12 Ocak 2024 Cuma

TÜM FATURA ÇEÇENLERE

 “Hey Çeçen, tüm suçların suçlusu sensin”, denen bir Çeçen şarkısı var: Nerede bir olumsuzluk varsa, Çeçenlerden bilindiği anlatılıyor.

Japonya’daki depremin de Çin’deki selin de.

Şarkıda sanki gerçek hayattaki gerçek bir durum çok doğru bir şekilde ifade ediliyor.

Günümüzde durum tam olarak öyle değil midir? 

Elbette olumsuz davranışlarda bulunan Çeçenler de olabilir.

Ama oluşturulan imaj-algı gerçeklikten epeyce sapmıyor mu?

Hatta oluşturulan algının sonucunda gerçekten mağdur olan “Çeçen” değil midir?

Albayrak’ın tavrı da öyle sayılmaz mı?

Albayrak şunları anlatıyor:

*

Seçimde “Saat beş olunca kapıyı kapatmışlar. Larisa listeyi alıp sayıma geçmek isteyince odada dolaşan bir sivil gerek yok tutanaklar hazır imzalayın bitsin demiş.” (Albayrak, s. 224)

Nalçık’ta “Olup biteni çekinmeden eleştirdiğim için dostlarımın sayısı her gün azalıyordu.” “Çalanlar yalnız bürokratlar değildi. Kim neyi bulursa çalmaktan çekinmiyordu… İnsanlar gasp ve kaçırılma korkusuyla korumasız sokağa çıkamıyordu. O günlerde mafya ile yaşadığım çok sıkıntılı olayı Çeçen halkına bakışımı çok etkilediği için anlatmak istiyorum.” (Albayrak, s. 229)

“Hammadde nakli için Garipoğlu firmasının yetkilisi olan Turan isminde Çeçen bir arkadaştan yardım istedim. Turan Bey, Yunus adında bir Çeçeni çağırdı. Tır başına bin dolar karşılığında anlaştık… Bir süre sonra… sonlandırdık… birkaç ay geçti… “Yunus adında bir Çeçen bizden 10 bin dolar istiyor,” diye bilgi verdiler… bazı görüşmeler sonrası olayın kapandığını düşündüm, ama bir süre sonra Çeçen mafyası 10 bin dolar istiyor dediler, yetkililere bildirip tedbir alıp görüştük, reisleri Ruslan Dudarev adında iki metrelik bir devdi, onu gördüğümde Korkmaz Yiğit’in “kimyam bozuluyor” lafına hak vermiştim, çeşitli görüşmelerden sonra “seni Çeçenistan’a götüreceğim. Orada bana yalvararak 50 bini ödeyeceksin,” dedi, “Benim kimyam bir yana, fiziğim ve biyolojim de birbirine karışmıştı. Baş savcı “ne yapalım” diye sordu… On kişilik grup tutuklanarak emniyete götürüldü… tercüman hanım beni “polis rüşvet almak için kumpas kuruyor” diye uyarıyordu, “Nalçık havaalanına bir özel uçak indi. Uçaktan inen fötr şapkalı kibar tavırlı üç adam otele odama geldiler. Bu nedenle sizden özür diliyoruz. Biz Çeçenler olarak kardeşlerimizi bu gece alacağız”, şikayet etmezseniz dostunuz olarak buradan ayrılacağız dediler, şikayetçi olmayacağımı bildirdim, adamları gece karakoldan almışlar ama getirdikleri hasta hayatını kaybetmişti, Çeçenlerden kurtulduğuma seviniyordum, İstanbul’daydım, Dudarev telefon etti, “Mashadov aynı günlerde Hakkı Bey’in Antalya’daki otellerinde misafir ediliyordu. Hemen İstanbul’daki Çeçen temsilcisini otele çağırdık. Ruslan arayınca telefonu temsilciye verdim”, bir saate yakın konuştular, “Çeçen şeriat mahkemesi Nalçık’da ölen adam için Ruslan’ı yargılayarak kan parası ödemeye mahkum etmiş. Bu parayı bizim ödememiz gerektiğini Aslan Mashadov bizim dostumuz ise parayı o ödesin diyormuş. Çeçen temsilci “bu adam şerefsizin biri sakın birşey ödemeyin ben bu durumla ayrıca ilgileneceğim,” diyerek ayrıldı, ertesi hafta Nalçık’tan telefonlar gelmeye başladı, “Çeçen plakalı araçlar devamlı bizi takip ediyorlar. Bir nakliye aracımızı ateşe verdiler”, çözüm bulun diyorlardı, “Ya fabrikayı kapatacaktık ya da bu problemi çözecektik. Polis bize mesafeli duruyordu, bir aracı buldum, Ruslan’la görüştü, “Nalçık’da ölen adamın yetim çocuklarına verilmek kaydıyla Grozni polisine teslim edilmek üzere 10 bin dolar ödeyeceğimize dair bir tutanak alarak parayı teslim ettik. Bu anlaşmadan sonra bir daha bizi arayan olmadı./ Sorunu bu kadar kolay çözmek varken başımıza neler gelmişti”, Çeçenlerden kurtulmuştuk ama Çeçen teröristlere yardım yapıyorsunuz dendi, başsavcının gayretiyle olayı kapatabildik, “bu olaylar nedeniyle Çeçen lafını duyduğumda ürperir ve mesafeli durmaya özen gösteririm.” (Albayrak, s. 230-233)

*

Burada tek sorumlu Çeçenler midir?

En azından,

-Seçim sonucuyla çok yakından ilgilenen,

-Ama suçlarla yeterince ilgilenmeyen, 

ilgililer için de söylenecek bir söz yok mu?

*

Albayrak Dudayev’e de fatura çıkarıyor:

Şöyle yazıyor:

*

“Dudayev iki defa Türkiye’ye gelmişti… Güreş… Çiller ile… buluşturmuştu… bir milyon dolar nakdi yardım ve askeri teçhizat yardımı almıştı. Tansu Çiller’in örtülü ödenek harcamaları ile ilgili savunma yaparken “açıklarsam savaş çıkar” dediği belki de konu bu yaşananlardı.” (Albayrak, s. 214)

*

“Yuri Kalmukov’un anlatımıyla Çeçen savaşı:... Çeçenistan bağımsızlıkta ısrar ediyordu.” Bakanlar Kurulu’nda Yeltsin askeri müdahale dediğinde “Söz aldım; “bu anayasayı hazırlayan kurulun başkanı benim… Ordunun Parlamento kararı olmadan federal birr cumhuriyete müdahale hakkı yoktur. Anayasal suç işlemiş oluruz,” dedim. Yeltsin sinirlenerek “sorumluluk bana ait imzalamak istemiyorsanız yapacağınızı biliyorsunuz,” dedi./… “Bana beş gün müsaade edin Dudayev’le yüz yüze görüşeceğim. İkna edemezsem gereğini yaparım,” cevabını verdim. Bazı üyelerde beni desteklediler. Yeltsin kabul edince… Nalçık’a gittim… Grozni’ye gittik. Onbir saat boyunca Dudayev’i savaştan vazgeçirmeye çalıştım. Çeçenistan’a anayasada olmayan genişletilmiş siyasi ve ekonomik haklar verileceğini, sadece Rusya sınırları ve bayrağını tanıyarak ülke içinde kalmasını diğer bütün uygulamalarda tam bağımsız olacağını, bir ayrılığın diğer federal cumhuriyetlerde de ayrılıkçı unsurları tetikleyeceğini uzun uzun anlattım…/ Bazen yalvardım, bazen rica ettim… ama bir adım geri atmadı. Savaşmak için Yeltsin’den daha istekliydi. Beni Ruslardan korkmakla ve Rus taraftarı olmakla suçladı… döndüm./… istifa ettim.” (Albayrak, s. 201-212)

*

Yazar burada ve Güreş ile Türkeş'i tanık gösterdiği bu konudaki diğer anlatımlarda açıkça Dudayev'i savaş isteyen biri olarak resmediliyor.

Böyle bir şey olabilir mi? Bu doğru olabilir mi?

Dudayev'in tavrı olsa olsa bağımsızlıkta ısrar sayılabilir, savaş istemek değil. Bağımsızlık da o dönemde diğer birçok ulusa teslim edilen bir hak olduğu gibi Çeçenlerin de en doğal hakkıydı ve zaman da bu hakkı dillendirmenin tam zamanıydı.

Ayrıca açıkça anayasa aykırı davranan Yeltsin ve tüm Rus yönetimi neredeyse masum hale getiriliyor!

Bugünden bakıldığında, Dudayev keşke biraz daha esnek ve "reel politik" olabilseydi, denebilir, ama bu durum, Dudayev'in ilkesel olarak çok doğru yerde durduğu ve Rusya-Adıge ilişkilerinin bugün geldiği yere bakıldığında da çok yerinde tavır aldığı gerçeğini değiştirmez, hatta Rusya'nın bugün geldiği yer Dudayev'in haklılığını açıkça kanıtlar.

İkincisi, Kalmukov, "bir ayrılığın diğer federal cumhuriyetlerde de ayrılıkçı unsurları tetikleyeceğini uzun uzun anlattım", demiş, peki, birçok yerde tekrarlana gelen bu görüş doğru mu, bütün tarafların yeni anayasaya evet dediği bir ortamda artık bunun tutarlı bir yanı var mı?

Bence kesinlikle hayır!

Albayrak Dudayev'e haksızlık yapıyor.

*

Rusya’da “1992 yılında özgür bir anayasa ile kurulan demokratik sistem 10 yılda iyi bildikleri otokratik çarlık düzenine evrilmişti… Rusya artık bir devlet değil sanki mafya organizasyonuydu./… küçük federatif cumhuriyetlerde durum daha da feciydi… merkez atanan sömürge valileri tarafından yönetilmeye başlanmıştı… kadrolar… parayla satın alınıyordu… Sovyet döneminde bile var olan kendi anadilinde eğitim ve kullanım hakkı kaldırılarak anadil seçmeli ders haline getirilmişti.” (Albayrak, s. 235)

“Ruslar, Çeçenleri savaşla yenemeyeceklerini anlayınca halkın milliyetçi radikal İslamcı ve ılımlı İslamcılar olarak ikiye bölünmesini sağladılar… kendine özgü bir İslami yandaş devlete dönüştürdüler./ Anavatanla ilgili bütün umut ve hayallerimizi birer birer kaybederken sadece seyrediyorduk… vebalı muamelesi görüyorduk”, Adıgey Cumhurbaşkanı Carım Aslan “en tutarlı hümanist diplomat ve halkına yakın lider”di.” (Albayrak, s. 236)

Adıgey’de Adıge nüfus oranı %16.65 iken federal anayasaya göre “sayısal olarak azınlıkta olsalar da Adıgeler parlamentoda %51 oranında temsil ediliyorlar. Cumhurbaşkanı ve başbakanın Adıge olması zorunludur.” (Albayrak, s. 237, 238)

***

Şu anlatımlar ise çok özensiz gibi geldi bana:

Teslim olduğunda “Grozni’den yola çıkan Şamil başkente üç ayda varabilmişti… kiminle savaştığımı yeni öğrendim” demişti, “silahları geri verilmiş ve serbest olduğunu nereye isterse gidebileceği söylenince Mekke ve Medine’ye gitmek istediğini dile getirmiş.” (Albayrak, s. 71)

(Zamandan kopuk olan anlatım farklı anlamlara gelebiliyor!)

“Çeçenler Afganistan işgalinde gösterdiği kahramanlıklar nedeniyle üstün hizmet madalyası almış emekli General Cahar Dudayev liderliğinde bağımsızlık… istiyordu.” (Albayrak, s. 194)

(Dudayev Afganistan işgaline katılmış mıydı?)

“Uzunyayla’dan tanıdığım iki işadamı fidye için kaçırıldı./ Net Holding’in Çeçen liderliğine verdiği plaket ve yardım çekini teslim etmek için Çeçenistan’a gidecek iki Çeçen arkadaşımız yola çıkarken İstanbul’da bir grup Uzunyaylalı bir araya geldik. Kaçırılan arkadaşlarımızın serbest bırakılması için Çeçen liderliğine bir mektup hazırlayarak giden görevlilere verdik. Bir hafta sonra giden iki Çeçen’in de fidye için kaçırıldığı haberini aldık.” (Albayrak, s. 195)

(O iki Çeçen burada belirtildiği gibi Net Holding’in plaket ve çekini teslim etmek için gitmemişti, kendi programlarındaki kendi amaçları için gitmişlerdi, ancak sanırım bu arada talep olunca Net Holding’in isteğini yerine getirerek yardımda bulunmak da istemiş olabilirler!)

“Çeçenistan savaştan önce iki milyon iki yüz bin nüfusuyla Rusya Federasyonu’nun en zengin ve anayasal hakları daha fazla iki cumhuriyetten biriydi. Önce ikiye bölünerek İnguşetya ayrıldı. Savaşta hayatını kaybeden ve ülkeyi terk eden Çeçen sayısı sekiz yüz bini geçti. Kalan yedi yüz bin Çeçen Viladimir Putin’in dostu ve kuklası, tarikat lideri bir adam tarafından İslami diktatörlükle yönetiliyor.” (Albayrak, s. 212)

(Buradaki sayılar gerçeğe tamamen aykırı.)

*

Şu ifadeler de bence genelde ibretlik durumları yansıtıyor:

Tamamen mafyatik olan “bu olaylar nedeniyle Çeçen lafını duyduğumda ürperir ve mesafeli durmaya özen gösteririm.” (Albayrak, s. 230-233)

Rusya’da “1992 yılında özgür bir anayasa ile kurulan demokratik sistem 10 yılda iyi bildikleri otokratik çarlık düzenine evrilmişti… Rusya artık bir devlet değil sanki mafya organizasyonuydu.” (Albayrak, s. 235)

“Anavatanla ilgili bütün umut ve hayallerimizi birer birer kaybederken sadece seyrediyorduk … vebalı muamelesi görüyorduk”, Adıgey’de “en tutarlı hümanist diplomat ve halkına yakın lider” olarak cumhurbaşkanı olan Carım Aslan yerinden oluyordu. (Albayrak, s. 236)

2002 seçimi doğrudan halkın yapacağı son seçim oldu. (Albayrak, s. 245) 

Federal “haklar kısıtlanmaya başlandı. Putin iktidarı güçlendikçe özgürlükçü insan hakları ve etnik özgürlükler kısıtlandı. Bu koşullarda DÇB’nin sivil ve liberal tavrı, etnik talepleri ve çalışma konularının çoğunun yeni Rusya’nın kitabında yeri yoktu.” (Albayrak, s. 274)

"Anavatanla 22 yıl devam eden işadamlığı hikayemiz burada sona ermişti”, hayallerimiz “fiyasko ile sonuçlanmış”tı, “Adige cumhuriyetinin etnik, siyasi ve kültürel haklarına kavuşacağı umudu ve hayaline kapılmıştık. Gelinen süreçte Adıgeler totaliter Sovyet rejiminde sahip oldukları hakları da ellerinden alınarak otokratik bir rejimin mağdurları olmuşlardı.” (Albayrak, s. 288)

*

Adigeler 1990’larda umutla başladıkları Kafkasya yolculuk ve ilişkilerinde Çeçenlerden uzak durmaya özellikle özen gösterdiler, bu anlayış Çeçenistan'da savaş başladıktan kısa bir süre sonrasına denk gelen Mart 1995 ayından itibaren Türkiye’de de çok belirgin oldu, bu uzak durma bence elbette Rus yönetiminin arzu ve yönlendirmesinden kaynaklanıyordu, ancak Adıgeler bu durumu doğru olmayan bir şekilde genelde bu kitapta yazarın da yaptığı gibi Çeçen mücadelesinin radikal dinciliğe evrilmesi gerekçesine bağlamaya çalıştılar, oysa asıl neden Rusları memnun etmekti, sonrasında ise, memnun ettikleri Ruslar tarafından hayal kırıklığına uğratıldılar, yazarın net şekilde anlattığı gibi 2010’larda Adıgelerin umut ve hayalleri yok oldu, hüsrana dönüştü.

Çok ibretlik bir durum değil mi?

*

“Çerkes asıllı yazar ve araştırmacılar eserlerinde müptela oldukları kabilecilik tutkularının esiri olmaktan kurtulamıyorlardı.” (Albayrak, s. 254)

Uzunyayla’da “Hatkoy köyleri festivale katılmamış ve daha sonra alternatif festival düzenlemişlerdi.” (Albayrak, s. 258)

“Woynax müzik grubu” (Albayrak, s. 262)

“Çeçen savaşının karakteri ve örgütün üye yapısı nedeniyle DÇB fazla müdahil olamadı.” (Albayrak, s. 273)  

*

Federal “haklar kısıtlanmaya başlandı. Putin iktidarı güçlendikçe özgürlükçü insan hakları ve etnik özgürlükler kısıtlandı. Bu koşullarda DÇB’nin sivil ve liberal tavrı, etnik talepleri ve çalışma konularının çoğunun yeni Rusya’nın kitabında yeri yoktu.” (Albayrak, s. 274)

2006’da Kanokov seçilmişti, Kaffed ve bazıları “yeni Cumhurbaşkanını tebrik etmek istiyordu. Fakat bir türlü randevu alınamıyordu. Kaffed’den arandım ve bu konuda yardım istendi”, sorduğumda önüme “Kaffed’in yayınladığı bir dergiyi koydular. Kapak resminde Putin’in bir fotoğrafı ve “Katil Putin Çeçenya’dan defol” ibaresi yer alıyordu”, Kanokov’a Moskova’da gösterilmişti, “Bu nedenle randevu veremiyoruz” dendi, “Hemen bir çözüm bulduk… Tebrik programı Türk-Rus İş Konseyi adına düzenlenecekti”, Putin bu konseyin başkanı Turgut Gür’ü “bana Türkiye’yi sevdiren adam,” şeklinde takdim eder. (Albayrak, s. 278, 279)

2006’da DÇB toplantısı İstanbul’da yapılacaktı, “Yönetimde kimliği saklı olmayan gizli serviste görevli bir üye vardı”, görevli bir albayla geldiler, DÇB seçimi için düşüncemizi sordular, albay, aynı zamanda Rus vatandaşısın, “bizim adayımız sensin” dedi, “avucumuzdasın” demek istiyordu, “Tanımadıkları biri seçilirse kontrolü kaybetmekten korkuyorlardı”, yönetime bile girmeyeceğimi belirttim, ısrar ettiler, reddettim, Rus tarafında “Devlet artık derneği tümüyle kontrol altına almaya karar vermiş olmalı ki” sürprizler yaşadık, sonraki üç yıl sıkıntılı geçti, “İlişkiler soğudu”, Maykop’taki son kongrede “Nalçık’taki şaibeli ve kirli işlere bulaşmış bir avukatın başkan adayı olduğunu öğrendik… itiraz ettik… İstesek yeni bir adayla seçimi kazanabilirdik. Fakat niyetimiz ve hazırlığımız yoktu. Şaibeli kirli avukat tek aday olarak başkan seçildi. Üç yıl içinde… İçini boşalttı ve üç yıl sonra Gizli Servis işbirlikçisi bir işadamının kucağına bıraktı. DÇB son on yıldır arasıra derin devletin davulunu çalarak işlevsiz ve itibarsız varlığını sürdürüyor… on yıl önce bu yola girmişti.” (Albayrak, s. 281-283)

“Türkiye ile Rusya ilişkileri… asimetrik bir dostluktu.” (Albayrak, s. 285)

“Bu kadar dengesiz ilişkiyi barındıran dostluk nasıl bir şey anlayana aşk olsun. Bu kadar adaletsiz ve asimetrik dostluğu sürdürmenin mutlaka bilinmeyen sırlar barındırdığına şüphe yoktur. Konuyu anlatırken Rusya ve Türkiye yerine Putin ve Erdoğan isimlerini kullanmamın sebebi her iki devlet yönetiminin evrildiği pozisyondur.” (Albayrak, s. 287)

Putin Türklere Rusyada çalışmayı yasaklıyor, çeşitli hukuki yolları denemeye kalksalar da iş yapamaz hale getiriyorlar, elçilikle konuşup Türk vatandaşlığından çıkarak “Oteli kurtarmıştık… Fazla dayanamadık, oteli… sudan ucuz bir bedelle devretmek zorunda kaldık. Anavatanla 22 yıl devam eden işadamlığı hikayemiz burada sona ermişti”, hayallerimiz “fiyasko ile sonuçlanmış”tı, “Adige cumhuriyetinin etnik, siyasi ve kültürel haklarına kavuşacağı umudu ve hayaline kapılmıştık. Gelinen süreçte Adıgeler totaliter Sovyet rejiminde sahip oldukları hakları da ellerinden alınarak otokratik bir rejimin mağdurları olmuşlardı… anadil okullarda tercihe bağlı ders haline getirilmişti. Bu uygulama anavatandaki kültürel varlığı kısa sürede felce uğratarak şüphesiz asimilasyon sürecini hızlandıracaktı./…/… iki emperyal devletin menüsünde yer aldığımız günden beri kaybetmek kaderimizdi. Yine öyle oldu.” (Albayrak, s. 288)


*

12.1.2024


KAF-DER ÇEVRESİNDEN BİR YANILTMA VE SONRASINDA BİR HÜSRAN

Çerkesler, geçmişten geleceğe kimlik, kültür ve siyaset, Uluslararası Sempozyum Bildiriler Kitabı, Editörler: Sevda Alankuş, Esra Oktay Arı, 2014, Kafdav Yayınları, Ankara, adlı kitapta açık bir yanıltma var.

Bu yanıltma sanırım Kaf-Der/Kaf-Dav çevresine ait sayılmalı!

Sözkonusu kitapta bir uzak Asyalı “araştırmacı”nın diaspora konusundaki bir araştırmasına yer verilmiş.

Şunlar söyleniyor:

*

"1990'lı yılların başındaki Abhazya ve Çeçenistan Savaşları'nda Kafkas diasporası birlikte hareket ederek büyük destekte bulunurken, 1999 yılındaki II. Çeçenistan Savaşı'ndan itibaren diaspora içindeki bölünmeler belirginleşmeye başlamıştır.../... 1990'lı yılların başında başlayan Abhaz ve I. Çeçen Savaşları'nda diaspora içindeki kimliğin güçlenmeye başladığı "ilk dönem", 1999 yılındaki II. Çeçen Savaşı ile başlayan ve Kafkas diasporası içinde ayrışmalara yol açan "ikinci dönem"..." (Wakizaka, Çerkesler-içinde, s. 357)


"Türkiye diasporası; tıpkı Abhazya Savaşı'nda olduğu gibi, I. Çeçenistan Savaşı sırasında da birlikte hareket etmiştir". (Wakizaka, Çerkesler-içinde, s. 361)


"Çeçenistan'daki savaşı yakından izleyen Türkiye diasporası ve örgütleri, 1994 Aralık ayından itibaren, Rusya'nın işgaline karşı Çeçenistan'a destek veren ve Çeçenistan lehine kamuoyu oluşturmaya yönelik faaliyetlerini artırmıştır. Bununla ilgili olarak Ankara'da; bünyesinde KADK'a benzer bir örgütlenmeye gidilerek Kafkas-Çeçenistan Dayanışma Komitesi oluşturulmuş... birinci savaş bitinceye kadar görev yapmaya devam etmiştir... Ancak bu arada KAF-DER bünyesindeki Çeçenler, dernek üyeliğinden ayrılmadan Ankara Gazi Mahallesi'nde ayrı bir yer kiralayıp, kendi derneklerini kurmuşlardır. Komite'nin en fazla ses getiren eylemlerinden birisi, 25 Aralık 1994 tarihinde Ankara'da gerçekleştirdikleri mitingdir." (Wakizaka, Çerkesler-içinde, s. 362)


"Abhazya'daki bağımsızlık mücadelesi ile I. Çeçen-Rus Savaşı'nın önemli sonuçlarından birisi de şüphesiz ki; Türkiye diasporasındaki Kafkasya kökenli halklar arasında 1980'lı yıllardan itibaren başlayan ayrışmayı, geçici de olsa rafa kaldırması olmuştur. Çünkü Ayhan Kaya'nın belirttiği gibi; söz konusu yıllardan itibaren Karaçay-Balkar ve Kumuk diasporaları gibi Türk kökenli diasporalar formel Türk milliyetçiliğini benimseyerek Çerkes üst kimliğinden sıyrılma eğilimine girerlerken... bazı Çeçenler ve Dağıstanlılar da artık kendilerini "Çerkes" tanımı içinde görmemeye başlamıştır." (Wakizaka, Çerkesler-içinde, s. 362)


"Türkiye'deki Kafkasya diasporasının, 11 Ekim 1999 yılında Rus askerlerinin Çeçenistan'a girmesiyle başlayan II. Çeçen Savaşı sırasındaki tutumları, I. Çeçen Savaşı'na göre daha farklı olmuştur... Abhazya ve Çeçenistan sorunları, başlangıçta Türkiye'deki diasporanın birlikteliğini sağlarken, sonradan bu durum tersine dönmüştür./ Bu dönemde KAF-DER, Abhaz dernekleri ve Demokratik Çerkes platformu gibi kuruluşlar ve inisiyatifler, radikal İslamcı bir çizgiye doğru yönelen Çeçenlerle aralarına mesafe koymaya başlamışlar ve sonuçta Kafkas Vakfı, Birleşik Kafkasya Derneği gibi kurumlara göre farklı bir yaklaşım içine girmişlerdir." (Wakizaka, Çerkesler-içinde, s. 364)


"KAF-FED ise 27 Şubat 2000 tarihinde "Çeçenistan" konulu uluslararası bir panel düzenlemiş"tir. (Wakizaka, Çerkesler-içinde, s. 365)

*

Bence bu anlatımda açık bir yanıltma var.

Türkiye'deki Kafkas diasporasının yazıda “KAF-DER, Abhaz dernekleri ve Demokratik Çerkes platformu gibi kuruluşlar ve inisiyatifler” şeklinde ifade edilen Kaf-Der çevresi kısmının Çeçen savaşları karşısındaki tutumu yazıda anlatıldığı şekilde olmamıştır. 

Aralık 1994’te Çeçenistan’a yönelik olarak başlayan Rus saldırısına ilk anda tüm diaspora birlikte karşı çıkıp tepki vermiş, ancak çok kısa bir süre sonra, Mart 1995’te ayrışma gerçekleşmiş ve Kaf-Der çevresi açıkça Çeçenlerden uzak durmayı seçip Çeçenleri itmiş ve uzaklaştırmıştır.

Bu tutum Mart/1995’te Ankara’da Kaf-Der merkezinde yapılan bir toplantıda net bir şekilde ortaya konulmuş, Nisan/1995’te Eskişehir’de yapılan başka bir toplantıda da iyice pekiştirilmiştir.

Bu tutum radikal dincilikle de hiçbir şekilde ilgili değildir ve ayrıca o dönemde Çeçenlerde belirgin bir radikal dincilik de görülmemektedir. 

Bu tutum tamamen Rus etkisiyle oluşmuş olmalıdır.

Ruslar esas itibariyle Kafkasya’daki Çerkez bölge yöneticileri kanalıyla Kaf-Der çevresindeki bu tutum değişikliğini sağlamış olmalıdırlar.

Bu konuda zamanında MARŞO Bülten’de (Ocak 1997, Sayı: 10, s. 38) Kafkasya’nın İki Yolu: Dudayev’in Yolu ve Rus Yolu denilerek bir vurgu da yapılmıştır..

Durum böyle olduğu halde Kafkas diasporasının 1. savaşta Çeçenleri desteklediğini, ancak 2. savaşta “radikal İslamcı bir çizgiye doğru yönelen Çeçenlerle aralarına mesafe koymaya” başladığını söylemek doğru değildir, açık bir yanıltmadır.

Ayrıca adıgeçen “araştırmacı” bu durumu bilmese de ilgili sempozyumdaki bir çok katılımcının gerçek durumu bildiğinden kuşku duyulamaz ve bu duruma rağmen, söz konusu ifadelerin dile getirilmesi bir yana sanki gerçekmişcesine hiçbir itiraza uğramadan yayınlanması çok şaşırtıcıdır. 

Yapılan apaçık bir yanıltmadır.

*

Bu yanıltmaya UZUNYAYLA'DAN KAFKASYA'YA adlı eserinde Albayrak da katkıda bulunuyor ve bunu yaparken bir yandan da sanki Kaf-Der çevresindeki tutum değişikliğini sağlayan merkezin adresini de DÇB olarak açıklıyor.

*

“Çeçen savaşının karakteri ve örgütün üye yapısı nedeniyle DÇB fazla müdahil olamadı.” (Albayrak, s. 273)  

*

Evet, Çerkesler 1990’larda umutla başladıkları Kafkasya yolculuk ve ilişkilerinde Çeçenlerden uzak durmaya özellikle özen gösterdiler, bu anlayış Çeçenistan'da savaş başladıktan kısa bir süre sonrasına denk gelen Mart 1995 ayından itibaren Türkiye’de de çok belirgin oldu, bu uzak durma bence elbette Rus yönetiminin arzu ve yönlendirmesinden kaynaklanıyordu, ancak Çerkesler bu durumu doğru olmayan bir şekilde genelde kitabında Albayrak’ın da yaptığı gibi Çeçen mücadelesinin radikal dinciliğe evrilmesi gerekçesine bağlamaya çalıştılar, oysa asıl neden Rusları memnun etmekti, sonrasında ise, memnun ettikleri Ruslar tarafından hayal kırıklığına uğratıldılar, Albayrak’ın eserinde net şekilde anlattığı gibi 2010’larda Çerkeslerin umut ve hayalleri yok oldu, hüsrana dönüştü.

*

Albayrak  Kafkasya’daki durumu şöyle anlatıyor:

Rusya’da “1992 yılında özgür bir anayasa ile kurulan demokratik sistem 10 yılda iyi bildikleri otokratik çarlık düzenine evrilmişti… Rusya artık bir devlet değil sanki mafya organizasyonuydu.” “Anavatanla ilgili bütün umut ve hayallerimizi birer birer kaybederken sadece seyrediyorduk … vebalı muamelesi görüyorduk”, Adıgey’de “en tutarlı hümanist diplomat ve halkına yakın lider” olarak cumhurbaşkanı olan Carım Aslan yerinden oluyordu. 

2002 seçimi doğrudan halkın yapacağı son seçim oldu. Federal “haklar kısıtlanmaya başlandı. Putin iktidarı güçlendikçe özgürlükçü insan hakları ve etnik özgürlükler kısıtlandı. Bu koşullarda DÇB’nin sivil ve liberal tavrı, etnik talepleri ve çalışma konularının çoğunun yeni Rusya’nın kitabında yeri yoktu.” (Albayrak, s. 235, 236, 245, 274)

2006’da Kanokov seçilmişti, Kaffed ve bazıları “yeni Cumhurbaşkanını tebrik etmek istiyordu. Fakat bir türlü randevu alınamıyordu. Kaffed’den arandım ve bu konuda yardım istendi”, sorduğumda önüme “Kaffed’in yayınladığı bir dergiyi koydular. Kapak resminde Putin’in bir fotoğrafı ve “Katil Putin Çeçenya’dan defol” ibaresi yer alıyordu”, Kanokov’a Moskova’da gösterilmişti, “Bu nedenle randevu veremiyoruz” dendi, “Hemen bir çözüm bulduk… Tebrik programı Türk-Rus İş Konseyi adına düzenlenecekti”, Putin bu konseyin başkanı Turgut Gür’ü “bana Türkiye’yi sevdiren adam,” şeklinde takdim eder. (Albayrak, s. 278, 279)

2006’da DÇB toplantısı İstanbul’da yapılacaktı, “Yönetimde kimliği saklı olmayan gizli serviste görevli bir üye vardı”, görevli bir albayla geldiler, DÇB seçimi için düşüncemizi sordular, albay, aynı zamanda Rus vatandaşısın, “bizim adayımız sensin” dedi, “avucumuzdasın” demek istiyordu, “Tanımadıkları biri seçilirse kontrolü kaybetmekten korkuyorlardı”, yönetime bile girmeyeceğimi belirttim, ısrar ettiler, reddettim, Rus tarafında “Devlet artık derneği tümüyle kontrol altına almaya karar vermiş olmalı ki” sürprizler yaşadık, sonraki üç yıl sıkıntılı geçti, “İlişkiler soğudu”, Maykop’taki son kongrede “Nalçık’taki şaibeli ve kirli işlere bulaşmış bir avukatın başkan adayı olduğunu öğrendik… itiraz ettik… İstesek yeni bir adayla seçimi kazanabilirdik. Fakat niyetimiz ve hazırlığımız yoktu. Şaibeli kirli avukat tek aday olarak başkan seçildi. Üç yıl içinde… İçini boşalttı ve üç yıl sonra Gizli Servis işbirlikçisi bir işadamının kucağına bıraktı. DÇB son on yıldır ara sıra derin devletin davulunu çalarak işlevsiz ve itibarsız varlığını sürdürüyor… on yıl önce bu yola girmişti.” (Albayrak, s. 281-283)

“Türkiye ile Rusya ilişkileri… asimetrik bir dostluktu.” (Albayrak, s. 285)


“Bu kadar dengesiz ilişkiyi barındıran dostluk nasıl bir şey anlayana aşk olsun. Bu kadar adaletsiz ve asimetrik dostluğu sürdürmenin mutlaka bilinmeyen sırlar barındırdığına şüphe yoktur. Konuyu anlatırken Rusya ve Türkiye yerine Putin ve Erdoğan isimlerini kullanmamın sebebi her iki devlet yönetiminin evrildiği pozisyondur.” (Albayrak, s. 287)


Putin Türklere Rusyada çalışmayı yasaklıyor, çeşitli hukuki yolları denemeye kalksalar da iş yapamaz hale getiriyorlar, elçilikle konuşup Türk vatandaşlığından çıkarak “Oteli kurtarmıştık… Fazla dayanamadık, oteli… sudan ucuz bir bedelle devretmek zorunda kaldık. Anavatanla 22 yıl devam eden işadamlığı hikayemiz burada sona ermişti”, hayallerimiz “fiyasko ile sonuçlanmış”tı, “Adige cumhuriyetinin etnik, siyasi ve kültürel haklarına kavuşacağı umudu ve hayaline kapılmıştık. Gelinen süreçte Adıgeler totaliter Sovyet rejiminde sahip oldukları hakları da ellerinden alınarak otokratik bir rejimin mağdurları olmuşlardı… anadil okullarda tercihe bağlı ders haline getirilmişti. Bu uygulama anavatandaki kültürel varlığı kısa sürede felce uğratarak şüphesiz asimilasyon sürecini hızlandıracaktı”, “iki emperyal devletin menüsünde yer aldığımız günden beri kaybetmek kaderimizdi. Yine öyle oldu.” (Albayrak, s. 288)


“Bu kadar dengesiz ilişkiyi barındıran dostluk nasıl bir şey anlayana aşk olsun. Bu kadar adaletsiz ve asimetrik dostluğu sürdürmenin mutlaka bilinmeyen sırlar barındırdığına şüphe yoktur. Konuyu anlatırken Rusya ve Türkiye yerine Putin ve Erdoğan isimlerini kullanmamın sebebi her iki devlet yönetiminin evrildiği pozisyondur.” (Albayrak, s. 287)


Putin Türklere Rusyada çalışmayı yasaklıyor, çeşitli hukuki yolları denemeye kalksalar da iş yapamaz hale getiriyorlar, elçilikle konuşup Türk vatandaşlığından çıkarak “Oteli kurtarmıştık… Fazla dayanamadık, oteli… sudan ucuz bir bedelle devretmek zorunda kaldık. Anavatanla 22 yıl devam eden işadamlığı hikayemiz burada sona ermişti”, hayallerimiz “fiyasko ile sonuçlanmış”tı, “Adige cumhuriyetinin etnik, siyasi ve kültürel haklarına kavuşacağı umudu ve hayaline kapılmıştık. Gelinen süreçte Adıgeler totaliter Sovyet rejiminde sahip oldukları hakları da ellerinden alınarak otokratik bir rejimin mağdurları olmuşlardı… anadil okullarda tercihe bağlı ders haline getirilmişti. Bu uygulama anavatandaki kültürel varlığı kısa sürede felce uğratarak şüphesiz asimilasyon sürecini hızlandıracaktı”, “iki emperyal devletin menüsünde yer aldığımız günden beri kaybetmek kaderimizdi. Yine öyle oldu.” (Albayrak, s. 288)


İbretlik bir durum değil mi?

Ancak devamı da var.

Tamamen devlet gözetiminde gerçekleştirilmişe benzeyen mafyatik “olaylar nedeniyle Çeçen lafını duyduğumda ürperir ve mesafeli durmaya özen gösteririm”, deniyor. (Albayrak, s. 230-233)

*

12.1.2024