25 Şubat 2018 Pazar

TÜRKLÜK SÖZLEŞMESİ

Oluşumu, İşleyişi ve Krizi

Barış Ünlü, 1. Baskı: 2018, Dipnot Yayınları, Ankara

Arka kapak yazısında Türklük Sözleşmesi ile ilgili şöyle ifadeler var: "Türkiye'nin yazılı olmayan esas anayasası... siyasal yelpazenin çok farklı noktalarında duran kişilerin bile "yeri gelince" nasıl aynı paydada buluşabildiği.../... negatifinden bir Türkiye Tarihi."
*
Kitabın temel tezi, bana hiç yabancı değil; gündelik yaşamda, sürekli gördüğümüz bir anlayış anlatılıyor.
Doğruluğu tecrübe ile sabit olan bir anlayış.
İlave olarak, bu anlatım, çok hoş bir dille yapılmış.
Ve, müthiş bir bilgi zenginliği ile.
*
Emek ürünü bir çalışma!
Tartışılabilecek yönleri olsa da, içerdiği bilgilerle öğretici, tezleri ile düşündürücü...
Farklı bir tarih yazımı.
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Çevrem sosyalistlerden... en azından Türklükleriyle gurur duymayan... insanlardan oluşuyordu... bunun doğru olmadığını... duyguların ve duygusuzlukların Türklüğün gölgesinde şekillendiğini, ama bunun "suyun içindeki balık" gibi fark edilmediğini düşünmeye başladım... Beyazlık diye bahsedilen şeylerin benim Türklük olarak gördüğüm şeylere çok benzediğini... keşfettim... bir düşünce ve duygu dünyası, imtiyazlar seti ve habitus olarak tarif ettiğim Türklüğü..." 9, 10
-"Türklük Sözleşmesi'nin üç temel maddesi vardır... Türkiye'de imtiyazlı ve güvenli yaşayabilmek... için Müslüman ve Türk olmak gerekmektedir... Osmanlı ve Türkiye'de Gayrimüslimlere yapılanlar... hakkında doğruyu söylemek... kesinlikle yasaktır... Türkleşmeye direnen Müslüman gruplara, özellikle de buna kararlı ve güçlü bir şekilde direnebilmiş Kürtlere yapılanlar hakkında doğruyu söylemek... kesinlikle yasaktır./ Türklük Sözleşmesi en başta ödüllendirme ve cezalandırma mekanizmalarıyla güvence altına alınmıştır. Sözleşmeye uyan.... imtiyazlardan yararlanabilecek... uymayan ise, ağır şekilde cezalandırılacaktır: İşten atılabilir... öldürülebilir... Bunlar, etnik köken olarak Türk olmayan milyonlarca Müslümanın... neden Türkleştiğini... açıklayabilir./ Türklük Sözleşmesi'ne modern Türkiye'nin... esas anayasası olarak bakılabileceğini düşünüyorum. Üç temel madde... görme... kadar, görmeme... hallerini de şekillendirmiştir. Dolayısıyla Türklük belli görme... kadar, aynı zamanda belli görmeme... halleridir. Sözleşmenin temel kuralları aile, cami, mahalle, okul ve orduda toplumsallaşma ve... eğitim yoluyla öğretilir; kurallara uyum içselleştirilir... ortaya çıkan roller kişinin neredeyse karakteri haline gelir.../ Türklüğün negatif halleri olarak tarif edeceğim görmeme... eksiklik olarak görülebilir, fakat aslında birer imtiyazdır... egemen etnik gruba mensup bir kişi etnik hiyerarşinin altında bulunanlarla ilgilenmeyebilir... çünkü buna gücü vardır ve bundan dolayı bir kayıp yaşama riski yoktur. Alttakiler ise üsttekilerin ne düşündüğünü bilmek, ne dediğini dinlemek zorundadır; çünkü bu bilgi hayatta ve ayakta kalabilmenin temel şartıdır... bir ülkede ancak egemen etnik/ırksal grup, etnik veya ırksal bir sorun olmadığını düşünebilir ve iddia edebilir. Buna inanır, çünkü bilmiyordur" 14-17
-"Türklüğün bu negatif halleri... siyaset, diyanet, yargı, medya, üniversite ve aile gibi kurumlarla güvence altına alınmıştır... Bilmemek bir anlamda garanti edilmiştir. Fakat aydın... Türklerde... bilgisizlik... pasif değildir ... bilgi olmadığı için bilmiyor değillerdir. O bilgiyi ciddiye almadıkları... için bilgisiz kalmışlardır... o bilgiyi ciddiye alsalar... gereğini de yapmak... durumunda kalırlar. O... sözleşmenin dışına çıkmak anlamına geleceği için bu bir ceza... olarak geri dönebilecektir... bilgiden kaçış mekanizmaları geliştirilir. Fakat bu kaçış mekanizmalarının... mutlaka bilinç dışı olması gerekir... Evrenselci oldukları... ölçüde de saygın kaçış yollarıdır. Suçu başkasına atarak... haklı olma imkanı sağlarlar... Bu... öz-kandırmacanın sürmesinde bir çıkar vardır... çıkarsız gibi sunma becerisine sahiptir./... çok sayıda... sosyalistin Türklük Sözleşmesi'nin dışına çıkmamış olmasını... görmemizi engellememelidir.../ Türklük halleri...  o kadar doğallaşmış... ki, ne kadar... derine işlemiş oldukları da kolayca fark edilemez" 18-20
-"Türklük Sözleşmesi'nin ideolojiler-üstü olduğunu... görmek..." 22
-"... ırk ve etnisite, "doğal ve gerçek" kategoriler değil, modern dünyada ortaya çıkmış bilişsel ve zihinsel yapılardır; düşünme ve duygulanma şemalarıdır; belli bir nüfusu birleştiren, bölen ve tasnif eden kurallardır;... sınır inşalarıdır;... iktidar ilişkileridir. Bütün bu anlamlarda, ırk ve etnisite birbirlerinin zıddı değil, aynı modern fenomenin farklı mekan ve zamanlarda ortaya çıkmış çeşitlemeleridir" 23
-"Türklerin... yetersizken, Kürtlerin Türklük Sözleşmesine... dair bilgilerinin son derece gelişmiş ve bilinçli olmasıdır... Kürtler bu sayede Türklerin görmeme... imtiyazlarını ellerinden aldılar.../... çok sayıda olumsuz tepki aldım... bunun biraz da... Türklerin eleştirilmeye... alışık olmamasından kaynaklandığına inanıyorum" 26, 27
-"Beyazlık Çalışmaları'nın öncüsü sayılan iki sosyal bilimcinin Beyaz feministler olmaları elbette bir tesadüf değil... McIntosh... kendisinin erkeklik imtiyazlarına benzer Beyazlık imtiyazlarına sahip olduğunu ve... bu imtiyazları göremediğini anlamaya başlar... kendi erdemlerine (çalışkan iyi...) dair öz-imajını sarsar... kendi Beyazlık imtiyazları üzerine düşünmeye başladıktan sonra ise, bu kişisel erdemlerin çoğu zaman mit olduğunu, ırkçılığın sadece Siyahları aşağıda değil kendisini de yukarıda tuttuğunu... kendi benliğini de şekillendirdiğini anlar" 31, 32
-"McIntosh'a göre... imtiyazların büyük bölümü Beyazları... evlerindeymiş gibi hissetmelerini sağlayan ve aslında herkeste olması, yani imtiyaz olmaması gereken imtiyazlardır. Fakat bunlar herkeste yoktur ve bunlara sahip olmayanlar rahatsız... öfkeli hayatlar sürmektedir" 34
-"Siyah kadınlar sadece erkeklere kıyasla değil, Beyaz kadınlara kıyasla da dezavantajlıydılar" 35
-"Siyah... Haiti Devrimi... 1804'te başarıya ulaşarak... bağımsız modern devletini kurabilmişti. Fakat... Batı düşünce dünyasında hak ettiği değeri uzun bir süre göremedi... Aydınlanma düşünürlerinin ezici çoğunluğu için kölelik bir metafordu, somut kölelikle çoğu zaman hiç ilgilenmediler. Haiti Devrimi, Aydınlanmanın bu anlamda sahte olan evrenselciliğini ifşa ettiği için bir çok Avrupalı isyanı yok saydı. Ayrıca... Siyah kölelerin böyle bir devrim yapabileceğini tahayyül dahi edemiyorlardı. Uyuşuk... tam olarak insan bile olmayan bu canlılar nasıl olur da bu çapta bir isyana kalkışabilirdi?" 39
-"Fanon... Fransız evrenselciliğine inanmış, kendini Fransız gören Siyahlardan biriydi. fakat II. Dünya Savaşı'nda... bu evrenselciliğin katı ve derin bir ırkçılığı gizlediğini ve kendisinin bu ırkçılığı içselleştirdiğini, benliğinin bu ırkçılığın bir ürünü olduğunu fark etti... ilk kitabı Siyah Deri Beyaz Maskeler..." 46
-"19. ve 20. yüzyıllarda Avrupa'dan ABD'ye gelen "beyaz tenli" Avrupalı göçmenler (İrlandalı, İskoç, İtalyan, Polonyalı, Yunan vb.) başlarda Beyaz olarak kabul edilmemişlerdi. Örneğin İrlandalılar... kendilerinin de Beyaz olduğunu ispat etmek zorundaydılar. İrlandalı yoksullar Beyaz işçi sınıfına dönüşmeleri sürecinde kendilerini ayırmak için Siyahlara karşı yoğun bir ırkçılık geliştirdiler... Avrupalı göçmenler... bireysel ırkçılığa bu gruplarda daha sık rastlanabilir" 56, 57
-"Türkiye... dinlerini veya etnisitelerini bütünüyle terk edip Türklüğe kesin geçiş yapan milyonlarca insan olduğu..." 59
-"Steyn, "Bilgisizlik Sözleşmesi"nin Irksal Sözleşme'nin hayati bir alt-sözleşmesi olduğunu ileri sürer... pasif değil aktif bir bilgisizlik söz konusudur... "Beyaz bilgisizliği... Direnen... Savaşan... kendisini yüzü kızarmadan bilgi olarak sunan bir bilgisizlik." Bu bilgisizlik aynı zamanda bir imtiyazdır; çünkü bir toplumda ancak güçlüler bilgisiz kalma lüksüne ve hakkına sahiptir" 60, 61
-"Irkçılığın... 21. Yüzyılda... düşünsel muadili... renk körlüğü (color-blindness) ideolojisi olarak beliriyor" 63
-"Siyahların... "tersten ırkçılık" yaptıklarını söylemektedirler... tepkisel Beyazlıklarda... ailenin göçmen kökenleri imtiyazsızlığa dair bir kanıt olarak sunulmaktadır" 64, 65
-"Sömürgeciliğe... meşruiyet veren... medeniyet götürüldüğü iddiasıydı. Cezayir... bu medeniyet söylemini ve Fransa'nın hümanist evrenselciliğine dair öz-imajını yerle bir etti" 70
-"1960'larda... sorulmaya başlanan... sorular sömürge sorunu'nun göçmen sorunu'na evrildiği post-kolonyal(ist) Fransa'da bugün halen geçerliliğini sürdürmektedir... Fransa, Fransız Devrimi'nin idealleri olan özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkelerini neden tam olarak benimseyemiyor?" 72
-"... eğilim, sınıf, cinsiyet ve coğrafya pozisyonlarına göre farklılaşan... Beyazlıklar... bir Marksist beyazla bir liberal Beyaz... Duster'ın benzetmesiyle, Beyazlığın sıvı, katı ve gaz halleri bulunur. Aynı şekilde tek bir Siyahlık da yoktur" 76
-"Osmanlı'nın farklı etnisitelerinden gelen Müslümanları, yeni bir devlet ve millet inşasıyla sonuçlanacak mutabakatlara, bu kitapta kullanacağım terimle Müslümanlık Sözleşmesi'ne, neden ve nasıl vardılar?... Müslümanlık Sözleşmesi, Müslümanların bir toplumsal sözleşme çerçevesi içinde yapay bir biçimde kurdukları yeni devlet tarafından nasıl daraltılıp Türkleştirildi? Türklük Sözleşmesi'ne yerli ve göçmen Müslümanların büyük çoğunluğu neden uydu?" 78, 79
-"Anadolu'nun Müslümanlaştırılması ve Gayrimüslimlerden "arındırılması" süreci... Müslümanlık Sözleşmesi... Türklük Sözleşmesi'nin temelini oluşturan Müslüman bir devlet ve millet, Osmanlı Müslümanlarının Osmanlı Gayrimüslimlerini çeşitli biçimlerde tasfiye ettikleri bir Müslümanlık Sözleşmesi çerçevesinde inşa edildi"81
-"Osmanlı... 19. yüzyılda... heterojen nüfusu eşitlik, laiklik... gibi yeni ilkeler... varılacak modern bir mutabakatla bir arada tutmaya çalıştı. Osmanlılık Sözleşmesi olarak tarif edeceğim bu girişim... başarısız oldu.../... Türklük Sözleşmesi'ne geçiş... pürüzsüz, baştan planlanmış bir süreç değildir. Ülke içindeki dinamiklere... Britanya, Fransa, Rusya gibi Büyük Güçler'in çeşitli biçimler alan müdahalelerine bağlı olarak gelişmiş zikzaklı bir süreçtir... kimi zaman Osmanlılık, kimi zaman Müslümanlık, kimi zaman da Türklük Sözleşmesi fikri öne çıkmıştır" 82, 83
-"Tanzimat Fermanı'nda cisimleşen fikirlere... kanımca Osmanlılık Sözleşmesi olarak bakabiliriz" 85
-"1876... Kanun-u Esasi ise birçok açıdan Osmanlılık Sözleşmesi'nin 19. yüzyıldaki zirvesini temsil eder... Gayrimüslimler ilk Osmanlı parlamentosunda yaklaşık olarak nüfuslarına oranla (% 30), hatta bu oranın üstünde temsil edilmişlerdi" 87
-"Yabancı devletlerin ve misyonerlerin Gayrimüslim Osmanlılara olan ilgisi ise Müslümanlarda... korku yaratıyordu... Tanzimat... gibi kritik adımların hepsi Osmanlı açısından uluslararası bir kriz ortamında atılmıştı... imparatorluğun Müslüman halklarında Gayrimüslimlere yönelik giderek yüksel bir hınç duygusu vardı.../... Örneğin Islahat Fermanı bağlamında söylenen "gavura gavur diyemeyecek miyiz!" yakınması... özlü bir örnektir" 88, 89
-"Osmanlı aydını doğdu... bu yeni tipin ilk temsilcileri 1860'larda ortaya çıkan Yeni Osmanlılar'dı./ Şinasi, Ziya Paşa, Ali Suavi ve Namık Kemal gibi Yeni Osmanlılar arasında önemli fikir ve vurgu farklılıkları olmakla birlikte, Tanzimat-Babıali diktatörlüğüne karşı muhalefet... gibi onları bir grup yapan ortaklıkları da mevcuttu. Konumuz açısından daha önemlisi Tanzimat... özellikle de İmtiyaz Fermanı olarak gördükleri Islahat Fermanı'na karşı, Müslümanların hakim millet statüsünü ortadan kaldırdıkları ve Şeriat'a göre mahkum milletler olan Gayrimüslimleri imtiyazlı kıldıkları gerekçesiyle, gazetelerinde geliştirdikleri sert muhalefetti. Yeni Osmanlılar bu anlamda öfkeli Müslüman çoğunluğun sesi olma rolünü üstleniyorlardı.../ Yeni Osmanlılar 19. yüzyılda Batı... fikirlerini sahipleniyorlar fakat aynı zamanda bunlara İslami bir renk katıyorlar, kavramları İslamileştiriyorlar... Müslümanların birliğini... büyük ölçüde Osmanlı içindeki Müslümanlar için düşünüyorlardı... Osmanlı'nın ilk İslamcılarıydılar... 1870'lerde... Gayrimüslim nüfus hala çoktu... bu nüfusu da gözden çıkaramıyorlar ve zaman zaman Osmanlıcı bir dil kullanıyorlardı... asıl vurgunun Müslümanlığa ve... Türklüğe yapıldığı görülür... Yeni Osmanlılar Müslümanlık Sözleşmesi'nin fikri öncüleriydiler" 90-92
-"İslamcılığı... bir devlet projesine, yani Müslümanlık Sözleşmesi'ne dönüştüren II. Abdülhamid oldu... otoriter yollarla yürüttü... Mithat Paşa'yı sürgüne göndermesi... Osmanlılık Sözleşmesi'nin sonunu işaret ediyordu.../... Müslüman oranını arttıran faktörlerden belki  en önemlisi... Anadolu'ya doğru gerçekleşen Müslüman göçüydü... iki temel kaynağı vardı: Osmanlı'nın... kaybettiği topraklardan gelenler ve Rusya... kaçanlar. 1820'lerden 1920'lere... milyonlarca Müslüman göçmen, hem Müslümanlık Sözleşmesi'nin hem de Türklük Sözleşmesi'nin uygulanışında ve başarısında, yani bugünkü Türkiye'nin inşasında kritik roller oynadılar... yabancıydılar... kırılgandılar... sadece göçmen Müslümanlar değil, topraklarını her an kaybedebilecek olan yerli Müslümanlar da öfkeliydi... 1877/1878 Osmanlı-Rus Savaşı... bu Müslüman duygularının (öfke, hınç, korku) en kritik anlarından birini oluşturur. Abdülhamid'in önemi, tarihsel olarak oluşmuş bu duyguların politik bir proje için kararlı bir şekilde kullanan ilk Osmanlı-Türk hükümdarı olmasıdır./.../... Nedim Pek şöyle der: "... muhacir kitleleri... Anadolu'nun sosyal yapısını kuvvetlendirmiş ve milli Türk Devleti'nin kurulmasına zemin hazırlamıştır."..." 93, 94
-"Kürtlerin durumu, bu Müslüman duygu-bilincine ve Abdülhamid'in bu duygu-bilinci nasıl bir devlet politikası haline getirdiğine iyi bir örnektir... Ermeniler tarafından kovulma korkusu yaşıyorlardı. Ermeni milliyetçiliği doğmaya başlamıştı... Hıristiyan Büyük Güçler'in Ermeni davasına destek vereceğinden korkuluyordu. Bu korkularında haklıydılar; çünkü söz konusu güçler... Kürtleri neredeyse yok sayıyorlardı... Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında imzalanan Berlin Antlaşması'nın meşhur 61. Maddesi, göçmen Müslüman Çerkesler ve yerli Müslüman Kürtler ile yerli Hıristiyan Ermeniler arasındaki ilişkiyi, özellikle savaş süresince artan gerilimi ve Büyük Güçler'in bu ilişkilere nasıl baktığını özetliyordu: "Babıali, Ermenilerle meskun vilayetlerde mahalli ihtiyaçların lüzum gösterdiği tensikat ve ıslahatı vakit geçirmeksizin tatbik etmeyi ve Çerkezlerle Kürtlere karşı onların güvenliğini temin etmeyi deruhte eder. Babıali, bu yoldaki tedbirlerini onların tatbikine nezaret edecek büyük devletlere muayyen zamanlarda bildirecektir."/ Reformlar... yapılacakmış gibi gösterilse de, hiçbir zaman yapılmadı... Büyük Güçler de kendi aralarındaki güç mücadelesi ve anlaşmazlıklar nedeniyle reformların takipçisi olmadılar... belirsizlikler vardı. En önemlisi... Ermenilerle Kürtlerin birçok yerde iç içe yaşaması ve çoğu yerde Kürtlerin çoğunluk olmasıydı. Nüfus oranı önemliydi; çünkü reformların şeklini ve yapılacağı yeri bu belirleyecekti. Bu nedenle istatistik savaşları yaşanmaya başlandı. Ermeni cemaatleri Ermenilerin nüfusunu, devlet de Müslümanların nüfusunu çok göstermeye çalıştı. 1880'lerde kurulan ve özerklik veya bağımsızlık taraftarı olan sol-milliyetçi Ermeni örgütleri Hınçak ve Taşnak, Kürtleri daha da fazla kaygılandırmıştı./ Nitekim 1879'da patlak veren Şeyh Ubeydullah Kürt İsyanı, Osmanlı ve İran devletlerine karşı olduğu kadar Berlin Antlaşması'nda cisimleşen Ermeni tehdidine de karşıydı. İsyanı 1881'de bastıran Abdülhamid, Kürtlerin Ermeni korkusunu iyi analiz ederek 1890 yılında yaklaşık altmış alaydan oluşacak Hamidiye Alayları'nı kurdu... yaklaşık altmış bin kişiden oluşan alaylar hem liderlerine hem de sıradan Kürtlere önemli... imtiyazlar... sağlıyordu. 1915'den sonra iyice büyüyecek Ermeni mallarına el koyma meselesi de ilk olarak 1890'larda Ermeni arazilerine el konması biçiminde Hamidiye Alayları'yla başladı. Ayrıca alayların sadece Sünni Kürtlerden oluşturulması, Alevilerin bunun dışında tutulması Abdülhamid'in zihnindeki Müslümanlık Sözleşmesi'ne dair önemli bir ipucudur" 95-97
-"Müslümanlık Sözleşmesi'ne göre... Sadece... Sünni Müslümanlar kayırılacaktı. Çünkü Abdülhamid'e göre imparatorluğu ayakta tutabilecek temel güç, İslam dayanışmasıydı ve bu dayanışma ancak devletin resmi mezhebi Sünnilik etrafında örülebilirdi... Abdülhamid... hatıratında... özetlemiştir: "Yabancı dinden olanları, kıymık gibi kendi etimize, kendimiz soktuğumuz devirler geçti. Devletimizin hudutları dahiline ancak kendi milletimizden olanları ve bizimle aynı dini inançları paylaşanları kabul edebiliriz. Türk unsurunu kuvvetlendirmeye dikkat etmeliyiz. Bosna-Hersek ve Bulgaristan'daki Müslüman halkın çoğalıp artanını muntazaman buraya getirip yerleştirmeliyiz. Muhacerat yalnız milli kudreti artırmakla kalmayacak aynı zamanda İmparatorluğumuzun iktisadi kudretini de fazlalaştıracaktır... Türk unsurunu kuvvetlendirmek... içimizdeki Kürtleri yoğurup kendimize maletmek şarttır". Müslümanlık Sözleşmesi asıl olarak bir Sünni Müslümanlık Sözleşmesi'ydi./... Müslümanların Hıristiyanlara yönelik hınç, öfke, korku gibi duyguları... tarihsel ve toplumsal olarak oluşmaya başlamış otantik duygulardır. Dolayısıyla Abdülhamid, halihazırda varolan duyguları... kullandı. Yine... 1895-1896 Ermeni katliamları, merkezi devletin değil, büyük ölçüde yerel Müslümanların inisiyatifiyle gerçekleşmiştir. Genel olarak Kürdistan'ın Ermenistan olacağından korkan Kürtler ve özel olarak Ermeni reformlarının kendi güçlerini kısıtlayacağından çekinen Müslüman/Kürt ileri gelenleri... on binlerce Ermeni'nin öldürüldüğü... sonuçta büyük servet transferlerinin gerçekleştiği katliamların arkasındaki esas aktörlerdir. Katliamların birçok şehirde Cuma namazı sonrası gerçekleşmiş olması ve din adamlarının "Ermenilerin kanı heder, ırz ve malları mubahtır" gibi fetvalar vermeleri de bu tezi doğrular niteliktedir. Merkezi devletin yaptığı... katliamcıları... Müslümanlık Sözleşmesi'nin klasik bir gereği olarak, cezalandırmamaktır. 1896 yılında... binlerce Ermeni İstanbul sokaklarında öldürülmüş ve devlet, Müslüman halkı yaptığı bu pogromu seyretmiş, hatta kimi güçlü iddialara göre teşvik etmiştir./ Müslümanlık Sözleşmesi'nin... asıl başarısı da burada, yani devletle Müslümanlar arasındaki... mutabakatlar bütününde gizlidir... eşitlik fikrine dayanan Osmanlılık Sözleşmesi toplumda bir yankı bulmamış... Müslümanların üstünlüğüne dayanan Müslümanlık Sözleşmesi gerçek anlamda çift taraflıdır, bu nedenle de otantik ve işlevseldir. Müslüman merkez taşrada kendi yansımasını, Müslüman taşra da merkezde kendi yansımasını bulmuştur. Ortak hedef ve çıkar ülkenin Hıristiyanlardan "temizlenmesi"dir. Bu anlamda Müslümanlık Sözleşmesi, Hıristiyan halklara karşı işlenen ve işlenecek olan suçlar üzerinde mutabık olunmuş bir suç ortaklığıdır. fakat bu, Hıristiyanların başlarına... gelecekleri hak ettikleri düşüncesinden dolayı, suçluluk duygusu yaratmayan bir suç ortaklığıdır. Müslümanların ortaklaştıkları hedef... Müslümanlık Sözleşmesi'ni... 1920'lerin başlarına kadar canlı tutacak, bu sayede ülke Hıristiyanlardan temizlenecek ve... yeni bir devlet Müslümanlık üzerinde/sayesinde kurulabilecektir" 98-101
-"1889'daa İttihad-ı Osmani Cemiyeti... etnik olarak Türk olmayan... sınır boylarından gelen Tıbbiyeli Müslümanlar kurmuştu. İbrahim Temo Arnavut, Mehmed Reşit Çerkes, İshak Sukuti ve Abdullah Cevdet Kürt'tü... Osmanlıcı bir damar güçlüydü./ örgütün 1894'de Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti adını almasıyla... iki zıt kutbu temsil eden Ahmet Rıza ve Mizancı Murat öne çıktı... Ahmet Rıza... bir seküler... "satın alınamaz" bir pozitivist aydındır. Mizancı Murat ise devletin İslami niteliğine önem veren muhafazakar bir aydın... Abdülhamid yönetimiyle ilişkisini çeşitli araçlarla sürdüren bir uzlaşmacıdır.../... Paris'te 1902'de topladığı 1. Jön Türk Kongresi'nde dış müdahale lehinde karar alındı; Ermenilerin beklediği reformların yapılacağı, fakat bunun... bütün Osmanlılar için yapılacağı söylendi. Bu son nokta, Prens Sabahaddin'in düşüncesinde adem-i merkeziyetçilik olarak belirmiştir... Ermenilere zulmeden de Türkler değil... "vahşi" Kürt aşiretleriydi... Sabahaddin'in yapmaya çalıştığı... bir Osmanlılık Sözleşmesi oluşturmaktı.../... Bu yıllarda Jön Türkler'in... önemli bir kısmı Osmanlıcı bir dil kullanmaya... dikkat ediyor... Örneğin 1920'li yılların Türk milliyetçisi Tunalı Hilmi Bey, 1900'lerde... önde gelen bir Osmanlıcıydı" 102-104
-"1900'lerin başlarından itibaren Türkçülük Jön Türkler arasında giderek egemen olmaya başladı. Yusuf Akçura'nın 1904'de yayınladığı Üç Tarz-ı Siyaset Türkçülüğün... milat olarak kabul edilebilir. Akçura... soğukkanlılıkla... inceler... doğrusunun Türk Birliği olduğuna karar verir./... Osmanlılık vurgusunu devam ettiriyordu. Fakat bu Osmanlılık, merkeziyetçi ve Türklerin hakim olacağı bir tona sahipti... Türkçülük harekete egemen olmaya başladı... Dr. Bahaeddin Şakir... adem-i merkeziyetçi projesinin sadece vatanı bölmek isteyen Gayrimüslimlere yardım edeceğini... uyarısını yaptı... adem-i merkeziyetçiliği cazip bulan kimi Yahudilere ise, Dr. Nazım "... İttihat ve Terakki Cemiyeti merkeziyetçilik ve iktidar üzerinde Türk tekeli istiyor..." diye cevap vermiştir./... acımasız eylem adamları... Dr. Şakir ve Dr. Nazım... hareketin fiili liderliğini üstlenmişlerdi... birlikte hareket ediyorlardı, fakat pasifistliğiyle ve evrimciliğiyle meşhur Ahmet Rıza'nın liderliğinde Abdülhamid'in devrilmesinin mümkün olmadığına kanaat getirmişlerdi./ İki doktor... yeni bir eylemci grubu Makedonya'da buldu... çatışma sahasıydı. 1908'de Britanya ve Rusya'nın Makedonya'nın paylaşılmasıyla ilgili Reval'de yaptığı görüşmeler, bölgedeki Müslümanları panikleterek Jön Türk devriminin fitilini yakmış oldu... Abdülhamid 1908... Meşrutiyet ilan etmek zorunda kaldı" 105-107
-"1889'dan... 1908'e... Jön Türkler... düşünsel anlamda belki de tek ortak özellikleri sosyal Darwinci olmalarıydı... güçlü olanın... hayatta kaldığına dair güçlü bir inanç... eşitlik peşinde koşan ideolojiler bu insanlara hiçbir zaman hitap etmedi... yeni liderler... eski liderlerden... reel politik anlamında çok daha becerikliydiler ve aynı zamanda acımasızdılar... İkincisi... çok daha fazla Türkçüydüler./ Fakat... Osmanlı... 1908-1912 arasındaki resmi ideolojisi bir kez daha Osmanlıcılık oldu... toprak bütünlüğünü korumak... Arnavut... Ermenilerin desteğini kazanmaya büyük önem veriyorlardı... 1907... 2. Jön Türk Kongresi'nde Taşnaklarla... esnek de olsa bir ittifak kurmayı başarabilmişlerdir... eşitliği vurgulayan asgari bir Osmanlılık Sözleşmesi'nde mutabakata varıldığını gösterir... İttihatçılar Türkçülüklerini en azından kamuoyu önünde bir süreliğine askıya aldılar./... hakim kesim olan Türkler ile diğer etnik grupların Osmanlıcılıktan ne anladığı... arasında ciddi farklar vardı. İttihatçılar... hak taleplerini... hainlik ve bölücülükle bir tutuyorlardı... uçurumu kapatmanın ne kadar zor olduğu en baştan belliydi./ Yine de... II. Meşrutiyet'in ilk yılları bir Osmanlılık Sözleşmesi'nde mutabık kalınarak geçirilmiştir... başta Ermeniler olmak üzere ( Taşnaklılar kendilerini devrimin kısmi sahibi olarak görüyorlardı ve bu İttihatçıların kamusal jestleriyle de onaylanıyordu) Gayrimüslimler de mutlu ve coşkuluydu. Jön Türkler'e... mesafeli... Hınçak Partisi'nin bile... yeni Osmanlılık Sözleşmesi'ne bir şans verecekleri.../.../ 1908-1911 arası sadece Gayrimüslimler için değil, genel olarak muhalifler ve... diğer Müslüman halklar için de bir umut dönemiydi... yeni partiler... hepsi Osmanlıcıydı ve değişen oranlarda kültürel hakları (anadilde eğitim gibi) ve öz-yönetimi (adem-i merkeziyet gibi) savunuyorlardı.../... bu Osmanlılık... Müslüman taşrada karşılık bulmuyordu... üstünlük, kıskançlık, hınç, korku gibi... Müslüman duygularının ve Hıristiyanların yerini alma gibi arzuların tehlikeli bir birliği mevcuttu./ Duygular... harekete geçirici bir potansiyel barındırırlar... uygun bir konjonktür gerekir. İşte böyle uygun bir konjonktürün oluşması, Adana'da 1909... 20.000'den fazla Ermeni'nin öldürüldüğü tahmin edilen katliamı... getirdi./ Çukurova... 1860'lardan itibaren kapitalist dünya... entegre olmuştu... ticaretinde başı çekenler... bölgenin Ermenileriydi... İstanbul'da 31 Mart İsyanı'nın... yaşandığı, yani merkezde İttihatçıların iktidardan geçici olarak düştüğü... katliamı başlatan muhtemelen bölgeye özgü bu faktörlerin bir araya gelmesiydi./ Adana Katliamı'nın arkasında kimin olduğu... Abdülhamid... İttihat... her iki suçlamaya dair inandırıcı bir kanıt bulunamamıştır. Katliamın arkasında... yerel Müslümanların... birlikteliğinin söz konusu olabileceği genellikle göz ardı edilmiştir./ Katliamdan birkaç ay önce... Fransa konsolos vekili... "Jön ve Eski Türklerin... birleştikleri görülüyor... camilerde mollalar müminleri 'haklarını' enerjik bir biçimde kullanmaya teşvik ediyorlar."... Ermeni yerleşimcileri sorumlu tutan bir Osmanlı belgesi... "... eşitlikten bu denli küstahça yararlanmaları Müslümanlar tarafından pek hoş karşılanmamıştır..." ... bir yabancı gazeteci... "... hakim grup olan Türkler, yeni düzenin kaybedeni oldukları duygusunu taşıyorlar. Meşrutiyet bir zamanlar sahip oldukları üstünlüğü bir şekilde ellerinden almıştır... katliam ve yağma yapmak üzere ayaklanırlar..."/... Adana... katliamın yereldeki Müslümanların... sayesinde gerçekleştiği düşünülebilir... büyük ihtimalle... yerel eşrafın yerel yöneticilerle ittifakıyla başlatılmıştır. 1915 ise Müslüman merkezin Osmanlılık Sözleşmesi'nden vazgeçip Müslüman taşrayla Müslümanlık Sözleşmesi'nde mutabık kalmasıyla yaşanacaktır. 19152te merkez ve taşra arasında tam bir uyum yakalanacaktır. Bu nedenle 1909 yerel bir pogrom olarak yaşanırken, 1915 bütün Anadolu'ya yayılacak bir soykırım biçimini alacaktır" 108-115
-"İttihatçıların Osmanlılık anlayışı... Gayrimüslim ve gayri-Türklerin asimile edileceği bir anlayıştı... ilk kurbanları Arnavutlar olmuştur... direnen Arnavutlara karşı... 1909'da askeri operasyonlar düzenlendi... Kuran'a göre, "İttihat ve Terakki'nin Arnavutluk gafleti" Balkanlarda Hıristiyanlara karşı durabilecek yegane Müslüman unsur olan Arnavutları geri dönülmez bir şekilde küstürmüştür" 116
-"Kürtler de... asimile edilmesi gereken ama... Hıristiyanlara karşı... güvenilen bir Osmanlı unsuruydu... Abdülhamid... Sünni Kürt aşiretlerini Ermenilere karşı kayırmış... Jön Türkler ise... Ermenilerle ittifak halindeydi... güçleri kırılmış eski... Kürt ailelerinin... "modern" oğulları birer Abdülhamid muhalifi ve Osmanlıcıydılar... Hamidiye düşmanıydılar. Bu nedenle, "Jön Kürtler" denen bu grup 1908'den önce Jön Türk muhalefetinin önemli bir parçası oldu" 117
-"Jön Türkler'in... Taşnaklarla... şartı Hamidiye... reislerin gasp ettiği Ermeni topraklarını asıl sahiplerine iade etmek, yani "arazi meselesi"ni çözmekti... 1910 tarihli bir gizli Rus raporu... "Son birkaç yıldır Kürtlerin asıl ve en uzlaşmaz düşmanları olan bölge Ermenileri... reaya iken, birden... eşit... vatandaş haline geldiler... Kürtlerden geçmiş, eski suçlarının hesabını sormak istediler... Kürt ne kadar nüfuzluysa, o kadar suçlandı..."/... Bu da onların Osmanlı'dan iyice kopmaları sonucunu doğurdu... Hüseyin Paşa... İran'a kaçtı. Bu hamle, aşiretin Rusya'yla ittifak halinde bir Kürt isyanı çıkarmasından korkan İttihatçıları çok tedirgin etmişe benziyor, bunu... af çıkarmasından anlıyoruz. Bu geri adım üzerine de Paşa Osmanlı'ya dönmeye karar verdi... İttihat ve Terakki'ye üye oldu, 1912'de de Hamidiye Alayları yerine kurulan Hafif Süvari Alayları'ndan birine komutan olarak atandı.../... Osmanlıcılık 1912'ye kadar... devam etti" 118, 119
-"1912-1913 Balkan Savaşları'ya birlikte ise Osmanlıcılık... bütünüyle terk edilmiştir... Avrupa topraklarının son kalıntıları da kaybedilmişti... ders... Hıristiyan halkların varlığı nedeniyle kaybedilmişti... aynı hatayı bir daha yapmama kararı verdiler. Bu... Türkleri kayırma ve Gayrimüslim unsurları... tasfiye... anlamına geliyordu" 120, 121
-"Dönemin neredeyse bütün Türkçülerinde iki farklı Türkçülük anlayışı vardı. Biri... Turan ütopyasıydı. İkincisi... özellikle Anadolu'da... Türklük... hedefleyen daha gerçekçi bir fikirdi. Fakat... az sayıda aydın, bürokrat ve siyasetçi bir kenara bırakılırsa, bir Türklük bilinci veTürklük duygusu yoktu... savaşmaya hazır bir Türk milleti yoktu. Onu yaratmak gerekecekti... Tekin Alp... Türk olmayan Osmanlı Müslümanlarının da Türklüğe asimile olacağına emindi.../... Gökalp, Müslümanlık Sözleşmesi'nin resmi metni olarak görebileceğimiz "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak"... makalesini... Osmanlıcılığın bütünüyle çöktüğü 1912-1913 yıllarında yayımladı... Türklüğüyle övünen tek bir insan dahi bulmak zordu... Türklük... duygusu yaratmak gerekiyordu... zemin... İslam'dı... Böylece sadece Türkçe konuşanlar değil, diğer Müslüman halklar da Türklüğe kabul edilebilirdi... Batı'nın bilimini... de benimsemeliydi.../... I. Balkan Savaşı'ndan önce ise İttihatçılar denetleme iktidarından dahi düşürülmüşlerdi. Fakat bu iktidar kaybı, Balkanlar'daki toprak kaybından sorumlu tutulmamalarını sağladı. Kayıpları geri kazanmak... adına yaptıklarını söyledikleri 23 Ocak 1913 darbesiyle (ve yine tam olarak kontrol edemedikleri Sadrazam Mahmut Şevket Paşa'nın 11 Haziran 1913'de öldürülmesiyle) iktidarı tam olarak ele geçirmişlerdir... militarist tek parti diktatörlüğü... Türk-İslamcılık... milli iktisat alacaktır./... Gayrimüslimleri cezalandırma ve Müslümanları ödüllendirme bekleniyordu ve böyle de oldu... İttihatçıların İslamcılığının İslami bir devlet kurma anlamına değil, Müslümanlara güvenme, onları kayırma ve birleştirme anlamına geldiğidir... 1912-1922 arasında... devlet... Türk olmayan Müslümanları kendisinden uzaklaştıramazdı. Nitekim... 1922'ye kadar İttihatçılar ve Kemalistler çoğunlukla İslami bir dil kullanmışlardır... Savaş, Müslümanlık Sözleşmesi etrafında yürütülmüştür./ İttihat... Türk-İslamcı politikası Gayrimüslimlerin tasfiyesini, güvenilmez olarak görülen bazı Müslüman grupların ise asimilasyonunu öngörüyordu. Özetle, ülkenin kurtarılması için uygun bir Türk ve Müslüman nüfus bileşeni yaratmak gerekiyordu.../ Fuat Dündar'ın "etnisite mühendisliği" dediği bu yeni politika yı uygulayabilmek için ilk önce Anadolu'nun etnik bilgilerine sahip olmak gerekiyordu... İttihat... Anadolu'nun her yerinde sosyoloji ve etnografya çalışmaları yaptırdı.../ İttihat... 1913... büyük çaplı tehcirler ve katliamlar yapabilecek güçte değildi... Gayrimüslimleri... Müslüman muhacirlerin iskanı ve çete terörü gibi yöntemlerle korkutuyor... Kasım 1913'de kurdukları Teşkilat-ı Mahsusa'nın... diğer amacı da ülke içindeki hain ve güvenilmez unsurları çeteler eliyle rahatsız etmek ve bazen de katletmekti. Yabancıların... ürünlerini boykot... Bu politikalar, 19. yüzyıldan beri... Müslüman orta sınıfın özlemleriyle örtüşüyordu" 122-127
-"1912'den başlayarak Ermeni örgütleri... Büyük Güçler'le görüşmelere... başlamışlardı... Taşnak da İttihat... olan ittifakını sona erdirdiğini duyurdu (fakat... ilişkiler 1915'e kadar devam edecekti)... Rumlara... Ermenilere yönelik şiddet... artış olmuştu" 129
-"... bir metinden.../"... yerel yetkililere Ermenilerin canına... kastetmenin serbest olduğunu... ihsas eden resmi talimatlar... bu taciz politikası korkunç katliamların örgütlenmesine yol açmıştır... Ermenilerin çeyrek yüzyıldan fazla bir süredir maruz kaldıkları bu barbarca zulüm... doğal... bir yasa niteliği edinmiştir..."/ Ermeni liderlerin 1913'te yazdığı bu metin... İttihatçıları suçlamamaya özen gösterse... Osmanlı... yapısı... açısından önemli tespitler içeriyor" 130, 131
-"İttihatçılar iktidarı tam olarak ancak yeni ele geçirmişti... Ermeni reform taleplerine destek veren Büyük Güçler'e karşı koyamıyordu... reform programı imzalamak zorunda kaldı... 8 Şubat 1914'te imzalanan... anlaşmaya göre... iki Avrupalı genel müfettiş tayin edilecekti. Müfettişler... bütün memurları görevden alabilecek... "kesin bir nüfus sayımı"... sağlayacak... "eşitlik kuralı" gereği... atayacaktı./ 1914 Yazı'nda başlayan I. Dünya Savaşı ise, İttihatçılara emperyal ve milliyetçi ihtirasları için uygun zemini sağladı... beklenti... modern bir Türk İslam imparatorluğu kurmaktı... B planı... Anadolu ne olursa olsun korunacaktı... Anadolu'nun güvenilmez unsurları olan Gayrimüslimler, yani "etnik tümörler", Anadolu'dan temizlenmeliydi./... Sarıkamış... Süveyş... A planının kesin çöküşü anlamına geldi... 1915 başlarında hemen B planı devreye sokuldu.../... Hollandalı ve Norveçli iki genel müfettişin görevine son vermişti. İttihatçı/Kemalist... Tankut yıllar sonra şöyle yazacaktır: "Allah'a şükür Birinci Dünya Savaşı patlak verdi de o uğursuz projenin hayata geçirilişi engellendi. Aksi takdirde Alevilerin büyük bir kısmı Ermenilerin lehine oy kullanırdı."... Osmanlı'nın Rus Kafkasyası'nda bir Müslüman ve ayrıca Ermeni isyanı çıkartmaya çalışması gibi, Rusya da Anadolu'da Ermeni ve Kürt isyanları çıkartmayı planlıyordu. Nisan 1915... Van... İttihatçıların şüphelerini doğrular nitelikteydi... tehcir kararını yürürlüğe koydular./... başlangıcı... 24 Nisan 1915 tarihi kabul edilse de, daha önce Zeytun ve Dört Yol... Ermeni tehciri yapılmıştı. Mayıs ve Haziran... Anadolu'da yaşayan bütün Ermeniler için uygulanmaya başlandı... Suriye Zor bölgesine göç ettirmek... ölüm fermanıydı. Talat Paşa'nın... 1914 Temmuz'unda... bunu çok iyi bildiğini gösterir... öldüler. Yüz binlercesi de Teşkilat-ı Mahsusa'nın ve yerel güç odaklarının oluşturdukları çetelerce katledildiler. Bu çetelerin oluşumunda... adi suçlular, göçmenler ve Kürt aşiretleri kullanıldı... Bir yıl içinde Anadolu neredeyse tümüyle... Ermenisizleştirilmişti... 1915'teki Anadolu'nun en az % 10'unu oluşturan Ermeniler... temizlenmişlerdir" 132-137
-"4 Şubat 1917'de sadrazam olan Talat Paşa, el yazısıyla yazdığı hükümet programı taslağına "beyannameye geçecek" ve "beyannameye geçmeyecek" diye iki ayrı madde eklemiştir. Beyannameye geçecek olan, bütün Osmanlı fertlerinin anayasal haklardan yararlanacağıdır; beyannameye geçmeyecek olan ifadelerde ise, Müslüman devletin temeli olan Türklerin iktisadi ve toplumsal olarak güçlendirilmesi ve bunun diğer İslam halklarının üzerinde olumsuz tesirde bulunulmadan yapılması gerektiği yazılır... bu madde gizlidir; çünkü merkezle taşra arasında çoğu zaman yazılı olmayan mutabakatla sürdürülen Müslümanlık Sözleşmesi'nin kısmi bir ihlalidir. Müslümanlık Sözleşmesi Hıristiyanların dışlandığı ve -henüz Türkleşmemiş olan- Müslümanların kayırıldığı örtük bir sözleşmeydi. Hükümet, Müslümanların arasında özellikle Türklerin kayırılması gerektiğini söyleyerek taşrayı bir anlamda kandırmıştır. Bütün Müslümanların eşit olduğuna dair merkezi hükümetçe sürdürülen bu "kandırmaca" Müslümanlık Sözleşmesi sayesinde verilen savaşların bittiği 1923 yılına kadar devam edecektir./... yağma taşrada, çoğu zaman taşranın kendi iktidar dinamikleri içinde yapıldı" 138, 139
-"Osmanlı'da 1914 yılında % 30'lara yaklaşan Gayrimüslim nüfus oranı, Türkiye'de 1924 yılında % 3 civarındaydı ve zamanla da % 0,1 civarına düştü" 141
-"... yaklaşık kırk yıldır gündemde olan, bölgenin Ermenistan mı yoksa Kürdistan mı olacağı sorusu, Dünya Savaşı'nın setriyle birlikte Ermenistan lehine cevaplanacak gibi görünüyordu./... Diyarbakır eşrafı Ermeni Reform projesinden rahatsızdı... Genel Müfettişlerin görevine son verilmesini... sevinçle karşıladılar... 1915'le birlikte ise... ihtiyaç duydukları valiyi Dr. Mehmed Reşid'in şahsında buldular. Dr. Reşid şehrin ileri gelenleriyle ittifak halinde, yanında getirdiği Çerkesler başta olmak üzere binlerce kişilik bir milis ordusu kurdu ve... on binlerce Ermeni'yi öldürttü. Bütün bunları yaparken de çoğu zaman... kendi inisiyatifiyle hareket etti.../... Ermenileri korumaya çalışanlar... ağır şekilde cezalandırıldılar.../ Müslümanlık Sözleşmesi'ne... Dersim gibi bölgeler de karşı çıkmıştı" 145-147
-"Hüseyin Cahit Yalçın, "Ermeni tehcirini düşünüp yapanlar, bununla Türkiye'yi kurtarmış"tır.../ Anadolu'da 1918-1922 dönemine "devlet sorunu" damgasını vurmuştu: "Buralarda hangi devlet ya da devletler var olacak ve nasıl yapılanacaklardı? Devlet sorununun özü budur."... Anadolu'da iktidar boşluğunun olduğu ve işgal tehlikesinin yaşandığı bir dönemde taşra Müslümanları... kongreler topluyorlar... Kuvayı Milliye birliklerini kuruyorlardı.../ Anadolu Müslümanlarının birleştirilmesinin önünde olası kritik engel Kürtlerdi... Kürdistan Teali Cemiyeti... kendi "devlet tezleri" vardı... Kürdistan... kuruluşu için şartların olgunlaştığını düşünüyorlardı... başarı Müslümanların birleşmesine bağlıydı./ İşte Mustafa Kemal bunu başarmış... Fakat Müslüman taşra, birleşmeden merkezileşmeyi ve Türkleşmeyi anlamıyordu... Lozan... onaylanmasına kadar, Müslümanlar arasında göreli bir demokrasi... hakim oldu. Birliğin ortak düşünce ve duygusu İslam, amacı ise Yunanları/Rumları ve Ermenileri Anadolu'dan atmaktı... Bu yıllarda... millet... İslam milletini işaret eder" 149-151
-"Anadolu Müslümanlarının... birleştirilebilmesindeki en büyük rol, Müslümanların ihtiyaç, beklenti ve duygularını iyi bilen ve bunları kullanabilen Mustafa Kemal'e aitti... kongreleri ve meclisi besmelelerle, dualarla ve Cuma namazlarıyla açtırdı; Kürt, Türk, Laz, Çerkes ve sair İslam unsurlarının "yekdiğerine karşı ırki, muhiti, ahlaki, bütün hukukuna riayetkar özkardeşler" olduğunu söyledi.../ Mustafa Kemal bütün bu çabalarında başarılı olabildi; çünkü bu çabalar Müslümanların ortak çabalarıydı... (Kürt milliyetçiliği 1910'larda... geliştiği ve 10 Ağustos 1920'de imzalanan Sevr... Kürdistan'a... özerklik tanıdığı halde) Kürtlerin büyük çoğunluğu Milli Mücadele'nin yanında yer almayı seçti... 1910'ların dünyasında Ermeni korkuları Türk korkularına üstün geldi... Sevr Antlaşması'nın... bir Ermenistan öngörmesi... korkularını daha da arttırmıştı... bu korkuyu kullandılar... Kürdistan'ın Ermenistan olacağını... sürekli dile getirdiler. Kurtuluş Saavaşı sırasındaki tek Kürt isyanı olan Koçgiri İsyanı'nın aynı zamanda bir Alevi isyanı olması, Müslümanlık Sözleşmesi'nin sınırlarını da belli eder. Alevi Kürtler... Ermenilerden korkmuyordu. Asıl korkuları Ermeniler gibi imha edilmekti./... sadece Müslümanlara açık... çoğulcu karakteri... birinci Büyük Millet Meclisi'nde de gözlemlenebilir.../... Kurtuluş Savaşı Anadolu Müslümanlarının birliği sayesinde kazanılmıştır... Anzavur ve Çerkez Ethem'in liderliğindeki isyanlar, Kafkasya'dan göç etmelerinden bugüne kadar Osmanlı ve Türk devletlerinin sadık bir unsuru olarak görülmüş Çerkesler için dahi sadakat nesnelerinin değişebildiğini, Çerkeslerin kendi özgül gündemlerini takip edebildiğini gösterir. Fakat... Anadolu Müslümanları... birlik... oluşturabilmeyi başarabilmişlerdir... olmasaydı, sonuç başarısız olabilirdi" 153-157
-"... yeni devlet... sözleşmeyi Türkleştirdi. Bu değişim, Türkiye'de güvenli ve imtiyazlı bir şekilde yaşayabilmek için artık Müslüman olmanın yetmediği, aynı zamanda Türk olmak gerektiği anlamına geliyordu... üç temel nedeni... Bir... kurucular... toplumun sadece Müslümanlık ortaklığında bir arada kalamayacağını; Müslüman milleti içindeki diğer etnik grupların, etnik kültürlerin ve bilinçlerin yok edilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. İkincisi, Mustafa Kemal başta... liderler, 1906'dan sonra İttihat ve Terakki'nin hakimiyetini ele geçiren Türkçü bir kuşaktan geliyorlardı... Üçüncüsü, özellikle Mustafa Kemal... zihninde ikilem barındırmayan radikal bir Batılılaşma ve laiklik taraftarıydı... İslami söylemini devam ettirmesi mümkün değildi... dini milletten sekuler ulusa geçişi sembolize eden bir laiklik adımıydı" 165
-"... yeni devlet... Ermeni suikastçılar tarafından öldürülen İttihatçı liderlerin ailelerine Ermenilerden kalan mülkleri bağışlamıştır... 31 Mayıs 1926 tarihli 882 sayılı kanun.../ 1924 Anayasası, Müslümanlık Sözleşmesi'nden Türklük Sözleşmesi'ne geçişin birçok açıdan en önemli yazılı belgesidir... Türkten başka bir Müslüman milletin veya halkın olmadığı ve olamayacağı kesinleşmiştir" 167, 168
-"İsmet Paşa 1925... şöyle özetlemişti: "Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları behemahal Türk yapmaktır... muhalefet eden anasırı kesip atacağız... arayacağımız evsaf herşeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır.".../ Yapısal Türkçülük, Türkleri sistematik olarak avantajlı Türk olmayanları ise avantajsız kılan kurumsal bir yapıya işaret eder" 182
-"Mahmut Esat... Bey'in "Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır." şeklindeki meşhur sözleri..." 183
-"1926'da yasalaşan Memurin Kanunu'nda... birinci şart... "Türk olmak"... içerik olarak sadece Müslüman Türklerin kastedildiği, işe alma yetkisi olan bütün yöneticilerin de -ister özelde ister kamuda olsun- öyle anladığı açıktır" 190
-"... devlet sadece bir kültürü ve dili meşru kabul ederken, diğerlerini gayrimeşru, değersiz ve ilkel kabul eder... Kendi kültürünün ve dilinin... piyasa değeri neredeyse sıfırlanır" 198
-"1930'larda.../... Türk olan ne kadar övüldüyse, olmayan da dolaylı olarak o kadar aşağılanmıştır. Mahmut Esat... Bey "Türk'ün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir" derken..." 199
-"1934'de yasalaşan... İskan Kanunu'yla... Türk kültürüne ait olmayan halkların yerinden edilip Türklerin arasına serpiştirilmesi, onlardan boşalan yerlere de Türklerin ve kolayca Türkleşebileceklerin yerleştirilmesi amaçlanıyordu.../.../... 1937-1938... onbinden fazla Dersimlinin öldürülmesi..." 203
-"Sonuç olarak 1913'ten sonra yürürlüğe giren Müslümanlık Sözleşmesi'yle başlayan yeni bir devlet, ulus ve birey inşası, 1923'ten sonra Türklük Sözleşmesi çerçevesinde yürütülmüş ve 1938 Dersim harekatıyla birlikte büyük ölçüde tamamlanmıştır" 204
-"1920'lerden itibaren "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyaları... Türkçe konuşmayanın Türk kabul edilmeyeceği açıkça söylenmiştir... başka dilleri konuşmak da... yönetmeliklerle... toplumsal kontrol mekanizmalarıyla yasaklanmıştır... Bir dili konuşmayı bırakan... o dilde düşünmeyi ve duygulanmayı da bırakır... Dolayısıyla dilsel geçiş, başka bir düşünce ve duygu dünyasına da geçiş yapmak anlamına gelir. Nitekim modern ulus-devletler... asıl amaç, ortak görme, düşünme ve duygulanma şemaları yaratmaktır" 211
-"... gerçek Türk olmasalar bile kanun Türkü olma.../ Devletin Gayrimüslimler... hiçbir zaman gerçek bir Türk olarak görmemesi... gerilimler..." 236
-"Silik yaşamak, Türklük Sözleşmesi'ne dahil olmayan Yahudilerin kamusal hayattaki varolma ve hayatta kalma tarzlarının özlü bir ifadesi olarak okunabilir" 241
-"... ücra yöreler saklanmış... Sessizlik... korku ve güvenlik arayışı... Kalabalık içinde kaybolmak, başını sudan çıkarmamak..." 245
-"... imtiyaz... ceza... için aslen Türk olmayan milyonlarca Müslüman Türklüğe geçti ve... asimile oldu. Başka bir deyişle, milyonlarca Müslüman Kürt olmayı, Arap olmayı, Çerkez olmayı, pomak olmayı, Gürcü olmayı, Laz olmayı, Arnavut olmayı, Boşnak olmayı bıraktı.../... Türklüğün dışında olduklarının bilincindedirler. Hor görülmemek/dışlanmamak... ikili hayatlar yaşarlar... Kaya... Çerkeslerin... asimile olma stratejilerini... "çifte söylem"lerini... ikili hayatlarını analiz ediyor" 257, 258
-"Iğdırlı... "... Her Kürdün gerçek kişiliği perde arkasındadır..." Ona göre Kürtler "konuştuklarında kaçamak yapar".../... çevirmen... "saklı hayatlar" kavramıyla anlatıyor" 259
-"Türkçeyi de yeterince iyi öğrenememekte... iki dilli insanlar yerine iki dili de yeterince iyi konuşamayan... hiçbir dili tam olarak bilemediği için kelimenin gerçek anlamıyla dilsiz kalan insanlar ortaya çıkmaktadır... düşünce karmaşasına yol açtığını söyledi" 264
-"Kürtler devlet baskısından ötürü ezik ve komplekslidirler, kendilerini ikinci sınıf olarak görürler... Türklerde de üstünlük kompleksi vardır" 269
-"Nitekim görüştüğüm Kürtlerin hiçbirisi Türk devletinin kendi devletleri olduğunu düşünmüyor" 272
-"... solcuların Türklükle gölgelenmiş birçok eylemleri ve düşünceleri olduğunu..." 273
-"... istese bile asla bir Türkle evlenmeyeceğini..." 277
-"Çocukluğunda Azeriler, nüfus olarak azınlık olmalarına rağmen, ekonomik açıdan daha güçlülermiş ve kültürel olarak kendilerini Kürtlere göre çok üstte görürlermiş" 278
-""Nereden buldun bu Kürdü?" diyorlarmış. Görüşmecim, dayıların bu tavrını onların Çerkes olmasına bağladı... defalarca Türkiye'deki Türkçülüğün ve azınlıklar üzerindeki baskıların "gerçek ve yerli Türkler"den değil, Kafkas ve Balkan göçmenlerinden kaynaklandığını söyledi.../... iki Bitlisli akraba... bu ülkenin gerçek sahiplerinin bu ülke için birlikte kan dökmüş ve şehit vermiş Kürtler ve Türkmenler olduğunu; sorunun ise sonradan Türkleşen, Türkleşmeyle birlikte ise her türlü imtiyazdan yararlanan ve devleti ele geçiren göçmenlerden kaynaklandığını... vurguladılar... bu kardeşlik söyleminin suçu dışarıya atan ve içeriyi aklayan bir entegrasyon stratejisi olarak ortaya çıktığı düşünülebilir.../.../... "Kürt, Kürt olamadığı için solcu ve İslamcı olmak zorunda kaldı. İkisi de Kürt olmaya nispetle evrensel olan bu ideolojiler, Kürtlere Kürt olma imkanı kalmayan bir ortamda en azından Türk olmama (...) imkanı sağlayacaktı."..." 280, 281
-"1921'de Koçgiri... bastırılması ve 1937-1938 Dersim Harekatı'yla birlikte Alevi Kürdistan; 1925 Şeyh Said İsyanı ve 1930 Ağrı İsyanı'nın bastırılmasıyla birlikte Sünni Kürdistan bir anlamda yeniden fethedilmişti" 288, 289
-"1968... Kürt sosyalistleri de Türk sosyalistlerinin Kürt meselesini yeterince önemsemediği... gibi eleştiriler... eşliğinde ilk defa ayrı örgütlenme çabasına giriştiler... 1969... Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) bu bağlamda ortaya çıktı./.../ Kürtlerin meydan okuyuşuyla sosyalistler arasında başlayan Türklük krizi, etkisini devrimci gençlikte de gösterdi. 68 kuşağının bir iki yıl içinde Türk solu yerine Türkiye solu... gibi kavramlar kullanmaya başlaması... ne kadar hızlı değiştiğini göstermektedir... Kaypakkaya ise Kemalizmle bağlarını "M. Kemal'in bütün hayatı Kürt milletine ve diğer azınlık milliyetlere baskı ve zulüm örnekleriyle doludur" diyecek ölçüde koparıyor, Kürt milletine kendi kaderini tayin hakkını tanımayan ve bu tavırlarını Marksist-Leninist bir kılıfla süsleyen sosyalistleri ikiyüzlü Türk milliyetçileri olarak tarif ediyordu" 290-292
-"Sömürge tezi, Türk sosyalistlerin krizini derinleştirdi... entelektüel bir girişimdi" 293
-"Sovyetler... özellikle 1920'ler ve 1930'larda TKP'nin Kürt isyanlarına karşı Türk devletini desteklemesini istemiştir ve sonuç da büyük ölçüde istediği gibi olmuştur... Aynı SBKP Güney Afrika'da ise Güney Afrika Komünist Partisi'nin (GAKP) Beyazların değil Siyahların arasında örgütlenmesini istemiş ve GAKP 1920'lerden itibaren Siyah çoğunluğun hakları ve ulusal egemenliği için mücadele etmiştir. Bu fark TKP'nin uluslararası saygınlığına gölge düşürürken, GAKP'yi Dünya'nın en saygın komünist partilerinden biri yaptı" 294
-"Kürtlerin... 1960'ların sonlarında başlayan ayrı örgütlenmesi ve 1970'lerde ortaya atılan sömürge Kürdistan tezi, Kürt meselesiyle ilgilenmeyi Türk sosyalistleri açısından kaçınılmaz kılmıştı" 295
-"PKK'lilere göre, Türkiye'nin uyguladığı sömürgecilik fiziksel şiddete dayandığı gibi... "beyinsel sömürgecilik" olarak da işliyordu... inkar eden sosyalistler ise Kemalizmin zehirlediği "sosyal şovenler"di. Kürdistan Devrimi'nin nihai hedefi... "Bağımsız, Birleşik ve Demokratik Kürdistan"ı kurmaktı... PKK'yi diğer Kürt hareketlerinden ayıran önemli bir özelliği ise bir aydın ve yayıncılık hareketi olmayıp, doğrudan Kürt halkı arasında örgütlenmesiydi./... 1980... Türkiye solu... bütünüyle dağılmış ve çökmüştü. Kısmen bu boşluğu dolduran PKK, Türkiye devletine karşı ulusal kurtuluş savaşını 1984'te başlattı" 296-298
-"Demirel 1992... Erbakan... Bunlar... anaakım Türk siyasetindeki ilk Kürt açılımları olarak değerlendirilebilir. Ancak... devam ettirilmedi. PKK ateşe son verdi... Kürt partileri kapatıldı.../... 2002 AKP iktidarı ilk yıllarında... kendisini yurtiçinde güvende hissetmiyordu... Ermeni Açılımı, Kıbrıs Açılımı, Alevi Açılımı, Kürt Açılımı denen... politik projeler başlattı... Türklük Sözleşmesi'nin kısmen yumuşatılması ya da sınırlarının yeniden çizilmesi anlamına geliyordu... Kemalizmi yıpratma ve gözden düşürme isteği de büyük bir rol oynadı... kendisine olan güveni artan AKP iktidarı, yeni bir devlet kurma projesini adım adım gerçekleştiriyor" 299-301
-"Dink sadece Türk devletini ve inkarcılığı değil... Ermeni diasporasını da eleştirdi... etkiledi" 302
-"Silikliği yaratmış olan iktidar hiyerarşisi, siliklerin mücadelesi sayesinde parçalandıkça, silik insanlar giderek cüretkar insanlara dönüşüyor. Silik yaşamın kendisi bir utanç vesilesi, cüretkar yaşamın kendisi bir gurur vesilesi oluyor... siliklik daralıyor./.../ Kürtler ile Ermenilerin cüretkarlaşmasıyla ve... AKP iktidarının teşvik etmesiyle... bir bilgi patlaması yaşandı... Bu... görülmeyeni... Türklerin önüne getirerek Türklük krizini derinleştirdi... Türklüğün ne olduğu... gibi sorular etrafında... tartışmalar yaşandı. Asıl sorunun Kürt sorunu değil, "Türk sorunu" olduğunu düşünenler belirmeye başladı... 1960'larda sosyalist çevrelerde başlayan Türklük krizi... bütün Türk ulusunu içine alacak ölçüde genişledi./ Kürt hareketinin ve Ermeni aydınların Müslüman-Türk çoğunluğunu tartışmanın dışında tutmak istemesi, başlarına gelenlerden çoğunlukla... İttihatçı/Kemalist devlet yapısını eleştirmeleri... AKP'nin, masum, yerli ve milli halka karşı elitist Kemalistlerin yaptığı ayrımcılığı sürekli vurgulaması... en fazla Kemalist Türkleri krize soktu. Bildikleri... çoğu şeyin yanlış olduğu söyleniyordu. Sadece geçmişlerini kaybetmekle kalmadılar... geleceklerini de kaybettiklerini düşünmeye başladılar... kitleselleştirdi... yoğun bir güçsüzlük ve acizlik duygusunun ortaya çıkmasına yol açtı... güçlü olduklarını düşündürtebilecek yeni yöntemler aradılar... Baykal'ın... yankı bulması kısmen bu arayışlarla ilgiliydi... Atatürk posterleri... güçsüzlüğü kısmen telafi eden... yaygın yöntemler olarak ortaya çıktı.../ Fakat kriz... Kemalizmle sınırlı kalmadı... (MHP) ve AKP de krize girdi... Türk hakimiyetinin meşruiyetini açıklamak üzere tarihe geri dönmek... krizi... hafifletecek, telafi edecek yöntemler olarak kullanıldı" 303-307
-"Cumhurbaşkanı... Gül... söylüyordu: "... bugün imparatorluk değiliz... Ama biz bu imparatorluk refleksi ve özgüveni ile hareket edebiliriz..."/ Gül'ün açıklamaları... milliyetçi, muhafazakar ve İslamcı Türklerin Türklük krizini hafifletme yöntemlerinden birine işaret ediyor. AKP... Tanıl Bora'nın Türk sağının üç hali olarak kavramsallaştırdığı milliyetçilik (katı), muhafazakarlık (sıvı) ve İslamcılığı (gaz) bünyesinde toplamaya çalıştığı için... MHP seçmenlerinin Türklük krizini de telafi etmek zorundaydı. Bu nedenle, eski ulusal/laik devletin yerine yeni bir emperyal/İslami/milli devletin kurulmakta olduğu, Türk hakimiyetinde olacak bu yeni devletin Osmanlı... görkemine sahip olacağı söylendi ya da ima edildi. Çözüm süreci de... "din kardeşi"... söylemiyle yürütüldü.../... bir başka yöntem... bütün... suçlardan... "Beyaz Türkler"i sorumlu tutmaktır... yeni Türkiye... masum, mazlum, mağdur, saf, dürüst, dindar, yerli ve milli Türklerin ("Kara Türkler" ya da "Zenci Terkler" de denebiliyor) eseri olacaktır. Dolayısıyla, Türklüğün sahte ve yabancı olanı kaybedecek, sahici ve yerli olanı, yani Türklüğün kendisi kazanacaktır.../ Türklük krizini hafifletmek... çözüm sürecinin diğer ortağı olan Kürt hareketine de düşüyordu... demokratik cumhuriyet... gibi daha muğlak... hedeflerden bahsetmesi süreci kolaylaştıran bir faktör oldu... Öcalan'ın... Kürt sorunundan "Beyaz Türklüğü" ve "Beyaz Türk faşizmi"ni sorumlu tutması... önemlidir.../.../... Fakat Kürt hareketinin... sol... söylemleri de vardı ve bu söylemler... taktiksel değildi... HDP Beyaz Türk denen kesimden... destek görmeye başladı... CHP'den umduğunu bulamayanlar, HDP'ye yönelmeye başladılar... Demirtaş... "Beyaz Türk sınıfına" geçmekle, suçlandı... İslamcıların... yerli olmama damgası Demirtaş'a da yapıştırılıyordu./ Fakat HDP''nin yükseliş... trendi durdurulamadı... sadece AKP iktidarı açısından değil, Kürdistan'ın genişlememesi için Türklük seti çeken yüz yıllık devlet aklı için de büyük tehdit oluşturuyordu" 309-313
-"2015... HDP binalarına çok sayıda "sivil" saldırı düzenlendi... insan hakları ihlalleri... soruşturulmadı... bunlar, Türklük Sözleşmesi'nin bir kez daha katılaştırılması anlamına geliyordu... CHP'nin pasif desteği.../ AKP-MHP-Ulusalcı fiili koalisyonun ortaya çıkışının, HDP'nin yükselişinde cisimleşen politik değişimi durdurmakla sınırlı olmadığını, onu da kapsayan daha büyük bir sosyopolitik değişimi başlatmayı hedeflediğini düşünüyorum... 2013'deki Gezi... bir sol muhalefet yükseliyordu... sivil Kürt hareketi... uzak durmuş da olsa, 2013'ten sonraki yükselişini kısmen bu yeni sol damara borçlu... Dolayısıyla, 2015'te savaşın tekrar başlatılmasının... birbirini besleyen bu politik ve sosyolojik dinamikleri bastırma, Türkiye solunun ve HDP'nin yükseliş trendini durdurma amacıyla da ilgisi var"315, 316
-"Türklük Sözleşmesi'nin içeriğini anlamış, anladıkça da sözleşmenin dışına çıkmış belki de ilk Türk olan İsmail Beşikçi.../...Beşikçi'nin bir düşünce ve duygu dünyası olarak tarif ettiğim Türklüğü bütünüyle geride bırakmış olabilmesi, Türklüğün bir düşünce ve duygu dünyası olduğunu tersten gösteriyor... Beşikçi'den önce... henüz hiç kimse suyun dışına çıkmamıştı. Beşikçi... sudaki hayatı bütünüyle içselleştirmiş bir Türk olarak suyun dışına çıktı ve ancak çıktıktan sonra, çıkmış olduğu suyun içindeki hayatın doğasını idrak edebildi... süreç... çok zorluydu... zaman istiyordu" 317, 318
-"Beşikçi Doğu'da yeni şeylere bakıyordu ama baktığı yeni şeyler onda henüz yeni düşünceler ve duygular yaratmıyordu; çünkü baktıklarını hala Türklüğün görme... şemaları içerisinden algılıyordu./... 1964... 1967... tezi... katkı olarak görüldü. Bunda... ideolojiler-üstü rasyonellik iddiasıyla "... ayrılıklara dokunulmamıştır" demesinin... büyük payı vardı... yirmi beş yıl sonra yazdığı önsözde, artık Türklüğü çoktan geride bırakmış bir kişi olarak, bu sözlerinin nasıl bir kaçış stratejisi olduğunu açık bir şekilde görüyordu: "... yuvarlak sözlerdir. Yuvarlak sözler ise bir bilinmeyenin gizlenmesi, çarpıtılması, yok sayılması amacıyla söylenmiş bir çeşit yalandır..."/... 1967... Doğu Sorunu'nu Kürt sorunu olarak görmeye başladı. Bunda, TİP... etkili olmuştu... modernleşmenin gelişmemiş olmasını şeyhlerin ve ağaların direnişine bağlamaya devam etse de, devletin ırkçı politikalarını... de eleştiriyordu./.../... 1968... Orhan Türkdoğan tarafından... ihbar edilen Beşikçi... suçlanıyordu.../... 1969... Doğu Anadolu'nun Düzeni kitabını yazdı... Avcıoğlu'nun o yıllarda solcuların el kitabına dönüşmüş Türkiye'nin Düzeni adlı eserine bir eleştiri içerir ve alternatif sunar. Fakat... bir kopuş kitabı değildir... devrime şeklini verecek temel çelişki meselesine dair ise örtük olarak şöyle değinir: "Çelişki Türk halkıyla Kürt halkı arasında değil, Türk ve Kürt emekçi halklarıyla Türk ve Kürt egemen sınıfları arasındadır."/ Beşikçi'nin "bölgeler arası... dengesizliklere ve etnik farklılaşmalara değinmekten şiddetle kaçın"makla eleştirdiği Avcıoğlu... bu eksikliği gidermeye çalıştı/... sınırları zorlamaya başlamıştı... 1970... Kürt... nasıl baskı altına alındığını... bunları akademinin nasıl meşrulaştırdığını analiz edecekti. Fakat... Kıray... tebliğini sunmamasını istedi.../.../... metni kısaltarak sunmaya razı oldu... Beşikçi, Türklük Sözleşmesi'nin mahiyetini... sözleşmeye bir şekilde aykırı davranmaya başladığı zaman... maruz kaldığı cezalarla anlamaya başladı.../ SBF... 1971... asistan olması... tam olarak dışlanmadığını göstermektedir... 12 Mart... 1971... tutuklandı... Diyarbakır... Beşikçi'nin dahil olduğu ve 1974'den sonra Rizgari/Komal hareketine dönüşecek Ocak Komünü siyasal savunma yapılmasından yanaydı. Beşikçi... Kürtçe yapılması gerektiğini düşünüyordu... Fakat Kürt aydınları... Kürtçe savunma yapmadı.../... devleti suçlaması... kopuş savunması... Beşikçi'nin... Türklük Sözleşmesi'nden de kopuş kararıdır.../... 1974 affıyla serbest bırakılan Beşikçi asistanlık görevine geri dönmek için tekrar SBF'ye başvurur... göreve iade edilmez... tekrar sınava girmesi gerektiği söylenir... başarısız bulunur... Sol... SBF'de Beşikçi'nin radikalliğinin diğer hocaların... sosyalistliğine gölge düşürdüğü... da düşünülebilir... tasfiye, tasfiye gibi görünmeyen bilimsel yöntemlerle gerçekleştirilmiştir... tasfiye edenlere utanç verebilecek bazı sahne arkası dinamikler içeriyor olabilir... Atatürk Üniversitesi'ndeki tasfiye ise, tasfiye edenlerin gurur duyması nedeniyle açıkça gerçekleştirilmişti. Fakat iki üniversite de... tasfiye edilmesi gerektiği konusunda hemfikirdirler./... Türk aydınların... ırkçı/sömürgeci uygulamaları görmezden gelmelerini, gördüklerinde ise resmi ideoloji gözlüğüyle görmelerini eleştirir.../... Behice Boran'a 1979 yılında yazdığı bir mektupta.../... Kürt ulus sorunu konusunda, Türk solunun mümkün olduğu kadar resmi ideolojinin çerçevesi içinde kalma çabasıdır. Türk sol partileri anti-Kürt tavırlarını sürdürerek komünistlik yapmaktadırlar.../ Aynı yıl Mümtaz Soysal'a.../ Türkiye'de demokrat olmanın temel koşulu Kürt ulus sorununa karşı takınılan tavırdır... Kürt ulusunun yanında yer almak... bedel ödemeyi gerektirir.../ Beşikçi bu bedeli 1979'dan 1999'a kadar... on dört yılını cezaevlerinde geçirerek ödedi... Cezalandırılmasının temel sebebi, Türklük Sözleşmesi'ne uymaması..." 317-330
-"Kürt hareketi, 1980'lerde... Kürtlerin düşüncelerini görünür... kıldı... Türkler daha önce görmedikleri... konulardan artık kaçamaz olmuşlardı. 1990'ların başlarında devletin ve anaakım siyasetin dahi Kürt sorununu kabullenmesi... bu Kürt güçlenişiyle ilgiliydi.../ Sol aydınların Kürt sorununda toplu bir biçimde pozisyon aldığı... ilk örneklerden biri, 1991'de doksan beş aydın tarafından "Milliyetçiliğin 'doğrusu' yoktur." başlığıyla yayınlanan bildiridir... "her millete bir milli devlet" anlayışının "çıkar yol" olmadığı söyleniyordu.../... ilginç olan... o düşüncelerin Türklükten bağımsızmış gibi sunulmasıdır... sorun... Türk olduğu için öyle düşünüyor olabileceğini hesaba katmamaktır./ Ne var ki... artık sorgulanmaya başlanmıştır... Türklük krizini yaratan da kısmen bu sorgulamadır. 1992'de yayımlanan Kürt Sorunu: Aydınlarımız Ne Düşünüyor başlıklı kitap bu açıdan ilginç bir örnek teşkil ediyor... geniş bir yelpaze mevcut... ciddi bir şekilde düşünülmediğini göstermektedir" 332-334
-"İlber Ortaylı ve Murat Bardakçı'nın, Türklüğün görme... biçimlerinin korunması... çerçevesinde gördükleri işlev bu bağlamda incelenebilir... hayati bir ihtiyaca cevap verdiklerini ve... popülerleştiklerini düşünüyorum... tarihçilikten gelen otoriteleri... yeni düşüncelerin "saçma", "aptalca", "cahilce" vb. olduğunu... söylediler. Onları izleyenler... rahatladılar. Örneğin... Ortaylı'nın... Türkiyelilik kimliğinin... yanlış... olduğunu ısrarla söylemesinin sadece kendisi bile Türklük krizini teskin ve telafi edici bir fayda sağladı. Murat Bardakçı... Türkiye tarihinde soykırım gibi utanılacak bir şey olmadığı... iddiasıyla... çok sayıda belgeyle katkı sundu.../... yeni bilgi karşısında... şüphe... olmaması için... tarihçi otoritesini kullanarak devreye girer... dikkate alınmaması gerektiğini ima eder... Türklük Sözleşmesi'ni delmediğini göstermekle... ilgilidir./... anadilde eğitim ve kültürel haklar talep etmeye başlayan Türkiye Çerkeslerini -kendi atalarının da en az yarısının Kafkas göçmeni olduğunu belirterek- nankörlükle suçlar.../...Çerkesler... Göçün sebebi, sadece ve sadece Rus kılıcından kaçmak, canlarını kurtarabilmektir. Sultan Abdülaziz döneminin sıkıntılar içindeki Türkiye'si yüzbinlerce Çerkes göçmene kucak açmış, yer, iş ve aş sağlamış hatta devlette önemli görevler bile vermiştir... rağmen "kimliğimiz eziliyor"... gibisinden sözler etmek, Türkiye'ye karşı apaçık nankörlüktür!... Kendilerini... hala bir tür "buralı" hissetmeyenlerin... haklarını talep etmeleri gereken bir yer var: Kafkasya... Gücünüz yetiyorsa gidin, haklarınızı oradan isteyin.../... Türklük krizini hafifletme... gibi işlevleri olduğunu düşünüyorum... "cahil", "aptal", "nankör" gibi sıfatlarla yürekler ferahlatılsa da, krizin alttan alta derinleşmesi engellenememektedir.../... Başkaya'nın 1991'de yayımlanan kitabı Paradigma'nın İflası... etkili oldu... 2000'li yıllarda... en çok etkileyen... Dink oldu.../ Dink'in öldürülmesiyle bitecek süreç, 2004 yılı başlarında Agos'ta yaptığı bir haberle başladı. Haber, Sabiha Gökçen'in yetimhaneden alınmış bir Ermeni, yani kılıç artığı olabileceği iddiası üzerineydi.../.../... bir yazı... mahkeme Dink'i Türklüğü aşağıladığı gerekçesiyle 7 Ekim 2005'te 6 ay hapisle cezalandırdı.../... Dink'in 19 Ocak 2007'de... öldürülmesiyle sonuçlandı.../.../ Serdar Turgut...dinamiği "Türklüğün isyanı"na bağlamıştır.../... 1915 geçmişte kalmamıştı... 1915'te yüzbinlerce insanın öldürülmesi ile 2007'de tek bir kişinin öldürülmesi arasında kurulan bağ, Türklük Sözleşmesi'ne dair tarihsel bir bilincin geliştiğine işaret ediyordu.../... 2008'deki "Özür Diliyorum".../ Barış İçin Akademisyenler... "Bu Suça Ortak Olmayacağız"... 11 Ocak 2016'da kamuoyuna duyurduğu bildiri ise Türklük Sözleşmesi'nin tekrar katılaştırıldığı... bir dönemde... Türklük Sözleşmesi'ne uymayacaklarını... duyurdular" 337-347
-"... bedel ödeme kararlılığının arkasında, asıl olarak genel Türklük krizinin akademideki yansımasının yattığını düşünüyorum... Türklüğün negatif halleri sürdürülemez hale geldikçe, pozitif halleri de sürdürülemez hale geldi" 351
-"2015'le birlikte Türklük Sözleşmesi'nin tekrar katılaştırıldığı... 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminden sonra bu katılaştırma iyice açık hale geldi.../.../... AKP iktidarının meşruiyeti ise yok denecek kadar az.../... görece istikrarlı seçmen desteği bir meşruiyet kaynağı olarak görülebilir. Fakat bir siyasal hareketin demokratik meşruiyetinin asıl kaynağı... destek vermeyenlerdir... AKP... hukuksuzluklarla... özdeşleştiği biliniyor.../.../... meşruiyet krizi... Türkiye'nin büyük bölümünü ilgilendiren iki devasa sorun yarattı. Bir... sözleşmenin işlevi ve meşruiyeti de yitiriliyor./ İkinci sorun ise... devlet kriziyle ilgili. Siyasal iktidar varolan devleti bilinen haliyle yıkıyor ve yerine yeni bir devlet kurmaya çalışıyor... kurulmakta olan... mafyatik bir yapılanmayı andırıyor... devlet tümüyle çökebilir.../... Dünya'nın da çok boyutlu bir kriz içinde olduğu... Türklük Sözleşmesi'nin ve Türk Devleti'nin geleceğinin neden tümüyle belirsiz olduğu... görülüyor./... Türklük temelli yeni arayışlar gündeme gelebilir... sol arayışlar da gündeme gelebilir.../... Kemalizmin resmi ideoloji statüsünü kaybettiği... siyasal İslamcılığın 21. yüzyıla özgü bir diktatörlük kurduğu böyle bir dönemde, Türklük Sözleşmesi'ne ama özellikle de Müslümanlık Sözleşmesi'ne bu gözle bir daha bakmak faydalı olabilir./.../... Düşüncelerin sadece entelektüelin kendisine ait olduğuna... dair bir "bilen özne" yanılsaması. İşte Türklük analizi... entelektüellerin düşünce ve hatta duygu şemalarını Türklüğün belirlemiş olabildiğini iddia ettiği ölçüde, entelektüellerden tepki görebilir... dinamikler, bu entelektüel narsizmi ister istemez yaraladı" 354-360
*
25.2.2018
*
EK: ÇAĞRIŞTIRDIĞI BİR DÜŞÜNCE
Kitapta çizilen tablo ve ayrıca kitapta yer verilen Bardakçı'nın "nankör" ifadesini içeren görüşleri karşısında şunları düşündüm:
1800'ler Osmanlısı...
İç karışıklıklar,
Yunan bağımsızlığı,
Yeniçerilik yok edilmiş,
Mısır güçleri Kütahya'da,
Hıristiyan tebaayı kollayan dış baskılar, ve, bunun sonucu, Tanzimat, Islahat açılımları,
Geri kalmışlık,
Ne yapsak arayışları,
Balkanlar'da çoğunlukta olanlar Hıristiyanlar,
Diğer yanda Araplar,
Anadolu ise, Batı'da Rumlar, Doğu'da Ermeniler,
Ve, tabii, Kürtler, Araplar.
Dahası da eklenebilecek, böyle bir tablo karşısında, Osmanlı'nın geleceği nasıl görülür?
Osmanlı ne yapsa yeridir?
Böyle bir durumda, Rusya ile ölüm kalım savaşı verip yenik düşen Kafkasya'nın Müslümanlarını kabul etmek Osmanlı için yük mü olur, şans mı?
Kafkasya'dan göçmen kabul edip, bunları, etnik ve dini yapı içinde, bir "mühendislik" anlayışı çerçevesinde, uygun göreceği yerlere yerleştirmek, Osmanlı için şans değil midir?
Osmanlı, bilinçli olarak böyle yapmamış mıdır?
Bu, eşyanın tabiatına da uygun olan en doğal davranış şekli değil midir?
Hele, de, gelecek olanlar, Osmanlı'nın belalısı olan Rusya'nın belalısı olan Kafkasyalılar olursa, bu, "bulunmaz Hint kumaşı" niteliğinde, sayılmaz mı?
Tabii, Ruslar da, kendi dertlerinden kurtuluyorlar, ve, ayrıca, yurtlarından çıkardıkları Kafkasyalıların kendi sınırlarından uzaklara yerleştirilmelerini Osmanlı'ya kabul ettirerek, gelecekte de, bunlardan gelebilecek muhtemel riskleri en aza indiriyorlar.
İki taraf da memnun!
Peki, Kafkasyalılar?
*
EK: 2

Murat Özden
murathabracu@hotmail.com      
CHP, Çerkes Çalıştayı mı?, Göçmen Çalıştayı mı?, Vs.
14/04/2018
5 Mayıs 2018 Tarihinde CHP'nin bir Çerkes Çalıştayı gerçekleştireceği haberini okuyunca, hem sevindim hem de şaşırdım. Şaşırma nedenim, CHP'nin kuruluşundan bu yana  uygulamaya soktuğu farklı etnisitelere karşı imha, inkar ve asimilasyon politikalarını unutup bu noktaya gelmiş olmasıdır. Hayatın değişim gücünün ırkçı ve ulusalcı bir parti olan CHP'yi bu noktaya getirmiş olmasıdır. Bu satırları sağ bir anlayışla CHP'ye çakmak için değil, sol bir anlayışla tarihimizle yüzleşerek çoğulcu bir demokrasi anlayışına ulaşabilmemiz için yazıyorum. Geçmişle hesaplaşıp yüzleşmeden ve özür dilenmeden, ne CHP'nin, ne de AKP'nin uzatacağı balık yemini yutmayacağımızı belirtmek istiyorum.
"Anadoluyu hıristiyanlardan arındırıp, Türk olmayan müslüman unsurları Türkleştirme politikası"nı hayata geçiren İttihat-Terakki Partisi’nin B takımı tarafından kurulmuş olan CHP aynı politikaları kararlılıkla sürdürmüştür.
Kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin sahibi olan CHP'nin ilk icraatlarından biri de Çerkeslere yönelmek olmuştur. 1923 yılının Haziranında  Gönen-Manyas Çerkeslerini tıpkı Ermeniler gibi sürgüne gönderen CHP, İstanbul’da faaliyet gösteren Çerkes Numune Mektebini kapatarak yöneticilerini tutuklamıştı. Çerkes Kurumları kapatılıp, Çerkesce konuşanlara para cezalarının kesildiği zaman da CHP iktidarı dönemine tekabül ediyor. Çerkes Ethem’in hain olduğunun tarih kitaplarına yazılıp, tüm Çerkeslerin hainleştirildiği dönem kimin iktidarıydı acaba?
Ermeniler 1915'te bitirilmişti. Rumlar’sa Lozan Antlaşmasına ilave edilen mübadele maddesiyle büyük ölçüde halledildi. Kalanları ise 6-7 eylül 1955 yağma olaylarından sonra ülkeyi terk etmişti. Son Rum kalıntıları da 1974 Kıbrıs harekatı ile temizlenerek, Anadolu o güzel insanların kültüründen mahrum bırakıldı.
1934 yılında Trakya Yahudilerine karşı devletin gözetiminde saldırı başlatılmış, Edirne, Çanakkale, Kırklareli ve Tekirdağ'da yaşayan Yahudiler mallarını mülklerini terk edip canlarını İstanbul'a zor atmışlardı. Yine 1942’de çıkarılmış olan ağır varlık vergilerini ödeyemeyen Yahudiler, Erzurum Aşkale'ye taş kırmaya gönderilmiş, yaşlı ve hasta olanlar ölmüş, sağ kalıp kurtulanların bir çoğu Türkiye'yi terk etmişti.
1924 yılında Şeyh Sait ile başlayan irili ufaklı 25 Kürt kalkışması olmuştur. Kürt Halkının taleplerini dile getiren bu isyanlar hep kanlı bir biçimde bastırılmıştır. 1937 Dersim isyanının bastırılışı tam bir soykırım örneğidir. 1978 yılında PKK'nın başlattığı Kürt isyanı ise Kırk yıldan bu yana bastıralamadan devam ediyor.
Türkiye'deki etnik temizliğin mimarı, imha, inkar ve asimilasyon politikalarının yaratıcısı ve uygulayıcısı CHP, şimdi hiçbir şey olmamış gibi "Çerkes Çalıştayı" düzenliyormuş. Bunu yapmadan önce CHP'nin Çerkeslerden ve tüm Türkiye Halklarından özür dilemesi gerekmez miydi?
***
Algı ve olgu birbirinin zıttı iki kavramdır. Algı olmayanı farklı göstermek için yapılan operasyondur. Olgu ise gerçek olandır. Türkiye'deki Çerkes  örgütlenmeleri içerisinde en büyük, en köklü örgütlenme diye, Kaffed için bir algı operasyonu yürütülüyor. Olgu ise, Türkiye’de bizim tespit edebildiğimiz 160 Çerkes ve Kuzey Kafkasyalı örgütlenmenin varlığıdır. Kaffed ise 53 derneği kırk yıllık bir uğraştan sonra bünyesinde toplayabilmiştir. Kaffed dışında diğer federasyonlara bağlı ve bağımsız 107 dernek daha mevcuttur ve asıl büyük kitle ve örgütlenme oradadır.
CHP ise Çalıştay konusunda sadece Kaffed'i partner seçerek, siyaset bilmezliğini yine ortaya koymuştur. Şu ana kadar başka bir Çerkes kurumuna davet gittiğinin teyidini görüştüğüm kurum yöneticilerinden alamadım. Siyaset sadece kendine oy vereceklerle oynanacak bir oyun değildir. Siyasetteki asıl maharet, kendine oy vermeyecek mütedeyyin, sol kesimler ve farklı etnik topluluklara yönelik özel politikalar geliştirerek onların oyunu alabilme sanatıdır. CHP'nin Kürt Bölgelerinde ve Çerkes Köylerinde aldığı oy miktarı içler acısı bir durumdadır. Dolayısıyla CHP'nin zaten kendisine oy veren Kaffed'in seküler kesimleri dışındaki diğer 107 dernekte örgütlenmiş kesimleri de yapmaya çalıştığı bu çalıştaya dahil etme çabası içerisinde olması gerekirdi. Ancak böyle bir faaliyetin olmadığını görüyoruz.
CHP de, Kaffed de olayların peşinden sürüklenmekte pek mahirdirler. Türkiye'nin AB sürecini ciddiye aldığı ikibinli yıllarda, gerek Avrupa'nın gerekse içeride verilen mücadeleler sonucu, Türkiye’de farklı etnisitelerin varlığı kabul edilmiş, Devlet destekli Kürtçe yayın yapan televizyon kurulmuş, Kürt, Alevi, Roman Çalıştayları yapılmıştı. Ancak CHP yapılan bu çalışmaları bölücü bulmuş ve karşı çıkmıştı. Kaffed ise bu süreci sadece izlemekle yetinmiş ve Çerkeslerin üstünün çizilmesine rıza göstermişti.
Demokratikleşmenin tüm kesimleri kapsaması gerektiğine inanan bir gurup Çerkes ÇHİ (Çerkes Hakları İnsiyatifi)’yi oluşturarak meydanlara çıkmış, Türkiye'de Çerkeslerin de yaşadığını haykırarak taleplerini dile getirmişlerdi. Kaffed ve diğer Çerkes kurumları da dile getirilen talepleri tehlikeli ve bölücü bulmuştu. Tıpkı CHP gibi.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Kürtlere, Alevilere ve Romanlara yapıp, Çerkeslerden esirgediği "Çerkes Çalıştayı-Lejen Xase" ÇHİ tarafından bundan tam altı yıl önce 2012 yılının şubat ayında Kocaeli Derbent'te geçekleştirildi. Çalıştay, "Diaspora, asimilasyon ve azınlık" temalarını bilim insanlarına paneller şeklinde tartıştırıp sonuçlar çıkardı. Yazarlar, gazeteciler ve Çerkes Halkının kanaat önderlerinin de katkı sunduğu son derece bilimsel bir sonuç bildirgesi yayınlandı.
Çalıştay öncesinde o dönemde parlamentoda temsil edilen CHP, AKP, MHP ve BDP (Barış ve Demokrasi Partisi) çalıştaya davet edildi. Çalıştaya CHP ve MHP katılmadı. BDP'den Sırrı Süreyya Önder, AKP'dende şimdi ismini hatırlayamadığım Kocaeli milletvekili bir hanım katılarak birer konuşma yaptılar.
CHP'nin Çerkes Çalıştayına katılmama nedenini ve Çalıştay sonuç bildirgesine gösterdiği tepkiyi anlatarak yazıyı bağlayacağım. O dönemde bütün partiler gibi CHP'den de randevu alarak grup başkanvekili Emine Ülker Tarhan'la görüşmüştük. Kendisi de bir Girit Göçmeni olan Emine Ülker Tarhan sunumumuzdan çok etkilenmiş ve mutlaka Çerkes Çalıştayı’na katılacaklarının sözünü vermişti. Eski arkadaşım olan Engin Özkoç da çalıştaya katılacak heyetin içerisinde olacaktı. İlan edilen katılımcılar listesine Engin Özkoç'un ve CHP'nin katılmayacağı şeklinde sosyal medyada itirazlar geliyordu. Çalıştay sabahı telefonda konuştuğum Engin Özkoç "CHP'nin de aynı gün kurultayı olduğu için gelemiyeceklerini ama başka etkinliklerde birlikte olacağız" diyerek telefonunu kapattı.
Bu görüşmeden sonra Engin Özkoç'la görüşme taleplerimiz sonuçsuz kalmış telefonlarımıza çıkmaz olmuştu.
Yine bir Ankara ziyaretimizde, mecliste karşılaştığımız Engin Özkoç'a çok ağır konuşmuş, geçmişteki dostluğumuzu hatırlatarak çok ayıp ettiğini belirtmiştim. Bunun üzerine Engin Özkoç "Hem ben, hem de Emine Ülker Tarhan, Kaffed tarafından en az yirmi kez çalıştaya katılmama konusunda arandık. Emine Hanım “nasıl bir işin içine düştük Engin, bir taraf gelin diyor,bir taraf gitmeyin diyor. Biz en iyisi gitmeyelim” dedi ve çalıştayınıza katılamadık, özür dilerim." dedi. Böylece CHP'nin Çerkes Çalıştayına katılmayış nedeninin Kaffed olduğunu öğrenmiş olduk.
Çalıştay’dan sonra "Çerkes Çalıştayı Sonuç Bildirgesi"ni tüm partilerle birlikte CHP'ye de götürdük. O dönemde CHP'nin diğer Başkanvekili Muharrem İnce ile olan görüşmemizde
"Çerkesce öğreneceksiniz de ne olacak, İngilizce öğrenin, matematik öğrenin. Ben de Arnavut'um. Ne olmuş siz Çerkesseniz" demiş ve tersler bir tutum takınmıştı.
Kurulduğu günden bu yana, 95 yıllık tarihinde, Çerkeslere karşı olumsuz bir tavır geliştirmiş olan CHP'nin "Çerkes Çalıştayı" yapabilecek duruma gelmiş olmasını önemli ve değerli buluyorum. Ancak bu çalıştayın katılımcılarının Çerkes Halkının tüm temsilcilerini kapsaması gerektiğini düşünüyorum.
-------------------
Not : Çalıştayla ilgili bilgi alabilmek için, yazıyı yazarken Sakarya Milletvekili Engin Özkoç'u bir kaç kez arayıp ulaşmaya çalıştım. Yazı tamamlandıktan sonra bana dönüş yapan Engin Özkoç da meseleden iki gün önce haberi olduğunu, 5 Mayıs tarihini boş bırakmasını, toplantıyı organize eden Kırklareli Milletvekili Faik Öztrak'ın bildirdiğini söyledi. Toplantının göçmenler konusunda olduğunu ve Çerkeslerin de bu kapsamda toplantıya dahil edildiğini bildirdi.

http://www.ozgurcerkes.com/?Syf=22&Mkl=1027514&pt=Murat Özden&CHP,-Çerkes-Çalıştayı-mı?,-Göçmen-Çalıştayı-mı?,-Vs.
*
 
*

 

 
 

1Q84

1. KİTAP

Haruki Murakami, Japonca aslından çeviren: Hüseyin Can Erkin, 5. baskı/ Ekim 2016, Doğan Yayın, İstanbul

3 kitaptan ilki imiş.
Arka kapak yazısına göre, yazar, "21. yüzyıl edebiyatının en önemli isimlerinden" biriymiş.
*
1984 dünyasında olan pek çok şeye değiniliyor!
Sol hareketlerin sonu...
Dini cemaatlerin iktidarı...
Kadın-çocuk taciz-tecavüzleri...
Daha pek çok şey!
*
Bir de fantastik bölümler...
İki ay...
Little People, gibi!
*
Big Brother ve Little People bağlantısı nasıl olacak merak ediyorum!
*
Dostoyevski'yi çağrıştıran bir yaklaşım, sanki!
Ama, bence, Dostoyevski'den daha iyi!
*
Kolay okunuyor!
Kurgu sürükleyici!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Yazı yazmayı sevmek, yazar olmayı hedefleyen biri için çok önemli bir meziyettir" 33
-"Gerekmedikçe söylemezdi... onun için önyargı, gerçeğin önemli bir unsuruydu./... yalnızlığı seven bir adamdı... Ruhsal bir keskinliğin rahat ortamlarda doğmasının mümkün olmadığına inanırdı./.../... 19. yüzyıl Rus edebiyatında karşılaşılan, devrimciden bozma entelektüelleri andıran bir yanı da vardı" 34, 35
-"Yazmak onun için nefes almak gibiydi" 37
-"... metin yazabiliyorsun... Fakat... ne yazacağını tam olarak yakalayamıyorsun... Aslında yazman gereken, içinde saklı olsa gerek. Ancak bu, derin bir çukurda saklanan ürkek hayvanlar gibi bir türlü dışarı çıkmıyor" 42
-"Anımsamaması olanaksız bir şeyi anımsayamıyordu" 51
-"Dünyanın kendi etrafında döndüğüne, kendisi olmasa dünyanın duracağına inanan bir adamdı" 59
-"Beynin o hassas kısmının delinmesiyle gelen ölüm, ölümün doğal haline benzeyen bir ölümdü. Sıradan bir doktor, ne kadar incelerse incelesin kalp krizinden başka bir şeyi aklına getirmezdi" 64
-"Lanet eskiçağ toplumlarında önemli bir rol oynamıştı. Toplumsal sistemin yetersizliklerini ve zıtlıklarını örterek, tamamlayıcı olmak lanetin rolüydü. Oldukça keyifli bir çağdı" 70
-"Bir de, onlu yaşlardaki kızların çoğu gibi, yüz ifadesinde yaşama kokusu eksikti" 71
-"Matematik suyun akışı gibidir... temel mantığı çok basittir" 75
-"Gerçek yaşam matematikten farklıdır... Matematik benim için... doğanın aşkın halidir... güzel bir manzara gibidir. Yalnızca oradadır işte.../.../... Roman yazarken ben, çevremdeki manzarayı sözcükleri kullanarak kendi aklımdaki doğaya daha yakın hale getiririm" 76
-"... risk, insan yaşamının baharatıdır" 86
-"Mançurya Demiryolu... 1905 yılında Rus-Japon Savaşı'nın bitmesinden sonraki yıl... doğmuş... Büyük Japonya İmparatorluğu'nun Çin istilasının dinamosu olmuş, 1945 yılında ise Sovyet ordusu tarafından dağıtılmıştı. 1941 yılında Almanya-SSCB Savaşı başlayana kadar, bu demiryolu... hattında aktarma yaparak Japonya... Paris'e on üç günde gitmek mümkün oluyordu" 88
-"Benim bildiğim 1984 artık yok. Şimdi 1Q84 yılındayız" 173
-"Bir şey gibi olmamak, asla kötü değildir. Henüz bir çerçeveye sıkıştırılmadığın anlamına gelir" 183
-"... ister büyük olsun isterse küçük, örgüt denen şeye asla inanmam" 188
-"Kültür devriminin ne kadar çirkin, nasıl insanlık karşıtı yanları olduğuna dair bilgilere ne yazık ki kulak asmıyorduk. Mao'nun özdeyişlerinden örnekler vererek konuşmak... moda bile olmuştu" 189
-"... hiçbir dünyada ütopya diye bir şey var olamaz. Simya ve sonsuz hareketin asla var olamaması gibi" 190
-"O siyasi açıdan radikal bir insandı, ama aynı zamanda serinkanlı bir realistti" 194
-"Öncüler... sonunda komün kesin olarak ikiye bölünür... biri silahlı mücadeleyi esas alan.../ Diğer grup ise ılımlı gruptur.../... Fukada, 1970'ler Japonya'sında devrim yapmaya uygun bir ortam olmadığının bilincindedir. Onun kafasındaki, aslında olasılık olarak devrimdir, bir metafor, bir savlama olarak devrimdir... bir baharat olarak kalmalıdır... öğrencilerinin arzuladığı, gerçek kanın aktığı gerçek bir devrimdir... Benim kastettiğim farazi anlamdaki devrimdi, diyebilecek durumda değildir artık... söylediklerine sonradan körü körüne inanma huyu vardır.../.../... O artık devrim olasılığına inancını ve bu konudaki heyecanını yitirmişti. Fakat yine de, tamamen reddetmeyi de başaramıyordu.../.../ Öncüler'in parçalanması 1976 yılında oldu... yeni komün Şafakçılar diye, yeni bir isim almıştı" 195-197
-"Testislere tekme atarken en önemli şey tereddüt etmemekti. Hitler'in... Fransa'yı kolayca ele geçirmesi gibi" 199
-"Mao Zedong da aynı şeyi söylüyor. Karşındakinin zayıf noktasını bulacaksın, erken davranarak..." 202
-"Hemingway. Yazarın aalkol alışkanlığının pençesinde, kafasına kurşun sıkarak intihar etmiş olması..." 204
-"Sürekli kendini koruma kararlılığı sergilemek gerek" 205
-"Benim yaşıma gelince çok az yemekle yaşamına devam edebiliyor insan" 206
-"Bedeni insanın kutsal tapınağıydı" 208
-"... bu öykünün ince ayrıntıları son derece gerçekçi bir şekilde tasvir edilmiş ve bir roman için en can alıcı noktalardan biri de budur" 228
-"Wild Turkey viskisini..." 237
-"... yaşam amaçlarından biri olmuştu. Fırtınaya kapılmamak için bir direğe yapışan insanlar gibi, Aomame bu spora yapışarak yaşamıştı" 249
-"Ensede, doğru noktaya, doğru açıyla sivri bir iğne batırıldığında ani bir ölümün kaçınılmaz olduğunu Aomame biliyordu" 259
-"Her sanat, her arzu, dahası her eylem ve arayışın iyiye doğru bir yöneliş olduğu düşünülür.../.../ Aristoteles.../.../... Ben okuyacak kitap kalmadığında antik Yunan felsefesi okurum. Hiç bıkmam" 263
-"'İnsanın ruhu mantık, azim ve şehvetten oluşur' diyen de Aristoteles miydi?.../ O Platon" 268
-"... evrensel düzeyde bilgi edinme isteği gibi, Tengo'nun her insanın doğal talebi olmalı diye gördüğü şey... daha engin ve büyük bir dünyaya bakmayı istemek..." 268
-"Matematik, Tengo'ya etkili bir kaçış yolu açmıştı. Formüller dünyasına kaçarak, gerçekliğin boğucu kafesinden kurtulmayı başarıyordu.../ Matematik muhteşem bir bina duygusu yaratırken, Dickens'le özdeşleşen öyküler dünyası Tengo için derin, büyülü bir orman gibiydi" 271
-"... matematik... Yalnızca anlık kaçışlar sağlayan bir araçtan öteye geçmiyordu. Hatta gerçekliği daha da çekilmez bir hale getiriyordu./... öyküler ormanı onu daha güçlü çekmeye başlamıştı. Elbette roman okumak da bir kaçıştan ibaretti... Öyküler ormanında olgular arasındaki ilişki ne kadar açık seçik olursa olsun, net yanıtlar bulmak mümkün değildi. Öykünün rolü... bir sorunu başka bir şekle dönüştürmekti... Kimi zaman... gerçeklikte hemen işe yaramıyordu" 272
-"... vurmalı çalgıların kendi düşünce yapısına çok uygun olduğunu fark etmişti. Zamanı önce parçalara ayırarak yeniden yapılandırıp, etkili notalar haline dönüştürmek onda doğal bir sevinç uyandırmıştı" 275
-"Arada sırada canı bir şeyi dayanılmaz biçimde çekerse, vücudun bir nedenle o yemeği istediğine inanır ve sinyal göndermeye başladığını düşünürdü. Sonra da bu doğal çağrıya uyardı" 278
-"... bedeni insanın kutsal tapınağıydı ve daima temiz tutulmalıydı" 279
-"... kendi kendine bir insanın özgürlüğünün nasıl bir şey olduğunu sorardı" 281, 282
-"Fakat o beş para etmez adamlar ortalıktan kalkınca, eziyetli boşanma davalarına, velayet hakkı kavgalarına da gerek kalmıyor" 282
-"Fakat katıksız, saf duygular o halleriyle tehlikelidir" 283
-"Yürekten sevdiğin bir insan varsa, bir kişi olsun yeter, hayatın kurtulmuş demektir. O seni sevmese bile" 292
-"Özgür iradenin var olduğunu düşünmek istiyoruz yalnızca" 293
-"Tengo'nun "ne pahasına olursa olsun yenme" isteği nedense zayıftı... hemen her şeyde... bu eğilimi güçlüydü. Yumuşak huyluydu" 301
-"Kendi içinde gizlenen bir öyküyü bulup çıkartarak, doğru sözcüklerle ifade etmek değil miydi yazarlık?" 302
-"Her şeyden önce hiç boşluk bırakmadan yanıtlıyordu" 311
-"Ertesi gün akşam, gökyüzünde hala iki ay vardı. Büyük olanı her zamanki aydı... Armstrong'un insanoğlu için büyük adımı attığı ay. Yanında ise o yamuk şekilli, yeşilimtırak küçük ay duruyordu" 319
-"Tamaru sessizce başını salladı. Bir şeyleri kendi kendine kavrıyor gibiydi. Bu adam nedeni eksik kalan işlere güvenmezdi" 322
-"On yedi yaşında bir kızdan beklenmeyecek ölçüde güçlü bir kalem, ince bir duygusallık, zengin bir hayal gücü diyorlardı" 346
-"Orwell 1984... öyküyü... diktatörlük sistemi odağında kurmuştu. Aslında Stalinizmi alegorik bir şekilde anlatıyordu. Sonrasında Big Brother toplumsal bir simge haline geldi. Bu Orwell'in başarısıydı... artık Big Brother'a yer yok. Onun yerine bu Little People ortaya çıktı. Sence de hoş ve ilginç bir tezat değil mi?/.../ Little People göze görünmüyor. Köklerinde iyilik mi var, yoksa kötülük mü, onu bile anlayamıyoruz. Fakat her ne ise, kendinden emin biçimde ayağımızın altını oymayı sürdürüyor" 356
-"Aomame kendisinin, aslında olması gereken 1984 yılında değil, değişikliklere uğramış 1Q84 yılındaki dünyada yaşadığının bilincindeydi. Bu henüz bir varsayımdan ibaretti" 367
-"Neden sonra kızın ağzı yavaşça açıldı; Little People çıkmaya başladı... Little People toplam beş kişydi. Tsubasa'nın ağzından çıkıp geldiklerinde... serçeparmağı büyüklüğündeydiler, ama dışarı çıkınca katlanmış bir şeyin açılması gibi, vücutlarını kıvıra kıvıra 30 santim uzunluğa ulaştılar... bir nesneyi çekip çıkardılar... Ellerini havaya uzatıp, havadan çıkarttıkları beyaz, yarı şeffaf ipliği kullanarak, o nesneyi yavaş yavaş büyüttüler. İplik yapışkanlı gibiydi... boyları... 60 santime yaklaşmıştı. Boylarını istedikleri gibi değiştirebiliyorlardı sanki" 376, 377
-"Gerçek tarihi gasp etmek insanın kişiliğinin bir kısmını gasp etmekle aynı şeydir. Bu, suçtur./.../... kişisel bellek ve ortak bellek... tarih, ortak belleğin bir ürünüdür. Bu gasp edilecek olursa... gerçek benliğimiz koruyamaz hale geliriz"./.../... önemli gördüğü kitapları iyice okuyup adeta kafasına kazıyordu" 388
-"Çehov'un Sahalin Adası'nı raftan çekti.../.../... bir araştırma raporu ya da coğrafi anlatıya yakın bir şey ortaya çıkmıştı... insanlar, Çehov'un... bu gereksiz, anlamsız şeyi neden yazdığını konuşmuşlardı... bunu toplumsal sıkıntıları kullanarak isim yapma çabası şeklinde değerlendirenler de vardı.../.../... bir edebiyat yıldızı hayatı sürdüğü gerçeği Çehov'u rahatsız etmiş olabilir. Moskova'daki edebiyat camiası ortamından sıkılmış ve bu camiadaki en ufak meselede birbirine çelme takan, kasıntı insanlara bir türlü alışamamıştı belki. Yüreği kötülük dolu eleştirmenlere karşı da tiksintiden başka bir şey hissetmiyor olabilirdi.../.../ Gilyaklar, Sahalin Adası'nın Ruslar tarafından sömürgeleştirilmesinden önce, çok eski zamanlardan beri adada yaşayan yerli halk.../.../... yapılı, çeviktirler... vücut ısınlarını koruyacak besinleri... sağlamak zorundalar. Bu şekilde düşününce Gilyakların neden o kadar yağlı yiyecekler yadiklerini anlamak mümkün. Yağlı denizayısı eti... üzerinden kan damlayan et vs.... tarım yapmayı en büyük suçlardan sayıyorlar... Fakat Rusların onlara öğrettiği ekmeği beğenerek yiyorlar.../.../... asla yüzlerini yıkamadıklarından... asıl ten renklerini kestiremezler... ağır kokular salar... bazen de dayanılmaz kokular insanı ablukaya alır... kurutulmaya bırakılmış balıkların sıralandığı kurutma yeri vardır.../.../... savaş yanlısı olmadıkları... Ticaret dışında, normal hayatlarında yalanlar ve övünç konuşmaları onları neredeyse iğrendirir./... Cesur, hızlı kavrayışlı, neşelidirler... Hiçbir otoriteyi tanımazlar... aile reisine saygı duymak gibi bir şey de yoktur.../... kadınlar... hiçbir hakka sahip değillerdir... atılır, satılırlar... Evlilik, saçma bir şeydir... içki içmekten daha önemsiz bir şeydir. Dini, hatta tabu nitelikli ritüellere asla rastlanmaz... İsveçli yazar Strindberg... ünlü bir kadın düşmanıdır ve bu konuda Gilyaklarla aynı düşünceye sahiptir. Eğer bu İsveçli, Sahalin'in kuzey kısımlarına gelecek olursa Gilyaklar onu bağırlarına basarlar./.../... mahkemenin ne anlama geldiğini bilmezler" 389-396
-"Çok fazla soru vardı. "Roman yazarı sorun çözen insan değildir. Sorunu ortaya atan insandır" diyen de, evet, Çehov'du... sorunlar vardı, ama sorun çözümü yoktu... yavaş yavaş ölmekte olduğuna, ölüm döşeğine düşene kadar inanmamıştı. Kan kusarak, feci biçimde genç yaşında ölüp gitmişti" 399
-"Silahlı çatışma... bu radikal grub... 70'li yıllardaki üniversite olayları döneminden kalma tiplerdi... komün yaşantısına başlamışlardı... adı Öncüler'di./.../... parçalanma... "silahlı mücadele grubu"... nispeten ılımlı "komün grubu"... 1976... silahlı grubu Öncüler'den ayırmayı başarmıştı./... Şafakçılar'ı oluşturmuştu... ağır silahlar... paranın nereden geldiği.../... Öncüler... dini bir cemaate doğru dönüşüm göstermişlerdi... 1974 yılında dini tüzel kişilik olarak kabul edilmeyi başarmışlardı... Şafakçılar... küçük derenin kullanım hakkıyla ilgili tartışma... silahlı çatışma patlak vermişti./... Şafakçılar... çözülmüş... Öncüler.../... polis... cemaat arazisine girmiş.../.../... Yapmakta olduğumuz, Budizmin ilk dönemlerine ait prensiplerin araştırılması.../... bedenimizi arındırıyor... daha fazla derinliği olan başka bir dünya arayışı.../ Şafakçılar... doktrinlerine aşırı bağlıydılar. Gerçek, yaşayan toplumla temas noktalarını kaybetmiş olmaları, bu trajedinin en büyük nedenidir... Şiddet, hiçbir sorunu çözmez... Bizim yapmakta olduğumuz... etkin komünal bir ortam sağlamaktır" 401-407
-"80'li yılların Japonya'sında Marksizm ilkeleriyle devrim düşüncesi artık modası geçmiş bir şeydi.../.../... Öncüler aslında gazetelerde yazıldığı kadar temiz değil... karanlık bir şey var... Lider... kızlara tecavüz ediyor" 408
-"Japonya Emniyeti'nin bilgisayar sistemi henüz o kadar gelişmedi... talep formuna yazmak zorundayım. Ne de olsa burası resmi daire. Herkes işleri gereğinden fazla karmaşık hale getirmek için alıyor maaşını" 410
-"Tırnaklarımın şekli gibi basit bir şeyi bile kendim belirlemiş değilim, birileri kafasına göre belirlemiş, ben de bunu sessizce kabul ediyorum yalnızca.../... anne ve baban... Şahitler müridiydi"411
-"Öncüler... hukuki sorunlar yaşamış... arazi... insanları satmaya zorladıkları durumlar da oluyormuş. Paravan... medeni hukuk alanı... polis işe karışmamış... Belalı tipler, olmazsa siyasetçileri de işe karıştırıyor gibiler. Siyasetçiler konuya el atınca, polisin elini çektiği durumlar çoktur zira. Olay büyür, savcılık işe karışırsa, durum farklı olur gerçi./.../... parayı saf bir maneviyat arayışı için kullanmıyorlar... emlak topluyorlar... Bu cemaat galiba ülke çapında bir açılım tasarlıyor. Eğer emlak piyasasına girmek gibi bir niyetleri yoksa elbette./.../ Üstelik bu toplu para nereden geliyor.../.../... çocuklar... okulu bırakıyormuş.../... Cemaat çocuklarının okula gitmek istememesini anlayabiliyordu... farklı olmalarından dolayı rahatsız edildikleri... oluyordu mutlaka./.../... psikolojik sorunlar yaşıyor gibiymiş... az konuşmaya başlıyor... hissizleşiyor... " 413, 414
-"Emniyet hantal bir kurumdur. Yukarıdaki tipler kariyerlerinden başka bir şey düşünmezler... emekli olduktan sonra güçlü vakıflara ya da özel şirketlere kapağı atma peşindeler. O yüzden, tehlikeli, sıcak olaylara pek bulaşmazlar. Hatta bu tipler, pizzayı bile soğutup da yiyordur desem yeridir" 415
-"İnsan beyni, şu 2,5 milyon yıl boyunca yaklaşık dört kat büyümüştü. Ağırlık açısından bakıldığında beyin, insan vücudunun ancak yüzde 2'sini kaplıyordu, buna rağmen bedenin tüm enerjisinin yaklaşık yüzde 40'ını tüketiyordu... Beyin denen organın bu anormal büyümesi, insana zaman, mekan ve olasılık kavramlarını kazandırmıştı./.../ Zamanın çarpık olarak ilerleyebileceğini Tengo biliyordu. Zamanın kendisi, yeknesak bir yapıya sahipti, ama zaman bir kez tüketildiğinde çarpık bir hal alabiliyordu. Bir zaman dilimi feci halde ağır ve uzun, başka bir zaman dilimi ise hafif ve kısa olabiliyordu. Ayrıca, bazen öncesi ve sonrası birbirine geçiyor, durum daha da kötüleşirse zaman tamamen yok olup gidiyordu. O zaman diliminde olmaması gereken şeyler sonradan eklenebiliyordu.../ İnsan, beynin büyümesiyle zamansallık kavramını elde etmişti, ama aynı zamanda bunu değiştirme yöntemini de öğrenmişti... durmaksızın zamanı tekrar tekrar yaratabiliyordu.../.../... yaşıyor olmaları muhtemel annesi ile gerçek babasının varsayımsal varlığını, kendi içinde kurgulamak yoluyla bunaltıcı yaşamına yeni bir kapı açmaya çalışmıştı" 416, 417
-"Bu yerli yerinde davranma hüneri, Tengo'nun doğduğundan beri ustalıkla geliştirdiği bir şeydi. Doğru imla işaretini kullanmak veya matematikte en kısa yoldan sonuca ulaşmak gerektiğinde yaptığı gibi" 419
-"Kendisini matematik dünyasına kaptırınca beynindeki devreler (küçük sesler çıkararak) değişime uğruyordu sanki. Ağzı daha farklı türden sözcükler çıkartıyor... ses tonu değişiyor... Bir odadan diğer odaya geçermiş gibi.../... duygularını bir kat daha yumuşatmayı başarabiliyor... her şeyi işine geldiği gibi yorumlayan bir insana dönüştüğü hissine de kapılıyordu. Hangisinin gerçek kendisi olduğuna karar veremiyordu" 423, 424
-"Telefonun çalış şeklinden arayanın Komatsu olduğunu tahmin edebiliyordu. Telefonun çalışında bile sanki özgün bir yan vardı. Metinlerin bir tarzı olduğu gibi... sanki farklı çalıyordu" 425
-"Dini cemaat olarak onay bile almışlar, ama dini cemaat denebilecek tarafları yok gibi. Öğreti açısından yapı bozucu bir yanları mı var desem, yaptıkları tek şey sağdan soldan dini imgeleri toplamaktan ibaret işte. Üstüne de çeşni olarak New Age tarzı bir maneviyatçılık, şık bir akademik duruş, biraz doğaya dönüş, biraz anti-kapitalizm, biraz da gizemli cemaatçilik eklemişler... Süslemeler böyle, ama esas doğalarını görmek mümkün değil... McLuhan tarzı... ortam mesajın ta kendisidir. O açıdan bazıları bu ortamı cazip bulabilir./.../ Yani, paketin kendisi içeriktir" 439
-"... neden o kadar çok insan bu cemaatin çekimine kapılıyor... ağır bir dini havalarının olmaması. Son derece temiz, entelektüel, sistemli bir cemaat gibi.../ Bir de, 'Lider' dedikleri başları, oldukça karizmatik bir adammış... asla yüzünü göstermiyor... Adı, yaşı belirsiz. Dışarıya karşı cemaatin, konsey sistemi ile işletildiği söyleniyor... başka bir kişi resmi işlerde cemaatin yüzü olarak ortaya çıkıyor. Aslında yalnızca bir kukladır sanırım.../.../... Dışarıya aksettirilen sadece göstermelik şeyler... hepsi tasarlanmış bir imaj fotoğrafı gibi.../.../... Öncüler... şu silahlı çatışma olayını yaratan Şafakçılar'ı doğuran ana grup; Çin yapımı kalaşnikofları da Kuzey Kore'den aldıkları tahmin ediliyor... dini tüzel kişilik söz konusu olunca öyle gelişigüzel araştırılamıyor... Devlet Güvenlik Kurumu bir şeyler yapıyor mudur, bilinmiyor. Oradaki tipler, her şeyi ustalıkla gizlerler, eskiden beri de polisle aralarına mesafe koyarlar./.../... Çocuklar, okula gitmeyi bırakınca bir daha asla parmaklıkların dışına çıkamıyorlarmış" 440, 441
-"Ayrılanlar... Öncüler'in toplum karşıtı, tehlikeli bir cemaat olduğunu, düzenbazlık yaptığını söylüyor.../.../... ayrılanların tümü sıradan müritlerden. Zayıf kalıyorlar... cemaatin çekirdek kısmına girebilenler, elit kurmaylarla sınırlı. Geriye kalan çoğunluk... Koyun sürüsünden farkları yok... sıradan müritler cemaat hakkında hiçbir şey bilmiyorlar aslında" 442, 443
-"Din adamları arasında çok sayıda seks manyağı olduğu, bilinen bir konu" 444
-"Soykırım?/ Yapanlar bir mantık uydurarak, yaptıklarını meşru göstererek unutabilir... Fakat mağdur taraf unutmaz... Anılar anne babadan çocuğa aktarılır. Dünya... birbiriyle çelişen anıların sonu gelmez savaşıdır" 446
-"Fakat yalnızlık çok zor bazen.../.../ Yıl 1984 ve Japonya-Tokyo'dayız./ Keşke senin gibi kendimden emin bir şekilde söyleyebilsem bunu./... Bu kadar net gerçekler.../... ama ben bunların net gerçekler olduğunu söyleyemem" 447
-"Tibet çarkıfeleği gibi. Çark döndükçe değerler ve duygular azalıp artar. Bir pırıl pırıl parlar, bir karanlığa gömülür. Fakat gerçek aşk, çarkın merkezinde kımıldamadan kalır" 448
-"Köpek öldü./.../ Sanki patlamış gibi, iç organları her tarafa dağılmıştı... Sanki birileri köpeğin içine küçük bir bomba yerleştirmiş gibi./.../... Biraz yüksek bir ses çıksa, hemen uyanıyorlar... Yani, sessiz bir patlama olmuş. Köpek havlaması bile duyulmamış" 449, 450
-"Sözgelimi, burası olmayan dünyada iki ay var.../.../... İngilizce lunatic ve insane sözcükleri.../.../ Sanırım insane, doğuştan gelen zihinsel sorunlara işaret ediyor... lunatic ay tarafından, ay tarafından derken yani luna tarafından insanın aklının bir anlığına alınmasına işaret ediyor. 19. yüzyıl İngilteresi'nde lunatic olduğu kabul edilen insanlar suç işlediklerinde, cezaları normalde olduğundan bir derece düşük veriliyordu. O insanın sorumluluğundan ziyade, ayın ışıklarının o insanın zihnini bulandırması neden olarak görülüyordu... Yani, ayın insanı delirtebileceği yasal olarak kabul ediliyordu./.../... Japonya Kız Üniversitesi'nde İngiliz edebiyatı derslerinde öğrendim. Dickens okuyorduk. Değişik bir hocamız vardı, romanın öyküsü dışında da bir şeyler anlatıp dururdu. Neyse. Benim söylemek istediğim, şimdi tek bir ay varken ve insanı çıldırtmaya yetebiliyorken, iki ay birden olduğunda insanların zihninin iyice tuhaflaşabileceğiydi. Gelgit hareketleri farklılaşır, kadınlardaki aybaşı düzensizlikleri de artar. Ardı ardına anormal şeyler olur" 466, 467
*
25.2.2018
*
EK:

Japon yazar Murakami: Hayal kurmaya ihtiyacım yok çünkü yazabiliyorum

sanat@diken.com.tr

Japon yazar Haruki Murakami. Onu yazdığı kitaplardaki gizem unsurları kadar Nobel Edebiyat Ödülü’nün her sene favorisi olup, bugüne kadar ödüle layık görülememesiyle de tanıyoruz. Hacimli romanı ‘1Q84’ün yarattığı heyecan dün gibi aklımızda. Romanlarında kullandığı metaforların anlaşılmazlığı gerçekten bir rehberi ihtiyaç kılıyor.
Biz Murakami’nin ne demek istediğini düşüneduralım, o yeni kitaplar yazmaya devam ediyor. Yeni romanı ‘Killing Commendatore’ yayımlanalı birkaç gün oluyor. Kitabı yakın zamanda Türkiye’de de raflarda görebiliriz.
Reklam

Fotoğraflar: Reuters
Japon yazarın romanının kahramanı eşinden ayrılan ve bununla baş etmeye çalışan bir ressam. Kahraman, çalışmaya koyulduğu sanatçı evinde paha biçilemez bir eser keşfediyor. Keşfettiği şey hem Mozart’ın Don Giovanni operasıyla hem de 7’nci yüzyıl geleneksel Japon sanatıyla alakalı özel bir yapıt.
Murakami romanları Türkçe de dahil 50 dile çevrilmiş bir yazar. Japon yazar kitap yazıyor, caz dinliyor ve bol bol koşuyor.
Reklam
New York Times, Murakami’yle ‘Killing Commendatore’yi konuştu. Biz de Türkçeye çevirdik.

‘Ütü yapmayı severim, çünkü eğlenceli’

‘Killing Commendatore’yi yazma fikri nasıl oluştu?
Bilmem. Aklımın derinliklerinden bir yerden çıkıp geldi. Aniden ilk bir iki paragrafını yazmak istedim. Sonrasında ne olacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Yazdıklarımı masamdaki çekmeceye koydum ve sonra tek yapmam gereken beklemekti.
E kitabın geri kalanı?
Sonra bir gün kitabı yazabileceğimi düşündüm ve yazmaya başladım, yazmaya devam ettim. Doğru anı bekleyin, o an size gelecektir. Fikir bulacağınıza güvenmeniz lazım. Benim güvenim var çünkü neredeyse 40 yıldır yazıyorum. Ne yapacağımı biliyorum.

Yazma süreci sizin için zor muydu?
Kendi şeylerimi yazmadığım vakit çeviri yapıyorum, bu da beklerken yapılacak güzel bir şey: Yazıyorum ama kendi romanım olmuyor. Yani bir tür alıştırma ya da el emeği gibi. Ayrıca koşu yapıyorum, müzik dinliyorum ve ütü gibi ev işileri yapıyorum. Ütü yapmayı severim. Yazarkenki kafamda oluşan kargaşaya benzemiyor. Eğlenceli işte.
Hakkınızda yazılanları okur musunuz?
Eleştirileri okumam. Birçok yazar okuduğunu söyler ama yalan söylüyorlar. Ben söylemiyorum ama. Eşim her eleştiriyi okur tabii ama sadece kötü olanları okur, yüksek sesle okur. Olumsuz eleştirileri kabul etmemi ister. Olumlu eleştiriler mi, salla gitsin.

‘Kitap dediğiniz şey metafordur’

Kitaplarınız gerçeküstü ve fantastik öğelerle dolu. Yaşamınız da öyle mi?
Gerçekçi biriyim, işimde gücümdeyim ama roman yazdığım zaman içimdeki tuhaf, gizli yerlere gidiveriyorum. Yaptığım şey kendimi, içimi keşfetmek. Eğer gözlerinizi kapatıp kendinizi dinlerseniz farklı bir dünya görebilirsiniz. Kozmosu keşfetmek gibi ama içinizde olan bir şey. Farklı, tehlikeli ve ürkütücü bir yere gidince önemli olan dönüş yolunu bilmek.
Eserlerinizin altında yatan anlamlar hakkında konuşmak sizin için güç olsa gerek.
Bana hep kitaplarım hakkında “Bununla ne demek istediniz, şununla ne kastediyorsunuz?” diye sorup duruyorlar. Ama her şeyi açıklayamam ki. Kendimden dünyadan metafor olarak bahsederim ve metaforları açıklayıp analiz edemezsiniz. Biçimi kabul edin, yeter. Kitap dediğiniz şey metafordur.
‘Killing Commendatore’nin ‘Muhteşem Gatsby’e saygı niteliği taşıdığını söylediniz. Zaten bu kitabı on yıl kadar önce Japoncaya çevirmiştiniz. ‘Muhteşem Gatsby’ Amerikan rüyasının sınırları hakkında trajik bir masal olarak okunabilir. Kitabınızda bu nasıl yer alıyor.
‘Muhteşem Gatsby’ favori kitabım. 17-18 yaşlarında okuduğum vakit hikayesinden etkilenmiştim çünkü rüyaya/hayale ve insanların hayalleri suya düşünce nasıl davrandıklarına ilişkin bir kitaptı. Bu benim için önemli bir tema. İlle de Amerikan rüyası olarak düşünmüyorum bu kitabı, daha ziyade genç bir adamın rüyası, genel olarak rüya olarak görüyorum.
Siz ne hakkında rüya görürsünüz?
Rüya görmem, belki ayda bir iki kez. Belki rüya görüyorum ama hiç hatırlamıyorumdur. Ama hayal kurmaya ihtiyacım yok çünkü yazabiliyorum.
http://www.diken.com.tr/japon-yazar-murakami-hayal-kurmaya-ihtiyacim-yok-cunku-yazabiliyorum/
*