12 Mayıs 2024 Pazar

Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar

mektuplar 2

Nazım Hikmet, Adam Yayınları'ndan Beşinci Basım: Aralık 1991, Adam Yayınları, İstanbul


Oğlunu hayata hazırlamak isteyen bir baba anlayışıyla 1940'lı yıllarda hapisten oğulluğa gönderilen mektuplar ve birkaç da şiir.

Mektuplarda muhtelif konularda gayet öğretici görüşler var: Kitaplar, babalık, gençlik, tarih, millet, eğitim-meslek, büyük adam, roman, utangaçlık, okuma ve spor, metod ve güzel, Osmanlı-İttihat Terakki-Tevfik Fikret, içerik ve uslup, ilke, heveskarlık, kafiye, realistler, Don Kişot, büyük şair, ihtiyarlık, Yusuf, Yahya Kemal, romantizm, Shakespeare ve benzeri konular hakkındaki bence gayet yararlı olan görüşler! 

Biraz da elbette yazarın kendisi hakkında görüşler var!

Çarpıcı olanlardan bir bölümü kendisini iğrenç bulması hakkında: Memet Fuat'ın annesi Piraye'ye ihanet ettikten sonraki dönemde yazılmış olması gereken bir mektupta kendisi hakkında şunları söylüyor:

"Bir an önce gebermeyi isteyecek kadar kendi kendimden iğreniyorum... kendime karşı en ufak bir saygım kalmadı... Ben dünyanın en iyi, en yiğit, en namuslu insanını, annemizi arkadan bıçaklamış, bunu yaparken de sırf kendi belden aşağısının zebunu olmuş, iradesiz domuzun biriyim... Babanızı affedin demeye bile yüzüm yok. Kendime karşı duyduğum korkunç nefrete rağmen mektubun beni yeniden dünyaya getirdi... Demek bütün alçaklığıma rağmen benden nefret etmedin?" (Hikmet, mektuplar 2, s. 79 ve bu konuda ayrıca, 83-109, 113, 118, 119, 122)

Bunları söylüyor, ama sonrasında da, "yalan söyleyemedim", "Piraye'm bana hiçbir zaman aşık olmadı. Beni delicesine canı çekmedi. Ben ona insanlığımla yakındım", "İşi başka türlü idare edebilirdim... razı olmadım", türü sözlerle, ihanetine mazeret bulma-meşruiyet sağlama ve alçaklığını mazur gösterme şeklindeki olmayacak bir iş için çabalamaya girişiyor.    (Hikmet, mektuplar 2, s. 86, 89)

Bu fasıl ise insanın ne denli alçak olduğunu ortaya koyan eşi kolay bulunamayacak çarpıcı bir örnek oluyor!

*

12.5.2024

***

10 Mayıs 2024 Cuma

İstanbul Hatırası

Ahmet Ümit, 1. Basım: Haziran 2010, Everest Yayınları, İstanbul


İstanbul'un tarihi ve eski eserleri hakkında bolca bilgi veren bir polisiye.

Rahat okunuyor.

İyi kurgu.

Ve sürprizli son.

*

Kitaptan birkaç not şöyle:

"... terör gruplarının büyük bölümünün istihbarat örgütleri tarafından yönlendirildiğini biliyordum." (Ümit, s. 12)

"... zamanla yüzlerini bile hatırlamakta güçlük çekeceğimiz sevdiklerimizin ruhumuzdaki etkileri... ağır ağır silinip giderdi belleğimizden." "Normal insan diye bir şey varsa..." (Ümit, s. 18)

"Cinayetin çözüm olmadığını düşündüğü halde tavuk boğazlar gibi insan öldüren o kadar çok katil görmüştük ki..." (Ümit, s. 32)

"Eskiden tarih yaşamının amacıydı, şimdi ise sadece zenginlik getirecek bir araç olmuştu." (Ümit, s. 34)

"... müzmin bir kederi mutluluğuna vurulmuş bir zincir gibi her zaman yüreğinde taşıyan bir adam..." (Ümit, s. 67)

"Çektiğin acı seni büyütüyor." (Ümit, s. 77)

"Semtlerin eski isimleri unutuluyor, şehir hızla geçmişinden koparılıyor. Oysa şehirler de insanlar gibidir, geçmişlerini unuturlarsa, tarihlerinden koparılırlarsa kişiliklerinden de koparılırlar." (Ümit, s. 90)

"Size gerçekleşmesi zor, neredeyse imkansızmış gibi görünen bir olayın, bağlantılar ortaya çıktığında ne kadar da basit bir açıklaması olduğunu görürsünüz." (Ümit, s. 98)

"İşte bu yüzden dürüst polis bulmak zordur." (Ümit, s. 108)

"Ve askeri yönetim bütün polisleri adeta içtimaa çağırıyor... Koca İstanbul, sıkıyönetim komutanlarının av sahasına dönüştürülmüştü. Bizler de av köpeklerine..." (Ümit, s. 128)

"Ama birini öldürmek öyle herkesin yapabileceği bir iş değildir. Hatta çoğu insan, başka birine vurmayı bile beceremez." (Ümit, s. 131)

"Yok... bu insanlardan hiçbir şey olmaz... Fatiha'yı doğru dürüst okuyabilen kaç kişi vardır bunların arasında. Fakat aynı insanlar dinlerine laf geldi diye önlerine çıkan herkesi cayır cayır yakarlar... Bu ülkenin ihtiyacı olan şeyi söyleyeyim sana. Birey, kendinden emin, kendine güvenen, ideolojiyle, dinle, ahlakla, hukukla kendini sınırlamayan birey." (Ümit, s. 132, 133)

Fatih "Bakışlarını kaldırımda yürüyen beş kişilik siyah çarşaflı kadın grubuna dikmişti." "Burası Türkiye'den çok İran'a benziyor". (Ümit, s. 138)

"... evdeki yaşamın odaya sinen kokusu mu..." (Ümit, s. 147)

"... odadaki herkes için eski bir solcudan daha iyi bir ortak düşman olamaz kanısıyla verip veriştiriyordu cerraha." (Ümit, s. 290)

"... derin bir özlem, müzmin bir keder, kabullenilmiş bir acı vardı gözlerinde ama aynı zamanda katı bir kararlılık." (Ümit, s. 337)

"... mesleği üzerine sinen insanlar..." (Ümit, s. 383)

"Aslında tapınaklar Tanrı'dan çok, yaptıran imparatora saygınlık kazandırıyor. Hükümdarı Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesi olarak tescil ediyor. Sadece Tanrı'ya ait olması gereken iktidarın yeryüzündeki ortağının hükümdar olduğunu hatırlatıyor. Tapınaklar, yaptıranların isimlerini ölümsüzleştirdiği gibi, halklarının gözünde de saygınlıklarını arttırıyor... Yani bu tapınakları yaptıranlar, dini kullanarak kendi iktidarlarını sağlamlaştırıyorlar aslında... Yani Ayasofya bir mabet olduğu kadar, aşktan gözü dönmüş bir imparatorun, sevdiği kadın için yaptırdığı devasa bir anıttır da..." (Ümit, s. 389)

"Ama yeryüzündeki iktidarla Tanrı düşüncesi uyuşmaz. Konstantin'in bu yüzden ölüm döşeğinde vaftiz edildiği söylenir. Çünkü o da her hükümdar gibi gerektiğinde kan dökmekten çekinmiyordu. Oysa öldürmek hakkı sadece Tanrı'ya aittir." (Ümit, s. 390)

"Ama insanoğlu boşboğazdır." (Ümit, s. 416)

"Afiş astığımız, yürüyüş yaptığımız, dernek kurduğumuz için bizi terörist sayıyorsunuz. Her kötülüğü yapabilecek eli kanlı katiller olarak görüyorsunuz." (Ümit, s. 441)

"Fatih tıpkı Konstantin gibi, bu yıkılmış, talan edilmiş kentten bir payitaht yaratmak için adeta seferberlik ilan etti. İmparatorluğun her yanından ustalar ve savaş esirleri getirtti. Mesela Trabzon'dan beş bin aile toplandı. Edirne, Bursa, Gelibolu ve Filibe'den Rum zanaatçılar çağrıldı. Türkler, Slavlar, Yahudiler, Ermeniler başkente göçe zorlandı. Her kent en az yüz zanaatçıyı ve zengin aileyi Konstantiniyye'ye yollamakla görevliydi. Gitmek istemeyen insanlar da oldu tabii ama kimse Fatih'in buyruğuna karşı koyamazdı. Büyük bir imar hareketi başlatıldı. Ve Doğu Roma'nın yaşlı, yorgun, ümitsiz kentinden yepyeni bir Osmanlı payitahtı yaratıldı." (Ümit, s. 454)

"Aslında Osmanlılarda arma geleneği yokmuş. Bazı tarihçilere göre, armanın yaratılmasına Kırım Savaşı neden olmuş. O dönemde Osmanlı'yla arasını iyi tutmak isteyen Fransa hükümeti Sultan Abdülmecid'e 'Legion' nişanı vermiş. Fransa'nın bu jestini gören İngiltere, meydanı boş bırakmamak için hemen harekete geçmiş. Ve İngiltere Kraliçesi Victoria, Abdülmecid'e Dizbağı Nişanı'nı sunmuş. Fakat önemkli bir mesele varmış. Dizbağı Nişanı'nın geleneğine göre, bu onura layık görülen hükümdarların armaları Saint George Kilisesi'nin duvarlarında sergilenmek zorundaymış. Ancak Osmanlı padişahının arması bulunmamaktaymış. Bunun üzerine Kraliçe Victoria, Prens Charles Young'ı Osmanlı için arma tasarlamak üzere İstanbul'a göndermiş. İstanbul'a gelen İngiliz tasarımcı, işte bu gördüğünüz armayı oluşturmuş. Ama Sultan Abdülhamit döneminde son halini almış. Abdülhamit'in tuğrası, terazi ve silahlar eklenmiş üzerine." (Ümit, s. 458, 459)

"Dil yeteneği başka bir şeymiş. Ya da bu işlere gençken başlamak lazımmış. Bir süre sonra akıl öğrenmeyi reddediyor." (Ümit, s. 459) 

"Kendilerinin çok güçlü olduklarını zanneden insanların başkalarının kaderi hakkında karar verirken gözlerine vuran o soğuk ışık." (Ümit, s. 459)

"Ben büyük bir aşiretin çocuğuyum. Öldürmeyi bilen bir aşiretin çocuğu. Dedemin babasının adı Kanlı Seyfo'ydu. Belki abartıdır ama öldürdüğü adamların kanıyla abdest aldığı söylenirdi." (Ümit, s. 466)

"Samuel Amca'nın Kapalıçarşı'daki kuyumcu dükkanında çalışıyordum. Hiç bir iktisat okulunun veremeyeceği ticaret bilgilerini orada öğrendim." (Ümit, s. 467)

"Salı Pazarı'ndaki, Ayasofya'nın küçük bir kopyası olan Kılıç Ali Paşa Camii... O caminin inşaatında Don Kişot'un yazarı Cervantes'in amelelik yaptığını biliyor muydunuz?" (Ümit, s. 491)

*

10.5.2024

***


3 Mayıs 2024 Cuma

Nazım ile Piraye

Mektuplar 1

Nazım Hikmet, Derleyen: Memet Fuat, Adam Yayınları'nda Beşinci Basım: Aralık 1991, Adam Yayınları, İstanbul


Arada bir ara bulunan 1933-1950 dönemindeki hapishane mektuplaşmaları. 

*

Önce devletin Nazım Hikmet'e apaçık zulmü. ( Hİkmet, s. 64-99, 112, 116, 124, 241)

Bu zulmün bir bölümüne ilişkin bir anlatım şöyle: 

"1938-Mart 1-Ankara/.... Şimdiye kadar bir defa isticvabedildim, bundan kırk bir gün önce, Ankara'ya ayak bastığımın ertesinde. O zamandan beri de sorgusuz sualsiz yatıyorum... bana atfedilen suçu ve bu suçun delillerini anlayamıyorum. Yalnız bana, beni bir defa sinema holünde bir defa da evime görmeye gelen genci sordular. Ben ismini bile bilmediğim, kendiliğinden, hatta evimin adresini bile vermediğim halde gelen ve ilkönce polis tarafından gönderildiğini sandığım gençle neler konuştuğumuzu olduğu gibi anlattım. Zaten ortada saklanacak bir şey yok ki. Ben onu herhangi bir suça teşvik etmiş değilim.../ İşte sana bana arfedilen muhayyel suç hakkında bütün bildiklerimi yazdım. Bu nasıl ne biçim suçtur, anlayamıyorum... mahkemede herhalde beraat ederim." (Hikmet, s. 72)

Ama toplam 28 yıl 4 ay ceza. (Hikmet, s. 62)

*

Ve sonra hapse atılanda mevcut olan bolca yanlış beklenti ve temelsiz umut. (Hikmet, s. 62, 64, 75, 81, 104, 163)

Ve ayrıca 1933-1948 döneminde bolca övülüp göklere çıkarılarak hapishaneden aşk mektupları yazılan sadık ve fedakar eş Piraye. (Hikmet, s. 103, 126, 209)

*

Bu arada Nisan 2024'te popüler olan Filistinlileri katleden İsrail'le yapılan ticareti andırır şekilde 1943'te İsviçre'ye diyerek Almanya'ya buğday yollayan Türkiye. (Hikmet, s. 217, 218)

*

Arkasından zulme uğrayanın sergilediği kendisine yapılandan daha acımasız olan bir zulüm: Nazım'ın Piraye'ye zulmü, yani ihaneti.

Şöyle:

"1948 yılının sonlarına doğru, af haberlerinin sıklaştığı, havanın yumuşar gibi göründüğü günlerde Nazım'ın geleni gideni iyice çoğalmıştı. Çıktı çıkacak diye bekleniyordu. Bu arada, Nazım, kendisini görmeye gelen bir akrabasına, dayıkızı Münevver Berk'e aşık oldu. Rasih Güran'ı Bursa'ya çağırıp Piraye'den ayrılmak istediğini bildirdi... yazdığı mektubu onunla gönderdi. Bu hiç ummadığı, aklının ucundan bile geçirmediği mektubu alınca, Piraye çok şaşaladı, çok sarsıldı, işin garibi, bir yıkıntı haline gelmiş olan Rasih'i de teselli etmek zorunda kaldı. İnanamıyordu. Vala'ya telefon etti. Böyle bir şeyden haberi yoktu. Sonra yatağa girip yattı Piraye, üzüntüsünü kimseyle paylaşmak istemedi. Çevresindekilerle pek az konuştu. Kaç gün yattı, bilmiyorum. Bu arada Nazım'a bir mektup yazdı. Kalktığında artık kendini toparlamıştı, donuk, durgundu, ama üzüntüsünü göstermiyordu." (Hikmet, s. 292)

Söz konusu mektupta da şöyle denilmiş: 

"Mesele şu: aramızdaki münasebetlerden bir tanesi olan, fakat zaten bilfiil çoktandır mevcut bulunmayan ve daha senelerce de mevcut olamayacağı anlaşılan karı kocalık münasebetimizi, kadın erkek münasebetimizi tasfiye etmemiz, kesmemiz gerekiyor. Bunun icabettiğini uzun muhakemelerden, nefsimle yaptığım işkenceli musahabelerden sonra anladım. Ve sana bir gün bile daha fazla yalan söylememek için, bu münasebetin artık kesilmesi gerektiğini işte hemen yazıyorum. Sen yine benim en yakın insanımsın, en yakın dostum ve arkadaşımsın." (Hikmet, s. 293)

*

Daha sonra ise yalpalamalar-çark edip af dilemeler.

Sadece bir örneğinden bir kesit şöyle:

"Pirayem", "kendi gözümde alçaldığım kadar senin gözünde alçalmama imkan yoktur. Seni arkadan bıçakladım. Bir damlası benim damarlarımdaki bütün kana bedel kanınla boyandı ellerim. Yeryüzünde hiçbir insan hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen, gel. Sana "Gel" diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam ne haltedeyim, öyleyim işte. Fakat, gel." (Hikmet, s. 299)

*

Tarifi imkansız ve anlamak için diğer bölümlerinin de mutlaka okunması gereken insanın "alçak"lık hallerinden birinin tasviri.

*

3.5.2024

***


1 Mayıs 2024 Çarşamba

AVRASYA SAVAŞLARI

KÖRFEZ'DEN AFGANİSTAN'A YENİ DÜNYA DÜZENİNİN KURULUŞU

Sungur Savran, Kasım 2001, Belge Uluslararası Yayıncılık, İstanbul


1990-2001 döneminde gerçekleşen Körfez-Irak, Bosna, Kosova ve Afganistan "savaşları" diğerlerini beğenmeyen sol anlayışlardan biri açısından Avrasya Savaşları adıyla yorumlanıyor ve bunlara karşı takınılması gereken doğru tutum tartışılıyor. 

Olanın esas olarak SSCB'nin dağılmasından sonra ABD öncülüğündeki emperyalizmin yeni dünya düzenin kuruluşu için yaptığı mücadele olduğu anlatılıyor. 

*

Anlatılana göre yaklaşık iki asırlık "Büyük Oyun" Yeni Dünya Düzeni adıyla günümüzde de sürmektedir.

*

Bence kitapta anlatılanlar diğer hususlar bir yana açık bir temel yanlışı ve gerçekçi olmayan bir beklentiyi içeriyor:

1. O dönemde Avrasya'nın en merkezi yerinde vuku bulan ve 1994 başlayıp aralıklı olarak olmak üzere en yoğun hali bu kitabın basıldığı 2001'de sürmekte olan Rusya'nın Çeçenistan'a yönelik son derece insanlık dışı vahşi silahlı saldırısı görmezden geliniyor ve hatta savaş bile sayılmıyor.

Oysa Çeçenler o dönemin her açıdan en hak temelli mücadelesini veriyorlar. Ama "sol" adına konuşan biri bu gerçeğe gözlerini sımsıkı kapatıyor. Üstelik Çeçenlerin direnişini "vekaleten savaşlar"dan biri olarak niteleyerek gerçek durumu tersyüz ediyor, yani zalimin adına teorisini yapıp yalan uyduruyor ve şu ifadeleriyle gerçeği tahrif ediyor!

"ABD'nin Rusya'yı, başka güçlerin kendisi adına vereceği "vekaleten savaşlar" ile uğraştırarak... boğmayı hedefleyeceğini görmek gerekir. Elbette bu "vekaleten savaşlar"ı verecek olanlar, başlangıçta muhtemelen Çeçenistan vakasında olduğu gibi Rusya'nın içinden ya da "yakın çevre"sinden güçler olacaktır." (Savran, s. 235) 

"Sol" adına ibretlik bir durum sayılmalıdır!

2. Kitlelerin niteliği ve sosyalistlerden beklentiler konusundaki şu ifadeler gerçekçi sayılabilir mi? Bunlar hayalden öte bir anlam ifade eder mi?

"Kitleler ise emperyalizme karşı çıkanı destekleyeceklerdir." (Savran, s. 256) 

Buna göre işçiler-çalışanlar yani emekçi "sınıf"ı başta olmak üzere kitleler emperyalizm karşıtıdırlar!

Ham hayal değil midir?

*

Ya şu görüşe ne demeli?

"Taleban'a ve bin Ladin'e en ufak bir politik destek vermeksizin, sosyalistler Afganistan'ı emperyalizme karşı savunmalıdırlar." (Savran, s. 251)

Artık nasıl olacaksa?

*

Kitapta açıkça söylenmeyen ama ima edilen hiç mi hiç katılmadığım bir gizli varsayım söz konusu, sanki: Buna göre tüm dünyada en büyük emperyalist olan ABD ve yandaşı güçler olumsuz, diğerleri ise olumludur ve dolayısıyla ABD ile anlaşamadığı durumlarda Rusya da olumludur. Ve dolayısıyla da ABD ile savaşan Afganistan desteklenmeli, ama Rusya'nın saldırdığı Çeçenistan ABD adına vekalet savaşı yürüttüğünden ne hali varsa görmelidir!

Bir saçmalık olsa olsa ancak bu kadar olabilir, neresini düzeltmeli denebilecek türden bir durum değil midir?

*

Kitapta elbette insanlık adına güzel temenniler de var!

*

Kitaptan diğer bazı notlar da şöyle:

"Uluslararası hukuk, varolan devletlerin sınırlarının ve egemenliğinin mutlaklaştırılması yoluyla emperyalizmin yarattığı düzenin savunulmasının bir aracı işlevini görmektedir." (Savran, s. 41)

"ABD Yugoslavya sorununa Mart 1992'de elini sokmuş, tam da Avrupa Birliği'nin aracılığıyla Bosna savaşını sona erdirecek Lİzbon anlaşması imzalanacağı sırada Müslümanların önderi Alia İzzetbegoviç'e İsviçre tipi kantoral bir konfederasyona razı olmamasını telki etmiş, üniter bir devlet için vereceği mücadelenin destekleneceğini ima ederek anlaşmanın bozulmasına ve savaşın derinleşmesine yol açmıştır." (Savran, s. 79 ve ayrıca s. 80, 84)

"Körfez Savaşı... ABD hiç sıkılmadan egemen bir devletin yöneticisini devirmek istediğini belirtiyor... küreselleşme ulus devletleri geçersiz kılıyorsa, ulusal egemenliğin hiçbir önemi kalmamış demektir. Bu durumda "uluslararası topluluk" ülkelerin egemenlik haklarını aşabilmeli, iç işlerine karışabilmelidir... uluslararası hukukun kendisinin, egemenliği sınırlayan biçimde değiştirilmesi gerekmektedir." (Savran, s. 81)

"Almanya'nın Slovenya ve Hırvatistan'ı telaş içinde bağımsız birer ülke olarak tanıması Helsinki Nihai Senedi'nin açıkça çiğnenmesidir, çünkü bu antlaşma Avrupa'da sınırların değiştirilmesini bütünüyle dışlamaktadır." (Savran, s. 89)

28 Ağustos 1995'te "Saraybosna'daki pazaryerine atılan ve 37 sivilin ölümüyle sonuçlanan bomba" olayının faili olarak gösterilip ABD tarafından bombalanan "Sırplar... kendilerine atfedilen üç büyük bombalı katliamın... İzzetbegoviç'in güçlerince yapıldığını... savunmuşlardır... beliren kanıtlar hep Sırpları doğrulamıştır... 68 kişinin hayatını yitirdiği ikinci katliam hakkında BM'in yaptığı analiz sorumlunun İzzetbegoviç güçleri olduğunu ortaya koymuştur." (Savran, s. 105, 106) 

"Bosna Savaşı başladığında, özellikle ABD'deki güçlü Yahudi lobisini Sırpların kötü, ötekilerin iyi olduğuna ikna etmek gerekiyordu. Bu işi Ruder Finn Küresel Halkla İlişkiler adında bir Amerikan şirketi üstlenecekti." "Bizim işimiz bilgiyi doğrulamak değil... Bizim işimiz, akıllı biçimde seçilmiş hedefler gözeterek bizim lehimize olan bilginin dolaşımını hızlandırmak." (Savran, s. 110, 111)

Bir "halkın bir devletin sınırları içinde zorla tutlmasını kabul etmek mümkün değildir." (Savran, s. 116)

"Kosova Savaşı... bütün burjuva ideologlarınca "insan haklarının ulusal egemenlikten üstün tutulduğu" bir savaş olarak nitelenmiştir... YDD'nin özgüllüğü, emperyalizme, başka ülkelerin egemenliğini çiğneme hakkını... hedeflemesidir. Kosova Savaşı bunun ilk ari örneğidir." (Savran, s. 122)

Herhangi bir "devlet bir gerilla hareketini ezmek amacıyla, o harekete destek veren ya da destek verdiğinden kuşkulanılan sivil halkı, köylerini bombalayarak, yangınlar çıkararak, faili meçhul cinayetlere başvurarak, kaybetmeler yoluyla yıldırmaya çalışıyorsa bu devlet terörüdür./ Bu anlamda, tarihin en büyük teröristi... ABD emperyalist devletidir." "Ertuğrul Özkök'ün "O İğrenç 'Ama'" başlıklı yazısıyla açılış salvosunu yaptığı ... kampanya, emperyalizm karşıtlarını susturmayı hedefleyen bir şantajdır." (Savran, s. 156) 

"Çeçen". (Savran, s. 154, 217, 218, 223, 235, 241)

"Usame bin Ladin... Sovyetler Birliği'ne karşı savaşmak üzere CIA tarafından 1979'da İstanbul'da göreve alınmış biridir. 80'li yıllar boyunca ABD ve Pakistan'ın destekledikleri Afgan "mücahid"lerin parasal işlerine bakmıştır." (Savran, s. 164)

"Yeni Dünya Düzeni'nin (YDD) temel unsurları açısından ele alındığında Orta Asya ve ona açılan kapı olarak düşünülmesi gereken Kafkasya çok büyük önem taşıyor", bunun nedeni bölgenin "doğal kaynakları" ve diğer bazı hususlardır. (Savran, s. 205-207, 250)

Gorbaçov ile "Yeltsin emperyalizmin güvenini bütünüyle kazanmışlardı... "Önce Rusya" politikası dönemiydi./ Ne var ki, bütün bu dönem boyunca daha derinden derine ABD ikinci bir planı hazırlıyor ve... bazı öğelerini uygulamaya koyuyordu... çözülmeden önceki statükoya dönüşe karşı açık bir tavrı vardı... NATO'nun doğuya doğru genişlemesi, Rusya... yalıtmanın oldukça açık bir yöntemiydi", "daha ilk aşamada bile ABD bazı müttefiklerini Kafkasya ve Orta Asya'nın Türki (ve olduğu kadarıyla Müslüman) cumhuriyetlerine nüfuz etmeleri için teşvik ediyordu. Bu iki yanlı bir projeydi: ABD hem Suudi Arabistan'ın Vahhabi köktendinciliğini, hem de İsrail'le derinleşen bir ittifak içine giren Türkiye'nin sözde laik ve demokratik modelini kendi etkisini arttırmanın alternatif yöntemleri olarak destekliyordu." "ABD zaman içinde "çok sayıda boru hattı" olarak tanımlanan bir politikadan Baku-Ceyhan'ı tavizsiz biçimde tek alternatif olarak sunan bir politikaya geçmiştir." "En ucuz yöntem, İran'la takas yöntemidir." "Baku-Ceyhan en yüksek maliyete sahiptir." "1998 Ağustosunda Rusya ekonomisinin iflası ile birlikte ABD'nin politikası değişmiş, Rusya'nın çıkarlarına karşı açıkça tavır alan bir politika giderek hakim olmaya başlamıştı. Buna paralel biçimde Rusya'da da Batı yanlısı rüzgar tersine dönmekteydi. Bu karşılıklı tırmanan gerilim, en açık ifadesini Kafkasya ile Orta Asya üzerinde iki tarafın pozisyonlarının mutlak bir çelişki içinde olmasında bulmaktadır. Rusya... BDT üyesi ülkelerle daha sıkı bir bütünleşmeyi gündemine almış... ABD de son zamanlarda Hazer denizi havzasını "ulusal çıkar bölgesi" ilan etmiştir. Bu iki politikadan biri değişmediği sürece, Rusya ile ABD'nin bu bölgede... karşı karşıya gelmeleri kaçınılmazdır./ Nihayet, Orta Asya ve Kafkasya'yı patlamaya hazır bir barut fıçısı haline getiren bir de tarihsel bir faktör vardır.... iki ana etnik aile (Slavlar ve Türkiler) ve iki din (Ortodoks Hıristiyanlık ve İslam) sürekli bir mücadele içinde olmuştur. Kafkasya... bir etnik karmaşanın sahnesidir. Burada, onlarca minik etnik grup, tarihsel belleğin de sömürülmesiyle, her an birbirinin boğazına sarılabilecek bir ruh durumu içinde bir arada yaşamaktadır. Kafkasya aynı zamanda... bir süre Rus... hakimiyeti altında yaşamıştır... Çoğu yerde olduğu gibi, güncel çıkarların güdülediği milliyetçilikler, muhtemelen, tarihin unutulmuş sayfalarına gömülmüş ama her an canlanmaya hazır bekleyen milliyet düşmanlıklarını kasıtlı ve sistematik biçimde kışkırtarak Balkanlarda yaşananın da ötesinde katliamlara ortam hazırlayacaktır." ABD'nin "hedeflerinden biri, bu bölgenin petrol ve doğal gaz kaynaklarını başta Rusya olmak üzere, kendi müttefiki saymadığı ve güçlenmesinden kaygı duyduğu bölge ülkelerinden (Rusya'ya ilaveten Çin ve İran) kaçırmak... bu kaynaklar üzerinde bir tekelci güç kazanmaktır." "Orta Asya ve Kafkasya'nın vaad ettiği avantajlar o kadar büyüktür ki, Afganistan Savaşı aracılığıyla ABD'nin hedeflediği kazanımları, önemli olsa da tek bir ekonomik projeye indirgemek dar bakışlılık olur... işin politik ve askeri yönü bu dar ekonomik yönünden daha önemlidir... ABD'nin askeri ve politik olarak Orta Asya'ya yerleşmesi demek, Rusya ile Çin'e komşu olması ve aralarına bir kama gibi girmesi demektir." "Amerika'nın Orta Asya'ya girişi ciddi bir zamanlama unsurunu da içeriyor... ABD'nin... "Önce Rusya" politikasına... rağmen, Rusya, özellikle 90'lı yılların ikinci yarısında, Asya'nın bazı başka güçleriyle ABD karşısında  bir karşı-ağırlık oluşturacak bir ilişki tarzını aramaya yönelmiştir. Rusya ile Çin ilk kez 1996'da birlikte, küresel ölçekte tek yanlı "hegemonya" sağlama çabalarını kınayan bir açıklama yapmışlardı... "Şanghay beşlisi"... oluşmasına temel olmuştur." "GUUAM'da bir araya gelen Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova (bir de... Türkmenistan) Amerikan yanlısı bloku oluşturmaktadır... BDT içinde bir kutuplaşmanın temeli atılmıştır." "Amerika'nın Orta Asya'ya doğru bu beklenmedik açılış hamlesine Rusya da hiç beklenmedik bir başka hamleyle cevap vermiş, terörizmle savaşında... Amerika'ya çeşitli biçimlerde maddi olarak destek olmuştur." Bunun ilk nedeni "Rusya'nın çıkarlarının da bu konuda ABD'nin yeni çıkarlarıyla özdeşleşmesidir. Rusya'nın köktendincilikle ilgili iki temel sorunu vardır. Bunlardan biri, köktendincilerin... Orta Asya cumhuriyetlerinde gösterdikleri faaliyetlerdir.../ Rusya'nın köktendincilikle ilgili ikinci sorunu, federasyonun kendi sınırları içindeki Türki halklar üzerindeki etkisiyle ilgilidir. Özellikle, Rusya için büyük bir baş ağrısı olmaya devam eden Çeçen bağımsızlık savaşı, büyük ölçüde Suudi Arabistan kaynaklı, Taleban'ın da savunduğu Vahhabi tarikatının İslamcılığı bayrağı altında verilmektedir. Rusya'nın iddiası, Çeçen sorununun bütünüyle Afganistan'ın ihraç ettiği militanların bir işi olduğudur. Dolayısıyla, Amerika İslamcı teröre karşı büyük bir savaş başlatmışken, Rusya da kendi teröristlerini temizleme fırsatını yakaladığı kanısındadır. Nitekim, Rusya'nın emperyalizme verdiği destek... derhal ödüllendirilmiştir. Bush yönetiminin bir üst düzey diplomatı, daha savaş başlamadan önce dahi (buna "yem" diyebilirsiniz) şöyle konuşmuştur: "El-Kaide'nin Çeçenistan'daki savaştan yarar ummuş, hatta savaşı kışkırtmış bile olabileceğini biliyoruz." ABD'nin geçmişte kendisinin Çeçenistan savaşı aracılığıyla Rusya'yı köşeye sıkıştırmaktan çok şey ummuş olduğu hatırlanırsa, bu çok ciddi bir geri adımdır. Bundan kısa bir süre sonra da, hem Amerika, hem de Almanya, Rusya'nın Çeçen isyancıların silah bırakması konusundaki talebini desteklemişlerdir./ Rusya'nın emperyalizmle böyle bir yakınlaşmadan beklediği üçüncü yarar, Çeçen isyancıları barındıran Gürcistan'ı sıkıştırarak geri adım attırmak... Çeçenlerin sağlam bir sığınağa sahip olmasını engellemektir. Son haftalarda Rusya-Gürcistan-Abhazya-Çeçen isyancılar arasında yaşanan gerginlik bunun ürünüdür. Putin, Çeçen savaşçıları barındıran Şvardnadze yönetimini Taleban ile aynı konumda göstermeye çalışarak Batı'nın bu konuda suskun kalmasını sağlama çabasındadır.../ Rusya'nın bir amacı da Dünya Ticaret Örgütü'ne kabul edilmektir... Ama bu üç faktör (köktendincilik, Çeçenistan, DTÖ üyeliği) Rusya'nın bu kadar büyük bir adım atmasını kendi başına açıklama gücünden yoksundur... Putin'in danışmanlarından biri ise, bugünkü durumu Yalta'ya benzetmiştir... bu konferans, dünyanın... nüfuz bölgelerine ayrılmasını sağlamış, böylece Sovyetler Birliği'ni. uluslararası sistemin baş düşmanı olmaktan çıkararak ana direklerinden biri, büyük emperyalist devletlerin ilk muhatabı haline getirmiştir. Şimdi anlaşılan Rusya yeniden böyle ön plana çıkmayı hayal etmektedir./... ama Amerika ve AB'nin... Rusya'yı Yalta'da olduğu gibi ilk sırada muhatap kabul etmeleri beklenemez./ Uzun vadede, Amerika ile Rusya'nın Orta Asya'da ciddi biçimde karşı karşıya gelmesi büyük olasılıktır." "Kosova Savaşı'nda Rusya ABD'nin niyetlerinden iyice kuşkulanmış ve rahatsız olmuştu." (Savran, s. 209-219)

"Rusya'nın yeni dönemdeki amaçlarından biri Çeçen isyanını bastırma konusunda uluslararası destek elde etmek". (Savran, s. 223)

İnsanlığın "ufkunda emperyalizmin kışkırttığı bir Üçüncü Dünya Savaşı görünmüştür./... kaçınılmaz değildir... proıletaryanın... hakim sınıfların karşısına... sosyalizmi kurarark bütün savaşlara son verecek bir büyük mücadeleye çıkması gerekiyor." (Savran, s. 228)

"Cihanda sulh... topraklarıma dokunmazsanız... Kafkasya ve Orta Asya'da... halkları kışkırtmam" mesajıydı. Yeni "dış politika iki temel direk üzerinde yükselir: yeni Osmanlıcılık ve pan-Türkizm. Bu politikanın uygulanabildiği coğrafya ise esas olarak Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya'dır." "Türkiye'nin dış siyasetine tarih faktörünü getirip katan" Turgut Özal'dır. Bu politika "Osmanlı kalıntısı halklara ve Türki halklarla ortak bir tarihe ve dil benzerliğine dayanan" bir politikadır. İlgili bölgelerse "Türkiye'nin etrafını çepeçevre saran" bölgeler olup "YDD'nin en ağır istikrarsızlık sorunlarıyla boğuşan Avrasya bölgesi ile özdeştir! Yani Türkiye dünyanın en hassas, patlamalara en açık, çelişkilerin en yoğun olduğu bölgesinde, bir dizi halkı kışkırtmaya, bir dizi devleti nüfuzu altına alarak öteki bölgesel güçlerle çatışmaya yönelik, saldırgan, yayılmacı, hegemonyacı ve militarist bir politika izlemektedir. Avrasya politikasının nasıl bir macera olduğunu Türkiye'nin "tarih faktörü" ile dünyanın istikrarsızlık merkezinin haritada çakışmasından daha iyi anlatabilecek hiçbir şey yoktur. Türkiye'nin hakim sınıfları ateşle oynuyorlar!/... Türkiye'nin Kuzey Kafkasya halklarına, Rusya'nın ise Kürt hareketine gösterdiği ilgiyi eklerseniz, tablo bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar." "ABD'nin Rusya'yı, başka güçlerin kendisi adına vereceği "vekaleten savaşlar" ile uğraştırarak... boğmayı hedefleyeceğini görmek gerekir. Elbette bu "vekaleten savaşlar"ı verecek olanlar, başlangıçta muhtemelen Çeçenistan vakasında olduğu gibi Rusya'nın içinden ya da "yakın çevre"sinden güçler olacaktır." (Savran, s. 231-235) 

"İslamcılara... hiçbir güven duyulamaz. Daha dün Bosna, Kosova ve Çeçenistan sözkonusu olduğunda ABD ile aynı safta yer alanlar onlar değil midir?" (Savran, s. 241)

"Türkiye'nin Kafkas ve Orta Asya halklarının çoğunluğu ile tarih, kültür ve dil bağlarına sahip olması, ABD açısından bu ülkeyi Rusya ve Çin ile bu coğrafyada gireceği mücadele konusunda vazgeçilmez kılmaktadır." (Savran, s. 250)

"Taleban'a ve bin Ladin'e en ufak bir politik destek vermeksizin, sosyalistler Afganistan'ı emperyalizme karşı savunmalıdırlar. Taleban'ın barbarlığı, ABD'nin ise uygarlığı temsil ettiğini düşünenlere, Bush'un Putin ile "taktik nükleer silahların kullanılabilmesi" konusunda anlaştığını belirten... haberi hatırlatmak acaba birşey ifade eder mi?" (Savran, s. 251)

"Aslında bugün asıl tartışılması gereken... milyarlık İslam coğrafyasında solun İslamcı harekete karşı nasıl bir tavır takınacağı. Bugün emperyalist saldırı altında İslamcı hareketin, özellikle Avrasya coğrafyasında, kitleleri etrafında toplama bakımından büyük bir avantaj elde etmiş olduğu tartışma götürmez. Solun önümüzdeki uzun savaş döneminde, kitleleri kazanmasının önündeki büyük engel İslamcı hareket olacak. Bugün emperyalizme karşı çıkış bakımından geçici bir ortaklık var. Bunun dışında İİslamcı harekete... hiçbir biçimde güven duyulamaz. Bütün bu İslamcı hareketlerin... kapitalistlerle ve petrol rantiyeleriyle içli-dışlı ilişkileri vardır. İslamcılık, sadece emperyalizmle karşı karşıya kalanların değil, emperyalizm sayesinde sömürü ve baskı rejimlerini ayakta tutanların da ideolojisidir... emperyalizmle karşı karşıya kalan İslamcı hareketler, emperyalizm yanlısı İslamcı rejimleri rahatsız etmektedir. Emperyalizm bin Ladin'i bastırırsa, Suudi Arabistan memnun olacaktır./ Ama bütün bunları... kitlelere anlatmanın yollarını bulmak, bugün ve önümüzdeki dönemde sosyalizmin en zorlu görevi olacak... sosyalistler bugünden ikirciksiz biçimde emperyalizmin karşısında bir konum benimsemezlerse, en güzel taktik icad edilse bile kitleler onları dinlemeyeceklerdir... Afganistan'ı Amerikan emperyalizmine karşı savunamayanlar kitlelerin gözünde "emperyalizmin destekçisi" haline geleceklerdir." "ABD'nin Rusya'yı, başka güçlerin kendisi adına vereceği "vekaleten savaşlar" ile uğraştırarak... boğmayı hedefleyeceğini görmek gerekir. Elbette bu "vekaleten savaşlar"ı verecek olanlar, başlangıçta muhtemelen Çeçenistan vakasında olduğu gibi Rusya'nın içinden ya da "yakın çevre"sinden güçler olacaktır." "Her kim ki emperyalist bir güce karşı ezilen bir ülkeyi savunmaz, onun tek iktidar kaynağı emperyalizmin kendisi olacaktır. Kitleler ise emperyalizme karşı çıkanı destekleyeceklerdir. Yenilse dahi." "Kitleler, özellikle emperyalist ülkelerde, 11 Eylül sonrasında, terörizm korkusuyla emperyalist politikaları destekleyecek bir ruh durumuna girmiş durumda... Sosyalist hareketin krizi sona ermekten uzak.../ Ne var ki, emperyalizmin gücü kısa süre içinde büyük bir erozyona uğrama tehlikesiyle karşı karşıyadır... ABD'nin sürekli savaş politikasına karşı bir soğukluk ve daha sonra da bir tepki gelişecektir... Özellikle zayiat ve başarısızlıklar, kitlelerde ve müttefiklerde büyük huzursuzluk yaratır.../ İkincisi, yaklaşan ekonomik felaket kapitalizmin dünya çapında kurduğu hegemonyanın sarsılmasına yol açacaktır... Savaş çabasına destek azaldıkça, yaratılmaya çalışılan "milli birlik" havası da dağılacak, sınıf mücadelesinin önünde yeni olanaklar açılacaktır. Emperyalist ülkelerde proletarya ve müttefikleri artık yüzlerini yeni çözümlere çevirecektir.../ Üçüncüsü... ABD; Asya'da çok çetin cevizlerle boğuşmak zorunda kalacaktır.../ Türkiye'ye gelince, kitlelerde daha şimdiden bir anti-Amerikanizm mevcuttur." "Yani, Türkiye'de halk şiddetin kaynağının sosyo-ekonomik düzen içinde yattığını kavramış durumdadır./... İnsanlar işsizler, yoksullaşıyorlar, tepki içindeler. Şovenizm pompası bunu ancak bir süre unutturabilir. En güçlü ses midenin sesidir... Bir kez işçi sınıfı ve emekçiler kendilerinin düşmanının IMF ve kapitalizm olduğunu gördüklerinde yer sarsılacaktır./ Öyleyse, içine girmiş olduğumuz büyük sarsıntı dönemi, aynı zamanda devrimin güncelleştiği, öngörülemeyecek koşullar altında patlak verebileceği bir dönemdir... sorun, devrime önderlik edebilecek güçlerin zayıflığı olacaktır. O takdirde önümüzdeki dönemde görev böyle bir önderliği, böyle bir partiyi inşa etmektir. Bu tür bir inşa, mutlaka bir enternasyonal boyut taşımak zorundadır. Tek başına hiçbir ulusun kurtulması tarihin bu aşamasında artık mümkün değildir./... Marksizm, insan türünün bugüne kadar eriştiği en yüksek teorik ve programatik düşüncenin ışığında, barbarlığa karşı bütün insanlığın kurtuluşunun koşullarını yaratmak için mücadeleyi insanüstü bir güçle vermek zorundadır. Ya proletarya yoksul ve ezilen insanlık ile elele sosyalizmi kuracak ve bütün yeryüzünü ekenomik sefaletten ve yokoluştan kurtaracaktır. Ya da kapitalizmin barbarca yönelişi, insanlığı ve bütün öteki türleri mahvolmaya doğru sürükleyecektir." (Savran, s. 254-260)

*

1.5.2024

***