4 Kasım 2021 Perşembe

HAYIR…

HAYIR… DAR ZAMANLAR III Adalet Ağaoğlu, 4. Basım: Ocak 2021, Everest Yayınları, İstanbul “İnsanın düşünsel faaliyeti derinleştikçe, başkaldırı sesinin de derinlerden, boğuklaşmış olarak gelmesinden daha doğal ne var? Haykırmalar, savsözler ancak yüzeyden yüzenlerin kulak yırtan gürültüsünden başka bir şey değil.” (Arka Kapaktaki yazılardan, ve, s. 21) Ölmeye Yatmak ve Bir Düğün Gecesi ile birlikte üçlemenin son kitabı olduğu için özellikle alıp okudum. Cumhuriyet’in ilk kuşak kızlarından Prof. Aysel’in 80’lerdeki gözüyle ülkenin ve hatta bir ölçüde Batı’nın hali anlatılıyor. Esas olarak bazı insanlık halleri... Geçmişten bugüne… Düşle gerçek arası… Bir tür sayıklama gibi! Olaydan ziyade daha çok geçmişe dair düşünceler var. Birkaç farklı kişinin bakış açısından… Sonuçta insanlık açısından Cumhuriyet’in geldiği yer kötü, deniyor! İnsanlık da… Ve, Batı’nın hali de. * Genel olarak ülkedeki yaşamın bilinen bazı halleri kayda geçirilmiş. Olumsuz, sevimsiz haller. * Cumhuriyet baskıcı. Zamanla Aysel yorulmuş. Yaşlanmış. Yalnızlaşmış. Yaşam sevimsiz. Yaşam pek insani değil, iki yüzlü ve riyakarca. Yaşamın tadı kalmamış. İnsanlarda yozlaşma, Gündemde intihar düşüncesi var! * Bir de, artık hiç sevemediğim o çok yaygın, biz Batı’dan iyiyiz, halleri… Biz var ya biz, der gibi! * Kurgu? Karmaşıklık var gibi! Anlatım tarzı ise, bence, yorucu ve sevimsiz. Sanki düşle gerçek iç içe. * Üçlemenin üçüncü kitabı diye, özellikle satın aldım, ama, meğerse daha önce okumuşmuşum ve köyde kitabın kendisi de varmış. Ama hiç iz bırakmamış! Okuduğumu dahi unutmuşum! Üstelik, kitabın arkasına kitapla ilgili düşüncelerimi de yazdığım halde! İlginç. Kitapla ilgili ilk okuduğumda yazdığım düşünceler aynen şöyle: “Ne kadar aşırı bireye, içe dönme./ Sanki idealizm, bütün kötülüklerin sorumlusu tek tek bireylerin olumsuzlukları. İnsan kendi kendisini, deyim uygunsa, yetiştirip aşabilir olumsuzluğu, sanki./ Yoğun kuşkuculuk. Bireyin kendi içine dönük arayışı./ Belli bir dönemdeki yaşamın sanki fotoğraf şeklindeki bazı görüntüleri; temelden özünden koparılmış görüntüler sanki./ Yoğun kuşkuculuk. Arayış, ama herhalde henüz bulamayış./ Cemal’in hastalığı ve onunla ilgili değerlendirmeler, ona bakış; yalnızca aşırı içe dönme sonucu düşünceden kaynaklanmıyor mu? İdealizm değil mi? Özünden koparılmamış mı bazı şeyler?/ Bireycilik./ Kuşku./ Koparış./ İdealizm./ Arayış; bulamayış; yitiş mi?/ Yalnızlık./ Birlikte harekete yer yok mu?/ 5.12.87-Ank./ Yalnızca küçük burjuva eleştiriciliği değil mi? Yeni bir davranış biçiminin olmadığı açık.” Böyle yazmışım, ama şimdiki düşünceme göre, en azından bir ölçüde bir tür ukalalık etmişim. Tam algılayamadan, şematik bir şekilde, güya, değerlendirme yapmışım. Başka bir ilginç nokta da şu: Yeni aldığım kitapta “1. Basım: Haziran 2014” deniyor. Oysa önceki kitap Remzi Kitabevi yayını olarak 1987 yılında çıkmış. İkincisindeki ifade yanıltıcı değil mi? Ve, yeni baskıda kitabın başlığına, DAR ZAMANLAR III, şeklinde bir ek de yapılmış. * Kitaptan bazı notlar: -“İrfan ordumuzun tarihi, talime çıkarılmış eratın yazılamamış tarihine benzetilmiştir…/ Bu ülke düşünce insanlarımızı yerden yere çaldı” 10 -“… dostun düşmanlığını doğallaştıran bir hayat…” 22 -“Bir masal akıldışılığında olup biten her şey gerçek. Bir Ortaçağ zorbalığında yaşanan her şey gerçek./… binlerce insanın tutukevlerine tıkıldığı… onların çeşitli işkencelere uğratıldıkları, bazılarının ortadan kaybolduğu, bazılarının sakat kaldığı… gerçek./…/… bütün bu uygulamalara, “Hayır!” diyelim” 55, 56 -“Altmış sekiz gençliği… Onların hızla dalga dalga yükselişi ve bayrak direğinin kırılışı. Kimdiler? Jön Türklerden ya da Cumhuriyet’in eski gencinden farkları neydi?/…/ Alev böyledir. Hiçbir bilgiyi tam anlamıyla kavrayamadığına inanır, yarım bilgiden vebadan korkar gibi korkar” 127 -“Can gibiler insanlığın bu kadar aşağıda olduğuna inanmak istemezler. Pislik üstlerine üstlerine gelirse, gözlerini sımsıkı yumarlar; insanoğlunun kıskançlık, doyumsuzluk gibi ayıplarından utanç duyarlar” 137 -“Asılanlar sakin sakin asıldı./ Sakin sakin sahtekarlık, sakin sakin onur” 153 -“… vicdanı çıkarılmış, içi boşaltılmış bilim adamı ordusu kurdular” 197 -“Kopenhag’da… dayanıştıklarını anlatıyor…/… Avrupalı hala ve yalnız kendi adasının kurtuluşunu düşünüyor… ırkçı, milliyetçi, ayrılıkçı bir tutum bu…/…/… egzotik bir meyve gibi Avrupa Topluluğuna sunarlar beni… Batı, gelişiminden ne kadar sıkıldı. Sıkıldıkça yeni oyuncaklar, yeni hava delikleri aradı” 199 -“Senin gelişim dediğin, kişiliğin ortadan kaldırılmasıdır… Bir rumuzdan, bir sayıdan ibaretsin artık… Senin toplumunun üyesi olmak isterdim” 200 -“”Senin memlekete birçok kez gittim” demişti. “Orada hayatın baş edilmesi gerekli günlük zorlukları insanları ayakta tutuyor…”/…/… Yumuşak, ışıklı bir kar. Hiç ışığı olmayan günlerin aydınlatıcı karı. Ortalık öyle güzel ki…” 201 -“İnsan yurduna, toprak ve töreden başka, nelerle bağlıdır? Çocukluğuyla, anılarıyla, yakınları, akrabaları, dostları, küçüklü büyüklü olaylarıyla. Herhalde asıl bunlarla” 206 -“Şurada birbirinden kopmayan, birbirinin izini yitirmeyen kaç arkadaş kaldık ki? Bütün iyi, güzel birliktelikler tek tek solup gitti sanki” 208 -“… arayışlarımın içinde yaşadığımız şu toplumla herhangi bir bağı kalmamış gibi bir duygu var içimde. Gittikçe soyutlaşan sorular. Fikirler… İnsanımızdan gittikçe uzak düşüyorum anlayacağın…/…/… Onda, bir kuşağın, o kuşaktan bir avuç insanın hem onurlu, hem çok acıklı-gülünçlü serüvenini görüyorum” 209 -“Dürüst olunca, kırıcı olmak da kaçınılmaz” 210 -“… gerçeklerin arkeolojik kazılar istediğini…/…/… Geçmişle ilintili her şey sürekli değer değişimine uğrayınca, şimdiyle, gelecekle ilgili her şey de aynı değer değişimine uğruyordu” 211 -“… bu konuşma gerçekten olmuş gibi yüzünü buruşturuyor” 212 -“Biri ötekinin aynısı kasabalar, küçük kentler. Bir tren istasyonu, bir alışveriş merkezi, bir küçük alan, bir kilise, donuk ışıklı bir barla bir otelin, otel olduğunu elevermeyen kapalı yüzü…” 218 -“Petra’yı özlüyor: Ama ne kadar mekanik bir istek bu. Susamak gibi, canım bir kadeh içki istiyormuş gibi. Yasaklanmamış herhangi bir şey. Ne tuhaf, insan hakları, göçmen hakları, nükleer silahlanmaya karşı yürüyüşlerimizde de ülkemdeki karşı koymanın heyecanı yok. Duygunun değil, mantığın buyruğu…” 219 -“Özel hayatım yok ki… karım ve çocuklarım Leiden’de otururlar. Arasıra buluşuyoruz” 220 -“Ülkemin bir avuç aydını, onca itilip kakılmalara karşın, hala direniyor, hep de direnecek…/…/ “Ama sizin hayatınız da büyük bir direniş örneği. Bu gücü nereden alıyorsunuz, bilmek isterdim.”/ Kendi payına düşen bu övgüden rahatsız oluyor… Bu bakışın altında ne büyük bir küçük görüş yatıyor! Buralarda en çok bu nedenle onur kırıklığına uğruyorum” 221 -“… en alçakça, en bayağı yollara başvurularak yok edilmeye çalışılanlar, sadece en doğal olanı yapmak, aklın yolunda onurla yaşamak istediler. Bu da, özellikle sizlerin tarihlerinizin yabancısı olmalı./…/… kimse, yönetenin dayattığı sürü hayatlarının güvencesinden yoksun kalmak istemiyor. Yönetilmek rahat” 222 -“Cumhuriyet’in ilk idealist kuşakları… “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen…”… artık ya bizden öncekilerde ya bizden sonrakilerde yeni bir güç aşısı arayıp duruşlarımız. Her kezinde birlikte suya gömülüşler ya da dıştalanış, dıştalanış… Yalnızlıktan ne kadar korktuk! Tek kalmaktan./… Yiğitlik taslıyor. Halkı başkaldırıya kışkırtmakla suçlanan bir prof.’un yanında duracak da, ilericilerin gözünde yükselecek!.. Artık yiğitliğin, yüceliğin terazisi günlük politikanın günlük ölçüleri olup çıktı… İşten atılmayı, hapse tıkılmayı göze almaktan başka karşı duruş yolu yok. Aykırı tek ses yok./… Düzen ve baskıcı dönemler en doğal edimlerimizden birer kahraman yaratıyor. Böyle dönemlerde, o en doğal edimler, eğilimler insanda bir yanlışlık duygusu uyandırıyor. Değerler sarsılmıştır” 258-260 -“Kimseye muhtaç değildir kendileri…” 265 -“Ölümü… Varoluşçu anlamda… İnsanın kendi türüyle, kendisiyle, yalnız kendisiyle hesaplaşması… Tanrı kavramı altüst olduğu, onurun, kahramanlığın anlamı tepeden tırnağa değiştiğine göre, ölüm ve onu seçişin anlamı da…/… siyanürlü bir yüzük saklayıp saklamadığını bilmek isterdi… “Her şey birden terk ediyor beni, ben her şeyden, büyük uyumdan hızla uzaklaşıyorum” diye yazılmış bir not…/…/… İç dünyalar, iç yaşamlar yok… Dış zamanın karşısına iç zaman konmayınca kozmik an nasıl yakalanacak? Bir tek yoldan. Kendini sonsuz özgür duymakla. Reddedişle. Yapayalnızlıkla…” 268, 269 -“… artık kişisel düşünce ve duygularımızı hiç aktarmıyoruz karşımızdakine. Paylaşmak, yük olmakla eş anlamlı sanki…/… Fakat bu teslim oluş nasıl hoş kılabilir insanı?” 286 -“Temmuz 1984-Temmuz 1987” 303 * 27.8.2021

YAŞAMAK

YAŞAMAK Yu Hua, Çince Aslından Çeviren: Bahar Kılıç, 5. Baskı: Eylül 2018, Jaguar Kitap, İstanbul Fugui, kendisiyle birlikte altı insanın hayatını ve ülkesi Çin’den bazı olayları anlatıyor. “Basit bir anlatım, güçlü bir anlatı…” Yayımlandığında ülkesinde yasaklanıyor. Okurları, “bir hayat öyküsü okumamış da sanki bir hayat yaşamış olduklarını” söylüyor. Kitap bir “modern klasik”e dönüşüyor. (Arka Kapak yazısından) * Çok güzel bir anlatım. Muhtemelen çeviri de öyle olmalı. İçerik de yaşam. * Çin’de Mao öncesi dönemde fakirliğin ne denli yaygın olduğu ve özellikle fakir insan hayatının ne denli önemsiz olduğu, Mao sonrası dönemde de farklı bir anlayışla insan hayatına nasıl önem verilmediği, ve, bazı komik görünen dramatik haller, var. * “Çok geçmeden yemek pişirdiğimiz tencere ve tavaların da komüne verileceğini kim bilebilirdi ki? Demir elde etmek için eritileceklerini söylediler. Bir gün Yoldaş Başkan kapı kapı dolaşıp bütün demir tencere ve tavaları toplayıp parçaladı” 91 Yemek herkes için bir yerde pişirilecek, şeklindeki gayet güzel görünen bir fikir, sonradan bir tür fiyasko haline geliyor, gerçekleşemiyor. * Kitaptan diğer birkaç not şöyle: “Bir iki aydır sofradan karnımız tok kalkmaz olmuştuk” 118 “Kasabada bile kimse yiyecek bir şey bulamıyordu” 120 “Youqing’in yaptığı tek şey gölete gitmek ve açlığını bastırabilmek için ağzını şapırdatarak su içmekti” 123 “Köylüler gittikten sonra, başkan kapıyı kapattı… şöyle söyledi: “… eğer yiyecek bir şeyiniz varsa bana da bir lokma verin!”/…/ Pirinç hasadına kadar günler böyle geçip gitti” 129 “Yoldaş Başkan iyi bir adamdı” 145 “Kültür Devrimi başladıktan sonra ortalık karıştı. İnsanlar her gün şehrin caddelerine doluşuyor ve kavga ediyordu. Kimi zaman ölenler oluyordu. Köylüler şehre inmeye cesaret edemiyordu. Köyler… şehirlere göre daha sakin ve huzurluydu. Geceleri güven içinde uyuyamamız dışında, her şey eskiden olduğu gibiydi. Çünkü Büyük Başkan Mao’nun emirleri hep gecenin bir yarısında gelirdi. Yoldaş Başkan toprak alan gider ve var gücüyle düdüğünü çalardı. Düdük sesini duyunca yataklarımızdan fırlar, duyuruları dinlemek için toprak alana koşardık. Yoldaş Başkan bağırırdı: “Herkes toprak alana! Saygıdeğer Başkan Mao’nun size talimatları var!/ Hepimiz sıradan insanlardık. Elbette ülke sorunlarına ilgisiz değildik, sadece olanları anlamıyorduk… Baştakilerin buyurduğu şekilde düşünür, her şeyi onların buyurduğu şekilde yapardık” 150 “Fakir olduğumuz için hiçbir zaman kazak giyme lüksüne sahip olamadık” 165 “Kültür Devrimi şehirde her geçen gün daha da şiddetleniyordu. Bütün caddelerin duvarları dazibao’larla* (benim notum: * dazibao’lar: 1978-79 yıllarında önemli işlevler gören posterler) donatılmıştı. Onları yapıştıranlar bir düzine aylak insandı…/… her yerde, lavaboda bile, Büyük Başkan Mao’nun sözleri yazılıydı…/… Kasabada her zaman kavga ve kargaşa vardı; birkaç kere bazı insanların ölesiye dövüldüğünü, yerden kalkamadıklarını gördüm. Yoldaş Başkan’ın kasabadaki toplantılara artık gitmiyor olması boşuna değildi… bir gün…” Çok korkuyorum…”/ Yoldaş Başkan köyde saklanıyor, hiçbir yere gitmiyordu. Ama sadece birkaç ayı huzur ve sükunet içinde geçirebildi. O gitmese bile, gelip onu alacaklardı… bir gün, uzaklardan kırmızı bir bayrağın dalgalanarak geldiğini gördük. Şehirden bir grup Kızıl Muhafız geliyordu. Yoldaş Başkan da tarladaydı…/ kızıl Muhafızların başında genç bir kız vardı…/…/ Kız en fazla on altı on yedi yaşlarındaydı, ama Yoldaş Başkan’ın karşısında kendini çok beğenmiş bir tavrı vardı…/…/ Kız… “… aranızda kapitalist yolcu var mı?”/…/ “Kim bilir,” diye kükredi kız. “Belki de kapitalist yolcu sensin!..”/…/ Kız…/… muhafızlara dönüp elini salladı. “Götürün onu!”/…/… bağırıp çağırsa da yararı yoktu… onu alıp götürdüler… Üç gün geçmeden geri döneceğini kim bilebilirdi? Gözü şişmiş, burnu morarmış bir halde, evine doğru tökezleyerek yürüyordu…/…/ Chunseng’ın başının dertte olduğunu bilmiyordum…/ Kollarına kırmızı bant takmış birkaç çocuk hemen ona doğru koştu. Onu tekmeleyip döverken küfrediyorlardı: “… Seni şerefsiz kapitalist yolcu!”/… Öyle dövdüler ki, artık sesi çıkmaz olmuştu… “Yalvarırım vurmayın,” dedim./…/ İçlerinden biri Chunsheng’i işaret edip, “Onun kim olduğunu biliyor musun?” dedi. “Bu eski vali bir kapitalist yolcu.”…” 168-173 * Çok acıklıydı. Okurken gözümden yaş eksilmedi. Duygulandım. Etkilendim. * 28.8.2021 Bir de, bir not: Yu, Çeçence’de dişiller için var anlamında, Hu da, ne anlamında, iki sözcük. Yazarın adının bu sözcüklerden oluşması ilginç değil mi?

TAYMİN (Tayma’nın) BİYBOLAT

TAYMİN (Tayma’nın) BİYBOLAT TAYMANIN OĞLU BİYBOLAT Biyografik Roman BAYSAGUROV SUPYAN YUNADİYEVİÇ, Çeçen Dilinden Çeviren: ALİ BOLAT, 1. Baskı, Ocak 2021, Omca Yayınları, Ankara Roman denmiş, ama romandan daha çok bir rapor gibi! 1800'lü yılların ilk otuz yılına ait Çeçen tarihine dair bir rapor sanki! * Zaten kitapta da bu husus şöyle vurgulanmış: “Çeçen tarihinin otuz yıllık önemli bir kesitine ışık tutan tarihi “Taymin Biybolat” romanını yayımlamıştır. Romanda geçen tarihi olaylar ve ana karakterler gerçektir./…/ Kadiyev Abdulhamid/ “Terek Haberleri” gazetesi yazarı” 7 * Daha çok günümüzün bakış açısıyla yazılmış bir tarih denemesi gibi! * Türkçe yazımda bazı sıkıntılar var sanki! Hem de tercümenin sağlığı konusunda, acaba, dedirtecek türden! Tercümeden mi, yazımdaki özensizlikten mi? Yine de tercüme edilmesi bence gayet iyi olmuş. Tercümanın emeğine sağlık. Bilgilendiriyor. * 4.11.2021

MUCİZE

*Görmesini mi bilmiyoruz? *Görmesini bilse insanın çevresinde ne çok mucizevi şeyler var: Doğa, bitkiler, canlılar, gökyüzü, evren… *Her şey ayrı bir mucize sanki! *Her yerden bilim fışkırıyor sanki! *En büyük mucize de insanın kendisi değil midir? *İnsanın kendi varlığı! *** Can Ataklı: İnsan dediğimiz şey ne acayip bir şey | Korkusuz Gazetesi Can Ataklı 31 Ekim 2021 İnsan dediğimiz şey ne acayip bir şey Çok güzel bir yazı buldum izlediğim sosyal medya hesaplarından birinde. İnsan’ı anlatıyor. Meğer ne çok özelliğimiz varmış. Bildiklerimizle bilmediklerimizle gelin “insan denen şeyin ne acayip bir şey” olduğunu birlikte okuyalım; 1. İnsan kalbi yerinden çıkarıldığında bir süre daha atmaya ve etrafındaki havadan oksijen almaya devam eder çünkü kendi elektrik sistemine sahiptir. 2. Mide asidi o kadar güçlüdür ki vücudunuz her 3-4 günde bir midenizin iç katmanını baştan aşağı yeniler. 3. İnsan burnu 50.000 kokuyu tanır ve hatırlar. 4. Vücudunuzda 96.000 km uzunluğunda kan damarı vardır. Bu uzunluk Ekvator’un çevresinde 2.5 tur atabilir. 5. Kalbiniz her gün bir kamyonu 32 km götürmeye yetecek enerji üretir. Ömür boyunca ürettiği enerji ile bir kamyon aya gidip geri dönebilir. 6. 70 yıllık ömrü boyunca bir insan kendinden ortalama 48 kilo deri döker. 7. Havanın açık olduğu bir gece gökyüzüne bakarsanız Andromeda galaksisini görebilirsiniz, bu gözlerinizin küçücük bir ışık huzmesini yakalayabilecek kadar hassas ve güçlü olduğu anlamına gelir zira bu komşu galaksi 2,5 milyon ışık yılı uzaklıktadır. 8. Bir insan ömrü boyunca 25.000 metreküp hacminde iki yüzme havuzunu dolduracak kadar tükürük üretir 9. Uyanık olduğunda beyniniz bir ampulü yakmaya yetecek kadar elektrik üretir 10. Kemikleriniz aynı ebattaki çelikten daha güçlüdür, buna karşın çelikten 4-5 kat daha hafiftir ve çelikten bile güçlü olan kemiklerinizin yüzde 31’i sudur 11. İnsan gözü dijital bir kamera olsaydı, 576 megapiksel olurdu. Piyasada bulabileceğiniz en gelişmiş 80 megapiksel DSLR’nin fiyatı 34.000 dolardır. Ayrıca uzmanlar insan gözünün 10 milyon farklı rengi ayırt edebildiğini tahmin etmektedir. 12. Kılıf içerisinde olmasaydı tüm hücrelerinizde yer alan DNA dünyadan Plüton’a gidip geri gelecek kadar esneyebilirdi. 13. Ömrünüz boyunca, beyninizin uzun dönem hafızası 1 kuadrilyon (1 milyon x milyar) ayrı bit bilgiyi tutabilir 14. Ortalama bir insan ömründe, kalp yaklaşık olarak 1.5 milyon varil – 200 tankeri doldurmaya yerecek kadar – kan pompalar. 15. Vücudunuz saatte 180 milyon kırmızı kan hücresi üretir 16. Hamilelik süresince, eğer annede organ hasarı ortaya çıkarsa, rahimdeki bebek hasarlı organı onarmak için kök hücre gönderir 17. Bir adım atmak için 200 kas çalışır 18. Tek bir hücrede 6 milyar DNA bulunur 19. Bir insan hiç yemek yemeden 2 ay yaşayabilir 20. Hafızanıza yeni bir şey kaydettiğinizde beyindeki nöronlar arasında yeni bir fiziki bağ oluşturulur. Her yeni kayıt ile beyninizde fiziki bir değişim yaşanır 21. Beyin hücreleriniz ölmeye başlamadan önce oksijensiz 5-10 dakika hayatta kalabilirsiniz 22. Beyninizin yüzde 60’ı yağdan oluşur 23. Yüzünüzü bir duyguyu yansıtacak şekilde değiştirdiğiniz zaman o duyguyu yaşamaya başlarsınız 24. insan gözü her defasında yalnızca görüş alanınızdaki küçük bir alanı görebilir, bunları tek bir resim haline getirebilmek için saniyede 2-3 seğirme (hızlı, otomatik göz hareketi) gerçekleştirir 25. Beyniniz kendisini aşırı yüklenmeden ve duygusal çöküntülerden korumak için bazı bildiklerini unutur, bu yeni bilgileri daha kolay ve hızlı öğrenmenizde size yardımcı olur. ***

Ermeni Soykırımı’nın Kısa Bir Tarihi

*Taner Akçam, Nisan 2021, Aras Yayıncılık, İstanbul *Kitap, ilk sayfasında, 2007’de öldürülen Hrant Dink’e, soykırım dediği için hakkında açılan dava dolayısıyla, “Bu kitap senin yapmak istediğin savunmanın bir parçası olsun Hrant” diye seslenerek başlıyor. *1915-1918 döneminde yaşananlar için soykırım diyor! * 4.11.2021