4 Temmuz 2024 Perşembe

SÛFİ VE KOMİSER

RUSYA'DA İSLAM TARİKATLARI

Alexandre Bennigsen/Chantal Lemercier-Quelquejay, Fransızca'dan çeviren: Yrd. Doç. Dr. Osman TÜRER, 1988, AKÇAĞ Yayınları, Ankara


Kitap bir yönüyle bilgilendiriyor ve ayrıca düşündürüyor.

Düşününce de insan üzülmeden edemiyor!

*

Yazarlarının komünizm aleyhtarı olduğu belirtilen kitabın öncelikli meselesi sanki Sovyetlerin din konusundaki yaklaşımı oluyor.

Ve, aşağıdaki türden ifadelerinden anlaşılacağı üzere, sanki, eğitimli insanları asmayı hedefleyen Uzun Hacı anlayışına arka çıkılıyor!

""Mühendisleri, öğrencileri, entellektüelleri ve genel anlamda soldan sağa doğru yazan herkesi asmak için ip örüyorum."/ Uzun Hacı/ (Nakşbendiyye şeyhi, 1920)". (Bennigsen, s. 13) 

"Sovyetler Birliği'ndeki Marksist-Leninist dinsizlik dalgasına karşı ümitsiz bir şekilde fakat başarıyla mücadele eden bugünkü tasavvuf". (Bennigsen, s. 14)

*

Bu durum karşısında insanın aklına bu yaklaşım doğru mu sorusu geliyor!

Arka çıkılan Uzun Hacı anlayışı kime, ne fayda sağlıyor?

İnsanlara, rol model olarak, aynı anlayış çevresine ait olup bir tarikattaki mürid davranışının nasıl olması gerektiğini anlatan, s. 297-316, "Kazikumuh'lu Şeyh Cemaleddin tarafından yazılmış olan Nakşbendiyye tarikatının adap ve erkan kuralları" başlıklı metinde anlatılanlar mı öneriliyor?

Eğer öyleyse buna üzülmemek elde mi?


"(Kazikumuh'lu Şeyh Cemaleddin tarafından yazılmış olan Nakşbendiyye tarikatının adap ve erkan kuralları", "el yazması nüshaya, oğlu Seyyid Abdurrahman'ın yazdığı önsöz": "Babam Seyyid Cemaleddin... Aslan Han onu çok severdi... Kürin hanlığındaki hepside Astal adını taşıyan üç köyü ona bağışladı. Bu köylerde oturanlar babama vergi ödüyorlardı. İşte bu sırada, bir anda... babam Allah'a yöneldi... ilk önce, Yaraglar köyündeki Nakşbendiyye şeyhi Kürin'li Muhammed Efendi'nin huzuruna vardı." "Aslan Han zamanını artık geride bırakıyordu. Babamın şöhreti uzaklara, dağlara ve ovalara yayıldı... Gazi Muhammed ile Şeyh Şamil dahi... onu ziyaret edip tarikat almak istediler." "Aslan Han pek çok kimsenin babamı ziyaret ettiğini öğrenince... korktu. Babamı birkaç kez yanına çağırarark, ziyaretçi kabul etmemesini... yardım etmeyi teklif etti. Babam da... gelenleri huzurundan kovmaya da niyetli olmadığını söyledi. Bunun üzerine Aslan Han'ın babama karşı tutumu düşmanlığa dönüştü. Hatta onu öldürmek bile istedi, fakat Allah onu bu cinayetten korudu." "Babamın işaret ettiği mezarı kazdıklarında, sanki aynı gün tabuta konmuş gibi hiç bozulmamış bir kadın cesedi buldular. Hizmetçi sapsarı kesildi, şaırdı ve her şeyi Han'a anlattı. Babamın velayetine inandığı o günden itibaren onu serbest bıraktı... daha sonra Şamil'in hizmetine girdi. Dağıstan ve Çeçenistan halkı ile ova sakinleri Şeyh Şamil'i imamları olarak ilan ettiklerinde babamı da üstad kabul ettiler. Daha sonra Şamil kız kardeşim Zahide ile, ben ve erkek kardeşim de onun kızları ile evlendik." "Gazi Muhammed'in imamlığı zamanında, Ruslar'a hücum ettiğinde ve Dağıstan halkı ayaklandığında babam onunla hemfikir değildi... Fakat Gazi Muhammed babamı dinlemedi." "Gazi Muhammed başlangıçta tarikat şeyhlerine inanmıyordu... pişman oldu." "Seyyid Abdurrahman". (Bennigsen, s. 297-301)

"Tarikat şeyhlerinin, Nakşbendiyye yolunun yüce üstadlarının silsilesi bu şekildedir. Bu tarikat... bizzat Allahu Teala'dan gelmektedir." "Şimde de, bu tarikatın kurallarını izah edeceğiz." "Nakşbendiyye tarikatı, namazları en iyi şeklide sabırla ifa etmeye, yani Allah'ı zikretmeye dayanır", "şeyhler Allah'ın muhatapları olup, onlarla ilişki kurmak Allah'la ilişki kurmak demektir", "mürid... şeyhinin yanına... tevazu ile girmeli, başını eğmeli... Şeyhin sağ elini öptükten sora kapıya kadar geri çekilmeli ve şeyh belli bir yere oturmasına müsaade edinceye kadar orada durmalıdır. Şeyhinin elini öperken onun halısı üzerinde yürümemeli, dizleri üzerinde ona yaklaşmalıdır... Şeyhin yüzüne asla uzun süre bakmamlıdır... Mürid haşmetli bir hükümdarın önündeki bir hırsız gibi olmalıdır... Şeyhi kendisini ateşe atmasını emretse bile onun hiçbir emrine karşı gelmemelidir... Mürid haklı bile olsa şeyhin sözüne muhalefet etmemelidir", "muhabbet (aşk) müridi, şeyhin iradesi dışında hiçbir şey isteyemeyeceği veya düşünemeyeceği derecede, şeyhinde fani kılar... mürid şeyhinin bir kopyası haline gelir", "ben sana aitim demedikçe aşk hasıl olmaz, bu muhabbet Allah'a yaklaşmak için kafidir", "Müridin, yaratılandan Yaratan'a ulaşması gerekir", "Allah'ı müşahade makamına ulaşmak, kamil şeyhlerin sohbetine katılmak ve Allah'a vasıl olmuş olan bu şeyhlerden bilgi elde etmekle elde edilir... şeyh müridi sadece kendi varlığıyla kemal mertebesine kadar götürür, ona Hakk'ın nurunu ve cemalini gösterir... Mürid, şeyhe karşı beslediği muhabbetle bir anda elde ettiğini, bin tane eser okusa ve bin yıl riyazet yapsa yine elde edemiyecektir. Kamil bir şeyh, müridini... Allah'ı müşahade makamına kadar ulaştırır. Bu makama, şeyhlerin sohbetine iştirak etmenin dışında hiçbir vasıtayla ulaşılamaz", "mürid şeyhte fani olur, kendi iradesini terkeder ve neticede sadece şeyhin iradesinde var olur. Böylece, şeyhin aracılığı ile Allah'ın nuru müridin kalbine nüfuz eder." "Mütercimin son sözü", "Yukarıda zikredilen kurallar... ulu şeyh Hace Bahauddin Nakşbendi'nin tarikatının kurallarıdırlar. Bu tarikat, şu anda Dağıstan'da ve komşu ülkelerde Halidi-Nakşbendiyye adı altında tanınmaktadır", "Bizim şu anda başka tarikatımız yoktur." "Seyyid Abdurrahman". (Bennigsen, s. 305-316)

*

İkincisi, kitapta sanki, esas itibariyle teolojik bir konu olan tasavvufun büyük ölçüde politik bir konu halini alması övgüye değer bulunuyor!

Üstelik yeterli olmayan doğruluğu kuşkulu bilgilerle!

Ve bölgedeki bazı toplumların Ruslara karşı bildikleri gibi yaşama/varolma mücadelelerini abartılı bir değerlendirmeyle tamamen tarikatlara mal ederek!

Peki, bu yaklaşım doğru sayılabilir mi?

Yapılan siyasal dinciliğe övgü değil midir? 

İlgili toplumlara önerilen, kitabın ekleri olan "Şeyh Cemaleddin'in Osmanlı Şeyhülislamı'na mektubu, Ağustos 1848" ve "Şamil'in Hicaz guvernörü olan Mekke Şerifi'ne mektubu (1848)" başlıklı iki mektupta ifadesini bulan anlayış mıdır? (Bennigsen, s. 343-348)

Ve, bu anlayışın dünyayı/yaşamı doğru bir şekilde anlaması mümkün müdür?

Şayet önerilen buysa, bu tam olarak çıkmaz bir yol değil midir?

O toplumlar bu anlayışla politik tutum alırlarsa hiçbir zaman başkalarının piyonları olmaktan kurtulabilirler mi? 

O toplumların da, artık din uğruna savaşmak yerine, tüm dünya toplumlarının yaptığı gibi, öncelikle kendi toplumsal yararlarını dünya gerçeklerine uygun şekilde değerlendirip, sonucuna göre tutum alması doğru olmaz mı?

*

Komünizme düşmanlık etmek için bile olsa, değer mi?

*

Tasavvuf ve tarikat konusu, en azından benim için, tam anlamıyla bir fenomen.

Kitabın müterciminin ifadesiyle, s. 7, "Hakk'a vasıl olmayı gaye edinen Tasavvuf", gayesine nasıl ulaşacak, doğrusu anlayabilmiş değilim!

Yeterli netlikte bilinir olmaması bir yana, büyük ölçüde keyfi ve yanlış değerlendirmelere müsait olduğunu düşündüğüm bu konu, kitapta, sanki somut politik hedefler için araçsallaştırılıyor!

Bu, vahim sonuçlara yol açan ve gelecekte de açabilecek bir yaklaşım değil midir?

*

Kitapta bazı maddi yanlışlıklar da bulunmaktadır:


1. Kitaptaki anlatıma göre, 11/12. asırlarda yaşamış olan Kadiriyye tarikatının kurucusu Geylani 19. asırda yaşayan Kunta Hacı’yı bizzat tarikata almıştır, ki böylesine tutarsız bir ifade kitapta yer alabilmiştir.


"Kadiriyye tarikatı, Abdülkadir-i Geylani (1077-1166) tarafından Bağdat'ta kurulmuştur." (Bennigsen, s. 82-84)


"Kadiriyye tarikatı(nı)... Kafkasya'ya ilk defa sokan kişi, aslen İnko köyüne mensup bir Kumik çoban olup, Gudermes kazasının Elişan Yurt adlı Çeçen köyünde yaşayan Kunta Hacı Kişiev olmuştur. O, hac vazifesini ifa etmek için yaptığı Mekke seyahati sırasında, mahalli hikayeye göre Bağdat'ta bizzat Abdülkadir-i Geylani tarafından tarikata alınmıştır." (Bennigsen, s. 97-106)


2. Kunta Hacı’nın vefat tarihi de bir yerde 1864 iken bir başka yerde 1867 olarak yazılmıştır.


"1864'te Kunta Hacı'nın vefat etmesinden sonra". (Bennigsen, s. 82-84)


" Kunta Hacı, Mayıs 1867'de bir Rus hapishanesinde vefat etmiştir.” (Bennigsen, s. 97-106)


3. Lenin güçlerine karşı savaşan meşhur beyaz ordu komutanı General Denikin'in adı Delikine şeklinde yazılabilmiştir.


“Uzun Hacı Delikine'nin beyaz birliklerini geri püskürtmüş... Çeçenistan'da bir "Kuzey Kafkasya Emirliği" ilan etmiştir." (Bennigsen, s. 97-106)


4. “1947 Şubat'ında, Alman sürülerinin hala Çeçenistan'ın bin km. ötesinde bulundukları sırada" denilmektedir, ki o dönemde "Almanlar" kalmış mıdır? (Bennigsen, s. 107-111)


5. Nüfus konusunda açıkça birbiriyle çelişen bazı farklı bilgiler verilmektedir:


SSCB'de 1979 nüfusu: "Çeçenler 756.000" "İnguşlar 186.000". (Bennigsen, s. 28-31)

1979'da nüfus: "Çeçen : 611.000/ İnguş : 135.000) (Bennigsen, s. 159)


*

4.7.2024