde, bunu, duymaz, bilmez oluyor, sessiz kalıyor. * Bence, söz konusu dönemde Çeçenistan'da yaşananlar, insan hakları konusunda turnusol kağıdı işlevi görecek niteliktedir. Öyle bir turnusol kağıdı ki, vicdanlı ile vicdan yoksununu apaçık bir şekilde ayırmaktadır. Çeçenistan'da yıllarca yaşanan o vahşete tepki göstermeyenlerin insan hakları lafını ağzına bile almaması gerekir, aksi durum apaçık bir çifte standart olur. Ve, onlarda vicdandan da eser yoktur! Ne yazık ki dünyada günümüzde geçerli olan yaklaşım budur: Vicdansızlık ve çifte standart.. Varsa yoksa reel politika! Ve, ikiyüzlülük! Çeçenistan'daki o yoğun vahşet karşısında dünyada örneği neredeyse hiçbir yer ve zamanda görülmeyen bir şekilde genelde sessizlik egemen oldu. Bu sadece Çeçenistan'da öyleydi. Başka yerlerde zulüm görenler, hep, az ya da çok yandaş veya destekçi bulmuşlardır, ama Çeçenler tamamen yalnız bırakılmışlardır. Çeçenistan'daki Rus vahşetine karşı sadece bazı bireysel sesler duyuldu. O kadar. Çeçenler bir yana insan hakları sahipsiz kaldı. İnsan hakları için mahkemesi olan Avrupa ve Amerika başta olmak üzere "Batı" sivil insanların yıllarca acımazsızca katledilmesine neredeyse hiç ses çıkarmadı. Aynı şey dünyanın diğer yerlerinde de oldu. Mesela, Türkiye çıt çıkarmadı. Arap dünyası da öyle. Hatta Çeçenlerin komşuları olan Kuzey ve Güney Kafkasyalılar da öyle yaptı, ve, onların diasporaları da büyük ölçüde aynısını yaptı; vahşete sessiz kaldı. Dolayısıyla, bence, günümüzde, insan hakları söylemi büyük ölçüde ikiyüzlülükten ibaret.. * Türkiye'de ana akım medya da, Rusların Çeçenistan'daki söz konusu vahşetine anlamlı bir tepki göstermedi, tersine, yer yer, Rusya'yı övgülere boğdu! Mesela, Türkiye'nin "büyük" gazetecisi Ertuğrul Özkök, şimdiki gibi pabucunun dama atılmadığı bir dönemde, Putin'in yalan yayıcısı Yastrejemsky'yi özel çabalarla överken, bir arkadaşıyla birlikte güya Putin'i anlatan bir kitap yayınlayan, yıllarca Moskova'da yaşamış acar gazeteci Cenk Başlamış, yukarıda değinilen Rusya'yı Havaya Uçurmak isimli kitap ve benzerlerinden haberi yokmuş gibi davranarak Putin'in insanlık dışı işlerini görmezden geliyor ve dolayısıyla o işler için örtü işlevi görüyordu!) *** Konumuz olan kitaba geri dönersek, Çeçenlerin bilinen bazı olumsuzlukları olmasına rağmen kitapta bunlara pek yer verilmemiştir; ama bu durum, bence, Rusların Çeçenistan'daki insanlık dışı davranışlarına ilişkin kitaptaki vicdanlı değerlendirmenin özünü etkileyebilecek nitelikte değildir, ve bu yönüyle, gerçek bir eksiklik sayılmamalıdır. * Kitapta bir de, belirgin olarak, Sovyetler konusunda genelde benim de katıldığım son derece olumsuz olan değerlendirmeler var. Daha çok da Stalin-Beria ikilisi konusunda, ki, ibretlik! Ve, akla şu geliyor: O kadar zalim olabilen birilerinden hiç iyi bir şey beklenebilir mi? * Kitapta benim ilginç bulduğum diğer bilgilerden bazı örnekler de şöyle: "1860'da... Şamil, 1506'da Rusların tarafına geçerek Ortodoksluğu kabul etmiş Altınordu Tatar prensi Arslan Murza Yermol'un soyundan gelen Yermolov'u ziyaret ederek saygılarını sunmayı ilk önceliği yapmıştı" 317 "Rus-Çerkez.../... yüzyıl savaşı 1763'te Rusların Mozdok'u inşa etmesiyle başlamış, bir yandan Türkiye'nin Kafkasya'yı kaybetmek istememesi, diğer yandan Rusya'nın Türkiye'nin zararına olacak şekilde Asya'ya yayılma kararlılığı yüzünden bu kadar uzun sürmüştür... Topyekun savaş, Dağıstan'ın üst beyi olarak İran, Türkiye kadar güçlü bir hasım olmadığından Doğu Kafkasya'da daha mümkün olmuştu. Ayrıca bu bölgenin ağırlıklı olarak Şii dini, Çerkezistan'daki Sünnilerden Osmanlıların bekleyebileceği kadar destek sağlamamıştı: Çerkezistan'da İslam, Rus baskısından dolayı 1800'de birçok Kabardey ve Batı Çerkez için "sömürgecilik karşıtı savaşın ideolojik sembolü" olmuştu./ Rus-Çerkez Savaşı açıkça bir soykırımdı... hemen hemen İngiltere büyüklüğünde bir ülkenin neredeyse tamamen yok olmasına sebep olmuştur" 323, 324 "Rus devlet hizmetinde olağanüstü bir kariyer yapmış... Oset... Musa Kundukh(ov)… 1836'da süvari subayı çıkmış, kısa sürede generalliğe yükselmiş ve en sonunda da... Çeçen Askeri Bölgesi'nin başı olmuştu. Fakat Kafkas Savaşı'nın sonunda Rus rejimini küçük görmeye başlayarak Çeçen göçmenlerle birlikte Türkiye'ye göç etmişti. Burada anayurdunun kurtuluşu için bir Kuzey Kafkas ordusu kurmayı ümit ederek Musa Paşa olmuştu./ Bu arada Rus yönetimi Dağıstan ve Çeçenistan'ın sorun yaratan yaşayanlarını da başından atmaktaydı. 22.000'den fazla Çeçen, 3.000 Kabardey ve Osetle birlikte Türkiye'ye gönderilirken... binlercesi ya idam edilmiş ya da Sibirya'nın cezai yerleşimlerine gönderilmişti./... Rusya'nın 1877'de giriştiği Türk karşıtı savaşta... Gazi Muhammed (Şamil'in oğlu) ve Oset Musa Paşa komutasında bir gönüllü ordusu Anadolu cephesinde savaşırken yaklaşık 1.000 Çerkez Sohum'a çıkmıştı" 333 "Rus Azerbaycanı olmuş bölgede, 19. yüzyılda Ruslar buranın fethine giriştiklerinde çok az ulusal kimlik farkındalığı vardı... klişe ve yanlış bilgilendirmesiyle Sovyet Rus ideolojisinin tipik bir örneği olan, Rusya'yı Kafkaslardaki savaşın kışkırtıcısı değil, haksız bir saldırıya karşı, İran ve Türkiye ittifakına rağmen kendisini kahramanca savunan masum bir taraf olarak gösteren bir yayına başvuracağız./... 1804... 1813... Coşkuyla Rusya'ya katılmak isteyen Güney Kafkasya toplulukları askeri operasyonlarda faal şekilde Rus birliklerini desteklemişti.../ Olayların bu versiyonu (1962'ye, Nikita Kruşçev zamanına... aittir) Sovyet Rusya tarihçiliğine özgü "birbirine karşıt düşünce üretme" pratiğini ve tarihsel gerçeklerin nasıl çarpıtıldığını göstermektedir./... tarihsel çarpıtma... SBKP rejimiyle sınırlı değildi... etnik ad bile, Türk yanlısı bir çizgi beyanında bulunan Batılı bir yayının başlığında görüldüğü gibi siyaseten yüklü olabilirdi: The Azerbaijani Turks (Azerbaycan Türkleri). Bu Azerbaycanlıların... "Türk" olduklarını ima etmekteydi …/ 19. yüzyılın sonuna kadar Rus İmparatorluğu'nun Azerilerinin (veya daha önceki Şirvan hanlığının Müslüman, Tatar veya Türklerinin) nasıl adlandırılması gerektiği netleşmemişti.../ İlginçtir ki, benzer bir soru Türkiye'nin Türkleri için de belirmektedir; her ne kadar burada... çok azı Türk olduklarından şüphe etmekteyse de:/ Tarihte en kafa karıştırıcı olaylardan biri Türklerin gelmesinden sonra Anadolu'nun Türkleştirilmesidir... Orta Asya'dan Anadolu'ya sadece az sayıda Türk istilacı gelmiştir... Ama bir süre sonra... tüm nüfus Türk ve Müslüman olmuştur" 345, 346 * Bir yerde de benim bildiklerimle hiç uyuşmayan şöyle bir anlatım var: "1914'te Enver Paşa'nın komutasındaki Türkler... Rusları Ardahan'dan püskürtmüştü. Fakat Rus ordusu kendisini toparlayarak 1916'da... Erzincan'a ulaşıp Şubat Devrimi'ne kadar burada kalmıştı" 375 Oysa ben oradaki olayı Sarıkamış felaketi olarak biliyorum. Ve, şu: "Osmanlı... Türk donanmasına ödünç alınmış Alman savaş gemileri Ekim 1914'te Batum'u bombalayana kadar savaştan uzak durmuş" 376 Oysa benim bilgime göre, o bombalanan yer Batum değil, Sivastopol'dü. * Kitapta ilginç bulduğum bazı sözcüklerin yer aldığı şöyle bölümler de var: (Kert sözcüğü Çeçencede çit, avlu anlamlarında olup, günümüzde de kullanılmaktadır) -Tigranakert (Diyarbakır) 43 -Tigranakert 72 -Ağustos 1071'de Manazkert (Malazgirt) 123 -Manazkert 170 -"Petro... 1722.../.../ Çar, Astrahan'dan Kuzey Kafkasya'ya büyük bir ordu gönderirken, Volga'dan gemiler de Terek'in güneyindeki Vaynah Körfezi'nde bir koya başka birlikler getirmişti" 272, 273 -Manazkert 306 -"… isyan... komşu Gürcü dağ boylarına (Hevsurlar ve Kistler (İnguş)) yayılmıştı" 311 -"1812.../ En az itaatkar ulus, Terek Ovası ve Vladikavkaz'ın ormanlık tepe ve dağlarında yaşayan Çeçenler idi (Kuzey Kafkasya'da en kalabalık topluluk: 1897'de 226.500). Kendileri için kullandıkları isim Çeçen değil, "Nohço" idi ve İnguşlar ile Barsbilerle birlikte Vaynah dilleri ailesini oluşturmaktaydılar.28 Çeçen ve İnguşlar 19. yüzyılın başında diğer birçok Kafkas topluluğundan aralarında feodalizmin neredeyse var olmamasıyla ayrılmaktaydılar.../ 28 Rusların onlara verdiği isim Sunza'nın kolu Argun'daki Çeçen köyünden gelmektedir" 316 -"1791... Çerkezler... bir idari sistemin dayatılması olmuştu. Bu Mozdok komutanlığına bağlanmış "klan mahkemelerinin" oluşturulmasını da kapsamaktaydı. Bu mahkemeler, Müslüman toplulukları arasında güçlü bir örgütlenme unsuru olan şeriat yerine örfi yasaya (adah) dayandırılmıştı" 325 -"Temmuz 1990'da Kuzey Osetya egemenliğini ilan etmiş... bölgesel başkenti sahiplenme iddiaları da, Ruslaştırılmış Gürcü ismi "Orjonikidze"den "Vladikavkaz-Dzaudjiko"ya50 (buranın 1944-54'te kullanılmış Rus-Oset bileşik ismi) geri dönerek vurgulanmıştı. Birçok insan cumhuriyetin adını Ruslaştırılmış Gürcü biçimindeki "Osetya"dan "Alanya"ya değiştirmek de istiyordu; ataları olarak varsayılan, 14. yüzyıla kadar Alanlar olarak bilinmiş İran kökenli grubun adı olan bu topluluğu Osetler de, tüm ulusalcılar gibi, "büyük" ve güçlü düşünmekteydi. Kuzey Kafkasya bozkırının "onların" "her zaman" yaşamış oldukları (gerçi Vaynahlar da burası üzerinde en az Alanlar kadar iyi bir hak iddiasında bulunmaktaydılar) anayurdu olduğu varsayılmıştı.../ 50 Dzauji-kau adı muhtemelen "Dzawag'ın kenti" anlamına gelmekteydi" 742 (Dzauji-kau, D.'ın kenti anlamı içeriyorsa, Çeçence dil yapısıyla da uyumlu olur, sanırım!) -"Halife Mütevekkil'in naibi Türk Komutan Buğa" 63 * 11.10.2020

15 Mayıs 2020 Cuma

Lubyanskaya Suç Örgütü

İngiltere'de Öldürülen Rus İstihbaratçısının Hatıraları 

Aleksandr Litvinenko, Türkçesi: Süleyman Yıldız, 1. basım; 2008, kaknüs yayınları, İstanbul 


Lubyanskaya ile kastedilen Rus gizli servisi.
Hatıraları yazan, yani açıklamarı yapan ise, o gizli serviste yıllarca görev yapmış ve son olarak yarbay rütbesine kadar yükselmiş bir eski görevli.
Söylediklerinin özeti kitabın adında mevcut:
Rus yönetimi bir suç organizasyonudur!
Bütün olarak.
Neredeyse, en masum fiilleri yolsuzluktur, ve, uyuşturucu dağıtımından cinayete kadar her tür suçu yönetim organize edip gerçekleştirmektedir!
Yönetim ve suç örgütleri içiçedir!
*
Yüz yüze görüşmeler ve sonrasında Putin'e dair söylenenler: Kendisi yalancı ve rüşvetçi, ve, uyuşturucu kaçakçıları, caniler ve diğer suçlularla iş görüyor!
*
Inanılması güç ayrıntılar!
O kadar ki, bilmeyenin hayal edip uyduramayacağı nitelikte olaylar!
*
Insanı dehşete düşürecek uygulamalar!
*
Uydurma, denilebilir, elbette.
Rus yönetimi de öyle diyor, zaten!
*
Ne var ki, açıklamaların uydurma olduğunun söylenmesi hiç makul gelmiyor!
Bir insan hayatını riske sokacak olan uydurma açıklamaları neden yapsın ki?
O kadar büyük bir risk ki, ne kadar kaçsa da kurtulamıyor!
Kaçıp sığındığı Londra'da öldürülüyor.
Tek başına bu son bile, kanımca, o kişinin açıklamalarının samimi olduğunun somut delili sayılmalıdır! 

Bence, açıklamalar doğru.
Ve, dehşete düşüyorum! 
Açıklamalar benim her türlü öngörümü aşan korkunçlukta!
*
Açıklamalar bir yönüyle Çeçenistan'a yapılan Rus saldırılarının ne kadar kirli olduğunu da gösteriyor!
Daha da doğrusu, aslında, Çeçenistan'a yönelik Rus saldırıları, temelde, tam da bunun için yapılmamış mıdır? 
Moskova'da kirleri maskelemek,
Dikkatleri başka yerlere çekmek,
Yani, Rusya'yı bu şekilde yönetmek için! 
*
Başlangıçta Çeçenlerin içten bir düşmanı olan açıklamaları yapan kişi, Rus zehri ile Londra'da ölürken, tam anlamıyla bir Çeçen dostu haline gelmiş bulunuyor.

*
Gerçekten dehşet verici:
Bir devlet nasıl böyle olabilir?
70 yıllık sosyalist sistem bu insanları nasıl üretebilmiş?
Dünya, neden hiçbir şey yokmuş gibi davranıyor?
Dünya'nın sessizliği, Lubyanskaya anlayışının evrensel olması yüzünden mi, yoksa?
*
Anlaşılan Sovetler anlatılan türden insanlar tarafından yönetiliyormuş.
Insana, insanlığa düşman insanlar tarafından.
Bu durumda, denmeli ki, Sovyetlerin dağılması çok hayırlı bir iş olmuş!

*

Kitaptan bazı notlar: 
-"Editörün Notu" 7 
-"Litvinenko... 1998'de, bir basın toplantısı düzenleyerek... FSB'nin kendisine Devlet Güvenlik Konseyi eski Sekreteri Boris Berezoskiy'e suikast görevi verdiğini söyledi./... Mart 1999'da tutuklandı... 1 Kasım 2000'de Londra'ya ulaştı... öldüğü Kasım 2006'ya kadar KGB ve FSB'ye yönelik birçok suçlama dile getirdi... Putin'i zor duruma soktu.../... 2002'de yayınladığı "FSB Rusya'yı Havaya Uçuruyor" adlı kitabı çok ses getirdi. Kitap 1999 yılında Moskova'da üç yüz kişinin ölümü ile sonuçlanan saldırıyı Çeçen örgütlerinin değil, FSB'nin yaptığını savunuyordu... Rus Prima ajansı, kitabı Letonya'da bastı ve Moskova'da satmak istedi. Ancak kitapları taşıyan kamyona... el konuldu... FSB'nin Çeçen savaşı ile ilgili olarak "gerginlik stratejisi" takip ettiğini yazdı./... 2003'te... bir mülakatta da, Moskova'daki tiyatro baskınına katılan Çeçen eylemcilerden ikisinin FSB hesabına çalıştığını... savundu... eylemin FSB'nin planlı bir eylemi olduğunu ileri sürdü./... 2005'te... ile görüşmesinde de, FSB'nin... 1998 yılında... çok sayıda El Kaide liderini... Dağıstan'da eğittiği iddiasını ortaya attı./... 2006'da İtalya Başbakanı Romano Prodi'yi suçladı. İddiaya göre Prodi geçmişte KGB ile beraber çalışmıştı... Putin'in pedofil olduğunu ileri sürdü.../.../... Putin'in danışmanı Sergey Yastrjembskiy, suçlamaların... komplo olduğunu söyledi" 8-12 
-"Önsöz Yerine" 15 
-"Logovaz'ın... "kulübünde"… Tüm Moskova orada toplanıyordu, barda ise şehrin en iyi kırmızı şarabı ikram ediliyordu. Bu şarabı, Boris'in yakın ortağı olan Gürcü Badri Patarkatsişvili'nin kendi bağından getirdiğini söylüyorlardı" 17 
-"… 'oligark'… Berezovskiy, 1996 yılında Yeltsin'in komünistlere karşı kazandığı zaferinde kilit rol oynadı... kampanyanın finansmanını yapan ve idare eden oligark konsorsiyomunu o organize etmişti./ İstihbarat servisi ile Boris arasındaki uzlaşmazlık, özellikle bu dönemde başladı. Yeltsin'in emniyet amiri olan General Korjakov ve FSB Şefi Barsukov, seçim öncesi... darbe yapmaya çalıştılar. Devlet Başkanı, seçimleri iptal etmesi... için iknaya çalıştılar. Yeltsin'i demokrasi yönünde ilerlemeye ikna edenlerden biri Boris'tiOligarklar ile Yeltsin çevresindeki generaller arasındaki cepheleşme, generallerin yenilgisi ve Korjakov ile Barsukov'un istifasıyla sonuçlandı./ Ancak Putin'in iktidara gelmesinden sonra... Berezovskiy'in Kremlin'deki yıldızı söndü... otoriter 'iktidar hiyerarşisi' inşa edildi, Çeçenistan'da savaş yeniden başladı. Duma üyesi olan Boris'in televizyon kanalı ve birkaç gazetesi, yeni devlet başkanının politikasını açık bir dille eleştirdi. 'Kursk'… son damla olmuştu... ORT televizyonu... sert eleştiriler... ardından Devlet Başkanı, Berezovskiy'den kanalın yönetimini Kremlin'e devretmesini talep etti. Red cevabı alan Putin, Boris'in ezeli düşmanları olan istihbarat servislerine, ona her türlü 'baskıyı' yapmaları için talimat verdi... Berezovskiy, Rusya'da Sovyet sonrası 'ilk siyasi mülteci' oldu" 18 
-"Beyaz Saray.../.../ Arkadaşım.../.../ - Resmi bir görevli olarak sana Amerikan Hükümeti'nin, Rus istihbarat servis mensuplarının ayartılması ve karşı tarafa geçenleri mükafatlandırma işiyle ilgilenmediğini söylemem gerekiyor, diye cevap verdi" 18, 19 
-"Saat tam 10.00'da sizi konsoloslukta bekliyorlar. Onlara her şeyi anlattım ve nedense her şeyi çok çabuk anladılar. Onların bizi tanıdığına dair bir hisse kapıldım. Kısacası, sıra beklemeden Amerikan vatandaşlarına hizmet veren bölüme gideceksiniz" 27 
-"Adamın her şeyden haberi var.../.../ -Bizi takip ediyorlar bile" 30 
-"New York'tayken benim geçiştirdiğim soru... Beni Türkiye'ye çeken şey neydi?.. Yirmi beş yıl öncesine geri dönme fırsatıydı ki... Bu duygu, karanlık 70'li yılların Moskovası'nda Soljenitsin'in kitaplarını dağıttığım ve siyasi tutuklularla ilgili bilgileri yabancı muhabirlere verdiğim zamandan beri, Amerika'da yaşadığım refah yılları boyunca unuttuğum... kişisel korkunun üzerinde kazanılmış zafer duygusuydu. Boris haklıydı... KGB canavarı ölmedi ve iki Çeçen savaşında kan emdikten sonra yeniden güç topluyor" 33, 34 
-"Spesifik görünümlü iki Türk, bizi birkaç metre uzaklıktan takip ediyordu.../.../ -Tuhaf, dedi bayan. İstanbul'dan direkt Moskova seferi olduğu halde neden Londra üzerinden uçuyorsunuz?/... duty free alışverişi yapacağız... diye atıldı Saşa./... izin almam gerekiyor, dedi bayan.../.../ Saşa'nın yüzü tıpkı bir cesedinki gibi solmuştu. Bizi takip edenlerden biri, Türk bayanın peşinden gitti. İkincisi ise hiç istifini bozmadan bizi gözetlemeye devam etti... Yaklaşık on dakika geçti. Koridorun sonunda iki kişi belirdi: bayan ve bizim Türk./ Bayan, belgeleri Saşa'ya vererek: / -Her şey yolunda. İyi yolculuklar, dedi./.../ -Evet, Türkler bizi uçağa kadar götürdüler ve biniş yapmamızı sağladılar./ -Onların bilgisayarında benim sahte soyadım vardı. Bunu onlara yalnızca Amerikan Büyükelçiliği vermiş olabilir. Bu ne demek oluyor?/ -Bu demek oluyor ki Amerikalılar Türklere bizim hakkımızda bilgi verdiler, Türkler ise bizim Türkiye'den gitmemizin daha iyi olacağına karar vermiş olmalılar. Zira kimse yoksa problem de yoktur./ -Bu demek oluyor ki buradan çekip gidiyoruz. Türkler başka bir şeye karar vermiş de olabilirlerdi ve ben şimdi Moskova'ya uçuyor olurdum, dedi Saşa" 37, 38 
-"Aleksandr GOLFARB/ New York, Haziran 2002" 40 
-"Gazetecinin Notları" 41 
-"FSB'nin en gizli başkanlığı olan URPO.../... 'devlet için tehlike teşkil eden kaynakların bertaraf edilmesi' ile ilgileniyordu... Yani istihbarat servisleri, kurşuna dizmek için bir nevi lisans aldılar./.../ FSB Yarbayı Aleksandr Litvinenko bu başkanlıktan firar etti" 42 
-"Rusya'daki istihbarat servisleri... bankalara hulul ediyorlar... açıkça gasp ve terör eylemleri yapıyorlar" 43 
-"Akram Murtazayev" 44 
-"Sen tutuklanmıştın.../ 25 Mart 1999 yılında" 45 
-"Savcı, FSB ile birlikte mahkeme salonunda resmen tuzak kurmuştu.../.../... FSB yasaların üstünde..." 71 
-"… şartlı tahliye olup serbest kalmıştım" 80 
-"Litvinenko Kazakları vatana yüz yıl hizmet etmiştir. Benim büyük, büyük, büyük dedem... Kafkasya'daki Rus Ordusu'nda Yermolov'un birliklerinde görev yapmıştır. Kendisi 1822 yılında Çeçenlerle yapılan bir çatışmada yaralanmış ve Nalçik Kalesi'ne yerleşmiştir. O, Çerkasyalı ve toprak kölesi köylülerindendir" 83 
-"Babam ise İçişleri Bakanlığında doktordu... Sakhalin'de.../.../ Babam Brejnev'e bir mektup yazmış: "Bu basit bir kamp değil, bir ölüm kampıdır... bu vahşeti durdurmanızı rica ediyorum..."/... babamı görevden almışlar" 84, 85 
-"Moskova'da insan kaçıran Gürcü kökenli bir sporcular grubu vardı... güçlü ve çok saf çocuklardı. Hatta aralarından bazıları, suç işlediklerini dahi anlamıyorlardı" 90 
-"1995 yılında, meşhur hak savunucusu Sergey Grigoryants'a yönelik yapılan provokasyona katılmıştım.../... iki Çeçen kadınla birlikte yurtdışına bir konferansa gitmesi gerekiyordu ve yanında Rus askeri birliklerinin Çeçenistan'da işlediği suçları içeren video kasetleri götürmeyi planlıyordu.../... "Öyleyse gizlice mermi koyalım".../ "Mermileri, Çeçen kadınlarından birinin çantasına gizlice koymak gerekiyor... Çeçenlerin olduğu yerde mermiler de olur."/... Grigoryants hiçbir yere uçamadı" 94, 95 
-"KGB ise her zaman "insanlardan" başlardı. Fıkrada anlatıldığı gibi "Yeter ki insan bulunsun, kendisine ceza vermek için uygun madde her zaman bulunur"… şüphe uyandıran insanı buluyorlar. Ve bu kişiden başlayarak işlediği (veya işlemediği) suça doğru, bağlantıları sayesinde ilerliyorlar. Bunun adı da "planlama"dır" 97 
-"Moskova RUOP'un başına Klimkin'in gelmesiyle Başkanlık bir çeteye dönüşmeye başladı. 1991-1993 yıları arasındaki dönemde ise çeteleri dize getiren, Moskova RUOP'undan başkası değildi./ Doksanlı yılların başlarında... President Oteli'nde çeteler toplantılar düzenliyorlardı. Çeçenler, bir Ermeni'yi koridorlarda kovalıyor, ateş ediyor ve öldürmeye çalışıyorlardı... hiç kimseden korkmuyorlardı. Ve onlara kimse dokunmuyordu.../ Çok sonraları hırsızlar kendilerini, "Biz iş adamıyız" şeklinde tanıtmaya başladı... Cinayet sayısı hızla arttı ve haraç günlük yaşam tarzı oldu./ Moskova'daki durum, St. Petersburg'dan daha da korkunçtu.../... Ve iki yıl içerisinde Moskova, az veya çok medeni bir şehre dönüşmüştü... Eski küstahlık yoktu. Ve başarının en büyük kısmı Moskova RUOP'un idi./ Tabii ki yolsuzluklar ve görev yetkilerini aşma vakaları vardı ancak tüm bunlar soruşturuluyordu.../ Ancak yavaş yavaş RUOP'un ve FSB'nin tek bir uğraşı oldu: Para Kazanma... Her şey polislerle başladı./.../... Üç yıl bile geçmemişti ki olaylar sınır tanımaz hale gelmişti. Günümüzde neredeyse hiçbir ticarethane, polis veya FSB ile parasal paylaşımda bulunmadan çalışmıyor" 98, 99 
-"1996 yılında... İçişleri Bakanlığına bağlı ordu birlikleri depolarından silah satışları gerçekleştirildiği.../.../ Astsubayın... komutanının şoförü olduğu ortaya çıktı... sorunsuz bir şekilde dışarı çıkarılabileceğini söyledi... "Bir kaleşnikof makineli tüfek için bin beş yüz dolar," cevabını verdi... ek ödemeyle her şeyin mümkün olduğunu söyledi" 112, 113 
-"Aslında Kovalev, yardımcısı olan Zorin'le mücadele ediyordu. Bunun sebebi de Zorin'in Çernomirdin tarafından göreve getirilmiş olmasıydı. Kovalev ise Korjakov-Barsukov grubundaydı. Bu grup da, servisten Çernomirdin'in adamlarını atmaya çalışıyordu./ Zorin, Antiterör Merkezinin başı ve FSB Başkan Yardımcısı, yani Kovalev'den sonra gelen kişiydi" 116 
-"Her müdür gelir gelmez kendi takımını kurmaya çalışıyor... Sarayımızın nasıl olduğunu herkes bilir: Bizans sarayı.../ Daha sonra Kovalev geldi... peşinden 'Beşincileri' sürüklemeye başladı. KGB'nin 5, Birimi... Onlar için suçlu, düşman demektir. Düşmanla konuşmazlar, onlarla mücadele etmek için kanunlar yoktur... saçmalıktı... Anarşi, işte bu 'Beşincilerle' başladı. Bunlar Kovalev'in yöntemleridir.../ Daha sonra, Putin geldiğinde St. Petersburglu adamlarını göreve getirmeye başladı. St. Petersburg, haydutların başkenti olarak bilinir... Gelenlerle birlikte şoförleri de geldi. Şoförlerin peşinden onlara bağlı haydutlar geldi. St. Petersburg'da korudukları haydutlar Moskova'ya geldi. Ticari şirketleri himayeleri altına almaya başladılar... St. Petersburg'taki organize suç örgütlerinin, FSB tarafından örtbas edilmediğine hayatta inanmam. Bu zaten imkansızdır./.../... Stepaşin belirsiz bir şeydir./.../... Putin... sürekli yalan söylüyor.../.../... En çok kendisini sever. Hırsızlar ise çok iyi psikologlardır ve onun bu özelliğini kullanırlardı. Bu şekilde Putin, en fazla bilgiye sahip olurdu" 119, 120 
-"Çeçen savaşına her zaman karşı olduğum söylenemez. Hatta bu sorunun ancak silah gücüyle çözümlenebileceğini düşünmüşümdür" 121 
-"Cahar Dudayev öldürüldükten sonra eşi... Nalçik Havaalanı'ndan çıkma girişiminde bulunmuştu. Orada tutuklanmışlardı.../.../ Alla'yı, Stalin'in Kislovodsk'taki yazlık evinde tutuyorlardı. FSB Kabardin-Balkar yetkilileri de oradaydı.../.../ "… eşinizin nerede gömülü olduğunu bina içinde söylemeyiniz..." dedim./.../ Hemen akabinde Yeltsin'in onu affettiği söylendi" 122, 123, 125 
-"Alla, Cahar'ın... Yeltsin'le görüşmek istediğini, talebinin kabul edilmesi halinde kan dökülmeyeceğini anlatıyordu. Ancak Yeltsin'le görüşme için Dudayev'den birkaç milyon dolar talep edildiğini de ekliyordu./... Dudayev'in sürekli olarak Moskova'ya para gönderdiğini anlattı. Herhangi bir ekonomik sorun dolarlarla çözülüyordu. Ama devlet başkanlarının görüşmesi ekonomik değil, siyasi sorundu. Bu konuda Dudayev ödeme yapmak istemedi. Ayrıca sahip olduğu itibar, zedeleyici belgelerle bazı üst düzey memurları ürkütmüştü.../ O arada Alla bana Basayev'in Budyonosk baskınının da, Çeçenlere söz verilen ama imzalanmayan ateşkes talimatı için ödenen paraların geri alınması için yapıldığını söyledi./.../ "Hatırlarsınız," dedi Alla, "1995 yazında Çeçenler dağlarda sıkıştırılmış... zafer kazanılmıştı. Çeçenler için durum hiç de iç açıcı değildi. Tam o sırada, silahlı çatışmaların durdurulması için Moskova, Dudayev'den Basayev aracılığı ile tekrar para istedi. Birkaç milyon. Ve Dudayev ödemeyi yaptı, başka seçeneği yoktu. Bundan sonra Çeçenlere kazık atmaya karar verdiler. Parayı aldılar ve çatışmalara son vermediler. Basayev, bu nedenle Budyonovsk'a baskın düzenledi."/.../ Alla... Soskovets'den bahsetti... Yeltsin'e karşı tavrı çok olumsuz değildi./ Dudayeva Moskova'da basın toplantısı düzenlediğinde.../.../... "… engellemekle görevlendirildim. Vazgeçemez misiniz?" dedim. Cevabı "Çok geç. İnsanlara söz verdim..." oldu... açıklamalarına "Sizi Yeltsin'e oy vermeye çağırıyorum," sözleriyle başladı./.../ Alla kocasının ölümünden Yeltsin'i sorumlu tutmuyordu. İmzaladığı halde emri onun verdiğine inanmıyordu./ Dudayeva'nın sözlerinden eşinin ölümünü KorjakovBarsukov ve Soskovets'in planladığını; meselenin siyasi değil, parasal ve gözden düşürücü belgelerle ilgili olduğunu düşünüyordu./... doğru söylediğine inandım. FSB'de Çeçenistan konusunda çalışanlar bilir. Verilen görev, Dudayev'in ortadan kaldırılmasıydı. Bunun politik tarafı yoktu./.../... Operasyon oldukça karmaşıktı. Dudayev'in telefonuna kilitlenen füzeyi atan GRU uçağı dahil, çeşitli teknik servisler devreye sokulmuştu. Hoholkov, bu operasyonu Barsukov'un bizatihi denetiminde organize etmişti. Bu sayede kariyer yapmış, general olmuş... Aslında URPO (Suçları Araştırma ve Engelleme Başkanlığı) bu operasyon sayesinde doğmuştur. Zira yönetim, mahkeme yolunun kapalı olduğu, olağanüstü gizlilik içinde gerçekleştirilen "özel görevler" için bağımsız bir birimin varlığının uygun olacağına karar vermişti. URPO'nunDudayev'le başlayıp Berezovskiy'le kapandığı söylenebilir" 126-128 
-"Yeltsin'e gelince Çeçenler bu savaşın onun savaşı olduğunu düşünmüyor... tüm ayrıntılara sahiplerdi. Daha sonra Çernomirdin... dinlenme raporlarının Çeçenlere satıldığını öğrenmiştik... Biz bu bilgi üzerinde çalışmaya başlamıştık ki devam etmemize izin verilmedi, tüm kanıtlar Korjakov tarafından toparlandı./... Yeltsin döneminde "temizlik" de yoktu. Ama Putin farklıydı. O soykırım yaptı... Çeçenler iki devlet başkanı arasındaki farkı kavrıyorlardı: Birisi Rusya için savaşmış, diğeri Çeçenlere KARŞI.../ Çeçenler bilge insanlardır... Onların insani ilişkileri güçlü" 129 
-"Çeçenlerden nefret ediyordum. Şimdi nefret kalmadı. Bu savaşı kimin başlattığını artık biliyorum" 130 
-"1996 yazında, Çeçenistan'dan döndükten sonra... General Voloh beni yanına çağırdı ve şöyle bir konuşma yaptı: "Holholov'u, URPO başkanlığına tayin edeceklerini biliyor musun? O korkunç bir insan ve o görevde sahip olacağı yetkileri düşünebiliyor musun? Onu hemen hemen hiç kimse denetlemeyecek. Bu mevkide neler yapabileceğini tahayyül edebilirsin. Bu tayini engellemek için elden geleni yapmak lazım."/... Çeçenistan'da bulunduğu sırada HoholkovDudayev'i ortadan kaldırma grubunun başındaydı... operasyon için büyük paralar tahsis edilmişti. Yaklaşık bir milyon dolar ortadan yok oldu. Hoholkov... daire başkanıydı. Volah ise merkezin başkanıydı ve böyle büyük rakamı ancak o tahsis edebilirdi. Volah'ın harcanan parayla ilgili döküm istemesi üzerine, Hoholkov açıklama getirmemiş ama Dudayev'in ortadan kaldırılması gibi bir görev üstlendiği için dokunulmaz olmuş. Volah tahsisatı kesmiş, bundan sonraki ödemeler FSB yönetimince yapılmış... Neticede HoholkovVolah'dan kurtulmuş. Çünkü Volah, Merkez Başkanlığından alınarak bir Avrupa ülkesine FSB temsilcisi olarak gönderilmiş./... Okroaşvili.../... Büyük petrol işi yapıyordu ve karı Güvenlik Bakanlığı ile paylaştığını söyledi. Paraları amirlerim Kostükov ve Vaganov'a teslim ediyormuş.../.../ Durumu, General Trofimov'a bildirdim.../.../... FrofimovFSB'de yolsuzluk işine bulaşmamış ender kişilerden biriydi.../.../ Putin FSB Başkanı olduktan sonra onu kovdu.../... Trofimo, "… git ve belgele," dedi./... fotoğrafladık.../... Kostükov'un FSB'de kimlerle işbirliği içinde olduğu bilinmiyordu. Şüpheliler takibe alındı. O zaman ilk kez Hoholkov adını duymuştum. KostükovVaganov ve Hoholkov, Özbek KGB'sinden gelmişti. Hepsi SSCB'nin çöküşünden sonra Moskova'ya atanmıştı... Aralarında en düşük rütbeli olan Hoholkov'du... danışmak için hepsi ona başvuruyordu. Anlaşılan aralarında en üst konumda oydu./.../... Dairemiz, kod adı Salim olan, Özbekistan'ın suç şebekesi liderlerinden birini tutuklamakla görevlendirilmişti... Salim'in uçakla Moskova'ya geleceğini öğrendik. Tutuklamaya hazırlanıyorduk. Vaganov "Nereye gidiyorsunuz?" diye sordu. "Salim'i tutuklamaya" dedik. Bunu duyar duymaz koşarak odasına gitti. Birilerine telefon etmiş./ Uçak geldi... Salim ortada yoktu... Anlaşılan Vaganov birilerini uyarmıştı. Daha sonra uçağın geri döndürüldüğü, Salim'in indiği ve uçağın ondan sonra yoluna devam ettiği anlaşıldı./ O zaman FSB içindeki "Özbek ekibinin" suç dünyasıyla Okroaşvili'nin petrol işinden rüşvet almaktan çok daha derin ilişkileri olduğunu düşündüm./.../... Hoholkov'unkriminal unsurların Rusya uyuşturucu piyasasının paylaşıldığı toplantıda bulunduğuna dair, takip ekibi tarafından çekilmiş video kaydı bulunuyormuş.../ Afgan kökenli uyuşturucunun Rusya'ya gelişi ve buradan Kuzey ve Batı Avrupa'ya gidişi, eski Orta Asya cumhuriyetlerinden birkaç rakip suç grubu tarafından kontrol ediliyordu. 90'lı yılların ortalarında Özbekler üstün gelmişti. Onlar, malı... Özbek General Dostum'dan alıyorlardı. Dostum.../.../... uyuşturucu kaçakçılığı ile uğraşıyordu./ Dostum'un en önemli ortağı, Gafur kod adlı Özbek suç otoritesi; en büyük rakibi de, Tacik grubunu kontrol eden... Almaz kod adlı Kazak'tı./ Bu gruplar... anlaşma sağlamak için zaman zaman bir araya gelirlermiş. Bu toplantılardan birinde Hoholkov da kayıt cihazına yakalanmış.../... toplantıda... Gafur... Rusya'da her şeyin Özbeklerin kontrolünde olduğunu söylemiş. Küfürlü kavga başlamış ve Almaz Gafur'a sormuş: "Başımıza belayı siz mi açacaksınız?"/ Tam o sırada Hoholkov devreye girmiş ve "Ben açacağım," demiş... bu olaya ilişkin kayıt, İçişleri Bakanlığı yönetiminde bulunuyormuş./... Hoholkov'un... lüks bir restoranı... mal varlıkları olduğunu öğrendim.../.../... Leningradskaya Oteli... kumarhanedeki video kaydında, bir gecede 120 bin dolar kaybeden Hoholkov da vardır./... Duma milletvekili... soru yönergesi vermiş... bir hikaye uydurmuşlar: Albay oyun oynamamış, görev başındaymış, "hedef" olan yabancı iş adamıyla temas kurmaktaymış.../.../ Trofimov o sırada.../... Tümgeneral olmuş, FSB Başkan Yardımcısı ve Moskova sorumlusu olmuştu./ Bu olaylardan kısa bir süre önce Barsukov görevden alınmış ve FSB başkanlığına Kovalyov getirilmişti. KovalyovTrofimov ile iyi ilişkiler içindeydi, onu sayıyordu, hatta hocası olarak saygı gösteriyordu... Trofimov'la konuşmaya karar verdim... Birlikte Kovalyov'a gittik ve durumu arz ettik. TrofimovKovalyov'a dönerek: / "E, Kolya, generali kime teslim edeceksin? Yerine kimi getireceksin?" diye sordu./ Kovalyov'un cevabı ilginçti: "O çok değerli bir eleman... Ayrıca Çeçenistan'da üst yönetimin desteğini almış durumda. Üstelik ben tek başıma bir şey yapamam. Önceki yönetimin kararı vaar: Yeltsin'in imzaladığı karar. Ben hiçbir şey yapamam."/.../ Bu olaydan bir süre sonra... bir subayla görüşmüştüm. Parmaklarını şaklatarak "Tam da gidecek adamı bulmuşsunuz. HoholkovKovalyov'u yemliyor..." demişti./ Bu gelişmelerden kısa bir süre sonra URPO'yaHoholkov'un emrine tayinim çıktı./.../... Kovalyov beni makamına çağırıp emri bizzat okumuştu... bu tayini kasten çıkartmıştı.../.../ Hoholkov beni Nanayets'in adresini... tespit etmekle görevlendirdi... karanlık adamlardan biriydi... Sinitsa adında birine ulaştım... GRU elemanıydı./... aramızda güven duygusu oluştu ve SinitsaNanayets'i bulabileceğini söyledi... Hoholkov... "Nanayets'in nerede olduğunu tespit et ve bana bildir... sözlü...," dedi./ Sinitsa... "... Nanayets korkuyor... peşinde FSB'den biri varmış..." dedi. Nasıl biri olduğunu sordum. Jenya adında, iri yarı bir general olduğunu söyledi. Aklıma Hoholkov geldi, iri yapılı ve adı Yevgeniy./ Generalin Nanayets'i neden aradığını sordum. "Çünkü Jenya Özbekistan'daki adamları vasıtasıyla Nanayets'e büyük bir parti uyuşturucu teslim etmiş. Nanayets uyuşturucuyu pazarlamak üzere dağıtmış ama kendisine kazık atılmış. Şimdi Jenya ondan, Özbekistan'daki adamlara iki yüz bin dolar vermesini istiyormuş..."/... Hoholkov... "Tamam... O adama söyle. Nanayets'e iletsin: Özbekistan'daki adamlar gelecek, o meseleyi halletsin."/ Her şey açığa çıkmıştı: Özbekistan'dan adamlar, uyuşturucu, paralar./ Daha sonra 1998'de... bu olayları savcıya anlattım. Aldığım cevap ilginçti: "Sinitsa'yı sorgulayamayız. Çünkü yurt dışına çıkmış bulunuyor."/ Savcılıktan çıktıktan sonra Sinitsa, beni sokakta bekliyordu. "Beni bu işe neden karıştırıyorsun?.. Sen aklını kaçırmış olabilirsin, ben henüz delirmedim. Ben, Jenya'nın kim olduğunu öğrendim. Hoholkov bizzat yanıma geldi ve ben Özbekistan'dan olan adamlarla karşılaştım. Onlar katil, gözleri cam gibi... Onlar tam eşkıya takımı, tüm generalleriniz eşkıya. Ne yani, bilmiyor muydun?" dedi" 131-140 
-"Yurşeviç'in korumalarından olduğunu anladık. Daha derine indikçe Ryanzan suç grubunun üyeleri olduklarını öğrendik. Üstelik aralarından biri, cinayet suçundan aranmaktaydı. Ve bu kişi Adalet Bakanlığı kimlik belgesiyle rahatça Moskova sokaklarında dolaşıyor, Moskova Acil Müdahale Özel Timi'nde görev yapıyor ve haraç topluyordu./.../ Çetenin nerede barındığını tespit ettim. Onları... LDPR (Rusya Liberal Demokrat Parti) ofisinde saklıyorlardı. Çok tehlikeli insanlardı: Ellerinde Adalet Bakanlığı belgeleri bulunan haydutlardı. Durumu Hoholkov'a bildirdim. "Sen neler söylüyorsun? Aklını mı oynattın? Jirinovskiy'e arama yapmak? O bizim adamımız, istihbarattan. LDPR'nin yakınına uğramayı aklından bile geçirme," dedi./.../ Yurşeviç'in göz altına alınmasına izin verilmedi. Hala arananlar listesinde bulunuyor. Türkiye'de bir yerlerde yaşıyormuş. Zaten onu doğru dürüst arayan da yok.../.../ Ancak bizler... tespit ettik... Şehrin göbeğinde, her biri yarım milyon dolarlık iki dairesi... Sahip olduğu gayrimenkullerin değeri üç milyon dolar civarındaydı./.../... Kendisi Moskova Acil Müdahale Özel Tim Başkanı'ydı. Refah içinde yaşamayı kendine hak görüyordu./ Tüm delilleri toplamıştım: Silahlı çatışma, havaya uçurma, adam kaçırma ve alıkoyma, suçları örtbas etme, haraç toplama ve daha neler neler" 142-145  
-"Osipov'un, Dağıstan suç grubunu koruduğunu tespit ettik. Onlar ise Moskova meyve ve sebze piyasasını ile perakende uyuşturucu pazarını kontrol ediyorlardı.../... suç şebekesi... İçişleri Bakanlığı yönetimine kadar uzanıyordu. Klimkin'in parayı... Bakan Yardımcısı... Ovçinski'ye ödediğine dair... bilgi elde edildi. O da, paraları İçişleri Bakanı Kulikov'a bizzat teslim etmiş./.../... Engelleniyorduk... Kızların alıkonulduğu şirketle başlamış, Moskova Organize Suç Müdürlüğüne varmış, İçişleri Bakanı'na kadar ulaşmıştık.../ İşte bu aşamada Özbeklerle ilgili olaylar su yüzüne çıktı. RUOP'dan iki başkan yardımcısı FSB'ye geldi ve Hoholkov ile görüşme talep etti... yerinde olmadığı için onun başyardımcısı General Makarıçev ile görüştüler. Ona söylenenler şunlardı: / "Vazgeçin, rahat olun, bizim de elimizde sizler hakkında belgeler var. Aramızda savaş başlatmaya ne gerek var?" Ellerindeki bandı orada yok etmişler, Hoholkov'un Gafur'dan para aldığını görüntüleyen bandı da imha etmişler./.../... Belgeler savcılıktan alınarak... hepsini RUOP'a gönderdi. Anlaşılan aynasızların, kendileri aleyhinde ifade verenlerin hakkından gelmesi için./... suçluların tamamı serbestçe dolaşıyordu" 146, 147 
-"Özbek... bilgilere ulaşmıştım.../ Putin FSB Başkanı olduğunda, bu bilgileri arz ettiğim ilk kişi oldu.../.../ Onunla 1998'de atanmasından sonra görüştük. Buluşmayı Berezovskiy ayarlamıştı... Berezovskiy bana, "Putin'e git ve bildiğin her şeyi anlat. Ben ona güveniyorum... o akıllı bir adam," dedi./.../... bildiğim tüm organize suç olaylarının yer aldığı şema.../.../... Putin.../... için yapmıştım. Ayrıca Özbek grubu hakkında da bilgi verdim.../ Özbeklerin Moskova'daki suç bağlantıları, üst düzey devlet memurlarıydı. Sergey Yastrjembskiy'in, Gafur'un Moskova'daki güvenilir adamı Alişer vasıtasıyla Gafur'dan gelen parayla Sokolino Dağı'nda yazlık yaptırdığına dair operasyonel bilgi bulunuyordu. Yastrjembskiy, büyükelçi olarak Slovenya'da bulunduğu sıralar, dairesini Alişer'e beş bin dolara kiralıyormuş./ USB'nin operasyonel bilgilerine göre AlişerYastrjembskiy'inHoholkov'un ve eski Savunma Bakan Yardımcısı Andrey Kokoşin'in yakın dostudur. Kıdemli jimnastik antrenörü olan Alişer'in eşi, onun cezaevinden çıkmasını sekiz yıl beklemiş. Onun vasıtasıyla Rusya Tenis Federasyonu Başkanı Şamil Tarpişçev ve Podolsk suç grubu üyesi Ratan kod adlı Spor Bakanı İvanyujenkov arasında irtibat kuruluyormuş./.../ Ayrıca Tarpişçev, suç çetelerinde Tayvanlı olarak anılan Alik Tahtahunov'la yakın ilişki içindeydi. Tayvanlı, Özbekistan'dan gelmiş. Taşkent'te Hoholkov'la aynı okula gitmişler... Tayvanlı, Avrupa'daki Özbek grubundan sorumluymuş. Amerika'da ise oradan sınır dışı edilene kadar bu görevi İvankov (Japon) yürütüyormuş... Tüm bunlar Putin'e sunduğum bilgilerdi./ Putin öncelikle Yastrjembskiy'in ilişkileri ile ilgilendi ve "Evet, bende de Yastrjembskiy ile ilgili bilgi var," dedi. Arz ettiğim operasyonel bilgiyi kendisi için aldı ve Yastrjembskiy'i yardımcısı olarak atadı./.../... Putin beni tek kabul etti... Bende ilk bakışta onun samimi olmadığı izlenimi uyandı. Onu FSB Başkanından çok, başkanı oynayan biri olarak algıladım. Şemayı önüne serdim. Bakar bakmaz yüzü kasıldı. Bu, üç dakikada değerlendirilecek bir çalışma değildi. Oysa o sadece "Evet, evet. Anlıyorum. Bu nedir? Ya bu?" diyordu./ O haliyle daha ziyade, ömür boyu tarım sektöründe çalışıp metalürji fabrikasına atanan parti adamına benziyordu.../... "Çalışmayı size bırakayım mı?" diye sorduğumda "Hayır, gerek yok...," dedi./.../ Putin'e, iyi tanıdığım ve yolsuzlukla mücadele etmeye hazır olan kişilerin isim listesini verdim.../ Putin, hepsini kabul etti. Ben de listeyi bıraktım. Özbek grubu hakkında bilgi aldı... arayacağını söyledi ama aramadı. Daha sonra mahkemeye sunulan bilgilerden, Putin'in, görüşmemizden hemen sonra izlenmem için emir verdiği ortaya çıktı./ Trofimov.../... adını bildirdiğim için pişman oldum... korkarım, onun sonunu ben hızlandırdım. Onunla son görüşmem, Putin'in atanmasından bir gün sonraydı. Tromifov, bana telefon etti ve "Berezovskiy'e söyle, Kremlin'dekiler aklını kaçırmış. Onu neden bu göreve getirdiler? Petersburg'da neler olduğunu anlamıyorlar. Onların eşkıya olduklarını görmüyorlar," dedi./../ İlettim./... Berezovskiy.../... bu değerlendirmeyi kabul etmedi.../.../ Bundan kısa bir süre sonra, FSB'deki işime son verildi... amirim... Mironov, benim için ricada bulunmak üzere Putin'e gitti./.../... görüşmeden sonra bana "… senin yerinde olmak istemezdim, ortada 'ortak para' var," demişti... anlamamıştım. Şimdi, Hoholkov'u, onun Özbek grubuyla ve Afgan uyuşturucusuyla ilişkisini kastettiğini düşünüyorum./ Bu kanıya daha sonra cezaevinden çıktıktan sonra vardım. Putin'in Hoholkov çetesiyle ilişkisi eskilere, Putin'in Petersburg'da Sobçak'ın yanında... yardımcısı olduğu döneme kadar uzanıyordu./ Güvendiğim bir kişi, o yıllarda Putin'in çevresindeymiş ve Petersburg'un suç unsurlarıyla temas halindeymiş. Sobçak seçimleri kaybettiğinde Putin'in de görevine son verilmiş. Kendisi çok üzülmüş. Tanıdığım kiş, onunla bir restoranda karşılaşmış ve Putin elinde kokain kaldığından yakınmış. Saklı duran paralara ulaşmaya çekiniyormuş çünkü izleniyormuş. İçişleri... peşini bırakmamış, Sobçak... yargılanmış./ Aynı akşam, o tanıdığım kişi ( Adı David Dvali'dir) ona iki bin dolar vermiş. Sonra Putin devlet başkanı olduğunda David'i kendine ekonomiden sorumlu yardımcı yapmış.../... cezaevinden çıktıktan sonra onunla buluştuk ve şöyle konuştu: "Putin hakkından gelecek ve seni hiç kimse kurtaramayacak. Seni ortadan kaldıracak çünkü Petersburg'da Özbek çetesiyle birlikte çalışıyorlar. Putin, uzun zamandan beri onlardan besleniyor. Ortada 'ortak para' var ve seni yaşatmayacaklar."/ "Ortak para". Bunlar Mironov'un da daha önce kullandığı sözcüklerdi. David, Putin'in suç şebekesiyle irtibatlı olduğunu açıkça söyledi. Ona inanmadım... David gülümseyerek: / "90n başında, o maden konusunda çalışıyordu. İhracat için lisans çıkartıyordu... 90'lı yılların başında, eşkiyayı aşarak bir kilogram metal ihraç etmek mümkün müydü?" dedi./.../ David içmiş ve sarhoş olmuştu. Masada beni denetleyen FSB'den biri vardı./.../ Dvali'yi vurmaları uzun sürmedi, bu konuşmadan iki hafta sonra. Televizyondan öğrendim. "Ekonomi konularından sorumlu devlet başkan yardımcısı öldürüldü," dendi... Ticari faaliyetleri nedeniyle vurulduğu yayıldı. Ancak onun hiçbir ticari faaliyeti olmadığını biliyorum. Ayrıca devlet başkan yardımcısının öldürülmesi, öyle basit bir iş değildir" 148-154 
-"Berezovskiy'le 1994 yılında... patlamadan sonra tanıştım... Berezovskiy şans eseri kurtulmuş.../... Bu olay, Moskova'daki belki de ilk önemli terör eylemidir./.../... bir elemanım... Moskova'da cinayetler işleyip patlama gerçekleştiren, Zver (Hayvan) lakabıyla tanınan Petrosyan çetesinin faaliyet gösterdiğini söyledi. Ayrıca çete üyelerinden biri olan Yemorlinskiy'de (Kod adı Metis) patlayıcı tertibatı ve kalaşnikof gördüğünü belirtti... Çete üyeleri kısa zamanda tesbit edildi.../.../... Petrosyan çetesi, uzun zamandan beri Logovaz'a hulul etmeye çalışıyordu.../.../... Berezovskiy'in görüşünü almak gerektiği kanaatine vardım.../.../ Amirler korkmuştu: "… BerezovskiyÇernomirdin'in arkadaşı. Bu yaptığın hepimizin sonu olabilir."/.../ Patlamanın nedeninin siyasi olduğunu düşünüyordu.../.../... Onun güvenlik birimi de failleri araştırıyordu:/ Ayrılırken "Failleri bulmama yardım eden kişiler, Korjakov ve Barsukov'dur," dedi./.../... o aşamada ortak çıkarları vardı, daha sonra yolları ayrıldı./.../... kulübe davet etti. Logovaz Kabul Evine "kulüp" deniyordu./.../... beni Yumaşev'le tanıştırdı.../.../... birkaç kez daha kulübe gittim... Kabul salonunda ise gazetecilerden bakanlara kadar, Moskova'nın yarısı yığılıyordu. Bazen çok tanınmış simalarla karşılaştım./.../... Yumaşev'in yanına gittim. O sıralar Ogonök Gazetesi'nde çalışıyordu ama Yeltsin hakkında kitap yazdığı biliniyordu./.../ Yumaşev beni Korjakov'la tanıştırdı. Görüşmede Barsukov da vardı. Her şeyi anlattım. Korjakov dinledi ve "İlginç, FSK'da yapılanlar sabotaj mı, anlat bakalım," dedi. Cevabım "Bana göre sabotaj...," oldu./.../ Birkaç gün sonra yanlarına Platonov'la birlikte gittik. Her şeyi anlattık.../.../... Oradan çıktıktan sonra tecrübeli bir operasyoncu olan Platonov şöyle dedi: / "Bu görüşmeden bir şey çıkmayacak". Sordukları sorulardan, sanki bir şey anlamak değil, bir şeyler çıkarmak, bir şeylere ulaşmak istedikleri anlaşılıyor... sadece hedefleri merak ediyorlar... Bu tür soruları, bir şeylerden korkan insanlar sorar."/.../ Daha sonra 1995 yılında Barsukov ona telefon etmiş ve sormuş: "Neden bizler aleyhinde bilgi topluyorsunuz?" Hikaye şundan ibaretmiş... toplantılardan birine Şamil Tarpişçev de katılmış. Korjakov'la ikisi kaçak votka ticareti yapıyorlarmış... vergi ödenmediği için devlet zarara uğruyormuş. Görüşmede Çubays da varmış ve "Devlet hazinesinin zarara uğratılmasına izin vermiyorum. Ülkeye kaçak votka sokmaktan vazgeçin" demiş. Tarpişev ise "Getirdik ve getirmeye devam edeceğiz," diye cevap vermiş. Çubays sinirlenerek "Ancak cesedimi çiğneyerek," demiş ve çıkmış. Tarpişev de arkasından "Demek, bir ceset olacak" demiş./ Yanlarında, tüm bunları rapor haline getiren Platonov'un elemanı varmış. O sıralar Çubays, Hükümet üyesi... O zaman PlatonovTarpişçev hakkında operasyonel araştırma yapmaya karar vermiş. Zira kendisi bir terörist gibi konuştuğu için kanun gereği, bu sözlerin arkasında nelerin gizli olduğunun öğrenilmesi gerekirdi./ Tarpişçev hakkında tahkikat yapılmasına... izin verilmemiş, hatta Platonov'u takibe almışlar. Ondan sonra Barsukov'dan gelen telefon neticesinde bir gerekçe uydurarak uzaklaştırmışlar./ Petrosyan çetesi.../... üzerinde çalışmaya devam ettik. Ancak o sıra Çeçenistan savaşı başladı.../... çeteler ve onların liderleri üzerindeki çalışmalara hemen hemen son verdi... Elemanlar, Moskova'daki Çeçenlerin tespit edilmesine yönlendirildi.../.../... Savaş yıllarında çeteler... güçlenmiştir./ 1995 Şubat... Berezovskiy'in bürosundan arandım... "… bir bant kaydı dinlemenizi istiyorum," dedi.../ Kot'un söyledikleri şöyleydi: "Patlamayı organize edenlerden biri benim ve emri kimin verdiğini biliyorum... Bu bilgi için ödeme yapmaya hazır mısınız?".../ Kot: "Talimatı Zibarev verdi," demiş./ ZibarevAvtoVAZ'ın yöneticilerinden biriymiş.../.../ Kot: "Size... yönelik başka bir girişim daha var. Televizyonla ilgili"./.../ Berezovskiy'e "... Kot'u size getiren emniyetçiler aslında suç işlemiş durumdalar. Dilekçe vermeyecek olursanız sizinle daha fazla görüşmem," dedim.../.../... dilekçe yazdı.../... İki gün sonra Listyev öldürüldü. Ortalık karışmıştı.../.../ Berezovskiy: "… haklarında şikayette bulunduğum kişiler geldi ve beni tutukluyorlar," dedi./.../ Trofimov, Moskova İdaresinden silahlı yirmi adam gönderdi. Savcı geldi ve Berezovskiy'i Logovaz'da sorguladı. Sorun çözümlenmişti./.../... Daha sonra bu dava... unutuldu ve düşürüldü.../.../ Berezovskiy, 1999 yılında Putin'e... yazdı. Putin, cevap vermedi./.../... tüm bu maskaralığın Korjakov tarafından düzenlendiğini anladım... Berezovskiy'e psikotrop madde verip Listyev cinayetini kendisinin planladığı yönünde ifade almayı düşünmüşler. Tüm bunları banda alıp Yeltsin'e göstermeyi planlamışlar./.../... Kurgan grubunda faaliyet gösteren ajanlardan biri... Listyev'i Kurganlıların öldürdüğünü ama emrin yukarılardan... söyledi.../ Korjakov... Bu işi onlar planlamıştı. Ama ben... bunu çok geç öğrendim. O günlerde den de, Berezovskiy de, Korjakov'a çok güveniyorduk.../... her şeyi anlattım.../.../ Ajan, deşifre olmaktan çok korkuyordu.../.../ "Sen beni ateşe atmışsın! Korjakov'un Kurganlılarla birlikte çalıştığını bilmiyor muydun? Kolombiya'dan gelecek uyuşturucu için birlikte nasıl kanal kurduklarını anlatabilirim...".../.../... Kurgan grubu, genel olarak eski istihbaratçılardan kuruluymuş... 1994 yılında Kurganlılarla, pek çok Dağıstanlının yer aldığı Bauman grubu arasında savaş varmış.../.../... Berezovskiy, "… tehditler başladı," dedi.../.../ 1996 yılında... bir kez daha... "… o tarihlerde siizi kimler tehdit ediyordu?" diye sordum... "Korjakov". Bunu, Korjakov görevden alındıktan sonra söylemişti.../.../... Kremlin'de.../ ORT'den söz edilmiş. Emredici bir tavırla... spor programlarının Şamil'e teslim edilmesi istenmiş.../ Tartışma çıkmış. Tarpişçev'in haydutları gözdağı vermeye çalışmışlar. O sırada KorjakovBadri'yi dışarı çıkartmış ve Boris'e "Neden o Gürcü'yü yanında getiriyorsun?.." demiş. Berezovskiy bu işten tümden vazgeçmiş./ Anladığım kadarıyla Korjakov ve Berezovskiy arasındaki savaş bu görüşmeyle başlamış oldu.../.../ TrofimovBarsukov'un bir konuşma esnasında, Listyev'i Korjakov'la birlikte ortadan kaldırdıklarını kendisine söylediğini anlattı. Ancak mesele sadece ORT'deki reklamlardan ibaret değilmiş. Amaçları Berezovskiy'in, Yeltsin ve onun ailesiyle arasını açmakmış. Zira Listyev ile Berezovskiy birlikte hareket ediyormuş, Listyev'in de Tatyana Dyaçenko ile ilişkisi varmış./.../ Trofimov iyice içtiklerini ve sohbet ettiklerini söyledi. Barsukov da "övünme" ihtiyacı duymuş" 156-174 
-"Berezovskiy'in kuyusunu kazıyorlardı.../ Sadece FSB değil, polisin de, savcılığın da iş çevrelerine savaş açtığı belliydi.../ İstihbarat servisleri ile Rus iş adamları arasında "Büyük Savaş" başlamış, bu savaşın ilk kurbanı Vlad Listyev olmuştur./... ilk büyük çatışma, 1996 yazında meydana geldi ve her şey Korjakov'un Devlet Başkanlığı erkanından uzaklaştırılmasıyla sonuçlandı./.../ 1996... seçimleri arifesinde Berezovskiy, Davos'tan geldi ve biz buluştuk. Bana "Saşa... Korjakov ve Barsukov'la gayet iyi ilişkiler içindeydim. Ama şimdi aramız açıldı... Benimle görüşmelerin başına dert açabilir. Onlar seçimlere farklı yaklaşıyorlar, ben farklı...," dedi./... Şimdi anlıyorum ki o günlerde Korjakov-Barsukov grubu, Yeltsin'e seçimleri ertelemesi... telkininde bulunuyorlarmış... diktatörlük kurmasını istiyorlarmış... kuklası haline geleceğini biliyorlarmış./ Berezovskiy'le yaptığım görüşmede, oligarkların Davos'ta saldırmazlık anlaşması yaptıklarını ve Çubays'ı seçim kampanyasının başına getirip seçimlerde Yeltsin'e yardımcı olmaları konusunda mutabık kaldıklarını anladım. Bu durum Korjakov'un hoşuna gitmemiş./... demokratların ağırlığı önemsenecek düzeyde olmadığı için iktidar mücadelesi komünistler, oligarklar ve istihbarat servisleri arasında geçmiştir. Servisler, Yeltsin taraftarı olarak görünse de... pek çok konudaa komünistlerle aynı noktada buluşmuşlar. Örneğin, Yahudilere olan husumetleri ve batıya düşmanlıkları içine gömülmüş olan iş adamları, kendilerini komünistlere karşı mücadeleye öyle kaptırmışlardı ki rütbeliler tarafından sırtlarından vurulduklarını fark etmediler bile" 179, 180 
(Nasıl oluyor?) 
-"O günlerde Barsukov'un yardımcısı General Osadçiy, beni... davet etti.../ "GusinskiyBerezovskiy ile yeniden yakınlaşmış, Lujkov'dan uzaklaşıp Çernomirdin'i desteklemeye başlamış. FSB... ilişkiyi merak ediyor."/.../ "Bu iki Yahudi'nin yeniden birlikte olmalarını mı istiyorsun?.. Onları ayırabilmek için ne kadar güç sarf ettik!"…" 181 
-"Yeltsin'in demokratik yoldan iktidara gelmesi, Korjakov'un işine gelmiyordu. Onun... "rehine başkana" ihtiyacı vardı./ Berezovski de, böyle bir durumun... demokrasinin sonu, iç savaş ve kan dökülmesinin yolu olduğunu anlamıştı.../ Ertesi gün Berezovski'nin FSB Moskova sorumlusu... Trofimov'la görüşmesi vardı... ilk kez takip edildiğini gördüm.../.../... Trofimov, bunu yapanın FSB olmadığını söyledi.../ Daha sonra seçimler yapıldı ve ÇubaysLitovskiy ve Yevstatiyev'in adamları, içinde yarım milyon dolar nakit bulunan "fotokopi kutusuyla" yakalandılar. Onları tutuklayan Korjakov'un adamlarıydı.../... seçimleri rüşvetle satın alma işi.../... bir meslektaşım..."… BerezoskiÇubays, Koh ve Gusinskiy... tutuklamaya hazırlanıyorlar," dedi./ Ancak ertesi gün KorjakovBarsukov ve Tarpişçev'i görevden aldılar. Bu işte Tatyana Dyaçenko'nun etkili olduğu söyleniyordu.../.../... Çubays, "komünistlerin tabutuna son çiviyi çaktığı" için bayram ediyordu... ne alakası var, diye düşündüm. Zaten Korjakov'un da isteği Komünist Partisi'ni yasaklatmak değil miydi?/... Paralı insanlar, yetki belgelilere karşı! Komünistler ise kenarda kalmışlardı. /.../... Korjakov'un hepsini deliğe tıkmaya hazırlandığı, tutuklamayı, gece yarısı yatağından kaldırılan General Lebedev'in engellediği söyleniyor.../.../... "… Yaptıkları soygun. Bütün Rusya'yı götürdüler," derlerdi.../.../... "… Adı Abramoviç değil de İvanoviç olsaydı sorun olmazdı".../ Korjakov'un görevden alınmasının ertesi günü Berezovski'ye telefon ettim... beni yazlığına davet etti./... "Saşa, dün akşam bir darbe girişimi daha oldu. Başkan'ı destekliyor gibi görünüyorlar ama sırtından hançerliyorlar..." dedi./... 1996.../... tarifsiz zengin istihbaratçıların ortaya çıktığını gözlemlemeye başlamıştık.../ Ben: "… birkaç şahsı... uzaklaştırmak lazım," dedim./... Ağızlarından... "hak hukuk", "demokrasi" laflarını düşürmeyen birkaç generalin ismini sıraladım.../ Bu kişiler, KGB yetki belgesiyle... her şeyin yapılabildiği zamanları unutamıyorlardı.../.../ Hiçbiri görevden alınmadı, bazıları ise terfi etti./.../... Osadçiy... "Boris'e söyle, Korjakov'u hapse atacak olurlarsa Boris kendini ölmüş bilsin," dedi... Berezovski'ye ilettim./.../... Savaş devam ediyordu. Ben Çeçen konusunda çalışıyordum... Berezovski ise o sıralar, Çeçenistan'dan sorumlu Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı'ydı.../.../ oligarklar.../... Korjakov ile Barsukov'un arkasında hiç kimsenin olmadığını sanıyorlardı, istihbarat servislerinin kendi siyasi çıkarları olduğunu anlamıyorlardı... istihbarat servisleri muharebeyi kazanmış ama savaşı kazanamamışlardı. Ancak o günlerde bu durumu kavrayan kişi sayısı azdı.../... iş çevreleri ve istihbaratçılar arasında.../... dört çatışma yaşandı. Birincisi... Korjakov'un görevden uzaklaştırılması ve Yeltsin'in 1996 seçimlerini kazanmasıyla sonuçlandı. İkinci çatışma, Yeltsin'in çevresindeki oligarklar ve Primakov Okulu (yani eski Sovyet tipi) istihbaratçıları arasındaydı. Primakov devlet başkanı olamayınca istihbaratçılar da kaybetti. Üçüncü çatışma, medyayı ele geçirmiş olan GusinskiyBerezovski gibi oligarklar ile Putin, Patruşev ve İvanov gibi Petersburg kökenli istihbaratçılar arasında, 2000 yılı seçimlerinden sonra başladı. İstihbaratçılar rövanşı kazanmış, televizyon kanallarını geri almışlardı... Bağımsız medya ortadan kalktı... Şimdi dördüncü çatışma sürüyor. İstihbaratçılar geniş çaplı saldırıya geçmiş... New York'taki 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra başta ABD olmak üzere Batı dünyası, Rus istihbarat servislerinin yanında yer almaktadır. Rus istihbarat servisleri de... karşılığında Amerikalılara, talep ettikleri her şeyi severek vermeye hazırdırlar. Yıkılan kulelerin altında kalan Rus demokrasisidir" 182-188 
-"URPO'da... Gusak'ın 7. Şubesine gideceksin.../... görevi.../... "Genel olarak... yargısız infaz"./ Bu konu (yargısız infaz) Gusak'a aitti ve başkana rapor verirdi. Suç unsurlarının... içeri atmanın imkansız olduğunu... yazardı... yargısız infaz yöntemlerine izin isterdi./ Kovalev de bir şube oluşturarak başına Gusak'ı getirdi.../.../... kimse dokunmaz ve denetlemezdi./ URPO'nunDudayev'in ortadan kaldırılmasının ardından, Hoholkov'un altında özel olarak kurulduğunu söyledin. Orada Çeçenistan'a yönelik özel görevler gündeme geldi mi?/ Hayır, tam tersine. Çeçenistan bir anlamda gizli servislerin ahlakını bozdu. Kaldı ki oradaki kurallar farklı olduğu gibi daha fazla şeye müsaade edilmekte ve göz yumulmaktadır. Moskova'da bir çete üyesi hafif şekilde yaralandı diye Voloh kıyameti kopardı. Çeçenistan'da ise istemeyerek onlarca insanı öbür dünyaya yollasan bile kimse tek bir söz söylemez. Böylelikle yönetim, Çeçenistan'daki gibi faaliyet gösteren özel bir birimi, Moskova'da da açma kararı aldı. Ben bunu ilk olarak toplantılardan birinde hemen anlamıştım./ Kovalev, yeni atamaları anlatıyordu. Umar Paşa'dan söz etti. Çeçen uyruklu bu kişi bizde bir albaydı. Şebalin gülerek "Daha neler göreceğiz. Umar, artık merkezde çalışıyor. Nikolay Dmitriyeviç (Kovalev), Umar Paşa'nın size, 40 bin dolar karşılığında Basayev'i verme teklifini hatırlıyor musunuz?" dedi. Kovalev de... "… hatırlıyorum" demişti./... Gusak... anlatmıştı: / Kovalev Çeçenistan'da görevliyken Umar Paşa (o zaman FSB'nin Çeçenistan Başkanlığında görevliydi) kendisine, insanların Basayev'i teslim etmeye ve ortaya çıkacağı yeri göstermeye hazır olduklarını söylemiş. Paşa "40 bin dolar verin" derken Kovalev "Hayır, önce Basayev," demiş... Umar razı olmuş. Küçük bir karavan göstermiş. "İşte Basayev orada. Ancak oraya girmek tehlikeli," demişler./ Otomatik silahlarla ve roketatarlarla küçük vagona ateş açılmış. Daha sonra içeriden cesetleri çıkarmışlar. Aralarında Basayev yokmuş. Bazı köylüler varmış. Yedi ya da sekiz ceset çıkartılmış. Kovalev, "Ya para verseydim sonra ne olacaktı? Bak Basayev de yokmuş zaten," demiş./ Yani FSB Başkanı Kovalev, suçun işlenmesi esnasında orada.../.../ Yedi kişi sebepsiz yere, öylesine öldürüldü./ Evet. Daha sonra bu kişilerin militan oldukları söylendi./.../ Gusak'ın anlattığına göre kimse tespit falan yapmamış. Cesetleri gömüp gitmişler. Kovalev ise parayı vermediği için mutluymuş. Umar Paşa'ya ise sitem etmiş... Umar ise "Beklememiz lazımdı. Gelecekti," demiş" 191-193 
-"Dudayev'i her ne kadar yasadışı yöntemlerle öldürmüş olsalar da salt Çeçenistan olduğu için içlerine sindirmişlerdir. Çeçen köylüler ise eninde sonunda bize ait değiller, dolayısıyla o kadar da önem arz etmiyorlar. Ve bunların hepsinin ucu uyuşturucu mafyasına, siyasi suikastlara çıkıyor" 194 
-"Gusak'ın adamı Gorşkov... "… Bunlar normal değiller. Korkuyorum. İnsanları öldürüyorlar... İşe çıkıyorlar ve öldürene kadar dövüyorlar. Buna karşıyım. Er ya da geç hepsini içeri atacaklar..."/... Gusak, beş Dağıstanlıyı Podolska bölgesinde... öldürdü" 196 
-"1997... Gusak... söyledi: "Trepaşkin... bulunması gerekiyor...".../.../... "… Biz, sipariş işleri yerine getirme şubesiyiz...".../.../ Trepaşkin... FSB'de çalışırken zimmetine para geçiren, cinayet işleyen ve yasadışı yollardan silah sevkiyatı yapan bir Çeçen mafyasını ifşa ettiğini ve işin "detaylarını" anlamadan illegal olarak Çeçenistan'a silah götüren bir uçağa el koyduğunu anlattı. Bu sevkiyatın arkasında yukarıdan birisi varmış. Böylelikle kendisini kovmuşlar./... Yeltsin'e dilekçe yazmış, mahkemeye gitmiş ve gazeteye demeç vermiş... FSB... çenesinin nasıl kapatılacağı konusunda karara varmış.../.../ Ve iki hafta sonra yine Çeçenlerin elinde bulunan subaylarımızın serbest bırakılmasını sağlaması için, ünlü iş adamı Umar Cabrailov'u kaçırmamızı öngören bir görev vardı karşımızda.../.../... Onun için para almak ve subaylara fidye verebilmek için. Para olmaksızın hiç kimse Cabrailov'a karşılık subayları vermezdi./ Bu görevi size kim verdi?/ Yönetim. General Hoholkov ile yardımcısı Makarıçev./.../... GusakCabrailov'un kaçırılması planını anlattı./ Cabrailov'un telefonları dinleniyordu. Dış izleme yapılıyordu... Ponkin bu işi üstlenmişti... Umar'ın yerine, kardeşi Hüseyin'in kaçırılmasını o teklif etti. Çeçen geleneklerine göre, küçük erkek kardeş için büyük kardeş her zaman ödeme yapar. Küçük kardeşi kaçırmak daha kolay olurdu. Zira Cabrailov'u, tuttuğu polisler koruyordu./ Onlara... yakalanılmaması... anlattım.../.../... bu suç vuku bulmadı... bir toplantıya daha katıldım. Silahlı birim mensupları... bizim planımız çerçevesinde bir adam kaçırma operasyonu düzenleyeceklerdi. Kaçırma olayı, Cabrailov'un davetli olduğu Mahmud Esambayev'in konserinde gerçekleştirilecekti.../... sordular; "Kendisini polis koruyor. Ne yapacağız..." Yönetim ise "Polisleri devreden çıkarın. Çeçen'i korumakta neymiş!" diye cevap verdi./.../... Umar'ın kaçırılmasında bir kurnazlık daha vardı. Hoholkov, Amerikalı iş adamı Paul Tatum'un öldürülmesi işi... intikam almak isteyen bir akrabası... Umar'ı kaçıracağız... ana hikayeyi oluşturacağız: Amerikalının intikamı./ Bu arada, Paul Tatum'u gizli servislerin öldürdüğünü, Gusak bana sarhoşken söyledi./ Ancak silahlı birim Cabrailov'u kaçırmaktan vazgeçti. Parayı işten önce istediler. Yönetimin siparişi üzerine yine bir adamı kaçırarak... bekletildiğini anlattılar. Kamışnikov gelmiş, rehineyi almış, ödeme yapmadan uzaklaşmış. Onun için önce para diyorlardı./.../ 27 Aralık 1997'de, polislerden oluşan bir çete grubunu yakalamaya yönelik çalışma yaptık. İkisini yakaladık... Kamışnikov... operasyonu durdurma emri verdi.../.../ Ve yeni bir görev ortaya koydu: "… başka adamlar da var. Bunlar büyük paralar kazanmışlar ve yasal yollarla bunlara ulaşmak imkansız... Ve sen LitvinenkoBerezovski'yi tanıyor musun? Sen onu ortadan kaldırmalısın!"/... susuyorum... bana yaklaştı... tekrarladı: "Sen, Berezovski'yi biliyorsun. Onu ortadan kaldıracaksın".../.../... sarsılmıştık. Gusak'ın yanına gittik... Gusak: "Neye şaşırıyorsunuz? Görünen o ki bu yılın Kasım ayında Hoholkov da Berezovskiy'in ortadan kaldırılması emrini vermiş."/... düşünüyorduk.../.../... öldürmeyeceğimize... karar verdik.../.../ FSB başkanının bile odasının.../... dinlenildiğini biliyorum.../ Kovalev'e ulaşamadığım için Berezovski'yle konuşmaya karar verdim.../... gittim... "… sizi öldürme emri aldım, dedim... "… Şaka yapma," dedi... anlattım... "Yarın ilk işim başsavcılığa gitmek olacak," dedi./ Ben, "… Skuratov eski KGB'lidirKovalev ona ne derse yapar,".../.../ "Kovalev'e gidin..." dedim.../.../ Birkaç gün sonra... Kovalev, "Berezovski bana geldi ve kendisinin öldürülmesi için emir verildiğini söyledi. Doğru mu?" "Evet, doğru," dedim./.../ Kovalev'in odasına gittik... anlattık.../.../ Sonra KovalevGusak dışında herkese çıkmasını rica etti, on dakika sonra dışarı çıkan Gusak, başkanın her şeyi unutmamızı ve bu eğlenceden vazgeçmemizi istediğini söyledi.../.../... sonra... korktular. Gusak ise herkesten fazla korktu.../.../ Ertesi gün... Kovalev makamına Hoholkov'u davet etmiş ve yarım iş günü sohbet etmişler. O gün benim telefonumu kontrol altına aldılar. Gusak için ise teftiş devreye girdi./.../ Bence yıldırmak için baskı yapmaya başladılar. Gusak'ı ne olur ne olmaz diye "günah keçisi" olarak hazırlamaya başladılar. Ya bu ya o. Teftişin başlamasında... Tuğgeneral Makarıçev'in Gusak'a... bazı votka büfelerini bozguna uğratma emri vermiş olması sebep teşkil etmişti. MakarıçevKabardin-Balkar Cumhuriyeti'nden gelen yasak votkaların, yasadışı yollardan sevk edilmesiyle uğraşmaktaydı ve bazı rakipleri onun firması için engel teşkil ediyordu. Bu firmaların ezilmesi gerekiyordu ve... Gusak'a talimat vermişti. Görevi şu şekilde biçimlendirdi: Bu kişiler, Çeçen çetelerle bağlantılı idi ve elde edilen paralar Çeçenistan'a akıyordu... Çeçen çetelerin, teröre para aktarılmak üzere kullandıkları firmanın yerle bir edilmesinin gerektiği yazıldı. Ve firmayı, Çeçen militanların para kanalı olarak bozguna uğrattılar./ Gusak, votka konusuyla ilgili materyalleri Moskova polisine verdiği için teftişi devreye sokmuşlardı. Gusak'ın devlet sırrı olan bilgileri polise verdiği ortadaydı./.../ Militanları finanse etmeleri, işte bu, devlet sırrı kapsamındadır. Gusak sinirlenerek "Ne bilgisi, ne sırrı! Sıradan votka büfeleri," dedi... Hoholkov'un yanına çağırmışlar. Çok geçmeden beni aradı ve "Hoholkov senin gelmeni istiyor..." dedi. "Hoholkov bunu nereden öğrendi?" diye sordum.../.../... Kovalev... "Gusak söylemiş. Hoholkov'un yanına gitme."/ Otuz dakika sonra Gusak şubeye geldiğinde... "Kovalev ona kendisi anlattı..."/ Gusak'ın doğru, Kovalev'in yalan söylediğini anlamıştım... O zaman siparişin... yukarıdan geldiği anlaşılmıştı.../ İşte o zaman... gerçek anlamda tehlike çanlarının çaldığını anladım. Berezovski'yi aradım ve "… ihanet ettiler. Kovalev, her şeyi Hoholkov'a anlatmış ve şimdi bizimle başa çıkacak," dedim./.../ Bize ihanet etmeleri, beni derinden yaralamıştı... Gece gündüz hayatımızı riske atıyoruz... yönetim ise bizi aptal yerine koyuyor. Para aklıyorlar; devleti, güvenliği hiçe sayıyorlar./ Berezovski... "Devlet Başkanlığı Genel Sekreteri Başyardımcısı Savostyanov'la görüştüm ve sizi yanına çağırdı," dedi" 198-213 
-"Ben, ŞebalinLatışönok ve PolkinSayostyanov'un yanına gittik. Yani 27 Aralık'taki toplantıya katılan herkes. Rapor yazmamızı istediler.../.../... "Sizi Lefortovo'ya yatıracaklar...".../.../... Meşhur televizyon sunucusu... Dorenko'ya her şeyi anlattık. Dört kaset dolduruldu./.../... Gusak Cabrailov'un kaçırılması, ben ise Berezovski'nin öldürülmesi talimatlarının nasıl verildiğini anlattım. Polkin ise Tatum işinde nasıl çalıştığını anlattı... Listyev'i kimin öldürdüğünü... aktardım. Basın toplantımızın üzerinden dört ay geçtikten sonra, Dorenko bu filmi aksiyon filmi gibi gösterdi... gösterimi yasakladılar./.../... Kovalev'in yanına geldik.../.../... sizi... askeri savcılığa çağıracaklar. Sizden istediğim... Kamışnikov'un böyle bir şey söylemediğini savcılıkta söylemeniz. Böylelikle her şey yoluna girecek.../ "… yalan ifade veremeyeceğimi, söyledim./.../ Kovalev, "… seni Lefortovo'ya atabiliriz..."/.../... Savcılığa gittik... anlattım./.../... Yetkilerini aşarak görevi kötüye kullanma iddiasıyla Rusya FSB URPO yönetimi hakkında dava açılmıştı.../ Berezovski'nin o zaman, Hoholkov ve Kamışnikov'un üstesinden gelebilmek için YumaşevSavostyanov ve Dyaçenko'yla bağlantıya geçmemiş olmadığına hayatta inanmam. Sanırım geçmiştir. Ancak hiçbir şey çıkmadı. Davayı kapattılar. Ancak, FSB de uyumadı.../.../ Temmuz sonunda Kovalev'i görevden aldılar ve yerine Berezovski'nin arkadaşı Putin geldi. Bu size bir şey sağlamadı mı?/... Berezovski ve Putin daha sonra yani 1999 yılında yakınlaştı. Eğer Putin birinin arkadaşı olmuşsa bu kişi, FSB'ye geçmeden önce yardımcılığını yaptığı... Borodin'dir... daha sonra yaşanan olaylar, Putin'in Berezovski'nin arkadaşı olduğunu pek göstermemektedir.../ Tromifov... "Saşa, sanırım siz kaybettiniz," dedi... "… General Rohlin öldürülmüş. Onlara daha kim dokunabilir?" dedi ve gitti.../.../... Beni ve adamlarımı oda oda dolaştırdılar. Hiçbir yere atamadılar. FSB'de o dönem, yeniden teşkilatlanma zaten başlamıştı. URPO'yu tasfiye ettiler./ Müdür artık Putin'di. Bize baskı yaptılar... İknalar, sohbetler birbirini takip etti... Ekim ayı gibi, Hoholkov ve Kamışnikov davalarını kapattılar.../.../ Cabrailov.../... Çok korktuğu ve hatta bu yüzden Moskova'dan kaçtığı bile söylendi./.../ Davayı kapattılar" 214-223 
-"Ben bir yarbaydım... FSB'de görünüyordum.../... basın açıklaması yapacağım öğrenildiğinde... anlaşmaya çalıştılar.../.../ Gusak... suç otoritesi Malışev sayesinde işini bağlamıştı. Bu çete üyesinin... Patruşev ve Putin'le bağlantıları vardı./ Basın açıklaması, Kasım ayı ortalarında yapıldı.../.../ 1998... Lunyanka... "Yahudileri boğalım ve düzeni sağlayalım."/.../ Ertesi günkü gazetelerde, bunların Berezovski'nin provokasyonları olduğunu okuyorum.../.../... bazı bağımsız gazeteler niye sustu ki?../.../ Parlamento... FSB tarafından kontrol... altına alınmıştı.../... İlluhin... Bir Duma milletvekili... bizi dinledi... Ne bir cevap var ne bir selam. Kolay yönlendirilen bir komünist daha!" 225-229 
-"Starovoıytoya.../.../... öldü. Çok geçmeden garip bir şekilde Sobçak öldü. Putin ve kurmayları ise Kremlin'e demokratlar gibi çıktılar. Batıda Putin'i hala Sobçak'ın talebesi gibi sunuyorlar. FSB'de hem iç hem de dış kullanımlar için bilgiler vardır. Kendi halklarına, "İşte bu KGB mensubu, ülkede düzeni sağlayacak," diyorlar. Bu mantık Batı'da işe yaramaz. Onun için Batı'da, "Bu demokrat Sobçak ve Starovoytova'nın talebesi," diyorlar./ Sobçak ve Starovoytova yaşasaydı Putin bugün yaptıklarını yapabilir miydi?" 232, 233 
-"Barsukov, benim avukatlarıma şunları söylemiş: "Hiç umutlanmayın, onu hapse atana kadar rahat bırakmayacağız".../... Rusya'daki vatandaşlık haklarımın resmen elimden alındığını anladım.../ Ve ailemi kurtarmak için ülkeden kaçmam gerektiğini anladım.../.../ Ben şöyle bir plan yaptım: Herhangi bir BDT ülkesine, sonra da oradan Türkiye'ye geçmek" 242, 243, 245 
-"Sahte pasaportla Türkiye'ye giriş.../... Berezovski'yi... aradım. O bana, "… iyi ki gitmişsin... seni ararım," dedi./ On dakika sonra beni, eski tanıdığım Amerikalı Alik Goldfarb aradı ve şöyle dedi: "Sizin oralarda havalar nasıl? Sizi almak için gelmek istiyorum". Bu insana, hayatımın sonuna kadar şükran borçluyum./.../ Türkiye, güvenli bir ülkedir.../.../... Eskiden en büyük devlet sırrımız, devlet başkanının sağlık durumuydu. Şimdi ise en büyük sır, Devlet Başkanımız Putin'in, Barsukov-Kumarin isimli suçluyla içerisinde bulunduğu ilişkiler. Bu suçlu, Tambov kökenli suç topluluğunun lideridir.../.../ Türkiye, çok özel bir ülkedir. Dünya istihbarat merkezidir.../.../ Heathrow Havaalanı.../.../... Polis... dinledi ve sonra "Sizin normal bir insan ve normal bir aile olduğunuzu görüyorum. Herhangi bir kanun ihlaliniz yok ve bana verilen yetkilere dayanarak İngiltere topraklarında size karşı yapılacak tüm işlemleri durduruyorum," dedi. Şok olmuştum. Devam etti: "Büyük Britanya topraklarında, İngiltere Hükümeti'nin koruması altında bulunuyorsunuz ve eğer herhangi bir tehlike hissederseniz zaman kaybetmeden polise bildirmenizi sizden rica ediyorum. Biz sizi koruruz. Gerekirse koruma altına da alırız". O anda kendi Rus polislerimizin ne şekilde konuştuklarını hatırladım. Bu İngiliz aynasız ise benimle bir insan olarak konuşuyordu ve güvenliğim konusunda gerçekten endişe duyuyordu. O anlara kadar kendini güvende hissetmenin, nasıl bir şey olduğunu tamamen unutmuştum./.../... Göçmen Bürosu'nda bir kez daha sorguladılar. Kendilerine, İngiliz gizli servisleriyle hiçbir temasta bulunmak istemediğimi tekrarladım. Bana, "Siz neden bahsediyorsunuz? Sizin izniniz olmadan..." dediler./ Bana, kanunlara göre, onayım olmadan İngiliz istihbarat servislerinin yanıma yaklaşmaya bile hakları olmadığını açıkladılar" 250-255 
-"1994... Jenya Makeev... Lazovsky çetesi üzerinde çalışıyordu./ 18 Kasım 1994... Moskova... demiryolu köprüsünde patlama olmuştu. Anlaşılan... istenmeyen bir şekilde patlamıştı... kısa bir süre sonra, park halindeki şehir içi otobüslerinden birinde patlama oldu. Bu, Moskova'daki ilk terör eylemiydi./... İki yıl sonra Lazovskiy'nin şoförü... Akimov, eylemi kendisinin gerçekleştirdiğini itiraf etti./.../... birkaç ay sonra Birinci Çeçen Savaşı başlamıştı./ 1994 patlamalarından Çeçenleri sorumlu tuttular.../ Moskova... Lazovskiy üzerinde çalışmaya başladı... "Lazovskiy'in FSB... elemanı" olduğu anlaşılmış.../.../ Lazovskiy... Lvov'u kaçırmışlar... ölü bulunmuş./ Lazovskiy'i hapse... Vladimir Tshay göndermiş. Tutuklamayı kendisi yapmış... Rusya'nın en iyi takipçisiydi.../.../... Yarbay Vorobyov... otobüsteki patlama nedeniyle üç yıla mahkum olmuş.../... Ancak onları azmettirenlerle ilgilenen olmamıştır. Acaba kendileri öylesine bir köprü, bir de otobüs havaya uçuralım mı dediler?/.../ Patlamaların ikinci partisi, 1996 yazında meydana geldi. İlk önce Tulskaya metrosunda-dört ölü... 11 Temmuz'da Puşkin troleybüsünde... 12 Temmuz'da Mir Caddesi'ndeki troleybüste... Yeniden Çeçenlerden söz edilmeye başlandı... Lujkov, onları kentten atmaya söz verdi./.../ O sırada Çeçenistan'da biz kaybediyorduk ve barış görüşmeleri başlamıştı... Çeçenlerin bu patlamaları gerçekleştirmelerine bir anlam verilemiyordu... Ağustos sonunda... Hasavyurt Anlaşması imzalandı./ Tshay, ikinci parti patlamaların, Lazov çetesinin FSB ile ortaklaşa işi olduğundan emindi./.../... Makeev, durumdan haberdardı... Olaylardan Çeçenlerin sorumlu tutulduğuna dair yazıları okudukça çok sinirleniyordu, bir gün dayanamadı ve "Ne Çeçeni?!" dedi. Bu sözler işten atılmasına neden oldu... Daireyi dağıttılar./.../ Tshay, çok geçmeden 12 Nisan 1997 yılında, otuz dokuz yaşında tuhaf bir şekilde karaciğer sirozundan öldü. Ne içki ne de sigara içiyordu./ Onun ölümünden kısa bir süre önce, Lazovskiy'in adamlarından biri olan Sergey Pogosov'u... angaje etmiştim. O bana, çete ve çetenin FSB ile bağlantısı hakkında bildiği her şeyi anlatmıştı. Pogosov'dan bu oluşumun çeteden çok, adam öldüren, terör eylemi düzenleyen, devletin verdiği görevleri yerine getiren gizli birim olduğunu öğrendim. Lazovskiy sadece bir piyondu. Emirleri, bizim yönetimden birileri veriyordu./ PogosozLazovskiy takımını dağıttığı için FSB'nin Tshay'ı affetmeyeceğini ve artık sonunun geldiğini söylemişti. Bu bilgiyi, Tshay'a bizzat ilettim. Pogosov, samimi olarak bu olaydan uzak durmamı tavsiye etmişti./ Pogosov'la birlikte çalışmaya başladıktan sonra... yeni elemanımdan vazgeçmemi rica ediyorlardı... sonunda amirlerim, onunla her türlü ilişkiyi kesmemi emrettiler./ Tshay'i.../... zehirlediklerini düşünüyorum. İki ay içinde, herkesin gözü önünde eriyip gitti... gözdağı niteliğindeydi.../... ilk olay olan Banker Kivilidi'yi... telefon ahizesine yerleştirilen zehirle zehirlemişlerdi. Tshay'ın ise yemeğine bir şey konmuş olmalı. FSB'nin Krasnobogatır Sokağı'nda bu amaçla çalışan özel laboratuvarı bulunmaktadır./ Ölmeden önce Tshay'a çok baskı yaptılar... Lazovskiy davası... Tshay'ın ölümüyle... sonlandırıldı./.../... Lazovskiy'i 2000 yılında patlamalardan sonra, ikinci kez tutuklayacakları sırada öldürdüler.../.../... Tshay... Sürdüğü iz FSB'ye ulaştı. Öyle olduğunu tahmin etmiyordu ama karşısına FSB çıktı. Onun için FSB, CIA, FBI fark etmiyordu. Tshay için iki şey vardı: Suç ve fail. Kanunu çiğneyen sonucuna katlanacaktı... Öyle bir insan olduğu için saygınlığı vardı" 262-265 
-"1996 baharında, Antiterör Merkezinin Bölge Başkanı Kolesnikov... "Şeremetyevo-I'e acil... birinin terörle ilgili anlatacakları varmış," dedi... Araba olmadığı söylendi... benzinimiz yok... kırk dakika sonra benzin buldular./.../... Polis şubesinde biri... Ermeni olduğunu, Grozni'de oturduğunu.../.../ Bir akşam... yanına iki Çeçen gelmiş (Kendisi de Çeçenceyi iyi biliyormuş)… Grozni'den olduğunu söylemiş... Adamlar, "… Ruslardan intikamını almalısın. Sana bir çanta vereceğiz, iki kabloyu birleştirecek ve oradan uzaklaşacaksın. Patlama olacak... intikamını alacaksın... sana paranı vereceğiz," demişler./ Bin beş yüz dolar vereceklerini söylemişler... yine gelmişler... "… istemiyorum...," demiş./... polisler gelince olayı anlatmış... sorgulamışlar ve deli olduğuna kanaat getirmişler. O zaman FSB ile görüşmek istemiş... sıcağı sıcağına Çeçenleri yakalamaya çalışmışlar ama hiç kimseyi bulamamışlar./.../... Gece saat on birdi. Bilgisayarda robot resmin hazırlanması, iki saat sürdü... Adamı serbest bıraktım./ İkinci sureti ben aldım./... robot resimlerin... dağıtılmasını önerdiğim ayrıntılı rapor hazırladım... geçici görevle Kafkasya'ya gittim./ Aradan birkaç ay geçmiş, otobüs ve troleybüslerde patlamalar başlamıştı... benzerlikleri fark ettim... Daire Başkanıma gittim... Kolesnikov, hatırlamadığını söyledi. Çelik kasayı açınca içinde yığılı evraklar arasında rapor ve hiçbir işleme tabi tutulmamış öneriler duruyordu./ Bende kalan robot resmi buldum ve Kolesnikov'a gösterdim... O sırada, Jenya Makeev yanıma gelmişti. Robot resmini gördü ve "… Bunlar Lazovskiy çetesinin adamları," dedi; isimlerini söyledi.../ Olayı anlattım... adamların aranmaya başlanacağını söyledim. Makeev güldü, "Onlardan önce, senle beni bulurlar" dedi ve gitti./.../... Bir seferinde ise olağanüstü bir operasyon olan, Basayev'in Moskova'daki adamları arasına bir elemanımın hulul ettirilmesine izin verilmemişti./ Olay şöyleydi: Nalçik'e görevli gitmiştim... Türkiye'den dönen iki Çeçen'in... tutuklandığını söyledi... bayraklar... el ilanları.../.../ Günlükte ilginç bir şeye rastladım: "Dün, İstanbul ve Trabzon'da cezaevinde yatan bizim çocukları ziyaret ettim"… Feribotun kaçırıldığı tarihti... hücre içi çalışma... Onay verdi./ Her ikisini farklı hücrelere yerleştirdik. Onlara yanaşabilecek bir Çeçen bulmam lazımdı. Bir genç buldum. Kendisi Çeçenistan'da savaşmıştı, sahra komutanı ile çatışmış ve ondan intikam almak istiyordu. Ona bu konuda yardımcı olup olamayacağımızı soruyordu./... tutuklulardan birinin yanına yerleştirdik... konuşmaları takip edebiliyorduk./ Eleman uyanık biri çıktı, kısa sürede güven kazandı... tutuklunun Basayev'in adamlarından biri olduğunu öğrendik. Ben şöyle bir plan hazırladım... Çeçeni yanıma çağırtacağım ve "… Moskova'daki bir olaya karıştığınıza dair kuşkular var. Sizi Moskova'ya, Lefortovo'ya götüreceğiz," diyeceğim.... Eleman da... şartlı tahliye çıkarttığını söyleyecek... İş tamamdı... hücresine dönünce elemana "kendisinin Moskova'ya götürüleceğini" söyledi. Eleman da "Nasıl yardımcı olabilirim?..," dedi. Hedef ise "Moskova'ya gidebilir misin?.. adamlarım var," dedi. Hücre evlerinden birinin telefonunu verdi ve "Onlara git. Sana yardımcı olacaklar... konuşmadığımı söyle," dedi./.../ Moskova'ya gelince yönetime, söz konusu Çeçen'i, bir-iki haftalığına dahi olsa hemen Moskova'ya getirmemiz gerektiğini söyledim... elemanı da getirmeliydik./ Aldığım cevap Moskova'da masraflarını kim karşılayacak ve nerede tutulacak?" oldu" 266-271 
-"eski müdürü.../.../... Çekulin... Moskova'nın tam merkezinde, Eğitim Bakanlığı çatısı altında Roskonversvzrıvtsentr Bilimsel Araştırma Enstitüsü isimli tuhaf bir oluşumun faaliyet gösterdiğini söyledi. Bu merkez, büyük miktarlarda Hekzogeni askeri depolardan, bilinmeyen bir takım alt oluşumlara naklediyormuş. Hekzogen, top mermilerinin içine konan patlayıcı bir maddedir... Tonlarca Hekzogenin, sahte faturalarla nereye gittiği soru işaretidir./ Çekulin bu faaliyeti tespit edip amirlerine bildirdiğinde Eğitim bakanı Vladimir Filippov telaşlanmış... her kapıyı çalmaya başlamış ve güvenlikle ilgili tüm bakan ve üst düzey bürokratlara yazılar yazmış... soruşturma başlatılmasını istemiş. Ancak FSB soruşturmayı yasaklamış, olayı da örtbas ederek konuyu kapatmış" 276 
-"Meclis Başkanı Seleznyov.../... oturum sırasında bir not geliyor ve o da ilan ediyor: "Bana gelen notta, bu gece Volgodonsk'da bir apartmanın havaya uçurulduğu haber veriliyor," diyor. O gece gerçekten de bir patlama olmuş, ancak Moskova Kaşirka'daVolgodonsk'daki patlama ise üç gün sonra gerçekleşti./ Birkaç gün sonra, Duma'daki oturum sırasında Jirinovskiy, Meclis Başkanı'na soru önergesi veriyor: "… siz patlamayı pazartesi günü duyuruyorsunuz, patlama ise çarşamba günü meydana geliyor. Bunu nasıl izah ediyorsunuz? Üç gün önceden bu bilgiyi nereden edindiniz?"/.../... Notu kimin getirdiğini çok iyi biliyorum. Onun yardımcısı Lyah. O, FSB'nin eski elemanı... Anlaşılan... patlamaları karıştırmışlar" 277 
-"1999 yılı Eylül ayında, Moskova'da iki çok ağır ve önemli terörist eylem gerçekleşmişti.../.../... İlk araştırmalara göre Hekzogene, Moskova'daki patlamaların meydana geldiği iki binada ve FSB'nin adının karıştığı Ryazan'da rastlandı. Yetkililer şimdi, ilk araştırma sonuçlarını değiştirmeye çalışıyorlar. Maddenin Hekzogen değil, Güherçile olduğunu söylüyorlar.../ Moskova'daki patlamalarla ilgili gözaltına alınan Dahkilkov olayı ilginç. Ellerinde Hekzogen tespit edildiği için iki ay boyunca her gün işkence görmüş.../... Patruşev televizyonda "O, Hekzogen değil şekerdi," demişti" 278, 279 
-"Yönetim... çete kiralıyor ve korku ortamı yaratması için ona engel olmuyor. Çeçenler suçlu deniyor. Gelin, en acımasız biçimde onların hakkından gelelim. Her taraf terörist dolu... toplum kabullenecek ve özgürlüğünden taviz verecektir" 286, 287 
* 
2.6.2019  
* 
EK: 



Troller konusunda bir yazı. 
Putin'in trollerini de kapsıyor. 
* 
https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/05/21/mafya-gunlugu/

Metin Yeğin
21 Mayıs 2020


Mafya günlüğü

...

Şimdi mafya hikayesi dedin ama yine bize, tarihsel politik olaylar anlatıyorsun derseniz bu kısmı çok uzun tutmayacağım. Zaten o kadar çok şey var ki yaptıkları. Yerel, bölgesel ve ülke çapında vatana, -‘Eğer çek defterlerinizse vatan’ diyor Nazım- bir sürü hizmetlerde bulundular. Eyalet seçimlerinden, belediye başkanlıklarına ve hatta Meksika devlet başkanlığının çok güçlü adayı Luis Donaldo Colosio bir suikast sonucu öldürülmesine kadar, oldukça çok şey de rol aldılar.
-Ne bileyim, benzer bir şey olursa, söylemişti dersiniz… Meksika’da-
Bütün bunları yaparken hiç de yalnız değildiler. İçinde mafyanın olmadığı bir devlet belki olabilir ama içinde devletin az ya da çok bir parçasının olmadığı bir mafya mümkün değildir zaten.
Ayrıca karşılıklı bir domino etkisi oluyordu bu gibi işlerde. Bu olaylar sırasında, sorumlu durumdaki politikacılar, polis şefleri yükselirken, bu operasyonlarda yer alanların mafyaları da, dallanıp, budaklanıyor, büyüyorlardı.
‘Al gülüm, ver gülüm’dü yani…
Fakat aslında iktidarlar, mafyayı kullanamıyorlar, kendileri mafyalaşıyorlardı… Sürecek…
***
https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/05/24/mafya-rusvet-baskan-ucgeni/

Metin Yeğin 

Mafya, rüşvet, başkan üçgeni


Yani para da ve ölmek de gerçek olsa. Ne yaparsınız?

El Chapo’nın, sık kullandığı taktiklerden biriydi bu. Meksika’nın, daha doğrusu dünyanın en büyük mafya şeflerinden biriydi El Chapo, eğer devletleri saymazsanız tabii. Geçen yazıda sözünü ettiğim gibi El Chapo’nun bir politik geçmişi yok ilk gençliğinde ama sonra, işi icabı, politikacılarla güçlü teması vardı. Mesela bir zaman onun sağ kolu sonra itirafçı olan Kolombiyalı Alex Cifuentes’in, ABD mahkemelerindeki iddasına göre, Meksika devlet başkanıyken Peña Nieto’ya 100 milyon dolar rüşvet vermişti. ‘Bavulların taşınması zor olmuştur ve abi ne kolay geliyor dile, 100 milyon dolar! O kadar çok para, rüşvet mi verilir’ diye düşünüyorsanız, El Chapo da hemen vermemiş, pazarlık yapmış. Çünkü Devlet Başkanı Nieto’nun esas istediği miktar, 250 milyon dolar kadarmış.
***
https://t24.com.tr/yazarlar/cemal-tuncdemir/dolar-icin-tanriya-sukurler-olsun,26762

Cemal Tunçdemir 26 Mayıs 2020

...

Arabasına acil benzin bulması gerekenler ise 1 galon benzine yaklaşık 15 dolar ödemek zorunda. Elbette ki bu karaborsa benzin piyasası da, ülkedeki diğer bütün karaborsalar gibi, rejimin generallerinin yönettiği mafyanın ve rejim elitlerinin elinde. Ülkedeki bütün benzin istasyonlarını askerler işletiyor ve bu da ham petrol olarak karşılığı ithal edilmiş benzinin çok büyük bölümünü kara borsa piyasaya kolayca aktarmalarına olanak veriyor.

...
Yani, Chavez'in iktidara geldiği 1998'de 1 dolar 577 Bolivar iken, 20 yıllık iktidar sonunda bugün, eğer aradaki devalüasyonlar ve iki kez 'sıfır atmalar' olmasaydı, 1 dolar tam 6.000.000.000.000 seviyesine gelmiş durumda. Yazıyla, 'altı trilyon Bolivar'… 

...
Venezuela, kendi tercihleri, politikaları, fantezileri ve hamaset ekonomisi ile, girdiği bir yolun kaçınılmaz hezimetini yaşıyor. İdeoloji başından beri hep lafta ve göstermelikti. Venezuela'da her hangi bir politika takip edecek bir 'devlet düzeni', zaten çok uzun süredir yok. Venezuelalı yazar Moisés Naím, Venezuela'nın mevcut politik sistemini, "Başında mafya babası olarak devlet başkanının bulunduğu, organize suç örgütlerinin gevşek bir konfederasyonu" şeklinde tanımlıyor. Venezuela ordusu, narkotik ve insan kaçaklığının dünyadaki en önemli mafya kollarından birini yönetiyor.


***