28 Nisan 2020 Salı

Bu Sıralar En Sevdiğim Yazar


***
Bu sıralar yazılarını en zevkle okuduğum yazar Metin Münir (MM).

***
Bazı yazılarını okuduğumda, dile getirdiği bazı düşüncelerin, benim akıl kapımın eşiğine gelmiş, ancak henüz o kapıdan geçmemiş bazı düşüncelerin güzel bir şekilde ifadesi olduğu, gibi, bir hisse kapılıyorum, ve, benzetme uygun olursa, sanki, bir doğum sancısının bitimindekine benzer olabileceğini tahmin ettiğim bir şekilde, bir ferahlık hissediyorum!
16.5.2020 

***
MM'ün t24'teki 28.4.2020 tarihli yazısı ise, bana göre, çok büyük bir hayat dersi niteliğinde.
Benim zaman zaman bölük pörçük düşündüğüm, ancak derli toplu bir araya getirip ifade edemediğim, bazı düşünceleri o kadar az sözcükle o kadar güzel ifade etmiş ki!
Bir yaşamda uzun bir sürede oluşan bilgi ve tecrübe birikimini damıtarak sunuyor, sanki!
Bir bölümüne katılmadığım o yazının bir bölümü şöyle:
*
https://t24.com.tr/yazarlar/metin-munir/ardimizdan-gelecek-olanlar,26405


28 Nisan 2020

Ardımızdan gelecek olanlar


Elli sene gece gündüz Ankara ve İstanbul’da gazetecilik yapıp da kartal gözleriyle izlediğim Türkiye’de ne olup bittiği artık beni hiç ilgilendirmiyor.
Çünkü hiçbir şeyin daha iyi olacağına inanmıyorum.
Türkiye’nin Covid-19 salgınını bir Güney Kore, bir Avustralya veya bir Danimarka gibi az zararla atlatamayacağını da biliyorum. Medrese know-how’ıyla donanmış bir rejim, ne olduğu bile hâlâ iyi anlaşılamamış bir pandeminin altından kalkamaz.
Biz Osmanlıyız, bizde adam çoktur... Ölen ölür kalan sağlar bizimdir...
Osmanlı yok olalı yüz yılı geçti ama imparatorluğu batıran bu kafa, Türkiye’de egemenliğini sürdürüyor.
...
En acı olan ne biliyor musunuz?
Hiçbir zaman ümit yoktu, Cumhuriyet'in ilk yıllarını ve kısa birkaç yılı saymayacak olursanız, ama biz gençliğin verdiği heyecan ve iyimserlikle geleceğe sarıldık. TC’de normal sayılanın anormal olduğunu kavrayamadık.
Askeri müdahalelerin, ara dönemlerin geçici olduğunu sandık. Onların Türkiye’nin normali olduğunu, bütün dönemlerin ara dönem olduğunu anlayamadık veya anlamak istemedik.
Bütün liderler ışığımızın ucundaki birer tünel idi.
Son zamanlarda, artık ömrümüzün tükenmekte olduğu bu günlerde bendeki bu havayı benimle yaşıt olan arkadaşlarımda da görüyorum.
Onların gözleri de benim gördüklerimi gördü ama ben uzaktan bakarken onlar, belki bir şey yapabilirim umuduyla, sarıldıkları inançları yüzünden işkence gördüler, hapis yattılar ve sürgünde yıllar geçirdiler.
Hepsi boşuna imiş.
Biz burada, KKTC’de sizden daha iyi değiliz. Dünya bir felaketle uğraşır, halk evlerinde kapalı iken politikacılar ara vermeden koltuk kavgasına devam ediyorlar. Oturmak istedikleri koltuklar koltuk olsa...
Türk olmak sürekli şampiyonluğa hazırlanmak, ama yarışta nal toplamaktır. 
Türk’ün her ümidi düş kırıklığına bir yolculuktur.
Ne kadar acı böyle olması ve böyle düşünmek.
...


***
MM'ün t24'teki başka yazılarından çok beğendiğim bazı ifadeler de şöyle:

*
https://t24.com.tr/yazarlar/metin-munir/seyir,26234

"Benim bu dünyayla işim bitti, ama hangi sebeptendir bilinmez, bu dünyanın benimle işi bitmedi, diye düşündüm."


MM 16.4.2020 tarihinde böyle yazmış.
Ve, bu ifade benim şimdiki anlayışıma da çok uygun!
Yani, neredeyse!

*


https://t24.com.tr/yazarlar/metin-munir/yetmis-alti-mi-inanmiyorum,25800
10 Mart 2020
    Yetmiş altı mı? İnanmıyorum!
...



Geçenlerde bahçede dolaşırken kısa bir zaman önce 76 yaşına bastığım aklıma geldi.
Bu her aklıma geldiğinde onunla beraber bir başka şey daha geliyor: İnanmazlık.
...
Beni şaşırtan bir başka şey, kendimi iyi hissetmem. Neden kendimi bu kadar iyi ve huzurlu hissediyorum?
... kendimi iyi hissetmeme neden olan bazı şeyler..
Çocuklarımı iyi yetiştirmiş olmanın huzuru.
Mütevazı bir hayat sürecek bir gelire sahip olmak ve daha fazlasına tamah etmemek.
Hâlâ sevdiğim bir işi yapıyor olmak. 
Borçsuz ve alacaksız olmak.
Meraklı olmak.
Birkaç iyi dost.
Seksle bağımı koparmamış olmak.
Rahat bir eve ve güzel bir bahçeye sahip olmak.
Kitap ve film tutkusu.
Alıcı değil verici olmak.
Sızısızlık.
Ölümden korkmamak.
Düz ve açık sözlü olmak.
Özgür olmak.
Her an her şeyin altüst olabileceğini, trajedilerle karşılaşabileceğimi kabul etmek.
Öfkeli, nefret dolu ve kıskanç biri olmamak.
Kendimi ciddiye almamak.
Sahip olduğum her şeyi alın terimle elde etmiş olmak.
İstediğim zaman yatıp istediğim zaman kalkmak.
İçki yerine temiz hava ve doğanın güzellikleriyle sarhoş olmak.
Sosyal medyadan ve haberlerden uzak durmak.
Korkusuz, saf ve sevgi dolu olmaya, bencil olmamaya çalışmak.
Başkalarıyla beraber geçirdiğim zamandan fazlasını tek başıma geçirmek.
Bir hiç olduğumun şuuruna varmış olmak.

* * *

Dünyadan biraz elimi eteğimi çektiğim için böyle düşünüyor olabilir miyim? 
Olabilirim.
Çocuklukta ve gençlikte insanın önüne dengesini bozacak, onu mutsuz edecek, baş edemediği birçok şey çıkıyor.
Belki şunu söylemek daha doğru: İçinde yaşamak için kurduğu düzenin insanı mutlu etmesi mümkün değil. Kişiyi yanlış, çıkışı olmayan yollara yönlendiriyor. İnsan kendini o düzenin dışına atabildiği kadar mutlu olabilir.
Eşsiz Orhan Veli’nin (1914 – 1950) dediği ve benim de sık sık tekrarladığım gibi,
 "Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;

Zamanla anlıyor insan dünyayı."
*
Birçok yeri bana da çok uyuyor!
Özellikle ölümden korkmamak kısmı!

*

https://t24.com.tr/yazarlar/metin-munir/bir-hizli-karar-verme-olayi,26335


...
Karar verme gereksinimi, bir düzlükte önünde beliren bir tepe gibidir. İnsan o tepenin ya yanından geçip ya üstüne tırmanıp yoluna devam edecek. Ya da yamaçta elleri başının altında yatıp gökyüzünü seyredecek.
Kaderimize, kısmen, verdiğimiz ve vermediğimiz kararlar şekil verir.
Benim hayatımda vermediğim veya verip de korkunç şeylere neden olan kararlar ağır basar. Çoğu zaman, yapsam mı yapmasam mı, gitsem mi kalsam mı, diye düşünürken fırsat kaçar, karar verme gereği ortadan kalkar. Ya da birisi benim için karar verir.
Ama her zaman değil. Bazen pıt diye karar veriveririm.
...
Bu da 23.4.2020 tarihli t24'ten.

***

https://t24.com.tr/yazarlar/metin-munir/batik-tekneler,26605

14 Mayıs 2020
Batık tekneler

Dinin önündeki en büyük engel camiler, kiliseler, sinagoglar, din adamları ile onları ve dini dünyevi çıkarları için kullanan politikacılardır.


Bütün bunlar dinleri, batıp denizin dibine çökmüş ve üzeri su yaratıkları ile kaplanmış tekneler gibi, işlevini yerine getiremez hâle getirdi. 
Bir başında dikenlerden taç, üstü yırtık pırtık, kan revan içinde çarmıhta "su" diye inleyen İsa’yı düşünün, bir de ipekliler giyen, altın haç ve elmas yüzük takan göbekli piskoposları.
Dinler insanları terbiye edemedi ve dünyayı yaşanılmaz hâle getirmelerini önleyemedi. İnsanı iyi bir dünya yaratığı yapamadı.
Yapacağı da yok.
Gerçekten dindar olanlar veya olduğunu sananlar istisnadır ve onların birçoğunun da dini tamamen terk edenlerden daha iyi olduğu tartışmalıdır.
Dinler kurtuluşu, ahlakın en üst düzeyini temsil ettiklerini iddia etmeye devam ediyorlar ama inandırıcılıklarını kaybettiler.
İsa, Musa ve Muhammed yeryüzünde yürürken vardı getirdikleri dinlerinin özü ve saf uygulanması.
Bu cümleyi bile "belki" ile takviye etmek gerek.
İsa’nın Havarileri bile ihanet ve korku içinde değil miydi?
...
Tevrat ve İncil’in Tanrı’sı değil miydi insana "yürü ve çoğal," buyuran ve bütün canlılara "kâhya" atayan?
İşte yürüdüler ve çoğaldılar. Başka yaratıklara yaşam alanı bırakmadılar ve kâhyası oldukları canlıları yok ediyorlar.
Denizleri ve havayı zehirlediler.
Dünya İsa’nın "devenin iğne deliğinden geçmesi, zengin bir adamın Tanrı'nın krallığına girmesinden daha kolay" dediği zenginlerle doldu.
Belki kabahat dinlerde değil insanlarda, terbiye olmalarının, zararsızlaşmalarının mümkün olmayışındadır.
Ama terbiye edilmesi mümkün olmayan insanı da Tanrı yaratmadı mı?

  *

İnsanı kendisinden başka kimse kurtaramaz.

***
https://t24.com.tr/yazarlar/metin-munir/dunyaya-geldikten-sonra,26628
16 Mayıs 2020
...

Dünyaya geldikten sonra artık hayatınız sizindir. Onunla istediğinizi yapabilirsiniz.
Ama Tanrı'nın verdiği hayatla istediğini yapan veya yapabilen kaç insan var? Belki hiç yok.
İnsan hür doğar, ama her yerde zincirler içindedir. 
Doğar doğmaz bağlanır bir ülkeye, dine, aileye, eve, mahalleye, arkadaşlarına, suçluluk duygularına, ondan beklenenlere ve onun kendinden beklediklerine. Hayallere, ümitlere, aşklara, yarının bugünden daha güzel olacağına ve daha birçok şeye.
İnsan sanki borçlu doğar. ...
İnsanda zincirden bol şey yoktur. 
Hayatın denizine atılan mutsuzluk çıpalarının çoğu bu zincirlere bağlıdır.
İnsan biraz düşünürse, aslında, kendi kendini bağladığını keşfeder. Bağlar dışarıda değil, aklının içindedir. Düğümler atıldığı gibi çözülebilir -bir düşüncenin gelişi ve gidişi kadar büyük bir süratle.
Antik çağlarda, Yunan ve Roma'da ölüm bir çıkış addediliyordu. 
...
Hayatımdan bezdiğimde normalleşmek için bir yöntem bulmuştum. "Dır dır etme. O kadar şikâyetçiysen çık" diyordum kendi kendime. Ve aklım başıma geliyordu. Beterin beterinin beterinden uzak olduğum, yaşamaya devam etmek için birçok nedenim olduğu aklıma geliyordu.
Geçen gün telefonda bir tanıdığımla konuşuyordum.
Altmışını geçen ve yalnız yaşayan bir arkadaşının kendine bakamayacak kadar uzun yaşamaktan korktuğunu anlattı.
"Her şeyini bir vakfa bağışladı. Yaşlılığında ona bakacaklar."  
...
En karanlık zindandaki en kalın zincir korku ve endişedir.
Yaşam düşüncelerle kontrol edilebilecek bir enerjidir. Bu öğrenilebilir.

Benim yaptığım gibi, her gün "Ben korkusuzum, safım, sevgi doluyum, bencil değilim" diyerek öğrenmeye başlanabilir.

***
Sevdiğim yazarlar zamanla değişti.
1980'lerin ortalarından itibaren bir süre YK'ün yazılarını beğenerek okudum.
Ama zamanla, bazı yazdıklarına katılamaz oldum.
Oysa, 1980'ler sonunda, onu eleştirmek için yazılmış olan bir kitabı alıp eleştiren neleri eleştiriyor diye anlamak için özellikle okumuş ve eleştirileri anlamaya çalışmış, ama eleştirilere hiç katılamamıştım.
Şimdiyse, kendiliğinden oluşan anlayışım sonucu, YK'e katılamıyorum.
Hatta yazdıklarının bazıları komik gelmeye başladı.
YK, Leninist, ve hatta, Stalinist anlayışta şeyler yazıyordu.
O zaman bunları, tam içselleştirmeden, okuyor, geçiyordum.
Şimdiyse, net bir şekilde katılamıyorum.
*
YK, ayrıca, Fransız devrimine ve özellikle Robespierre'e ve Cumhuriyet ile 1960'lar sol hareketlerine de sempatiyle bakan ve, yer yer, generallere umut bağlayıcı nitelikte yazılar da yazıyordu.
Sürekli olarak kendini de övüyordu.
Övünmesini, hiç bir zaman sevmemiştim, zaten, ama, şimdi, bazı ayrıntılar dışında, o yazdıklarına hiç katılamıyorum.
*   
Bu durum, tabii ki, sadece, YK ile de sınırlı değil, aynı şekilde baktığım bir çok başka yazıcı da var.
*
YK, bir de, zaman zaman, Amerika çok kötü, oradan kaçtım, Ingiltere de öyle, Paris de, türü şeyler de yazıyordu.
Özellikle bu anlayış, şimdi, bana çok komik geliyor.
Emperyalistler kötü!
Oralar kötü de, iyi olan neresi!
Bir tür ırkçılık, sanki!
*
Emperyalizm karşıtlığı lafı, birçok şeyi örtmek için çok elverişli bir alet değil midir?
*
Benzer bir anlayışı, babasıyla mektuplaşırken AN'in de savunduğunu görmüştüm, Amerikalılar aptal, diyordu, babası da sanki onaylar gibiydi, onu okuyunca, başka yerler, artık o yerler neresiyse, herhalde Türkiye bunlardan en azından biri olmalıydı, çok akıllı insanlarla dolu sanırdınız.
Bunları söyledikten sonra izinli olarak gelip vatani görevini yapmaya kalkıştığında, akıllı insanların en akıllılılarını bünyesinde bulunduran ülkenin ordusunun bazı görevlilerince, iddiasına göre kumpas kurularak, hapse atılmasının sağlanması ilginç bir durumdu.
*
Bu tür anlayışlar çok da yaygın.
Herkes kötü.
Bir biz iyiyiz.
Irkçılığın türlü türlüsü.
*
Etnik ırkçılık bir yanda!
Dinsel ırkçılık öbür yanda!
*
Fanatiklik diz boyu!
*
19.4.2020
***
Bir yazıyı ya da yazarı, beğenmek ya da beğenmemek, okuyanın kapasitesini de göstermez mi?
Okuyan bilmiyorsa, bilmediği yazılanı doğru sanabilir.
Kişi, zamanla, öğrendikçe, daha uygun değerlendirmeler yapabilir.
27.4.2020
***











25 Nisan 2020 Cumartesi

BIRAKIN ŞANIMIZ YÜRÜSÜN

Kafkasların Yiğit Halkları Arasında Seyahatler 


OLIVER BULLOUGH, Çeviri: Dilek Hancıoğlu, ABİS Yayınları, 2014, Ankara 

Sevimli bir üslup. 
İçerikte çeşit çeşit konular. 
Gözlemler. 
Görüşler. 
Emek ürünü bir çalışma. 
* 
Arka kapakta şöyle yazılmış: 
"Bugünlerde etrafında sonu gelmez kavga ve savaşların yaşandığı bir coğrafya olan Kafkasya'nın dünü ve bugününün anlaşılması için okunması gereken bir çalışma. Kitap Rus Çarlığı'nın Kırım ve Karadeniz'e ulaşmak için Kafkasya'da yüzyıllarca uyguladığı istila, katliam ve baskıları aktarırken günümüzle iç içe geçmiş bilgiler veriyor. Rusların Kafkasya'yı ele geçirmesi karşısında Osmanlı İmparatorluğu'nun tavrı, Anadolu'ya göç etmiş Kafkas halklarının bugünkü konumları, Kafkasya'nın Rus edebiyatında bıraktığı izler, İsrail'den Avusturya'ya kadar Çerkes, Çeçen, Abhaz diasporasında yaşanan gelişmeler konusunda benzersiz bir çalışma." 
* 
Öncelikle, dünü ve bugünü ile, Çerkesler, anlatılıyor. 
Ve, bence, güzel anlatılıyor. 
Çerkeslere Çerkesler öğretiliyor. 
Tarihi, gelenekleri ve bugünleri ile... 
* 
Günümüzde Adigey'de yaşayan ve Çerkes soykırımının tanınmasını Çerkes Kongresi adına isteyen Murat Berzegov'un karşı karşıya kaldığı baskıların hikayesi de anlatılmış. s. 144-151 
* 
Sonra, Türki diller konuşan Kafkas halklarından olan ve Avrupa'nın en yüksek dağı Elbruz dağı ile Kazbek dağı çevrelerinde, ve Çerek ve Çegem vadilerinde,  yaşayan Karaçaylar ve Malkarlar'ın yaşamlarından kesitler var.  
-"Çerkesler teslim alınıp Ruslar tarafından darmadağın edildiğinde Müslüman Karaçaylara fazla dokunulmamıştı. 1829'da Rusya'ya bağlılıklarını ilan etmişlerdi ve hayvan yetiştiricisi olarak on dokuzuncu yüzyılın geri kalanında yaşamalarına izin verilmişti" 157  
.Almanlarla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle,  
.Karaçaylıların 2 Kasım 1943'te, s. 155-163, 
."… etnik olarak Karaçaylılar ile aynı" denilen, ve benim Balkarlar olarak bildiğim, Malkarların 10 Mart 1944'te, s.172-176, 
 vatanlarından sürgün edilmeleri anlatılmış. 
* 
1868'de İngiliz Freshfield'in Elbruz'un zirvesine çıkışı ile ilgili bazı hususlar, ve, aynı zirveye ondan önce 1829'da, general Georgi Emanuel liderliğindeki bir Rus keşif gezisinde, Kabartay yöresinden bir Çerkes olan Killar'ın çıktığı da anlatılmış. S. 177-193  
* 
Muhtelif konular var: 
.Bolşevik "kahramanı" olan Kutay takma adlı Malkar İsmail Zankişiev'in 1940'larda "haydut" haline gelmesinin hikayesi, ve, bu çerçevede bazı Sovyet uygulamaları, 
.1942 Kasım'ında neredeyse nedensiz bir şekilde Sovyet askerlerinin, benim şimdiye kadar hiç duymadığım, Malkar köylülerini çoluk çocuk demeden katletmesinin hikayesi, 
anlatılmış. s. 194-240 
.Doku Zavgayev'in danışmanlığını da yapan Çeçen Aidrus Khazaliev'in 1995 başlarında Grozni'deki yaşamına ait günlüğünden notlar aktarılmış, ve, bir yerde şöyle denmiş: "Khazaliev'in kişisel acı hikayesinden bağımsız düşünüldüğünde, bu hikaye Rusya'nın Çeçenistan'da yaptığı her şeyi simgeliyor: garez, kin, merhametsizlik, adaletsizlik ve aptallık. Özetle, Rusya Çeçenistan'ı tuvalet olarak kullanmıştı." s. 243-255 
.Gürcü Prens David Çavçavadze'nin  eşi prenses ile çocuklarının 1854'de Şamil'in adamlarınca kaçırılması ve Rusların elindeki oğlu Cemaleddin ile bunların takas edilmesinin hikayesi anlatılmış. s. 270-284 
."Krasnaya Polyana... Kazakistan'da küçük bir Çeçenistan"da yaşayan takma adıyla Vis Hacı'nın Sufi cemaati anlatılmış. s. 335-344 
.Beslan'da öğrencilerin rehin alınmasının faciayla bittiği olay, yalanlar, hukuksuzluklar, tiyatro baskını, Moskova'da bombalamalar, uçak düşürme, s. 367-402 
.Malkar Rasul Kudayev'in Afganistan'dan Amerika'ya ve sonra Rusya'ya uzanan hikayesi, 418-429 
."Sonunda, gardiyanlar İsrailov'dan bıktı ve eski direniş savaşçılarının normal hayata dönmesini sağlayan af sisteminden yararlanıp çıkmasını sağladılar. Binlerce ayrılıkçı savaşçı bu kanundan yararlanıp Kadirov'un özel ordusuna katıldı. İsrailov da bunlardan birisiydi. Ancak, direnişçi ruhu ölmemişti", 450, ifadelerinde anlatılan ve Avusturya'da 13 Ocak 2009'da öldürülen Umar İsrailov' un hikayesi, 449-452
de anlatılmış. 
 
Böyle bir eseri, ne yazık ki, bu coğrafyadan biri değil, bir İngiliz yazıyor; başka türlü bir anlatımla, bu coğrafyadan biri yazamıyor! 
* 
Gelişmişlik ve geri kalmışlık göstergesi mi? Değilse, nedir? 
* 
İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça, Türkçe, Arapça kaynaklardan yararlanılmış! 
Epeyce farklı coğrafyalarda, fiilen gözlem ve temaslar yapılmış. 
Eser böyle hazırlanmış. 
* 
Böyle bir çalışma sonucu oluşturulan bir eseri de, elbette, bu coğrafyadan birinin değil, bir İngiliz'in yazması daha doğal, eşyanın tabiatına daha uygun! 
* 
Çerkeslere, bugün, geleneklerini de, neredeyse, bir İngiliz öğretiyor, denebilir! 
Ne kadar acı da olsa, gerçek bu değil mi? 
Zaten, geçmişte de, öyle olmamış mı? 
Çerkes bayrağını bile bir İngiliz hazırlamışmış! 
* 
Yazılanlar tamamen doğru olabilir mi? 
Ve, yeterli? 
* 
Geçmiş ile bugün arasında ne çok benzerlik var! 
* 
Bu arada, sanırım, tercümede sorunlar var!  
* 
Bir konu var, ki, iki yönden çok acı. 
Çerkeslerin ihraç malı çocuklarıydı; erkekler asker olmaları, kızlar üremeleri için, talep ediliyordu, ve, bunları aileleri satıyordu, deniliyor. 
Birincisi, olayın kendisi, ki, bence, doğru, ve, çok acı. 
İkincisi, Çerkes çocuklarının satılmasının bu şekilde olduğunu idrak etmemizi sağlayacak bir yayını da, bir İngiliz'in kaleminden okuyoruz. 
Satılmanın bu şekilde olduğunu, bir Çerkes, bu açıklıkta yazamıyor! 
İkinci acı yönü de bu değil mi? 
* 
Esasen "Çerkeslerin çocuk satması" bir şekilde son yıllara kadar Türkiye'de de sürmemiş midir? 
1960'larda, 1970'lerde, Çerkesler kızlarını satıyor, söylemi, bizim yöremizde çok sık dile getirilen bir söylemdi! 
Civar illerden evlenmek isteyenler Çerkes köylerine gelip en güzel kızları hemen alıp götürürlerdi, ve, bunun bir tür satma olduğu, düşünülürdü, de. 
Yakınlarımdan da örnekler var. 
Gerekçesi, o günkü gibi, bu gün de, daha iyi bir hayat özlemi idi. 
Yani fakirlik. 
 
"Bunu okuyorsanız, dünyayı gezmek isteyen herkesin WCMT'ye (www.w-cmt.org.uk) yardım için başvurmasını öneriyorum", denmiş. 461 
* 
Belki bir yararı olur, düşüncesiyle, kaynaklarından hiç olmazsa bir kısmını buraya kaydetmek istedim:
"KAYNAKLAR/... kitabın büyük kısmı benim gezilerim sırasında tanıştığım insanların kişisel hatıralarına dayanmaktadır... Aynı zamanda... Rusça, İngilizce ve Fransızca kaynaklardan da yararlandım.../ Kafkasya'nın istilası ve yörenin genel tarihi hakkındaki en iyi kitap John F. Baddeley'in Rusların Kafkasya İstilası adlı kitabıdır. 1908'de basılmasına rağmen hala mükemmel bir kaynaktır... Moshe Gammar (Londra, 1994)'in Çara Karşı Müslüman Direnişi de mükemmel bir kaynaktır./.../... Potto'nun... (Kafkasya Savaşı Üzerine..., 1889 basımı)…/.../ "Şanımız büyük olsun" hikayesi, inanılmaz güzellikteki Kafkas halk hikayelerinden derlenmiştir ve John Colaarusso tarafından... (Kafkasya'dan Nart Hikayeleri) (Princeton, NJ, 2002) adı altında çevrilmiştir./... Çerkes diasporası hakkında çok az araştırma vardır.../.../... Edmund Spencer'ın... (Çerkesya... Geziler)… kitabı da oldukça yararlı oldu./ Tornau'nun anıları... (Kafkasya'da Görevli bir Subayın Anıları), 1864 yılında Moskova'da basıldı... John Shelton Curtiss'in... (I. Nikolay'ın Emrindeki Rus Ordusu) ( Durham, NC, 1965) çok şahane bir eserdir./ Alexander Dumas... (Kafkasya Macerası)… Xavier Hommaire de Hell'in... (… Geziler) (London, 1847) da çok yararlı olmuştur... Lorer'in anıları... (Bir Aralıkçı'nın Notları) adı altında 1931 yılında basılmıştır. Çok etkileyici ve güzeldir./.../ David Urquhart birçok tarihçinin ilgisini çekmiştir, fakat... biyografisi... çok da iyi bir kitap değildir.../.../ G.H. ver tarafından yazılan... (David Urquhart ve Doğu Sorunu 1833-37) (… 1936) çok faydalıydı.../... Esir ticaretinde... en iyi kaynak, Ehud R. Toledano'nun yazdığı... (Osmanlı Esir Ticareti ve Bastırılması) (Princeton, NJ, 1982)./.../ Susan Layton'nun... (Rus Edebiyatı ve İmparatorluğu) (Cambridge, 1994) en iyi eleştiri özetidir./ Diğer yararlı eserler ise şunlardır: Lauren G. LeighTon'ın Alexandre Bestuzhev-Marlinsky (Boston, 1975); Lewis Bagby'nin... (… Marlinsky ve Rus Byronizm'i)… Elainee Feinstein'nin Pushkin (London, 1998); Laurance Kelly'nin inanılmaz güzellikteki eseri... (Lermontov: Kafkasya'da Trajedi) (London, 2003); Harsha Ram'in... (Puşkin El Kitabı)… ve T.J. Binyon'un Pushkin (London, 2002) eseridir./.../... de Fonvielle'in hikayesi ilk olarak Rusya kraliyet dergisinde yayınlanmıştı.../.../ Bugünkü modern tarihte bir zamanlar Çerkesya olan yerleri kapsayan fazla bir kaynak yok.../.../ Sınırdışı edilmelerle ilgili en iyi kitap Rober Conquest'in... (Ulus Katilleri) (London, 1970) kitabıdır. Alexandr Nekrich'in... (Cezalandırılmış Halklar) (New York, 1978) kitabı da iyi bilgiye sahiptir... Anne Applebaum'un güzel eseri Gulag (London, 2003)… Pavel Polian'ın... (İstekleri Dışında: SSCB'de Göçe Zorlananların Tarih ve Coğrafyası) (Budapest, 2003) de yararlı bir kaynak olmuştur./.../... Çeçenistan'daki Khaybakh köyünde yapılan katliam Carlotta Gall ve Thomas de Waal'ın mükemmel eserleri Çeçenistan: Küçük Galibiyet Savaşı (London, 1997)'de çok iyi tarif edilmiştir.../.../... Baddeley'nin şahane iki ciltlik... (Kafkasya'nın Engebelli Sınırları) (Oxford, 1940). Bu kitap bölge ile ilgilenen herkes için bir hazinedir. Aynı zamanda, Zhilyabi Kalmikov'un doyurucu eseri de önemli bir kaynaktır... (Kabardey ve Balkarya'da Rus Yönetiminin Oluşması) (Nalçik, 1995)./ 1920'de Güney Rusya'da beyaz yönetimin çöküşünü gözleyen "alaylı gazeteci" C.E. Bechhofer'di... (Denikin'in Rusyası ve Kafkasya'da) (London, 1921) adlı kitabı açıklaması zor bir şekilde literatürde hiç etkin olmayan bir eserdir. Richard Douglas King'in... (Sergey Kirov ve Terek Bölgesinde Sovyet Gücü 1917-18) (New York, 1987) çok yararlı bir kaynak oldu./.../... eşsiz bir kitap olan K.G. Azamatov.... I.M. Chechenov'un... (Çerkes Trajedisi) (Nalçik, 1994) adlı eseridir. 1942'deki katliam... Bu kitabı ne kadar övsem azdır./.../ Çeçenlerle Rus hükümeti arasındaki ilişkileri genel olarak anlatan en iyi kitap Moshe Gammer'ın... (Yalnız Kurt ve Ayı) (Pittsburgh, 2006)'dır./ Marie Bennigsem-Broxup... (Kuzey Kafkas Bariyeri) (London, 1992) içinde birçok makale... ama belki de en iyisi Çeçenler hakkında olandır./ 1994-96 savaşı... en iyilerinden bazıları Sebastian Smith'in... (Allah'ın Dağları) (London, 1998), Gall and de Waal's... (Çeçenistan: Küçük Zafer Dolu Bir Savaş) ve Vanora Bennett'in... (Ağlayan Kurt) (London, 1998) isimli eserleridir./.../ Rus Devleti'nin çöküşü ve suç örgütlerinin 1991'den sonra yükselişi, Stephen Handelman'ın... (Suçlu Yoldaş) (New HavenConn., 1995) kitabında çok güzel anlatılmaktadır./.../ Şeyh Mansur'un hayatı hakkında anlatılan hikayeler tam gerçek olmayabilir... Temel biyografi Mansur'un soyundan geldiği söylenen "Nart"ın yazdığıdır. Bu 1924'te yazılmıştır ve Central Asian Survey (vol.10, no. 1/2, 1991)'de basılmıştır. Diğer detaylar... (Runovski'nin Günlüğü)'deki İmam Şamil'in son günleri hikayesinden alınmıştır./ Nakşibendi İslam'ın Kafkaslar'aa gelişini anlatan en iyi kitap Anna Zelkina'nın... (Allah'ı ve Özgürlüğü Arayış) (London, 2000). Biraz daha eski, fakat yine aynı derecede enterasan bir kitap da Alexandre Bennigsen ve S. Enders Wimbush'un yazdığı... (Mistikler ve Komiserler: Sovyetler Birliği'nde Sufism) (Berkeley, CalifPress, 1985)'dir./ Yine yararlı bir eser de Hilary Pilkington'ın... (Sovyet Sonrası Rusya'da İslam) (London, 2003)'dir./ Timur Mutsurayev'in albümleri bugünler de zor bulunuyorlar... "Şeyh Mansur"… adlı albümde./ İmam Şamil'in Gürcistan'a yaptığı saldırıları çevreleyen olaylar... özellikle Lesley Blach'ın... (Cennetin Kılıçları)… detaylı anlatılmıştır.../ Diğer yararlı kaynaklar şöyledir: Anne Drancey's... (Çeçenlerin Esirleri) (Paris, 2006); E.A. Verderevski'nin İki Rus Prensesi'nin Kafkaslar'da Esareti (Londra, 1857...); ve Anonim bir Rus Subay'ın yazdığı... (Şamil'e bir Gezi) (London, 1857)./.../ Runovsky'nin biyografisi... (Runovski'nin Günlüğ) ve yine kendi yazdığı... (Şamil Hakkında Notlar) (St. Petersburg, 1860) kaynaklarından gelmektedir. Yine aynı kaynaklar Cemaleddin'in acı sonunu anlatmaktadırlar. Şamil'in Gunip'teki direnişi ile ilgili hikaye Abdurakhman Kratkoe... (İmam Şamil'in Yaptıklarının Bir Kısa Yorumu). Bu kitap 2002'de Moskova'da Arapça ve Rusça olarak tekrar basılmıştır./.../ Kundukhov'un otobiyografisi, Caucasian Quarterly dergisinin Nisan ve Eylül 1938 tarihleri arasındaki sayısında bulunabilir. Ancak sinir bozucu tarafı bu yayın bir şekilde ortadan kayboldu ve Bölüm 6'dan sonra otobiyografi yalnızca Fransızca olarak kardeş dergi Le Caucase'da mevcut./... S.K. Bushuev'in... (Dağlıların Şamil Liderliği altında verdikleri Bağımsızlık Savaşı) (Moscow, 1939) adlı eseri... M.I. Quandor'un...Muridizm (Nalchik, 1996)'da... (Şamil ve Müridism'in Değerlendirmesi" adında bir bölüm var. Bu bölümde Sovyet tarihçiler Şamil'i kötülemek için komünist yazarların attıkları adımları hoş bir şekilde detaylandırıyorlar./ İlk önce Krasnaaya Polyana'daki Çeçenler'i Michaela Pohl'ün araştırmasından öğrenmiştim./... Soljenitsin'ın Gulag... Sultan Yashurkayev'in günlükleri birçok Avrupa diline çevrilmiştir, fakat ne yazık ki İngilizce veya Rusça değildir.../.../ Timothy Phillps'in... (Beslan: 1 No'lu Okul Trajedisi) (London, 2007) kuşatmanın hikayesini anlatıyor./ Benim odak noktam Basayev'in kendi ortamında geliştirdiği taktikler ve genellikle Çeçen fanatikliğiydi... diğerleri Arap ve uluslararası bağlantıların altını çizmeyi yeğliyorlar. Benimkinden farklı bir görüş... Yossef Bodansky'nin Chechen Jihad adlı kitabı... güvenlik güçlerinin görüşlerini yansıtmaktadır. Kitabı sevmeseniz bile, bu kadar dar görüşlü bir mantıkla bu kadar bilginin toplanmasına şaşırabilirsiniz./ Kulayev'in yargılanması... www.pravd-abeslana.ru sayfası... hükümetin soruşturmasındaki eksiklikleri hakkında kızgın yerli halk tarafından biraraya getirilmiş materyaller.../ Rus vahşeti konusundaki en iyi çalışmaların bir kısmı efsanevi Anna Politkovskaya tarafından yapılmıştır. Kitabı... (Kirli Savaş) (London, 2001) neler yaşandığının ürkütücü bir resmini vermektedir. Başka eserler, Andrew Meier'in... (Çeçenistan: Çatışmanın Kalbi) (New York, 2005) çok güzeldir. Anne Nivat'ın Chienne de guerre (New York, 2001) Çeçen direnişinin kırılışını anlatan güzel bir hikayedir./ Paul Yule'ın yönettiği Babitsky'nin Savaşı adlı belgesel... Babitsky'nin 1999-2000'de Grozni'de... oluşturduğu kayıtları içermektedir. Şiddetle öneriyorum./ KudayevGuantanamo Bay'de tutuklu bulunanlar için adaleti arayan İngiliz insani yardım kurumu "Reprieve"den destek görmüştü... Çok güzel bir kitap olan Clive Stafford Smith'in yazdığı... (Kötü Adamlar) (London, 2007)… problemleri göstermektedir./.../ Sığınma başvurusu konusu... UNHCR... raporu... www.unhcr.org web sitesi.../ Putin'in yorumları www.kremlin.org sayfasında mevcuttur. Bu şaşılacak kadar güzel bir web sitesidir" 463-475 
*
-"ÇEVİRMENİN NOTU/ Bu kitabın çevirisi benim için duygusal bir zaman yolculuğuydu. Kendi hakkımda yeni bir şeyler öğrenmek ve en azından Türk olmak kadar bende aidiyet duygusu uyandıran Çerkes kimliğim hakkında yeni şeyler keşfetmek inanılmaz zevkli bir yolculuktu./ Ben Türkiye'deki dördüncü nesil Çerkeslerdenim. Anne tarafından. İki kimliğimi de gururla taşıdım tüm yaşantım boyunca, ancak Çerkes/Nogay kimliğim konusunda çok bir şey bildiğim söylenemez... çok fazla da bildiğim söylenemez. Biz aidiyetimizi sınırlı yaşadık.../ Eğer ben çocukken böyle bir fırsat verilseydi, kendi zenginliğimi keşfetmem sağlansaydı... öğrenmiş olurdum.../.../ Dilek Ş. H." 14, 15 

* 
Kitaptan diğer bazı notlar: 
-"Kuzey Kafkasya, düzinelerce dil...hiçbirisi yirminci yüzyıla kadar yazılı değildi, yalnızca sözlü kullanılıyordu./ Durum böyle olunca, yüzyıllarca yabancı dillerde tanımlanır hale gelmişti... Bu dillerin herbiri de Kafkas dillerinin kullandığı alfabeyi kendi dillerine uygun bir şekilde geliştirdiler./ Böylece, isimler şaşırtıcı çeşitlilikte yazıldı.../... hiçbirisi tatmin edici değildi.../ Kafkasya'da bulunan gezgin ve tarihçi John F. Baddeley, 1908'de.../.../... İngilizce'de ırkçı bir ayrımı belirtmek için dikkatsizce kullanılan "Kafkas" terimi... On sekizinci yüzyılda yaşamış ırkçı Alman filozof, Christoph Meiners, antropolog meslektaşı Johan Friedrich Blumenbach'ı etkileyerek "beyaz" ırkın güney Kafkasya'dan geldiği konusunda bir klasifikasyonun oluşmasına neden olmuştur./ Bugüne kadar, İngilizce'de "Caucasian"… ırksal bir kategoriyi göstermektedir... Kafkasya'dan olan kişileri ve kültürel öğeleri tanımlamakta yetersiz kalmaktadır.../.../... Kafkas dağlarının kuzey yamaçları, Türk dünyasının önemli bir parçasıydı./... boylar... mektuplarını Türkçe yazıyorlardı./.../... Türkiye'de yaşayan beş milyon kadar Kafkas halkının hayatları, birlikte yaşadıkları Türklerin çoğunun çok da farkına varmadığı bir şekilde akıp gider" 9-12 
-"Yeya nehri.../.../ Rusya, 1783'de kendisine bu bataklıklardan güneye, dağlık alana giden yolu açtı... bozkır göçebelerinin gücünü yok etti. Rus halk edebiyatında... buraları geri ve fakir bırakan doğudan gelen terör olarak tanımlanan bu halkın torunları buradaki çamurlu sularda yok oldular... Moskovalılar sayıca yörükleri geçti... Rusya geleceğini kurmak için özgürdü artık.../ Yeya Kalesi... 1783... Nogay toplumu... Suvarov onlara, yeni hükümdarları Çariçe Büyük Katerina'ya bağlılık yemini için gelmelerini emretmişti. Üç gün süren ziyafet sırasında, onları... ikna etti.../.../ Suvarov'un... bir sürprizi vardı... pılınızı pırtınızı toplayın ve Volga nehrini geçip Ural dağlarının güneyindeki düzlüklere geri dönün.../ Kırım sultanı... göçebe kavimlere hükümranlığını hemen hemen hiç hissettirmemişti. Onlar için devlet, saygı duyulacak bir kurumdu, itaat edilecek değil... yeni gelen emir onları... dehşete düşürdü... 6.000 adet silahlı... ayaklanıp... liderlerini öldürdüler. Yeya Kalesi'ne doğru yürüdüler.../... Suvarov buna hazırdı. Belki de bu hep istediği bir sonuçtu... Rusya'nın disiplinli askeri birlikleri... örgütsüz halk kitlesini kolayca yok edebilirdi... Nogay'ları... bataklık alana sıkıştırdı./.../ Hatta... Rusların büyük 19. yüzyıl Kafkas tarihçisi... Potto, Nogaylardan acıma ve şefkatle bahseder./ "Tatarlar... karılarını kestiler ve çocuklarını sularda boğdular."/ Yıkım inanılmazdı. Suvarov... hediye olarak 300.000 at... sayısız kadın ve çocuk göndermişti.../... Ruslar, vadiyi Nogayların kanları ile suladı./.../ Bu ikinci harekattan sonra, Nogay ulusu silinmişti.../... Yeya'nın güney yakası boş bir alan oldu ve yerleşmeye müsait hale geldi... Ruslar... Kafkas dağlarına giden yolu açtılar... kendileri için en büyük ödül olabilecek Hindistan'a da ilerleyebilirlerdi. Rusya, kendi kaderini keşfetmişti ve Kafkasya önlerinde engeldi.../ Nogayların güneyi... halklar, binlerce yıldan beri şaşılacak kadar karmaşık, özgür... bir sosyal doku oluşturmuşlardı... dışarıdan bir müdahale olmadığı için rahatlıkla günlük yaşamlarını sürdürme ve ilerleme olanakları oldu./... Türk esir tacirleri, onların kızlarını ve oğullarını, Osmanlı İmparatorluğu'nda paralı asker ve cariye olarak hizmet vermek üzere satın aldılar.../... Kafkasya belki de etnik olarak dünyadaki en karmaşık yer haline gelmiştir. Buradaki tüm dil grupları, dışarıdan bir etki olmadan var olmuşlardır. Çerkesce... hiçbir dille ilişkili değildir. Çeçence ve İnguşça'nın kökenleri dilbilimcileri hayrete düşürür... Dağıstan'da kırk değişik dil... tüm Avrupa Birliği içinde altmış beş dil vardır./ Bölge... kendi gelenekleri ile bambaşka bir alemdir. Bir çoğu... çok önceki dönemlere dayanır... dışarıdan bir müdahale olmadan kendi kendini yönetmişlerdir./ Örgütlü hiçbir güç, Kafkasya'nın kuzey yamaçlarını daha önce ele geçirememişti.../... Nogayların yok edilmesi ile birlikte, yepyeni bir güzergah açılmıştı.../ Ruslar yeni açılan bozkırları hızla silip süpürdüler. Rus Kazak kolonileri... köylerini oluşturmaya başladılar... takip eden iki yüz yıl boyunca, Rus ordusu... her bir komşusunu, Napoleon'u ve... Hitler'i yenecekti. Hiç kimse, Kafkasya'nın vadilerindeki sözde vahşiler kadar onlara direnmedi./ Dış dünya, 1783'deki Yeya bataklıklarında olan çarpışmaların farkına bile varmadı... başka sorunlar vardı. Amerikalılar demokrasilerini kuruyorlardı; Fransızlar da kendilerininkini. İngilizler kumaş dokuyup kömür çıkarıyorlardı.../ Nogaylar gibi... kıyım ödüllendirilecekti. Suvarov, 1. Derece Aziz Vladimir Nişanı'nı aldı.../.../ Fakat hiçbir ulus, Nogaylar kadar kolayca ortadan silinmedi. Aslında Rusya... herkese eşit derecede acımasızdı./ Rus imparatoru II. Aleksandr'ın orduları, bugün çarlığın en büyük reformcusu olarak saygıyla anılır ancak, Kafkas kabileleri için onların en önde gelen katilidir.../ Avrupa topraklarında ilk modern soykırımdır... 300.000'e varan bir sayıda Çerkes, Rusya onları son kez 1864 yılında... topraklarından sürdüğünde... öldüler.../ Seksen sene sonra... Stalin, Türki diller konuşan Kafkas halklarını ve Çeçenleri... sürerek ezip geçmişti. Yüzlerce, binlercesi de böyle öldü./ 1990'larda... bir türlü sindirilemeyen aynı Çeçenler... eşi benzeri görülmemiş bir şekilde savaştılar... gaddarlıktan bezmiş on binlerce Çeçen, yalnızca bir bavul alarak... ayrıldı..../.../ Birkaç şerefli istisna dışında, tüm dünya dağlardaki bu kıyıma kayıtsız kaldı. Çerkeslerin toplu göçü o zamanlar başlıklarda kaldı... Çerkes soykırımı... bilinmez./.../ Çeçenler, diğer yandan, jeopolitik kurbanlardır. Onların bazı liderleri bağımsızlık kazanmak için yapılan çabaların sonucu olarak çok kötü şiddete maruz kalmalarına neden olacak kadar aptallıklar yapmışlardır. Dünya, tüm Çeçen halkını terörist olarak etiketlemiştir ve tüm dünya Çeçenlerin kendi kendilerini yönetme isteğini bastırmak için Moskova'nın kullandığı korkunç stratejiyi eleştirmekten imtina etmiştir. Cehalet umursamazlığı getirmiştir, o da daha derin bir cehalet ile sonuçlanmıştır./... bir arkadaş... Putin ile röportaj yapmak için bir görüşmecinin nasıl... geldiğini anlattı... oralı çalışanların hazırladığı soru listesine bir göz attı; zor durumdaki Çeçenler ile ilgili bir soruyu gördü ve sorunun üstünü çizdi./... neden böyle yaptığı sorulduğunda yalnızca "Onlar hakkında geçen sefer sormuştum" dedi. İki görüşme arasında... belki de on bin kadar Çeçen, Putin'in ordusunun başlattığı savaşta yok olmuştu./.../... Çeçen mülteci kampını ziyaret etmiştim... Çeçen bir kadın... 12 çocuğu... Çocukların hepsi onun değildi.../ Soba yoktu.../... insani yardım kuruluşunun budalalığına gülebiliyordu.../.../... belki de Avrupa'daki en yüksek nokta olan Elbruz dağı.../... O kadını ve dağları hatırladım ve her ikisinde de pırıl pırıl parlayan, saflığı ve temizliği ve hiçbir şekilde parçalanamaz hayata bağlılıklarını" 17-28 
-"İsrail.../.../... İbrani harfleri... başka bir alfabe de vardı: kiril alfabesi... hoşgeldiniz yaısıyzıKfar-Kama köyü.../.../... Osmanlının kıyılarında sahile atılıp... Onlara hiç kimsenin istemediği toprakları verdi ve de... Osmanlı'nın hükümranlığına başkaldıran sadakatsiz uluslara ya da anarşist yörüklere ait toprakları verdi.../ Bu köye, darmadağın edilmiş... bu ulusun kültüründen geriye ne kaldığını görmek için gittim.../... yakışıklı Khon, atalarının tüm izlerini taşıyordu.../... Göz alıcı bir güzelliği olan karısı Dina.../ Khonhabze geleneğini harfiyen uyguluyordu. Bu, Çerkeslerin günlük hayatlarını belirleyen davranış kuralları anlamına geliyor.../.../ Atalarının yaptığı, Nart hikayeleri aracılığıyla (insanlardan önce Kafkasya'da yaşamış efsanevi devler) kadın ve erkeklerin nasıl davranması gerektiği konusunda tekrar tekrar örnek hikayeler sunmaktı.../.../ Habzenin mihenk taşı saygıdır.../.../... Bu toplum, aristokrasiyi ve köleliği yücelten bir toplum değil, fakat ortak yaşamın paylaşıldığı bir cemiyetin parçası olmaktan haz duyan özgür bireylerin oluşturduğu bir topluluk./.../ Yeni yerleştikleri yerlere bağlılık göstermeleri, Çerkeslerin 1864 trajedisinden bu tarafa en önemli özelliklerinden birisi olmuştur... Osmanlı için savaşlara katıldılar./... Türkiye... saflarında savaştılar, liderleri Ethem... Atatürk tarafından sürülmüştü./.../... habze nefsi terbiye etmek demek ama bu tanım yine de yeterli değil.../.../... Diyner... Kayseri şehrinde yaşıyor... Türk olmadığını söylemenin politik bir davranış olduğu bir Türkiye'de.../.../... 1864.../ Samsun'a varmışlar... ilerlemişler... Uzunyayla'ya varmışlar. Burada o zaman yörükler yaşıyormuş.../... kurak, berbat bir yer, ağaçsız ve rüzgara açık bir yer.../... Verimli topraklarından kopup... bu kurak ve verimsiz topraklara yerleşmek Çerkesler için çok acı veren bir göç olmalı./... Samsun'dan güneye doğru bir çizgi üzerinde yayılmışlar.../.../... Osmanlı'nın can damarı tarım alanlarını vahşi yörük kabilelerinden korumak için bu alanların kıyısına yerleştirildiklerini söylemekten hoşlanıyorlar. Bu hoş bir efsane ve hoş duygular uyandırıyor. Ancak, gerçekte yörüklerin kullandığı toprakların hiçbir başkaldırı olmaksızın yeni gelenlere verilebilmesi senaryosu daha olası gözüküyor.../.../... Kefken.../ 2008'de benim de katıldığım anma töreni..." 31-47 
-"Ancak, bazı açılardan, yeniden birleşmiş bir ulus fikri yanıltıcı... Dünyanın değişik yerlerindeki Çerkesler, diğer ülkelerde yaşayan soydaşlarının, diğer Çerkeslerin bazı adetlerini anlamakta güçlük çekiyorlar./ Belki de hiç şaşırtıcı değil, İsrail'deki demokrasi altında büyüyen bir Çerkes ile komünist Rusya'da veya Ürdün ve Kosova'da baskıcı rejimi altında büyüyen arasında anlayış farkı olması... yine de Çerkeslerin en büyük hayal kırıklığı, 1991'den sonra... atalarının anavatanlarının çok fazla Ruslaşmış olduğunu görmekti./.../... Rusların kendilerine... verdiği... hoş evlere rağmen oraları bırakıp, geri döndükleri inanılmaz fakirlikteki Kosova köylerinde buldum onları./.../ Diğer ülkelerde de Çerkesler Kafkasya'ya yerleşmek hayallerini gerçekleştirmek konusunda problemler yaşadılar. Teoride, ataları Rusya'dan olan kişiler Rus kanunlarına göre oraya geri yerleşmek hakkına sahiptirler. Fakat, uygulamada, bunun gerçekleşmesi oldukça zor.../.../... Çerkesler arasındaki en büyük fark belki de Ürdün'de. Burada Çerkesler ayrıcalıklı bir yere sahip.../... Amman, bir Roma şehri kalıntılarının üzerine Çerkes mülteciler tarafından kurulmuş ve Çerkesler hala kraliyet ailesinin güvenliğinden sorumlular.../... Amerika ve Avrupa'yı kültürel olarak daha yakın buluyorlar.../ Amman'da... gösterişli havuzlar... şık dairelere davet edildim... bir grup öğrenci ile tanışmak için gelmiştim.../.../ NART... televizyon ekibi... ne kadar genç olduğunu öğrenince hayretler içinde kalmıştım.../... Çoğu üniversite öğrencisi olan on üç kişi.../... diasporanın tüm dillerinde yayın yapmayı planlamıştı.../.../... Biz konuşurken başka bir adam geldi ofise. Otuzlu yaşlarda... Adı Yinal Hatik... Ürdün Prensi Ali...'in personel müdürü./... Prens... Birlikte atla Kafkasya'ya gitmek için bir plan yaptılar... 1998'de... Nalçik'e doğru yola devam ettiler./.../ "Ruslar, bir Çeçen ile bir Çerkes arasındaki farkı ayırt edemiyorlar..."/... Çerkes toplumu hala bölünmüş olursa... bu insanları kırılmış ve yüz yıl nehir üzerinde suyun akışına bırakılmış bir kaba benzetiyorum... Onları bir araya getirmek çok mümkün olmayacak./ Ancak bu kültürün anlaşılmasını sağlayacak kadar desen bu günlere gelmiş.../.../ Aile birliği... Çerkes kültürü de, zaman zaman... Sicilyalı... türden mafya gruplaşmalarına yatkın olmuştur. İstanbul yakınlarındaki Çerkes köylerinde suç imparatorluklarının gelirlerinde yapılmış ihtişamlı köşkler, saraylar olduğu bilinir. 1990'larda... "Bermuda Şeytan Üçgeni" olarak biliniyordu.../.../... havaya atılan kurşunlar.../.../... Çoğu problemimizi polise gitmeden çözeriz. Aynı şekilde, eğer fakirsen dilenmene gerek yok; herkes sana yardım edecektir; biz birbirimize yardım ederiz.../... İsrail'deki Çerkes köylerinde niye hırsızlık yok diye sorduğumda..." 48-58 
-"Benden 170 sene önce iki İngiliz... Çerkes dünyasında geziyorlardı... Longwort ve... Bell... görevli gönderilmişlerdi./ Onların bir arkadaşı, alt rütbeli bir İngiliz diplomat... Urquhart, kendi dış politikasını oşuşturmuş... Londra ile Sankt Petersburg arasında bir savaşı alevlendirmek için harekete geçmişti. Planı Rusları, Çerkesler ile ticaret yapan bir İngiliz gemisine... el koymaları konusunda ikna etmek ve böylece Londra'yı Çerkes bağımsızlığına destek vermek için harekete geçirmekti. Çerkes bağımsızlığı Osmanlı... da Rus genişlemesine karşı koruyacaktı; bu da İngilizlerin Hindistan'daki hükümranlığının devamı anlamına geliyordu./ Osmanlı'nın zayıflığı, İngiliz emperyalizmi ve Rus genişlemesi arasındaki çelişki daha sonra Kırım Savaşı'nın da kıvılcımlarını da ateşlemişti fakat yine de Urquhart'ın planı... Zamanına göre çok tuhaf karşılanacak bir plandı.../ Bu İskoç diplomat... ikna yeteneği olan bir adamdı... İngiliz elçiliğindeki pozisyonu... başarıya hayli yaklaşmasını sağladı... protesto mektupları gitti geldi. Fakat sağduyu hakim geldi, savaş olmadı.../... iki arkadaşını, İngiliz birlikleri geldiğinde karşılamaları için oraya göndermişti. Bu sayede... Kafkasya'nın neye benzediğinin detaylı bir betimlemesi var elimizde./... en dikkat çeken öğelerden bir tanesi Çerkeslerin Türk kültürü ile nasıl kaynaşmış oldukları... İstanbul'da bir çoğu anavatanları ile illegal ticaret yapan geniş bir Çerkes nüfus.../... Anapa birçok kez el değiştirmiş bir Türk kalesiydi ve 1828'de Ruslar tarafından alındı. Bu... anlaşmada, Türkiye, Rusya'ya Karadeniz'in kuzeyini ve Çerkeslerin anavatanını bıraktı./ Rusya, asırlar boyunca Çerkeslerle arasıra ilişki kurmuştu... Yine de Anapa onların istilası için anahtar konumdaydı./ Eğer Çerkesya 1828'den önce birine aitse, o da Türkiye'dir. Fakat, Türkler hiçbir şekilde yönetimlerini diretmediler buralarda... Rusya 1829'da Osmanlı İmparatorluğu ile yaptığı anlaşma ile kazandığı Kafkasya'ya kendi haklarını kabul ettirmek için büyük bir savaş açtı. (BENCE BU KISIMDA ANLATILANLAR DOĞRU DEĞİL. RUSLAR EPEYCE ÖNCESİNDEN KAFKASYA'YA SİSTEMLİ BİR ŞEKİLDE SALDIRMAYA BAŞLAMIŞLARDI VE OSMANLI BU DURUMA KARŞI ÇIKMAMIŞTI. SAHİPLİK BÖYLE Mİ OLUR? VE, SADECE (Y)ERMOLOV ADI BİLE, BURADA ANLATILANLARIN DOĞRU OLMADIĞINI GÖSTERMEYE YETER)/... saldırıların varlığı çok zaman öncesine dayanıyor. Çerkesler Akdeniz kültürüne çok iyi bir şekilde intibak etmişlerdi. Binlerce yıldır güneydeki kültürün ayrılmaz bir parçasıydılar. Jason ve Argonaut'lar gelip bu kıyılarda "Golden Fleece"i aramışlar... Yunan kültürünün bu büyük dağ silsilesi ile ilgisini gösteren diğer rivayetler vardır... Prometheus... İncil'e göre Nuh'un gemisi bu sıradağların güney ucundaki Ağrı Dağı'nda karaya oturmuş ve daha önce Elbruz dağlarına dokunarak geçmiş.../... Ruslar Çerkesleri silip süpürmeden önce Rumlar, Cenevizliler ve Türkler onlarla yüzyıllarca alışveriş yapmışlar... kadın ve erkek köleleri alıp güneydeki ülkelerin haremlerinde ve ordularında kullanmışlardır. Bu iki alanda, Çerkeslerin ünü çok yayılmıştır. Batı Avrupa'nın çoğunda Çerkes kadını güzellik ve zerafeti temsil eder. Erkekler ise askerlik için seçilirlerdi.../ Bell'in... bindiği geminin kaptanı... demokratik ve aynı zamanda muzip, dalaverici bir kişiydi. Göze aldıkları riskler çok büyüktü, çünkü kıyı Rus gemileri tarafından bloke edilmişti... yeşil ve altın sarısı... Çerkes bayrağını Urquhart tasarlamıştı.../ Ruslar ateş açmasına rağmen... kıyıya varmayı başardı... ürkütücü Rus donanmasının beceriksiz olduğu kanısına kapılmamak mümkün değil./.../ Bell'den ayrı gelen Longworth'un teknesi, Bell'in teknesi ile eş zamanlı olarak kendisini takip eden Rus savaş gemisini geçmişti.../.../ Bu iki gezgin Çerkesya'ya gelişlerinde çok sıcak ilgi ile karşılandılar... Bu kültürün en önemli özelliği inanılmaz boyuttaki konukseverlikti. Her evde... bağımsız... bir konuk odası vardı.../... Devletin, din örgütlenmesinin ve paraya dayalı ekonominin olmadığı bu yerlerde iki gezgin alışık oldukları türden konaklama yeri bulamadılar. Para kullanılmadığı için para ile bir oda kiralamak mümkün değildi... neyi beğendilerse onlara verildi./... "misafir kutsaldır"…/... iş bağlantıları için... büyük miktarlarda mal ve hediyeler götürdüler... İngilizlerin uzun yük karavanları bu yoksul insanlar için çok çekiciydi. Oralarda misafir oldukları için hiç kimse eşyalarına hırsızlık amacı ile dokunmadı ancak, zengin kişilerden yardım görmeye alışmış oldukları için Çerkesler, konuklardan da aynı yardımı bekliyorlardı./... Bazı durumlarda hediye beklentisi içinde olanlar... onu elde etmek için her yolu deniyorlardı./... "… teleskopumu vermem için özellikle yalvardığı zaman çok şaşırdım..."/.../ Ayrı ayrı gelmiş olan bu iki adam, 1837 tarihindeki Çerkeslerin bir araya gelip Rus tehdidine nasıl karşılık vereceklerini tartıştıkları büyük bir ulusal kurul toplantısında tanıştılar. Rus... iç kesimlerle Türkiye arasındaki ticari bağları kesecek olan bir dizi kale yapmakla meşguldüler. Çerkesler de bu tehlikeyi geri püskürtmek için koordineli bir çaba içinde olmalıydılar./ Bu kurul, tümüyle anarşik bir toplumun meselelerini nasıl hallettiğini bir nebze gösteriyordu... Doğu... Kabartay... büyük bir oranda Rus egemenliğini kabul etmişlerdi... batıda yönetim konseyleri ile kendi kendilerini idare ediyorlardı./... Bazıları prens... çoğu ise ya özgür kişi... ya da köleydiler... toplum hızlı bir şekilde eşit bir toplum olma yolunda ilerliyordu. Longworth... İslam'ın demokratik uygulamalarına bağlıyordu... dağlarda sosyal farklar ortadan kalkmaya başlamıştı./.../... Toplantı açık havada ağaçlar arasında yapıldı... doğru dürüst bir sonuç çıkmadı... Herkes fikrini söyledi... toplantı günlerce sürdü./ "… istediği kadar konuşan birisi olursa... İnsanlar... sesinin duyulmayacağı bir yere gidip orada tekrar toplanarak... birini dinlemeye başlıyorlar."/ Bu kurulun kararını oy birliği ile alması gerekmekteydi... müzakereler çok uzun ve sıkıcıydı. Bu amaç birliği hem bu ulusun en kuvvetli hem de en zayıf yönüydü. Kafkasya'da başka yerlerde, Ruslar... seçkin zümreyi rüşvetle ve ikna yoluyla yanına çekerek ele geçirmeyi başarmıştı. Bu siyaset Gürcistan'da başarıyla uygulanmıştı.../.../... Çerkeslerin... düzenleri... çöldeki Bedevilerin düzenine benziyordu. Her Çerkes, geniş ailenin yerini dolduran bir kardeşlik veya sosyal gruba dahildi.../.../... Rus istilasına karşı... yardımdan çok bir engel teşkil etmekteydi. Doğrudan bir saldırı gelmediği sürece toplumları seferber etmek... neredeyse mümkün değildi... Bir orduyu beslemek için yerel ekonomi yeterli değildi./... Velyaminov'a Çerkesya'dan çıkması için bir nota.../... Ancak, general onlardan teslimiyet isteyecek kadar küstahtı./.../... Rus ordusu, Napolyon'u yendiği için haklı bir övgü almasına rağmen 1815'ten sonra inişe geçmişti. Rus ordusu... özgürlükler hükümet tarafından aforoz edilmiş ve askerliğin yerini sürekli talim almıştı. Ordu, aristokratların ve köylülerin ortak bir amaç için birleştikleri bir ortamdan sindirilmiş zorunlu askerler sürüsü haline gelmişti. 1825... Rus çarı Aleksandr öldü ve... olaylar zirveye ulaştı./... işgal edilmiş Paris'te yaşamış olan subaylar Rusya'nın Avrupa'ya daha yakın olması için çaba gösterdiler... halefi ve kardeşi Kostantin tahta çıkmayı reddetti... genç kardeşleri Nikolay çar oldu. O da dar kafalılıkta ölmüş kardeşini bile geçti... lideral subaylar... anayasa yapılması isteği... gösteren gösteriler yaptılar. Bu "Aralıkçı" ayaklanmanın önemi çoğunlukla abartılır... Ancak yeni çar... çok fazla korktu./.../ Çerkes savaşına müdahale etti... plan değişikliğine gitti.../ Çok katı kurallar ve... kötü yönetim... rüşvet ve yolsuzluk ortamının ortaya çıkmasına neden oldu... Dumas, 1850'lerde Kafkasya'da gezerken bir konuya dikkat çekiyor.../ Kötü beslenme, sıtma ortamı ve sürekli çatışmaların... Rus askerleri üzerinde yıkıcı etkileri olmuş.../.../ Çar... yanlış yönetime savaş açtı. Ancak, gerçekte gerekli olan şey kişilere yetki verilmesiydi ve Çar buna hazır değildi./... savaşın yoğun yaşandığı Doğu Kafkasya'da feci sonuçlara neden olacaktı... batıda da moralleri bozuyordu.../... Lorer... "Aralıkçılar"dan  bir tanesiydi... kırk sekiz yaşında, er olarak Kafkasya'ya gelmişti.../.../... onun insani bakış açısıyla yazdığı anıları çok keyifle okunabilir.../ Çerkes delegasyonu... generalle konuşma biçimlerinden çok etkilendi.../.../... karşısındakinin azametli kişiliği karşısında korku duymayan Çerkeslerin gururunu gösteriyor./.../... Savaş en vahşi biçimde devam etti.../... özellikle ordunun sağ kanadını yöneten General Grigory Zass komutanlığı altında çok zalimceydi./ Askeri bir taktik olarak zulmetme... Yermolov tarafından başlatılmıştı. Kafkasya'da 1816 ile 1827 arasında yönetimdeydi.../... Napolyon seferberliği gazisidir... Nikolay'ın kardeşinin tahta çıkmayı reddettiğini fark edemediği için Kafkasya ordusunaa Konstantin'e sadakat yemini yaptırdı. Bu gaf ile birlikte çarın bütün güvenini yitirmiş oldu. İranlılara karşı olan savaştaki hataları onu işinden etti; rütbesi elinden alındı. Onun varlığı olmaksızın bile ordusu... vahşete devam etti./.../... korkulan ve nefret edilen Zass, görevini büyük bir iştah ile yerine getirdi... Çerkeslerin kafalarını kazıklara geçirip bu höyüğün üzerine yerleştirmiş. Doktorun karısı bu görüntüden rahatsızlığını ifade etti.../... ev... iğrenç bir koku... Zass... kafaları yatağının altında bir kutuda saklamaya karar vermişti... konuklarına gösterdi... arkadaşlarına hediye olarak gönderecekti./.../... İngilizler... Ocak 1838... Kuban nehrinin karşı yakasında bir saldırıya katılmak için sonunda izin aldılar.../ Bell... anlatır.../... askeri kuvvet... yaklaşık 5.000 atlı seviyesine ulaştı.../... olaylar çok düzensizdi./ Longworth... kayboldu, eğerinin üzerinde uykuya daldı... sabah... buldular./... nehrin üzerindeki buz kırılmış ve saldırı hüsrana uğramıştı. Anında, ordunun arka kısmını koruyan... üçte biri yok oldu./... Geri çekilme imkanı olmayan bir pusuya düşmekten korkan rütbeli komutanların emirlerinin aksine yaklaşık üç yüz genç ve... iki İngiliz... Rus bölgesinin uzaktaki kısmını ele geçirdi./... nehrin iki yakasındaki iki Çerkes birliği durdu ve... birbirlerine baktılar... pusuya düşürülünce, planlarının düşmanın ne kadar işine yaradığı görülmüş oldu./.../ Saldırı tam bir fiyaskoydu. Tek bir lider altında birleşme... zorlukları... ortaya koymuştu.../ İngilizler Çerkesya'da bir süre kaldılar.../... Çerkesya hakkında tekrar yazdılar. Bell... 1855'te Çerkesya hakkında London Times'a bir mektup yazdı. LongworthÇerkesya'ya resmi devlet görevlisi olarak döndü. Çerkesya'yı fethedilmekten kurtarabilecek bir olay olan Kırım Savaşı onların buralara olan ilgisini daha da arttırdı" 59-77 
-"Kırım savaşının nedeni... Urquhart'ın özel planından daha garipti. Fransa ile Rusya arasında Kutsal topraklarda Hıristiyanları kimin koruyacağı konusundaki basit bir tartışmadan çıktı fakat altında tamamen Rusya'nın Osmanlı İmparatorluğu'na hükmetme isteği yatıyordu. Çatışma hızla Karadeniz'e yayıldı ve Rusya Osmanlı filosunu yok etti. İngiliz ve Fransız donanmaları... Rusları, gemilerini Sivastopol limanına kaçırmaya zorladılar./... kaleleri... savunmasız bıraktı. Böylece Ruslar garnizonlarını Kuban ötesine çekti... Bir nesil önce Türkiye'nin kendilerine sorgusuz sualsiz bağımsızlık vermesinden bu yana ilk kez Çerkesler bağımsızlıklarını sağlamlaştırmak için en iyi fırsatı elde ettiler. Britanya ve Fransa'da... müttefikleri vardı... inisiyatifi ele alabilecektiler./ Hiçbir şey yapmadılar./... Sefer Bey... harekete geçti. Türkler onu Çerkesya'nın kontrolünü alması için eski kale Anapa'ya sevketti... fiyasko yaşandı... kavga başladı aralarında, böylece özgür Çerkesya ödülü sonsuza kadar kaybolup gitti./ Longworth... 1855'te Çerkesya'ya döndü. İngiliz hükümetinin resmi ajanıydı.../... Artık... Sefer Paşa olarak anılan Sefer Bey, Çerkeslerin bahsedilebilecek bir ordusu... olmadığı konusunda yalan söylüyordu... Longwort ile Çerkesya'yı Türkiye adına yönettiğini iddia eden Türk resmi heyetleri arasındaki ilişkiler zoraki yürüyordu çünkü Britanya hala resmi olarak bağımsız bir Çerkesya'yı amaçlıyordu.../... kıyıdaki soylular tüm otoriteyi kaybetmişlerdi ve içerilerde olan halk gerektiği ve istedikleri zaman Rus hükümeti ile işbirliği yapıyordu./ Longworth o günden sonra süratle Sefer'den nefret etmeye başlamıştı.../... umutsuzca iç kısımlardaki harekatı yöneten koyu Müslüman lider Muhammed Emin ile buluştu. Ancak Müslüman lider onunla konuşmaktan kaçındı ve olabilecek herhangi bir ilişkinin Türkler yolu ile olması gerektiğini söyledi. Daha önce onların elçileri ile İstanbul'da tanışmış olan Muhammed Emin İngilizleri fazla umursamıyordu. Bu toplantıdan önceden haberdar olmayan ve bu durumdan dolayı sinirlenen Türkler onun harcırahını kesmiş ve Kafkasya'ya dönmesine izin vermemişti.../... resim çok karmaşıktı... Türkler Kafkasya'yı tamamen almaya karar vermişlerdi. İngilizler ve Fransızlar bu amaca destek vermiyorlardı ama köstek olup da Türkleri de sinirlendirmek istemiyorlardı. Bu dönemde, ortalama Çerkes biraz nefes alıp dinlenmeye çekildi... Avrupa'da cereyan eden bir savaşın tam orta yerinde onlarca yıldır ilk kez barış için fırsatları oldu./... Kırım savaşı yanında Çerkesya her zaman önemsiz bir gösteri olmuştu... bu kadar iç çekişme ve tartışma ile ülke en ufak bir varlık bile gösteremiyordu. Longworth... eve döndü.../... tam bir hayal kırıklığıydı.../.../ Çerkesya'da paraya dayalı gelişen ekonomi en büyük değişiklikti... Rusların da ne kadar başarılı olduklarını gösteriyordu./.../... Çerkeslerin.../... Türklerden ne aldıkları açıktı: silah ve barut... ürettikleri çok azdı... ekonomi... sistemleri,  istediklerini alabilmek için gereken parayı kazanacak üretime yönelik bir sistem değildi. İhtiyaçları yüksek değeri olan ve kolay taşınabilen ürünlerdi. Onlar da bunu buldular: Çocukları./ Köle işi, belki de Jason ve Argonautlar tarafından antik dönemlerde bulunan altın dışında Çerkesya'nın tek önemli ihracatıydı. Çerkesler, kızlarını ve oğullarını savaşmaak ve üremek için Türklere gönderiyor, karşılığında ise savaş için gerekli malzemeleri alıyorlardı./... 1839... "… Çerkesler için Türkiye umut diyarıydı" diye yazdı Bell.../ Rusya, köle ticareti karşısında ikilemdeydi... daha az insan... daha fazla para.../... Dumas, 1850'lerde Poti limanından Kafkasya'yı terk ederken gemisinin kölelerle dolu olduğunu söylüyordu. "… üç yüz genç ve dinç Kabartay var" dedi Kaptan.../... "Hepsinin geçerli belgeleri var ve paralarını ödediler... kızlar... Hepsi bir paşa ile evlenmeyi ya da... düşünüyor..."/... köle ticareti... Batılılar prensipte karşıydılar ve bunu ortadan kaldırmak istiyorlardı. Fakat, bir yandan da Çerkeslerin gönüllü olarak bu toprakları terk ettiğini ve köleliğin örneğin Amerika...'de olduğu kadar kötü bir kurum olmadığını vurguluyorlardı. Osmanlıda her sultanın annesinin olduğu gibi birçok üst rütbeli görevli köle kökenliydi./ Bir Alman gezgin... Wagner... Trabzon'dan İstanbul'a bir köle taciri ve on iki Çerkes kızla seyahat etmişti." Bu Türk tacir zengin... kibar... adamdı... Rusların Karadeniz kıyılarını almalarından bu yana ticaretin çok daha zor ve tehlikeli olduğunu ama aynı zamanda da karlı olduğunu anlattı."… kınamakta da zorlandı. "Çocuklar İstanbul'da mutlu ve güzel bir yaşam geçirmek için gidiyorlar; onların güzelliklerinin bedeli büyük olasılıkla aileyi açlıktan kurtarıyor... Çerkesler fakir bir halk... ayıplamamak lazım."/... İstanbul... ihtişamlı saray... Herhangi bir Çerkes kızı... saraylardan birinde barış içinde yaşamayı, Rus savaşının tehlikesiyle çöpten çamurdan bir kulübede pislik içinde yaşamaya tercih ederdi./ …/... bazı Çerkesler zaten köleydi. Bu durum Haliç'in beyleriyle paşalarını oyalayacak beyaz tenli, mavi gözlü kızların alınıp satılmasını mümkün kılıyordu.../.../ Harem görkemliydi... 1861 ile 1876 arasında Abdülaziz'in hükümranlığı sırasında, Çerkesler Türkiye'ye akın etmeye başladığında sekiz yüzden fazla kadın vardı./.../ 1843'te, Rus ablukasının en ciddi olduğu dönemlerde, genç ve güzel bir kız 70.000 kuruşa kadar satılabiliyordu... 1860'ta... kızların satış fiyatı 1.500 kuruşa kadar düştü./.../ Diğer her yönden Türkiye'nin en iyi dostu olan İngilizlerle Fransızlar bu ticarete karşı gelmişlerdi. Ancak, çelişki o ki Londra ve Paris, Kırım savaşında Karadeniz'in kontrolünü aldıkları zaman köle ticareti iyice arttı... ne sahil koruma... İngiliz elçisi... Canning, canlanan köle ticareti nedeniyle Türklere çok sert çıkmıştı. "… Türk otoriteleri sansürü hak edeceklerdir... Hıristiyan Avrupa'nın sultana... yardımcı olduğunu ve bu Avrupa'nın sultanın imparatorluğunu Rusya'nın elinden kurtardığının farkına varmalıdır," diyecekti./ Bu çok beceriksiz ve anlamsız bir tehditti. Türkler bunun yalan olduğunu hemen anladı ve daha önce de birçpk İngiliz hükümetinde olduğu gibi bu liberal hükümet de hiçbir şekilde müttefiklerini bir ilke sorunu yüzünden harcamayacaktı.../ 1855'te, Türkler köle edinme işine devam edecek kadar kendilerine güvenliydiler. Büyük Çerkes göçü başladığında fiyatlar... düştü. İngilizler ticaretin yasaklanması için ısrar ediyordu... mahcup oluyorlardı. Elçilerden bir tanesi... yazısında sadrazamın karısının bir Çerkes köle olduğunu... söyledi./ Çerkes kızlarının alınıp satılması, Çerkesya'nın varlığı ortadan kalkınca duracaktı. 1891-92'de... kızlar bulmak için elçiler göndermişti. Ancak,  kızların bir çoğu Türkiye'de doğmuştu... çektikleri cefalar ve büyük göçün korkunçluğu yüzlerinde kalıcı izler bırakmıştı; sultanların ödüllendirdiği güzelliklerini söküp almıştı./... senede iki kez görebilecekleri sözünü aldıktan sonra kızlarını sultanın elçilerine sattılar./ Ehud Toledano, muhteşem çalışması Osmanlı Köle Ticareti ve Bastırılması... adlı kitabında, Türkiye'deki köle ticaretinin yavaş yavaş kaybolmasının arkasında... Çerkeslerin hayatındaki büyük demografik ve ekonomik değişikliklerin olduğunu söyler" 78-87 
-"Bu savaş, vahşet, kölelik ve sürgün ortamı... bu ölüm ve korku diyarına hiçbir sivil gelmek istemezdi./ Ama, gerçekte Rus turistler Kafkasya'ya akın ettiler... "beş dağ" anlamına gelen Pyatigorsk gibi yeni moda olmuş kaplıca sularından faydalanmak istiyorlardı... hepsinden öte bir kişinin öngörüsü sayesinde geldiler: Aleksandr Puşkin./ Puşkin'in dil kullanımı doğaldı ve sataşmayı seviyordu... Rusya'nın elitleri entrikayı severlerdi. Sık sık da entrikaya başvururlardı. Bu nedenle, Puşkin gibi aksi, yakışıklı, zeki bir şairin varlığı bulunmaz bir fırsat olmalıydı./... anayasa... umudu sönmüş olsa bile, Rus subayların Paris'te tanıştıkları fikirler yaşıyordu.../ Puşkin... Çar Büyük Petro'nun hizmetinde bulunmuş Afrika'lı büyük dedesinden miras... Farklı görünüşü onu daha da çekici yapıyordu... balo salonlarında boy gösterir olmuştu... tehlikeli pasajları.../... güneye sürgüne gönderildi... Ukrayna... hastalandı... kurtarıldı/ Puşki ve onu kurtaran Rayevsky ailesi... Rusya steplerini... geçerken... Elbruz'un ufuktaki görüntüsünü gördüğünde, şaire ilham gelmişti./ Aile Kafkasya'da birkaç ay kaldı... etraflarındaki güzellikler karşısında hayrete düştüler./.../ Puşkin okuyordu ve romantik idealizmin İngiliz yaratıcısı... şair Byron'ı keşfetti.../.../ Yabancıların Puşkin'i takdir etmesi oldukça zordur, çünkü onun çekiciliği Rus dilinin güzelliğini kullanmasından kaynaklanır... güzelliği nefes alıcıdır. Ama eğer anlayamazsan, niye bu kadar konuşulduğunu anlamazsın./ Kafkasya'da Tutsak şiiri.../.../ Şiirin tonu ordudaki kahramanlık ve başarılar üzerine kurulmuştu... insanları kesen kasap Yermolov ve Taitsianov gibi kahramanların başarıları konusunda da şiirin son bölümünde... ikna eden bir nokta vardı./ "… Kafkaslar'ın karlı başındaki kibri kırma zamanıydı sonunda: Yermolov ileriye doğru yürüyordu!" diye kükrüyor şiir./ Coşkulu ve inatçı kafa yapısına sahip olan yirmi bir yaşındaki Puşkin ciddi bir politik analizi amaçlamış olamaz. Ama, ima edilen şey, Rusların insanları öldürüp, kesip kendi yollarını dağlarda açsalar bile, bir ilerleme ve yenilik getiriyor olmalarıydı. Batı Avrupa'ya kıyasla Ruslar geri kalmış olabilirlerdi ama dağlardaki vahşilere göre Avrupalı sayılırlardı./ Şiir çok büyük bir başarı elde etti ve... Kafkas edebiyatında yer açtı./.../ 1825... Çar Aleksandr öldü... önceki on yılın önemli bir kısmında daha demokratik bir sistem kurmak için bir grup ordu mensubu kontrolü ele alma planları yapıyordu. Birliklerini Sankt Petersburg'daki Kış Sarayı'nın önündeki hoş bir meydan olan Saray meydanına getirdiler ve anayasa isteklerini bildirdiler. Bütün gün dondurucu soğukta beklediler... Yeni çar I. Nikolay'a bağlı birlikler gelip onları gülle ateşi ile dağıttı./ Tüm şehir şaşkına dönmüştü... Cadde taşları fırçalanıp temizlendi... cesetler nehirdeki buzların altına saklandı. Sabah olduğunda sanki hiçbir şey olmamış gibi bir görüntü vardı. Daha sonra işbirlikçiler tutuklandı. Bunlardan bir tanesi, Aleksandr Bestuzhev, kapısının çalınmasını beklemedi... teslim oldu... mısraları... Puşkin'inkinden daha fazla Kafkaslar'ı herkesin bileceği bir yer haline getirecekti./.../... Suikastin tüm sırlarını açtı... itirafları... en iyi arkadaşı... Ryleyev'i darağacına götürdü... Kardeşlerini korumayı becerdi... İhaneti sayesinde kendisine ayrıcalıklı davranıldı. Arkadaşlarından beş tanesi asılırken... Sibirya'ya sürgüne, sonra da Kafkasya'ya er olarak gönderildi./... yazmasına izin verildi. Ama başka bir adla yazmak zorunda kaldı. Yazar olarak, züppe ve akılsız Aleksandr Bestuzhev ölmüş, yerine gözüpek ve kahraman Aleksandr Marlinsky doğmuştu./... bu isim şimdi herkes tarafından bilinir olmuştu... Turgenyev bir derginin kapağındaki Marlinsky adını öptüğünü itiraf etmişti./... okuyucularını... etkiliyordu. Ortaya çıktığı gibi aniden kaybolmadan önce on yıl boyunca Rusya'nın edebi sahnesinde boy gösterdi... 1834... yazısının çok kötü olduğu... eleştirileri... Ama, onun çalışkanlığına ve verimine hayran olmamak elde değil./ Kafkasya'daki yedi yıllık hizmeti süresince, zulme uğradı... dövüldü... iftiraya uğradı. Erkek kardeşi o kadar kötü muameleye maruz kaldı ki delirdi.../ En meşhur eseri Ammalat Bek Kafkaslar hakkındaki engin bilgisinin bir göstergesidir. Dağıstan'a vardığında daha önceden bildiği on üç dile ek olarak orada konuşulan Türki ve Farsi lehçeleri de öğrenmişti... Ammalat Bek, Dağıstan efsanesinden kaynaklanmaktadır... Etnografik bir eser olarak, birçok enteresan pasajlar var ama roman olarak nerede ise okunamaz bir halde. Yazı abartılı, konu saçma ve baç kahramanın asaleti ise inanılması güç cinsten.../.../ Çok uzun süre böyle bir düzyazıyı okumaya dayanmak imkansız gibi görünmesine rağmen, kitap çok sayıda sattı ve kar ederek bütün ailesini destekleyebildi. Bir noktada, elli bin rublesi vardı, yalnızca yazarak kazanılabilecek çok büyük bir miktar./ Ama hayatı çok sefildi... Derbent kasabasına sıkışmış, kendisini subayların karılarını ayartarak, içerek ve yazarak oyalıyordu. Bu süreçte, kendisi kitaplarındaki her şeyden daha ilginç hale gelmişti.../.../... Byronik kahraman, yaratmıştı.../ "Yeteneklerim değil de kaderim Byron gibi," diye yazdı mektuplarından birinde. "… Kalbim temiz ama başım rezalet ve iftira ile dertte."/ Koleranın yaygın olduğu kalelerde hapsolduğu için sürekli hastalık çekmeye başladı... Özgürlük umudu kendisine verilen iki terfi ile daha da artmıştı.../ Ancak, hala bir çatışmadan diğerine gönderiliyordu.../... Çar... Kin tutan bir adamdı. Aralıkçılardan hiçkimsenin eski hayatına dönmesine izin verilmemişti. 1837'de çar Kafkaslar'ı ziyaret etti ve Bestuzhev kendi durumunu bizzat anlatabilmeyi umuyordu. Ama olmadı.../.../ 7 Haziran 1837'de yerli Çerkesleri bastırmak için... görevliydi. Ama askerlerin sayısı yerlilere göre çok azdı... son savaşıydı... cesedi... bulunamadı./... öldü, fakat efsanesi devam etti... ikinci benliği Marlinsky hiçbir açıklama yapılmadan yok olmuştu... sırrı hiç ortaya çıkmadı. Onun kaderine ilişkin çok sayıda efsane vardır. Bir yazar, kendisine Marlinsky'nin taraf değiştirip Ruslara karşı şavaşan dağlılara önderlik edip etmediğinin sorulduğunu yazmıştı. Kafkas savaşının gazilerinden bir tanesi erkek kardeşinin ona "Ammalat" diye hitap ettiğini anımsayacaktı./ Aleksandr Dumas, 1850'lerde Rusya'dan geçerken Bestuzyev... hakkında bilgisi olduğunu yazmıştı.../... 1832-33 kışında geçen, Bestuzhev'in hayatının... kısmının... bir versiyonunu anlatır./ O yıl, Derbent'teki köylüler açlıktan ölüyordu. Bestuzhev, kendini soygunculara hatta insan eti yiyenlere karşı korumak için yastığının altında bir silah bulunduruyordu.../.../ Bu hikaye, Bestuzhev'in kendini klasik öçülere sığmayan bir kahraman, başka bir deyişle Byronik kahraman olarak sunmasında ne kadar başarılı olduğunu... gösteriyor. Dumas... Ammalat Bek dahil iki kitabını aynı adla çevirdi. Bu eserlerin elle yazılmış kopyalarını Derbent'te bulduğunu söylüyordu. Hiçbir şekilde bu kitabın daha önce Rusya'da büyük kitleler tarafından okunan bir baskısı olduğundan bahsetme gereği bile duymadı.../ 1906'da romanların Amerikan versiyonunun çevirmeni Dumas'yı bu nedenle inceden inceye suçladı.../.../ Kafkasların Puşkin ve Marlinsky tarafından yaratılan dramatik dekoru Rusya dışında, İngiliz yazarlarca da kullanılmıştır. Bu yazarlar, şehvet dolu vahşileri Rus karşıtı önyargılar ile de birleştirerek, Rus benzerleri kadar kötü ayrıntılar içeren eserler üretmişlerdir./.../ Beshuzyev-Marlinsky'nin etkisi oldukça derindi ve Mikhail Lermontov isimli... bir adamı çok etkilemişti. Lermontov on yaşındayken ailesi Pyatigorsk'da kaplıca tedavisi görür. Orada... bir kıza aşık olur... birkaç yıl sonra... şöyle der, "… çocuksu fakat güçlü bir ihtirastı, gerçek aşktı... dövünüyordum... Kafkas dağları benim için kutsaldır."/... Aralıkçılar ayaklanmasından yalnızca birkaç ay önce, on beş veya on altı yaşındayken yazdığı "İsmail Bey" adlı şiirinde Rusların güneyi istilasına karşı çok karmaşık bir tavır sergilemekteydi./ "Gençliğinin geçtiği köy... Ruslar tarafından yakıldı..." diyerek kahramanının Rusların hizmetinden çıkarak atalarının Kafkasya'sına geri dönüşünü açıklıyor şiir... ama hala Rusya'ya olumlayıcı yaklaşıyor. Hayal kırıklığı daha sonra gelecektir. Şimdilik, Çerkesler bastırıldığında şöyle diyeceklerdi, "Köle olmama rağmen, çok yüce bir prense, dünyanın hükümdarına hizmet ediyorum." Ancak bu bile sansürden kurtaramadı. Şiir 1843'te yayımlanınca sansürün hışmına uğradı./ Sansür... kısıtlayıcıydı... Buturlin ismindeki bir sansür memuru eğer mümkün olsaydı demokratik niteliklerinden dolayı İncil'deki ayetleri de sansürleyebileceğini söylemişti. Özgürce düşünmek ve yazmak çok zor hale gelmişti. Kafkaslar hakkında yazacak olan Lev Tolstoy, felsefe derslerinin Aziz Pavlus tarafından yazılan Koloseliler ve Timoteos mektuplarına dayandığı dönemlerde Kazan Üniversitesi'nde okuyordu. Başka bir büyük yazar... Dostoyevski... Sibirya'ya sürülmüştü... Turgenyev, hiciv dahisi... Gogol'u yücelten bir ölüm ilanı yazdığı için 1852'de ev hapsi cezasına çarptırılmıştı./ Çok boğucu bir ortamdı ve Lermontov da bu ortamı iyi değerlendiremedi. Kısa kariyeri boyunca evcil hayvan olarak tutulan bir vahşi hayvan gibiydi. Görünüşü, zekası ve ağır yorumları ile herkesi eğlendiriyor ama sıkıldığında aniden sert çıkıyor ve bunun için de ağır bir şekilde cezalandırılıyordu... üniversiteden ayrıldı. Orduya yazıldı.../ Puşkin de bu ağır havayı hissetmişti... 1829'da kaçıp izinsiz olarak Kafkasları gezdi ve Erzurum'a Seyahat adında sıkıntı, öfke ve umutsuzluk içeren anı kitabı yazdı. Kitap, şiirinin zarafeti ve güzelliğinden yoksundu ama mesajı çok kuvvetli bir eserdi. Dehaların bürokrat olmaya zorlandığı ve en büyük özgürlüğün orduda subay olarak elde edildiği bir döneme ait neslin, içi bomboş can sıkıcı kasvetini yansıtıyordu./ 1820'de kendisini büyüleyen kaplıca kasabasında durdu. Ama bu kez gereğinden fazla gelişmiş buldu... Kafkaslar eski anlamını yitirmişti. Kişinin özgür olabileceği bir yer olmaktan çıkmıştı. Halklar bile artık asaletini yitirmişti, yalnızca vahşiydiler./ "Çerkesler bizden nefret ediyor. Onları... yaylalarından zorla çıkardık; köyleri viraneye döndü... Onların yabani fakat onurlu ruhu dikkate değecek şekilde yok oluyor. Eşit sayıdaki Kazaklara nadiren saldırıyor ve süvarilere hiçbir şekilde saldırmıyorlar. Top gördükleri zaman kaçıp gidiyorlar... zayıf bir müfreze ya da savunmasız bir kişi gördükleri zaman saldırmaktan geri kalmıyorlar. Bu bölgede kötülük yaptıklarına dair çok fazla dedikodu var," diye her iki tarafı da suçlayacak biçimde yazdı./... Vladikafkas... esir alınmış Çerkesleri çaput giydirilmiş ve pislik içinde buldu. On yıl önce övdüğü medenileştirme savaşının gerçeğiydi bu.../ Kitabının büyük bir kısmında... Türklerle yapılan savaşın Rus cephesini anlattı.../.../... alaycı dünya görüşü daha da ileri gitti. Evlendikten sonra, kendisine kraliyetin en düşük unvanı verildi; bunu çağın en büyük şairine, kendisine bir hakaret olarak algıladı. Aslında bu unvan güzeller güzeli karısını kraliyet çemberi içinde tutmak için düzenlenmiş olmalıydı. Tüm bunlar onun öfkesini daha da artırdı. Sankt Petersburg'un boğucu dünyasında, göz yumulmayacak kadar büyüktü. Sonunda karısını aşağılayan Hollandalı bir adamla girdiği düelloda 1837 yılında öldürüldü./ Politik gösterileri önlemek için cenazesi yalnızca aile içinde yapıldı, faakat Lermontov her halükarda öfke ile patladı. Rusya'nın şairi öldü şeklindeki aşağılamasıyla... kraliyetin ikiyüzlülüğü konusunda acımasız bir saldırı kaleme aldı./ "Şairin Ölümü" adlı şiirinin şahane önsözünde "Siz, tahtın etrafına üşüşen aç sürüler, özgürlüğün ve dehanın ve zaferin kasapları... size göre, doğruluk ve adalet aptallık demek olmalı! Ama siz ahlaksızlığın parazitleri, Tanrı'nın cezası var; adalet yerini bulacaktır," dedi./ Çok ileri gitmişti... bedelini ödemeliydi. Odası arandı... ağır süvari birliğinde görev yapmak için Kafkasya'ya gönderildi... Kafkaslar hakettiği büyük yazara kavuşmuştu./... Pyatigorsk inanılması güç bir özgür atmosfer yaratıyordu... liberal kitaplar... Aralıkçılarla tanıştı... Lorer de vardı.../ "İlk karşılaşmamızdan itibaren Lermontov'u sevmedim... soğuk, aksi, gıcık ve insanlardan nefret eden birisi gibi geldi," der Lorer. Bu huysuz genç adama hem bir tepki vermek hem de hoş görünmek istemişti./ Nesil farkı vardı. İdealist AralıkçılarLermontov gibi yeni dalga katı kinikleri anlamıyorlardı... bir başka AralıkçıNazimov... şaşkınlıkla karşılıyordu. Lermontov ona, "Amacımız yok, sadece tanışırız, birlikte eğleniriz, bir çeşit iş yaparız ve kadınların peşinden koşarız," demişti. Ve bu aksi sözlerini yine aynı cüretle eyleme dökerek dediklerinin arkasında durduğunu gösterdi.../... Affedilmişti... Nisan 1838... Sankt Petersburg'da yaşama hakkını elde etmişti... Rus dilindeki ilk büyük romanı ortaya çıkarttı./ Zamanımızın Bir Kahramanı her yönüyle roman kalıplarına uygun bir eser.../ Romanda, Puşkin ve... Marlinsky'i parçalara ayırıp, Kafkaslar'ın bir özgürlük mekanı olduğu fikrini acımasızca eleştiriyor. Bunun yerine, Kafkaslar'ı israfın, can sıkıntısının, belli hesaplar doğrultusunda baştan çıkarmanın, vahşetin ve gereksiz şiddetin yaşandığı bir yer olarak tanımlıyor.../.../... Okuyucularına, daha önce can sıkıcı gerçeklerden kaçmak için edebiyat eserleri okunduğunu ama artık gerçeğin edebiyatın içine girdiğini ve bunun sonucuna da katlanmaları gerektiğini söylüyordu./.../... eğitimli elit tabakadan insanların ciddiye aldığı Kafkas edebiyatını bir vuruşta yerle bir etmişti. Onun "kahramanı"… kadınları kandıran... bir kadın kaçakçısı karakterinden çıkıp can sıkıntısından kurtulmak için kadınları bir oyuncak gibi gören şüpheci bir çapkın olmuştu./ Beklendiği üzere çar bundan hoşnut değildi. "Yazar sürekli baştan çıkarıcı bir ruh halinde ve yetenekleri de yetersiz," diye yazdı karısına bir mektubunda.../... halk içindeki davranışları oldukça uygunsuz hale gelmişti. Kafkaslar'a geri gönderilmesi isteği reddedildi. "Benim öldürülmeme bile izin vermiyorlar," diye yazdı bir mektubunda. O nedenle, kendi ölümünü planlamaya başladı. Bir düelloda Fransız elçisinin oğlu ile kar üstünde ellerinde silahları buluştular. Puşkin'le aynı kaderi paylaşması işten bile değildi. Puşkin, Hollanda elçisinin evlatlık oğlu tarafından öldürülmüştü; fakat böyle olmadı. Fransız hedefi şaşırdı ve Lermontov da yukarı doğru ateş etti./ Ancak bu geçici bir kaçıştı. Düello yaptığı için tutuklandı... suçlu bulundu. Çar bizzat verdi cezasını. Teğmen Lermontov tekrar Kafkaslar'a piyade eri olarak gönderildi.../... mükemmel bir asker ve cesur bir sevk süvarisi oldu... kurguladığı Kafkaslar hayal kırıklığıyla dolu ve alay edilecek bir ortam olmasına rağmen kendisi özgürlüğünü orada bulmuştu... bir şiirde... Kazbek için şöyle denir: "Sefil adamlar!.. yeryüzünde... herkese yer var; ama bıkmadan... sonsuza dek savaşıyorlar. Niye?"/... uzun saç ve kirli giysiler içinde, Çeçenistan ormanlarında komutasındaki düzensiz birliği ile birçok kez övgü aldığı kahramanlıklar gösterdi.../.../... arkadaşı... Martynov.../... düelloya davet edildi./.../... Hakeme dönerek bağırdı: "Bu salağa ateş etmeyeceğim," ve bariz bir biçimde silahını indirdi. Martynov "kontrolden çıkmıştı." Ona doğru ilerledi ve silahını kısa mesafeden ateşledi. Lermontov... öldü./.../... 1841... Rus edebiyatının en güzel şiirlerini... en güzel romanlarından birini de yazmıştı ve yalnızca yirmi altı yaşındaydı" 88-109 
-"Birçok kişi... I. Nikolay'ın tüm Rus çarları içinde en gericisi olduğunu... en ufak bir değişikliğin bile iyiye doğru bir adım olacağını düşünüyordu... Nikolay... 1855'te öldü.../... Karadeniz... Rusya orada donanma bulundurmayacaktı.../ Kırım savaşı bir aşağılanmaydı... Aleksandr... serfliği ortadan kaldırdı; ordu ve donanmada yenilikler yaptı.../... Kafkasya... yaşayanlar için en önemli değişiklik generallerin inisiyatifi ele almasına izin vermesi oldu ve sonuç vahimdi. 1859'da... Şamil teslim oldu. Daha sonra Rusya'nın bütün askeri gücü Çerkesya üzerinde yoğunlaştı.../.../... Çerkeslerin Rus medeniyetinin avantajlarını takdir edememesi.../... "… onları medenileştirmek imkansız."/ Birçok Çerkes sonlarının gelmekte olduğunu seziyordu.../.../... Çerkeslerin liderleri İngiltere'ye yardım için yalvarmıştı... el yazması raporlar sessiz birer çığlıktı./.../... Bu kez... "Kafkasya Halkı" diye imzalanmıştı./ Mektubun tarihi 9 Nisan 1864.../.../ Çerkeslerin önünde içi boşalmış iki seçenek vardı: Ovaya inip Rus köylüleri gibi yaşamak ya da ülkeyi terk etmek... Çerkesler... ordu... oluşturamadılar. Ancak... yardım etmeye gelen idealist... de Fonvielle adında bir Fransızı buldular./ Fransız savaşı onlar adına kazanmayı başaramadı ama anılarını yazdı.../ Otuz Çerkes ve... düzenbaz tüccar İbrahim ile birlikte yanında üç Polonyalı ve başka bir Fransız daha varken ulaştı Çerkesya'yaÇerkesler aldıkları mallar karşılığında İbrahim'e Türkiye'deki haremlere gidecek genç ve güzel Çerkes kızları sattılar./ "Bu kızlar için doğru dürüst bir para bile istemediler," diye yazıyor de Fonvielle. Bu sırada bu küçük yabancı grup savaşa katılmak için bekliyordu.../... konukseverliğe rastlamadı; çünkü yiyecek hiçbir şey yoktu. Çerkesler çorba yapmak için ağaç yapraklarını kaynatıyorlardı, tifo yaygındı. Ruslar da üç ayrı koldan onlara yaklaşıyorlardı./... de Fonvielle de onların sonuna şahit oldu.../... 1865'te... basılan anıları... bu maceraperest bile şahit olduklarına inanamamıştır./ …/ "Grup grup insanlar... Ruslardan kaçıyorlardı... inanılmaz durumdaydılar... giysiler lime lime..."…/.../ Yuapse yakınlarında üç veya dört bin kişilik Çerkes ordusu ile karşılaştılar ve savaşa katıldılar. Ruslar toplarını getirdiler ama bu halde bile yenilgiye uğrayıp kamplarına çekildiler... büyük kayıplar karşılığı elde edilmiş bir zaferdi.../.../... beş yüz ya da altı yüz kişilik bir Çerkes birliği kalmıştı. Gerisi ya ölmüştü, ya yaralıydı ya da... çöküntü içindeydi. Yabancılar daha fazla direnmenin nafile olacağını anlamışlardı... "… daha fazla insan kaçıyordu... açlık içinde olan bu insanlar... Arkalarında hastalarını... bırakıyorlardı. Bazen bütün bir grup insan soğuktan donuyor... Kurtlar ve ayılar karları kazıyor ve toprağın altındaki cansız bedenleri dışarı çıkarıyorlardı."/... De Fonvielle yüz veya daha fazla sayıdaki Avrupalı askeri birliklerin Rusları durdurmasını ve Çerkeslere tekrar direnmeleri için yol açmasını hayal ediyordu umutsuzca. Ama bu gerçekleşmedi. "Dağlılar soğukta ölüyorlar; siperlerini terk ediyor... yenileceğimiz belliydi."/... Türkiye'ye kitleler halinde göçmeye hazırlanan bir ulusun benliğini saran panik ortamını tasvir eden ntek kişi o./ Gemiler sırayla Türkiye'den Çerkesya kıyılarına doğru açılıyor ve orada Çerkesleri gemiye doldurup hemen ayrılıyorlardı. Gemilerin sahipleri... mümkün olduğu kadar çok para yapmak isteği içindeydiler. Ya da köle, çünkü bazı mülteciler bu gezinin bedelini çocuklarını vererek ödemek zorunda kalıyorlardı... bir gemi ortalama elli veya altmış kişi alıyordu ama bu tehcir sırasında... dört yüze kadar çıkıyordu. Açık denizde bir haftayı geçirmek için... bir avuç tahılları ve çok az suları vardı. Geri dönen denizciler, bazı yolcuların gemiden atıldığını, bazı gemilerde... yarısının öldüğünü ve mürettebat ile... kavgaları anlatıyorlardı; ama bunların hiç birisi mültecileri caydıramıyordu... karda ve rüzgarda birbirlerine sarılıp oturuyor ve denizin öbür tarafında kuracakları daha iyi bir hayatı hayal ediyorlardı./.../ Yolculuk inanılmaz derecede rahatsız geçti. Bir de Çerkesler aralarında herhangi bir Rus savaş gemisi yaklaşırsa Fransızı denize atma fikrinde uzlaşınca daha da rahatsız hale geldi. Daha sonra insanlar ölmeye başladı.../.../ Çerkesler, kıyıyı gördüklerinde Allah'a şükrediyorlardı... yaklaşılan yer... Akçakale... Trabzon... Burası göçmenlere verilen şehre yakın iki kamp sahasından bir tanesiydi... son gördüğünde... kale terk edilmişti. Şimdi ise tıklım tıklımdı... ağıtlar... on iki gemi daha Çerkeslerden oluşan yükünü... boşaltıyordu./... yabancı gazeteler bu göçü, exodus, "büyük kaçış" olarak isimlendirmeye başlamışlardı.../ …/ Mayıs ayında, Stevens, Akçakale'de 25.000 kişinin kamp kurduğunu ve ikinci bir kamp olan Saradere'de ise her gün yüz yirmi ile yüz elli arasında kişinin öldüğünü yazmaktaydı... Samsun'da ise durum daha kötüydü./ Osmanlı... sağlık müfettişi olan Barozzi … "Heryerde hasta, ölüm döşeğinde ve ölmüş kişiler... her nokta hastalık yuvası haline geldi... çürümeye başlamış birçok ceset çıkarttık," diye... yazdı./ "Kamp... kırk, elli bin kişi bir sığınma evi olmadan, ekmeksiz... oraya yerleştirilmişti..."/... basın Amerikan iç savaşı devam ediyor olmasına rağmen bu felaket hakkında yazmaya başlamıştı. London Times... İnebolu'dan, Varna'dan geliyordu./.../ Osmanlı... organize olup da bu krize tepki vermesi aylar aldı. Üstelik... yetersizdi... köle pazarları mağdurlarla doldu taştı./ Eylül ayına gelindiğinde... 100.000 ceset kalmıştı./ Bugün Akçakale'yi ziyaret eden birisi buranın bir zamanlar mülteci kampı olduğunu anlamaz bile... kale orada... Ancak, bir anıt yok, bir mezar taşı yok ve bir tek Çerkes yok.../ Bölge halkı... onlarla konuşmayı denedim. Bu boyutta bir felaketin yerel folklöre yerleşmiş ve nesilden nesile ulaşmış olacağını düşünüyordum. Ama anlattıklarıma inanmayan boş bakışlarla karşılaştım... bir grup orta yaşlı erkek onlara Çerkes mezarlarını sorduğum zaman bana deliymişim gibi baktı. Çocuklarının ise... en ufak bir fikirleri yoktu./... seksen yaşındaki Ali Kurt.../ "Ben çocukken... bu kemikleri bulduk... şu tepede gömülüler," dedi.../ "… Kum gibi kemik kaynıyor. O kadar çok."/... Teke köyüne vardık.../.../ Resmi rakamlara göre, Rusya'yı 1864 yılının kışı ve baharında bir milyon Çerkes terk etti... benim en iyi tahminim bir milyon ile 1.2 milyon Çerkes'in Türkiye'ye … kaçtığıdır. Bunlardan 300.000 veya 400.000'ni öldü./ Kurtulan Çerkesler her bir tarafa dağıldılar. Bazıları satıldı, çoğu Osmanlı sınırlarına yerleştirildi. Buralarda onların savaşçı nitelikleri Osmanlı... tarafından kullanılabildi ve tümü... onlara çeviren bir dünya tarafından unutulup gitti. Yok edilmelerine ramak kalmıştı" 110-124 
-"Soçi.../.../... anıt.../... şöyle yazıyor: "İşçiler için Tatil Beldesi", altında bir imza... "Halk İdaresi Komisyonunun kararnamesinden, 21 Nisan 1921."…" 137 
-"Anapa'da gezerken, Çerkeslerin izlerini aradım... müze... Eski Yunanlıları... anlatıyor. Ancak yakın tarihe ait neredeyse hiçbir bilgi bulunmuyor.../.../... kalede "Anapa duvarları"nda bu kasabanın, ölen Rusları anmak için bir anıt yaptığını gördüm... şöyle yazıyordu: "Kafkasya'ya Emeği Geçenlere." Altındaki tarih 1864./ İlk önce gördüklerime inanamadım... bilmiyorlardı. Anapa 1864'ten otuz yıl önce Ruslar tarafından ele geçirilmişti.../.../... Anıtın 1996'da yapılmış olması... yükselen muzafferane Rus milliyetçiliğinin bir yansıması" 138, 139 
-"Kuban Tarih Atlası.../... tarihsel çarpıtma beni çok şaşırttı... bir okul kompozisyonu... yoğun milliyetçi görüş... Biterken de 2001'de Çeçenistan'da savaşırken ölen o yöreden delikanlının hikayesini veriyor, "Hatıraları saklamak... ahlaki sorumluluğumuzdur. Hatıra bizim zenginliğimizdir."/ Bu kadar çok hafıza kaybının yaşandığı bir yerde hatıranın ısrarla vurgulanması benim için bardağı taşıran son damla oldu" 142, 143 
-"Hükümet, Çeçen ve İnguşların Nazileri, vatanlarına geldiklerinde hoş karşıladıkları gerekçesini ileri süremezdi. Otonom bölgenin kuzey batı köşesindeki çok küçük bir alanın haricinde Almanlar o kadar ilerleyemediler. Onun yerine, tüm Çeçen halkı savaşı bahane ederek kendi ayaklanmalarını başlatmışlardı ki bu da Ruslar açısından sürgün için bir gerekçe oluşturmaktaydı. Suçlamalar, "Sovyetlere ve Kızıl Ordu'ya karşı yapılan aktif ve çok geniş kapsamlı terörist faaliyetleri" içermekteydi... 23 Şubat 1944'te.../.../... Khaybakh köyünde... belki beş yüz belki de daha fazla sayıda olan köylüleri bir ahıra tıkıp hepsini canlı canlı yaktılar. Geride hiç Çeçen kalmayacaktı" 164, 167 
-"Çar hükümeti Birinci dünya Savaşı'nda felaketlerle dolu üç yılı geride bırakırken Sankt Petersburg'da etkisini kaybetti. Çarın Rusya'sı da çöktü ve otorite başka hiçbir yerde Kafkasya'da olduğu kadar yitip gitmemişti. Sıradağların bir kısmı veya tamamı daha sonraki birkaç yıl yer yer Kafkas Cumhuriyeti, Kafkas İmameti, Sovyetler Birliği, Rus İmparatorluğu, Rusya Cumhuriyeti, Türkiye, Almanya, İngiltere, Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan ve hatta kağıt üzerinde adı sanı olmayan başka mikro düzeydeki devletin hakimiyetine girdi veya kontrol edildi./ 1920'de... bir gazeteci... "Güney Rusya, Rostov'un düşüşünden bu tarafa bu topraklarda birçok 'hükümet'in var olması nedeniyle ve aynı zamanda da hiçbir hükümetin yönetiminin hissedilmemesi nedeniyle dikkat çekmekteydi," diye yazmıştı./ Kuzey Kafkasya'da koloni yönetiminin adaletsizliği çatışmaları çok yönden körüklemekteydi. Rus Kazaklarının en iyi toprakların üstünde oturmasını önlemek için Rus Kazakları ile dağlılar arasında anlaşmazlıklar had safhaya çıktı... işçi sınıfı ve Rus Kazakları arasında... anlaşmazlıklar vardı. Dağlılar aynı zamanda etnik nedenler, dini nedenler, ideolojik nedenler veya her üçü nedeniyle savaşmaktaydılar. Çok şaşılası bir dönemdi; değişik hizipler Bolşeviklere yalnızca kendi yaşamlarını ilgilendiren nedenlerle destek veriyor veya karşı çıkıyorlardı; Bolşevikler de bir yerde dini hukuku desteklerken diğer yandan İşçi Meclisleri aracılığıyla yönetim anlayışına sadık kaldıkları bir ortamda buldular kendilerini. Bazı hizipler büyük güçlerin ilgisini Kafkasya'ya çekmeye çalıştılar. Türklerin, Almanların ve İngilizlerin... müdahale etmesi, yerel bağımsız küçük yönetimlerin emniyette olacağı konusunda umut vermişti. Ama hiçbir şekilde emniyette değildiler./ Hatta, kendini hükümran ilan eden ve çok sempatik bir adam olan Haydar Bammate 1919'da İsviçre'de yapılan barış görüşmeleri sırasında birden bire ortaya çıktı. Hala İngiliz Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde saklanan kartvizitinde ünvanı "Dağıstan Kafkas Halkları Birliği Dışişleri Bakanı" olarak yazılmıştı. Onun tanımladığı Kafkas birliği için ortaya koyduğu çabalar kongreden hiç destek almadı; ismi belirtilmeyen bir İngiliz bürokrat yalnızca "bu mümkün olamaz" diyerek karşı olduklarını belirtti. İkinci temsilci ise Abdul Mecit Çermof'tu. Bu kez "Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti Delegasyonu Başkanı" sıfatı ile daha sonra ortaya çıkan bu kişi de aynı şekilde başarısız oldu./ Kafkasya'da yarı hayali yarı gerçek oluşan devletlerin her zaman taraftarları olmuştu ama sonunda Kızıl Ordu tüm muhalefeti ezerek kendi egemenliğini kurdu; 1920'lerde kendilerini destekleyenleri de yönetim pozisyonlarına getirdiler" 194, 195  
-"Almanya 22 Haziran 1941'de Rusya'ya girdi. Çok az direnişle karşılaşan ordular güneye ve doğuya doğru ilerlediler. MaykopGrozni ve Bakü petrol kuyularını istiyorlardı ve Sovyet birlikleri de onları durduramıyordu./.../... Ekim 1942'de Karaçay-Balkarya'nın başkenti olan Nalçik düştü.../ Bölgenin yeni askeri komutanı, Tümgeneraal Zakharov dağlarda saklanan asker kaçaklarının ordunun geri çekilmesini tehlikeye düşüreceğini düşünmüş ve 1 Kasım tarihinde NKVD-İçişleri Halk Komiserliği'ne bu asker kaçaklarının akrabalarını rehine almasını emretmişti. Eğer kaçaklar iki gün içinde teslim olmazlarsa rehinelerin vurularak öldürülmelerini emretti. Çerek vadisini içine almak üzere olan büyük trajedi için sahne kurulmaya başlamıştı.../ NKVD güçleri boş durmadılar. İlk kurbanları... "haydut"... iki Malkar... oldu... iki çoban... daha sonra vuruldu. Niye vuruldukları belli değildi. Sovyet birlikleri vadi boyunca silahlarını taşıyarak akın akın geri çekiliyorlardı.../ Ordu büyük oranda boğazdan geçip selamete ulaştı, fakat beş kişilik bir grup taşıdıkları uçaksavarı Çerek boğazının dik yamacından çıkarmayı beceremediler. Kutay'ın adamları onları durdurdu ve 21 Kasım'da askerlerden ikisini beraberlerinde götürerek bu silahi boğalarla çektiler ve köy meclisinin yakınlarına götürdüler. Burada Kutay'ın düşmanı Eneyev... konuşlanmıştı. Haydutlar ateş açtı... Eneyev... hastaneye sığındı ve az miktardaki Sovyet askeri ile birlikte saklandı. Bunu takip eden dört gün boyunca taraflar çarpıştılar, haydutlar uçaksavarlarıyla ve askerler de hastanede siper alarak... askerler çekilmeyi başarmadan önce beş asker vuruldu. Askeri yönetimin sabrı tükendi./ 37. Ordu'nun başı olan General Kozlov boğazdaki tüm haydutların yok edilmesi için emir verdi. Sözlü olarak da NKVD'deki Albay Şikin'e emir verdi, "hiçbir istisna gözetmeksizin Balkarya'yı yeryüzünden silin"./ 22 Kasım 1942'de Şikin bu emri süvari birliğinin komutanına iletti: "Yukarı Balkarya'daki köylerde barınan haydutları ortadan kaldırın. En kalıcı önlemleri alın, şöyle ki görüldükleri yerde vurun, evlerini ve mallarını ateşe verin." 24 Kasım'da Yüzbaşı Fyodor Nakin yönetimindeki 152 kişilik bir müfreze Çerek boğazına gönderildi. Yolda halktan en az altı kişiyi tutuklayıp öldürdüler. Bunların hiçbirinin köy merkezindeki çarpışmayla ilgileri yoktu./ Çerek katliamı başlamıştı./ Nakin'in birliği, 27 Kasım 1942'de Çerek vadisini gören bir mevkide yerini aidı... en azından dokuz küçük köy vardı.../.../ Sauti'de.../... silahlar atılmaya başladı. Neler olup bittiği konusunda en ufak bir fikirleri yoktu; ta ki sabahleyin iki kadın gelip kendilerine askerlerin herkesi öldürdüğünü söyleyene kadar./.../... altmış kişi saklanmaktaydı... askerler onları kolayca buldular. İçerdeki insanlar dışarı çıkmayı reddedince de el bombası attılar; bu bomba... birçok çaresiz köylüyü de öldürdü. Geride kalanlar çıkmaya karar verdi... el bombasından kurtulanlar gün ışığına çıkınca bir bir vuruldular" 200-204 
-"SSCB'de... "Ulus yerine konulmama" ise yeni bir olguydu, diye yazar Conquest 1970'de basılan Ulus Katilleri (The National Killers) adlı kitabında" 218  
-"Sovyet okullarında öğretilen iki yüzlülük" 245 
-"Sovyetler Birliği içinde bir cumhuriyet değil de Rusya için de otonom bir bölge olan Çeçenistan'ın bağımsızlık ilan etmek için yasal dayanağı olmamasına rağmen.../.../ Şubat 1944'te, 478.479 Çeçen ve İnguş'un trenlere doldurularak uzaklara gönderilmeleri..." 247, 248  
-"Dağıstan'a İslam dini 733 tarihlerinde ulaştı... Dağıstan, on altıncı yüzyılın sonlarına kadar tümüyle Müslüman değildi. Çeçenistan da daha sonraları İslam'a döndü ve on sekizinci yüzyılın sonlarına kadar Müslümanlığa dönmemiş Çeçenler vardı. Bazı İnguşlar da 1860'larda hala pagandı" 260 
-"Uşurma 1732'de... dünyaya gelmişti.../... Dağıstan'daki okula gönderilmiş./.../... adını Arapça'da "muzaffer" anlamına gelen Mansur olarak değiştirmiş.../.../... Mansur'un direnişi uzun sürmedi... Çerkeslerin bulundukları bölgelere kaçtı... 1791'de Ruslar tarafından ele geçirildi. Üç yıl sonra kuzey Rusya'nın bir kalesinde öldü, çok büyük olasılıkla ölüm nedeni veremdi./ Bir başkaldırı olarak hareketi başarısızdı.../.../ Ruslar, çok kısa bir sürede reform edilmiş biçimiyle İslam'ın kendi yönetimlerine bir tehdit olduğunu fark ettiler. 1810'da Rusya ile bir anlaşmada İnguş yaşlıları Müslüman misyonerleri aralarına kabul etmeyeceklerini taahhüt etmişlerdi.../.../ Napolyon savaşları... Fransızların yenilgisiyle birlikte çarın karşısında diz çökmeyen bu dağlı toplulukların bulundukları sorunlu dağlara döndü Rusların tüm ilgisi./... Yermolov, 1814'te Paris'in düşüşü sırasında hem Rus hem de Prusya askerlerine komuta etmişti.../.../... "yıldırma" operasyonları yapıldı... Rus subaylar, kelimenin tam anlamıyla Çeçenleri insan olarak görmekten vazgeçtiler... General Grekov... "köylerini yok ettim, esirleri astım ve kadın ve çocukları doğradım" diyerek mutlulukla anlatıyordu yaptıklarını./... Çeçenler birleşmek zorundaydı. 1821 il1 1824'teki ulusal toplantılarda Nakşibendileri ruhsal liderleri olarak kabul ettiler ve Ruslara hizmet edip sonra Rus saflarını terk eden bir Çeçeni, Beybulat'ı da askeri lider olarak tanıdılar... Çeçen direnişi Çerkeslerinkinden çok daha başarılıydı.../... Temmuz 1825'te... Ruslar 300'den fazla Çeçen ileri gelenini bir toplantıya çağırdı... Rus kumandan... seçkin Çeçenleri... aşağıladı./... kamaları... teslim etmesini emretti... ilk iki teslim etti. Fakat üçüncüsü bunu reddetti... Grekov onun suratının ortasına okkalı bir tokat indirdi. Bunun karşısında yaşlı adam Grekov'u ve onun birlik komutanını bıçaklayarak öldürdü ve birçok subayı da yaraladı. Onunla birlikte toplantıya katılan birçok Çeçen de öldürüldü" 263-268 
-"1832'de... Çeçenistan'da seksen köy yerle bir edilmişti" 273 
-"Çeçen delegasyonu.../... imamın annesini... arabuluculuk yapması için ikna etmişlerdi.../ Şamil durumun ciddiyetini kavramış olmalı. Eğer Çeçenler bile ona savaşı bitirmesi için yalvarıyorsa o zaman moraller gerçekten düşük olmalıydı... Şamil... Yaradan'la konuştuğunu söyledi... Annesini, sırtına yüz kez değnek ile vurulması cezasına çarptırdı./ Annesi... dördüncüde bayıldı... Şamil... kendi sırtına vurulmasını söyledi" 277, 278 
-"1858 Şubat'ında, Khasavyurt'a bir kurye geldi... Şamil'den gelmişti mesaj ve ölmekte olan oğlu Cemaleddin için ilaç verilmesi hususunda yalvarıyordu. Doktor, belirtilerin verem olduğundan emindi. İlaçlar verildi ve kurye dörtnala geri döndü" 286 
-"Kırım Savaşı... Karadeniz'e savaş gemilerinin girmesini yasaklayan Paris Antlaşması çar için bir zaferdi... üç büyük gücün saldırısından kurtulmuştu./ Bir Çeçen delegasyonu 1856'da Şamil'e yazıp sulh yapmasını istediler" 287 
-"Şamil, son kez şansını denedi... Vladikavkas'a doğru harekete geçti. Görünen oydu ki Rus hizmetinde olan Müslüman general Musa Kundukhov... Şamil ile işbirliğine söz vermişti. Bundan bir şey çıkmadı.../ Son vuruş 1859 Temmuz'unda geldi. Rus birlikleri... harekata başladı... Şamil'in aşağılandığı bir durum da eşyalarını taşıyan kervanın daha önce kendi emrinde olanlar tarafından soyulmasıydı ve... fiziksel olarak da aşağılanmaya maruz kalmıştı./... umutsuzluğa kapıldı.../.../... Gunip son direniş için çok iyi bir yerdi.../.../... savunma yapan dört yüz kişi vardı ve onların sadakatleri bile tam değildi./.../ Eylül ayının altısında.../.../ Şamil müritlerine kendisini öldürmelerini istedi.../... adamları bunu reddettiler... gidebileceklerini söyledi ve yalnız başına öleceğini onlara bildirdi. Yine reddettiler. Oğlu Gazi Muhammed... ona teslim olması için yalvardı... Üçüncü seferde imam kabul etti... bir babanın sevgisi bir fanatiğin şevkini kırmıştı./ On iki müridi eşliğinde Ruslara doğru atla gitti... teslim oldu... Baryatinski... İmamı tutsak almıştı.../... Runovski.../ Yeni bir görev verilecekti kendisine.../ "Şamil ile birlikte yaşa!.."…/... daha çok onun emir subayı gibiydi... günlük tutması gerekiyordu./ Şamil... onurlandırılacak ve ağırlanacaktı... İmam Rusların sergilediği bu asil davranışı çok takdir etti... kendisini tutsak edenleri sevdi./.../ Runovski'nin günlüğü... imamın varlığının büyüleyici hikayesini içeriyordu.../... Şubat 1861'de Şamil, Runovski'ye dağlı toplulukları anlattı... Başka bir yerde... Türklerin rezil cinsel alışkanlıklarından.../ Şamil, teslim olduğunda, karıları ve çocuklarıyla ovaya getirilmişti... sonra, Şamil, oğulları... Hacio ismindeki müridi... Rusya'ya doğru gönderilmişti./... imamın hayata bakışı ile uyumlu. Şaşılacak derecede naif./... Modern dünya ile hiç karşılaşmamış birisi gibi bir izlenim uyandırıyor./... Gördüklerinden çok mutlu olmuştu.../... İmparator II. Aleksandr'a da çok sıcak duygular besliyordu.../ "… Eğer bu yeryüzünde Allah'ın gücünü temsil eden birisi varsa, bu da sizsiniz... yaşlı Şamil, artık... bir pişmanlık hissediyorsa, o da hayatını sizin hizmetinize sunmak için tekrar dünyaya gelemeyeceğindendir," dedi, Kasım 1859'da London Times gazetesinde çıkan bir habere göre./.../ Ruslar esirlerinin saygınlığını kabul ettiler. Şamil'in popülaritesi o kadar büyüktü ki... daha fazla subay onu görmek için heyecanlandı./... Petersburglular... gittiği her yerde alkışlamışlardı onu./ Tam bu sıralarda, Şamil ile oğulları, Runovski ile tanıştı.../.../... bir tiyatroya götürdü.../.../... Ailesini özlüyordu ve ilgiden ve sonu gelmeyen davetlerden ve ziyaretlerden çok sıkılmıştı.../.../ Bir gazeteci... yazdı... "Eğer görüntüye güvenilirse, bu adam ne zalim ne de gaddar, fakat mülayim, zeki ve sağduyulu."/.../ Şamil... Petersburg'dan ayrılma zamanı gerçekten gelince, Runovski onlarla birlikteydi... otelin dışında ilkinden daha yoğun bir kalabalık birikmişti... "Güle güle...", "Şamil bizimle kal"…/.../... Tren istasyonu terk etmişti... Şamil Kaluga'da yeni bir hayat için yola koyulmuştu" 288-297 
-"Şamil... Kaluga'daki dağları ve bitki örtüsünün kendisine Çeçenistan'ı ne kadar hatırlattığı.../.../ Şamil... dedi. "Şimdi Kafkasya Kaluga'da."/... Savaşın son aylarında... müttefikleri hırsızlara ve casuslara dönüştüğünde kalbini sürekli bir korku sarıyordu. Kafkasya ona ihanet etmişti.../... aile bireyleri... Şamil'in oraya varmasından üç ay sonra ona katılacaklardı... Onun için Kafkasya bu küçük kasabaya sığıyordu./.../ Runovski'ye Şamil'e vermesi için para teslim edilmişti.../.../ Hiçbir lüks ve ihtişam, onun başarısızlığını ve yenilgisini feci bir şekilde içinde hissetmesine engel olamıyordu.../ Kaluga Moskova'nın 200 kilometre güneyindedir. O zamanlar küçük, hoş bir kasabaydı... İmam'a verilen ev hala "Şamil'in evi" diye biliniyor... bir levha asılı: "Bu evde 1859 ile 1868 yılları arasında Dağıstan İmamı Şamil yaşadı." Yanında da... bir portresi var./.../ Rus subayın düzenli yazdığı günlük Şamil'i... oldukça sevimli bir karakter olarak tanıtır... ahlaki değerlerle yaşayan, yumuşak ve düşünceli yaşlı bir adam ile karşılaştılar./.../... Şamil'in yaşam felsefesi... Kendi içinde bir bütündü, mantıksal uyumu olan, aynı zamanda bir şekilde yabancı ve tuhaftı./.../... Kaluga'da yolda yürürken tüm fakirlere sadaka dağıtır./... para taşımazdı.../.../ Bu kibar ve düşünceli yaşlı adamın Kaluga toplumunda büyük bir başarı olması çok şaşırtıcı değil... sürekli... davet ediliyordu./... Şamil'in iyi bir yaşam sürmesi için... atanmış olan Maria Çiçagova.../... "Şamil çocukları çok severdi ve böyle bir insan kötü olamaz," diye yazıyordu. "… vahşi doğasında komşusunu seven ilahi bir sevgi ışığı vardı."/... ilk aylarda Şamil mutlu değildi... ailesini çok özlüyordu.../ Özellikle Türkleri hiç sevmiyordu, çünkü sultan... halini hatırını sormamıştı ve kendisinin eski destekçisi ama daha sonra terk etmiş olan Daniel-Sultan'dan nefretini de açıkça dile getiriyordu./ Fakat 1860 Ocak ayının ortasında depresyonu bitti./... kaybettiği kütüphanesi... getirilmişti... ailesinin yakında geleceğini duyup çok sevindi.../ İlk önce Muhammed-Şefi, Şamil'in en genç oğlu çıktı geldi.../.../... ardından Gazi-Muhammed, Şamil'in büyük oğlu içeri girdi. Onun arkasından da imamın en büyük damadı (bu kişi aynı zamanda en büyük karısının erkek kardeşi, Şamil'in diğer damadının erkek kardeşi ve imamın ruhani liderinin oğluydu) vardı. Daha sonra kadınları taşıyan arabalar oraya vardılar.../ Şamil.. Şuanat'ın ona geri dönmesinden... mutluydu. Ancak ailenin geri kalanları en büyük karısı Zeidat'ın gelmiş olmasından hoşnutsuzdu.../... Politika, kişisel nefretler ve küçük küçük yapılan fenalıklar... evi problemlerin yaşandığı bir yere çevirmişti./... Runovski... Zeidat'ın... Şuanat'ın durumunu bir cehenneme çevirdiğini... düşünüyorlardı./... Aminat'tan boşanmıştı... Zeidat... zorlamıştı./ Şamil'in ölmüş karısı Fatimat'dan olan oğullarının Zeidat hakkındaki en temel şikayetleri... Zeidat'ın imamı zorla ikna edip bu iki kızın kendi erkek kardeşleriyle evlenmesine neden olmasıydı. Şamil'in oğulları Zeidat'ın bu iki erkek kardeşinden nefret ediyorlardı, çünkü ruhani danışmanının oğulları olarak Şamil'in hayatında bir ağırlıkları olmasını kıskanıyorlardı./ Bu aşamada, üç katlı evde, Şamil'in yanısıra iki karısı, iki oğlu, beş kızı, bir kız torunu, iki damadı, bir gelini, bir bakıcı, bakıcının oğlu, bir çevirmen, bir hizmetkar, oğullarının iki arkadaşı, ilişkisinin ne olduğu anlaşılamayan on yedi yaşında bir İnguş kız ve Şamil'i benimsemiş, fakat gözle görülür bir amaca hizmet etmeyen bir Afgan derviş yaşıyordu./ Zeidat'ın işbirlikçisi olan Afgan... bir emeklilik maaşı bağlanmasını isteyen uzun ve başarısız çabalar içine girmişti./.../... Şamil, karısının ailesinin etkisiyle, evin üst katına bir fırın yapılmasını istedi ce Hıristiyanların pişirdiği yemeği bile reddetti./.../ Gazi Muhammed'in karısı Keremet, Daniel-Sultan'ın kızıydı. Daniel-Sultan... tüm aile tarafından davaya ihanet ettiğine inanılıyordu... Şamil de Keremet'in Ruslara yardım etmek için casuslar gönderdiğine inanıyordu./ Şamil gelini ile aynı çatı altında yaşamayı reddediyordu. Diğer yandan KeremetZeidat ile aynı evde olmak istemiyordu. Yeni bir ev bulunmalıydı./ Bir uğraşları olmadığı ve can sıkıntısı çektikleri için şüphesiz gerilim daha da yükseliyordu. Birbirlerine karşı komplo planları yapmaktan ve yürüyüşe çıkmaktan başka yapacakları hiçbir şey yoktu... kadınlar, kafirler kendilerini görür diye dışarı çıkmaya korkuyorlardı./... Abdurrahman da hayatlarının hikayesini yazmıştı. Ancak Kaluga'da geçirdikleri zamanları tamamiyle dışarıda bırakmıştı.../.../... Şamil... Günlerce oturup bu kitapları didik didik ediyordu.../.../ Şamil... bir gece... bir baloya gitti... iyi vakit geçirdiğini söyledi./.../... Runovski'ye... oluşturduğu sistemi anlatma fırsatı oldu.../... Çeçenlere karşı belli bir garaz duyuyordu.../ Dağlık Çeçenistan'ın bölgelerinden birisi olan Tadburti'de şeriatı uygulamaya koymadan önce toplumda, evlilik dışında doğan çocukların evlilik içinde doğan çocuklardan daha değerli olduğu hakkında yaygın bir inanış vardı. Birbirlerinin karılarını, kızlarını kaçırıp onları esir olarak tutuyorlardı. Bu durum bu kadınları da mutlu ediyordu; kendilerini esir alanlardan evlilik dışı hamile kalıp "Dünya çapında kahramanlar ve yiğit savaşçılar doğuruyorlardı"./ Dağlı Çeçen toplumu, imama göre beş katlı kulelerde yaşıyordu; en alt katta ahırlar vardı, onun üstünde depolar, onun üstünde aile, onun üstünde ailenin malları ve en üst katta da esir alınmış kadınlar. Daha küçük binalarda bu kadınlar çoğunlukla ailenin yanında kalıyorlardı. Şamil'in deyişiyle bu insanlığın yüz karası insanlarda utanma arlanma yoktu. Şamil, şeriat kurallarını uygulamaya koyup bu kuleleri yıktığını ama tüm bunların yıllar süren çabalar sonucu olduğunu söyledi./ İmam dobra dobra, "Bütün dünyada bu pislikten daha kötü bir şey yok. Ruslar onları bir parça yola getirdiğim için bana teşekkür borçlular. Bu olmadan, onlarla yalnızca tek biçimde baş edecektiniz: hepsini silahla taramanız lazımdı. Aynı vahşi saldırgan hayvanlara yapıldığı gibi. Aslında Tadburi'deki insanların huyunu kırmakla kalmadım; Şakoy ve İçkerya'dakileri de yola getirdim. Onların Ruslara bağlılığı konusunda değildi benim savaşım. Biliyorsunuz böyle bir bağlılıkları olmadı. Onların kötü karakterleri ile ve hırsızlık ve haydutluk eğilimleriyle savaşımı sürdürdüm... eminim ki siz de onlarla savaşacaksınız, onların bana olan bağlılığı ile değil, onların haydutluk eğilimleriyle; hiçbir zaman bırakmak istemiyorlar bu eğilimlerini," dedi./ "Bu dağlıların alışkanlıklarını kırmak için çok sert önlemler aldığımı itiraf ediyorum. Benim emirlerim doğrultusunda birçok insan öldü, fakat... başka yolu yoktu... Allah'ın huzurunda bunun cevabını vermekten de hiç korkmuyorum."/... Rus subaylar... Kafkasya'ya bir mesajı olup olmadığını sorarlardı. Şamil... eski müritlerine kendisinin esaret altında mutlu ve rahat olduğunu söylemelerini isterdi. Aynı zamandaa Rus dinleyicilerine çara şükranlarını iletmeleri konusunda hiçbir fırsatı kaçırmazdı./... Şamil'in daha önce esir aldığı ve köle olarak çalışmaya zorladığı... askerler.../... ziyarete gelen askerler... sıcak bir şekilde sohbet ettiler ve... bir tanesi elini öptü./ "Niye..." diye sordu Runovski.../.../ "İyi bir adam. İyi durumda olan tutsaklar, Şamil'in yaşadığı yerde yaşayanlar veya geçtiği yerde olanlardı..."/ Runovski daha önce eline esir düşmüş kişilerin imamı methetmelerine çok şaşırmıştı./ "Çok iyi bir adamdı... altın gibi bir kalbi vardı. İsa'ya inanmıyor ama iyi bir adam."/... harfi harfine günlüğüne kaydetti... Kaluga'nın Çeçenistan'a benzediği... yorumu... Çarı övüyor, Rusya'yı övüyor, evini övüyor... bir keresinde Runovski ona genelde Rusya hakkında... ne düşündüğünü sordu./.../ "Şimdi anlıyorum oğlum Cemaleddin'in neden öldüğünü," dedi./.../ Oğlu dağlarda ona yabancı gelen koşullar altında eriyip gitmişti" 298-311 
-"Mayıs 1860'da, Şamil'in eski subayı... Muhammed Emin ziyarete geldi... Emin... Türk politik sahnesinde defalarca engellerle karşılaşmıştı.../ Şamil teslim olduğunda, silah arkadaşına teslim olması için teklifte bulunmuştu.../.../... Emin liderliğindeki... Abazeklerin töreleri onlar için özel eğlence kaynağıydı. Şamil ve oğulları bir Abaza erkeğin karısını gün ışığında ziyaret edemeyeceğini öğrendiği zaman gülmekten kırıldılar.../.../... Emin Türkiye'ye göçmen olarak gidiyordu.../ Bu Çerkeslerin acımasızca aceleyle sürgüne gönderilip ulus olarak çöküşlerine neden olacak eylem değildi... dini liderler ve Şamil'in eski subayları, kafirler tarafından yönetilmek istemediler... Osmanlı... seçtiler./... Gazi Muhammed, 1861... Kafkasya'ya yaptığı bir geziden döndüğünde... Şamil'in yönetiminde bastırılan kan davalarının... tekrar ortaya çıktığını söyler./ Şamil, Ruslara eskiden kendi tabiyetinde olanların kanun dışı alışkanlıklarına dönmemeleri için baskı uygulamaları konusunda tavsiyelerde bulunmuştu. "Şimdi, bunlar koyun gibidir," demişti.../ Ruslar, kavimlerdeki halkların "isteklerine boyun eğme" konusunda yumuşak davranmalarının bedelini ödüyorlardı./ 1861'de... bir İngiliz gezgin Dağıstan'a gitme cüreti göstermişti... yazdıklarına göre, Gürcistan'da bile hava karardıktan sonra evden dışarı çıkmak cesaret istiyordu ve Dağıstan... sürekli başkaldırının merkeziydi./.../... saldırıların hedefi... daha önce... halkın özgürlüklerini vahşice bastıran Şamil'in hizmetindekiler de oluyordu. İntikamdan korkan bu adamlar... Osmanlı... doğru yola çıkıyorlardı... Daniel Sultan bunlardan biriydi ve birçoğu onunla gitti./... bu son fethin Kafkas halkları için sonun başlangıcı olduğunu... kabullenemiyorlardı. Bunların arasında Rus devlet hizmetinde Kafkas halklarından en önemli bir kişi olan Musa Kundukhov da vardı./ 1818'de Müslüman Osetyalı bir ailede dünyaya gelmiş, küçük bir çocukken Ruslara rehin olarak verilmişti.../... becerikli ve saygın bir subay olmuştu; bir generaldi ve Çeçenistan'ın valisi olmaya adaydı./... onda genç bir Rus aristokratın her şeye boyun eğen ruhu yoktu. On dokuz yaşında, Kafkasya'yı gezen çarın tercümanıydı... Rusların yönetim biçimlerini anlayabildiği bu yakınlaşma, onların sözde medenileştirme çabaları konusunda... Kundukhov'u hayal kırıklığına uğratmıştı. Ona göre çar, bir Çeçen delegasyonunu kendini beğenmiş bir ifadeyle ağırlamıştı, kıymet bilmezler olarak hitap edip onların güvenini ve desteğini kazanabilme şansını kaybetmişti./ Çar Nikolay, Çeçenleri felaket ile sonuçlansa da onları aşağılayarak bastıran General Pullo'nun kör bıçak gibi işi sonuçlandıramayan taktiğine sırtını dayamak zorundaydı. Pullo ateşli sözleri ile tanınıyordu, "Artık silahları yok, şimdi sıra kadınlarının pantolonlarını indirmeye geldi."/ Kundukhov, kendisinin ölümünden sonra yayınlanan anılarında, "Geçmişteki yirmi beş yıl... Şamil'in üstünlüğünün baş nedeninin Nikolay'ın barışçıl dağlı topluluklarının isteklerine kulak tıkaması ve korku yerine, bu yerlerde nefret ve kendisine karşı kin oluşması için yaratılan ortam olduğunu düşünüyorum," diye yazıyordu./ Erkek kardeşlerinden iki tanesi... Şamil'in yanında savaştıkları için bu nefretin nasıl bir şey olduğu hakkında kişisel tecrübesi vardı. Rusya'ya hizmet ettiği halde... Rus değerlerine sahip çıkmıyordu. Hala kan davalarına karışıyordu ve bir keresinde başı dik bir şekilde insanların arasında yürüyen tehlikeli bir Çeçeni vurarak öldürmüştü./... Şamil'e karşı savaşmayı reddetmesine rağmen, vatanında gerici İslam'ın ilerlemesinden yakınıyor ve hem Şamil hem de çarın vatanına huzur getirdiğini düşünmüyordu./.../... 1860'da... Çeçen bölgesinin başına getirilmişti... sözler vermişti. Fakat... hükümet bu sözlerden vazgeçmeye karar vermişti. Çeçenlerin topraklarının bir kısmını Rus Kazaklarına vermişti. Kundukhov bir yalancı durumuna düşmüş olmaktan nefret etti ve çok sinirlendi./ Ancak bu merhametli bir adam olduğu anlamına gelmez... teslim olmayan Şamil'in subaylarına karşı acımasızdı. Örneğin, Baysungur adındaki bir Çeçen, Çeçenistan'ın ücra köşelerini elinde tutmaktaydı ve bu kişi, 1860'da yakalanana kadar acımasızca Kundukhov'un askeri becerisinin hedefi oldu./ O yıl Ocak ayında yazılan bir raporda, "Benoy bölgesinde ne teslim olmayan bir kişi ne de ayakta bir ev kalmıştı. Bütün yiyecek dükkanları yakılıp yıkılmıştı," deniliyordu./ Ancak... başkaldırmayan insanların... cezalandırılmasına da karşı çıkıyordu. Hükümetin isyanı önlemek için insanları ülkenin iç kısımlarına doğru sürme planı onu özellikle çok sinirlendirdi... Rusların Kafkasya için iyilik düşünmediklerine ikna olup oraları terk etmeye karar verdi. Yaşlıların arasında dolaşıp planını onlara da kabul ettirmeye çalıştı.../.../ Konuşmaları onu dinleyenleri mest ediyordu... Türkiye'yi ziyaret etmişti ve oradaki hükümetin her yıl Kafkasya'nın her yerinden 5.000 aileyi kabul edeceğini öğrenmişti./ Göçmen olarak istediği kadar kişiyi toparlamakta başarılı değildi, fakat yine de binlerce aileyi bir araya getirmişti. Bunlar çoğunlukla Çeçen ve Osetyalılar'dı. Ulaşım masrafları için hükümetten para almayı da başarmıştı. Yazın başlarında ayrılan ilk kafilenin içinde kendi ailesi, anne ve babası vardı. Sıradağları aşıp Tiflis'e vardılar. Diğer kafileler de Temmuz'a kadar yola çıktı.../ Belki de bir gün geri döneceğini düşünüyordu... dönmedi... onun kafilesinden aileler Türkiye'nin dört bir yanına dağıldılar ve Türk iş pazarının ve askeri sınıflarının önemli bir kısmını oluşturdular./ "Büyük Allah'ıma duacıyım; Kafkasya'yı bu iğrenç hükümetin elinden kurtarmak için Türk askerinin başına geçebilmem için bana güç versin." Bu satırları sınırdan nasıl geçtiğini anlatırken yazmıştı./ Ve dualarının ilk kısmı gerçek oldu. Türkiye ve Rusya 1877-78'de savaşa girdiler... Kundukhov eski silah arkadaşlarına karşı bir süvari birliğine komuta ediyordu. Fakat, yine Türk ordusu... bozguna uğramıştı ve Kafkaslar'ın tekrar bağımsızlıklarını kazanması doğrultusundaki son dilekleri de bu bozgunla beraber bitmişti./ Savaşın yanısıra Çeçenistan ve Dağıstan'da ayaklanma vardı... Ancak Ruslar acımasızdı; sivilleri bulundukları yerlerden sürüp evleri yerle bir ediyorlardı. Bir kez daha, isyancılar... yenilmiş ve ele geçirilmişlerdi. Kasım 1877'de liderleri hapsedildi ve ertesi senenin Mart'ında bunların çoğu idam edilmişti./.../ Binlerce Çeçen ve Dağıstanlı Rusya'ya gönderilmişti... birçoğu... Osmanlı'ya göçen ikinci kafile dalgasını oluşturuyordu./... Yalova... Güneyköy... başında Nakşibendi Şeyhi Muhammed Madani vardı. 1896'da vatanından ayrıldığı zaman altmışlı yaşların başındaydı.../ Bugün.../... İmam Şamil'e ait on resim "Barkala" (Avarca'da şükran demek) kahvehanesinin duvarlarını süslüyor... Çeçen bayrağı var./.../... Şerafuddin'in getirdiği başka bir grup da onlara katıldı.../... Hatice Şener, "Babam Dağıstan'ı 1900'lerde Şerafuddin ile birlikte terk etti," dedi" 312-319 
-"Çeçenler Osmanlı... başka yerlerine yerleştirilmişlerdi... Bugünki Ürdün topraklarına 1901 yılında vardılar ve burada harabeler ve göçebe Araplar'la karşılaştılar./... seksen yedi yaşındaki Abdul Baki Jamo.../ "Kültürümüzü koruduk... Çeçenler buradaki halktan bağımsız hayatlar yaşadılar."/... safkan Çeçen şehri Zarka'daki evine gittiğimde Çeçenlerin kimliklerine nasıl bağlı olduklarını gördüm. Çeçenlerin gırtlaktan çıkardıkları sesler etrafta, caddelerde konuşulan tek dildi.../ İngilizce yazılmış bu yazı "Dikkat! Çeçen Bölgesi," diyor.../.../... Jamo, babasının 1899'un sonunda Kafkasya'yı terk ettiğini söyledi... adını Süleyman Al-Gilani diye söylediği Sufi lider... İslam'ın Kafkasya'da öleceği ve göçmenlerin inançlarını koruyarak tehlike ortadan kalkınca tekrar vatanlarına bu inançlarını geri götürebileceklerini öngörmüştü./.../... SufilikÇerkeslerden daha iyi bir şekilde kültürümüzü korumamız için yardımcı oldu.../ Ürdün'de... Çerkes ve Çeçenler... 5.000 ile 10.000 arasında bir nüfus oluşturuyor.../.../ Şamil'in Kaluga'daki hayatı 1862'den sonra daha az kayıt altına alındı. O sene Runovski gözetim subaylığından ayrılmıştı... zenci Amerikalı aktör Ira Aldridge, Şamil'i sakin ve mutlu bir kişi olarak tanımlıyordu./ "Şamil'in yüzünde kesinlikle iyiliksever bir ifade var... sakin, ermiş, yaşlı bir kişi görüntüsü çiziyor... 1.80'in üzerinde...," diye tanımlıyor aktör, 1864'te imam ile görüşmesinden sonra yazdığı bir yazıda./.../... Polonya kökenli bir albay olan gözetim subayı hayatını karartıyordu... Mayıs 1862... Keremet ateşlenip ölmüştü... En gözde kızı Nefisat 1865'te kendi oğlunun ölümünün hemen ardından vefat etti. Şamil'in bebek olan diğer erkek torunu da öldü./ Toplamda Şamil'in ailesinden ve hane halkından on yedi kişi Kaluga'da yaşamını yitirdi... Kaluga'yı 1869'da terk etti. Kiev'e gitti ve bir sonraki yıl hacca gitmesine izin verildi. Yetmiş dört yaşındaydı./ Türkiye'de... çılgınca alkışlandı./ Mekke'ye vardığında yine aynı ilgiyi gördü... 4 Şubat 1871'de... öldü./.../ Gazi Muhammed İstanbul'da bir süre yaşadı ve hatta 1877-78'de düzensiz bir süvari birliği ile Kafkasya'yı tekrar ele geçirmeye teşebbüs etti. Ancak, Türk hükümetinin şüphesini çekti ve birkaç yıl sonra Orta Doğu'ya gönderildi, genç kaynı Muhammed Fazıl Dağıstani ile birlikte./.../ Amman'da... Muhammed Fazıl'ın torununun kızıydı.../ Tamara..." 321-324 
-"1921.../... 10 Mart.../.../ Azınlıklar için yeni bir dönem vaat ediyordu konuşmacı.../.../... Stalin'di./... Rus komünistlerin Çeçenlere yardım etme istekleri fazla bir şeyi değiştirmeyecekti. Çeçenler, kendi "geri ve medeniyetten uzak durumlarından" uzaklaşmak istemiyorlardı. Aslında, bunu seviyorlardı./... bir komünist olan... Samurski 1925'te... On dokuzuncu yüzyıldaki savaşlarda yaratılan nefretin kalıntıları yok edilebilir gibi değildi, diyordu. Basitçe... Çeçenler ve... Dağıstanlılar Ruslar tarafından yönetilmek istemiyorlardı. Ve hepsi buydu./.../ 1919'da, bir Çeçen Nakşibendi Şeyhi, Uzun Hacı, kendisini imam olarak ilan etti.../ Kendi gücünün sarhoşluğu içinde olan Kızıl Ordu, kurtarıcı gibi değil de yağmacı gibi geldi. "Ataerkil geleneklere ve İslam'a" saldırdılar; "ufak ceza niteliğindeki saldırılar, polis baskısı, şantaj, kan davaları, talan ve yiyecek ve hayvan yemine el konulması, Kızıl birliklere zorla askere yazma, küçük ticaretin ele geçirilmesi ve yok edilmesine" dayalı bir yönetim vardı. Çeçenleri kızdırmak için bunlardan daha iyi ne olabilirdi ki./... 10.000 kişi öldü./... isyancılar... Dağıstan'daki son savunma kaleleri de Mayıs 1921'de düştü./ Daha sonraki yirmi yıl içinde, halkın arasında saklanan "haydutlar" dağlara korku saldılar... Stalin'in Çeçenlere karşı yeni cesur siyaseti hiçbir zaman uygulanmamıştı. Hemen hemen her yıl, anti-Sovyet öğelere karşı yeni bir temizleme harekatı getirdi.../ 1931'de, Stalin'in tüm idareyi ele almasına yakın, 35.000'den fazla Çeçen tutuklandı... çoğu öldürüldü. 1937'de gerçek bir temizleme operasyonunun hemen başında 14.000 kişi daha tutuklandı; aralarında yerel Komünist Parti'nin bütün üyeleri de vardı./ Bu tutuklanmış komünistlerin suçu neydi? Milliyetler sorununda Bolşevik siyasetin söylediklerini alıntılayarak savunuyorlar ve diyorlardı ki, Rus yoldaşların, "Büyük Rus şovenizmine karşı, Çeçenleri bastırmaya yönelik tavırlara karşı daha da kararlı bir şekilde mücadele etmeleri gerekmektedir..."/ Bu sözler Stalin'in 1921'de yaptığı bir konuşmanın tekrar ifadesiydi. Maalesef, Çeçenler bu yorumları yapmakta on altı yıl gecikmişler ve bu sözlerle kendi ölüm fermanlarını imzalamışlardı... Daha çok Çeçen dağlara doğru yola çıktı, oradan Sovyet hedeflerine yöneldi. Aşağılama ve direniş döngüsü 1944'e kadar devam etti.../.../... 1950'de SSCB Tarihi olarak okullarda okutulan ders kitabı Şamil'in direnişini, "İngiliz sermayesi ve Türk sultanının hizmetindeki gerici, milliyetçi bir hareket" olmakla suçluyordu. "Dağlı halkların gerçek çıkarlarına karşı yönelmiş bir harekettir," deniyordu.../.../... 1944'ten sonraki beş yıl içinde sürgün edilen Çeçen ve İnguşların yüzde otuz beşi, Malkarların yüzde kırk dokuzu öldü " 328-334  
-"Soljenitsin.../ Mart 1953'te... Kazakistan'da Kok-Terek köyüne gönderilmişti. Orada bir okulda ders veriyor ve Çeçenlerin Orta Asya'da nasıl yaşadıklarını gözlemliyordu... yazdı. Onun anlattıklarına göre, Çeçenler kitle halinde işbirliğini reddettiler./.../ "Hiçbir Çeçen başlarındakine yaranmak veya onların gözüne girmek gibi bir çaba içinde değildi. Patronlarına kibirle ve hatta açık açık kinle karşılık veriyorlardı."/ Kok-Terek'te onun zamanında geçen bir olay, Çeçenlerin teslimiyete dimdik karşı koymalarını anlatan en iyi hikayedir. Soljenitsin'in göz kamaştıran öğrencisi bir Çeçen erkek çocuğuydu. Adı Abdul Kudaev'di... çok gururlu olduğu için hiç kimseye yağcılık yapmazdı. Ama zekası ile çok saygı görürdü./.../ Soljenitsin, "Yalnızca bireyler olarak değil, tüm ulus olarak birlik içinde kaderine boyun eğmeye karşı koyan bir tek ulus vardı. Onlar da Çeçenlerdi," diye yazıyordu. "Ve mucize o ki herkes onlardan korkuyor. Hiç kimse onları böyle yaşamaktan alıkoyamadı. Bu ülkeyi otuz beş senedir yöneten hükümet, onların kanunlarına saygılı olmalarını sağlayamadı."/... aklıma... Çeçenlerden birisi gelir./ Adı Hasan Bibulatov... herkes ona "Deduşka" (dede) diyordu... İstanbul'daki bir göçmen kampında.../ Küçük bir çocuk olaraak sürgüne gönderilmiş ve anavatanından hiçbir şey hatırlamıyor.../.../... 1970'lerde Sovyet devleti daha da yozlaşmış ve kokuşmuşken, Çeçenler de kayıt dışı ekonominin içinde önemli yerlere gelmeye başladılar ve Deduşka'nınki gibi suç çetelerinde yerlerini aldılar...7 İnanılmaz bir kültürel uyanış yaşanmaya başladı.../.../... Sultan Yaşurkayev... tek kollu yaşlı bir adamın Stalin'e her hafta yaptığı korkunç hatayı anlatan mektuplar gönderdiğini hatırlıyor. Yaşlı adam Stalin'in kendilerine yapılanları bilse buna izin vermeyeceğine inanmıştı bir kere./.../... Uyanış, Çeçenlerin kaderinin korkusunu birinci elden yaşamamış ama bunu yaşamış kişilerden duyan kişilerin hareketi olacaktı...Yandarbiyey, 1953 doğumlu Abdi Bisultanov, 1959 doğumlu Zakayev, ulusal harekete önderlik edeceklerdi.../ "1970'ler ulusal kültürün başlangıcı gibiydi. Çoğunlukla... Kazakistan'a gönderilmişlerdi," diye hatırlıyor, Zakayev./ "Kazakistan'da eğitilmişlerdi ve eğitimleri en yüksek düzeydeydi. Aynı zamanda, son on üç yıldır Çeçenler, Çeçenistan'dan başka bir şey konuşmuyorlardı..."/.../ "1960'larda veya 1970'lerin başında... Grozni'de... toplu taşım araçlarında eğer Çeçence konuşursan Ruslar arasında nahoş bir hava esiyordu. Eğer çocuksan da kulağın çekilip bir de azar yiyordun... Dilimiz doğru dürüst bir dil olarak görülmüyordu," dedi Zakayev./.../... Yaşurkayev, bu uyanışta ufak da olsa yer aldı... 1989'da hükümetin başına geçen Zavgayev için danışman olarak çalıştı... Zavgayev alaşağı edilince... Grozni'nin hemen dışındaki evinde inek yetiştirip şiir yazmak üzerine yoğunlaştı./... 1994'te... Savaşın en yakın şahidi olacaktı./... bir deftere ne gördüyse yazdı.../.../... Anlattıkları... Tam bir Çeçen kitabı./ "Çeçenistan'daki hükümet Çeçen olduğu zaman, bir hükümetin etrafında oluşması gereken hava yok oldu. Herhangi bir Çeçen için, o bir hükümet değil, Moskoflar çekildiğinde iyi bir pozisyona gelmiş, tanıdıkları birisinin oğlu veya erkek kardeşiydi. Ve ne hakla? Niye ben değilim de, o? Onun babası nasıl oluyor da benim babamdan daha iyi oluyor?"/.../ Günlüklerden parçalar daha sonra... Radyo Özgür Avrupa'da yayınlanmıştı.../... Belçika'da... buldum.  1995'te bir Rus bombası yaşamakta olduğu evi yerle bir edince 2000 yılında buraya gelmişti.../ Burada... her şey... düzgün ve sistemliydi.../... Günlükleri birçok Avrupa diline çevrilmişti" 345-357 
-"Deduşka.../.../ "Oğullarımı öldürdüler," dedi.../.../... "… Ruslar, bir törpü aldılar... Dişlerimin arasına koydular ve böyle çevirdiler... Kökleri kaldı ama dişler döküldü."/.../ İşkenceler bir süre sonra dayanılmaz oldu, dedi.../.../... Çeçenistan'da iki yıl savaş en aşağı 50.000 ve büyük olasılıkla 100.000'den fazla sivilin ölümüne neden oldu. Bunun yanısıra, 15.000 civarı Rus askeri ve belki de 5.000 Çeçen savaşçı öldü./ Bu, her aileden çok sayıda kayıp anlamına geliyordu. Deduşka iki oğlunu savaşta kaybetti.../.../... Çeçen mücadelesi Kafkasya'da o güne kadar görülmemiş en kötü biçimde bastırılmıştı./ Rus tankları, 1999'da Grozni'ye döndüğünde her iki taraftan da savaşçılarda en ufak bir insanlık kalıntısı kalmamıştı. Karşısındaki kurbanın kim olduğunu düşünmeden öldürmek için saldırıyorlardı" 360-364 
-"Çeçen "ulusal özgürlük mücadelesi" sonunda bu duruma düşmüştü... şimdi tıklım tıklım bir spor salonunu dolduran çocukları kendi çişlerini içmeye zorluyor; böylece bağımsızlıklarını kazanacaklarını düşünüyorlardı. Hem Rus hem de Çeçen halkları için tam bir felaketti, bir adam tarafından her şeyin ötesinde ortaya atılan kötülük ve karanlığa gömülmüştü; bir adam ki adı Beslan'da öne sürülen isteklerin altına imzasını koyuyordu./ "Allah'ın Kulu, Şamil Basayev," diye imzasını atıyordu./... ulusunun adını tüm dünyanın gözünde karalamaktan sorumluydu. Bir terörist olduğunu kendisi de itiraf etmişti. Onun yüzünden tüm ulusu teröristler olarak bilinmeye başlamıştı./.../... Mashadov ismindeki subay, birbirine kin besleyen komutanlarını kontrol altında tutacak bir karaktere sahip değildi. Çeçenlere yardım için gelen Arap cihad savaşçıları paraları etrafa saçtılar, etrafta parlak yeni arabalarıyla gezdiler ve kolay para kazanmak isteyen insanlardan özel ordular kurdular./ Şiddet yanlısı olmayan yabancı sempazitanlar... Çeçenistan'dan uzaklaştılar... Kızıl Haç'ın altı yabancı yardım gönüllüsü uykularında öldürülmüşlerdi. Mashadov daha seçilmemişti bile./ Gelir kaynaklarının kısıtlı olması nedeniyle daha fazla kişi Basayev'in yönetimindeki aşırı uçtaki kişilerin ellerine düştüler. Mashadov şeriat kanunlarını kısmi olarak uyguladı... Bağımsızlık rüyası kanunsuz katliamların, adam kaçırmaların ve her türlü fenalığın bataklığında boğuldu./... Basayev'in Dağıstan'ı işgali... Rus halkı onların inkarlarına inanmadılar. Otoriteler ülkede katillerin örgütlenmesinden Çeçenistan'daki kargaşayı sorumlu tuttu ve Rus halkı intikam almak istedi"372-374  
-"2005.../.../ Sultan Alimkhadzhiev, hastanenin başhekimi, beni ofisine aldı. Her gün baş etmek zorunda kaldığı felaketlerden bahsederken Çeçenlerin bilinen aşırı konukseverliğinden eser yoktu kendisinde./ "Hemen hemen bütün çocuklar, belki de yüzde seksen, psikolojik travma yaşıyor. Ölümü, patlamaları gördüler. Yaklaşık 300.000 çocuk," dedi./.../ Rusların Çeçen toplumunu tümüyle ortadan kaldırmasına yönelik hareketlerinin neden olduğu bu öfke, Basayev'in nerede bulursa düşmanlarına saldırma isteğini ayakta tutuyordu. Fakat Vladikafkas'taki morgda, hızarhanedeki odunlar gibi yanyana sıralanmış çocukları hatırlamak, Basayev'in verdiği karşılığın yanlış olduğunu anlamak için yeterliydi./ Beslan'daki çocukların acısı, Çeçenistan'ın çocuklarına yardım etmedi. Basayev'in karşılığı ne kadar korkunç olsa da Rus devleti onun tepkisine karşı dayanıklı olabilirdi./ Temmuz 2006'da bir patlamada öldüğünde, Basayev'in arkasından kimse yas tutmadı. Çeçen tarihindeki en kötü dönem kapanmıştı" 384, 385 
-"Nurpaşi Kulayev.../.../ "Ben biraderim yüzünden oradaydım," demişti.../.../... Beslan Anneleri grubunun başındaki Susanna DudiyevaKuliyev'in... söylediklerine dikkat eden tek kişiydi.../.../... kendisine yöneltilen suçlamaların hiçbirinden suçlu bulunmaması gerektiğini düşünüyorum./.../... 1999... yeni Çeçen savaşı Çeçen'i Çeçen'e düşürdü. Kardeşi, kardeşe. Her iki tarafın da ortaya koyduğu vahşet aileleri bölmeye ve bir ulusu parçalamaya yetti" 387, 391, 401, 402 
-"1994-1996... Çeçen ulusal birliği uzun sürmedi./ Ahmet Kadirov... Basayev.../.../ İki adamın da barış zamanında büyük etkileri olmuştu... Şubat 1997'de, Kadirov devlet memuru olarak çalışan kadınların örtünmeleri gerektiğini ilan etti... Mashadov... İslami kuralları uygulamaya başladı./ Fakat, daha derinlerde, çatışmalar oluşmaya başlamıştı. Arap gönüllülerince ve  Suudi elçiler tarafından Çeçenistan'a getirilen İslam'ın daha tutucu biçimleri, Kadirov gibi Çeçenistan'da geleneksel İslam'ı yönlendiren ve yeni ortaya çıkan tavırları kendi pozisyonlarına tehlike olarak gören daha yumuşak Sufiler tarafından sevilmiyordu. Gerçek dini farklılıklar az gibi görülebilir ve çoğunlukla dua ederken çok küçük farklılıklar olabilir, fakat bunlar inanç sahibi insanların takip etmek istedikleri politikalar konusundaki büyük anlaşmazlıkları perdeleyen şeyler./ Sofu VahhabilerSuud parası ile beslenen, askeri uygulamalara yatkın ve barışta da savaş durumunu etkin olarak kullanmaya istekli çoğunlukla genç insanlardı. Şüphesiz başlarında... Basayev vardı. Suudi parasına erişme imkanı olan Khattab adında bir Suudi cihat savaşçısı ile işbirliği içindeydi. İkisi birlikte hatırı sayılır büyüklükte özel bir ordu oluşturabilmişler ve zaten savaşla zarar görmüş bir halkı tekrar birbirine düşürmek tehdidini ortaya atmışlardı./ KadirovVahhabilere karşı olan Çeçenlerin başına geçmişti.../ Belki de ülkede yalnızca birkaç düzine yabancı Müslüman gönüllü vardı, fakat etkileri... büyüktü. Kadirov... Ekim 1998'de arabasında bir bomba patlayıp... Anlaşmazlık kişisel hale dönüşmüştü. Çeçenistan adam kaçırmalarla ve bombalamalarla... eş anlamlı hale gelmişti. Artık çatışmalar daha örgütlüydü. Mashadov çökme yaşanmasından korkuyordu... taraf tutmaktan kaçınmıştı./... Mashadov ne yaptığını bilmiyordu./... Ağustos 1999'da... Basayev ve Khattab savaşçılarını Dağıstan'a gönderdiler... ne yönden bakarsan bak, aptalca bir şeydi... barış anlaşmasının umarsızca bozulmasıydı.../.../... yüz binden fazla asker Çeçenistan'a girerken Mashadov ve Basayev'in güçleri Grozni'yi savunmak için birleştiler... İlk kez, saldırıya uğrayınca Çeçenler hep birlikte savunmaya geçmediler. Kadirov'un başka planları vardı./ O ve... Yamadayev ailesinin de içinde olduğu müttefikleri Gudermes kasabasını dövüşmeden verdiler.../ Daha sonra Kadirov, Moskova'ya gidip Putin ile görüştü. Belki de Putin ne kadar şanslı olduğuna inanamamıştır bile. Bu denli üst düzey ve saygı gören bir Çeçen liderin... baskı olmasına gerek kalmadan taraf değiştirmesi, bakanlar kurulu toplantısını yarıda bırakacak kadar önemli bir hareketti./ Ve 18 Kasım'da Putin de böyle yaptı. Bakanlarından onları beklettiği için özür diledi. "Gudermes halkının isteği üzerine yola çıkan, Çeçen Cumhuriyeti'nin müftüsü Ahmet Kadirov'un Moskova'ya ve hükümete gelişi ve bir toplantı isteğinde bulunması ile ilgili olarak beklenmedik bir olay yaşadık," dedi, Putin./... Kadirov... Önerisi Çeçen halkını bölmekti.../.../ Kadirov'la birçok kez karşılaştım ve her zaman dürüst ve düzgün bir insan olduğunu düşündüm; fakat burada çok safça davrandığına inanıyorum.../... MashadovKadirov'un bir işbirlikçi olduğunu ilan etti... cezası... ölümdü. Diğer yandan, KadirovBasayev ve Khattab ve diğer "haydutlar ve katiller" ölmeden huzur bulmayacağını söylemişti./... öleceklerdi. Ve 25.000 vatandaş da onlarla birlikte ölecekti... 200.000 veya daha fazla Çeçen... sürgüne gidecekti. Bir avuç adamın bir anlaşmaya varma konusundaki başarısızlığını tüm ülke çok ağır ödedi. Ve bunda herkesin suçu var./... Bu tamamen vahşet dolu bir savaş olacaktı" 403-407 
-"Eylül 202'de Çeçenistan'da insan hakları ihlallerinin bir özeti" 411 
-"Babitski.../.../ Çeçenistan konusunda haber yapmaması için onun gözünü korkutmak istemiş olsalar da bu işemedi" 414, 415 
-"Ekim 1999'da... Mashadov NATO'ya başvurarak yardım istedi... altı ay önce... batıya ait uçaklar Kosova Arnavutları'nı korumak için Sırp mevzilerini bombalamışlardı.../ Çeçenler'in durumu da çok benzerdi.../... NATO Çeçenleri desteklemeyecekti... Çeçenler dünya politikasının kurbanı olmuşlardı./.../ Ocak 1995... ABD... bir yandan "bu zor iç hesaplaşma" ile uğraşıyor diğer yandan da Rusya'nın yanında oldukları konusundaki desteklerini açıkça ortaya koyuyorlardı. Grozni'de yaşanan katliam Amerikan İç Savaşı ile karşılaştırılmıştı..../ Yalnızca bir yıl sonra, çoğunlukla "Avrupa'nın önde gelen insan hakları organizasyonu" olarak tanımlanan Avrupa Konseyi, Çeçen kan gölüne rağmen Rusya'nın üyeliğini onayladı./ "Bu 1989 sonrası Avrupa'sına daha derin bir boyut kazandıran bir karardı," dedi, organizasyonun genel sekreteri, "yeniden bölünmüş bir Avrupa tehlikesini ortadan kaldırıyor ve Avrupa'daki istikrara katkıda bulunuyor."/ Çeçenler, yeni Rusya'yı çaresizlik içinde ellerinde tutma çabasında olan batılı devletlerin politik arzularına kurban edilmişti./... Avrupa Konseyi hiçbir şey yapamaz mıydı?.. yalnızca üç yıl önce Rusya, kendi topraklarında temel değerleri uygulayacağına söz vermişti. Grozni'ye sürekli havadan saldırarak yerle bir etmek şüphesiz bu anlaşmaya aykırıydı./... Avrupa Konseyi'nin genel sekreteri bu savaşın "insan hakları ihlali" anlamına geldiğini... açıklamıştı... organizasyon, Çeçenistan'daki sivillere karşı işlenen suçları araştırmak için özel bir araştırma komisyonu atamıştı.../ Zaman akıp gitti./... Haziran 2000'de... Avrupa Komisyonu'nun dışişleri bakanları bir araya gelip Rusya'ya karşı harekete geçeceklerini ilan ettiler. Ama sonuçta hiçbir şey yapmadılar./ Söylediklerine göre de hiçbir şey yapamazlardı... olumlu herhangi bir etkileri kalmayacaktı... bu söylem organizasyonu komik duruma düşürüyordu" 416, 417 
-"2008.../ Polonya ve Avrupa Birliği'nin en doğu noktası olan Terespol.../.../... Otuz kadar Çeçenden oluşan bir grubu karşıladık.../.../... Avrupa'ya akan Çeçenlerin giriş kapısı./.../... Çeçenler... Şimdi artık kendi istekleriyle gidiyorlar./.../... 2000'den sonra, Rusya Grozni'yi top ateşi, bombalar ve roketlerle ezip geçerken, 190.000'den fazla insan... batıya sığınma isteğinde bulundu.../.../... 2003... Ertesi yıl... 20.000'den fazla Avusturyalı.../... suçlulara ve ekonomik göçmenlere ev sahipliği yapmak istemediklerini belirtmişlerdi./.../... Eğer kıyımdan kaçmış değil de gerçekten ekonomik göçmen olsalardı, daha büyük olasılıkla Avusturya onlara sıcak bir şekilde kucak açacaktı./.../... Devleti soymanın bir görev ve zevk olduğunu düşünen bir Çeçen için, kanunlar çerçevesinde yaşayan, düzenli Avusturya sisteminden daha yabancı bir sistem olamazdı. Visista İbragimov böyle bir kişiydi... Yandarbiyev'in yandaşıydı./.../... Basayev'i Dağıstan'a yapılan saldırıya karşı nasıl uyardığını anlattı.../ "Şu an Avusturya'da yaşadığım hayat en rahatı... Hiçbir şey yapmıyorum. Para alıyorum... Fakat en mutlu zamanım 1996-1999'da iki savaş arasındaki süreydi. Hiç param yoktu. Maaşlarımız yoktu, fakat mutluyduk," dedi././ Onun gibi, daha önce ayrılıkçı olan politikacılar Avrupa'nın her yerinde yaşıyorlar. Ahmet Zakayev, Londra'da. Abdi Bisultanov, Almanya'da... Fakat, sürgündeki Çeçenler onların bayrağı altında toplanmayı reddediyorlar. Bir kez daha, Çeçenler aaile örgütlenmesi dışında hiçbir şekilde örgütlenemediklerini gösteriyorlar./... Varşova.../... durum Avusturya'dakinden daha farklı.../.../... Musa.../.../... belirsizlik içindeydi./ "Gençken ne olmak istediğimi anlatırdım; doktor olmak isterdim; çiftçi olmak isterdim. Ve şimdi bak, hiçbir şey değilim. Bana bak, bir hiçim. Yedi yaşındayken bunu hayal etmedim," dedi.../.../... Polonyalı kadın... başvurusunun reddedildiğini... söyledi. Yolun sonuna gelinmişti./.../ Musa donup kaldı.../.../ Bir kişinin bu kadar çabuk değiştiğini hiç görmemiştim... Birden çöktü... her an sınırdışı edilebilirdi"430-444 
-"… sürgündeki eski bir direniş lideri.../ "Çeçenler etkin bir biçimde bağımsızlığı elde ettiler," demişti./ "… Bir zamanlar otobüste bile Çeçence konuşamazdık. Bu nedenle ceza alırdık. Artık gün geçtikçe daha az Rusça duyuyorsun Çeçenistan'da..."/... Bir zamanlar Grozni'ye hükmeden Ruslar gitmişti.../.../... Son defa Grozni'deyken üniformasız Rus görmemiştim. Sokaklardaki genç insanlar resmi dili konuşamıyorlardı  .../.../... Kadirov.../..."Bağımsızlığa neden gerek olmadığını size söyleyim. Küçük bir ülkeyiz..."/.../ Kadirov'dan sonra en önemli Rus yanlısı Çeçen olan Sulim Yamadayev'in Mart 2009'da, erkek kardeşi Moskova'da öldürüldükten yalnızca altı ay sonra Dubai'de suikaste kurban gitmişti./ Yurtdışında ölen Çeçenler yeni bir şey değil. 1993'te iki Çeçen Londra'da öldürülmüştü. Şair Yandarbiyev, 2004'te Rus ajanları tarafından öldürülmüştü" 447-452 
-"2003.../.../ Adlan Hasanov, Reuters'in Çeçen fotoğrafçısıydı.../.../ Adlan savaş hakkında konuşmak istemiyordu.../.../ Uzun, siyah saçları, yakışıklı ve davetkar gülümsemesiyle yüzü ve kocaman kahkahaya benzer sesiyle onu... hayal edebiliyorum şimdi./.../... Arkadaşı... Adlan'ın sürekli, "Savaştan nefret ediyorum. Silahları olan insanları sevmiyorum..." diye bağırdığını söyledi./ Her zaman böyleydi. Çocukken, babası bir keresinde bir elinde portakal, bir elinde silah oğlunun seçmesi için ona uzattı. Tipik bir Çeçen genci, Rus gazetelerinin yazdığı şekliye çırak haydutlar, silahı alırdı. Adlan portakalı aldı.../.../... Grozni stadyumunda, 9 Mayıs 2004'te bomba patlayınca öldü. Aynı saldırı da Ahmet Kadirov da ölmüştü./.../... Mezarlık Adlan'ın Grozni'nin birkaç kilometre güneyindeki Starye Atagi köyünde" 453-459 
-"Bu kitap Adlan Khasanov'a ithaf edilmiştir" 462 
* 
25.12.2019  

* 

Rıza Oylum  
Cumartesi, 14 Aralık, 2019 

Kafkaslarda yükselen sinema: Elbruz Dağları'nda olsam 
Cumartesi, 14 Aralık, 2019 

Aleksandr Sokurov, hem filmleriyle hem de kendi kökenlerini unutmayarak sinema namına umut vaat etmeyen Kafkas coğrafyasında yaptığı eğitim hamlesiyle izleri silinmeyecek, unutulmaz bir sinema anlayışı ortaya koydu. Onun açtığı yolda kimi zaman yerel aidiyetler hissetmeyen Rus sineması içinde kendini var edecek Kandemir Balagov gibi yönetmenler kimi zaman da Vladimir Bitokov, Kira Kovalenko ve Gadzhimurad Efendiev gibi doğduğu, yaşadığı coğrafyanın kültürel kodlarından beslenen, özgün bir sinema anlayışıyla ait oldukları toplumların kilometre taşı yapıtlarına imza atacak gençler de yolunu bulacaktır.  
Yılın son ayında vizyona giren Kantemir Balagov’un Beanpole-Sırık filmi, Rusya’nın bu yılki Oscar adayı. Balagov, 1991 doğumlu Çerkes kökenli genç bir yönetmen. Sokurov’un yetiştirdiği öğrencilerden biri. Rusya son Oscar ödülünü O henüz 3 yaşındayken kazanmıştı. Güçlü rakipleri arasında bu yıl Oscar’ın Rus coğrafyasına uğraması zor görünse de Kandemir Balagov ve diğer Sokurov öğrencilerinin kültürlerini, sinema anlayışlarına ne kadar yansıttıkları zengin bir yerellik tartışmasına vesile. 
SÜRGÜNÜN ÇOCUKLARI ÇERKESLER 
Kadim bir Kafkas toplumu olan Çerkesler, 1864’teki büyük kitlesel sürgünlerinde Kafkaslardan zorunlu olarak Osmanlı coğrafyasına göç ettirilmişlerdi. Son derece trajik bir hikayesi olan bu zorunlu hareket sonucunda; bugün Balkanlardan Ortadoğu ülkelerinin tamamına yakınında anayurtlarından uzakta büyümüş Çerkesler yaşamlarını sürdürüyorlar. Rusya Federasyonu’na bağlı federal Çerkes devletleri de Kafkaslar’da kalan Çerkeslerin yaşam alanlarını oluşturuyor. Son yıllarda ailesi sürgün edilmiş Çerkeslerin anayurda dönüş hikayelerinin arttığını da söylememiz mümkün. Bu sancılı süreçte Çerkeslerin yurtsuzluğu yurt edinmelerinin öykülerini merak edenler için Elbruz Aksoy’un Benim Adım 1864 isimli kitabı, sinematografik bir anlatımla sürgünün hikayeleri birinci elden bir araya toplamış bir çalışma. 
ALEKSANDR SOKUROV ULUSAL SİNEMAYI BAŞLATIYOR 
Çerkeslerin kendi dillerinde, yaşamlarından hareketle ortaya çıkardıkları görsel çalışmalar kültürlerinin sürekliliği açısından oldukça önemli. Bu önemin farkında olan Çerkes kökenli yönetmen Sokurov, 2010 sonrasında tarihi bir hamle yaparak Rusya’ya bağlı Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’ndeki üniversitede bir yönetmenlik kursu açtı. 2015’teki öğrencilerini mezun ederken yaptığı konuşmada yeni bir ulusal sinemayı müjdeliyordu: 
“Kursumuz mezuniyet yılına girdi. Öğrencilerim çok zorlu bir çalışma dönemini geride bıraktı. Bu günü iyi hatırlayın. Bugün ulusal sinemanın doğuşuna şahitlik ettik. Kabardey-Balkar için bu bir ilk, bir dönüm noktası.” 
Sokurov, bu kursta 9 genç yönetmen adayını mezun etti. Bunlar; Kantemir Balagov, Vladimir BitokovAnzor DokhovGadzhimurad Efendiev, Maryama Kalmykova, Mariana Kazancheva, Kira KovalenkoTina Mastafova ve Malika Musaeva’ydı. 
KANDUR’UN ÇERKES FİLMİ 
Kuşkusuz Çerkeslerin sinemadaki varlığı yeni değil. Daha önce özelikle yerel TV kanallarında Çerkes dillerinde belgesel ve TV filmleri çekilmişti. Sovyet döneminde bölgenin kültürünü anlatan yapımlar vardı. Sovyet sonrasında da Neğeptle AskerbıyÇerkes kültüründen, tarihinden beslenerek film çeken yönetmenlerden biri. En meşhur Çerkes yönetmen ise Muhittin KandurKandur’un 2010’da çektiği Çerkes filminde Bedevilerle Çerkeslerin Ortadoğu’daki dostlukları ve düşmanlıklarını anlatıyordu. Filmde; su kaynaklarına yakın olma mücadelesiyle, aşkın sınır tanımazlığını birlikte anlatmıştı. 
ÇERKESLERIN RUS SİNEMASINA ARMAĞANI BALAGOV 
Yeni dönemin genç yönetmenlerinin kendi kuşağının bakış açısını sinemaya yansıtması, bu sinemanın devamlılığı ve ulusal boyutta karakteristik bir özelik göstermesi açısından oldukça önemli. Sokurov’un yetiştirdiği gençlerin yerel özellikleri ne kadar yansıtacakları ve özellikle bölgede konuşulan dilleri filmlerinde kullanıp kullanmayacakları merak konusuydu. Ne var ki en meşhurları olan Kandemir Balagov yaptığı açıklamalarda kültürel bir Çerkes-Kabardey aidiyeti hissetmediğini belirtmişti: ”Çerkes (Kabardey) dilini bilmiyorum bile” 
İlk filmi Yakınlık-Tesnota ile 2017 Cannes Film Festivali’nde “Belirli Bir Bakış” bölümünde En İyi Film Ödülü’nü alan yönetmen, sonraki yıl aynı bölümde jüri üyesi oldu. Bu yıl da aynı bölümde son filmi Beanpole-Sırık’la En İyi Yönetmen Ödülü’nü aldı. 
Yakınlık’taBalkarya’da Sovyetlerin yıkılmasından sonraki kanunsuzluk döneminde Yahudi bir kızın yerel çeteler tarafından kaçırılması ve fidye sürecini anlatan yönetmen, son filminde ise Leningrad’ta savaşın hemen bitiminde var olan yoksulluk içinde, iki genç kadının yaşamını oldukça umutsuz bir tablo içinde resmetmişti. Karanlık ve kaotik Rusya imajını seven genç yönetmen bu imajın batılı festivaller tarafından da sevildiğini genç yaşında keşfetmişe benziyor. BalagovÇerkes bir ailenin Rus yönetmeni olarak bölgenin Rus sinemasına armağanı. 
2019’un en iyi Rus filmlerinden biri olan A Russian Youth filminin yönetmeni Alexander Zolotukhin de Sokurov’un kursuyla sinemaya başlayan yönetmenlerden biri. Rusya’nın farklı yerlerinde yaşayan ailesinin vesilesiyle Kafkaslar’da da bir müddet bulunan genç yönetmen, Sokurov’un sınıfına dahil olup özgün bir ilk film ortaya koydu. Zolotukhin bu filmde 1. Dünya Savaşı’nda gözlerini kaybeden bir askerin güçlenen duyma yetisiyle düşman uçaklarını erkenden haber vermesinin hikayesi anlatılıyor. Film uluslarararası festivallerde çok sayıda ödül aldı. Sokurov, bu eğitim hamlesiyle Rus sinemasına ihtiyacı olan taze kanı vermişe benziyor. 
KAFKAS KÜLTÜRÜNÜ FİLMLERİNDE YAŞATANLAR 
Sokurov’dan eğitim alıp kursun bölgesel, yeni bir sinema doğurma beklentilerini karşılayan yönetmenler de var. Vladimir Bitokov da bunlardan biri. Mezuniyet için çektiği kısa filmden sonra ilk uzun metraj filmi Deep Rivers-Derin Nehirler’i 2018’de çekti. Sokurov öğrencisinin uzun metraj filminde de yardımlarını esirgememiş. Çerkezcenin Kabardey diyalektiğinde çekilen film, oduncu bir ailenin doğanın zor koşullarında hem aile bağlarını yeniden inşa etme hem de doğayla baş etme mücadelelerini anlatıyor. Oldukça estetik bir film olan Derin Nehirler, bölgenin yerel özelliklerini, kültürel kodlarını ve belki de en önemlisi dilini kullandığı için oldukça önemli bir çalışma. 
Derin Nehirler filminden bir kare… 
Sokurov’un kadın öğrencilerinden Kira Kovalenko da uzun metraj film çekmeyi başardı. O da Bitokov gibi yerel bir hikayeye odaklanmış. 2016 yapımı Sofichka isimli filmi en tanınan Abhaz yazar Fazıl İskender’in romanından uyarlamış. 1930’ların Gürcistan’ında bir Abhaz köyünde başlayan hikaye, aşkı, ölümü, yalnızlığı ve kırsalın olanca kuşatıcılığını resmediyor. Abhazca çekilen film, Sokurov’un canlandırmaya çalıştığı Kafkas sinemasının özelliklerini taşıyor. Üstelik kadın yönetmenin bir kadın hikayesi çekerek bölgenin anlatılmayan hikayelerine odaklanması ve erkek egemen sinemanın içinde kadınların yaşamlarına odaklanması mutluluk verici. Sofichka filmi; renk kullanımı, detaycılığı ve sanat yönetimiyle adından söz ettirecek bir çalışma. Az sayıdaki Abhaz dilinde çekilen uzun metraj filmden biri. 
Başka bir Sokurov öğrencisi Dağıstanlı Gadzhimurad Efendiev de kültürünü sinemasına nakşetmeyi bilen genç bir sinemacı. 2017’te çektiği bol ödüllü kısa filmi The Hamsa’da bölgenin Müslüman kültürünü estetik bir görsel dille yansıtmış. 
BİREYSEL ÇABALARLA KAFKAS SİNEMASI 
Kafkasya’da Sokurov’un yetiştirdiği gençlerin dışında sinema dinamikleri de bireysel çabalarla da olsa canlanmaya başladı. Genç Abhaz yönetmen Naur Garmeliya St. Petersburg Devlet Film ve Televizyon Enstitüsü’nde eğitim görürken mezuniyet projesini uzun metraj bir filme dönüştürmüş. Lenfilm’de yönetmen asistanı olan genç sinemacı Lenfilm’in desteğiyle uzun bir kurgu sürecinden sonra Köprü isimli filmini 2016’da festivallere göndermeye başlamış. Abhazya’nın kırsal bölgelerinden olan Tkuarçal’da amatör oyuncularla çekilen filmde savaşın harabeye çevirdiği bir atmosferde köyünden kalkıp kasabanın pazarına peynir satmaya gelen bir çocuğun yaşamına odaklanmış. Film uluslararası dolaşıma girmediğinden görme şansımız olmadı. 
Aleksandr Sokurov 
YEREL OLAN EVRENSEL OLUR 
Günümüz Rus sinemasının en orijinal isimlerinden biri olan Aleksandr Sokurov, hem filmleriyle hem de kendi kökenlerini unutmayarak sinema namına umut vaat etmeyen Kafkas coğrafyasında yaptığı eğitim hamlesiyle izleri silinmeyecek, unutulmaz bir sinema anlayışı ortaya koydu. Onun açtığı yolda kimi zaman yerel aidiyetler hissetmeyen Rus sineması içinde kendini var edecek Kandemir Balagov gibi yönetmenler kimi zaman da Vladimir Bitokov, Kira Kovalenko ve Gadzhimurad Efendiev gibi doğduğu, yaşadığı coğrafyanın kültürel kodlarından beslenen, özgün bir sinema anlayışıyla ait oldukları toplumların kilometre taşı yapıtlarına imza atacak gençler de yolunu bulacaktır. Bu filmler gösteriyor ki genç Kafkas yönetmenler; Elbruz Dağları’ndan esen sert rüzgarların kulaklarına fısıldadıkları bin yıllık mitolojileri de gündelik hayatın olanca sert gerçekliğini de filmlerine yedirmeyi öğrenecekler. 
*