Çeviren: Murat Yağan, KAFKAS KÜLTÜR DERNEKLERİ YAYINI, Dizgi-Baskı: Eko Matbaası, İstanbul, 1978
Öncelikle, kendimi içtenlikle ayıplıyorum!
Kendimi, atalarımızın bugünkü yerleşim yerlerine nasıl geldiklerini merak eden, yazması yoksa da okuması olan biri olarak gördüğüm halde, Türkiye’ye Çeçen göçünde en büyük kitleyi organize ettiği anlaşılan Kundukhov gibi birinin anılarını, üstelik bu anılar Türkçe olarak da yayınlanmışken, bugüne kadar okumamış olmak, benim için gerçekten büyük ayıp.
Bu ayıba, ayrıca, Türkiye’ye Çeçen göçünün nasıl gerçekleştiğini yeterince açıklıkla ortaya koyacak çalışmaların bugüne kadar yapılmamış olmasının ayıbından bana düşen pay da eklenmeli!
*
Kitaba dönülecek olursa, kitabın adına, “anılar”dan daha çok, anılardan seçmeler dense daha doğru olurdu, bence.
Kitabın girişindeki yayıncıların sunuşunu izleyen Alihan Kantemir imzalı “BİR KAÇ SÖZ” başlıklı yazıdan sonra, 14-97’inci sayfalarda asıl anılar kısmı var, sonraki 98-107’inci sayfalarda da mektup, rapor ve not başlıklı metinler.
Toplam 84 sayfalık anılar kısmında, biraz gözlem ve eylem, bolca değerlendirme, birkaç Kafkas hikayesi ve diğer bazı hususlar bulunuyor.
*
Değerlendirmeler elbette subjektif görüşler ve bunun böyle olması da, her değerlendirmede olduğu gibi, çok doğal.
Kitaptaki eylem kısmı ise pek fazla sayılmaz, anlatılan esas eylem Türkiye’ye 1865 yılında yapılan Çeçen göçünün organize edilişi, ve sanki, anılar da daha çok bu kısmı anlatmak için yazılmış, gibi!
Ancak, maalesef, kitapta bu esas konu hakkında pek ayrıntı yok, çok genel bir anlatım var, o kadar!
*
Anlatılanlara göre, Kundukhov 1818’de Osetya’da doğuyor, 1836’da Rus subayı oluyor, 1837’de Kafkasya gezisine çıkan Rus Çar’ına eşlik edip tercümanlık yapıyor, Rus-Kafkas savaşlarının yoğun olarak sürdüğü Şamil dönemi boyunca Rus ordusunda görevine devam ediyor, Şamil’in tesliminden sonra generalliğe yükseliyor, önce Oset, sonra da Çeçen mıntıka kumandanı oluyor, bu son görevinde iki buçuk yıl kaldıktan sonra Türkiye’ye yapılan Çeçen göçlerinden en büyüğünü organize edip kendisi de ailesiyle birlikte Türkiye’ye göçüyor, Türkiye’de Tokat’a yerleşip paşa oluyor ve 1889’da Erzurum’da ölüyor.
*
Tam filmlere layık çok romanesk bir yaşam değil mi?
Bence, romanlara ve filmlere konu olmalıydı!
*
Kundukhov’un göçe nasıl karar verdiğini anlamak da bence pek kolay olmamalı!
Kafkasyalılarla savaşın sürdüğü bir dönemde 25 yıl boyunca Rus ordusunda görev yapıp general rütbesine ulaşan Kafkas kökenli biri tam da savaşın bittiği günleri izleyen bir dönemde ekonomik durumu çok iyi ve görünür herhangi bir kişisel sorunu yokken ve bol bol ödüllendirilirken neden ülkesini bırakıp göç etmek ister?
Kundukhov bu nedeni, hükümetin birdenbire “Çeçenleri Terek civarına göç etmeye zorlamak” istemesi olarak açıklıyor.
Hem de birdenbire.
Çok zor bir karar olmalı!
Ve anlamak da o kadar zor!
Klasik deyişle, hayatın olağan akışına da uygun mu?
*
Belirtilen hususlar bildiğim kadarıyla pek tartışılmamış olmakla beraber, Anılar’ı yayına hazırladığı anlaşılan Alihan Kantemir’in aklına da benzer bazı sorular gelmiş olmalı ki konu hakkında savunma da yaparcasına şunları söylüyor:
“Musa generalliğe terfi ettirildi... 1860 da Musa, Çeçen halkının mülkiyet hakları ve siyasal özerkliğini kazanması koşuluyla kabul etti. Koşullar kabul edildi... sükunet meydana getirildi. Musa da... memnundu. Kendi formülü gerçekleşiyordu... Kundukhov ve Çeçen halkı ümitlerinin boşa çıktığının... farkına varmakta gecikmeyeceklerdi../.../ Musa... toprakların... Kazaklara verilmek üzere nasıl gasbedildiğini gözleriyle gördü./... / Musa bütün kudretiyle bu haksızlığa karşı savaştı, arada da raporlar gönderdi... hiç olmazsa... eşit bir arazi payı yapılmasını istedi./ Ne yaptı ise fayda vermedi... Musa... istifaya karar verdi./ Bu general... Rus düşmanı bir ihtilalci oldu... siyasi bakımdan hak verilmeyecek bir karar verdi... Türkiye’ye yerleşmek./ Diğer taraftan... Kafkasya’nın boşaltılması hakkında Haziran 1864 tarihli fermanı yayımlayan Petersburg efendilerinin ekmeğine yağ sürmüş oluyordu. İyi bir idareci ve kahraman bir savaşçı olan Musa burada aynı kudrette bir siyasi olmadığını gösterdi./ Ne karşı görüşlü dostları, ne düşmanları Türkiye’ye kaçışını desteklediler... Osmanlı hükümetinden Anadolu’da mıntıka mıntıka göçmenleri yerleştirmek fermanını alır almaz kitlece Türkiye’ye hicret lehinde propagandalara girişti... her iki taraf için de zararlı olan bu göçü tahrik eden Musa Kundukhov ne Türkiye’ye, ne Rusya’ya çalışmış sayılır; bir çıkarı olmadığı için de itham edilemez./ Mali durumu çok parlaktı ve Rusya’da kalsaydı daha iyi olurdu... Kafkasya’da geniş araziler önermişlerdi... kalanlar... “... biz müslüman kardeşlerimizin arasında yaşamak... istiyoruz” diye cevap veriyorlardı./ Musa Kundukhov Çeçenlere ve Kuşhalara da Türkiye’ye geçmeyi aşağı yukarı aynı sözleri ileri sürerek tavsiye ediyordu. Şu farkla ki: sonradan Türkler tarafından örgütlendirilmiş ve desteklenmiş bir göçmen ordusu ile tekrar gelerek iğrenç Ruslardan ülkeyi kurtarmayı ümit ediyordu./... Kundukhov ailesi (karısı... bir yaşındaki Bekir Sami, akrabaları ve aşağı yukarı 3000 hane kadar olan kabilesiyle) Kafkasyayı terkederek Erzurum yolu ile Türkiyeye geçti. Musa iyi karşılandı ve kendisine Paşa rütbesi verildi... 1877-1878 harbi... Musa Paşa’nın Kafkasya’ya tekrar gidip özgürlüğünü iade etmek rüyası da tamamiyle söndü.” (s. 5-13)
*
Bu ifadeler bence konunun anlaşılmasını kolaylaştırmaktan ziyade zorlaştırıyor.
Öncelikle, söz konusu göçü hem Rusya’nın hem de Osmanlı’nın şevkle istediği ve bu göçün anılan iki ülkenin de yararına olduğu çok açık olduğu halde, tam aksini söyleyip, “her iki taraf için de zararlı olan bu göçü” demenin ne anlamı olabilir?
İkincisi, Kantemir’in ifadesinin aksine, Kundukhov ne “Rus düşmanı bir ihtilalci” olmuş, ne de “kaçmış”tır; Rusya ile anlaşarak göçmüştür.
Burada hemen doğru olmayan bu tür hususların ifade edilmesine neden ihtiyaç duyulduğu sorusu akla gelmektedir.
*
Kundkhov’un kendi anlatımında Ruslarla anlaşıp göç ettiği ve bir kaçışın söz konusu olmadığı açıklıkla ortaya konulmaktadır.
Kundukhov, bir tür savunma niteliğinde sayılabilecek konu hakkındaki anlatımına şu sözlerle başlıyor:
“ÖN SÖZ/... Rus... idare sisteminin ne kadar dayanılmaz olduğunu göstermek için, Rus baskısı altında ve feci koşullarda Kafkasyalıların ülkelerini terketmek zorunda kaldıklarını anlatmakla yetineceğim./ Benim gibi görevini içtenlikle ve gayretle görmeğe çalıştığı halde... kötüniyet altında tutulan ve hükümet için yabancı ve hatta tehlikeli sayılan bir kimse durumunun ne kadar güç olduğunu takdir eder. Mutluluğu rütbe ve nişanda görenler ise belki beni Rusların bol bağışlarına karşı nankörlükle Türkiye’ye geçmiş bir adam sayar... Ben bir asker olarak her ne kadar Çara ait idi isemde, bir insan olarak ulusuma ait olduğumu yadsıyamazdım. Bunun içindir ki asıl görevimin Rusların amansız bir mezaliminden kurtulmak için sefalet içinde ana yurdu terk ederek Türkiye’ye geçen yüzbin haneden fazla soydaşımın yanında olduğunu gördüm./ Aldığım ödüllere gelince, onları alnımın teriyle aldım... Aldığım görevleri... hakkıyle yerine getirdim./ Şamil’in tutsaklığından sonra, halkın günden güne daha fazla hakarete uğradığını... hissetmekle beraber, henüz iyi gelecekten ümitvarım. Halkın durumunda düzelme olanakları, hiç olmazsa milliyetini koruyabilme ümidi, işittiğim bütün acı sözlere rağmen, bana mevkiimi muhafaza etmeyi gerektiriyordu./ En sonunda maalesef yanıldığımı anladım. Mesleğimin de... mutluluğumu başkalarının felaketinde aramaktan başka bir şey olmadığını gördüm.” (s. 14, 15)
Sonrasında da, Türkiye’ye göç etmek isteyen Çerkeslere izin verilmesini, göçeceklerin çoğunu Çeçenlerin teşkil edeceğini ve bunun da ülkenin yatışmasını kolayca sağlamaya yarayacağını söyleyip ilgilileri kendisinin ikna ettiğini, bunun üzerine bu iş için gereğini yapmasının “emre”dildiğini, o aşamada bütün bu olanlardan henüz Çeçenlerin sözü geçen şeflerine söz etmemiş olmakla beraber kendi fikrinde olacaklarını hissettiğini, Türk hükümetiyle Çeçenleri kabul edip etmeyeceklerini görüşmek üzere istediği izni, pasaportunu ve yol harçlığı olarak bin ruble alıp haziran ayı içinde Tiftis’ten hareket ederek doğruca İstanbul’a gittiğini, Hariciye Nazırı Ali Paşayı ve Sadrazam Fuat Paşa’yı ziyaret ettiğini, çok sıcak karşılandığını, her sene Kafkasyalı 5000 müslüman ailenin gelmesinin memnuniyetle denilerek kabul edildiğini, Odesa üzerinden Vladikafkas’a dönüp durumu Rus yönetimine bildirdiğini, ayrıca bu göçü bir damla kan akmadan yapmak için göçmenlerin başına kendisinin geçmesi gerektiğini söylediğini, bu planı gerçekleştirmek için canını ve malını fedaya hazır olduğunu belirttiğini, 1865 şubatının sonlarında Çeçenleri harekete hazırlamak emrinin geldiğini, anlatıyor. (s. 57-66)
Ve, ayrıca, 3800 desyatinlik verimli arazisi için 82.000 ruble alması gerekirken 45.000 aldığını, ilaveten fakir göçmenlere yardım için istediği 10.000 rubleyi az gören Rus yönetiminin kendisine 20.000 ruble daha verdiğini, yolculuk için de bütün kolaylıkları sağladıklarını, belirtiyor. (s. 67-71)
Bu durumda bir Rus düşmanlığından ve kaçıştan söz edilebilir mi?
Değilse Kantemir o sözlere neden ihtiyaç duyuyor?
*
Göç konusunda kitapta anlatılanlardan bir kısmı esas olarak böyle.
Bunlarda ve kitaptaki diğer bazı anlatımlarda, sanki fazlasıyla abartılmış ifadeler ve ayrıca bazı çelişkilerle maddi yanlışlar var, gibi geldi, bana, ve, dolayısıyla da, acaba, anlatılmak istenenden farklı bir şey mi algılıyorum, yoksa anlatılanlarda yanlış bir şeyler mi var, diye düşünür oldum!
*
Mesela, şu ifadeler makul sayılabilir mi?
“Akşam oğlum İstanbul’a ne yapmağa gittiğimi sordu. Türkiye’ye gidip yerleşerek sonra Türklerin desteklemesiyle Kafkasya’yı kurtarmak hususunda fikirlerimi kendisine açtım. Zavallı çocuk bu sözlerimden o derece memnun oldu ki, kollarıma atılarak bu güzel fikrim için teşekkür etti.” (s. 62)
“Bu planı gerçekleştirmek için canımı ve malımı fedaya hazır olduğumu...” (s. 64)
“Cenabı Allah’a düzenli Türk ordularıyle tekrar sevgili Kafkasya’yı iğrenç düşmandan kurtarmayı nasib etmesi için, kan ağlayarak, yalvardım.” (s. 69)
Şayet bunlar makul sayılabilirse, Ruslardan iğrenirken yıllarca onlara hizmet edebilmek, nasıl açıklanabilir?
*
Bir husus daha var:
Kitapta Kundukhov’un İstanbul’a haziran ayında yola çıkıp geldiği belirtilmiş, ancak bunun hangi yılda olduğu açıklıkla ifade edilmemiş, anlatımın akışından bu gelişinin 1863 yılında olduğu anlamı çıkabiliyor, ne var ki, böyle kabul edilirse anlatımda bazı çelişkiler söz konusu oluyor, bu tarihin 1864 olduğu kabul edildiğinde ise, daha temel bir soru akla geliyor: 1864 yılında Kafkasya’dan Osmanlı’ya yoğun bir kitle göçü sürüp durmaktayken Kundukhov göç için Osmanlı’nın mutabakatını aramak üzere İstanbul’a gitmeye neden ihtiyaç duyuyor?
Ve, ayrıca, bu işi İstanbul’daki Rus temsilciliği neden yapmıyor?
Ve, şu ifade:
“24 Ekim 1864 de Loris’ten, Vladikafkas’a... kendisini görmeye gitmem hakkında bir mektup aldım. Varır varmaz Loris, Grandükün İstanbul sefiri İgnatief’ten benim Türk hükümeti ile... gizli görüşmelerin ayrıntıları üzerine bir mektup aldığını ve Grandükün gülerek: “General Kundukhov’un Türkiye’ye gezisinden sefire bahsetmemekle kendisine kötü bir oyun oynadık” dediğini anlattı.” (s. 64)
Ruslar buna neden ihtiyaç duysunlar?
*
Kitapta anıların yayınlanması ile ilgili olarak şöyle bilgiler var:
“Çeviren: Murat Yağan, KAFKAS KÜLTÜR DERNEKLERİ YAYINI, Dizgi-Baskı: Eko Matbaası, İstanbul, 1978”
Arka kapak yazısına göre, kitap şu 5 Derneğin, Gölcük, İstanbul-Sultanahmet, Karamürsel, Kocaeli ve Sakarya Kafkas Kültür Derneklerinin ortak yayını imiş. (Ve ayrıca s. 4)
Çevireni var, ama hangi dilden çevrildiği yok, belirtilmemiş!
Yayıncıların sunuş yazısına göre de, “Eser 1957-1960 yıllarında Yeni Kafkas Dergisinde yayınlanmış, on sekiz tefrika devam etmiştir.” (s. 3, 4)
Kitapta yazar belirtilmemiş, ancak kitabın başlangıcındaki Alihan Kantemir imzalı “BİR KAÇ SÖZ” başlıklı yazıda, s. 5-13, “... harp ve ihtilallerden mucizevi bir şekilde kurtarılmış olan ve torunu Şevket Kundukh tarafından basılması için bize lütfedilen bu eseri, Kafkas tarihi için en kıymetli bir vesikadır./ Bu eser ve Musa paşanın oğlu sabık Türkiye Hariciye Vekili Bekir Sami beyle yaptığımız muhtelif mülakatlar, bize Kafkasya’nın en şayanı dikkat adamlarından birinin şahsiyet ve faaliyetini tanımak imkanını veriyor”, denilmektedir. (s. 5)
*
Bu bilgilere bakınca, keşke, kitapta anıların ne zaman, nerede, hangi dilde yazıldığı da belirtilseydi, iyi olmaz mıydı, diye akla geliyor!
*
Ve, kitap için, açıklayıcı olmaktan daha çok yeni sorular akla getiren bir yayın denemez mi?
*
18.2.2022
*
Kitaptan bazı notlar:
Arka kapak yazısına göre, kitap şu 5 Derneğin, Gölcük, İstanbul-Sultanahmet, Karamürsel, Kocaeli ve Sakarya Kafkas Kültür Derneklerinin ortak yayını imiş. (Ve ayrıca s. 4)
Çevireni var, ama hangi dilden çevirildiği yok, belirtilmemiş!
Yayıncıların sunuş yazısına göre de, “Eser 1957-1960 yıllarında Yeni Kafkas Dergisinde yayınlanmış, on sekiz tefrika devam etmiştir.” 3, 4
Kitapta yazar belirtilmemiş, ancak kitabın başlangıcındaki Alihan Kantemir imzalı “BİR KAÇ SÖZ” başlıklı yazıda, s. 5-13, “... harp ve ihtilallerden mucizevi bir şekilde kurtarılmış olan ve torunu Şevket Kundukh tarafından basılması için bize lütfedilen bu eseri, Kafkas tarihi için en kıymetli bir vesikadır./ Bu eser ve Musa paşanın oğlu sabık Türkiye Hariciye Vekili Bekir Sami beyle yaptığımız muhtelif mülakatlar, bize Kafkasya’nın en şayanı dikkat adamlarından birinin şahsiyet ve faaliyetini tanımak imkanını veriyor”, denilmektedir. s. 5
“Kundukhov Rusyanın, tam Gürcüstanı kendisine kattığı 1818 ve Kafkasya’nın bütün müslüman kısmını fethine hazırlanmağa başladığı zaman dünyaya geldi” 6
“Kundukhov Rusların gelmesinden önce... doğu Osetya’yı idare eden bir Taga’ur-Aldar (Feodal-Timar ve zeamet) ailesine mensuptur.../... Sanib köyünde... 1818 de doğdu./.../... emanet sıfatile... on iki yaşında... Petersburg’da Pavlov askeri okuluna gönderildi ve buradan altı sene sonra süvari subayı olarak çıktı. Bir sene sonra (1837)... İmparator I. Nikola’nın Kafkasya’da bulunması esnasında maiyetinde tercüman sifatile refakat etti./... Rus ordusundaki hizmeti... Şamil’in... savaşlarla aynı zamana rastgeldi./ Rusya Kafkasya’yı demirden bir çember içine aldı ve... yağma etmeye başladı... Büyük bir kitle Şamil’i tutuyordu.../ Bu kahramanlık devrinde Musa gerçek bir dram yaşıyordu. Birçok akrabalarile ve özellikle savaşın... kutsal bir görev olduğunu takdir eden kardeşleri Hacı Hamurza ve Hazbulat ile kendisini ayıran siyasi uyuşmazlık manevi ve maddi durumunu güçleştiriyordu. Onlar Şamil’in ulusal ordusuna katıldılar. İmamın ateşli müridleri olarak Ruslara karşı şiddetle döğüştüler... Hacı Hamurza Çeçenistan’da 1844 te kahramanca şehid oldu./... Musa... kardeşlerine karşı silah kullanamazdı. Bunun için Musa önce Oset... sonra Çeçen askeri sancağı şefliği gibi sadece askeri-idari durumdaki işlerle uğraştı. Oradan Varşova’ya sonra da, 1848 de Macaristan harbine girmek üzere Karakova’ya gönderildi./... Kafkasya ile Rusya arasında barış... yolunda bir formül bulmayı daha akılcı gören küçük bir Kafkasyalı azınlığın arasında bulundu./ Musa, Şamil’in... amaçlarına karşı gerçek bir sempati duyuyor... Fakat bir savaş için iyi hazırlanılmamış olduğu kanısındaydı. Mert naip Ahverdil Muhammed gibi, İmam’ın kararsızlığını ve tehlikeli hatalarını eleştiriyordu. Musa’ya göre, 1845 te Prens Vorontsof’un Darginlerdeki seferinde, Şamil Rusların tedbirsizliğinden yararlanamamıştı... hemen aynı hata Vladikafkas ve Nalçik’te yinelendi./ Musa... Dağlıların tarafına geçmekten çekindi.../... Şamil ile Kafkasya’daki yüksek Rus kumandanlığı arasındaki konuşmalarda aracı seçildi. Maalesef bu konuşmalar bir sonuca varamadı. Şamil bütün Kuzey Kafkasya’nın bağımsızlığını istiyordu. Rus kumandanlığı ise küçük Çeçenistan, Terek ve Kuban Ruslara kalmak üzere bir hudut çizmesinde ısrar ediyordu./ Bu koşullar içinde barış söz konusu olamazdı... ve savaş... Şamil’in tutsaklığına kadar devam etti (1859)... birkaç ay geçmişti ki, Musa generalliğe terfi ettirildi... artık istila edilmiş ülkede asayişin temini hususunda yararlanılacağı ümit ediliyordu. Gerçekten 1860 da Musa, Çeçen halkının mülkiyet hakları ve siyasal özerkliğini kazanması koşuluyla kabul etti. Koşullar kabul edildi... sükunet meydana getirildi. Musa da... memnundu. Kendi formulü gerçekleşiyordu... Kundukhov ve Çeçen halkı ümitlerinin boşa çıktığının... farkına varmakta gecikmeyeceklerdi./ Batı Kafkasya savaşı sona erince, Rus hükümeti vaidini, bütün insani ve dini kanunları küstahça geri aldı ve Çerkes meclislerini... kaldırdı (1846). Bu günden itibaren Kafkas tarihinde facialarla dolu bir sahife başlar./... Hıristiyanlığın yayılması, bedeni cezaların konulması, yerli gelenek ve ulusal mukaddesatla kişi hak ve dokunulmazlığına saygısızlık medeni istilaların ilk işleri oldu.../.../ Musa... toprakların... Kazaklara verilmek üzere nasıl gasbedildiğini gözleriyle gördü./... bir kolonizasyon tarzı neticesi olarak bir Dağlı ailesi başına ortalama yarım desyatinlik arazi düşerken bir Kazak ailesine 29 desyatinlik arazi düşüyordu./.../ Musa bütün kudretiyle bu haksızlığa karşı savaştı, arada da raporlar gönderdi... hiç olmazsa... eşit bir arazi payı yapılmasını istedi./ Ne yaptı ise fayda vermedi... Musa... istifaya karar verdi./ Bu general... Rus düşmanı bir ihtilalci oldu... siyasi bakımdan hak verilmeyecek bir karar verdi... Türkiye’ye yerleşmek./ Diğer taraftan... Kafkasya’nın boşaltılması hakkında Haziran 1864 tarihli fermanı yayımlayan Petersburg efendilerinin ekmeğine yağ sürmüş oluyordu. İyi bir idareci ve kahraman bir savaşçı olan Musa burada aynı kudrette bir siyasi olmadığını gösterdi./ Ne karşı görüşlü dostları, ne düşmanları Türkiye’ye kaçışını desteklediler... Rus hükümeti... bir generalini... elden kaçırmak istemezdi./... Osmanlı hükümetinden Anadolu’da mıntıka mıntıka göçmenleri yerleştirmek fermanını alır almaz kitlece Türkiye’ye hicret lehinde propagandalara girişti.../... önce Kırım’da, sonra Kafkasya’da meydana gelen... Rus kolonizasyonu hiçbir aklı başında Türkün hoşuna gitmezdi. Böylece her iki taraf için de zararlı olan bu göçü tahrik eden Musa Kundukhov ne Türkiye’ye, ne Rusya’ya çalışmış sayılır; bir çıkarı olmadığı için de itham edilemez./ Mali durumu çok parlaktı ve Rusya’da kalsaydı daha iyi olurdu... Kafkasya’da geniş araziler önermişlerdi./... göç dalgası çoktan başlamıştı: 1859 da (birinci göç)... bu göç dalgası Ruslar tarafından yalnız süngü kuvvetiyle zorlanmakla kalmayıp, hükümet tarafından halkın dini akidelerine yapılan taarruzla kitleyi ruhi bir çözülmeye sürüklemekle de destekleniyordu.../.../ Kuban’da kalanlar... “... biz müslüman kardeşlerimizin arasında yaşamak... istiyoruz” diye cevap veriyorlardı./ Musa Kundukhov Çeçenlere ve Kuşhalara da Türkiye’ye geçmeyi aşağı yukarı aynı sözleri ileri sürerek tavsiye ediyordu. Şu farkla ki: sonradan Türkler tarafından örgütlendirilmiş ve desteklenmiş bir göçmen ordusu ile tekrar gelerek iğrenç Ruslardan ülkeyi kurtarmayı ümit ediyordu./... Kundukhov ailesi (karısı... bir yaşındaki Bekir Sami, akrabaları ve aşağı yukarı 3000 hane kadar olan kabilesiyle) Kafkasyayı terkederek Erzurum yolu ile Türkiyeye geçti. Musa iyi karşılandı ve kendisine Paşa rütbesi verildi. Tokat civarında Batmantaş’ta yerleşti ve orada 1877-1878 harbine kadar yaşadı./.../ Az sonra Şamilin oğlu Gazi Muhammed Paşa, Fazıl Paşa gibi kişiler de Türkiye’ye göç ettiler./ Türkiye’de, başlarında Musa Kundukhov ve Şamil’in oğlu Muhammed gibi şahsiyetler bulunan büyük bir Kafkas göçmen kitlesinin (aşağı yukarı 1.500.000) bulunması, Rusları endişelendirmekten geri kalmıyordu ... Rus hükümeti, bu iki paşa ile... Afgan sınırına... Yeni Kafkasya kurmak hususunda görüşmek üzere general Fadel’i İstanbul’a gönderdi... özerk olacaktı. Nakil ve yerleşme masraflarını Rusya tekeffül ediyordu. Bu öneri... reddedildi./ Rus hükümeti gerçekte, İngiliz tesir sahasında ve Afgan hududunda bir Kafkas tampon hükümeti kurmayı tasarlıyordu, yoksa... Kafkas göçmen kitlesini zararsız bir hale getirmeyi mi kuruyordu? bilinmez./... Musa Paşa ve Gazi Muhammed Kafkas gönüllülerinin başında... Rus-Türk harbinde Anadolu cephesinde faal bir rol oynadılar.../... Ruslar... Musa Paşa hakkında “Hain Kundukhov Paşa” adında... bir marş çıkarılmasına neden oldu./ Berlin anlaşmasıyla sona eren bu harbin sonucu belli... Osmanlı... kaybetti. Musa Paşa’nın Kafkasya’ya tekrar gidip özgürlüğünü iade etmek rüyası da tamamiyle söndü. Darbe bu kadarla kalmadı. Rus-Türk savaşının başlamasiyle beraber Dağıstan ve Çeçenistan’da ayaklanan halk katliama uğradı ve Türkiye’ye ikinci ve facialarla dolu bir göç başladı ve Musa Paşa Erzurum anahtarlarını rakibi Loris Melikofa teslim etti./.../ Musa Paşanın enerjisi kırılmıştı. Ordudan çekildi ve ömrünün geri kalan kısmını Erzurum’da sükunetle geçirdi. 1889 da orada öldü. Mezarı Narmanlı camiinde.../ Fakat Ruslar bu ölüyü de rahat bırakmadılar. Büyük harpte (1915) Erzurum’u tekrar işgal ettiklerinde camii ve mezarı yıktılar... Sonra bolşeviklik geldi (Veyl mağluplara)./ Alihan KANTEMİR” 5-13
“ÖN SÖZ/... öğrendiklerimi... gördüklerimi... yazmağa sevkediyor./... hükümetin Kafkasya’da izlediği sistem sadece baskı üzerine dayanır. Büyük memurlar gelişi güzel... hükmediyorlardı... üzücü hareketlerde bulunuyorlardı... Dağlıların asırlardan beri gelen kanunları, yararları ve gelenekleri hiçe sayılıyordu... mezalim de kitle üzerinde etkisini göstermekten geri kalmıyordu... böyle bir siyasetin sonucu 25 sene süren... bitmez tükenmez Kafkas savaşları oldu./ Ve bugün Rus hükümetinin Kafkas egemenliğini elde tutmak için yegane sistemi; onları başlarını kaldırmamaları için sefalet içinde süründürmek ve her türlü ulusal varlıklarını unutturmaktır. Bu idare sisteminin ne kadar dayanılmaz olduğunu göstermek için, Rus baskısı altında ve feci koşullarda Kafkasyalıların ülkelerini terketmek zorunda kaldıklarını anlatmakla yetineceğim./ Benim gibi görevini içtenlikle ve gayretle görmeğe çalıştığı halde... kötüniyet altında tutulan ve hükümet için yabancı ve hatta tehlikeli sayılan bir kimse durumunun ne kadar güç olduğunu takdir eder. Mutluluğu rütbe ve nişanda görenler ise belki beni Rusların bol bağışlarına karşı nankörlükle Türkiye’ye geçmiş bir adam sayar... Ben bir asker olarak her ne kadar Çara ait idi isemde, bir insan olarak ulusuma ait olduğumu yadsıyamazdım. Bunun içindir ki asıl görevimin Rusların amansız bir mezaliminden kurtulmak için sefalet içinde ana yurdu terk ederek Türkiye’ye geçen yüzbin haneden fazla soydaşımın yanında olduğunu gördüm./ Aldığım ödüllere gelince, onları alnımın teriyle aldım... Aldığım görevleri... hakkıyle yerine getirdim./ Şamil’in tutsaklığından sonra, halkın günden güne daha fazla hakarete uğradığını... hissetmekle beraber, henüz iyi gelecekten ümitvarım. Halkın durumunda düzelme olanakları, hiç olmazsa milliyetini koruyabilme ümidi, işittiğim bütün acı sözlere rağmen, bana mevkiimi muhafaza etmeyi gerektiriyordu./ En sonunda maalesef yanıldığımı anladım. Mesleğimin de... mutluluğumu başkalarının felaketinde aramaktan başka bir şey olmadığını gördüm” 14, 15
“1837 de İmparator I. Nikola Kafkasya’ya bir gezi yapmağa tenezzül etti./ Vladikafkas’tan geçerken bir tercümana ihtiyacı olacağı için, Tiflis’ten bu kente gönderildim. Bütün barışsever Dağlıların murahhasları hükümdara dileklerini sunmak için seçilmişler, Vladikafkas’ta gelmesini bekliyorlardı... bazı kişilerin evlerinde toplanarak... tartışmalar yapıyorlardı.../.../... 13 Ekim 1837 de İmparatorun yaklaştığı haberi geldi... karşıladılar... Haşmetmeab bana arabasının yanında yürümemi emretti, sık sık... adlarını soruyordu./ Ertesi gün imparator delegeleri güler yüzle kabul etti. Yalnız Çeçenleri gerek kişiliğine, gerekse Rus kanunlarına karşı sadakatsizlikle itham etti./ Çeçenler... şöyle cevap verdiler:/... biz de size diğer Dağlılar kadar sadıkız... başımızdaki hiçbir kanun tanımayan... şeflerimiz, hakkımızda böyle fikir edinilmesine neden oluyorlar./... gördükleri haksızlıkları anlattıkları dilekçelerini de sundular. Çeçenlerin bu doğru, fakat kabaca hareketi hükümdarın hoşuna gitmedi, onları iftiracılıkla itham etti... bu fikirleri söküp atmalarını emretti./ Çeçenler... bu adamdan... iyi şeyler beklenemeyeceğini ve karşılıklı konuşulamayacağını görünce, ne isterse aynen yapacaklarını kendisine vaat ettiler... Nikola... Delegelere... isteklerini... inceleyeceğini söz verdiği halde tamamiyle ilgisiz kaldı.../... zorbalığı seçmiş ve... itaat etmeyenlere karşı ne kadar şedit davranacağını göstermek için fırsat aramıştı... albay prens Dadiani’nin... apoletlerini söktü.../... halk... Ondan çok şeyler... bekliyorlardı. Maalesef Nikola’yı... bencil... halkın yararına kayıtsız gördüler... Kafkas Dağlıları Rus idaresi altında yaşamağa karşı tepki gösterdiler... Çar... Kafkas orduları kumandanı Veliaminofa ayrılırken Çeçenlere karşı çok uyanık davranmasını ve onları sıkı baskı altında tutmasını önemle tavsiye etmişti.../ 25 sene Kafkasya’yı kan deryasına çeviren savaşın... ve Şamil’in bir süre Çeçenistan’da mutlak egemenlik elde etmesinin başlıca nedeni, Çar’ın, Dağlıların haklı isteklerini reddederek yatışmış başların kalkmasına neden olmasıdır denilebilir./... Çar... özellikle Çeçenlerin sıkı bir baskı altında tutulmasını istedi./... bu kadar kanlı bir savaşın ortaya çıkışını beklemiyordu. Delegelerin isteklerinin yerine getirilmemesi sonuçsuz kalmadı... bütün Dağlıların ve özellikle Doğu Kafkas’ın nefret ve güvensizliğini kazandı.../... Baron Rosen... yerine... Golovin atanmış... Veliaminof’un yerine... Grabbe... Çeçenistan’daki kuvvetlerin kumandanı Pullo da... şiddetli raporlar gönderiyordu. Hatta Çar’dan Çeçenlere karşı harekete geçmek emrini bile aldı./ Böylece 1838 kışında Pullo güya... Çeçen köylerini gezmeğe çıktı. Çeçenlerin evleri... Kazaklar ve askerler içeri giriyor, iğrenç asileri güya arıyor... yağmadan geri kalmıyorlardı... şikayetler... göz önüne alınmıyordu./... 1839 da Pullo hareketine devam etti... tüfek toplayarak... Çeçenleri tutukluyordu./... o zamana kadar barış taraftarı olan Çeçenler de Ruslarla savaş taraftarı olanların safına geçmeye karar verdiler... çarpışmağa andiçtiler./... Çeçenlerin arasındaki gizli hareketleri öğrendim. Çeçenlerin yakalanacağından kuşkum olmadığı... için... Tiflis’e gitmeye ve... Golovin’e ayrıntılı olarak anlatmağa karar verdim. Gereken... Pullo hemen geri alınmazsa... ilkbaharda bir ayaklanmanın muhakkak olduğunu anlatmaktı./... Pullo geri alınmadı ve 1840 Martında 28 bin Çeçen ailesi ayaklandılar Ahulgoh yenilgisinden sonra o sırada Şatoyevlilerin yanında saklı olan Şamil’in emrine girdiler./ Hareket komşu kabilelere de yayıldı... bütün Doğu Kafkasya, yalnız Şamahi, Avar, Gazi Kumuk ve Akuh hanları müstesna, Ruslara karşı ayaklandı./ Kumuk, Asetin ve Kabardeyler gibi merkezi Kafkas kabileleri de bu harekete gönülden katılmakla beraber, beyler... Şamil’in emrine girmeyi onurlarına yediremediler.../ İşte 25 sene süren ve Şamil’in 26 Ağustos 1859 da Ruslara esir düşmesiyle sona eren bu kanlı Kafkas harbi böyle başlamış oldu” 16-20
(1840’tan 1859’a: nasıl 25 yıl sürüyor? Ve, öncesi yok mu?)
“Şamil’in imam olarak tanınması... kabilelerin birleşmesini... gerektirdi... geçimsizlikler... terk edildi... şehit düşen... için göz yaşı dökmek ayıp sayıldı. Doğu Kafkas kabileleriyle Çeçenler arasında kaynaşma böyle başladı ve tam bağımsızlık için herkes ölmeğe hazır olduğunu bildirdi./... bu kabilelerin birleşmesi... bağnazlığın etkisiyle değil... ulusal varlıkları için... oldu... Bu onurlu bir karardı./ General Golovin... geç kalmış olmakla beraber önüne geçmeye karar verdi. Bana: cepheye giderek ileri gelen Asetin, Kabartay ve Çeçenlerle konuşmamı... ayaklanmanın nedenini öğrenmemi emretti./ Aynı gün Grozni... giderek... Pullo’ya çıktım. Kendisi üzerimde iki yüzlü ve kalleş bir adam etkisi bıraktı... Grozni’de Çeçenlerden iki kişi bulabildim.../... Pulloyu... milletin ve Çarın düşmanı sayıyorlardı. Bu iki Çeçen’i kumandanın Çeçenlerin bütün makul isteklerini kabule hazır olduğunu söyleyerek ikna ettim, başlıca naipleri görmeye Mairtup’a gönderdim... Naipler... fena karşıladılar. Naip Şuayip... “... nedenini... Pulloya sorsun...”/.../... Ruslarla görüşmeye yanaşmamaya karar verdiklerini anladıktan sonra... iki Çeçen’i yanıma aldım; Kabardiya, Tagaurya ve Digoryada dolaştım, bunların Tiflis’e göndermek üzere seçtikleri murahhaslar hareket etmek üzere idiler./... Asetinleri idare eden... Şiroki adında... terbiyesiz... bir albaydı... Benim etkimle murahhaslar kendisini... şikayet ettiler, o da benim... müşkül durumlara yol açtığımı yazdı.../.../... murahhas prenslerle beraber Tiflis’e geldim.../... Golovin şikayetlerini dinledi... gelecekte iki tarafa iyi günler diledi... prensler... Golovin’den güzel armağanlar alarak yerlerine döndüler, fakat yine ne kişisel medeni hakları, ne de toprak mülkiyetleri üzerinde bir söz aldılar.../... Prens Missostok:/ “... Kabardiya’da kim isyan edecek?... Tagaurya’da daha fena, sınıf mücadeleleri sonucu millet kendini Ruslara vermeyi tercih etti...”/.../ Anzorok: “Bu hediyeleri kabul etmeyeceğiz... Ruslar bunları iki yüzlü bir biçimde veriyorlar...”/... atalarının vasiyetleri.../.../... “... Ruslarla ilişkide olan bir kimsenin onlardan hediye, unvan ve saireyi kabul ederse hain telakki etmeye...”/ Böylece Kabardiya Rus hükümetinden her hangi bir şey kabul eden kimseyi lanetledi” 21-25
“General Golovin bana kendisi kadar güveniyordu ve bunda yanılmıyordu... olanak ölçüsünde bu itimadı hak ettiğimi ispat ediyordum. Bununla beraber mecburen silaha sarılan Çeçenlere de hak veriyordum./ 1843 de general Golovin, general Grabbe ile beraber geri alındı... Neidhard Golovin’in... Gurko da Grabbenin yerine geldiler. Her ikisi de benden kuşkulanıyorlardı. Benim Şamil’le ilişkimin olduğunu sanıyorlardı. Buna neden de şuydu:/ Ağabeyim Hacı Hamurza... Ruslardan hoşlanmıyor... “Ruslar bize üvey ana gibidirler...” diyordu. Ermeniler ve Gürcüler de dahil... savaşın bütün Kafkaslılar için kutsal bir görev olduğunu söylüyordu. Bunun için hiç kimseyi dinlemeden Çeçenistana geçti./ Düşmanlarım... Şamil’le gizli ilişkilerimin olduğuna inandırmak için bundan yararlandılar... Vladikafkas askeri mıntıkasına naklim için dilekçe verdim... general, dilekçemi memnuniyetle kabul etti.../ Diğer taraftan Çeçenler... ağabeyimin... içtenliğine inanmıyorlardı. Rus ajanı olmasından bile kuşkulanıyorlardı. Hatta kılavuzu idam edildi... Şamil’in karşısına çıkarıldı... kuşkular yok oldu...(1)/ Bana gelince vicdanen askeri görevimi hakkıyla başarmağa çalışıyordum; bir derece üst amir olan General Nesteref te bunu anladı.../ (1)Ağabeyim ertesi sene 1844 de Büyük Çeçenistan’da Ruslarla yapılan bir muharebede şehid oldu./... Nesterof... idaresi altında bulunan Tagaurlar ve Nazranlılar kendisini o kadar seviyor.../... Ahmet Han’ın ölümünden sonra Avar Hanlığı ve Akuşin avulu (köy)... Şamilin emrine girdiler” 28-30
“Kont Vorontsof 1845 de Kafkas kral naibi ve Başkomutanı atandı. Aynı yıl Dargi’de... Şamil’in kuvvetleriyle karşılaşmak üzere 25.000 kişinin başında ANDİ’yi geçti./ Bu sefer Rus ordusu için çok feci oldu.../... Şamil... bozulmuş düşmanı sonuna kadar izlese idi Komutanı... tutsak edebilirdi./ Dargi seferinde Vorontsof Vladikafkas (Terek Kale) tan geçerken kendisine Nesterof tarafından övgü ile takdim edildim. Fakat... Komutan beni soğuk karşıladı. Her halde kendisine Şamil’le olan iğrenç münasebetlerimden söz edilmişti./ Manevrayı anlayınca evime döndüm... Dağıstan’a ve Abhazya’ya olmak üzere iki sefer yaptım.../.../ Aynı gün Tsarchinası Beko, Dağlık Çeçenya’dan bir grup dağlı ile birlikte gelmiş, hükümete bağlanmak için Kont Vorontsof’a çıkmıştı./ Komutan bu köyün bağlılığını sevinçle karşılamış... ve durumdan İmparatoru haberdar etti./ Bekho, dünyada söz ve şeref diye bir şey tanımayan bir adamdı. Şamil’e birkaç defa ihanet etmiş Rusları da çok defalar aldatmış, daima taraf değiştirerek olaylardan yararlanmağa çalışmıştı. 1830 da en ileri gelen Teguar Aldarlarından üçünü davet ederek kalleşçesine öldürttü, o zamandan sonra bir intikamdan korktuğu için Vorontsof gelinceye kadar bizim mıntıkamızda çok gözükmedi. Komutan’ın forsuna sığınarak ondan sonra meydana çıktı, hatta öldürülen Aldarların akrabaları arasında bile yerel gelenekleri hiçe sayarak kollarını sallaya sallaya dolaşmaktan çekinmedi. Bekho’nun bu küstahlığını ve uzak akrabalarım olan Aldarların aczini görerek, ilk rastgeldiğim yerde kendisine karşı silaha davranmağa karar verdim./ Böyle bir rastlantıyı bulmaya gerek kalmadan, ikindi üzeri çıkarken kapıda karşılaştık. Peşinde yedi kişi vardı. O da kumandanın yanından çıkıyordu. Derhal ateşlediğim bir tabanca kurşunu arzumu yerine getirdi ve Bekho orada can verdi. Buna şimdi pişman oluyorum. Onun tarafından bana iki el ateş edildi, fakat beni tutmayarak maiyetimden bir atla bir kişiyi öldürdü./ O anda garnizonda alarm verildi. Askerler koşarak araya girdiler ve iki tarafın, yani Bekho’nun adamlarıyla Taguarların birbirlerine girmelerini Allaha şükür önlediler./ Az sonra garnizon kumandanı tarafından çağrıldım... beni böyle bir harekete yönelten şeyi açıkladım.../ Asil Nesterof... endişelerini saklayamadı:/-... Komutanı bunun basit bir intikamdan başka bir şey olmadığına nasıl inandıracağım bilmiyorum, dedi./... üzüntüyle beni askeri hapishaneye gönderdi. Beş gün sonra Tagaur Aldarları (tımar ve zeamet usuliyle derebeyi) topluca Nestorof’a gelerek benim Bekho gibi ulusun bunca kanına giren bir adamın öldürülmesi nedeniyle tutuklanmamdan dolayı çok üzüldüklerini açıkladılar. Buna dayanarak Nesterof beni derhal serbest bıraktı. Komutana da yeni bir rapor yazarak, ülkenin sükuneti namına mahalli adetlere uymak zorunluğunda kaldığını açıkladı. Komutan da bunu tasvip etti. Tagaur, Tsarin kavgası da bu suretle bitmiş oldu./ Dargi savaşından Vorontsof büyük ibretler aldı. Kafkasya’da hükümet tarafından izlenen usulün gönderilen şeflerin çıkarından başka bir şeye yaramadığını gördü. Savaş usulünü ve yönetim biçimini tamamen değiştirdi. Zaten her yeni gelen... kendine göre bir değişiklik yapardı./... Dağlılar... Vorontsof’un iyi niyetine yormadılar, Dargi seferinden sonra birkaç Kabardey ve Tagaurlar Şamil’le müzakerelere giriştiler, hatta kendi ülkelerine davet ederek genel bir ayaklanma hazırlamağa başladılar... benim idare etmem hususunda ısrar ettiler. Kalben kendilerine başarılar dilemekle beraber, bu isyanın kötü sonuçlar doğuracağından tamamiyle emindim... kral naibi nezdinde toprak mülkiyeti ve kişisel hak düzenini saptamaları hususunda girişimde bulunmalarını tavsiye ediyordum. Bu arada Kafkasya’da kalmak istemedim... bir fırsattan yararlanarak Varşova’ya gidecek olan bir Dağlı süvari alayını götürmek görevini aldım./ Ertesi sene 1840 (Benim notum: nasıl ertesi sene oluyor ve s. 42’de 1846) da Şamil 10.000 kişilik bir ordu ile Büyük Kabardiya’ya geldi... bir prens, adamlariyle birlikte Şamil’in tarafına geçti. Diğer bir çokları Rus tarafdarı kaldılar. Şamil gevşek hareket etti... Nalçik kalesi yakınında konakladı... kaleye taarruz etseydi onu alabilirdi. On gün Kabardeylerin hep birden ayaklanacağı ümidiyle bekledikten sonra, Şamil ani olarak Ruslar tarafından sarıldı... ustaca... çekilerek... Çeçenya’ya geçti.../ Bu hareketi Şamil tarafına... bazı Kabardeyler ve... Tagaur Aldarları kazandırdı. Hepsi Şamil’le beraber Çeçenya’ya geçti... Naib nasbedildiler.../ Şamil’in Kabardiya’yı bıraktığının ertesi günü Prens Vorontsof Vladikafkas’a gelmişti. Şamil’e uymuş olan Kabardey ve Tagaurlara hiçbir şey yapmamakla beraber Ruslara sadık kalmış olanları ödüllendirdi... Dağlılar Vorontsof’a iyiliğe hazırlanmış kötülükten kaçan bir adam gözüyle bakmağa başladılar. Bu sistem Vorontsof’u... muvaffak etti. Dağlıların yumuşamasını ve Rusların Kafkasya’daki egemenliğini sağladı. Kral naibinin Tiflis’te heykeli dikildi./.../... Şamil Kabardey’de iken, ben Varşova’da bulunuyordum.../ .../ Varşova’dan... döndüğüm zaman... Vorontsof ve özellikle karısı bana hususi bir önem verdiler.../ 1848 de komutan bana, Şamil’i... barış görüşmelerine razı etme görevini verdi. Görüşmeler önceleri iyi gitti, fakat maalesef öyle devam etmedi. Şamil... bütün Dağlıların bağımsızlığını istiyordu. Prens de Küçük Çeçenya müstesna olmak koşuluyla bunu kabul ediyordu. (Benim notum: bunu söylerken ciddi mi?)/... birkaç Çeçen bir Rus binbaşısını tutsak ettiler. Şamil... kurşuna dizdirdi. Bu olay... Vorontsof’u o kadar kızdırdı ki hemen bütün barış görüşmelerine son verdi./ Bu görüşmeler sırasında Çeçenya’da çok acıklı anılarım oldu. Kimi köylerde zavallı halk gece gündüz elde silah bekliyor, bazen düşmanın büyük ve dehşetli bir hücumu küçük köyü silip süpürüyordu. Halk ölüm korkusunu bir tarafa bırakarak camilerde dua ederek teselli bulmağa ve böylece manevi gücünü bozmamağa çalışıyordu./ Herkesin ağzında milli ilahiler duyuluyordu: “Bir Allahtan başka Allah yoktur. Yarabbim, senden başka kimsemiz yok. Sana sığınıyoruz. Ümidimiz yalnız sende. Duamızı kabul et, bizi zalim Moskof’tan kurtar.”/ Bu ilahi her köyde herkesin ağzında idi” 31-36
“Tiflis’e dönünce... Vorontsof bana özellikle sordu:/-Çeçenlerin durumu nasıl?/... anlattıktan sonra dedim ki:/-... Gelecek için endişeleri ölümden çok tutsak ve zulme mahkum olmaktır./.../... şöyle dedi:/-Pek zeki olmasalar gerek. Her divane ölmesini bilir. İleri gelen Çeçenler arasında Şamil’in... halkı kötü bir sonuca sürüklediklerini anlayan kimse bulunmaz mı?/-Muhakkak, hatta pek çok, diye cevap verdim.../-Zaman her şeyi yoluna koyar, dedi ve devam etti... ağır, fakat kesin olarak yürüyeceğiz... Hekhin köyü reisi Moitti’nin başından geçen ilgi çekici bir olay... tutsak... Fidur... bana düştü... ağlıyordu./.../... Uruz Martanof kalesine götürdüm... benden kaçtığını söylemesini öğütledim.../ O günden itibaren Moitti’ye karşı bir sempati duydum... Benimle beraber göçtü ve Erzurum’da öldü./... Vorontsof gibi insanca düşünen ve kanlı savaşlara son vermek isteyen adam Şamil’in bir hatası yüzünden kararını değiştiremezdi. Herhalde... Petersburg’un muhalefeti buna engel oldu./ Bir yıl sonra, 1848 de İmparator, Macaristan seferi dolayısıyla Dağlı süvari alayını... takviye etmek istedi. Fakat artık Dağlıların bu alayda çalışmağa istekleri yoktu... Vorontsof... gönüllü toplamamı ve Varşova’ya hareket etmemi emretti./ Binbaşılığa terfi etmiştim. Böyle bir terfiin sevinci ile gönüllü toplamağa başladım. 1849 martında alayımı hazırlayıp birlik ile beraber sefere katıldım./... Macaristan’a gitmek emrini aldım./ 15 Haziran 1849 da Radzevil’de sınırı geçtim. Aynı sene 24 Eylülde Macaristan seferi sona erdi... alay kumandanlığına atanmamı bekledim.../... Prens Bebutof... şimdilik komutan yardımcılığına atandığı söyledi./ Bu görevi reddettim.../.../... Dağlı birlikleri... delegeler gelerek... buraya Musa ile beraber geldik ve onun emri altında çalışmak istiyoruz... Musa giderse bizi hiçbir kuvvet burada tutamaz, eğer ölmek gerekirse son ferdine kadar ölürüz... dediler.../.../ Prens Bebutof onları endişe ile dinledi... Beş gün sonra Kafkas Dağlı süvari birliğinin kumandasını aldım... Polonyalılar... Kafkaslıları çok seviyorlar... Ruslardan nefret ediyorlardı./ Birliğin kumandasını elime alır almaz bir mektep açtım... biraz Arapça öğrenmelerini emrettim... şehit düşen Dağlılara özgü kabristan... bakımsızdı... duvar çektirdim... anıt diktirdim... amacım, bir Dağlının üzerine aldığı görevi nasıl hak ettiğini göstermekti./ 1851 de Kafkasya’dan ağabeyimin Şamil’in tarafına geçtiği ve birçok Tagaur Aldarlarının da aynı şeyi yapmak üzere olduğu haberini aldım... yardım etmek isteyerek 18 Nisan 1852 de dört ay izinle Kafkasya’ya hareket ettim.../... Asetin askeri mıntıka kumandanı Baron Vrevski’nin asil sınıftan halka adına şimdiye kadar görülmemiş bazı taahhütler istediğini öğrendim./ Aldarlar (derebeyler) başlarına geleceği sezerek Şamil’le görüşmeye girişmişler, Aldarlara gönderilen Şamil’in adamlarından biri yolda bir Rus nöbetçisi tarafından öldürülmüş ve Şamil’in ağabeyime gönderdiği mektup üzerinde bulunmuş. Bunu haber alan ağabeyim Ruslar tarafından yakalanmadan... Şamil’in tarafına kaçmış./ Komutandan izin alarak tarafsız bir Çeçen köyünde ağabeyimle buluştum... vazgeçmesini... söyledim. Ağabeyim kesinlikle reddetti ve: “Bu soylulara konulan koşullar içinde yaşamaktansa ölmek daha iyi...” dedi./... Onların fikirleri: Şamil’in esaslı bir kuvvetle askeri Gürcü yoluna ilerleyerek Vladikafkas... üstünden bu yolu tutmak... 25.000 aileyi ayaklandırmaktı./ Şamil’in kararsızlığını, Tagaur ve Digor’lar arasındaki sınıf geçimsizliklerini bildiğim için 1846 (Benim notum: s.34’de 1840) da Büyük Kabardeydeki durumu göstererek bundan bir sonuç çıkmayacağını söyledim. Ağabeyime eve dönmesini tekrar teklif ettim... kararında ayak diredi.../... General Vrevski’ye ağabeyimle görüşmemizi... anlattım. Oradan Tiflis’e geldim” 37-42
“... iznim sona ermeğe başladı... kardeşim İdris’e ve bana, Kafkas ordusunda bir görev verilmesini diledim./... Vorontsof’tan izni almıştım ki... Şamil’in... adam topladığını haber aldım... Vrevski... kardeşim Hasbulat’ın Çeçenistan’da yaptıklarını öğreniyor ve bunları benim telkinimle yaptığı... kanısını besliyordu... benim bütün hareketlerimi gizlice izlettiriyordu... beni göz altında tutmak yetkisine sahipti... göze batıyordum./... kuşkularını bildiğim için kendisine karşı görevimde çekingen davranıyordum. Nitekim Şamil’e karşı yapılan hareketlere ne ben, ne kardeşim İdris katıldık.../ Şamil... uygun durumları olumlu yönde kullanmayı beceremedi... başarıları... Dağlıların kahramanlıklarının sonucu olmuştur./.../... Tiflis’e, Başkumandan’ın yanına davet edildim.../.../... Evdokimof geldiğimi görünce çok memnun oldu. Kendisiyle beraber Türkiye seferi başlangıcına kadar çalıştık. İlişkilerimiz iyi gitti... 1855 de... Vorontsof’un yerine General Muravief geldi. Vladikafkas’a geçerken Tiflis’de bana alayımın niçin Türklerle çarpışmadığını özellikle sordu... fırsat... verilmediğini... söyledim./.../... 400 kişilik bir Dağlı alayı teşkil etmek emri geldi... Ancak 150 gönüllü çıktı... bu işin Dağlıların sevgisini kazanmış bir subaya verilmesini emretti. Kardeşim süvari yüzbaşısı İdris seçildi... hoşumuza gitmemekle beraber kabul etmek gerekti./... kardeşim... Dört ay hizmetten sonra... binbaşı rütbesi... ile eve döndü./ Aynı sene... Evdokimof bütün Terek vilayeti kumandanı nasbedildi... 1856 da Muravief geri çağrıldı, Kafkas ordusu komutanlığı ve kral naibliği unvanı Prens Baryatinski’ye verildi./... Evdemikof’un yanında... seferlere katıldım... 14 Ocak 1857 de... herkesin hayret ettiği gibi Vladikafkas askeri mıntıkası kumandanlığına atandım.../... bir isteğimi yerine getirme olanağı veriyordu... birçok aileleri... düşmanlık halinde tutan bazı adetlere nihayet vermek... bahçeciliği ilerletmek, okular açmak gibi./ Odesa’dan tarım aletleri yapan bir İngiliz getirttim... elimden geleni... yaptım./.../ “... mıntıkanın idaresi albay Kundukhof’a verildi. Yedi aylık... yönetimden sonra... düzeni sağlamayı başardı. Eşkiyalık sona erdi.../... generalliğe terfi ettirmenizi...”/ EVDOKİMOF/... Evdokimof’un önerisi sonucunda, 1860 da generalliğe terfi ettim... aynı sene Çeçen mıntıkası ve orada bulunan bütün kuvvetlerin kumandanı tayin olundum.../ Çeçenistan’da Ruslara karşı olan eski kin ve düşmanlık yeniden, yeni kuvvetler ve ümitlerle uyanmağa başlamıştı... dağlık Çeçen mıntıkasında ŞATOY halkı, ÇABİRLER ve İÇKERLER ayaklandılar ve Rus kalelerine taarruz ettiler.../ Çeçen mıntıkasının idaresini ele alır almaz... bütün köyleri dolaştım. Din adamları ve halk şikayetlerini, idareye karşı... endişelerini açıkça söylediler. Güya:/-... Hükümet Çeçenlerden ağır vergi alıyordu... Bedensel cezalar da almış yürümüştü.../ Allaha şükür... bir savaşın önüne geçebildim. Çeçenleri ve Rusları savaş başlamak üzere iken yatıştırdıktan sonra iktidar mevkiindekileri... Rusların ne istediklerini Çeçenlere anlatmak gereğine inandırmaya çalıştım... Başkumandan Çeçen halkına... açıklamada bulundu:/ Çeçen Halkına!/... İmparator adına.../... inançlarınızda... serbest bırakıyor./.../ ... Tayin edilen idare amirleri sizi idarede şeriat ve adetlere bağlı olacaklar, yargı ve ceza sizin tarafınızdan seçilen... hakimler tarafından yapılacaktır./... Mülkiyet hakkı kesindir.../... “kan davası” yasaktır.../ Kafkas Ordusu Kumandanı ve Naibi/ Mareşal Prens Bariatinski/... bu belgeyi... alınca sevincimden duramadım. Sonradan bu sevincimin yersiz olduğunu anladım. Hemen bütün naiplere... Grozni kalesine gelmeleri emrini yolladım./... binlerce insan geldi... belge kendilerine okunduktan sonra verildi... Çeçen halkının... haberdar edilmesini istedikten sonra... şöyle bir mesaj gönderdim:/ “Çeçen Halkı/ Bu senenin 17 temmuzunda idarenizi ele alır almaz... köylerini dolaştım... hareketlerinizi düzelteceğinize... yemin ettiniz./... endişelerinizi de gizlemediniz... İmparatorun Çeçen halkına gösterdiği bu sevgi sizden çok beni sevindirdi. Çeçen halkına bundan büyük iyilik yapılamaz... müsterih olabilirsiniz... torunlarınız... yararlanacak.../ Çeçenler... lütufların kıymetini çok iyi takdir eden bir şefiniz ve hemşehriniz sıfatiyle size şu tavsiyede bulunmak zorundayımki: bu haklara dört elle sarılınız.../... eşkiyalığı, birbirinizin kanına girmeyi bırakınız...”/... Çeçenistan’da düzeni... kurmağa kolayca olanak buldum. Hatta 1861 de sol kanat dışında bütün ülkede boyun eğmemiş bir tek insan kalmadı.../ Grozni’de Çeçen çocuklarının Arapça, Rusça ve General Baron Usların kitabı ile Çeçence... öğrenebileceği bir okul açtım. Baron Uslarla 1837 de Terekkale’de... tanışmıştım... Dağlıları öldürüücü metodlara değil, medenileştirmekle yola getirmeyi telkin ediyordu... Abazaların ve Çeçenlerin minnet ve hürmetine layıktır./ Şeflerine gelince, hizmetlerimi ümidimin üstünde takdir ve teşci etmişlerdi. İki yıllık yönetimim sırasında bol bol ödüllendirildim. General major rütbesi, birinci derecede An ve Stanislas nişanları ve 12.000 rublelik bir tahsisat ile taltif olundum./ Kazamı genişletmek isteğiyle hükümet Şatoy ve İçkeri mıntıkalarını da ekledi./ Ülkeme... yararım olduğu kanısıyle durmadan dinlenmeden işimi yapıyordum” 43-51
“Birdenbire hükümet, her zamanki gibi, durum değiştirdi ve Çeçenleri Terek civarına göç etmeye zorlamak için ellerindeki topraklara el koydu... bir komisyon kuruldu... Çeçenlerle yapılan sözleşmenin tersine bütün dağlık kısım devlet malı kaydedildi. Çeçenlere içinde ağaç bulunmayan kısımlardan çok az arazi verildi: Beş nüfuslu bir aileye 7 ila 10 desyatinlik (bir desyatin bir hektardan az fazladır) yer düşüyordu./... ilk yapılan vaitlere ne denli sevinmişsem şimdi de o denli üzüldüm... düşünüyor... kendime... soruyordum:/... Hükümet... Kafkas halkını mesut ve Çara sadık bir kitle haline getirmek istiyor muydu?... hükümetin iki yüzlü bir siyasetle halkı dininden ve milliyetinden uzaklaştırarak Ruslaştırmağa çalıştığı anlaşılıyordu... her şey açık./... Bu böyle ise çalışmak neye yarar?... Artık istifa etmek zamanı gelmiş değil midir?/ O güne kadar... ülke işlerini denetleyebilmek ümidiyle hizmet etmiştim.../ Maalesef... feci bir şekilde aldanmışım ve içten gelen dileğimin gerçekleşmesi çok uzaktır (Benim notum: Yanıldığını ancak 25 yıl sonra idrak edebilmiş).../... Hükümet... Grozni kalesine... Uslar ve albay Rozen Kampf’ı gönderiyordu... Uslar’a verilen görev Çeçenlerin yararına idi. Orada kültürü geliştirecek... Rozenkampf’a verilen görev tam tersine, tam anlamıyla ezici idi. Çeçenleri gruplar halinde Terek gerisine atarak Kazak köylerine dağıtmaktan ibaretti. Böylece Kazakların arasında tamamen kaynaşacakları ümit ediliyor, yani Çeçen adının bile ortadan kalkmasına çalışılıyordu... Uslar ve albay... hükümetin hareket tarzına hayret ediyorlardı. Çeçen halkının bana güveni var. Beni seviyor, fakat ben onların duygularına karşılık veremiyorum. Çarın hizmetine olan zorunluğumla kendilerinden gerçeği gizlemem ve felaketlerine alet olmam icabediyor. Hizmetlerimden dolayı şeflerim tarafından bol bol ödüllendiriliyordum. Fakat bu beni artık tatmin etmiyordu... dürüst bir adam için doğru değildi./ Bütün bu düşünceler... bende bir tiksinti uyandırdı. Israrlarım üzerine... Çeçen mıntıkası idaresinden bağışlandım./.../... Kundukhov’un... hizmetleriyle hakettiği ödülün verilmesi hakkında bir rapor sunmuş bulunuyorum... idare etmekte gösterdiği beceriden dolayı kendisine alenen teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Bütün Çeçenistan’a yayılması olası bir isyanın öncesinde... Çeçen mıntıkası idaresini kabul etmekle... yalnız Çeçenlerin bağlılığını sağlamakla kalmayıp diğer mıntıkaların da sükunet bulmasına neden oldu. Yerlilerin kendisine olan güveninden yararlanarak yazgıları üzerinde müsterih olmalarını temin etti. Bu da, ülkenin bugünkü ve yarınki sükunetinin temelidir./... General Prens Sviatopolk-Mirski, vilayet kumandanı.../... kumandanlık, istifamın, beni çok seven Çeçenler tarafından Rusların kendileri hakkında bazı kötü niyetlerine çevireceklerinden çekinerek...ileri gelen kimseler... Çeçeni kalesinde toplanmalarını emretti. Böylece orada üç bin kadar Çeçen, Şatoy ve İçkerli toplandı./... Prens... halka... dedi ki:/-... Kundukhov... bağışlandı. Prens Tumanof yerine... çağırıldı... Prens Gürcü, yani hemşerinizdir.../... cemaat mırıldanmağa başladı... Kadı Ali Mirza... dedi ki:/- Musa’nın... şefimiz olarak kalması için evimizden bir ferdimizi kurban ederiz... onu bize bırakmanızı rica ediyoruz./ Prens... halkın arzusunu kabul etmemi rica etti, fakat reddedilince ona dedi ki:/-... gördünüz./... Alhan köyü muhtarı söz aldı... dedi ki:/... Tumanof... eskiden kumandanı olduğu Şatoy mıntıkası halkından öğrendiğimize göre mert bir adammış. Bununla beraber... kendisinin tutacağı idare yolunun gelişi güzelliğine dayanamayacak olan halkın, ölümü pahasına da olsa, yine ayaklanacağından korkuyor./... halk uğuldamağa başlamış.../... Prens Mirki’ye ileri gelenleri... alarak gitmesini rica ettim./... bana hak verdi... toplantıyı terketti./ Prens; Çeçenleri inandırdıktan sonra Vladikafkas’a döndü. Tumanof da mıntıkanın kumandasını ele aldı./ Bir süre sonra... Mirski’nin... Yerine General Loris Melikof geldi./ Artık nişan, terfi ve Çar’a hizmet etmek arzularını tümden kaybetmiştim. O zaman yerlilere verilen, Kafkas ordusunda süvari kalmak hakkını kullanmayı düşünüyordum. Böylece maaşımı almakta devam etmekle beraber ülkemde, evimde kalabilirdim. Aynı sene kışın, büyük bir sefer hazırlanmıştı. Yerli Dağlıları Laba ve Kuban nehirleri arasındaki yaylaya aktarmak söz konusuydu. Her aileye 10 desyatinlik (bir desyatin onüç dönümdür) toprak veriliyordu. Böylece Laba’dan Karadeniz kıyısına kadar uzanan araziye, her aileye 25 desyatinlik arazi vermek şartiyle Kazakları yerleştirmeğe karar verildi./ Bu haberi alınca, Terek vilayeti Dağlılarının gerçek durumlarını bildiren bir rapor yazmağa karar verdim. Raporumu ... General Kotsebu’ya... 25 Mart 1863 de takdim ettim” 52-56
“Aynı sene, Abzekhler.../... 60.000 den fazla aile... Türkiye’ye göç ettiler. Büyük bir kısmı yolda mahvoldu./... Loris Melikof... Çeçenlerin Terek ötesine... aktarılması hakkında... bir proje sundu: Bu projeyi gerçekleştirmek için Batı Kafkasya’daki kuvvetler Çeçenistan doğrultusunda harekete geçtiler... Melikof’un... Kendisini ziyarete gittim... doğru olup olmadığını sordum./ Loris... projesini gizli tutarak kurnazca cevap verdi:/... raporda Çeçenlere çok az toprak bırakıldığından... şikayet etmişsiniz. Majeste... Çeçenlerin geleceğini temin etmeyi düşünerek onları daha çok yere sahip olabilecekleri Terek ötesindeki mıntıkaya aktarmaktan başka çare göremiyor./.../... Çeçenlerle beraber bütün Doğu Kafkasya da ayaklanacak, savaş... uzayacak.../... sözlerimin kıymetini takdir ettiyse de kurnazlığı daha ileri götürerek dedi ki:/-Çeçenisatn her taraftan kuvvetli bir kordonla çevrilecek... Majeste, sizden başka kimsenin bu önemli görevi başaramayacağını çok iyi biliyor./... bu şerefi kesinlikle kabul edemiyeceğimi... Çeçen halkının güvenini kazandığımdan... ölümden ziyade korktukları bir şeyi, sevgili Çeçenistanlarını bırakarak Terek ötesine gitmelerini, yüzüm kızarmadan nasıl önerebilirim? (Benim notum: Ama, Türkiye’ye gelmelerini organize etmiş) / Loris, Grandüke böyle bir hizmetten nasıl kaçınabileceğime hayret etti. Bana dostça... işi büyütmemi söyledi.../... fikrimi sormak arzusunu duydu./... Gereksiz kan akmasına engel olmak... için Türkiye’ye göç etmek isteyen Çerkeslere izin almasını tavsiye ettim. (Benim notum: İzne gerek mi vardı? Zaten Rusların istediği bu değil miydi?) Göçeceklerin çoğunu Çeçenlerin teşkil edeceğini ve bunun da ülkenin yatışmasını kolayca sağlamaya yarayacağına kendisini ikna ettim. (Benim notum: İkna edilmesine gerek mi vardı? Zaten onun istediği de bu değil miydi?) Bu davranışının ödülsüz kalmayacağını da ekledim.../ Fikrimi büyük kurmay başkanlığına bildirmeyi kabul etti. O da Loris’in mektubunu alınca beni Tiflis’e çağırdı... gittim... Kartzef bana özellikle dedi ki:/-... Melikof, Çeçen ormanlarının sakinlerinden temizlenmesi ve bunların Terek ötesine aktarılması hakkında kolayca bir proje ortaya attı. Şimdi bu proje İmparator tarafından doğru bulunduğu ve uygulanması gerektiği sırada kendisi kaçınıyor./ Cevabımda, Loris’i bir tarafa bırakarak, General Kartzef’i Dağlıların Terek’ten Türkiye’ye göç etmelerini uygun görmesi gerektiğine inandırdım. Kurmay başkanının raporu üzerine, Altes projemi doğruladı... bu işi başarmam için gereğinin yapılmasını emretti. Bütün bu olanlardan henüz Çeçenlerin sözü geçen şeflerine söz etmemiş olmakla beraber, benim fikrimde olacaklarını hissediyordum. Onun için bana, İstanbul’a giderken Türk hükümetiyle, Çeçenleri kabul edip etmeyeceklerini ve kendilerine yer verip vermeyeceklerini görüşmek üzere (Benim notum: Buna da gerek var mıydı, acaba? Ayrıca bu görüşmeyi neden Kundukhov yapıyor? Rus elçiliği bunu yapamıyor mu?) izin vermeleri koşuluyla bunu memnuniyetle kabul ettim. Grandükten istediğim izni, pasaportumu ve yol harçlığı olarak bin ruble alınca, haziran ayı içinde Tiftis’ten hareket ederek doğruca İstanbul’a gittim./ İstanbul’da Şark oteline indim. Göçmenlerden Kafkasyalıların Türkiye’deki durumlarının genellikle iyi olduğunu öğrendikten sonra, (Benim notum: Oysa s. 57’de büyük kısmı yolda mahvoldu diyor! Ayrıca hangi göçmenlerden öğreniyor, acaba?) general üniformamla Hariciye... Nazır Ali Paşayı ziyaret ettim. Beni çok iyi karşıladı... Çeçenlerin Türkiye’ye... kabul edilmelerini... rica ettim. (Benim notum: Oysa henüz Çeçenlerin böyle bir göç etme istekleri yokmuş.) / Ali Paşa... Kafkas Dağlılarını memnun etmek için elinden geleni yapmağa hazır olduğunu söyledi ve Sadrazam... Fuat Paşa’yı ziyaret etmemi söyledi./ Ertesi gün, Fuat Paşa’ya gittim. Beni aynı sıcaklıkla karşıladı. Bütün Kafkaslılara, Ruslarla savaşa devam etmenin olanaksızlığını anlayarak Türkiye’ye göç etmelerini, bunun gelecekleri için daha hayırlı olacağını tavsiye etti./ Onbeş gün kadar arizanın cevabını bekledikten sonra Ali Paşa beni davet ederek, Babıali’nin her sene Kafkasyalı 5000 müslüman ailenin gelmesini memnuniyetle kabul ettiğini, fakat... zorluksuzca yerleştirilebilmesi için hep birden değil de aralıklarla gelmelerini bildirdi./... Çeçenlerin topluca yerleştirilmelerini ve diğer Çerkesler gibi dağıtılmamalarını istedim. Bu da kabul edildi. (Benim notum: Ama sonuç öyle olmamış ve acaba, o tarihte diğer Çerkesler gelmişler ve dağıtılmışlar mı idiler) /... Ali Paşa bana dedi ki:/-... her müslümanın görevi... İslamlığa hizmet etmekti./... görevimi yapmağa çalışacağım, diye cevap verdim./... Fuat Paşaya gittim... o da bir müslümanın vazifeleri hususunda... Ali Paşanın söylediklerini söyledi./... Hüseyin Paşaya (Çerkes Ubıh kabilesinden Berzeg ailesinden) gittim... Ubıh... Hafız Paşanın kardeşi Ali Paşa da orada idi... Bu göç sorununda acele etmemi rica ettiler.../ Kendilerine... beklemeyi vadettikten sonra sabık Sadrazam Kayserili Paşayı ziyaret ettim... Türkiye’ye geçmemi istiyordu. İlk fırsatta Rus hizmetini terkedeceğime dair benden söz aldılar./ Kırkbeş gün İstanbul’da kaldıktan sonra... Odesa’ya hareket ettim. Burada oğlum ve yeğenim... karşıladılar... Oğlum Arslanbeg... Grandük Mişel’in bana selamını söyledi. Bundan Asetin Dağlıların Terek vilayetinden Türkiye’ye göçünü son derece arzu ettiğini, onun için de beni yüreklendirmek istediğini anladım./... Kotzebu’nun evine gittim.../.../... Prenses Vorontsof’u ziyaret ettim.../.:./ Akşam oğlum İstanbul’a ne yapmağa gittiğimi sordu. Türkiye’ye gidip yerleşerek sonra Türklerin desteklemesiyle Kafkasya’yı kurtarmak hususunda fikirlerimi kendisine açtım. Zavallı çocuk bu sözlerimden o derece memnun oldu ki, kollarıma atılarak bu güzel fikrim için teşekkür etti.../.../... çocuklarımın Rus hükümetinin niyetlerini çok iyi anladıklarını... gördüm./ Ertesi gün, Kerç’e kadar denizden, ondan öteye de kendi arabamla yoluma devam ederek Terekkale’ye... geldim. Yolda molalardan birinde, geçen yılki göçe (1864) yetişemeyerek geç kalmış olan Çerkes göçmenlerine rastladım (Benim notum: Oysa hala 1863! Zira İstanbul’a gelişi 1863’te ve o sırada oradan döndüğüne göre henüz 1863’teyiz. O halde, nasıl 1864 oluyor ve geçen yılki Çerkes göçü söz konusu olabiliyor?) ... feci görünüm.../.../... Stavropol’a gelince... az çok sevilen... Evdokimof’a uğradım./ Evdokimof, Armiachka (Ermeni) diye anılan General Loris’i çok iyi tanıyordu... bana kendisine güvenmemi (Benim notum:?!)... tavsiye etti. Şahsen Türkiye’ye hicretimi tasvib etti.../ Ekim ayının ilk günlerinde Vladikafkas’a vardım. Loris’e giderek Babıali’nin Kafkas göçmenlerini kabul ettiğini bildirdim. Aynı gün... Kartsef’e bildirmem hususunda diretti. General Kartsef’e kendisine Grandükün bu sırrı şimdilik yeni bir emre, yani Rus hükümeti resmen Türkiye’yi haberdar edinceye kadar saklanması emrini bildirdi.../ 24 Ekim 1864 de (Benim notum: Anlatılan olaylar 1863’teydi, bu bir yıl sonra mı?) Loris’ten, Vladikafkas’a... kendisini görmeye gitmem hakkında bir mektup aldım. Varır varmaz Loris, Grandükün İstanbul sefiri İgnatief’ten benim Türk hükümeti ile... gizli görüşmelerin ayrıntıları üzerine bir mektup aldığını ve Grandükün gülerek: “General Kundukhov’un Türkiye’ye gezisinden sefire bahsetmemekle kendisine kötü bir oyun oynadık” dediğini anlattı. Sonra devam etti:/-Altes sizden son derece memnun. Yalnız Çeçenistan’da... karşılıklık olacağından endişe ediyor.../ Fazla durmayarak arzumu Loris’e bildirmeye karar verdim. Bu göçü... bir damla kan akmadan yapmak için... göçmenlerin başına geçmem gerektiğini söyledim./.../ Bu planı gerçekleştirmek için canımı ve malımı fedaya hazır olduğumu anlatınca devam ettim (Benim notum:?!):/-Evet, bu sizin hesabınıza büyük bir fedakarlıktır.. Bu kadar yükseldikten sonra onu kaybetmeğe karar vermek.. Fakat bana öyle geliyor ki ne Grandük, ne de Haşmetmeap İmparator gitmenize izin verecektir./-O zaman işin başarılacağını sanmam, dedim./.../... ertesi günü Loris’in bu işi Grandük’e arzetmek üzere Tiflis’e hareketine karar verdik. Dört gün sonra Loris gelerek başka türlü harekete olanak olmadığı takdirde gitmeme Grandük’ün büyük bir güçlük görmediğini bildirdi./ 1865 senesi şubatının sonlarında Loris, Grandükten Çeçenleri harekete hazırlamak emrini aldı... Ben de Loris’ten bu göçün başlaması hakkında resmi bir mektup aldım. Hiç zaman kaybetmeden, sayın Çeçen naibi Sadullah, Karabulak starkinası Alajuko Tsug’u ve ülkenin birçok saygın kimsesini davet ettim. Kendilerine geçmişi ve şimdiki durumu açıkladıktan sonra Kafkasya’dan ne beklediklerini sordum. Hep birden hristiyanlaşmaktan başka bir şeyin söz konusu olamayacağını söylediler. (Benim notum: Oysa öyle olmadı) İçtenliklerini anlayınca kendilerine gözyaşları ile Kafkasya’yı terkederek benimle beraber Türkiye’ye göç etmelerini önerdim. (Benim notum: Nihayet göç edeceklerin de göçten haberi oluyor!) Orada belki Rusların bizden gaspettikleri kadar iyi toprak elde edememekle beraber (Benim notum: Oysa, kendisine, gaspetmek bir yana, ödüller veriliyor!)... ilk fırsatta Türklerin yardımıyle düşmanımızı Kafkasya’dan kovmak için hazır bekleyeceğimizi anlattım./ İçlerinden bazıları ana yurdu terketmektense ölmeyi seçtiklerini ve bir isyan daha yaparak bir deha daha talihi denemek istediklerini söylemeğe hazırlanınca (Benim notum: Onlar söylemeden ne söyleyeceklerini de biliyor!) kendilerine şöyle dedim:/-... Yahudiler kadar herkesin nefret ettiği bir ulus yoktur... onların arasında dürüst... insanlar vardır. Onların kötü tarafları yalnızca bir yurda sahip olmamalarından (Benim notum: Kendisi yurtlarını terketmelerini önerirken böyle söyleyebilmek... ne denebilir, bilemedim!) ... ileri geliyor ve sadece karınlarını doyurmak için çalışıyorlar./ “Ben geleceklerimizin böyle bir sonuca uğramamaları için kendilerine bir vatan aramak gereğini duydum. Müslüman olmak sıfatiyle Türkiye’yi seçtim. Osmanlılarla ruhen ve kalben kaynaşabiliriz... halbuki burada bizim, her şeyimizi, yurdumuzu ve haklarımızı gasbetmiş bir düşmanla kaynaşmamız ayıp olurdu.”/ “... gelecek kuşak... bizim olmaktan çıkmış olan ana yurtta yaşamakta devam etmek dileğiyle kendilerine tutsak ve gerçek bir gelecek bırakmamamızı lanetle anacaktır. Bir kelime ile, yurdumuzun geleceğini düşlediğim zaman, onu çekilmez buluyorum... İki şerden azını seçmemiz gerekiyor.” (Benim notum: İlginç bir iddia! İyi politikacılık mı? Bugünden bakıldığında haklı sayılabilir mi?” 57-66
“Hepsi itirazsız göç fikrini kabul ettiler (Benim notum: Bu kadar kolay mı?).../ Bu göçün karadan, Gürcü askeri yolundan olacağını ve her türlü gereksinmenin sağlanacağını söyledim... sükunetle... hazırlanacaklarına söz verdiler./ Sadullah’a ben ve ailem yola çıkmadan hareket etmemelerini göçmenlere iyice tembih etmesini söyledim. Bir ayaklanmadan korkarak kumandan murahhaslar gönderdi, böyle zamanlar çok defa olduğu gibi, bunlar yanlış ve abartmalı raporlar gönderdiler. Bu şişirilmiş haberler Loris’in endişesini arttırdı 28 Nisanda bana... çok endişe ettiğini ve bir an evvel hareketimi arzu ettiğini bildirdi./ Bu durumdan memnun olarak kendisinden... 3800 desyatinlik.... verimli arazimin değerinin takdir edilmesi... bedelin bana... ödenmesini istedim. (Gizel’de bulunan, babamın 10.000 desyatinlik yeri hükümet tarafından gelişi güzel gaspedilerek Arkon köyü Kazaklarına verilmişti.)/ Loris... Kartsef’e bir rapor verdi. Bu da göçü kolaylaştırmak için emrime istediğim kadar para verilmesi, fakat benim göçüme engel olmak için bütün gerekeni yapacağı biçiminde cevap verdi. Loris... 6000 desyatinlik bir yer vermeği önerdi... Çeçenlerin göçünü desteklediğim takdirde bol bol ödüllendirileceğimi bildirdi... Loris... Kartsef’e... ben başta olmadan göçün olmayacağını, bir defa da Türkiye’ye gidince geri gelmenin söz konusu olmayacağını yazdı.../ Grandük’ten... mülkümün gerçek değerinin... ödenmesi hakkında emir geldi. Loris... önce benimle pazarlığa girişti... 82.000 ruble almam gerekirdi. Fakat 45.000 ile yetindim. Ruslarla ilgimi bir an önce kesmek için birçok Dağlının yaptığı gibi hiç almadan da terketmeğe razı idim. Ayrıca 10.000 ruble fakir göçmenlere yardım için istedim. Loris bunu az görerek... 20.000 ruble daha verdi ve yolculuk için de bütün kolaylıkları sağladı. Benim ailemi ve akrabalarımı içine alan ilk kafile 25 Mayıs 1865 de Vladikafkas’tan hareket etti. Böylece 3.000 ailenin hareketini temin ederek geri kalanları Naib Sadullah’a bıraktım... yaşlı gözlerle yola çıktım./ Cenabı Allah’a düzenli Türk ordularıyle tekrar sevgili Kafkasya’yı iğrenç düşmandan kurtarmayı nasib etmesi için, kan ağlayarak, yalvardım. (Benim notum: Ruslardan bu kadar iğrenirken yıllarca onlara hizmet edebilmek, olağanüstü bir ikiyüzlülük gerektiren çok büyük bir yetenek olmalı!) Genç, ihtiyar, kadın, erkek ve çoluk-çocuğun... sevgili vatanlarından... nasıl gözyaşlarıyle... ayrıldıklarını anlatamam./ 8 Temmuzda, gün doğarken hareket ettim... Ayın 9 unda Tiflis’e vardım ve orada istifamı verdim. 18 Temmuzda... Tiflis’i terkettim./.../... yüzbaşı Zaleny Tiflis’ten Erzurum’a, Türk hükümetinin Çeçenleri Rus sınırına yakın iskan edip etmediğini anlamak için gönderilmişti.../... General prens Orbeliani... rastladım.../... gözyaşlarını tutamamıştı. (Gürcistan üzerinde Rus egemenliğine daima karşıydı...)/ Gürcü... ve İmerit... bazıları Ali Paşa’ya selamlarını götürmemi... rica ettiler.../... Ali Paşa’ya aktardım.../ Böylece 44 yaşında, Rusya’daki 29 senelik hizmetim sona ermiş oldu. 1865 te yeni bir savaşa mani olarak Türkiye’nin ve Rusya’nın muvafakatiyle Türkiye’ye geçmiş oldum. 22 temmuzda Kars’a geldim. Büyük bir tören ve topçu ateşleriyle karşılandım. (Benim notum: Ne kadar sevinçle karşılanmışlar!) 1867 de paşalık ünvanı verildi” 67-71
“Rus ordusu çok üstün kuvvetlerle Kafkasya’yı zapta muvaffak oldu... Fakat yaptıkları... çok yüz kızartıcıdır.../... Gürcüler, 1621 de İmeritler, 1636 da Mingreller, 1718 de Ermeniler, 1718 de Kumuklar’ın kendileri Rus koruyuculuğunu istemişlerdir. Diğer halklara gelince... gelişmelerine hizmet etmek istediklerine inandırmağa çalışmışlardı./ Ruslara, Kızılyar’da 1755 de Mozdokta 1759 da Ekaterinoddar’da 1758 de ilk defa yerleşmeğe izin verdikten sonradır ki Kafkasyalılar Rusların kötü niyetlerini anlamışlar ve ilerlemelerine karşı koymağa başlamışlardır... Aristokratlar da Rus iğfaline kanmışlar, onlara yardım etmişler.../.../... Kafkas halkının... arazilerini gaspederek beş nüfuslu bir aile başına 10 ila 32 desyatinlik yer bırakan bir hükümet, geri kalan arazinin adam başına 25 ila 30 desyatinini Kazaklara veriyor ve yüksek Rus memurlarına da malikaneler kuruyor./ Yine niçin... Asetinleri... Abazları, Nazranları, Didoları zorla hıristiyanlaştırıyor? Karşı gelenlere Kazaklar tarafından işkence edilerek dövülüyordu.../.../... Çerkesler arasında kalmış bir Ermeni kabilesi vardır... çerkeşleşmiş... Fakat dinlerini tamamen korumuşlardır. Çeçenlerin arasında oturdukları halde onlarla aynı haklara sahip olmuş olan yahudiler de vardır.../ Bu Çerkes dağlılarında dine saygının Ruslara göre daha kutsal olduğunu ispat etmez mi?/ 1835 te Rus hükümeti Kafkasyalılardan iki süvari alayı oluşturmaya karar verdi... Polonya... gönderdiler.../ 1836 dan itibaren Rus hükümeti ileri gelen Dağlıların çocuklarından askeri mekteplere öğrenci toplamaya başladı (Benim notum: Oysa kendisi daha önce, 1830’da askeri okula başlamış!) .../.../ Askeri okullarda genç Kafkaslılar... cahil bile olsalar terfi ettiriyorlardı.../.../... Rusya... ayak bastığından itibaren... Çerkeslerin çocuklarını sadakat rehinesi olarak (emanetler) alıkoyuyor... Dağlıların sükunetini sağlıyordu.../.../... Rus hükümetinin beceriksizliği... zorbalığa karşı döğüşmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürüyordu.../.../ Küçük Kabardey; bölgesinde hepsi 800 haneden ibaret... üç prenslikten Mudaruk (Prens Albahzit) ve beylerden Eljariko Abaku, Rus boyunduruğu altına girmemek için savaşçı Çeçenlerin tarafına geçmişlerdi./... Yermolof’un... prens Bekoviç Çerkaski’ye karşı büyük sempatisi vardı. Ortodoks dininden olan bu adama general bir çok ödülden başka küçük Kabartayı da bağışlamıştı. Böylece 100.000 desyatinlik... bir mıntıka... Çerkaski’ye (bu kişi Kabardey çerkesidir) verilmiş... prensleri ve beyleri... bir prensle bir beyin Çeçenler tarafına geçmesi bahanesiyle yerlerinden mahrum edilmişlerdi” 72-78
“1858 de... Abaza.../... yirmi aile.../.../... mitralyöz ve süngü darbeleriyle delik deşik düştüler.../ Piatrigorsk civarında geçen bu iğrenç ve utandırıcı olay gerek Rus gerek yerli çevrelerinde nefretle karşılandı... Bu kanlı zorbalığın Rus ulusunu bile nasıl üzdüğü (Benim notum: Rus ulusu ne kadar insalcılmış!).../... benzer bir olayın 1868 de Kudinetok Çerkes köyü ile yinelenmesine engel olamadı.../.../... Dogmitsof... Çerkeslerin üzerine toplarile ateşe başladı./.../... Bu acıklı olayın ayrıntısı bana... göz yaşlarile anlatıldı (Benim notum: Görmüş gibi anlatmış, ama sadece dinlemişmiş!).../... doğruluk, namus ve kahramanlık daima Kafkasyalıların... nitelikleri olmuştur.../ İşte bir örnek:/ Büyük Çeçenistan beyi (Mayri Biybolat)... bütün Çeçenistanı etrafında toplamayı başarmıştı.../.../... başındaki başlığı sıyırarak; işte Biybulat’ın başı, dedi ve “Bu baş her zaman için Çeçen halkının selameti yolunda kurban olmaya hazırdır...” dedi./ Bekoviç... “O, ta kendisi,”... Yermolof: “Kimdir o?”... Bekoviç: “Mayri Biybulat Ekselans” diye cevap verdi”79-85
“Yermolof.../... Halkınızın size verdiği Mayri Biybulat adına gerçekten layıksınız./.../... Temirgoy prensi Aytekyiko... herkesin kalbini kazanmış bir kimseydi.../.../... Zass... çeteyi izlemeye gitmesini emretti.../ Prens Aytek, şeririn bu sinsi önerisini... kabul ederek... kendisine kurulan pusudan habersiz, hareket etti. Daha ilk verstte (1067 metrede) üzerine açılan bir yaylım ateşle cansız yere serildi... Zass gibi bir alçağı... birçok dürüst ve şerefli Rus subayı onun emrinde çalışmaktan çekiniyor ve Kuban hattından istifa ediyorlardı. (Benim notum: İnsancıl Ruslar)” 86-89
Kabardey prens... Hatuk joko... zorbalığa artık dayanamayarak... asi kabilelere katıldı... sevgi ve saygısını kazandırdı./... Zass... fırsat kollamağa başladı./.../... Veliaminof... Zass’ın aksine bir siyaset izledi.../.../... 1842 de... konutuna gittim... Hatugjoko’ya karşı sevgi ve saygı duymamağa olanak yoktu” 90-93
“General Sultan Azamet Girey... ağzından duyduklarım.../... hükümetin Kafkasya’ya bir asırdan fazla zamandan beri yaptığı ve sonucu fenalık tohumları ekmek... kana boyamak... ve bu yanlış sonuçlarda kendini haklı çıkarmak için, aslında bütün fen ve sanatı halkın refahı için gerekli gören islam dinine, uygarlık düşmanı damgasını vurmakla iktifa ediyor. Bütün halifeler ve islam komutanları fen ve sanatı korumuş ve bunların ilerlemesi için halkı gayrete getirmiş değiller midir ve halkı tam bir adaletle idare etmemişler midir? (Benim notum: Biraz fazla abartmamış mı?)/.../ Tatarlardan kurtulunca, Rusyanın eline, komşu müslüman halkı birleştirerek ülkelerini genişletmek için güzel bir fırsat geçmişti.../... Hükümet Kafkas halkının kültürü için hiçbir şey yapmamıştır... Gürcülere, Ermenilere de her türlü ulusal varlıklarını unutturarak, Don Kazakları gibi Rus kölesi haline getirmek için mahsus yapıyordu. Amacına varmak için özellikle mağrur aristokrasiyi maddeten, manen ve ahlaken düşürmeğe çalışıyordu.../ Ermeniler... pabuç bırakmadılar... kendi çıkarlarına yararlanmasını bildiler./ Müslüman aristokrasi ise baskı ve keyfi yönetimle yok edildi.../... müslümanlara karşı şiddet sistemini değiştirmesi ve halkın iyiliğine ve güvenine dayanan bir sistem izlemesi gerekir.../ Aksi takdirde... pişman olacaktır.../.../ İngilizlerin ve Fransızların idarelerinde birçok müslüman var, bundan büyük avantajlar sağlıyorlar... Rus hükümeti... ortodokslaştırmak için... sıkıştırıyor.../... insanca hareket edildiği takdirde devlete karşı durumu kuşkusuz değişecek.../... Her ulus kendi toprağı üstünde bağımsız ve serbest, yalnız kendi ulusal varlığı içinde yaşamayı arzular” 94-97
“... EK/... Kartsef’e yazdığı mektubun metni... bir rapor eklemişti ki onu da aynen alıyoruz./.../ GENEL KURMAY BAŞKANI KARTSEF’E MEKTUP/.../ Doğu Kafkasya’nın zaptından sonra... Herkeste hükümetin din ve milliyeti yıpratacak olan bir sefalet durumu kurmak gibi gizli bir niyeti olduğu kanısı yer etti./ Bu kanı, 1860 da Çeçenlerin ve Şatoyluların ayrılmalarıyla sonuçlandı. İhtila sinyali... Albay Belik’in öldürülmesiyle verilmiş olacaktı. Tam bu sırada Çeçen mıntıka kumandanı olarak atandım. Bu görevi iki yıl altı ay yaptım. İdarem süresince ülkede düzeni sağlamaya ve mıntıkayı abreklerden (hürriyet davasında asi dağlılardır; bunlara Kuzey Kafkasya’da ulusal kahraman gözüyle bakılır) temizlemeyi başardım. (Benim notum: Yani yerlilerin ulusal kahraman saydıklarını yok etmiş!) Bununla beraber, maalesef yerlileri hükümetin kendilerini yok etmek niyetinde olmadığına inandıramadım.../ Grandükün kıral seçilmesiyle Dağlılar... iyi ümitler beslemeğe başladılar./... devletin, halkın iyiliğini istediği inancındayız.../... 25 Ağustos 1863/ Fedakar hadiminiz Musa KUNDUKHOV/ RAPOR/... Dağlılar... hükümete bağlanmış kabul olunuyor.../... halk arasında gelecek hakkında endişe... artmaktadır... varlıklarını korumanın yegane yolunu silahlarından ayrılmamakta görüyoruz... silahlarından... kendilerine yeteri kadar toprak bırakılmadıkça ayrılmayacaklardır./... Kazaklara nüfus başına otuz desyatin toprak verilirken yerlilere beş desyatinden fazla verilmediğini gördükten sonra... güvencelerini kaybettiler... kabul ettiler ki Dağlıların geleceği fecidir.../... Halkın Rusları kendilerini yoketmeğe azmetmiş düşmanlar olarak değil, gerçek koruyucular olarak görmesi gerekirdi. Ancak böylelikle Dağlılar hükümete bağlanır ve fedakar olurlardı./ Aksi halde... başka yollara sapardı.../ Kabardiya’ya Kazak köyleri yapılmadan önce yerlilerin büyük bir kısmı binlerce koyuna, yüzlerce kısrak ve sığıra sahipti. Bereket içinde... fakirliği kişisel uyuşukluktan doğan bir alçaklık sayarlardı. Onun için her biri namuslu bir çalışmayı amaçlar, hırsızlık ve çapulculuktan nefret eder.../... Kazak köyleri yapmak için el atılınca Kabardiya’nın ileri gelen kimseleri 1846 da Şamil’den yardım istediler... Kabardeylerin genel isteğiyle yapılmadığı için Şamil’in aracılığı sonuç vermedi... arazilerini kaybeden Kabardeyler... ümidini kaybederek Türkiye’ye göçe karar verdiler... malları yok pahasına satarak büyük zararlara uğradılar./ Asetin mıntıkasında yeteri kadar sığır ve koyunu olmayan pek azdı. Bu miktar 100-150 koyun ve 20-100 sığır arasında idi. Kazak köyleri yapımından ve bir aileye 32 desyatinden fazla toprak kalmadıktan sonra Asetinler yalnız üretimlerinden kaybetmekle kalmadılar, küçük bir sürü dahi besleyemez oldular.../... 300 aileden fazla Asetin Türkiye’ye göç ettiler. Bunlardan bir çoğu da tam sefalet içinde ülkeye döndü. (Benim notum: Daha sonraki bir tarihte İstanbul’a gittiğinde ise göçmenlerden Türkiye’de göçmenlerin durumlarının iyi olduğunu öğrenmiş!) Durum, Nazranlar ve Karabulaklar için de aynı idi; yırsızlık ve yağmacılık yegane geçim yolu haline gelmişti. Ülkenin istilasından sonra verimli toprakları işgal edilmiş olan Çeçenler ancak kendilerini geçindirebilecek kadar sığır besleyebiliyorlar... Çeçenya’da bazan beş nüfustan fazla olan bir aile başına 10 desyatinden fazla yer düşmüyordu.../... Çeçenlerin, bütün bunların müsebbibi saydıkları Kazaklarla da aralarında kin ve düşmanlık almış ve yürümüştü.../.../ Dağlıları bu durumda bırakara gelecek için bir sükunete inanmak... büyük bir yanılgı olur... bir barış elde edilmedikçe... Kuzey Kafkasyalılar ilk fırsatta hareketle silaha sarılacaklardır./... devamlı bir barışın elde edilmesi için... köylerini kaldırmaktan başka çare yoktur... Kazaklarla yerlilere hiç olmazsa eşit toprak taksimi yapmak gerekir.../... Dağlılar artık yaşamlarını güvence altında görerek... mutlu durumlarını bozmak istemeyeceklerdir... Yeni kuşak konforlu yaşama alışacağından eski döğüşçü karakter yavaş yavaş silinecek, yerine barışçı ve çalışkan ruh hakim olacaktır.../... yerlilere yeterli toprak verilecek olursa ülke daimi ve tam bir sükuna kavuşacaktır.../... bu koşullar içinde... gelecek kuşağın haline endişe ile bakmıyan ve Ruslara karşı düşmanlığını bağıra bağıra söylemeyen bir tek dağlı bulunamaz... bugün çocuklar bile bir Kazağı görmeğe dayanamamakta... tiksinmektedir. Böyle bir ilişki içinde... kaynaşma ümit edilebilir mi?.../... dağlı gelecekten ümidini kestiği... sürece Rusya’ya hiçbir zaman yararlı ve sadık bir uyruk olamaz.../.../ Kafkas ordusunda Kurmay Süvari Generali Musa Kundukhov/... Kudukhov anılarına... birkaç belge eklemiştir. Bu belgeler... aynı kıymeti arzetmekten uzaktır... kıral naibi Baryatinski’nin Kafkas müslümanları hakkında İmparator Aleksandr II adına bir notu bulanacaktır. Tuhaf bir siyasi bönlüğün ve iki yüzlülüğün bir anısı olan belge kuşkusuz ki ilginçtir.../ KIRAL NAİBİNİN NOTU/... Halkın başındaki Hanlar, Prensler, Beyler ve kabile şefleri halkı şeriata aykırı olarak yerel örf ve adetlere göre idare ediyorlardı./... hükümetimize düşen... görüşümüze uygun geleni desteklemekti... Müslümanlık, tarikat adıyla kitleleri birleştirmekte gelecek görüyordu. Aslında halk soylu sınıfın egemenliğini gerektiren adetlerdense şeriata göre yönetilmeyi arzu ediyordu... hükümetimizin... ilk yanılgıları burada başladı. Çünkü aristokrasinin düşmesiyle o zamana kadar kabilelere ayrılmış yaşayan... kolayca yönetilmesi mümkün olan halk, bir tek dini ülkü ile birleşti.../... kafirlere karşı savaş ilan edildi... CİHAD kuruldu.../... Kafkasya’da... bizim için pek zararlı olan müritlik... ortadan kaldırmaya çalışmak gerektir. Müritlik sadece dini bir akide değildir... halkı imtiyazsız, sınıfsız kaynaştıran... bir kanundur. Müritlik... Peygamberin hukukunu içeren bir hükümetten başkasına boyun eğmiyor, sadece Osmanlı Sultanı... tanınıyor.../... müritliği zayıflatıp ona karşı sıkı önlemler almazsak... yaptığımız yatıştırma uğraşları boşa çıkacaktır. Bu sonuç... yeniden soyluluk esasına dayanan Kafkas örgütünü diriltmekle elde edilebilir. Böylece soyluluğu dirilten hükümet en kestirme yoldan islamiyeti zayıflatmış olacaktır. Çünkü soylulukla beraber Çerkes adetleri hakim olmaya başlayacak... bu ise hükümetin daha kolayca nüfuzu altına alabileceği bir biçim olacaktır... idari işler dinden ayrılmış olacak, o zaman idari işlere Rus egemenliği istediği doğrultuyu verebilecektir./ Ulusal yönetimin diriltilmesiyle islam ruhbanı maddeten ve manen zayıflamağa mecburdur... ruhbanın... halkla ilgisinin kesilmesiyle müslümanlar ahlak bakımından her insana gerekli olacak kadar bile din ile bağlantısı kalmayacağından... keşmekeş içinde kalacaktır ki, artık... istenen tarafa sürülen bir sürü durumuna gelecektir.../ Bu düşünceler beni Kafkasya’da ortodoksluğu kurmayı önermeye sevketti... müslümanın bizim dinimiz üzerindeki olumsuz kanısı bizim için son derece nahoştur” 98-107
*
18.2.2022
*
EK:
Ali Bolat, OSMANLI ARŞİV BELGELERİNDE ÇEÇEN GÖÇÜ, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2015, İstanbul
“1865 senesi Ağustosunun yirmi altısı tarihiyle Rusya sefareti tarafından gönderilen yazının tercümesidir.
Çeçen ta’ifesinden beş bin hanenin Osmanlı topraklarına göç etmeleri mes’elesi ... Bir de Nusret Paşa’nın General Kondokof’un (Musa Bey) ilkaatına (zararlı sözlerle şaşırtmak) sesiz kaldığı zan olunabilecek bazı tavırlarını uygun bularak, hemşerileri olan Çeçenleri topluca etkisi altına almak gayesinde bulunan Ceneral Kondokof nam-ı diğer Musa Bey’in bazı mertebe etkisi altında bulunması dahi esef verici bir durumdur…/… 1.Ağustos.1865/ Aslı Tahrirat-ı Hariciye Odası’na verilmişdir/ 8.Eylül.1865” 72, 73
*
EK:
Varlığından yeni, 14.4.2022 tarihinde, haberdar olduğum bence gayet düzgün bir yayınla ilgili bilgiler şöyledir:
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/226238
Kafkasya Calışmaları - Sosyal Bilimler Dergisi / Journal of Caucasian Studies (JOCAS) Eylül / September 2016, Yıl / Vol. 2, № 3
ISSN 2149–9527 (basılı / print) ISSN 2149–9101 (cevrimici / online)
1
General Musa Kunduhov’un Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Hayatı ve Faaliyetlerine İlişkin Bazı Olgular ve Düşünceler
Georgy Chochiev*
*Georgy Chochiev, Kuzey Osetya Beşeri ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü, Vladikafkas, Rusya Federasyonu.
***
Bu yayında Anılar'ın yayınlanması konusunda da şu bilgiler bulunmaktadır:
Musa Kunduhov’un ilk defa 1936–1937’de Paris’te “Kavkaz” (“Le
Caucase”) dergisinde Rusça olarak yayımlanan anıları, sonraki yıllarda
Fransızcaya ve kısmen İngilizceye çevrilerek Batı’daki Kafkas göçmen
yayınları arasında yer almıştır. Türkçe çevirisi 1957–1960 arasında “Yeni
Kafkas” dergisinde tefrika olarak, 1978’de ise Kafkas Kültür Derneği
tarafından kitap olarak basılmıştır. Rusya’da ancak 1994–1995 yıllarında
“Daryal” dergisinde tam olarak yayımlanan bu eserin halen birkaç basımı
bulunmaktadır. Bu çalışmada “Kunduhov, 2013” basımından
yararlanılmıştır.
....
Maalesef, çeşitli kaynaklarda yer alan ve çoğu defa çelişkili bilgiler
Kunduhov’un kendisinin ve birçok soydaşının kaderinde belirleyici
olan bu göç kararının gerçek nedenleri hakkında net bir ipucu
vermemektedir. Ayrıca hareketlerinin nedenleri içinde dar çıkarcı
hesapların mı yoksa tam tersine Kafkas halklarına yararlı olma
düşüncesinin mi hakim olduğu sorusunu tartışmaya açık
bırakmaktadır. Yine de, Kunduhov’u bu adıma iten önemli psikolojik
etkenler arasında, kuşkusuz, çarlık yönetiminin bölgedeki sömürgeci
politikalarından duyduğu rahatsızlık, var olan koşullarda
yeteneklerinin ve azımsanmayacak derecedeki ihtiraslarının
karşılanmasının (Kafkas halklarını medeni biçimde yönetme ve
aydınlatma) olanaksız olduğu kanısı ve göç halinde kendisinin Babıali
ile Osmanlı topraklarına akın akın gelmekte olan Kuzey Kafkasyalı
sürgünler arasındaki ilişkilerde kilit adam durumuna gelme hayalleri
sayılabilir. Sonuncu hususla ilgili planlarının, özellikle 1864 yazında
gerçekleştirdiği İstanbul ziyareti ve Ali ve Fuat paşalarla görüşmeleri
sırasında güçlendiğini kuvvetle tahmin edebiliriz (Kunduhov, 2013:
46–47).