30 Ekim 2017 Pazartesi

YAŞAMIN TÜM ÇEŞİTLİLİĞİ

İLERLEME MİTOSU
New Scientist Bestseller

Stephen Jay Gould, İngilizceden Çeviri: Rahmi Öğdül, Ocak 2009, Versus Kitap, İstanbul

Arka kapak yazısından:
"Gould'a göre evrim, en basit canlıların -sonu insana varacak olan- gelişimini anlatmaz. İnsan, evrimin kaçınılmaz bir sonucu değildir. Benzer şekilde karmaşıklığın artışı ve ilerleme de evrimin temel karakteristikleri olarak tanımlanamaz. Kısacası Gould, bu kitapta eleştiri oklarını doğa tarihinin insanmerkezci anlayışına yöneltirken, doğal gerçekliğe dair görüşlerimizi kökten bir şekilde yeniden kavramlaştırmamızı da amaçlıyor."
*
En beğendiğin kitaplardan birini ver, dediğimde, I vermişti, bu kitabı, bana.
Çok zor okudum; hatta, inat edip, zorla.
Bir sürü bilmediğim sözcük!
Bana göre dili çok kötü, hatta gördüklerimin en kötüsü!
Yazımını, baştan savma-laubali buldum!
İç içe geçmiş bir sürü parantez!
Herhangi bir cümlesini değilse bile, bir bütün olarak, kitabı, neredeyse, hiç mi hiç, anlayamadım; çoğu cümlesini de!
Hiç sevmedim.
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Harika Yaşam, evrimdeki herhangi bir olayın kestirilemez ve ihtimallere bağlı olduğunu iddia ediyor... Yaşamın Tüm Çeşitliği ise ilerleme... fikrini reddetmek üzere genel bir argüman sunuyor" 6
-"Freud... gözleme göre, bilim tarihindeki tüm büyük devrimlerin ortak teması, farklılıklarına rağmen, kozmik küstahlığımıza peş peşe darbeler indirmekten ibaret" 23
-"Oysa bu kitap, ilerlemenin... bir aldanma olduğunu göstermeye çalışmaktadır" 28
-"Tarihin ürünü olan bizler öykü anlatan yaratıklarız. Kendimizi eğilimlere kaptırıyoruz" 41
-"Mark Twain ya da Disraeli'ye... ait ve üç tür yalandan -"yalan, kuyruklu yalan ve istatistik"- söz eden ünlü satırdaki gibi..." 49
-"On dokuzuncu yüzyılın ortalarında... türetilmiş olan şeyleşme, "bir kişinin ya da soyut bir kavramın bir şeye dönüştürülmesi"ne göndermede bulunuyor... kökeni "şey" anlamına gelen Latince res'tir (cumhuriyet ya da res publica, halkın şeyidir)..." 52-Dipnot
-"Darwin saygıdeğer Grek soyundan gelen bu temel düşünceleri altüst ettiğini biliyordu... gençlik defterine Platon'un özler kuramını acı bir şekilde alaya alan harika bir yorum yazmıştı" 57
-"... insanlar eğilim arayan yaratıklardır (belki de "öykü anlatıcı hayvanlar" demeliyim, çünkü aslında sevdiğimiz şey iyi bir öyküdür -... eğilimlere en iyi türden öyküler olarak bakıyoruz)..." 103
-"... keşifler sistem içinde birikiyor... genel kazanımlara yol açıyor... Birisi gerçekten üstün bir yol keşfedince, başkaları da bunu kopya ediyor ve varyasyon küçülüyor" 149
-"Valhalla'dan(21).../ 21- İskandinav mitolojisinde Odin'in öldürülmüş kahramanların ruhlarını aldığı salon" 154-Dipnot
-"Yastrzemski önemsiz bir 0,301 ile sopa sallama şampiyonluk unvanını kazanırken..." 167
-"... iki nedenden... genel iyileşme... birinci neden... en uygun yöntemleri keşfediyorlar ve tüm kadro en iyi yolları öğrenip ustalaşırken varyasyonlarını azaltıyor... ikinci nedene göre ise aritmetik ortalama sağ duvara doğru yaklaşıyor... daha az yer kalıyor" 168
-"Darwinci... Temel doğal seçilim kuramı genel ilerleme konusunda hiçbir açıklama önermiyor... hiçbir mekanizma sunmuyor. Ne var ki hem Batı kültürü hem de... bakterilerle başlayıp sonunda yüce insanı... üretmiş olan... bir fosil kaydı gerçeği, ilerlemeyi evrim kuramının merkezine yerleştirecek bir mantığa hep birlikte büyük ihtiyaç duyuyorlar" 178
-"Aslında evrim, Darwin'in kullandığı "değişikliklerle türeyiş"in yerine tercih edilen bir sözcük olarak dilimize girdi, çünkü pek çok Viktoryen düşünür bu tür biyolojik değişimi ilerlemeyle eş tutuyordu -ve Herbert Spencer'in tercihi sayesinde biyolojiye sokulan evrim sözcüğü, İngiliz konuşma dilinde ilerleme (harfi harfine "açığa çıkma") anlamına geliyordu. Darwin ilk başlarda bu sözcüğe tepki gösterdi, çünkü kendi kuramı... bir genel ilerleme fikrini dışa vurmuyordu. Evrim sözcüğü Türlerin Kökeni'nin ilk baskısında hiç görülmez ve Darwin, bu sözcüğü ilk kez 1871 tarihli İnsanın Türeyişi'nde kullandı... hoşlanmadı... kabullenmek zorunda kaldı./ Darwin, ilerlemecilik karşıtlığını saklamaya gerek duymadan ilan etmiştir" 179, 180
-"Doğal seçilim sadece, "değişen yerel ortamlara uyarlama"dan söz ediyor; senaryo ilerlemeye dair hiçbir şey içermiyor.../... yerel uyarlanmada herhangi bir genel ilerleme beklentisine olanak verecek hiçbir şey yoktur" 182, 183
-"Darwin entelektüel açıdan bir radikaldi; politik açıdan ise bir liberal... yaşam tarzı bakımından kesinlikle muhafazakardı; zengin bir mülk sahibiydi... hayatının hoşluklarını değiştirme isteği duymuyordu./ Üstelik... ilerlemeyi... diğer toplumlara nazaran çok daha saygın bir yere yerleştirmiş bir toplumda -... büyümenin zirvesindeki Viktoryen Britanya'da- bu rahatlığın tadını çıkarıyordu... üst sınıftan bir İngiliz, bu zaferi cisimleştiren ilkeyi nasıl reddedebildi ki doğal seçilim... yerel uyarlanma üretebilirdi... uzlaştırmak nasıl mümkün oldu?/... ünlü sonuç paragrafından hemen önce... olağanüstü bir cümlede ulaşıyor./... doğuştan gelen bedensel ve zihinsel yeteneklerin hepsi mükemmelliğe doğru ilerlemeye eğilim gösterecektir./.../ Darwin!in ilerleme konusundaki aşikar çelişkileri... Emerson'a ait olan "Budalaca bir tutarlılık küçük zihinlerin saplantısıdır" ünlü özdeyişi.../.../... Darwin... ekoloji hakkında bir ifadeler kümesi ekleyerek deliği kapamaya çalıştı" 184-186
-"Ki fosil kayıtları Darwin'i sonu gelmez sıkıntılara sokan bu kritik soruna dair sürekli dolu olan bir dünya düşüncesinin tamamen aleyhindedir. Yaşam tarihi birkaç kitlesel yokoluş olayıyla kesintiye uğramıştır; 250 milyon yıl önce Permiyen dönemin sonunda gerçekleşen en büyük yokoluş olayı, deniz omurgasız türlerinin takriben yüzde 95'inin varlığını sona erdirmiştir... ilerleme, bir sonraki yokoluş tarafından ortadan kaldırılıyor olmalıydı... En azından bir kitlesel yokoluş -dinazorları yok eden ve biz memelilere fırsat tanıyan Kretase olayı- dünya dışı bir cismin dünyaya çarpmasıyla tetiklenmiştir./... toplum, ilerlemeyi kendi düsturu ve tanımı olarak saygın bir yere yerleştirmişti... Darwin, temel dayanağını reddederek kendi dünyasının çökmesine yol açamazdı. Öte yanda temel kuramı tam da bu karşıtlığı gerektiriyordu. Bu ikilemden kurtulmak için apayrı bir ekolojik argüman iskelesi oluşturdu. Bu iskele kendisini desteklemeyen büyük yapının zirvesine oturtulmuştu.../.../... Yaklaşık 3,5 milyar yaşındaki kayıtlardan elde edilen yaşama dair ilk fosil kayıt, sadece jeolojik katıt halinde korunabilen en basit formlar olan bakterilerden oluşmakta. Oysa artık meşe ağaçlarına... suaygırlarına ve insanlara sahibiz. Peki böylesi bir tarihin ilerleme sergilediği nasıl inkar edilebilir ki?/... bir değişimin tarihine, bir yere hareket eden bir "şey"den ziyade tüm bir sistemdeki... varyasyon artışı ya da küçülmesi olarak bakmak" 189-191
-"... ilerlemeyi... bir eğilim olarak kabul edemeyiz. Çünkü yaşam en düşük düzeydeki karmaşıklığın sol duvarına bitişik bir bakteriyal mod ile başladı ve şu anda, takriben 4 milyar yıl sonra aynı konumdaki aynı tarzını sürdürüyor" 195
-"... iki kitlesel yokoluş... Bir kez Kretase'nin sonunda (yaşam tarihindeki beş büyük kitlesel ölümden biri -bu, dinazorların ölümünü tetikleyen olaydır... dünya dışı büyük bir nesnenin dünyaya çarpması sonucu gerçekleşmiş olduğuna kesin gözüyle bakılmaktadır); bir kez de Senozoik Devrin en büyük yokoluş olayı sırasında" 199
-"Yeryüzü takriben 4,5 milyar yıl yaşındadır. Fosil kayıtlarının gösterdiği gibi, yaşam en azından 3,5 milyar yıl önce başladı; yeryüzü 3,8 milyar yıl (en eski kayaların yaşı) önce sona eren bir erime döneminden geçtiği için yaşamın daha erken başlaması mümkün değil" 222
-"Fosil kayıtlarındaki ilk yaşam biçimlerinin tümü... "bakteri"dir. Aslında yaşam tarihinin yarısından çoğu sadece bakterilerin öyküsüdür" 223
-"İnsanlar, yaşamın yönselliği ya da evrimin işleyişinin kaçınılmazlığı sonucu değil, şans eseri buradalar" 229
-"Herhangi bir mümkün, makul ya da adil ölçüte göre, bakteriler yeryüzündeki hakim yaşam biçimleridir -ve daima bu böyleydi. Biyolojik olguların bu en açık olanını kavrama başarısızlığımız kısmen küstahlığımızın bizi kör etmesinden, fakat daha çok bir ölçek etkisi olarak ortaya çıkıyor" 231
-"İnsani ihtiyaçlar açısından atmosferin en elzem yapıtaşı olan oksijen artık, fotosentez işlemi sırasında çok hücreli bitkiler tarafından atmosfere salınmakta ve bu şekilde kendisini sürdürmektedir. Görünüşe bakılırsa yeryüzünün ilk atmosferi neredeyse hiç oksijen içermiyordu ve başka türlü mümkün olmayan bu element tarihsel olarak organizmaların faaliyeti sonucu ortaya çıkmıştır ve yine onlar sayesinde varlığını korumaktadır. Günümüzde başlıca oksijen girdisini bitkiler sağlayabiliyor, oysa oksijen, yaklaşık 2 milyar yıl önce, çokhücreli bitki yaşamı evriminden çok önceleri atmosferde birikmeye başlamıştı. Atmosferin ilk oksijenini fotosentez yapan bakteriler temin etti" 240
-"Atmosferde bulunan metanın yaklaşık yüzde 30'u, geviş getiren hayvanların bağırsaklarındaki metanojik bakterilerin faaliyeti sonucunda, -başka türlü nasıl söylenebilir ki- geğirmeler ve osurmalar yoluyla üretilmektedir.../... bitkiler toprağın temel besin maddesi olarak azota ihtiyaç duyar, lakin atmosferimizin her yerinde bulunan serbest azotu kullanamazlar. Havadaki serbest azot... bakterilerin faaliyeti sonucunda "yakalanır" ya da kimyasal olarak kullanılabilir biçime dönüştürülür" 242
-"Sagan ve Margulis şu sonuca varıyor.../ Küresel yaşam açısından elzem olan elementler -oksijen, azot, fosfor, kükürt, karbon- mikropların müdahalesi sayesinde kullanılabilir hale geliyor" 245
-"... toprağın altı mil altında bazalt ve suyla yaşamamız mümkün değil; oysa bu yaşam tarzı, güneş enerjisi yerine yeryüzünün iç ısısına dayalı yeni ekosistemlerin özünü teşkil ediyor ya da pek çok güneş sisteminde kozmik yaşam için mümkün bir model olarak işe yarıyor" 262
-"Kalıtım, Lamarkçı değil, Mendelcidir. Bir organizma, kendi yaşamı süresince "gelişmek" için çaba gösterebilir... lakin bu avantajlı "kazanılmış karakterler"in evlatlarına geçmesi mümkün değildir, zira bu çabalar, gelecek kuşağı yaratacak genetik malzemeyi değiştiremezler. Ne yazık ki bu böyle. Darwincilik, yavaş ve dolaylı olarak işlese de, yeterince iyi iş görüyor./ Fakat diğer taraftan kültürel değişim temel işleyişi bakımından potansiyel olarak Lamarkçıdır. Bir kuşakta kazanılan herhangi bir kültürel bilgi, çok soylu bir sözcükle adlandırdığımız eğitim sayesinde bir sonraki kuşağa doğrudan aktarılabilir" 293, 294
*


29.10.2017

21 Ekim 2017 Cumartesi

KAFAMDA BİR TUHAFLIK

Orhan Pamuk, 1. Baskı: Aralık 2014, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul

Pek istekle başlamamıştım, okumaya, hatta, tam tersine bir önyargıyla, isteksiz sayılabilirdim, başlarken; ama, ilgiyle, istekle, çabucak okudum.
Okurken, yakınlarda okuduğum Dostoyevski'nin  Karamazov Kardeşler'ini, çağrıştırdı, bana, hep; ikisinin arasında, epeyce, benzerlik olduğunu düşündüm; Kardeşler'de, 1800'lü yıllar Rusyası anlatılırken, Tuhaflık'ta, 1900-2000'li yıllar İstanbul'u-Türkiyesi anlatılıyor; her şeye değiniliyor, hiçbir şey eksik kalmasın isteniyor, sanki, bence, ikisinde de, tipler, olaylar, kurgu, hikaye, yapay, ve, asıl amaç, bazı olayları-görüşleri aktarmak, hikaye de, sadece, bunun için bir araç; ayrıca, bazı abartmalar, ve, diğer bazı, benim katılmadığım, hususlar-görüşler de var!
Sonları da benziyor, bence, yazılacak şeyler var, ama, şimdilik, yeter, denmiş, gibi!
*
Epeyce müstehcen ifade!
Bolca parantez!
*
Ülkemizin bir döneminin bir tür anlatımı!
Roman değil, bir tür belgesel, sanki!
*
Hiç beklemediğim kadar iyi buldum, Kafamda Bir Tuhaflık'ı, katılmadığım yönlerine rağmen, son zamanlarda okuduğum, bana en iyi gelen bir kitap oldu.
Karamazov Kardeşler'dense, çok daha iyi, bence!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Kız da adı gerçekten Rayiha olan birinin yapabileceği bir doğallıkla uyandı, tatlılıkla gülümsedi.../ Yıllar süren bir evlilikten sonra aralarında konuşacak hiçbir şey kalmamış karı kocalar gibi..." 22
-"Bu evlerden dışarıya gelen yoğun nefes, ter ve uyku kokusunu köpekler fark ediyor olmalıydı" 57
-"... evi kendi elleriyle briket, çimento, teneke taşıyarak yapmışlardı" 60
-"... hem sağcı ve dindar, hem de solcu ve milliyetçi öğrencilerin (sağcı öğrencilerin hepsi dindar, solcuların hepsi milliyetçiydi) saygı... duyduğu... muhalif ruhlu öğrenci..." 71
-"... son on yılda arkalarındaki boş tepelere kanun dışı yöntemlerle yayılan gecekondu mahallelerinden gelen Anadolulu yoksul sürülerinin işgaline uğrayınca bu güzel liseyi yönetmek neredeyse imkansızlaşmıştı" 72, 73
-"... sabırsız askerlerine hücum ve yağma emrini veren bir Osmanlı paşası gibi..." 84
-"Ortaokulda, Türk olmanın dünyanın em iyi şeyi olduğunu ve şehir hayatının köy hayatından çok daha güzel olduğunu öğrenmişti" 86
-"... bitişikteki bakkalın Maraşlı Kürt-Alevi sahiplerini tanıyordu" 87
-"... caminin kurucusu Hacı Hamit Vural... Köyden getirdiği adamları ile her türlü haydutluğu yapan bu adama o sabah şükrettim... Camiyi dolduran kalabalığın uğultusu, fısıltıyla konuşanların coşkusu bir anda mutlu etti beni. Hep birlikte aynı coşkuyla namaz kılışımız, karanlığın içinden çıkıp gelen o sessiz ama vakur müminler ordusunun varlığı o kadar iyi geldi ki bana" 94
-""Savaş çıktı..." dedi... "Kıbrıs'ı fethediyoruz."... Ecevit'e komünist diyen Korkut onu affetmişti. Ekranda... Yunan... belirince bir küfür... kahvelere uğradılar. Mutlu ve heyecanlı bir kalabalıkla doluydu her yer.../... ders kitaplarında anlatılan, Orta Asya'dan gelen o Türklerden olduğunu hissetti o gece" 100
-"Kültepe'de, Duttepe'de olduğundan çok daha fazla Kürt vardı, ama Kürtler dahil kimse bu kelimeyi uluorta kullanmaktan hoşlanmadığı bu bilgi her iki tepede de insanların şahsi görüşü olarak şimdilik kafalarının bir köşesinde, tıpkı yalnızca evde konuşulan bir dil gibi uyuklamaktaydı" 103
-"Karşılıklı ateş bütün gün sürdü, kimse ölmedi... sokağa çıkma yasağı... Kültepe'de evlerde silah araması yapılacağı ilan edildi" 117
-"Duttepe'deki bütün silahlar, sol kitaplar, posterler, pankartlar toplandı... çoğunluğu gözaltına alındı... otobüslerde başlayan bir sıra dayağından sonra daha dikkatli uygulanan falakalı, manyetolu ve elektrikli işkenceden geçirildi. Yaraları kapanınca saçları kesilip silahlar, posterler ve kitaplarla fotoğrafları çekildi ve gazetelere verildi... davalar açıldı. Kimisi on yıl yattı, kimisi beş yıl, bir ikisi hapisten kaçtı, kimisi beraat etti. Bazıları da hapishanelerde karıştıkları isyanlar ve açlık grevleri sonucu kör oldu, sakat kaldı" 118
-"... şehrin ve ülkenin her yerinden Alevi ve Kürtlerin göç ettiği Gazi Mahallesi..." 142
-"1978 Aralık'ında Kahramanmaraş'ta Alevi mahallelerinin yakılması, yağmalanması ve Alevi katliamı hem Gazi Mahallesi'ni hareketlendirdi, hem de yeni güçler ve siyasallaşma getirdi.../ Karlıova Lokantası, Beyoğlu... bir eski Rum meyhanesiydi. 1964'te bir gecede Başbakan İsmet Paşa tarafından İstanbul'dan kovulan Rumlarla birlikte şehri terk eden sahibinden lokantayı devralan Bingöllü bir garson.../ Lokanta sahibinin çocuk yaştaki bulaşıkçıları... neredeyse tamamen boşalmış eski bir daireye taşındılar. Tarlabaşı'ndaki bu Rum yapısı üç katlı bina, aslında seksen yıl önce tek bir aile için tasarlanmıştı. Ama 1955'teki 6-7 Eylül olaylarında civardaki Ortodoks kiliselerinin yakılması, Yahudi, Rum ve Ermeni dükkanlarının yağmalanmasından sonra mahalleyle birlikte sınıf düşmüş ve alçı duvarlarla küçük dairelere ayrılmıştı. Artık... kirasını... Sürmeneli bir alıyordu" 143
-"Mardinli iki çocuğun düşü ise midye dolması satıcılığı yapmaktı.../... İstanbul'daki simitçilerin hepsi Tokatlıdır" 144
-"Atina'ya kaçan eski Rumların tapulu evlerine hakim olan Sürmeneliler çetesinin... Beyoğlu Karakolu ile aralarının çok iyi olması..." 145
-"1979'un Şubat ayında Milliyet gazetesinin ünlü köşe yazarı Celal Salik Nişantaşı'nda sokakta vurulup öldürülmüş, İran şahı ülkesini terk ederken Ayetullah Humeyni uçakla Tahran'a gelmişti. Bu olayları daha gerçekleşmeden tahmin ettiklerini ileri süren Mardinli bulaşıkçı çocukları da..." 148
-"... herkesin, en garibanla en salağın bile, gururla övündüğü bir "torpili" olduğunu öğrendi" 154
-"Akşam Turgut Paşa bütün garnizonu topladı, çıkar ve oy düşkünü gafil siyasetçilerin ülkeyi uçurumun eşiğine getirdiğini ama... ülkenin tek ve gerçek sahibi Silahlı Kuvvetler'in Türkiye'nin batmasına izin vermeyeceğini... söyledi.../.../ Askerler yolsuzluk yapan zenginleri çok fazla hırpalamazlardı. Siyasi suçluları, çoğu zaman "terörist" denen komünistleri ise cezalandırmak için falakaya yatırırlardı" 162
-"Babası  gece uykusunda kendiliğinden ölüvermişti... başka hiçbir yerde koklamadığı o benzersiz kokuyu aldı: Babasının, Mevlüt'ün kendi gövdesinin, nefeslerinin... kendi hayatlarının kokusuydu bu" 163
-"... dinimizde her şeyi tevil etmenin bir yolu vardır" 186
-"1977deki meydan savaşından Kültepeli solcular yenilgiye uğrayıp bütün bu yerler devlet destekli sağcıların eline geçince..." 194
-"İki yıl önceki askeri darbeden sonra bu komünist yoldaşların çoğu ya hapse tıkıldı ya da işkencede sakat bırakıldı... uyanıklar da Avrupa'ya tüydüler. Kürtçeden başka dil bilmez Ferhat yoldaşımız insanhakçılara yaltaklanıp Avrupa'da tutunamayacağı için fikirlerini yumuşattı, burada kaldı... Komünistin zekisi evlenir evlenmez fikirlerini unutup para kazanır, aptalı da bu saçma fikirler yüzünden hiç para kazanamadığı için... meteliksizleri bulup... onlara akıl vermeyi iş edinir" 196, 197
-"Öldürmeden önce atalarımız suçlulara işkence ederlermiş-insan geleneğin önemini böyle anlarda daha iyi kavrıyor" 209
-"Herkesin bildiği gibi şeref meselesi gibi laflar aslında insanların birbirlerini gönül rahatlığıyla öldürmeleri için icat edilmiş bahanelerdir" 211
-""Allah'lı kız adı olmaz!" dedi... "Her akşam pilav yiye yiye belki bir gün Çinli oluruz," diye..." 213
-"... evlerin tapusu 1964'te bir gecede Atina'ya yollanan Rumlarda olduğu için..." 217
-"Herkesin kendi evini... mahallelinin yardımıyla yapması Gazi Mahallesi'nde altı yıl önce buraya solcuların, Alevilerin ve Kürtlerin egemen olmasıyla başlamıştı. Onlardan önce Gazi Mahallesi Laz Nazmi'nin egemenliği altındaydı. Laz Nazmi, 1972'de dikenler ve fundalıklarla kaplı bu boş tepenin başında kendi gibi Rizeli iki adamıyla bir dükkan açmıştı" 230, 231
-"... köprünün çevre yolunda arsalar alıyorlar" 252
-"... eskiden Tarlabaşı bir Rum-Ermeni-Yahudi ve Süryani mahallesiydi... Kurtuluş, Feriköy... 1920'lerin başında sadece Rum ve Ermeniler yaşardı. Cumhuriyet'ten sonra Beyoğlu'nun gayrimüslimlerine ilk darbe 1942 yılında Varlık Vergisi'yle indirilmiş... 1955'in 6-7 Eylül'ünde Yunanistan ile Kıbrıs kavgası sırasında eli sopalı ve bayraklı kalabalıklar tarafından kiliselerin, dükkanların yağmalanıp tahrip edilmesinden, papazların kovalanıp kadınların ırzına geçilmesinden sonra Rumların çoğu Yunanistan'a gitmiş, gitmeyenler de 1964'te hükümetin bir kararnamesi ile evlerini, ülkeyi yirmi dört saatte terk etmek zorunda kalmışlardı./.../ Ama Yunanistan'a yollanmış Rumlardan bazıları hala tapu sahibi oldukları.../ Yıkımlar, herkese hoş gözüken temizlik, modernlik sözleriyle ilan edildi. Sahipsiz evlere yerleşen haydutlar, Kürtler, Çingeneler, hırsızlar temizlenecek... altı şeritli bir yol yapılacaktı" 258, 259
-"... altı şeritli yoldan yayalar geçmesin diye kaldırım kenarlarına ve yolun ortasına dikilen demir parmaklıklar ve beton duvarlar.../... İstiklal Caddesi civarında tutunabilen sokak satıcılarının hepsinin... polis muhbiri olduğunu..." 274
-"Söylenen hiçbir şeyi anlamayan ama her şeyi söylenmeden fark eden kızları..." 277
-"Atatürk resminin... komünist dergahının girişindeki... gibi, bir gün polis basarsa "... Atatürk'ü çok severiz!" diyebilmek için asıldığını anladı. Tek fark, komünistlerin Atatürk'e sonuna kadar inanmalarına rağmen onun aleyhinde sürekli atıp tutmaları... dindarların ise Atatürk'e hiç inanmamalarına rağmen onun aleyhinde hiç konuşmamalarıydı" 292
-"Yani şişman Muharrem ustalıkla... Patron'u aldatıyordu ama bunun ahlaki bir suç, hatta ayıp bir şey olduğunu düşünmüyordu... yeterince maaş almayan ve gaddarca sigortasız çalıştırılan büfe işçilerinin patronu hiç huzursuz etmeden kendi haklarına sahip çıkması olarak gördüğünü söyledi" 300, 301
-"Patron... Mevlüt'ü överdi: Konyalı Mevlüt dürüst, ahlaklı, çok şerefli bir insandı. Anadolu insanının saflığı ve hakikiliği vardı onda. Patron Anadolu insanını İstanbul'da ilk kendi keşfetmiş gibi bahsederdi onlardan. Bu Anadolu insanı seni bir kere sevdi, sana inandı mı, hayatını verirdi senin için./ Vurallar da çok şerefli insanlardı" 301, 302
-"Mevlut otuzundan sonra erkeğin hayatta kurt gibi yalnız olduğunu sokaklardan öğrenmişti" 304
-"Devlet yıllarca... elektrik hattını çekmiş. Vatandaş da yıllarca elektriği kullanıp, parasını vermemek için her türlü hileyi yapmış. Devlet hileci vatandaştan elektrik parasını alamadığı için elektrik satışını özelleştirmiş" 312
(Devlet hileci vatandaştan elektrik parasını alamadığı için, mi, yani?)
-"Köyleri yıkıldıktan sonra İstanbul'a göç eden Kürtler, yavaş yavaş kimi sokaklara yerleşiyor, çeteler kuruyorlardı" 316
-"Bosna'ya savaşa giden dincilerden, kadın başbakan Tansu'dan..." 321
-"Elektrik ve tahsilat işi devletteyken zenginler ve güçlüler "Elektriğiniz kesilecek" tehdidine "Aa, unutmuşum" der, aldırmazlardı bile" 323
-"Azerbaycan'daydık. Eski hareketten Tarık ve diğer milliyetçi, Türkçü arkadaşlar... Özel sektörden destek alın demiş Ankara. Türkçüler benden yardım isteyince hayır mı diyecektim... Aliyev'in kendisi KGB'dendir... Bakü'de savaş ağalarıyla gizli toplantılar yaptık. Soylu Azeri halkının (hepsi Türk'tür aslında ama araya Ruslar ve Acemler girmiştir) oyları... seçilmiş olan Elçibey... devrilmiş, küsüp köyüne geri dönmüştü... Rus ajanlarından yılmıştı. Bizimle Rus ajanı sandığı için görüşmek istemiyor... bizim alaturka darbenin yattığı haberi geldi. Ankara'dan... Aliyev'e... haber vermişler. Elçibey'in... evinin bahçesine bile çıkamadığını öğrendik... koşup İstanbul'a döndük./... bütün dünya Türk'ün düşmanıdır, ama Türk'ün en büyük düşmanı Türk'ün kendisidir" 327, 328
-"Hanımefendi'nin beyi Sürmeneli Sami çok nüfuzludur Beyoğlu'nda... bu Karadenizliler hep mafyadır" 331
-"... kimisi Maocu, kimisi Moskovacı eski solcu... "Biraz daha biriktirip İstanbul'dan Güney'e kaçacağız," derlerdi" 333
-"Devletin kaydından uzak durmak rahmetli babasının en büyük öğüdüydü" 341
-"Rum mallarını kiralayan çete bir gün gelir" 343
-"Özellikle son on beş yılda şehri pıtrak gibi saran otopark çeteleri..." 345
-"... artık... İstanbul'a hiç dönmeyebileceğini geçirdi içinden. Ama ilk üç günden sonra, köyde kalmanın... boş bir hayal olduğunu anladı" 352
-"Yeditepe Elektrik'in tozlu arşivi İstanbul'un 1914'te Silahtar fabrikasıyla başlayan elektrik... hafızasıydı.../... Anadolu'dan gelen yeni patronları... yakmak istiyorlardı" 354
-"Ev sahipleri... çoğunlukla birbirleriyle kavgalı oldukları için bu apartmanlarda merkezi ısıtma sistemi çoğu zaman iptal edilmiş olur. Herkes... başının çaresine bakar" 364
-"Çarşamba'ya dergaha gitti... Efendi Hazretleri her zamankinin tersine canlıydı" 368
-"Büyük işyerlerinin polisle, savcılarla ve koruyucu mafya çeteleriyle yakın ilişkileri olduğu için onları yalnızca elektrik cezalarıyla çökertmenin imkansız olduğunu biliyordum... Bay Bıyık, Mehtap Kulüp'ü denetleyen Cizreli Kürtlerin Güneş Pavyon'u çökertmek isterken Sürmeneli Sami'ye de savaş ilan ettiklerini bana açıkça söyledi" 371
-"... arkadaşının bu sözünü inandırıcı bulmadı ve o günkü sohbetleri boyunca birbirlerine yalnızca resmi görüşlerini söylediklerini kederle düşündü" 375
-"O kadar Allah, vatan, ahlak sözünden sonra yalnızca para kazanmayı düşünmeleri doğru mu?" 378
-"Hiçbir kadın Mevlut'u terk etmemişti" 381
-"... sokaklara çıkabilmenin... ne büyük nimet olduğunu anladı" 382
-"Yazara göre Ferhat Yılmaz, mafya çeteleri arasındaki kar paylaşım savaşının kurbanı olmuş iyi niyetli bir tahsildardı" 385
-"1998 sonbaharında... Efendi Hazretleri'ne pek çok kereler uğradı. Dergahta istekli ve ısrarcı yeni bir kalabalık vardı. Onlardan hoşlanmıyor... Gittikçe artan sakallı dindarlar..." 387, 388
-"O yıl... babalarından eve telefon almasını ısrarla istediler. Fiyatlar ucuzlamıştı..." 392
-"... akıllı biriyle sohbet etmenin güvenini duyuyordu" 394
-"Yıllardır üzerine titrediği, ölene kadar yakınında olmayı kurduğu büyük kızı altı ay içerisinde babasından tamamen uzaklaşmıştı" 398
-"11 Eylül günü Amerika'daki gökdelenlere uçakların çarpmasını.../.../... İkiz Kuleler'in yıkılmasından beş gün sonra..." 399
-"1955'teki 6-7 Eylül olaylarında yağmalanan dükkanı Ermeni patron ortağına devredip İstanbul'u terk edince..." 402
-"Camilerinden sessizliğinden... kendi gibi yalnız kalmış erkeklerle yarım saat aynı sakin mekanı paylaşmaktan haz alıyor ve yalnızlığına bir çare bulduğunu hissediyordu... Allah kelimesini kendi kendine daha çok mırıldanıyor" 408, 409
-"... yavaş yavaş derneği Halk Partililer ile muhafazakarlar arasında bölüyordu" 410
-"Bütün bu haydutların ve kabadayıların en namlısı Cizreli Cezmi..." 420
-"... insanın hem doğruyu söylemesinin hem de samimi olmasının ne denli zor olduğunu anladı" 426
-"Devletin... özel kentsel dönüşüm bölgesi ilan etmesi, yüksek apartmanlar yapılmasını teşvik ettiği haberi 2006 yılında ilk duyulduğunda mahalleliler çok memnun olmuştu" 434
-"Efendi Hazretleri... Son on yılda evinin çevresi, Çarşamba sokakları da çeşit çeşit tarikatın renk renk kıyafet giyen adamıyla dolmuştu" 439
-"Korkut'un Bakü'deki başarısız girişimi yüzünden "askeri darbeci" sıfatı yemiş olmasıydı. Milliyetçi muhafazakar iktidarlar tarafından hep hoşgörüyle karşılanan bu sıfat, son iktidarı sinirlendiriyordu" 449
-"Şimdi hepsinin birer cep telefonu vardı ama Mevlut'u kimse aramamış... sokaklara taşan mahşeri erkekler kalabalığı içerisinde namazını kılarken kendini iyice yalnız hissetmişti" 450
-"... hastalığı tam nedir anlaşılamayan babalarını doktor doktor gezdiriyor, sürekli ona yeni testler yaptırıyorlardı. Hasan Amca bezmişti doktorlardan, onlara görünmek... istemiyordu" 458
-"Buradan, kırk yıl önce, aşağıdan yukarı doğru hızla gecekondularla kaplanan diğer tepeler, fabrikalar gözükürdü. Şimdi yalnızca çeşitli yüksekliklerde bir apartmanlar denizi görüyordu" 461
-"Alçak bulutların şehrin üzerinde toplandığı bazı gecelerde, aşağıdan gelen limon rengi bir ışık altlarına vurunca, bulutlar şehri yukarıdan aydınlatan tuhaf lambalar gibi gözükürdü.../... Şehrin sokaklarında geceleri gezmek... kendi kafasının içinde geziniyormuş duygusu veriyordu" 462
-"İnsanlar mutlu, dürüst, açık olmak için yaratılmışlardı.../.../... Şehre söylemek... istediği şey şimdi aklına gelmişti işte. Bu hem resmi, hem şahsi görüşüydü; hem kalbinin hem de dilinin niyetiydi:/ "Ben bu alemde en çok Rayiha'yı sevdim," dedi... kendi kendine./ 2008-2014" 466
*

21.10.2017

15 Ekim 2017 Pazar

Mucizevi Mandarin

Aslı Erdoğan, 16. Basım: Mayıs 2017, Everest Yayınları, İstanbul


İlgiyle, hızlıca okudum.
Ayrı ayrı yazılar...
Bolca parantez...
Ne anlatıyor?
Neden ilgimi çekti?
Tam olarak bilemiyorum!
*
Biraz İstanbul, daha çok Cenevre...
Hüzün...
Karamsarlık...
En çok da, insan mı, anlatılıyor, acaba?
*
Kitaptan bazı notlar:
-"... karanlıkta cisimlenişimi algıladıklarını..." 12
-"... kesinlikle mutsuz, coşkusuz, boşa harcanmış gençliğimi hatırlatmıyor" 14
-"Bir şehir, ancak içinde sevdiğiniz biri olunca yaşamaya başlar" 18
-"... onu buralara dek kaçırtmış geçmişin ağır yüküyle iki büklüm... Bir zamanlar katlanamadığı ülkesi, şimdi yitik, düşsel bir cennete dönüşmüştür, ama artık o, düşlerine de inanmaz. Acılarla dolu bir geçmiş ve korkutucu bir gelecek arasında donup kalmış, içinde bulunduğu ana da bir türlü ulaşamamaktadır. Kaçtığını sanırken asıl şimdi kapana kısılmıştır. Göçmenliğe dair söyleyebileceğim tek iyimser söz şu: İnsana hayatı bu denli iyi belleten bir başka deneyim bilmiyorum... Eski Kent... Yalnızlık ve sessizlik beni gerçeklikten geri dönülemeyecek denli uzaklaştırmaya başladığında, kendi varoluşum bile kuşkulu bir görünüme büründüğünde... yazarım" 21
-"Düşü gerçeğe, geçmişi bugüne, acıyı umuda yeğ tuttuğum için" 22
-"Cenevre'deki ilk gecelerimde, sokaklarda... şen kahkahalar atan on üç-on dört yaşındaki kızları görünce içim cız ederdi. İlkgençlik yıllarımı benden çalmıştı Türkiye ve onları başka hiçbir ülke geri veremezdi. Zamanla, içimi acıtanın, bu kızların özgürlüklerinden de öte mutlulukları olduğunu anladım. Genç ve umut yüklü bakışlarla seyrediyorlardı dünyayı.../ Avrupa'nın orta yerinde bile Ortadoğulu kadınları bir bakışta ayırt edebiliyorum. Hepimizin gözlerinde derin bir korku ve hüzün var. Özgüvenimizi hiçbir zaman kazanamamışız, gururumuz Rasputin gibi yaralarla dolu. Batılı kadınların bedenlerini taşıyışından eser yok bizde. Avrupa'daki ilk birkaç ayım işte bunları keşfetmekle, kısacası içinde doğup büyüdüğüm toplumun bana kaybettirdiklerinin faturasını çıkarmakla geçti. Gelgelelim... İstanbul resmini görmemle değişiverdi her şey... ağlamaya başlamıştım. "Yurt özlemi" denilen... o duyguyla ilk tanışmamdı benim. Benliğimdeki Türk'le ilk göz göze gelişim... kendi dilimi, kendi topraklarımı, kendi insanlarımı özlemiştim./ Avrupa'da geçirdiğim yalnızlık, belirsizlik, pişmanlık dolu bir yılın sonunda, içimde öfke ve hınç mayalandı; dizginlenemeyen, sağı solu belli olmayan, inançsız bir yabancıya dönüştüm. Süpermarketlerde satılan ürünler gibi... sürüden var gücümle nefret ediyordum. Elbette, nefret dünyanın en kolay ve zevkli işidir, kayıp bir insanı uzun süre oyalayabilir, güçlendirir, sağ kalmasını sağlar./ Göçmenliğim yavaş yavaş büyüdü, olgunlaştı... "Vatan"ın, iletişim kurulan üç-beş insan; İstanbul'un, köklerim ve geçmişim, anadilimin ta kendim olduğunu zamanla öğrendim./ Benim cehennemim ne topraklarımda, ne de buradaymış. Onu kendi içimde taşıyormuşum, tıpkı cennet düşlerim gibi" 23, 24
-"Kendimi saldırıya uğramış, ele geçirilmiş hissediyordum; varlığımın soluk alıp verebilmesi için gerekli olan yalnızlığım kuşatılmış, surlarında delikler açılmıştı" 28
-"Bütün başlangıçlar güzeldir" 29
-"Böyle sade, alçakgönüllü, insanın cesaretini daha kapının eşiğinde kırmayan yerleri severim" 34
-"İflah olmaz bir mutluluk avcısıydı./ Sergio da bu ülkede yabancıydı, biraz Arap kanı taşıyan bir İspanyol'du, ama yabancılığını konukluk biçiminde yaşar, Avrupa'nın cimri misafirperverliğini alabildiğine tüketirdi. Hayata yaklaşımımız da göçmenliğe yaklaşımımıza eşti... yaşam suyunu son damlasına dek yudum yudum içmeye çabalardı. Bense... karanlıklara sığınırdım... bana biraz şefkat sunanın kulu kölesi olmaya hazırdım. Sergio ise... benliğini hiçbir zaman yitirmezdi" 38
-"İstanbul'da sabah ezanının okunduğu saatlerde artık anlamıştım: Onların, insanların dünyasıydı gerçek dünya, gerçek dışı olan bendim. Onlar soluk alıp veriyor... Ben seyrediyordum./ Yaşamın yüreğinde bir boşluktum, bir yorumdan, bir soru işaretinden, bir bakıştan, yani bir hiçten başka bir şey değildim" 48
-"Arap delikanlısı alabildiğine sarhoş, yoksul ve öfkeliydi. (Biz göçmenler birbirimizin öfkesini iyi tanırız.)..." 57
-"Şefkat, bazen nasıl da ona en çok gereksinim duyanları paramparça ediyor" 59
-"Mucizevi Mandarin/ Yaşlı ve çirkin bir mandarin... bir fahişeye gitmiş... soyguncu dostlarını çağırmış... dövüşmeye başlamış... ne kadar vururlarsa vursunlar, bu zayıf... bedende yara açılmadığını... görmüşler... kaçmışlar... kadın... etkilenmiş... aşk adına sevişmek istemiş... şefkatle okşamaya başlamış. Gel gelelim güzel kadının her dokunuşunda mandarinin bedeninde yeri bir yara beliriyormuş; dövüşün, darbelerin, bıçakların, kılıçların açtığı yaralarmış bunlar. İçten bir ilgi ve şefkat görene dek gizli kalmışlar. Sonunda mandarin ölmüş./... Çin... öyküsü..." 60, 61
-"Oysa insanın bir başkasını küllerinden bile olsa yeniden yaratmak istemesi, sonsuz bir yetki üstlenmeyi, bir tanrı olmayı arzulamasıdır. Bu da onun acı çekmesini ya da ölmesini istemekten daha masum değildir. Belki de ben başkalarına yönelik her türlü dileği ancak bir saldırı olarak algılayabiliyordum. Korumak arzusu ile hükmetmek arzusu arasındaki sınırın nasıl çizilebileceğini bilmiyordum" 65
-"Yalnızlığın, tek başınalığın, boşluğun, karanlığın, yarılmanın bir simgesiyim" 75
-"Göl kıyısındaki patikada kendi infazıma gidermiş gibi yürüdüm" 77
(Nasıl, yani?)
-"Bedensiz bir yolcu. Artık hiçbir şey canımı acıtmıyor, hiçbir şey beni korkutmuyor. Çünkü korku etin içindedir, arzu gibi. Arınmışım, kutsanmışım" 82
-"Ay batmak üzere, içimde nedensiz bir ölüm korkusu..." 83
(Hani az önce, s. 82, korku yoktu; aynı yazının sonunda korku... Nasıl, yani?)
-"Cenevre'nin... Paki semti... adını, buraya otuz yıl önce yerleşmiş ilk göçmenlerinden, Pakistanlılardan alır. Bugünse kimler yok ki burada!... işbilir Araplar; kebap ve eroin tekelini kimseye kaptırmayan Türkler..." 84, 85
-"Kaçmanın ağır cezasıdır sürgün, geçmişini bir kez terk eden, ona bir daha hiç geri dönemez" 86
-"İsviçre'de sokak köpeği yaşamaz... benim için bu toplumun varsıllığının, abartılmış bireyciliğinin ve yalnızlığının simgesi... Kadının karanlıkta bir hayalet gibi yalnızca bir anlığına gördüğü adamla yatmak zorunda oluşu içimi burkuyor. Bu batık sokakta, hiç ama hiç kimse onurunu su yüzünde tutamıyor./.../ Karşı kaldırımda, göçmen Türklerin buluşma yeri kebapçı... polisler içeriyi süzüyor. Ne de olsa bu sokaktaki uyuşturucu ticaretini Türkler ve Araplar yönlendiriyor. Bir keresinde, tam bu köşede çocuğunu yere yatırmış, tekme tokat döven bir Türk kadını görmüştüm... yağmur yağıyordu... kız... trafiğin vızır vızır işlediği kavşağa doğru koşmaya başlamıştı. Yanımda yürüyen Sergio, onu yakalamak için atıldıysa da... durdurdum./ "Bırak! Biz Türkler böyle büyüyoruz işte..."/ Neden böyle davrandığımı anlayabilmiş değilim... Ona, iyilikseverlikle dünyayı değiştiremeyeceğini kanıtlamaya çabalamış da olabilirim, ama sonuçta Sergio o gün benden ilk kez korktu, hatta bir bakıma umudu kesti./ Paki semtinin ikinci nesil göçmen çocukları, İsviçreli çocuklar gibi giyinseler ve konuşsalar da gerçekte onlardan çok farklıdırlar... sessizliğe tapan İsviçre'de polis asla siren çalmaz... Kendilerini istemeyen yabancı topraklarda yabani tohumlar gibi büyürler... Ne yaparlarsa yapsınlar, küçümsedikleri babaları gibi işsiz kalacaklarını, horlanacaklarını, aşağılanacaklarını sezerler. Sezerler ama gene de direnirler./ Bu çocuk göçmenleri iki kültür arasındaki bocalayışları, biz yetişkin göçmenlerden daha derin, fırtınalı ve can yakıcıdır... On yaşındayken, elli yaşın eskimiş gözleriyle izlerler dünyayı.../.../ Bu nefret sokağında barınan herkes henüz atılmamış bir çığlıktır" 87-89
-"(Çünkü insan yüzleri yalandır, sözleri de, özellikle de sözleri. Dostum, yazılmış ya da yazılmamış her sözün artık güç isteminden başka bir şey olmadığının farkında değil misiniz?).../... Kızgınlığı, nefreti tam olarak bilmiyorum sanırım" 99
-"... bir çocuğun elinde korumaya çalıştığı gizemli, mucizevi bir kar tanesi gibi" 104
(Nasıl, yani?)
-"Hiçbir şey ummamak, hiçbir şey beklememek... Ölmek. Olmak.../.../... yürüyorum... bedenin diplerinde saklı ölüme doğru" 110
-"İnsan karanlık, dipsiz bir kuyudur. Acısının derinliklerinde boğulur" 112
-"Gökyüzü yaşayanlarınsa, toprak ölülerindir.../ Buralarda... bir zamanlar bir kabile yaşardı... Yazgıları olan ülke gibi serttiler, akıllı ve korkusuzdular. Bir ağaç kadar bağlıydılar toprağa... (Denmiştir ki -düşmanları ve yok edici tarafından- bu küçük kabile yeryüzünün en usta ve tehlikeli savaşçılarından oluşuyormuş.)... şarkılar söylerlerdi. Ölülerini koydukları mağaraları, gözden yitene dek taşlarla örter, ölenden bir daha asla söz etmezlerdi. Böylece inanmazlardı ölüme... ardı arkası kesilmeyen savaşlardan birinden sonra, "yok olmanın onurunu öğreneceğiz."..." 122, 123
-"Bir anı geçmişe uzanan bir köprüdür.../.../... Dağınık cümlelerimdeki henüz boyun eğmemiş, çiğ acıyı, şokun uyuşturduğu ıstırabı şimdi kolaylıkla görebiliyorum" 127
-"Gurur! Cesaret!... Yalnızca yaşamın sözlüğünde yer alabilirler, ölümün değil" 128
-"Alpler... Juralar... kasım başında... kente en dayanılmaz armağanlarını getirir: SİS... Cenevre'yi her gün yeniden kucaklar... Kışın gökyüzü yoktur bu kentte... Üzerine atlasan yere düşmeyecekmişsin duygusu verecek denli yoğun... dev bir bulut.../... Cenevre'nin geniş, bakımlı caddelerini... Bu çok zengin, düzenli, uluslararası kent, bu, bana bütünüyle yabancı kent... alkol ve para kokusu... suçun ve yoksulluğun var olmadığı ya da ustaca hasır altı edildiği bu Orta Avrupa kentinde kendi geçmişimi arıyorum.../... "Geçim Sıkıntısı Çekildiğinde Okunacak Dua" başlığını ve Latin harfleriyle yazılmış Arapça sözcükleri seçtim.../... Üsküdar... Balıklarla, aç ama gururlarına toz kondurmayan rıhtım kedilerinden başka hiç kimse ilgilenmiyordu" 130-132
-"Hayatımın hep bir kaybetme korkusu ile dolu olduğunu şimdi anlıyordum. Nesnesi olmayan bu ezici kaybetme duygusu, gerçek kayıplardan çok daha fazla acı vermişti çünkü neyi kaybettiğimi ya da neyi aradığımı bir türlü bilememiştim. oysa artık içimdeki mutsuzluk ırmağını akıtabileceğim gerçek bir felaket bekliyordu beni... bütün anlatıcılar gibi gerçeği ıskalıyordum./.../... Kızdığı insanlarla, haksızlıklarla, onları yok sayarak baş ediyor olmalı" 134
-"Sıkı sıkı yapışabileceğim, bağlanabileceğim bir şeyler aramıştım sürekli. Yaşamı yaşamaya değer kılacak bir inanç, bir düşünce, bir insan olmalıydı bir yerlerde... bu acınası, saf, tehlikeli inançla koştum durdum... Yaşamı bütünüyle ıskaladım. Mutsuzluğumun hiçbir ödülü, değeri, avuntusu olmadı. Yalnızlığımla yaşamayı hiç öğrenemedim" 135
-"Dostoyevski okuyan yeniyetme bir genç kızdı henüz.../.../... Çevresinde akıp giden hayata daha şimdiden sırt çevirmiş, tavır koymuş gibi bir hali vardı" 136
-"Yakınlığın olanaksızlığını ve olasılığını aynı anda belirten bir gülümseme. Sertliğin, hırçınlığın ardına gizlenmiş ürkek yabaniliğini, şefkat gereksinimini hemen sezmiştim" 137
-"Nesnelerle de, gerçek hayatla da bir türlü baş edemezdi; pencereleri, kapıları, konserve kutularını açmayı başaramaz, tuvaletlerde kilitli kalır, ikide bir ekmek bıçağıyla parmaklarını keserdi" 138
-"... bu dünyada başka bir gezegenden gelen bir konuk gibi kendi hayatına bile çok fazla aldırmadan yaşardı" 139
-"Birbirlerine şefkatten çok yarı gizli bir cinsel çekimle sokulan acemi nişanlılardı komşularım; biraz sahte bulduğum gülümseyişlerine beklentilerin sinsi gölgesi sinmişti... Dakota kabilesinin kadınları, sevdikleri ölünce parmaklarını keser" 143
-"'Cheyenne Sonbaharı'nda, silahsız, atsız, yanlarında çocukları ve okları, peşlerinde Amerikan süvarileriyle topçuları, ülkenin yarısını kat eden üç yüz Cheyenne, mağaralarda intihar etti. Meksika... Apaçiler kendi çocuklarını boğazladılar... İnkalarla bir cennet yitirildi" 144
-"Ümraniye... Bulgurlu, adını hak edercesine taşradır. Bu mahalledeki her şey dar, yoksul, incelmemiş bir yaşam içindir, sürekli çalışmayla, baskıyla, duyumsuzluklarla harcanan bir sözde-yaşama adanmıştır" 146
-""Yuvayu diş kuş yapar" özdeyişine sığınanlardan değildim ama ataerkil Türk erkeği olma korkumun alabildiğine sömürülmesine de karşıydım" 147
-"Bir duble daha... son bir tane daha... Artık susar, hüzünlenir, kabuğuna çekilirdi. Birdenbire yürüyemez... durumda olduğunu fark ediverirdik... "Hayat bu kadar hüzünlüyken insan sarhoş olmalı," derdi... en az on yıl boyunca, her sarhoş olduğunda bu cümleyi tekrarladı" 148
-""Ağzını topla orospu!"/ Bu son sözcüğü özellikle seçmiştim. Onu ne kadar hırpalayacağını... iyi biliyordum... çıldırmıştı... hiçbir şey onu durduramaz, korkutamazdı artık... öfkesi, benim eften püften kızgınlığımı bir anda ezip geçmişti.../.../ Ümraniye... Bütünüyle gri, griden başka bir rengi olamayacak bir semt... yollarda lağımlar akıyor... Sadece camiler... özenle yapılmış... Yarısı Tanrı'ya, yarısı insana ait bir semt burası, her adım başında bir cami, yaşamsız insanlara sonsuzluk vaat ediyor./... dört polis... iki adamın üstünü arıyor, sonra da ellerini kelepçeliyor. Bir peygamber kadar masum olsalar da en az pazartesi sabahına dek karakoldalar. Yorgun, yaşam yorgunu, tükenmiş bu insanlar, ama ölüme de aldırmıyorlar. Çamurların içinde debelenerek kendilerine biraz daha yaşam alanı açıyorlar./ Sokakları çamur ve kan kokan Ümraniye... yoksulluğun kokusu... küfür, aşağılanma ve koşuşturma dolu bir yaşamın kokusu" 149, 150
-"Yaşam korkunçluklarla, iğrençliklerle doluysa eğer, yaşamaya değmiyorsa, ölümü daha kolay kabullenebiliriz, değil mi? Alçakça, sinsice bir barış antlaşması imzalamaktayım" 151
-"... sadece benim okuyabileceğim çapraşıklıktaki el yazısının kan kırmızı harfleri üzerime mızraklar gibi saldırdı" 152
-"Ona güvenli bir uzaklıktayken ölüm beni büyülerdi... yüce değilmiş" 153
-"Canlı canlı gövdesini kestiği hayvanın hala atan kalbiyle burun buruna gelen bir biyolog gibiydim-olmalıydım" 154
-"Geri dönmek zorunda olmadıkça çekip gitmek hiç de zor değilmiş.../.../...Yoksa sonsuza dek mi yitirdim? Bir kadını? Bir şehri? Geçmişimi?" 158
*

15.10.2017   

yeşil mürekkep

Bir "Sabahattin Ali" Romanı
Ela Gözlü Pars Celile'nin Yazarından

Osman Balcıgil, Kasım 2016, Destek Yayınları İstanbul

Emek ürünü bir çalışma.
Roman denmiş, ama, gerçek kişi ve olaylar anlatılıyor, ve, dolayısıyla, bence, daha çok, bir tür belgesel niteliğinde!
Bir tür biyografi!
1928-1948 Türkiye'sinden kesitler...
O dönem yönetimlerinin ne denli baskıcı ve acımasız oldukları...
Düşünme ve söylemenin ne denli kısıtlandığı...
Bir ölçüde göz önüne serilmiş.
İbretlik uygulamalar, anlatılmış!
*
Başlangıcı öyle olan bir ülkenin bugün böyle olması sürpriz sayılabilr mi?
Sol yan yok edilirse, eksiklik sayılmaz mı, sağlıklı kalınabilir mi?
*
Kitaptan bazı notlar:
-"1928 yılının kasımı... Sirkeci Garı.../.../ Sabahattin... bir elini Pertev'in ötekini Nihal'in omzuna koydu" 11, 13
-Almanya, 1929, "Gençler "insanlığın en yüksek değerinin ırk olduğunu" ağızlarına sakız yapmış, "ırkların eşit olmadığını" tekrarlar olmuşlardı" 43
-"Bakımsızlığın öteki adı olan verem, ülkenin dört bir yanında kol gezmeye devam ediyordu" 78
-"Sabahattin... İstanbul'da, bir sabah... polisleri karşısında görünce çok şaşırdı./.../ "Yok" dediler. "Aydın'a gidiyorsun..."/.../ Savcı onu ve ötekileri "... komünizm propagandası yapmakla" suçluyordu" 80, 81
-"İnsanlara yeni bir yaşam tarzının nimetlerinden söz ediyorsanız, halihazırdakini savunanlardan korkmanız gerekir" 82
-"Konya'da.../.../... Yeni Anadolu'nun sahibi ve yazarı.../ Cemal Bey (Kutay)... Sabahattin'e saygıyla yaklaştı. Derhal iş teklifinde bulundu" 86, 87
-"Çok sevdiği arkadaşlarından Nihal'in "Bütün Türkler bir ordu, katılmayan kaçaktır" mottosuyla çıkartmaya başladığı Atsız Mecmua için de bir şeyler yazmalıydı./.../... Nihal Atsız" 87
-"... şehir Orta Anadolu'nun bozkırlarında bir cilt yarası gibi intizamsız... yayılıyordu./... nasıl dolaşıp hareket ettiklerine hayrette kaldığım, hayatla alakası olmayan insanlardan başka bu şehrin hususiyetleri yoktu" 89
-"Anadolu insanı ise beğendiğini söyler, beğenmediğini bir kenarda dinlenmeye alır. Bir başka deyişle biriktirmeye koyulur" 90
-"Üzerinde "İhtarname" yazan zarfı alıp açtı. Maarif Vekili S. Zeki imzasıyla geldiğini görünce canı sıkıldı. Yazının başına 6 Temmuz 1932 tarihi atılmıştı" 102
-"1932-1933 ders yılı.../ 26 Aralık... okuluna giden Sabahattin, polisler tarafından gözaltına alındı... Konya Hapishanesi'ne sevk edildi.../... "Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya hakaret" cevabını aldı./.../... Savcı... bir ev toplantısında, Sabahattin'in ettiği bazı lafları ileri sürüyordu./... Öğretmen... tanık.../.../... her üçü de Yeni Anadolu gazetesinin müdavimleriydi. Üçü de Cemal Kutay'ın yakınıydı./.../... Cemal Bey de... şahitlik yapmaya hazırdı./.../... Kuyucaklı Yusuf'un tefrika edilmesine izin vermediği Cemal Bey'in kendisine düşmanlık ettiğini... söyledi" 107, 108
-"Konya Hapishanesi'nde beş ay kalan Sabahattin, 12 Mayıs 1933 tarihinde günü Sinop Hapishanesi'ne nakledildi" 113
-""Zavallı babam" diye düşündü genç adam. İkide bir intihara teşebbüs eden sinir hastası bir eş, kekeme bir çocuk" 115
-"Çıkarken eline bir de belge tutuşturulmuştu.../ "Siyasi mahkum Ayvalıklı Salahattin oğlu Sabahattin Ali'nin, af kanunundan istifade ederek bugün tahliye edildiğine dair vesikadır. 30.10.1933."..." 127
-"60. Resimli Ay'ın ortakları arasında, yayın politikası nedeniyle 1931'de anlaşmazlık çıktı. Ocak 1931'de yayımlanan sayı, yetmiş sekizinci ve son sayısı oldu. Efsane dergi, beş yıl sonra Mart 1936'da tekrar yayımlanmaya başlayacaktı" 129-Dipnot
-"Kaçak göçek de olsa ağabeyi ve ustası gibi sevdiği Nazım'ı buldu./.../ Arandığı için, hem senaryo yazarı hem de yönetmen olarak Mümtaz Osman takma adını kullanıyordu" 129, 130
-"Hasan Ali Bey arkadaşça davrandı Sabahattin'e./ Öğretmenliğe yeniden başlamakla ilgili isteğini, Maarif Vekili Hikmet Bayur'la konuşmaya söz verdi./ Sabahattin, birkaç gün sonra Bayur'u da ziyaret etti. Maarif vekili... konuşmasının arasına ustalıkla "eski kanaatlerinin değiştiğini ispat etmesi gerektiğini" sıkıştırdı" 132, 133
-"Sabahattin, Gazi Mustafa Kemal'i uzun uzun övdüğü... dörtlüğüyle isteneni tam olarak yapmıştı" 134
-"Güldü maarif vekili./ Pek çok manaya gelirdi bu gülüş. Memnuniyet de ifade edebilirdi, genç adamın burnunun sürtmüş olmasından duyduğu sevinci de" 135
-"Maarif vekili dilekçenin tepesine "Gazi Hazretleri'nden de müsaade istihsal edildiği için" diye yazacak, "Muvafıktır" ibaresini de ekleyerek işleme konulmasına izin verecekti" 136
-"Nihal yeni dergi Orhun'da.../ Sonunda istediklerini becermişler, Tekirdağ, Kırklareli ve Çanakkale'de Yahudilere ait mekanlar basılmış, yağmalanmıştı... birçok kadına da tecavüz edilmişti" 151
-"Önce "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyasıyla insanları nasıl sokağa döktüklerini anlattı Sabahattin. "Sonra da..." dedi "Yahudileri hedef olarak gösterdiler."..." 152
-"Haziranın ortalarında... Kuyucaklı Yusuf mahkeme kararıyla toplatılmıştı" 195
-"Birinden kendini yedek subay değil er çıkartacaklarını öğrendi" 200
-"Saffet Arıkan.../.../... sorunu çözmüştü./.../... "Er değil, yedek subay olacağım."..." 201
-"Ve ayın 17'sinde, haber bülteninde Atatürk'ün naaşını ziyaret etmek isteyenlerden on birinin ezilerek öldüğünü duydu.../.../ Ayın 19'unda, Ulus gazetesinde yayımlanan haberi okuyunca, on bir kişinin ölümü üzerine hükümetin gazetecileri sıkıladığını düşündü. Anlaşılan, olayın kanırtılmasına engel olunmak istenmişti./.../... Ankara Radyosu'nun 10 Kasım'dan bu yana ağlıyormuş gibi konuşan spikeri..." 205, 206
(Böyle muamele padişahlar için oluyor muydu, acaba?)
-"Ankara'nın etkili ve yetkili isimleri tarafından dikkatle izleniyor, bir kenara not alınıyordu" 212
-"Türkiye'nin çağdaş uygarlık düzeyini yakalamasını yürekten isteyen Atatürk, Almanya'dan kaçan bilim insanlarının Türkiye için "ilaç" görevi üstleneceğinin gayet iyi farkındaydı" 214
(?)
-"Sabahattin'in biraz da Nazım Hikmet'i çağrıştırdığı.../ O da tıpkı Sabahattin gibi onuncu yıl affıyla dışarı çıkmıştı. Buna karşın, daha üzerinden yattığı hapishanenin kokusu gitmeden bir yolunu bulup kendini deliğe tıktırmıştı Nazım./ Ünlü şair, 1938 yılında... 28 yıl ağır hapis cezası alıp yeniden zindana konulmuştu" 220
(Kendini tıktırmıştı! Ne güzel ifade!)
-"1939... Ulus okurları... İçimizdeki Şeytan... tefrika edilmeye başladı.../.../... kafatasçılıklarıyla ünlenmiş Türkiye milliyetçilerini ayağa kaldıracaktı./.../... "Tatar suratlı"... Zeki Velidi Togan.../ Bir kısmı ise... O tam da Abdülkadir İnan diyorlardı./.../... İsmet Şerif de... akıllara derhal Peyami Safa'yı getiriyordu./ Profesör Hikmet ise enikonu Mükrimin Halil'di./.../ Eski dost Nihal hop oturup hop kalkıyordu./... Atsız, sonunda kavgayı Sabahattin Ali'yi düelloya davet etmeye kadar vardıracaktı" 225-227
-"Hitler misali herkese düşman bir kafa yapısına sahipti Nihal Atsız./... imkanı ele geçirmiş olsa, neler yapacağını, oğlu için kaleme aldığı vasiyetnamesinde açık seçik yazmıştı./ "Yağmur Oğlum..." diye başlıyor... devam ediyordu:/ "... Komünizm bize düşman bir meslektir... Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır. Bulgarlar, Almanlar İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Rumenler yeni düşmanlarımızdır. Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Gürcüler, Çeçenler içerideki düşmanlarımızdır..."..." 227
-"Askerlik yapmak üzere gittiği İstanbul'da... konuşmaları ve sosyalizme dair güzellemeleri, giderek kalınlaşmakta olan dosyasına eklenmişti./... siyasi polis tarafından özenle, eller ovuşturularak biriktiriliyordu./.../... Edremit'te... elinde bir not defteriyle sokaklarda dolaşmaya başlamıştı./ Sabahattin'in komünist olduğu kulağına çoktan fısıldanmış olan Bekçi Ali Efendi her adımını izlemeye başlamıştı. Derken, biraz işgüzarlığından... yazarın bileğine kelepçeyi geçirivermişti./ Bekçi Ali Efendi'ye göre... elinde kalem kağıt durmadan bir şeyler çiziktiren kişi, mutlaka casus olmalıydı./ Karakolda polisler, mal bulmuş mağribi gibi kuşatmışlardı Sabahattin'in etrafını.../.../... bir kez daha gayet iyi anlamıştı yazar her hareketinin kontrol altında tutulduğunu" 234, 235
-"Dönemin cumhurbaşkanı İnönü'nün ne kadar bencil olduğunu, esasen küçük adamlığı aşamadığını üstelik yüksek sesle, uluorta söylüyordu" 236
-""Hayır" dedi Sabahattin... "Onlar da tıpkı İsmet gibi bencil ve küçük kafalılar."..." 239
-"Ankara Radyosu'nun spikeri sevincinden havalara uçtuğunu belli eder bir sesle "Almanya ikinci cepheyi açtı..." deyince çok kızdı Sabahattin" 241
-"Ankara'da Almanların savaşı kazanmasını isteyenlerin çoğunlukta olduğunu görüp.../.../ Türkiye'de, tam anlamıyla Nazizm rüzgarları esiyordu./ Tan ve Vatan... dışındaki tüm gazeteler, dergiler Nazilerden yana tavır koymuştu./.../ Türkiye'nin dış ticaretinin yarısının Nazi Almanya'sıyla yapıldığı, Almanya'nın krom ihtiyacının büyük bir kısmının Türkiye'den karşılandığı ve ihtiyaç duyulan tüm silah ve araç gereçlerin bu ülkeden temin edildiği bir gerçekti" 246
-"1943.../.../... Churchill.../... ile Türkiye'nin cumhurbaşkanı Adana yakınlarında Yenice Tren İstasyonu'nda 30-31 Ocak tarihlerinde görüşmüşlerdi" 250
-"Son zamanlarda baskı hissediyordu ev sahibi üzerinde. Aslında hepsinde vardı biraz tedirginlik./ Milli Şef sadece ırkçıları değil, komünist, sosyalist kim olursa olsun herkesi kontrolü altında tutmak istiyordu" 255
-"1944.../... Atsız, Başbakan Şükrü Saracoğlu'na, Orhun isimli dergiden iki açık mektup yazmıştı./... çattığı isimlerin en başına onu yerleştirmişti./.../... Ali... komünist... Maarif Vekili Hasan Ali'nin şahsi sempatisi sayesinde... /.../ Milliyetçiler... anti-komünist gösteriler yaptılar./ Mesnetsiz laflar ve şirazesinden çıkmış gösterilerden sonra, Hasan Ali Yücel, Nihal Atsız'ın öğretmenliğini feshetti./ Bakanlar Kurulu da Orhun dergisinin yayınına bir kez daha son verdi./ Sabahattin Ali de tepkisini Nihal Atsız aleyhinde, bir hakaret davası açarak gösterdi./.../ İlk duruşmada katılımcıların disiplinsiz davranışları gerekçe gösterilerek 3 Mayıs günü yapılan ikinci duruşmaya dinleyici alınmamasına karar verildi./... bir infial dalgası yarattılar.../... Ulus Meydanı'nda toplanmış.../... dağılmamaları üzerine polis şiddet kullandı... yüz altmış beşi tutuklandı./ Nihal Atsız, 9 Mayıs günü... Ali'ye "vatan haini" dediği için altı ay hapis cezası aldı... 4 aya indirildi.../... Mahkemeyi basmaya kalkıştılar./.../... ses getirmişti./... İnönü... "Turancılık fikri, son zamanların zararlı ve hastalıklı gösterisidir" dedi./.../... Atsız altı yıl beş ay hapse mahkum oldu" 257-260
-"Milli Şef'in 19 Mayıs 1944'te yaptığı konuşma, Türkiye'nin Almanya'yla yollarını ayırdığının ilanı gibiydi./ Daha Stalingrad Muharebesi'nin başladığı günlerde, yani 23 Ağustos 1942'de rotasında düzeltme yapmıştı İsmet Paşa./ Kaçın kurasıydı o!" 261
-"Sabahattin, yeniden askerlik yapmaya çağrılıyordu./ "Üçüncü olacak bu" dedi sevgili eşi Aliye'ye" 262
-"... görünmeden görmeyi tercih eden gözlerin... dosyasına ne tür olumsuz notlar iliştiriyor..." 263
-"Dünya savaşı, Yunanistan'ın başına içinden çıkılması zor mu zor bir içsavaş bırakarak sona ermişti./ Ülkede, SSCB'nin desteklediği komünistlerle İngiltere'nin kol kanat gerdiği kralcılar birbirlerini yiyordu" 269
-"Milli Şef.../.../... bir şeyin yapılmasını isterse, fısıltı gazetesi derhal yayına girer, durumdan vazife çıkaranlar yollara koyulurdu. Yine öyle oldu./ İyi saatte olsunlar birilerinin kulağına bu kez de Tan'ın çanına ot tıkanması gerektiğini fısıldamış, kıyamet kopmuştu./ Türkiye ile SSCB'nin dost olması gerektiğini telaffuz eden bir tane günlük gazete vardı: Tan./ Turancı ve İslamcı çok sayıda üniversite öğrencisi, Yeni Dünya henüz sadece dört sayı çıkmışken, 4 Aralık 1945 günü İstanbul Üniversitesi'nin önünde toplandı.../ Hedef... Tan.../ Gazete binasının önünde toplanan güruh, yönetim binasını ve matbaayı tümüyle tahrip edip, her şeyi yağmaladı./ Tan'ın matbaasında basılan Yeni Dünya... yayımlanamaz hale geldi./ Hızını alamayan saldırganlar Beyoğlu'na da çıktı, sol kitap satan... "Komünistlere ölüm!" nidalarıyla yakıp yıktı./.../ Sovyetler... nota verdi./ İstenen olmuş, CHP'ye soldan muhalefet eden herkes sindirilmişti./ Tan baskınına katılanlar arasında... Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, İlhan Selçuk, Ali İhsan Göğüş... bazılarıydı./ Sabahattin Ali korkuyla, gönül kırıklığıyla izlemişti.../ Büyük umutlarla başladığı gazete yayıncılığı, büyük bir felaketle sona ermişti./... saldırganların kılına dokunulmamıştı./ Her zaman olduğu gibi, kışkırtıcılık suçlamasıyla Sertellere yeniden mahkeme yolları göründü" 277-279
-"Yeni Dünya serüveni, Hasan Ali Yücel'in başa çıkamayacağı kadar büyük ses getirmişti./ Deneyimli devlet adamı, Sabahattin Ali'nin isminin üzerinin devletin bütün kademelerinde, kalın bir kalemle çizildiğini gayet iyi biliyordu./... Ali'nin ipinin çekilme zamanı gelmişti./.../... Türkiye rotasını ABD ve Batı'ya doğru çizerken... Ali için... yapılabilecek hiçbir şey kalmamıştı" 282
-"Markopaşa.../.../ Derginin dördüncü sayısının basımı tehlikeye girmişti. Tan matbaasının sahipleri... korkmaya başlamışlardı. Bir sabah dostça "Bizden bu kadar..." dediler./.../... Sabahattin Ali ve Aziz Nesin'in Markopaşa'sını, işsiz matbaalar bile basmaya yanaşmıyordu" 297
-"Aralıksız takip ediliyordu. Nereye gitse, peşinde birileri mutlaka oluyordu" 298
-"Rasih ne kadar disiplinli, sapına kadar bir örgüt adamıysa, Sabahattin o kadar başına buyruk bir maceracıydı./.../ ne yönetebilir ne de yönetilebilirdi Sabahattin./ Yalnız bir sosyalistti, o kadar!" 301
-"Dergi yayınevinde bayilere ulaştırılmaya hazır hale getirilirken, polisler bastı yayınevini, Aziz Nesin'i alıp götürdüler./... Sabahattin de... alındı./... tam anlamıyla bir yıldırma operasyonuydu./.../ Sabahattin ve Aziz'in ardından iki yüze yakın sosyalist tutuklandı, tartaklandı./ İstanbul Emniyet... siyasi otoritenin isteğini yerine getirmiş, muhalifleri... işkenceden geçirmişti./ Aslına bakılırsa, o sırada Amerika... de ne oluyorsa, Türkiye'de de aynısı oluyordu" 304, 305
-"Cemil Sait Barlas kürsüden "Markopaşa'nın kökü dışarıdadır!" diye bas bas bağırıyor.../.../... Türkiye'nin tüm gazeteleri.../... Barlas'tan yana tavır koydu.../.../... küfür ve iftiralarla saldırıyorlardı" 307
-"Bu arada polis de yayıncılarının peşi sıra dolaşıp, dergiyi basan matbaaları denetim altına alıyor, sahiplerini sıkılıyordu./... matbaacılar o kadar korkutuluyordu ki, bir kez basan bir daha katiyetle basmıyordu./.../... Markopaşa sıkıyönetim tarafından kapatıldı./ Yerine Malumpaşa devreye sokuldu.../.../... dergi sıkıyönetim tarafından bir kez daha kapatıldı./... Barlas'ın açtığı dava sonuçlandı. Sabahattin, Sultanahmet Cezaevini boyladı" 308, 309
-"1947... siyasetin yeniden şekillenmeye başladığı yıldı" 317
-"Tahliye günü yaklaşıyordu... ama... bir davası daha vardı.../.../... davası hukuken değil siyaseten görülecekti.../ Çünkü, hükümetin derdi gücü muhalefeti susturmaktı./.../... yeniden hapse düşmemeliydi./ Bu düşüncelerle koğuş arkadaşı Ali Ertekin... muhabbeti... koyulttu" 326, 327
-"Cimcozların istihbarat için çalıştığına dair laflar geliyordu" 330
-"... ülkesinin... bir nesli harap ettiğini düşündü" 334
-"DTCF'nin dekanı Enver Ziya Karal zehir zemberek bir rapor yazmıştı.../... bu üç bilim insanı... kabul edilebilir bir durum değildi" 335
-"Zincirli Hürriyet.../.../ 148. 5 Nisan 1947'de Mehmet Ali Aybar tarafından İzmir'de yayımlanmaya başladı. Tıpkı Tan gibi, saldırıya uğradı, İstanbul'a taşındı. Sabahattin Ali son yazısını bu gazete için yazdı" 346-Dipnot
-"Terziler, şoförler ve akla gelebilecek bütün meslek grupları, sendika kurmak için kapısını çalmaya başlamıştı./ "Sana bir şey söyleyeyim mi Sabahattin" dedi Niyazi. "Gelenlerin hepsi kaşalot. Hiçbirinin bir meslekle filan ilgisi yok. Belli ki malum çevre tarafından görevlendirilmiş ve sendika ağalığına soyundurulmuş bir eşkıya güruhu, kendine alan açmaya çalışıyor."..." 354
-"Çok açıktı, muhafazakar ve liberal çevreler, akademi dünyasında kendilerinden başka kimsenin olmasını istemiyordu. Hele ki kendisi gibi CHP'nin solunda bulunanlara, hayat hakkı tanımayacakları belli olmuştu" 355, 356
-"Zincirli Hürriyet... 5 Nisan'da yayımlanmıştı./... Sabahattin'in yazdığı bir yazı nedeniyle... kendine... Aybar'a dava açıldı./.../... hükümeti eleştirmişti yazar./.../ Mahkeme Zincirli Hürriyet'i derhal kapatmış.../.../ Belli ki... ceza alacak, hapsedilecekti" 361, 362
-"Rasih.../... "Şu Cimcozlara dikkat etmende yarar var. Sağlam ayakkabı olmadıklarına dair laflar geliyor kulağıma" dedi" 364
-"Adı konulmamış bir faşizmle burun burunaydı Türkiye" 369
-"Ülkeyi yönetenler... Yücel.../... dışında kalan kim varsa, politikalarına hizmet ettiği yerde pohpohlayıp göklere çıkartmış, aykırı düştüğü yerde başını ezmeye çalışmıştı" 373, 374
-"9 Şubat'ta Bulgar uçaksavarları, Türkiye sınırının Bulgaristan tarafında iki Türk uçağını düşürmüştü.../.../ 155. 22 Temmuz 1948'de Bulgar uçaksavarları bir Türk uçağını daha vurdu" 381, 382-Dipnot
-"Onu sevmeyenler, konuşmasını ve yazmasını istemeyenler, ülkesini tahakküm altında yönetenlerdi./ Hikayeleri, şiirleri, romanları ve yazdığı ne varsa hepsini sevmişti insanları.../.../ "Beni sevmeyen siyasi iktidardı" diye düşündü" 386
-"Ali Ertekin üzerine çullanınca.../ İki adam koşarak geldi o arada, asker eskisine yardım etti./ Sabahattin'in elleri kelepçelendi, ağzına bir mendil sokuşturuldu" 392
-"Berber dükkanından çıkar çıkmaz, arkadaşına "Geçmiş Bulgaristan'a" dedi" 397
-"Hücresinde kaç gece ve kaç gün geçirdiğini bilmiyordu Sabahattin./.../ Hiçbir şey yemediği ve içmediği..." 399
-"Sopayla dövülmekten elleri ayakları mosmor olmuştu.../... çırılçıplak soyup, ıslatarak dövmeye başlamışlardı./.../... "SSCB ile bağlantıların kimler?".../ Cevap vermeyince çok sinirleniyor, işkencenin dozunu arttırıyorlardı./.../ Nihayet, derdest edildiği noktaya ulaşıldı./ "Konuştuğumuz gibi" dedi adamlardan biri Ali Ertekin'e. "Bul bir sopa ve bitir işini."/ Aradan yaklaşık on ay geçtikten sonra, 12 Ocak 1949 tarihli gazetelerde "Sabahattin Ali Bulgar sınırında öldürüldü" şeklinde atılmış manşetleri okuyunca, beyninden vurulmuşa döndü Rasih Nuri İleri./.../ "Peki" diye düşündü genç adam. "Bana noktasız kartvizitini neden ve nasıl gönderdi Sabahattin?"/.../... sınırı geçip Bulgaristan'a çıktığına inandığı için vermiş olmalıydı, sözde rehber Ali'ye... kartviziti./.../ Ali Ertekin mahkemede "cinayeti bizzat kendisinin işlediğini, Sabahattin'in başına, vatan haini olduğu için bir odun vurarak öldürdüğünü" söylese de, Rasih... inanmadı./ İleri'ye göre, Sabahattin Ali polis ya da istihbarat görevlileri tarafından, sıkı bir sorguya tabi tutulmuş, bu esnada ölmüştü./ Ali Ertekin'in, istihbarat teşkilatının baskısı altında... Ali cinayetini üzerine almak zorunda kaldığını düşünüyordu.../ Ertekin'e... söz verilmiş olmalıydı./... yazar gözaltında kaybolmamış, adi bir cinayete kurban gitmiş gibi görünecekti./ Sözüm ona, devletin eli temiz kalacaktı./ Tam da... düşündüğü gibi oldu./... Ertekin, sadece dört yıl hapis cezasına çarptırıldı./ Bunun iki yılı sorgulamada geçmiş, geri kalan iki yılı da affa uğramıştı./ Sabahattin Ali'nin sözde katili... dışarı çıktı.../.../... iyi yetişmiş beyinlerin... bezdirilmesi, ülkelerinden kaçacak noktaya getirilmesi./.../... istisnasız bütün siyasi iktidarlar, bilafasıla, aynı hatayı sürdürmeyi seçtiler" 402-408
*

15.10.2017   

14 Ekim 2017 Cumartesi

TÜFEK, MİKROP VE ÇELİK

insan topluluklarının yazgıları

Jared Diamond, Çeviri: Ülker İnce, 21. Basım Kasım 2010, Tübitak Yayınları, Ankara


İlk baskısı 1997 yılında yapılan kitabın konusu, kitapta şöyle açıklanmış: "Tüfek, Mikrop ve Çelik'in (TMÇ) konusu, son 13.000 yıl içinde farklı anakaralarda karmaşık insan toplumlarının niçin farklı biçimde geliştiğidir." s. 593
*
Kitap ilginç!
Öğretici.
Ve düşündürücü.
Öğrendim, yararlandım.
*
Kitabın içeriğinde, coğrafya önemlidir, de deniyor!
*
Ancak, kitabın dili konusunda, bir şikayetim var, bence, neredeyse virgülsüz yazım okumayı epeyce zorlaştırıyor, bolca kullanılan parantezler de öyle.
Bir de, tekrarlar olmasa!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"MÖ 11.000 yılıyla MS 1500 yılı arasında farklı anakaralardaki farklı halkların farklı hızda gelişim göstermiş olması gerçeği..." 5
-"... dünyada yaşayan 6000 dilden çoğu yok olma... tehlikesiyle karşı karşıya" 6
-"... araştırmalarda zihinsel gelişim için çocukluktaki uyarı ve etkinliklerin ne kadar önemli olduğu vurgulanır ve çocuklukta az uyarılmışlığın zihinsel gelişimi değiştirilemez bir biçimde yavaşlattığı gerçeğinin altı çizilir" 12
-"... bilinen ilk imparatorlukların ve yazı sistemlerinin, Fırat ve Dicle Vadilerini içine alan Bereketli Hilal ile Mısır'daki Nil Vadisi'nde ortaya çıkmış olması gerçeği..." 14
-"Tarih farklı halklar için farklı yönde gelişti ama bu çevresel farklardan dolayı böyle oldu, o halkların biyolojik farklılıklarından dolayı değil" 18
-"Dünyadaki 6000 dilden 1000 tanesi Yeni Gine'de yaşar" 20
-"... son birkaç bin yılın en önemli tek icadı olan yazı..." 23
-"Yaklaşık 100.000 ile 50.000 yıl önce atalarımızın yeteneklerinde müthiş bir değişikliğin olduğu çok açık. Bu büyük sıçrama... Tetikleyici neden olarak ben... gırtlağın gelişmesini, bunun sonucunda da insanın yaratıcığının etkinleşmesinde büyük rol oynayan dilin anatomik temelinin oluşmasını gösteriyorum.../... mekanına gelince... sıçramanın özellikle Afrika'da meydana geldiğini destekler nitelikte..../ Çağdaş insanın tek bir merkezden çıktığına... dair en açık kanıtı Avrupa'da görmekteyiz. 40.000 yıl kadar önce... ileri kültür özellikleriyle Cro-Magnonlar Avrupa'ya geldiler. Birkaç bin yıl içinde yüz binlerce yıldır Avrupa'nın tek yerleşik insanları olarak evrimleşmekte olan Neanderthallerden iz kalmadı" 35, 36
-"Avustralya'nın, Yeni Gine'nin dev hayvanları.../.../... yok oldular... bana öyle geliyor ki devleri insanlar yok etti... bunun sonucunda da Avustralya ve Yeni Gine'de yerli tek bir evcil hayvan yoktur" 40, 41
-"MÖ 4000 yıllarında Karadeniz'in kuzeyindeki steplerde atların evcilleştirilmesiyle birlikte savaşların şekli de değişmeye başladı" 84
-"İspanyolların yazıları vardı, İnka İmparatorluğu'nunsa yoktu. Yazılı bilgiler... daha sağlıklı... aktarılabiliyordu" 86
-"... okuryazarlık sayesinde İspanyollar insan davranışları ve tarihi konusunda müthiş bir bilgi birikiminin varisi olmuşlardı" 88
-"Pizarro'nun başarısında etkili olan nedenler arasında tüfeklere, çelik silahlara ve atlara dayanan askeri teknoloji vardır; Avrasya'da her zaman görülen bulaşıcı hastalıklar vardır; Avrupa'nın denizcilik teknolojisi vardır; Avrupa'daki devletlerin merkezi siyasal örgütü vardır; yazı vardır" 89
-"... insansımaymunların atalarından bundan 7 milyon yıl kadar önce farklılaştıktan sonra bütün insanlar... Ancak son 11.000 yıl içinde bazı halklar yiyecek üretimi denen şeye geçtiler: Yani, yaban hayvan ve bitkileri evcilleştirip... yemeye başladılar.../... farklı halklar yiyecek üretimine farklı zamanlarda geçtiler... yiyecek üretimi tüfeklerin, mikropların ve çeliğin gelişiminin dolaylı bir önkoşuluydu" 94, 95
-"Vergi yoluyla oluşturulan yiyecek stoku kralların ve bürokratların yanı sıra tam zamanlı başka uzmanları beslemeye de yarar... sürekli bir ordu beslemekte kullanılabilir... Yiyecek stokuyla rahip de beslenebilir, rahipler de fetih savaşlarının dince haklı gerekçelerini bulurlar" 100
-"Bitkilerle hayvanların evcilleştirilmesinin fetih savaşları üzerindeki en dolaysız Avrasya atları yoluyla oldu... (MÖ 4000 yılı dolaylarında), atların sırtına hala eyersiz binildiği bir tarihte, Hint-Avrupa dilleri konuşan Ukraynalıların batıya doğru yayılmalarının gerisinde asıl askeri etmen atlar olabilirdi. Bu diller daha sonra, Bask dili dışında, bütün eski Batı Avrupa dillerinin yerini aldı... (MÖ 1800...) atlı savaş arabaları... savaşları kökünden değiştirdi" 101
-"... tarihini... karbonlu maddeleri radyokarbon testinden geçirerek saptarlar. Bu yöntem, hayatın her yerde bulunan bir yapıtaşı olan karbonun çok küçük bir parçasını oluşturan radyoaktif karbon 14'ün, çok yavaş bir şekilde bozunarak radyoaktif olmayan izotopu azot 14'e dönüşmesi esasına dayanır... yaşı o maddede bulunan karbon 14'ün karbon 12'ye oranıyla hesaplanır" 124
-"... nohutun yaban atası yalnızca Türkiye'nin güneydoğusunda bulunur... nohutun... MÖ yaklaşık 8000 yılına ait en eski kalıntılarına Güneydoğu Türkiye ile... Kuzey Suriye'de rastlanmıştır.../... bilinen ilk çiftsıralı buğday tarımı MÖ 8500 dolaylarında Bereketli Hilal'de yapılmıştır... MÖ 6500 dolaylarında Yunanistan'a, MÖ 5000 dolaylarında Almanya'ya ulaşmıştır" 126, 127
-"... hem bitkilerin hem hayvanların en erken... evcilleştirildiği yer Güneybatı Asya'ydı" 129
-"... bir yiyecek üretimi sisteminden yavaş yavaş başkasına da geçilebilir... Örneğin, MÖ yaklaşık 3000 yılında Güney İsveç'teki avcı/yiyecek toplayıcılar Güneybatı Asya ürünlerine dayanan çiftçiliğe geçtiler ama MÖ 2700 dolaylarında çiftçiliği bırakıp avcılığa, yiyecek toplayıcılığına döndüler, tekrar çiftçiliğe dönmeden önce 400 yıl bu işi sürdürdüler" 142
-"... bazı bitkiler hayli farklı ya da hatta tam ters nitelikleri için seçildiler... Farklı amaçlarla farklı dölleri seçilmiş tek bir yaban bitkiden görünümleri hayli farklı bitkilerin türemesi özellikle öğretici bir olgudur.../... Yani, çiftçiler ilk önce alıp bahçelerine getirmek üzere bazı yaban bitki teklerini seçtiler, daha sonra... belli döllerin tohumlarını seçtiler. Ama söz konusu dönüşümün çoğu bitkinin kendi seçiminin sonucu ortaya çıktı. Darwin'in "doğal seçilim" terimi... yarışan tekler... için kullanılan bir terimdir. Aslında seçilim farklara dayalı olarak hayatta kalma ve üremenin bir sonucudur. Koşullar değişirse farklı tekler hayatta kalabilir ya da daha iyi üreyebilir ve "doğal seçilim"e uğramış olur, sonuçta da o bölgedekiler evrimsel bir değişiklik geçirir" 160, 161
-"Darwin... Şöyle yazar: "... hemen hemen bilinçsizce yürütülen bir işti. Her zaman en iyi cinsi yetiştirmeye dayanıyordu, en iyi cinsin tohumları ekiliyor, biraz daha iyisine rastlanırsa o seçiliyor..." Bu yapay seçilimle bitki geliştirme ilkeleri... bizim için hala en anlaşılır modeli olmaya devam ediyor" 169, 170
-"Dünyada... yaban kara memelilerinin yalnızca aşağı yukarı 148 türü bulunuyor.../... tarım bitkilerimizin hemen hemen hepsini bize armağan etmiş olan, çiçekli yaban bitki türlerinin sayısıdır: 200.000.../.../... yaban bitkilerinin büyük bir çoğunluğu... uygun değildir: Odunsudurlar, yenebilir meyveleri yoktur, yaprakları ve kökleri de yenmez. Sayıları 200.000'i bulan yaban bitki türlerinin ancak birkaç binini insanlar yer, bunların içinden de ancak birkaç yüzü hemen hemen evcilleştirilmiştir... Çağdaş dünyadaki bütün tarım ürünlerinin yıllık hacminin yüzde seksenini topu topu bir düzine tür oluşturur... insanların tükettiği kalorinin yarıdan fazlası yalnızca tahıllardan sağlanıyor" 172, 173
-"İnsanlık tarihinin temel olgularından biri, Güneybetı Asya'nın ( dağlık arazi hilal biçiminde olduğu için...) Bereketli Hilal denen kısmının tarihte ilk önemli bölge olmasıdır. Kentlerin, yazının, imparatorlukların, (iyi ya da kötü) uygarlık dediğimiz şeyin... başlangıç noktası burası olmuş gibi görünüyor... kökeninde yatan... yiyecek üretimi sayesinde... kalabalık nüfustur" 176
-"Özellikle yıllık tahılların ve baklagillerin tohumları gibi büyük tohumlarıysa insanlar yer. Bunlar dünyadaki 12 temel tarım ürününün altısını oluşturur" 177
-"Coğrafyacı Mark Blumler... doğadaki ürünlerin kaymak tabakasını oluşturan en büyük tohumlu 56 tanesini bir tabloda topladı... tohumları en az 10 kat daha ağır olan ot türleri... Akdeniz kuşaklarına ya da kurak mevsimlere sahip başka çevrelere ait. Dahası bunların Bereketli Hilal'de ya da Batı Avrasya'nın Akdeniz kuşağının başka kısımlarında toplandıkları görülüyor, yani ilk çiftçiler büyük bir seçenek dağarına sahiptiler: Dünyadaki birinci sınıf 56 yaban otun aşağı yukarı 32'sine!" 181, 182
-"Bereketli Hilal'de tarım, "temel bitkiler" diye adlandırılan... sekiz bitkinin evcilleştirilmesiyle başladı... Tahıl olarak çiftsıralı buğday, teksıralı buğday, arpa; baklagillerden mercimek, bezelye, nohut, acı burçak; liflilerden keten bitkisi... nohut yalnızca Güneydoğu Türkiye'de bulunuyordu; çiftsıralı buğdaysa yalnızca Bereketli Hilal'de" 184
-"Yeni Gine'nin yüksek bölgelerinde yaşayan çocukların karınları şiştir, çok yiyen ama az protein alanlarda görülür bu... Yeni Gine'nin yüksek bölgelerinde yaşayan geleneksel toplumlar arasında yamyamlığın yaygın olmasının en belirgin nedeni belki de bu protein kıtlığıydı" 194
-"Anna Karenina İlkesi/ Evcilleştirilebilen hayvanların hepsi birbirine benzer; her evcilleştirilemeyen hayvanın evcilleştirilememe nedeni farklıdır./... küçük değişiklik yaparsanız Tolstoy'un büyük romanı Anna Karenina'nın o ünlü ilk cümlesini bulursunuz karşınızda: "Mutlu ailelerin hepsi birbirine benzer; mutsuz ailelerin mutsuzluğuysa kendine özgüdür."..." 205
-""Büyük" hayvan derken "45 kilogramın üzerinde" demek istiyorsak, o zaman yirminci yüzyıldan önce böyle 14 tür evcilleştirilmiştir... İlk Beş... inek, koyun, keçi, domuz ve attır" 207
-"Evcilleştirilmiş büyük memeli hayvan türlerinin... yaban atalarının üç ortak özelliği ortaya çıkmıştır: Sürüler halinde yaşarlar... düzeni vardır.../ Bu toplumsal yapı evcilleştirmeyi çok kolaylaştıran bir yapıdır.../... güdülmeye yatkındırlar.../ Bunun tam tersine, başına buyruk yalnız yaşayan hayvan türlerinin üyelerini gütmek olanaksızdır. Birbirlerine tahammül edemezler" 225, 226
-"... yiyecek üretimi... MÖ 8000 yılından önce... yayılmıştı.../... Bazı uzak bölgeler boş durmayıp kendi yerel bitkilerinden birkaçını evcilleştirdiler... Ama uzak bölgelerdeki yiyecek üretimi büyük oranda başlangıçta Bereketli Hilal'in evcillerine dayanıyordu... ardından, tekerlek, yazı, metal işçiliği yöntemleri, süt sağma, meyve ağaçları, bira ve şarap üreticiliği gibi Bereketli Hilal'de ya da... yakınlarında ortaya çıkmış yenilikler sökün etti" 235, 236
-"... (Kafkasya kaynaklı) ayva..." 241
-"Örneğin, MÖ 3000 yılı dolaylarında Güneybatı Asya'da ya da yakınlarında icat edilen tekerlek birkaç yüzyıl içinde Avrasya'da hızla doğuya ve batıya büyük oranda yayıldı" 246, 247
-"Yetişkinlerin bazısı, çocuklarınsa çoğu bulaşıcı hastalıkları ev hayvanlarından kapar" 253
-"Bu parazitler hayvandan, hayvanı yiyen kişiye geçer ama Yeni Gine'nin yaylalarında titreme hastalığına (kuru) yol açan virüs bir insandan, o insanı yiyen insana geçerdi. Yani yamyamlık yoluyla..." 255, 256
-"Mikrop aldığımızda gösterdiğimiz en yaygın tepki ateşlenmektir... Birkaç mikrop vardır, onlar ısıya vücudumuzdan daha duyarlıdır. Biz vücut sıcaklığımızı yükselterek kendimiz yanıp kül olmadan önce mikropları yakıp kül etmeye çalışırız./ Bir başka tepkimiz bağışıklık sistemimizi harekete geçirmektir... bir mikroba karşı yavaş yavaş geliştirdiğimiz belli antikorlar, biz bir kez iyileştikten sonra yeniden hastalanma olasılığımızı azaltırlar... Aşı bu ilkeye dayanır" 257, 258
-"Ama mikroplar bizim vücutlarımızın içindeki maddelerle beslenecek şekilde evrimleşmiştir... mikropların pek çoğu olası kurbanlar arasında yayılmalarına olanak verecek çeşitli hileler geliştirmek zorunda kalmışlardır, bu hilelerin çoğu bizim "hastalık belirtisi" olarak yaşadığımız şeylerdir. Biz bu hilelere karşı kendi hilelerimizi geliştirdik, mikroplar da bunlara karşı yeniden kendi hilelerini geliştirdiler. Hastalık mikroplarıyla biz artık tırmanan bir evrim yarışına kilitlenmiş durumdayız.../.../... İnsanlık tarihinin en büyük salgını I. Dünya Savaşı'nın sonunda 21 milyon insanın ölümüne yol açan grip salgınıydı. Kara Ölüm (hıyarcıklı veba) 1346 ile 1352 tarihleri arasında Avrupa nüfusunun dörtte birinin ölümüne yol açtı" 259, 260
-"Çiftçiliğin başlaması mikropların işine yaradıysa, şehirlerin... ortaya çıkışı daha da çok işlerine yaradı" 264
-"... kedilerden kaptığımız kedi humması..." 266
-"... ölümcül bir hastalık da Yeni Gine'de görülen titreme hastalığıydı, yamyamlıkla bulaşan ve şimdiye kadar hiç kimsenin kurtulamadığı... bir hastalık. Avustralya devlet denetiminin 1959'da kurulmasıyla yamyamlığa ve dolayısıyla da titreme hastalığının yayılmasına son verildi" 267, 268
-"Virüs değişmişti, daha az tavşanı öldürüyor, ölümcül mikrobu almış tavşanların daha uzun bir süre yaşadıktan sonra ölmelerine izin veriyordu... daha fazla tavşana yayılıyor./.../... savaş alanlarında ölen Amerikan yerlilerinden çok daha fazlası Avrasya mikropları yüzünden yataklarında öldüler" 270
-"Yeni Gine'nin yüksek bölgelerinde genellikle insan anneler domuz yavrularını emzirir" 274, 275
-"Yazı sistemlerinin temelinde yatan üç ana strateji vardır; bu stratejiler tek bir yazılı işaretin gösterdiği söz biriminin uzunluğuna göre değişir: söz biriminin tek bir temel ses, tam bir hece ya da tam bir sözcük oluşuna göre. Bugünkü halkların çoğu bu üçünün içinde en çok alfabeyi kullanmaktadır. Alfabe sisteminde dilin her bir temel sesi (sesbirim) için ilke olarak bir gösterge (harf) bulunur.../ İkinci stratejide logogram denen işaret kelimeler kullanılır, yani yazılı bir gösterge bir kelimenin yerini tutmaktadır.../... üçüncü stratejiye göre, her hece için bir harf kullanılır" 279, 280
-"... yazının bağımsız olarak icat edildiği iki yer vardı, biri Mezopotamya, öteki Meksika; Mezopotamya'da Sümerler MÖ 3000 yılında, Meksika yerlileriyse MÖ 600 yılında icat etmişlerdi... MÖ 3000 yılındaki Mısır yazısı ile (MÖ 1300 öncesi) Çin yazısı da bağımsız olarak icat edilmiş olabilir" 281
-"... bütün yazı sistemleri Sümer ya da eski Mezoamerika yazılarının ya değişiklik geçirmiş halleriydi ya da hiç değilse onlardan alınan ilhamla ortaya çıkmıştı" 287, 288
-"Kiril alfabesinin kökeni MS dokuzuncu yüzyılda Slavların ülkesine giden Yunan misyoner Aziz Kyrillos'un icadı olan, Yunan ve İbrani harflerinin bir uyarlamasına dayanmaktadır. Bir Germen dilinde -İngilizce de bu dil ailesindendir- günümüze kalmış ilk metinler Gotik alfabesiyle yazılmıştır. Gotik alfabesinin mucidi Piskopos Ulfilas'tır. Ulfilas, bugün Bulgaristan'ın bulunduğu yerde MS dördüncü yüzyılda Vizigotlarla birlikte yaşamış bir misyonerdi... icadı... bir karışımdı. İçinde 20 kadar Yunan harfi, 5 kadar da Latin harfi vardı" 289, 290
-"Latin alfabesinin kendisi uzun sürmüş kopyalama evrelerinin ürünüdür. Anlaşıldığına göre alfabeler insanlık tarihinde yalnızca bir kez ortaya çıktı: Şu anki Suriye'nin bulunduğu yerden Sina'ya kadar olan bölgede, MÖ ikinci binyıl sırasında Sami dillerini konuşanlar arasında... yüzlerce alfabenin hepsi sonuçta bu Sami alfabesinden... türemişti./... Samiler MÖ 1700 dolaylarında.../ Alfabeleri öteki yazı sistemlerinden ayıran en önemli yenilik, göstergelerin tek bir ünsüzü göstermesiydi... Sami dillerinde adlar bir anlamı olan adlardır ve iyi bilinen nesnelerin adlarıdır (aleph=öküz, beth=ev, gimel=deve, daleth=kapı vb.)" 291
-"Çağdaş alfabelerin yolunu açan üçüncü ve son bir yenilikse işin içine ünlülerin sokulmasıdır. Zaten... başlamıştı... MÖ sekizinci yüzyılda bütün ünlüleri yöntemli bir biçimde ünsüzler için kullanılan aynı tip harflerle ilk kez gösterenler Yunanlılar oldu... Fenike alfabesinde kullanılan... beş ünsüz sesin harfinden aldılar" 292
-"... çarpıcı bir örneğimiz var, o da Arkansas'ta 1820 dolaylarında Sequoyah adlı bir Çeroki'nin Çeroki dilinde yazı yazmak için icat ettiği heceli yazının kaynağı.../.../ Önce 200 hece göstergesi buldu, giderek bunların sayısını 85'e indirdi" 293
-"Miken döneminin Yunanlıları... saray hesaplarıyla sınırlı kaldı... İlyada ve Odysseia okuryazar olmayan dinleyiciler için okuryazar olmayan ozanlar tarafından söylenmiş, kulaktan kulağa aktarılmıştı, yüzlerce yıl sonra Yunan alfabesi ortaya çıkıncaya kadar yazıya dökülemedi" 300
-"... eski zamanlarda yazının en önemli işlevi "öteki insanları köle etmeyi kolaylaştırmak"tı" 301
-"Örneğin, MÖ 1200 dolaylarında Yunan Miken uygarlığının sona ermesi üzerine Çizgisel B yok oldu ve Yunanistan okuryazarlık öncesi bir çağa geri döndü. MÖ sekizinci yüzyılda yazı tekrar Yunanistan'a geri döndü... alfabeye dayanan Yunan yazısı ortaya çıktığı andan başlayarak, özel evlerde okunan şiirlerin ve mizahın aracı oldu" 302
-"3 Temmuz 1908'de Girit Adası'nda, Phaistos'ta... buldular... bir diskti... 241 gösterge ya da harf.../ Bu disk... bir sır olarak kaldı.../... MÖ 1700 olarak hesaplanan tarihine bakılırsa dünyada ilk basılı belge olması gerekiyor. Diskteki işaretler Girit'in daha sonraki Çizgisel A ve Çizgisel B yazıları gibi elle kazınmak yerine, kabartma matbaa harfleri gibi göstergeler taşıyan damgalarla (daha sonra pişirilen ve katılaşan) yumuşak kilin üzerine basılmış. Baskıyı yapan kişinin diskte görülen her bir işaret için bir damga olmak üzere besbelli 45 damgası vardı... damgalar hiç kuşkusuz yalnızca bu tek belgeyi basmak için yapılmamıştı... çok yazı yazıyor olmalıydı.../... ilk basım girişimiydi, matbaacılıkta da aynı... bir sonraki adım Çin'de 2500, ortaçağ Avrupasında daha da geç, 3100 yıl sonrasına kadar atılmadı" 307-309
-"İcadın anasının ihtiyaç olduğu yönündeki sağduyulu görüşe gerçekten uyan hayli az icat vardır... atom bombası... Amerika... çok zahmetli bir şekilde elle ayrılan pamuğun çekirdeklerini ayırmak için Eli Whitney'in 1794'te icat ettiği çırçır, ötekiyse James Watt'ın İngiliz kömür madenlerinden su pompalama sorununu çözen 1796'daki icadı buharlı makinedir./... Çoğu kez icat ihtiyacın anasıdır, ihtiyaç icadın değil./ Buna iyi bir örnek... Edison'un en özgün icadının tarihidir... 1877'de ilk gramofonu yaptığı zaman.../ Motorlu araç... herhangi bir talebe yanıt vermek üzere icat edilmiş bir şey değildir. Nikolaus Otto 1866'da ilk benzinli motoru yaptığı zaman.../... Motorların geliştirilmesi... Daimler... 1885 yılını buldu; ilk kamyonu yapmak için Daimler 1896 yılını bekledi./.../... ilk modeller hiçbir işe yaramayacak kadar kötü çalışır" 311-313
-"Benim... iki temel sonuç var: Birincisi, teknoloji toplam olarak gelişen bir şey, tek tek kahramanların eylemleriyle değil; ikincisi, teknoloji öngörülmüş bir gereksinimi karşılamak için icat edilmiyor, icat edildikten sonra kullanım alanı bulunuyor" 315
-"... ortaçağda... Müslümanlar teknoloji bakımından ileriydiler, yeniliklere açıktılar" 325
-"... tekerlek... ilk kez MÖ yaklaşık 3400 yılında Karadeniz yakınlarında kullanıldığına dair kanıtlar var, daha sonraki birkaç yüzyıl içinde... Avrupa'nın ve Asya'nın... dönmeye başladı" 328
-"... iki sıçrama... Birincisi, bundan 100.000 ile 50.000 yıl öncesi arası... çağdaş konuşma yetisine ya da beyin işlevlerine... elveren çağdaş anatominin evrimi sonucu olmuştur... aletlerin yolu açılmıştır. İkinci sıçrama bizim yerleşik hayata geçişimiz üzerine oldu... bazı bölgelerde 13.000 yıl önce geçtiler... bu geçiş bizim yiyecek üretimine geçişimizle bağlantılıdır.../... insanların taşınamaz mülkler edinmelerine olanak veriyordu... seramiğin belgelenmiş ilk örnekleri... Çekoslovakya... 27.000 yıl önce ateşte pişirilmiş küçük kil heykelcikler...belgelenmiş en eski sepet 13.000 yıl öncesine, bilinen en eski kumaş dokuması yaklaşık 9000 yıl öncesine aittir... ne çömlekçilik ne de dokumacılık, insanlar yerleşik hale gelene... taşıma sorunundan kurtulana kadar kanatlanmadı./... köylülerin beslediği, yiyecek üretmeyen uzmanlardan oluşan... uzmanlaşmış toplumların ortaya çıkması mümkün oldu" 335, 336
-"... çağdaş toplumla bütünleşme... Zorla olduğunda, genellikle devlet yönetimleri fetihleri yapar, din de bunun haklı gerekçelerini sağlar.../... Yönetim ile din bileşimi, mikroplar, yazı ve teknolojiyle birlikte tarihin genel seyrini belirleyen en yakın dört ana etmenden biri olarak işte böyle işlev gördü" 359
-"... kabileler de bir uçta obalar, öteki uçta şeflikler olmak üzere bir yelpaze oluştururlar.../... şeflikler Bereketli Hilal'de MÖ 5500 dolaylarında, Mezoamerika ve Andlar'da MÖ 1000 dolaylarında ortaya çıktı.../... Aşağı yukarı 7500 yıl önce şefliklerin ortaya çıkmasıyla birlikte insanlar, tarihte ilk kez, yabancılarla düzenli olarak karşılaşmayı ve onları nasıl öldürmeleri gerektiğini öğrenmek zorunda kaldılar./ Bu sorunun bir çözümü bir kişinin, yani bir şefin güç kullanma hakkını elinde tutmasıdır" 366, 367
-"4. Hırsızkratların halkın desteğini kazanmalarının son çaresi hırsızkrasiyi haklı çıkaracak bir ideoloji ya da din inşa etmeleridir. Obaların ve kabilelerin zaten kör inançları vardı, çağdaş kurumsal dinlerin de var... Şef halk adına tanrılarla ilişki kurarak... hizmet ettiğini iddia ediyordu./ Şefliklerin ayırıcı özelliği, şeflerin otoritesini destekleyici, kurumsallaşmış bir dinin ilk işareti demek olan ideolojilerin bulunmasıdır.../ Kurumsallaşmış din... iki önemli yarar sağlar. Birincisi... birbiriyle akraba olmayan insanların birbirlerini öldürmeden bir arada yaşayabilmesi sorununu çözer... İkincisi, insanların başka insanlar adına hayatlarını feda etmeleri için kendi genetik öz çıkarları dışında gerekli güdüyü sağlar" 372, 373
-"... devletlerin Mezopotamya'da MÖ yaklaşık 3700 yılında... ortaya çıktığını biliyoruz" 374
-"En eski devletlerin pek çoğu... köleliği şefliklere göre daha büyük boyutlarda benimsemişlerdi" 375
-"... şefliklerin ve devletlerin... iki başka olası üstünlük... Birincisi, karar alma yetkisine sahip olan tek kişi... İkincisi... resmi din ile yurtseverlik, askerleri savaşta ölümüne dövüşmeye koşullar" 377
-"... akraba olmayan yabancılar arasındaki çatışma sorunu... insanların sayısı arttıkça... artar" 383
-"Başlangıçta Amerikan kolonileri kendi özerklikleri konusunda Çeroki şeflikleri kadar kıskançtı ve... bir yapı oluşturma konusundaki ilk girişimin (1781) sonuç vermesi olanaksızdı... Ancak daha sonra başka tehditler... eski kolonileri özerkliklerinden fedakarlık etmeye ve bizim güçlü federal anayasamızı 1787'de kabul etmeye zorladı. Almanya'nın paylaşımcı olmayan prensliklerinin 19. yüzyılda birleşmesi de aynı derecede güç oldu. İlk üç girişim (1848 Frankfurt Parlamentosu, yeniden kurulan 1850 Alman Konfederasyonu, 1866 Kuzey Alman Konfederasyonu) 1870'de Fransa'nın savaş ilan etmesi gibi bir dış tehdit üzerine en sonunda prensliklerin egemenliklerinin çoğunu 1871'de merkezi Alman imparatorluk hükümetine devretmesinden önce başarısızlıkla sonuçlanmıştı" 388, 389
-"... yenilenler Kitabı Mukaddes çağında çoğunlukla yapıldığı gibi köle olarak kullanılabilirler.../... fetihlerde etkili olan en yakın nedenler... Mikroplar, yazı, teknoloji, merkezi siyasal örgütlenme" 391, 392
-"Dünyada Yeni Gine'deki kadar çok sayıda dilin bir araya toplandığı bir yer yoktur: Dünyadaki 6000 dilin 1000 tanesi Teksas'tan biraz daha büyük bir bölgenin içine sığışmış ve onlarca dil ailesiyle birbirinden İngilizce ile Çin kadar farklı teek tek dillere bölünmüştür... yarısı neredeyse 500 kişinin konuştuğu dillerdir" 409
-"Göç... Los Angeles'ın parasız okulları... Çocuklar evlerde konuşulan 80'in üzerindeki dili temsil ediyorlar.../ Bu bakımlardan Amerika... "normal" bir ülke... dünyanın en kalabalık nüfuslu altı ülkesinin hepsi siyasal birliğini ancak yakın zamanlarda sağlamış birer potadır, hala da içlerinde yüzlerce dili ve etnik topluluğu barındırırlar... küçük bir Slav devleti olan Rusya, MS 1582'ye kadar Ural Dağları'nın ötesindeki genişlemesine başlamamıştı bile. O zamandan 19. yüzyıla kadar Rusya, Slav olmayan onlarca halkı yuta yuta ilerledi, bu halkların çoğu aana dillerini ve kültürlerini korudular" 429, 430
-"Batı Avrupa, Hint-Avrupa dilleri Avrupa'ya ulaştıktan sonraki 6 ile 8 bin yıl içinde aşağı yukarı 40 dil geliştirdi ya da bunları başkalarından edindi" 431
-"Çin'deki sekiz "büyük" dile -... Mandarin dili ile... yakın akraba... yedi dile- ek olarak 130 "küçük" dil vardır, bunların çoğunu ancak birkaç bin kişi konuşur" 432
-"Filipinler'de, Batı ve Orta Endonezya'da 374 dil konuşulur... akraba dillerdir. Avustronezya dil ailesinin aynı-alt ailesine... girerler" 448
-"Avustronezya dil ailesi toplam 959 dilden oluşur, bu diller dört alt-aileye bölünmüştür" 450
-"Hint-Avrupa... İrlanda'dan Hindistan'a... dillerin çoğunda "koyun" anlamına gelen sözcükler birbirine hayli benzemektedir... "avis"... "owis"... (İngilizcedeki "sheep"... sözcüğü... başka kökten... ama İngilizce asıl kökü "ewe" (dişi koyun) sözcüğünde korunmuştur.) ... ses değişimlerini karşılaştırmak bize yaklaşık 6000 yıl önce konuşulan ve bu dillerin atası olan Hint-Avrupa dilinde sözcüğün ilk biçiminin "owis" olduğunu gösteriyor. Yazılı olmayan bu ata dile Ön Hint-Avrupa dili denir./... yaklaşık 2000 başka sözcüğünü aynı şekilde ortaya koymak olasıdır. Ama tüfek sözcüğü... ulaşamazsınız, bu sözcük çağdaş Hint-Avrupa dillerinde farklı köklerden gelir.../ Aynı yöntemle... Ön Avustronezya diline ulaşabiliriz" 456, 457
-"MS 1400 dolaylarında... Chatham Adaları'nın istilasıyla birlikte Asyalıların Büyük Okyanus'u keşfi tamamlanmış oldu.../... Doğu Asya ve Büyük Okyanus toplumları çok öğreticidir, çünkü bize çevrenin tarihi nasıl biçimlendiğini gösteren pek çok örnek sunarlar... farklı çevrelere dağılan insanların torunları çevre farklılıklarına bağlı olarak her zaman farklı şekilde gelişti" 467, 468
-"... yiyecek üretimi yerel nüfus yoğunluklarını ve toplumların karmaşıklığını belirleyen en önemli nedendir... Avrasya... Amerika... en açık fark evcil memeli hayvanlarla ilgilidir... protein..." 472
-"Avrasya... Amerika... fethin gerisindeki en yakın nedenler... mikroplar, teknoloji, siyasal örgütlenme ve yazı konusundaki farklardı.../... zararlı mikrop... fark... yararlı hayvan varlığı konusundaki farklardan doğdu... mikropların çoğu, yiyecek üreticilerinin yaklaşık 10.000 yıl önce her gün yakın ilişki kurmaya başladığı evcil hayvanlarda bulaşıcı hastalıklara yol açmış olan mikropların evrimleşmesi sonucunda türedi. Avrasya'da pek çok evcil hayvan türü vardı, bu yüzden de bu tür pek çok mikrop gelişmişti, oysa Amerika kıtalarında bunların ikisi de azdı... köyler... binlerce yıl sonra ortaya çıkmıştı.../.../... Avrasya toplumlarında 1492 yılında... aletler metalden... yapılıyordu" 475, 476
-"Ortaçağ ya da Rönesans çağı sonlarında Avrasya çoğunlukla örgütlü devletlerle yönetiliyordu... Pek çok Avrasya devletinin... devleti bir arada tutmaya yarayan resmi bir dini vardı" 478
-"Amerika... Aztek ve İnka... bu iki siyasal birim vardı, ama yedi Avrupa devleti (İspanya, Portekiz, İngiltere, Fransa, Hollanda, İsveç, Danimarka) 1492 ile 1666 arasında Amerikan kolonilerini ele geçirecek kaynaklara sahipti.../.../ Dolayısıyla, Kolomb zamanında Avrasya... çok üstündü" 479
-"... insanlar Avrasya'da aşağı yuakarı bir milyon yıldır yaşıyorlardı, bu Amerika kıtalarındakine göre çok daha uzun bir süreydi" 482, 483
-"Doğu Akdeniz kaynaklı olan alfabeler, Çinçe... dışında, Avrasya'da... bütün karmaşık toplumlara yayıldı... Yeni Dünya'da... yayılamadı" 488
-"Dilciler, birkaç Avrasya dili dışındaki bütün dilleri on kadar dil ailesi içinde toplamak konusunda birleşmektedirler, bu ailelerin her biri sayıları birkaç yüzü bulan akraba dillerden oluşmaktadır... Hint-Avrupa dil ailesi kapsamında 144 dil bulunmaktadır... bütün bu geniş, sınırdaş bölgelere yayılmış dillerin gerisinde tarihte bir zamanlar buralara yayılmış bir ata dilin bulunduğunu... göstermekte birleşir... Son bin yıl içinde yayılmış belli başlı diller arasında... Hint-Avrupa... Rus dili... Türkçe bulunmaktadır./... (sayıları kimilerine göre 600, kimilerine göre 1200 olan) Amerika'nın yerli dillerini yüz ya da daha fazla ya da tek tek diller halinde gruplama..." 489, 490
-"Amerika'da ilk kez koloni kurma girişiminde bulunan Avrasyalılar... İskandinavlardı... Norveçli... MS 874'te İzlanda'yı istila ettiler... MS 986'da Grönland'ı istila etti... MS 1000 ile 1350 yılları arasında Kuzey Amerika'nın kuzeydoğu kıyılarını pek çok kez ziyaret ettiler.../.../ On üçüncü yüzyılda başlayan Küçük Buzul Çağı'nda Kuzey Denizi'nin soğumasıyla... İskandinavlar için... güçleşti. Grönlandlıların Avrupalılarla bilinen son ilişkileri 1410'da... oldu. Avrupalılar sonunda 1577'de yeniden Grönland'ı ziyarete başladıkları zaman oradaki İskandinav kolonisi artık yoktu" 492, 493
-"Amerika kıtasında ilk koloni 1508 dolaylarında, Panama Kıstağı'nda kuruldu... Aztek... 1519-1520 yıllarında, İnka... 1532-1533 yıllarında ele geçirildi... Avrupa kökenli hastalıkların (muhtemelen çiçek hastalığının) büyük payı oldu" 495
-"Eskiden Kuzey Amerika'da konuşulan yüzlerce dilin 187'si dışında hiçbiri konuşulmamaktadır, bu 187'nin 149'u da can çekişiyor sayılır... Yeni Dünya uluslarından yaklaşık 40 tanesinde bugün resmi dil bir Hint-Avrupa dili ya da melez dildir" 497
-"Beyaz sömürgeciler gelmeden önce bile Afrika'da yalnızca siyahlar değil... dünyadaki belli başlı altı grup insandan beşi yaşıyordu ve bunların üçü Afrika'dan başka yerde bulunmayan Afrika yerlileriydi. Yalnızca Afrika'da dünyadaki dillerin dörtte biri konuşulmaktadır.../ Afrika'daki insan çeşitliliği, coğrafyasının çeşitliliğinden ve tarihöncesinin uzunluğundan geliyor... En eski atalarımız 7 milyon yıl önce orada yaşadılar" 500, 501
-"Afrika'daki 1500 dilin kafa karıştırıcı karmaşıklığını büyük bir dilci olan... Joseph Greenberg çözdü, bu dillerin yalnızca beş dil ailesinde toplanabileceğini ortaya koydu.../.../... Bize öğretilenlere göre Batı uygarlığı Yakındoğuda filizlendi... dünyanın en büyük üç dini olan Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslam bu uygarlığın ürünüydü. Bu dinler birbiriyle yakın akraba olan dilleri konuşan insanlar arasında çıkmıştı, bunlara Sami dilleri deniyordu: Sırasıyla Aramca (İsa'nın ve Havarilerinin dili), İbranice ve Arapça.../ Oysa Greenberg Sami dillerinin, çok daha büyük bir ailenin altı ya da daha fazla dalından yalnızca biri olduğunu saptadı; Afro-Asya denen bu ailenin bütün öteki dalları (ve yaşayan 222 başka dil) yalnızca Afrika'da konuşulan dillerdir. Hatta Sami alt-ailesinin kendisi bile temelde bir Afrika dilidir, yaşayan 19 Sami dilinden 12'si yalnızca Etiyopya'da konuşulur. Demek ki Afro-Asya dilleri Afrika'da doğmuştur, bunların bir kolu Yakındoğu'ya yayılmıştır. Bu da demektir ki Batı Uygarlığı'nın ahlaksal temeli olan Eski Ahit'in, Yeni Ahit'in ve Kuran'ın yazarlarının konuştukları dillerin doğum yeri Afrika'dır./... Afrika'da... yalnızca Pigmelerin belli bir dili yok.../.../... Greenberg... Nijer-Kongo dillerinin Bantu denen tek bir alt-ailede toplanabileceğini saptadı. İşte 1032 Nijer-Kongo dilinin yarısının... varlığını bu alt-aileyle açıklayabiliriz. Ama bütün o 500 Bantu dili... birbirine benzer... bunlar... tek bir dilin 500 farklı lehçesi olarak tanımlanmıştır./ Bantu dilleri... Nijer-Kongo... tek bir alt-ailesini oluşturur. Öteki 176 alt-ailenin çoğu... küçük... Batı Afrika'ya sığışmıştır.../.../... İngilizcenin bütün bu lehçeleri Germen dil ailesinin yalnızca aşağı sıralardaki alt grubunu oluşturur. Bütün öteki alt gruplar -çeşitli İskandinav, Germen, Hollanda dilleri- Kuzeybatı Avrupa'ya sıkışmış durumdadır... Buna bakarak bir dilci... İngilizcenin Kuzeybatı Avrupa'nın kıyı bölgesinde ortaya çıktığı... yayıldığı sonucunu hemen çıkarır. Gerçekten de... İngilizce MS beşinci ve altıncı yüzyıllarda istilacı Anglo-Saksonlar aracılığıyla oradan İngiltere'ye taşınmıştır" 506-511
-"Afrikalılar kolaağacının kafein içeren meyvelerini eskiden uyuşturucu olarak çiğnerlerdi; Coca-Cola şirketi Amerikalıları ve bütün dünyayı ayartıp onlara başlangıçta bu meyvenin özünü içeren meşrubatı içirmeyi başarmadan çok önce" 514
-"Ehret, evcil bitki ve hayvanları her bir Afrika dil ailesine mensup insanların hangi tarih sırasıyla kullanmaya başladığını saptamak için bu dil yaklaşımını uyguladı... dil tarihlendirmesi denen bir yöntemle karşılaştırmalı dilbilim, evcilleştirme ya da bitkilerin geliş tarihlerini ortaya çıkarmamıza yardımcı olabilir./.../... Afrika dillerinde bulunan bitki adları... binlerce yıl önce Afrika'da konuşulan üç dil olduğunu görmemizi sağlıyor: En eski Nilo-Sahra dilleri, en eski Nijer-Kongo, en eski Afro-Asya dilleri. Ayrıca... Koisan dilinin varlığını da görebiliyoruz. Afrika'da bugün 1500 dil bulunuyor" 518, 519
-"... tarihçilerin insanı çileden çıkaran "coğrafi gerekircilik" etiketi... yaratıcı insanlar vardır. Ancak bazı yaşam çevreleri... daha olumlu koşullar sunar" 537
-"MS yaklaşık 900'den sonra su değirmenleri gelişip serpilinceye kadar Batı Avrupa ya da Alplerin kuzeyi, Eski Dünya teknolojisine ya da uygarlığına hiçbir katkıda bulunmadı... MS 1000'den 1450'ye kadar... Çin... dünyaya teknolojide önderlik ediyordu" 539
-"... eskiçağlarda Bereketli Hilal'in... büyük bir bölümü ormanla kaplıydı... bitki örtüsünün yenilenme hızı... yok edilme hızıyla yarışamadı... Ürdün... Petra yakınlarındaki son ormanlar I. Dünya Savaşı'ndan hemen önce Hicaz demiryolu yapılırken Osmanlı Türkleri tarafından yok edildi./... kendi kaynaklarının tabanını yok ederek kendi kuyularını kazdılar... güç batıya kaydı... Kuzey ve Batı Avrupa bu akibete uğramaktan kurtuldu... daha dayanıklı bir çevrede yaşamak gibi bir şansa sahip oldukları için böyle oldu" 540, 541
-"Çin... donanmalarının yedi tanesi MS 1405 ile 1433 arasında Çin'den yelken açmıştı... iki hizip (hadımlarla karşıtları) arasındaki kavga sonucu bu donanmaların gönderilmesine son verildi... sonunda tersaneleri kapattılar, okyanus aşırı denizciliği yasakladılar. Bu olay... 1880'lerde Londra'da sokakların elektrikle aydınlatılmasını engelleyen yasayı... hatırlatıyor... Çin... o bölgede siyasal birliğini kurmuş bir ülkeydi. Tek bir geçici karar geriye dönüşü olmayan sonuçlar doğurmuştu.../.../... Avrupa bölünmüş olduğu için... Kolomb Avrupa'daki yüzlerce prensten birini kendisini desteklemeye razı etmeyi beşinci denemesinde başarabildi... Avrupa'da... sayısız başka yenilik konusunda da hep böyle oldu.../ Avrupa'nın birleşmemiş olmasının sonuçları Çin'in birleşmiş olmasının sonuçlarıyla tam bir karşıtlık oluşturuyor. Çin... 14. yüzyılda bir sanayi devriminin eşiğinden döndü.../... Bugünkü Çin'in en verimli bölgeleri ilk kez MÖ 221 yılında birlik kurmuşlardı ve o zamandan beri çoğunlukla birliklerini korudular... yazı... dil... kültür birliği var. Oysa Avrupa'nın siyasal birlik kurmakla uzaktan yakından bir ilgisi olmadı: 14. yüzyılda hala 1000 tane bağımsız devletçik vardı, MS 1500'de 500 devletçiğe bölünmüş haldeydi, 1980'lerde devletlerin sayısı 25'e indi, şimdi... 40'ı buluyor. Avrupa'da hala 45 dil konuşuluyor" 542-544
-"... coğrafi bağlantıların iyi olması, iç engellerin olmaması başlangıçta Çin'e bir üstünlük sağlamıştı... Ama Çin'in bağlantılılığı daha sonra bir sakıncaya dönüştü, çünkü bir diktatörün aldığı bir karar yenilikleri engelleyebiliyordu ve pek çok kez engelledi de. Bunun tam tersine Avrupa'nın coğrafi "Balkanlaşmışlığı" birbiriyle yarışan ve birer yenilik merkezi haline gelen onlarca ya da yüzlerce küçük bağımsız devletçiğin ortaya çıkmasına yol açmıştı. Devletlerden biri bir yeniliğe yüz vermiyorsa öteki veriyordu ve böylece komşu devletleri de aynı şeyleri yapmaya zorluyordu, yapmayanlar yenik düşerler ya da geri kalırlardı. Avrupa'daki coğrafi engeller siyasal birleşmeyi önlemeye yetecek nitelikteydi ama teknolojinin ve düşüncelerin yayılmasını durduracak nitelikte değildi. Çin'deki gibi Avrupa'da bütün yeniliklerin musluğunu kapatacak bir despot olmadı./ Bu karşılaştırmalar bize teknolojinin gelişimini coğrafi bağlantılılığın hem olumlu hem de olumsuz etkilediğini gösteriyor" 547, 548
-"Japon... Dillerinin kökeni dilbilimin en tartışmalı konularından biridir" 561
-"1946 yılına kadar Japon okullarında... bire Japon efsanesi okutuluyordu... tanrı Izanagi'nin sol gözünden doğmuş olan Japon güneş tanrısı Amaterasu'nun torunu Ninigi'yi yeryüzüne, bir yeryüzü tanrısıyla evlenmek üzere Japon adası Kyushu'ya gönderdiği aanlatılır. Ninigi'nin torununun torunu Jimmu, düşmanlarını etkisiz hale getiren göz kamaştırıcı kutsal bir kuşun yardımıyla MÖ 660 yılında Japonya'nın ilk imparatoru olur. MÖ 660 ile, tarihsel belgelerde geçen ilk Japon hükümdarları arasındaki boşluğu doldurmak için tarihçiler aynı derecede uydurma 13 imparator daha icat etmiştir./ II. Dünya Savaşı sona ermeden önce, İmparator Hirohito, Japonlara kendisinin tanrılar soyundan gelmediğini sonunda açıkladığında, Japon arkeologları ve tarihçileri yorumlarını bu açıklamaya uyacak şekilde yapmak zorunda kaldılar" 563
-"Korelilerin yorumu... Japon imparatorluk ailesinin kurucuları Korelidir./ İşte bu yüzden 1910 yılında Japonya... Kore'yi kendi topraklarına kattığı zaman, Japonların askeri önderleri bu birleşmeyi "hak yerini buldu" diye kutladılar. Bundan sonraki 35 yıl süresince Japon işgal güçleri Kore kültürünü silip yok etmek için... ellerinden geleni yaptılar. Birkaç kuşaktır Japonya'da yaşayan Koreli aileler Japon vatandaşı olmayı hala içlerine sindiremiyorlar. Japonya'daki "Burun mezarları"nda bugün hala 16. yüzyılda Kore'de Japon işgali sırasında 20 bin Korelinin savaş ganimeti olarak kesilen ve Japonya'ya getirilen burunları bulunmaktadır" 565
-"Japon dilinin... apayrı bir dil olması... pek çok araştırmacının bu dili Asya'nın, Türk dilleri, Moğol dilleri, Doğu Sibirya Tungus dillerinden oluşan Altay dil ailesinin yalıtılmış bir üyesi saydığıdır. Korece de çoğu kez bu ailenin yalıtılmış bir üyesi sayılmaktadır" 569, 570
-"Japonya... sığ denizlerle çevrilidir. İşte bu yüzden Buzul Çağı sırasında bu denizler kuru topraklara dönüştü, okyanus sularının çoğu buzulların içinde donup kaldığı için deniz yüzeyi şimdiki düzeyinin 150 metre altına düştü... anakara Rusya'sı ile arasında kara bağlantısı vardı... Güney Kore arasında başka bir kara bağlantısı bulunmaktaydı... Bu yüzden... yürüyerek Japonya'ya gelen memeliler arasında... eski insanların da bulunması hiç şaşırtıcı değildir. Taş aletler insanların buraya beş yüz bin yıl önce geldiklerine işaret ediyor" 571, 572
-"Buzul Çağı'nın sona erişine, Japon tarihinde çok önemli iki değişikliğin biri eşlik etti; çömlekçiliğin icadı... kaplara sahip oldular... nüfus patlamasını tetikledi.../... dünyanın bilinen en eski çömlekleri Japonya'da 12.700 yıl önce yapılmıştı. Radyokarbon yöntemiyle saptanan bu tarih 1960'ta açıklandığı zaman Japon bilim adamları bile başlangıçta buna inanamadılar" 573, 574
-"... sert kabuklu yemişler... güzün bol miktarlarda toplanıp kış için toprak altında, 180 santimetre derinliğinde, 180 santimetre genişliğindeki çukurlarda saklanabiliyordu" 576
-"Japon... ikinci önemli değişiklik MÖ 400 yılı dolaylarında Güney Kore'den gelen yeni bir hayat tarzıyla... birlikte ortaya çıktı.../... En önemli yeni öğeler demirden yapılan metal aletler ile tartışılmaz şekilde başlamış olan tam ölçekli tarımdır. Bu tarım sulanan pirinç tarlaları biçiminde geldi" 581
-"Kofun mezarlarının uzunluğu 500 metreyi bulur... büyük... en büyüklerinin kazılması hala yasaktır çünkü onlarda Japon imparatorluk soyunun atalarının bulunduğuna inanılmaktadır... Kofun döneminde... anakara Asya'sından Japonya'ya Budizm, yazı, at biniciliği, yeni seramik ve metal işleme yöntemleri gelmiştir./ En sonunda, MS 712 yılında Japonya'nın, kısmen uydurma, kısmen gerçek olayların yazıya dökülmesi demek olan ilk tarihsel kayıtlarının tamamlanışıyla birlikte, Japonya tarih sahnesine tam olarak çıkar... hala hüküm süren imparatorları Akihito, MS 712 yılında, ilk kayıt defteri yazılırken hüküm sürmekte olan imparatorun doğrudan doğruya 82. kuşaktan torunudur. Güneş tanrısı Amaterasu'nun torunun torunu olan o efsanevi ilk imparator Jimmu'nun da doğrudan doğruya 125. kuşaktan torunu olduğuna inanılır./ 700 yıllık Yayoi döneminde Japon kültürü, on bin yıllık Comon döneminde değişmediği kadar değişti... Besbelli ki MÖ 400 yılında önemli bir şey oldu" 584, 585
-"MS 676 yılında Kore'de siyasal birlik kurulmadan önceki yüzyıllarda Kore üç krallıktan oluşuyordu. Bugünkü Kore dilinin atası Silla krallığının dilidir; krallıklar arası savaşta galip gelen ve Kore'yi birleştiren krallıktır bu... Kore'deki ilk tarihsel kayıtlardan farklı krallıkların farklı dilleri olduğunu öğreniyoruz... Ben MÖ 400 yılında Japonya'ya taşınan ve evrimleşerek bugünkü Japon dilini oluşturan Kore dilinin, evrimleşerek bugünkü Kore dilini oluşturan Silla dilinden hayli farklı olduğu kuşkusunu taşıyorum" 590, 591
-"Avrupa'nın Çin'e yetişip Çin'i geçmesinin gerisinde... ben "En Uygun Parçalanma İlkesi"ni görmüştüm... en gerisinde yatan temel coğrafi nedenleri. Avrupa'nın parçalanmışlığı... bilimin ve kapitalizmin gelişmesinin önünü açtı, Çin'in birliği açmadı./... rekabet yapıcı olduğu kadar yıkıcı da olabilir... Parçalanmışlık tekparça bir kavram değildir, çok yüzeyli bir kavramdır" 598, 599
-"Goldstone, Avrupa'nın... "motor biliminin" önemini vurguluyordu.../... Avrupa'da (yağışa bağlı olan) tarım, çoğu zaman yöresel topluluklardan uzak kalmış olan devlete bir rol yüklemiyordu... tarımsal ihtiyaç fazlası... göreli olarak özerk kentlerle birlikte... kent kurumlarının, örneğin üniversitelerin ortaya çıkmasına olanak sağladı. oysa Çin'de (sulamaya ve suyun denetimine dayalı olan) tarım, büyük ırmak vadilerinde müdahaleci ve zorlayıcı devletlerin ortaya çıkmasını gerektiriyordu... Çin coğrafyası bağımsız devletlerin uzun süre yaşamasına olanak vermiyordu. Tam tersine Çin coğrafyası büyük bir bölgenin ele geçirilmesini kolaylaştırıyordu, bunu imparatorluk yönetimi altında göreli olarak uzun istikrar dönemleri izledi. Sonuçta ortaya çıkan devlet sistemi çağdaş bilimin ortaya çıkması için gerekli koşulların çoğunu baskıladı.../... 1960'larda, 1970'lerde Çin... okulları beş yıl süreyle kapatmasıyla yaşanan Kültür Devrimi felaketi..." 600, 601
-"Acaba en iyi yönetim, iyi bir diktatörlük yönetimi midir, federal bir sistem midir yoksa her şeyin serbest olduğu anarşi midir?... farklı şirketler için de aynı sorular sorulabilir.../.../ Örgütleniş farklarıyla ilgili bu soruların yanıtları hiç kuşku yok ki kısmen bireylerin kendilerine özgü özelliklerine bağlıdır... Bunun la birlikte... öteki şeyler eşit olduğunda... hangi örgütleniş biçimi en iyisidir?/... En Uygun Parçalanma İlkesi'ni ben buradan çıkardım. En uygun orta derecede parçalanmış bir toplumda yenilikler en hızlı şekilde yayılır. Fazla birleşik toplum buna engeldir, fazla parçalanmış toplum da öyle" 602, 603
-"Almanlar olağanüstü iyi bira üretirler.../... küçük ölçekli... korunuyorlar... tekel" 604
-"Japon yiyecek şirketleri yerel birer tekeldir... Biraz da bunun sonucu olarak Japonya'da yiyecek fiyatları çok yüksektir: En iyi bifteğin kilosu 400 dolar, tavuğun kilosu 50 dolardır" 607
-"IBM'e yeni bir yönetici geldi ve her şeyi kökten değiştirdi: IBM'in şimdi Microsoft'unkine daha çok benzeyen bir örgütlenme biçimi var... yaratıcılık eğilimi bunun sonucunda artmış./... Niçin... bazı ülkeler zengin.../ Yanıtın kısmen toplumsal kurumlar arasındaki fark ile ilgili olduğu açıktır... en bariz... aynı çevreyi bölüşmüş ama farklı kurumları... olan ülkelerde görüyoruz... Güney Kore ile Kuzey Kore, eski Batı Almanya ile eski Doğu Almanya... İsrail ile Arap komşuları... pek çok "iyi kurum" arasında yasa egemenliği, sözleşmeye uyma zorunluluğu, özel mülkiyet haklarının korunması, yolsuzlukların önlenmesi, suikastlara pek sık rastlanmaması, ticarete, sermaye akışına açıklık, yatırımın özendirilmesi gibi şeyler var./ Hiç kuşku yok, ulusların zenginlik farklarını yaratan nedenlerden biri gerçekten de iyi kurumlardır.../ Ama bu iyi kurumlar görüşünün eksik... olduğu... gittikçe daha iyi anlaşılıyor" 608, 609
*

14.10.2017