Dr. Harunhan Remzi Öztürk, Omca Yayınları, Temmuz 2022, Ankara
Çok kıymetli Remzi Hoca’nın yeni kitabı bu.
Kitaba yazdığı sunuş yazısında Anıl Çeçen kitabı tanıtırken gayet yerinde olarak, "... bir bilgi bombardımanı... Geniş bir genel kültür", s. 16, demiş.
Kitapta yazılanlara, anlaşılan Anıl Hoca’nın itirazı olmamış, ama çok değerli bulup tamamen katıldığım yönleri de olmasına karşın, benim kitaptaki görüşlere epeyce itirazlarım var ve bu itirazlarımı ve kitap hakkındaki diğer bazı görüşlerimi bölümler halinde şu şekilde ifade edebilirim.
*
Birincisi, kitaptaki bazı hususları anlayamadım:
a.Kitapta “başka bir alemin temsilcisi" bir “manevi varlık” olarak yeralan, s. 15, 16, "DOST”un nasıl varolabildiğini kavrayabilmiş, anlayabilmiş, algılayabilmiş değilim, bu durum, sanırım, muhtemelen yazarın çok boyutluluğuna karşın benim sadece tek bir boyuttan bakabiliyor olmamdan kaynaklanıyor, olabilir, öyle olmalıdır!
b."İnsanlar... bilinçaltı iletişim kurabilirler", s. 16, "Sümerlerin ataları olan Anunukilerin, Niburu gezegeninden gelen uzaylı Tanrılar olduğu ifade edilmektedir", s. 18, "Rüyalarda, evrensel bir iletişim kullanılır", s. 30, ve, "Sümer yazıtlarında adı geçen Annunnakiler'in (Tanrıların) geldiği, dünya dışında olduğu belirtilen yerin adı Nibiru gezegeni"", s. 155, 156, ifadelerinde belirtilen hususların da nasıl olabildiğini algılayabilmiş değilim.
c."Çeçen olduğunuz halde, Türk oluşunuzla gurur duyardınız! Bunu... Atatürk'e borçlusunuz", s.57, şeklindeki ifadeleri de anlayamıyorum; yani, karşı olmak şeklinde değil, sadece algılayamamak!
*
İkincisi, kitapta çok beğendiğim ve tamamen katıldığım hususlar var:
a.Kitabın sunuş yazısında Anıl Hoca’nın "... insanlığın yaşam düzeni ile ilgili temel kavramlar karşılıklı söyleşilerle açıklanmaya çalışılmıştır. Özellikle temel kavramların açıklanmasında bilimsel bilgi birikimine uyulmuştur", s. 16, 17, şeklindeki ifadesiyle vurgulanan kitaptaki bazı kavramların tanımlarıyla ilgili kısımları insanı düşünmeye teşvik edici çok olumlu ifadeler olarak algıladım.
b.Birçok yerde bilimin öneminin ısrarla vurgulanmasını çok değerli buldum.
c.Köklü bir birikimin ürünü olarak düşündüğüm kitaptaki şu ifadeler benim için ufuk açıcı ve öğretici oldu:
"İlk düşünürler Afrika'daki ilk insanlar içinden çıkmıştır. Bu düşünürler sihirsel düşünüş biçimini ve bundan kaynaklanan ruh ve türevlerini, doğaüstü güçler gibi kavramları icat etmişlerdir. Sonra mitolojik düşünüşü ve mabet kavramını icat eden Kuzey'deki insanlar gelir. Bunları tanrısal düşünüşü, yerleşikliği, şehir ve tanrı kavramını icat eden Mezopotamyalı düşünürler izler. Sonra monarşi gibi siyasal sistemi, ahlakı, hukuku ve kanunları icat eden Sümer ve Sami düşünürler gelir. Bunları tek tanrı ve öbür dünya gibi kavramları icat eden Mısırlı düşünürler izler. Ardından düşünüş biçiminde en önemli icadı yapan felsefi düşünüşün mimarları Yunanlı düşünürlerdir. En son olarak da akılcı ve bilimsel düşünüşü, ona dayalı makine ve benzeri icatları yapan Avrupalıları sayabiliriz./ İnsan bugünkü düşünüş biçimine, şu aşamalardan geçerek gelmiştir:/*Biyolojik Düşünme; beş milyon yıl./*Sihirsel Düşünme; bir milyon yıl./*Mitolojik Düşünme; son elli bin yıl./*Tanrısal Düşünme; son on bin yıl./*Felsefi Düşünme; başlangıcı MÖ bin yıl./*Dinsel Düşünme; MS. 3-18 asırlar./*Akılcı ve Bilimsel Düşünme; MS. 18. asır ve sonrası./ Sihirsel düşünüş Afrika'da, mitolojik düşünüş Asya'da, Teolojik düşünüş Mezopotamya'da, felsefi düşünüş Küçük Asya'da (Türkiye-Yunanistan), dinsel düşünüş güney Avrupa'da, akılcı ve bilimsel düşünüş ise kuzey Avrupa'da doğmuştur." s. 52, 53
"Din ile felsefe bir arada gitmez. Çünkü din savunur, felsefe sorgular." s. 54
"Aslında dinler, geçmişteki sihirsel, mitolojik, tanrısal ve felsefi düşünüşlerin ürünlerini sentezler. İnsanların hayatlarını, düşüncelerini, günlük hayattaki işlerinin görünüşteki kaynağını gökteki bir tanrısal oluşumda ararlar. Bu nedenle din, felsefenin ve bilimin müstakil oluşuna kadarki devrede hayatın bütün alanlarına sonraları verilen isimdir./ Dinsel düşünüş, egemen olduğu süre içinde dini olmayan felsefi ve bilimsel düşünmeyi durdurmuştur. Akla yaptığını bilime de yapmış, gelişmesine engel olmuştur." s. 55
"İnsanlık dinsel düşünüşü, MS. 18. Asırda geliştirdiği akılcı ve bilimsel düş(ün)üş biçimi ile sonlandırmıştır. Bu nedenle çağımızda dinsel düşünüşte olmak MS. 18. Asırdan önceki devirlerde kalmak demektir." s. 56
*
Üçüncüsü, bence kitapta şu maddi hatalar var:
a.”Bayrağı, 1941’de İsmet İnönü devir aldı”, s. 21, denmiş, doğrusu 1938’de değil mi?
b."Atatürk, köylüyü bilinçlendirmek... ekonomik olarak kalkındırmak istemişti... Hasan Ali Yücel ve Hıfzı Topuz'un Kurduğu Köy Enstitüleri bunun içindi./... Köy Enstitüleri'nin kuruluşu... 17 Nisan 1940'ta... kabul edilmişti", s. 185, denmiş, oysa, 1940'ta Atatürk olmadığına göre, Enstitülerin Atatürk’ün amacı doğrultusunda kurulduklarını söylemek doğru olabilir mi ve ayrıca Enstitülerin kurucularından biri Hıfzı Topuz değil, İsmail Hakkı Tonguç olmayacak mı?
*
Dördüncüsü, kitaptaki şu ifadelerde bence zaman uyumsuzluğu var:
“Vatikan ve Ortodoks Kilisesi, Selçuklulara ve Altın Orduya karşı... müttefik arayışına çıkmışlardı. Vatikan, Batı Avrupa'da Haçlı Ordusu toplamaya başladı. Doğuda ise, annesi Tatar asıllı, babası Kazak asıllı Cengiz Han ortaya çıktı" s. 125, 126, denmiş.
Bu anlatımda sanki Selçuklular ile Altın Ordu ve Cengiz Han aynı zaman diliminde var olmuşlar ve ayrıca Cengiz Han Altın Ordu’ya karşı olmuş gibi anlamlar var, oysa, yanlış bilmiyorsam, Altın Ordu Selçukluların sonunu getiren Cengiz Han'ın sonraki nesillerinin kurduğu bir devlet, öyle değil mi?
*
Beşincisi, kitaptaki şu ifadelerde bence yanlışlıklar var:
"İngilizler… 1907'de Ruslarla masaya oturdular. Osmanlıyı nasıl bölüşecekleri konusunda anlaşmaya vardılar. 1908 yılında... Birinci Dünya Savaşını planladılar.../ Tren yolunun güzergahında; Almanya, Avusturya, Macaristan... Balkanlar ve Osmanlı... vardı. Yani Birinci Dünya Savaşı denen tiyatrodan nasiplerini alan, yenilen tüm milletler! Bu tren yolu yapılsaydı? Dünya petrolünü İngilizler değil Osmanlılar işleyecekti! Çıkan petrolün tamamı Almanya'ya gidecekti. Sanayi dehası Almanya da... her türlü mühimmatta Osmanlı'ya destek verecekti! Kısacası Dünyadaki tüm dengeler değişecekti", s. 166, 167, denmiş.
Buradaki, hiç katılamadığım 1908’de Birinci Dünya Savaşı’nın planlandığı ifadesi bir yana, o tren yolunun yapılmış olması halinde petrolü Osmanlı’nın işleyeceği şeklindeki görüşü tamamen yanlış buluyorum; zira, bilim, teknoloji ve sanayileşmede geç kalmış olan Osmanlı o dönemde sözkonusu ifadelerde belirtilen petrolü arayıp bularak çıkaracak ve işleyecek bir bilgi ve donanıma sahip olmadığı gibi petrolün anlam ifade edecek bir kısmının trenle Almanya’ya taşınması da hiç mi hiç sözkonusu olamazdı ve dolayısıyla burada belirtilen görüşler bence gerçekçilikten uzaktır!
Kısacası, sözkonusu ifadeler, bence, olsa olsa sadece kanaatler olabilirler, ki bunları mutlak gerçekler olarak görmek doğru sayılamaz.
*
Altıncısı, bence kitapta esas olarak iki temel çelişki var:
a.İlk temel çelişki şu: "Emperyalistler üç lanetli şeyi ve o şeylerin maşalarını kullanırlar:/ Terör-terörizm; Anarşi-anarşizm; Şoven-şovenizm", s. 233, diyerek ve çok yerinde olarak üç anlayışın olumsuzluğunu vurgulayan yazar, kitabın ana eksenini oluşturan Türk tarihiyle ilgili Asya, Avrupa ve Amerika kıtalarında yaşayanların büyük ölçüde Türk kökenli olduğu şeklindeki anlatımları içeren bölümünde, s. 81-149, sahip olduğu derin bilgi birikimi kullanarak, ve bence, şovenizmin olumsuzluğuyla ilgili kendi ifadesiyle de çelişerek, şovence bir tutum almış bulunuyor.
Konu hakkında, benim uzmanlığım yok, pek bilgili de sayılmam, ve ayrıca yazarın benimle kıyaslanamayacak ölçüde bilgili olduğu da apaçık, kitaptaki konu hakkındaki ayrıntılı bilgiler benim için öğretici de oldu, ama yine de ben, senteze, yani o ayrıntılı bilgilerden çıkarılan sonuca, yani ulus kavramının son iki yüzyılın ürünü olduğunu da göz ardı eden Türk tarih tezi olarak ifade edilebilecek görüşlere, katılamıyorum.
Mesela, “Her şeyi Türkler mi yaptı? Evet her şeyi Türkler yaptı”, s. 99, şeklindeki bir ifadeyi doğru bulmuyorum.
Ve ayrıca, mesela bana, kitaptaki,
-"Anadolu'ya gelen Türkler Hititleri, Frigleri, Lidyalıları; Mezopotamya'ya göç eden Türkler Sümerleri, Asurları, Babilleri; Akdeniz'e göç eden Türkler Mısırlıları ve Avrupa'ya göç eden Türkler Etrüskleri kurmuşlardır. Ege'ye göç eden Türkler ise Yunanlılardan çok daha önce bu bölgede ileri bir uygarlık yaratmışlardır", s. 59,
-”Başta Anglosakson dünyası olmak üzere Fransa-İtalya-İspanya Türk dünyasının parçalarıdır", s. 94,
-"Roma ve Grek gökyüzüne çıkarıldı... Fatih... gibi... bir rol modele ihtiyaçları vardı. Buldular... İskender... Onu da örnek bir gurur abidesi yapıp, yarattıkları şaşalı geçmişin kalbine oturttular", s. 102,
-"İranlılar Ankara'nın batısını hiç görmediler. İmparatorluk da kurmadılar... Truva olayı da ayrı bir düzmece", s. 128,
-“Truva olayı, bir simge olup, Tuğran İmparatorluğunun çöken son kalesini anlatır. Spartalılar (Ispartalılar) da Türk asıllıydı. Sonsuz fantezi gücüyle Truva'yı efsaneleştiren, Amerika film endüstrisi, bizim akıl hocamız oldu. Truvalılar da Türk'tü", s. 141-143,
-"Darvin'den 500 sene önce, büyük İslam bilgini İbn-i Haldun, yazdığı bir risale ile evrim teorisinin temelini atmıştı", s. 178,
şeklindeki ifadeler, ve diğer birçok benzeri ifade, doğru gelmiyor.
b.Bence, diğer bir temel çelişki de şu: Bilimselliğin önemi çokça vurgulanmasına karşın, kitaptaki dünya düzeniyle ilgili bazı görüşler bununla çelişecek nitelikte ve bence bilimsellikle bağdaşmıyor.
Mesela, kitaptaki,
-"Tanrı'nın tahtına oturmak isteyen... bir güç türedi... "Gizli Dünya Devleti" adıyla sahne alan bu güc", s. 195,
-"Dinlerin hegemonyasını kırmak için Yahudi toplulukları tarafından dışarıdan desteklenen ulus devletler birbiriyle rekabet içine girdi", s. 196, 197,
-"Bir bankacı aile altı çocuğu... ABD'nin karşısına çıkan… Almanya'nın Bavyera eyaletinde kurulan Ekonomik Dünya Devleti, daha sonra... Londra'ya geçti... küresel sermayenin denetimindeki "Gizli Dünya Devleti"... "çok uluslu federasyonlar" aracılığı ile yönetimi üstlenecektir./ Gizli Dünya Devleti'nin ulus devletleri çökertmek üzere tezgahladığı virüs salgını operasyonu ile ulus devletler çalışamaz hale getirildi... küresel sermaye ve Siyonist İsrail ittifakı... Beden'i seçtirdi", s. 198-201,
-"Amerikan Devletini aciz bırakmak... kesinlik kazanmıştır.../... bütün ulus devletler... emperyalizme karşı enternasyonal bir dayanışma düzeni kurmaları... gerekmektedir", s. 202,
-"Avrupa'nın birinci projesi, Türkiye'yi kan gölüne çevirmek ve yıkmaktır. Anadolu'yu ele geçirmektir... Türkiye-Avrupa Birliği hikayesi, Global Kapitalin ve Amerika Birleşik Devletleri'nin projesidir. Bu iki güç, farklı sebeplerden dolayı, Türkiye'nin kesin olarak Avrupa Birliği içinde yer almasını istiyor", s. 209,
şeklindeki anlatımları inanılır ve bilimsellikle bağdaşır bulamıyorum.
Bu konularda da uzmanlığımın olmadığının elbette farkındayım, elbette söylenenler kesinlikle doğru değildir diyecek durumda da değilim, ama yine de, mesela virüs salgını tezgahlanması ve gizli dünya devleti yapılanması gibi görüşlere hiç mi hiç katılamıyorum ve bunları sadece komplo teorileri kapsamında düşünülebilecek kanaatler olarak görüyorum.
Dolayısıyla kitabın ana eksenini oluşturan görüşlerdeki iki temel çelişki olarak gördüğüm bu hususlarda yazara ne yazık ki katılamıyorum.
*
Yedincisi, kitaptaki, “Ruslar, Doğu Anadolu'yu işgal ettiklerinde; Ermeni mezalimi karşısında şoka girdiler", s. 117, 118, şeklindeki ifadeye de, Ruslar’ın herhangi bir vahşet karşısında şoka girmek bir yana şaşıracaklarını dahi düşünemediğim için katılamıyorum.
*
Sekizincisi, kitaptaki,
-"Osmanlıda, ikinci sınıf vatandaş yoktu", s. 103,
-"1941 de İnönü eğitimi bilime kapattı", s. 149,
-"Harem sistemi Osmanlıyı bitirdi", s. 182,
-"Atatürk'ün yaşadığı zamanda, otoriter bir recim olduğu inancı yaygın. Tersine... güzel insanların... özgür hissettikleri bir zaman dilimiydi. Fikir hürriyeti kısıtlaması diye bir kavram yoktu", s. 205,
şeklindeki ifadeleri ve İnönü’nün Atatürk çizgisinin tam tersine işler yaptığı şeklindeki anlatımları hiç doğru bulmuyorum.
Özellikle de Atatürk döneminin otoriter olmadığı görüşüne hiç katılmıyorum, o dönem bence otoriterlikte cumhuriyetin bir tek son yıllık dönemi ile kıyaslanabilir.
*
Dokuzuncusu, kitapta birçok yerde, cümle ortasındaki bazı kelimelerin büyük harfle başlatılmasının ve soru sorulmayan birçok cümlenin sonuna soru işareti konulmasının nedenini de anlayamıyorum.
*
Onuncusu da, yukarıdaki açıklamalarda belirtildiği üzere, tamamen katıldığım hususlar da bulunmasına karşın, kitabın ana eksenini oluşturan hususlarda yazara ne yazık ki katılamadım.
Elbette her insan farklıdır ve farklı görüşler de doğaldır; ancak, gayet olumlu bir insan olarak görüp, sevip saydığım ve özellikle Öğretmen ve Öğrenci El Kitabı adlı kitabını olağanüstü güzel bulduğum Remzi Hoca’yla görüşlerimizin bu derece farklı olduğunu görünce doğrusu biraz da şaşırdım.
*
31.10.2022
*
EK:
https://birikimdergisi.com/
19 Ekim 2022 Çarşamba
Tanıl Bora
Plütokrasi
…
20. yüzyılda bu kavram, nasyonal sosyalistlere aitti, Propaganda Nazırı Goebbels tarafından bayıla bayıla kullanılırdı. (Kayınpederine bile “plütokrat” diyor günlüklerinde.) Nazi dilinde plütokrat tabiri, Büyük Britanya ve ABD’nin, yani dünyanın büyük “kapitalist güçlerinin” adıydı. Batı demokrasisi, Nazilere göre, fiilen bir küçük zenginler grubunun güdüp yönettiği bir sistemdi. Bu plütokrasinin arka planında da, Yahudilerin olduğuna işaret ediliyordu tabii.
…
*