27 Ekim 2024 Pazar

CENNETİN KILIÇLARI ŞEYH ŞAMİL EFSANESİ

LESLEY BLANCH, Türkçesi: Sinan Coşkun, 1. Baskı, Eylül 2020, KETEBE Yayınları, İstanbul


Kitabın girişindeki “Kitap Hakkında Yorumlar” başlıklı bölümün bir yerinde şu var:  “Jacqueline Kennedy: The White House Years adlı kitabında şöyle yazıyor: Jacqueline Kennedy ve Kruşçev arasında yemek boyunca keyifli ve nükteli bir muhabbet yaşanıyordu. Sayın Kennedy, Kafkaslar’da Rus yayılmacılığına direnen Müslüman kabilelerin müthiş hikayesini anlatan Lesley Blanch’ın İmam Şamil Efsanesi adlı eserini yeni bitirmişti. Sovyet liderle bu konuda konuşmak istedi. Kruşçev, Sovyet ve Çarlık dönemleri… öğretmen sayısını karşılaştırarak cevap verdi…/ HAMISH BOWLES” (Blanch, ŞŞE, s. Kitabın Başı) 

*

Kitabın girişindeki bilgilere göre, Rusya, Balkanlar ve Ortadoğu’ya tutkuyla bağlı bir edebiyatçı olan yazar, 1904’te Londra’da dünyaya geliyor, 1946’da İngiltere’den ayrılıyor ve ziyaretler haricinde bir daha geri dönmüyor, Fransız romancı ve diplomat Romain Gray’le yaptığı evlilikten sonra yıllarca dünyayı geziyor, 1963’teki boşanmalarından sonra Paris’teki evine sadece eşyalarını toplamak için dönüyor, Fransa’nın güneyindeki Menton şehrinde 103 yaşında ölüyor, bir röportajında da şöyle söylüyor: “General de Gaulle, Cennetin Kılıçları hakkında bana güzel bir mektup yazdı. Onun, bir kadının savaşı bu kadar iyi anlayıp bu denli canlı bir şekilde tarif edebilmesi takdire şayan dediğini duydum.”

*

Kitabın sonundaki Teşekkür yazısından da yazarın bu kitabı hazırlarken çok çeşitli kişi, kurum ve kaynaklardan yardım aldığı/faydalandığı anlaşılıyor. (Blanch, ŞŞE, s. 643-645)

*

Arka kapak yazısında da şunlar var: ”Büyük dini ve askeri lider ”Dağıstan Aslanı” Şeyh Şamil’in ve Cennetin Kılıçlarının kusursuz hayat hikayesi./ 1834-1859 yılları arasında yaşanan Kafkasya Bağımsızlık Mücadelesi’nde Dağıstan ve Çeçenistan’ın birbiriyle çatışma halindeki aşiretleri Şeyh Şamil’in karizmatik liderliğinde birleşti. Güçlerini Kafkasya’yı bağımsızlığına kavuşturma arzusundan ve imanlarından alıyorlardı.” ”Blanch acımasız dağlılarla emperyalist işgalciler arasındaki dengeyi adilce korumayı başarıyor./ Yazarın kitabı yazma serüveni tam altı yıl sürdü. Bu süreçte Rusya ve Kafkasya’da araştırmalar yürüttü. Şamil’in Türkiye ve Mısır’da yaşayan torunlarının izini sürdü.”

*

Arka kapaktaki tanıtım yazısından başlanacak olursa, bence, bu yazıda doğru olmayan hususlar bulunuyor: Birincisi hikaye “kususuz” değil, ikincisi “birbiriyle çatışma halindeki aşiretler” birleşmedi ve üçüncüsü ve en önemlisi de “Blanch acımasız dağlılarla emperyalist işgalciler arasındaki dengeyi” adilce korumayı başarmıyor.

*

Kitaba gelince:

Öncelikle belirtmeli ki, kitap emek ürünü çok önemli bir çalışma ve pek çok renkli bilgiyi bir araya getirmiş.

Ayrıca özellikle Cemaleddin ile esaretten sonra Şamil’in Rusya’daki yaşamlarıyla ilgili bölümlerde anlatılanlar, hemen aşağıdaki şu  örneklerde de olduğu üzere, iki ayrı dünyanın farkını ufuk açıcı bir nitelikte ortaya seriyor.

*

Adeta elmastan bir nehri andıran kolyeler bellerine kadar sarkıyordu. İnci gerdanlıklar halat kalınlığındaydı. Tabak büyüklüğündeki büyük broşlar, güvercin yumurtası kadar büyük yakut ve zümrütlerle süslenmişti./… Cemaleddin, Smolnili güzellerden birinin önünde mahmuzlu çizmelerini yere vurarak dans ediyordu… bu dünyaya kendini iyice kaptırmıştı.” (s. 389)

Cemaleddin… gözünde bütün Rusya, muhteşemdi… Ruslar, ele geçirdikleri yerlere aydınlanma götürüyordu. Kutsal Rusya için seve seve canını verirdi.” “Çar… Cemaleddin’in gelmesini bekliyordu. Onu oğlu gibi görmeye başlamıştı… Eğer Cemaleddin’i verirse, onu dağlarda ne kadar hazin bir akibetin beklediğini biliyordu.” (s. 481-489)

“Cemaleddin, gittiği her yerde el üstünde tutuluyordu… başına gelecekleri bile bile teslim olmayı kabul etmişti… esirlerin neler çektiğini tahmin edebiliyordu. Dağıstan’daki ilkel yaşam şartları ve gözü kara savaşçı topluluğu, sanki bir kabus gibi aklından çıkmamıştı.” “İnsani bir anlayış kazanmam ve eğitim görmem için o yarı vahşi avuldan alındığımda sadece yedi yaşındaydım. Öğrenmenin faydalarını hemen anlamaya başladım… kader beni tekrar cehaletin ortasına savurdu.” “Prens David, Cemaleddin’in Tatarlara hiç benzemediğini… söylüyordu.” “Büyük Avul’a geri dönen naiplerin yüzü asıktı… İmam’ın oğlu geri gelmişti ama çocuk, Allah’ın yolundan sapmıştı.” (s. 491-505)

“Şamil’in gücünü azaltmıştı. Fakat şimdi, iç çekişmeler, daha da şiddetlenmeye başlamıştı… Koca avul ve iller, bir gecede kafirin tarafına geçiyordu. Şamil’in taleplerinden bıkan aşiretler, teslim oluyor, Şamil’in misillemesine karşı Rus koruması altına alınıyordu. Korku, Şamil’in elindeki en güçlü silahtı… Fakat Baryatinski’nin merhameti, daha güçlü bir etki uyandırmaya başlamıştı… Şamil’in yanından ayrılan binlerce kişi, Rusların safına geçiyordu…/ Değişim rüzgarı esiyordu. Her şey yeniydi… daha insani bir yaklaşım benimseyen Baryatinski başarıyordu.” “Yeni Çar, anayasa ilan edilmesini ve kölelere özgürlüklerinin verilmesini savunuyordu.” 

“Halkın morali, hızla bozuluyordu. Kabardeylilerin ardından Osetler de düşman saflarına geçince Kafkasya’nın ortasında Rus yanlısı bir blok oluştu.” “Kafkas halklarını zayıf düşüren… mağlubiyetin kaderleri olduğuna inanmalarıydı… Müritler… kaderlerine boyun eğip ölümü beklemeyi tercih ettiler…/ 1857-1858 kışı, böyle mezarlarla doluydu. Şamil’in umutları, işte bu mezarlara gömüldü. Adım adım Çeçenistan dağlarına doğru çekilmek zorunda kaldı. Şamil’in durumu, beyaz adamların işgaline karşı çaresizce mücadele eden Kuzey Amerika yerlilerinin hikayesine benzetilebilir. Apaçiler gibi Şamil, kendi av bölgesine yani dağlara çekildi.”

“Şamil, oğlunu önde gelen naiplerinden Talgik’in kızıyla evlendirmeyi planlıyordu. Casuslar, bu kızın bir fidan gibi zarif olduğunu söylüyordu… Babasının isteğine boyun eğen Cemaleddin, eşiyle yaşamayı reddetti.” “Mayıs ayının başlarında Hasavyurt… birkaç ay önce gelen ulaktı… Cemaleddin’in durumunun hızla kötüleştiğini söyledi… Doktor… gitmeye gönüllü oldu.” “Cemaleddin’in odasına götürdü. Doktor… Cemaleddin’in küçük bir karyolada uyuduğunu gördü… doktor için bir yatak hazırlanmıştı. Bu iki tekerlekli yatak, Batı’ya dair odadaki tek izdi. Odada neredeyse hiçbir şey yoktu.” “Doktor, Şamill’in bilmeden de olsa ne kadar ağır şartlar dayattığını fark etmişti… Cemaleddin’in savaş ve Rusya’daki hayatı hakkında konuşmasını yasakladı… Ne yiyeceklere ne evlere ne de iklime hızlı uyum sağlayabilmişti.” “İmam’ın oğluna kavuşma sevinci kısa zamanda kursağında kalmıştı. Geriye dönen oğlu değil, bir Rus’tu… Şamil, İstanbul haremlerinde büyük değer verilen ceylan gibi güzel Çerkes kölelerden getirtti; ama nafile.” “Etrafındaki şüpheci bakışlar ve katı tutum yüzünden Cemaleddin, kendini iyice yalnız hissetmeye başladı. Avrupai bir ev inşa etmeye başlamıştı. Fakat toplanan kalabalık, öfkeyle evin haça benzediğini söylemeye başlayınca bu işten vazgeçti. İçlerinde bir gavur yaşıyordu… Şamil, taraftarlarını bir türlü susturamıyordu… Sonunda oğlunu ziyaret etmeyi bırakan Şamil, Cemaleddin’in kardeşleriyle görüşmesini yasakladı.” “12 Temmuz 1858 gecesi Cemaleddin… gözlerini yumdu.” “1859 yılı, Şamil için oldukça kara bir yıl olacaktı… 15 Ocak… askerler… Argun Geçidi’ne ulaştılar… Şatoy ve Argun nehirlerinin birleştiği yüksek mevkileri ele geçiren Ruslar, Şamil’in son kalesine açılan Vedan yaylasının yamaçlarına kadar ilerledi…/ Şubat ayı boyunca Ruslar… yol açmak için… devasa ağaçları kesti. Kullandıkları baltalar İngiltere’den ithal edilmişti… Bazı kayın ağaçları, yaklaşık yüz metre boyunda ve on-on beş metre kalınlığındaydı. Bu ağaçları baltayla kesmenin mümkün olmadığını gören Ruslar, onları havaya uçurdu… Vedan’a giden devasa yol açılmıştı.” “Dargiye-Vedan, Haziran ayında düştü… 24 Temmuz’da Çoh avulu teslim oldu. Dört gün sonra Kibid Muhammed, Rusların tarafına geçti… Rusları, Titilt’e götürdü… Şamil’in elindeki son Avar avulları, iskambil kağıtlarından yapılmış kuleler gibi yıkılıyordu. İrib kalesini teslim eden Danyal Bey, bir kez daha Rusların merhametine sığındı ve hoş karşılandı.” “Şamil, Gunib’de son direnişini yapmaya hazırlanıyordu… burada ölünceye kadar savaşacaktı… Gunib… ihtiyaç duyulan her şeyi içinde barındırıyordu./… Ne Şamil ne de naipleri, teslim olmayı akıllarından geçiriyordu.” “Rusların safına geçen aşiretler, Şamil’in eşlerini katledip… yeni efendileri olan Ruslara sunma fırsatını kaçırmak istemezdi… Şamil ve adamları, yağmacı aşiretler tarafından saldırıya uğramıştı. Bütün eşyaları çalınmıştı…/ Günlerden 24 Ağustos’tu… Etrafları tamamen sarılmıştı… 25 Ağustos, Çar’ın doğum günüydü… güzel bir hediye olacaktı.” “Ruslar… topları… getirdi. Aniden başlayan şiddetli saldırı… gafil avladı. Şamil’e ihanet eden Naip Ali Kadı, bulunduğu kapıyı Ruslara teslim etti. Ruslar, buradan içeriye daldı… Baryatinski, mümkünse Şamil’in sağ ele geçirilmesini emretmişti… Şamil, yaşadığı gibi Allah yolunda ölmeye hazırlanıyordu… Şamil, ilk defa tereddüt etti. Yanında sadece oğulları ve Müritler olsaydı, şüphesiz oracıkta ölmeyi tercih ederdi. Fakat etrafı eşleri ve çocuklarıyla, sadık tararftarlarının aileleriyle doluydu”. “Sonunda Şamil’i dize getiren şey… ailesi ve geriye kalan taraftarlarına duyduğu sevgiydi.” “Her şey Allah’ın elindeydi. Şimdi Şamil’in kaderi, Beyaz Sultan’a teslim olmaktı.” “Rusların safına geçen aşiret… mensupları bayram ediyordu. Bu adamların arasında Muhammed Emin, Bata, Ali Kadı, Kibid Muhammed ve Danyal Bey vardı.” “Başını eğdi, “asil ve mütevazı bir edayla” kılıcını Baryatinski’ye uzattı”, “mücadelesini hatırlatacak on sekiz yara izi.” s. 521-546)

Kafkasyalıların sadakat ve cesareti, Türkiye’de meşhurdu. Sultan, Gazi Muhammed’e paşalık verdi.” 1864 yılında Türkiye’ye göç eden Çerkeslerle birlikte Çeçenistan ve Dağıstan’dan çok sayıda insan gelmişti… bazı liderlerinin Ruslardan para aldığı ve bu insanlara, gitmeye ikna ettiği her bir Kafkasyalı için yüklü meblağlar ödendiği iddia edildi. Boşalan toprakları, daha uysal Kazak yerleşimcilerle iskan etmek Rusların işine geliyordu.” “Türkiye’ye sığınan Çerkesler ve Kafkasyalılar… Romanya’daki Dobruca ve Bulgaristan’a yerleştirildi… yerleşmekten başka pek bir imkan sağlanmadı. Türklerin, hakimiyetleri altındaki illerde asayişi temin etmek için görevlendiriği (düzensiz askerler olan) başıbozuklarla birlikte bir eşkiya düzeni kuran Çerkesler, bağımsızlık girişimlerini gaddarca bastırdı. Hristiyan Bulgaristan’da yaşanan bir dizi zulüm, Avrupa’nın ortak vicdanını harekete geçirdi… Disraeli, Bulgaristan’daki yağmadan okkalı bir pay alan Çerkeslerin, ülkede büyük menfaatleri olan yerleşimciler olduğunu söyledi.” “Dindaşı Hristiyanları korumak, Rusya’ya düşmüştü… Türkiye’ye savaş ilan etti.” “Gazi Muhammed, bir kez daha sahneye çıktı… Rus gavurlara karşı müminlerden oluşan bir ordunun başına geçmesi emredildi. Bir Dağıstan alayının komutanı olarak atandı… sürgündeki (sıradan olayları bırakıp gerçek savaşa giriştikleri için çok sevinçli olan) insanlardan oluşan bir kuvvetin başında doğuya doğru yola çıktı.” “Gazi Muhammed’in şöhreti Kafkasya’da o kadar etkileyiciydi ki Ruslar, onu bölgeye vali olarak getirmek için her yolu denedi… ancak o, bütün teklifleri reddetti. Yine de Rus hükümeti, babasına tahsis edilen ödeneği uzun yıllar ödemeye devam etti. İstanbul’daki Rus elçiliğine gönderilen paraya kimse dokunmadı ve yıllar boyunca burada birikti.” “1880 yılında Gazi Muhammed ve Dağıstanlı Muhammed Fazıl, düşmanlarının entrikaları sonucu alaşağı edildi. Kafkasyalılar, uzun süredir Sultan’ın güvenine mazhar olmuştu. Ahlaksız ve entrikacı biri olan Deli Fuat Paşa, bir gece geç vakitlerde Koska’ya geldi. Gazi Muhammed’in, Sultan’ı tahttan indirip genç “terakki” partisi’ni iktidara getirecek darbe planına destek vermesini istedi. Sultan’a sadakat yemini ettiğini söyleyen Gazi Muhammed, bu talebi reddetti. Muhammed Fazıl da Gazi Muhammed’e destek verdi. Deli Fuat Paşa’nın bütün ikna çabaları sonuçsuz kaldı. Kafkasyalıların kendisini Sultan’a ihbar edeceğinden korkan Deli Fuat Paşa, Yıldız Sarayı’na giderek, kendi önerdiği planı onların üzerine yıkmaya çalıştı. Etrafında dönen entrikalardan bunalan Sultan, sadık iki adamına kızdı…/ “Deli Fuat’ın planı hakkında beni uyarmadınız. Size nasıl güvenebilirim?” diye sordu Sultan. Gazi Muhammed, şöyle cevap verdi:/ “Efendim, ben askerim, casus değilim.” Abdülhamid, entrika bataklığına batmıştı… Bu iki Kafkasyalıyı kaybetme pahasına tereddüt içindeki sarayın desteğini kazanmaya karar verdi./ Gazi Muhammed ve Dağıstanlı Muhammed Fazıl, İstanbul’dan ebediyen sürgün edildi… Gazi Muhammed, Medine’ye, Muhammed Fazıl’sa Bağdat’a gönderildi.” “Naip Hacı Harito’yu, kötü bir son bekliyordu. Rusya uğruna can verecekti… Unkratl bölgesine naip atandıktan sonra… Bir süre sulh yoluyla hükmetmeyi denedi… onu bir züppeye benzeten vahşi halk, bütün uzlaşma çabalarına direndi ve ilde terör estirmeye devam etti. Sonunda elebaşıları, kanunlara göre yargılanmak üzere Rus yetkililere teslim edildi… yasal önlemleri benimseyen Hacı, böylelikle ölüm fermanını imzalamış oldu./ Fırsat kollayan halkın, uzun süre beklemesi gerekmeyecekti./… Fırtınalı bir gecede, dağda… Saldırı başlamadan önce kapıyı sürgüleyecek ve küçük pencerenin önüne barikat kuracak vakti vardı. Koruması kaçmıştı. Birkaç saat… yaklaştırmadı… ateşe verdiler./ Hacı Harito, halkı aydınlatmak için geri dönmüştü; ancak hiçbir şey değişmedi. Sadece Hacı Harito, halkın gözünde düşman haline geldi. Bıçaklanarak öldürüldü. Katilleri, yakalanıp yargılandı ve Sibirya’ya gönderildi.” “Rus ordusunda görev yapmaya devam eden Muhammed Şefi, tümgeneral rütbesine kadar yükseldi. 1877 yılındaki Rus-Türk savaşı esnasında II. Aleksandr, Muhammed Şefi’yi dindaşlarına ve kardeşine karşı kullanmak istemedi. “Prusyalılarla bir savaş çıkana kadar bekle. O zaman gider, bizim için savaşırsın” dedi.” “III. Aleksandr tahta çıktıktan sonra Asyalı soylulardan seçilen Muhafız Alayı, bir gecede bastırıldı. Muhammed Şefi, artık Çar’ın yakın çevresinde değildi.” “Şamil ve Mürit hareketi hakkındaki değerlendirmeler, son kırk sene içinde Rusya’daki çeşitli parti görüşleri ve siyasi meselelerden etkilenerek bir dizi köklü değişiklik geçirdi…/ Şamil’i destansı ifadelerle anlatan Çarlık Rusyası, onun karşısında elde ettikleri zaferi daha büyük göstermek için zaman zaman Şamil’in cesaretini abartırdı. İlk Bolşevikler, Şamil’i kahraman olarak görüyordu. Neticede o, feodal çarlığın zulmüne karşı mücadele etmişti. Dahası Karl Marx, Şamil’in büyük bir demokrat ve ideolojik bakımdan komünizmin öncüsü olduğunu düşünüyordu.” “1947 yılından sonra Şamil ve Mürit hareketi, militan İslam’ın bir ifadesi ve aşırı gerici diye nitelendi ve eleştirildi./… Şamil… Rus kanı dökmüştü. Bunu göz ardı etmek zordu. Savaş sırasında bütün eski askeri zaferler… yüceltildi. Dolayısıyla Rusya’ya kafa tutan ve Rus askerleriyle savaşan Şamil, otomotikman düşmana dönüştü…/ Bütün bu ithamların arkasında, dağlarda yeniden şiddetli bir direnişin başlamasından duyulan endişe vardı.” “Lenin, bağımsızlık ruhuna sahip Dağıstanlıları Bolşeviklere katılmaya ikna etmek için General Denikin’le (?) birlikte Moskova müzelerinde bulunan Şamil’in sancak ve ganimetlerini gönderdi.” (s. 609-635)

*

Ancak bence yazar kitapta edebiyatçılığını fazla öne çıkarmış ve yer yer yazının “şehvetine” kapılıp ölçüsüzce ileri gitmiş. Bunun sonucunda da anlatılanların neresi kurgu, neresi gerçek olduğu anlaşılamaz hale gelmiş ve sonuçta anlatılan gerçeğin hikayesinden daha çok bir efsane niteliğine dönüşmüş.

Ya orijinalinde ya da tercümesinde, yer yer, “Araplarsa 1387 yılında Kafkasya üzerine yürüyen… Timur’a yenik düştü”, (s. 43-45), ifadesinde olduğu üzere, açıkça doğru olmadığı bilinen ya da doğruluğu çok kuşkulu olan çeşitli bilgilere yer verilmiş ve yer yer de, “1837’de Ahulgo’da, ”Taş kalmayınca, erkekler kendilerini süngülerin üzerine attı. Erkeklerin hepsi hayatını kaybedince bu defa kadınlar, çocuklarını adeta birer canlı füze gibi askerlerin üzerine attı ve arkalarından kendileri de atladı”, (s. 17-19), ve ”1830 yılının Mayıs ayında seksen bin adamıyla birlikte Hunzak’ın üzerine yürüyen Gazi Molla, avula iki koldan saldırdı”, ( ŞŞE, s. 95-106), anlatımlarında olduğu üzere,  bazı anlatımlarda çok fazla abartıya kaçılmış.

Yer yer, bir yandan, ”ŞAMİL” ”1796 dolaylarında doğduğuna inanılıyor”, ( s. 75-77), denilirken, diğer yandan, “Şamil… D. Gimri 1798”, ( s. 637), denilmesi örneğinde olduğu üzere, birbiriyle çelişen çeşitli ifadelere de yer verilmiş.

Sonuçta da gerçeğin anlatımı konusunda güvenilirlik sorunu ortaya çıkmış.

Bu kapsamda bir örnek olarak, Şamil övgüsünde sınır tanınmazken, bölge “aşiretleri”, yani Şamil’in “yönettiği” bölge halkları, sanki, Tolstoyvari bir şekilde, gereğinden fazla olumsuz olarak resmedilmiş.

Bir de kitabın Türkçe metninde açıkça tercümeden kaynaklanan Emine ve Fatma gibi isimler , bu konuda özellikle Danyal Bey ifadesi ilginç bir örnek oluşturuyor., ve aşiret, asker ve ordu gibi ifadelerin kullanımı başta olmak üzere güvenilirlik konusunda kuşku uyandıran çeşitli hususlar bulunuyor.

Öyle ki, kitabın Türkçe yayınlanan iki çevirisi birbirinden birçok noktada farklı bir hal almış.

Sanki bu kitapta, daha önce sadece Cennetin Kılıçları adıyla yayınlanmış olan diğerinden epeyce farklı bir metin ortaya çıkmış.

*

Mesela, bu kitapta bir ölçüde farklı olan anlatımlardan bazıları, CENNETİN KILIÇLARI, Lesley Blanch, Çeviren: Prof. Dr. İzzet Kantemir, Haziran 1978, Özal Matbaası, İstanbul”, adlı diğer kitapta şöyledir:

“Muhammed onun ilk ve ben ikinci peygamberiyim”. (Blanch, s. 128-132)

Bir sedakate karşı en ufak bir şüphe edilince eller kesilirdi. Sağda solda taş toprak içinde başlar yuvarlanırdı. Şamil itaat istiyordu. O Allahın peygamberiydi ve onun isteklerini icra etmek için doğmuştu.” (Blanch, s. 132)

“Rusların galebesinden sonra Çerkezler Türkiye’ye kaçmışlar ve Sultan onlara yuva kurmuştur. Rus makamları ilk kaçanların emrine denize pek yatkın olmayan gemileri tahsis etmiş ve bunlar daha Çerkez kıyılarının açıklarında batmışlardı.” Onlara kardeşler olarak hitabeden “Sultan onların emrine bir filo vermişti. Bu suretle büyük göç başladı Üçyüzbin insan vatanlarını terketmişlerdi.” (Blanch, s. 402) 

*

Sadece örnek olmak üzere belirtilecek olursa, bu kitapta,

s. 51-73’de anlatılan kısım, diğerinden farklı gibi, diğerinde Yermolov Şah’a saygılı, ancak diğer İranlıları aşağılayan biri olarak anlatılıyordu, bunda öyle değil.

s. 77’deki Gürcü Prens Aleksandr ile ilgili ifadeler diğerinde farklı.

s. 78-79’deki, bu bölgede dağlarda petrol ifadesi ve Şamil’i çocukların dövüp karnından bıçakladığı anlatımı diğerinde yok.

s. 80’deki, soylarının Yunanlılara dayanması anlatımı diğerinde yok.

s. 81’deki, Hevsur-Haçlı, Arap-binicilik anlatımları diğerinde yok.

s. 82-83’deki, içerik de diğerinde yok.

s. 281-282’deki, Victoria devri anlatımı diğerinde yok.

s. 307’deki, Napolyon-Aleksandr görüşmesini baba Vorontsov’un gizlice dinleyip İngilizlere aktarması anlatımı diğerinde yok.

s. 363’teki, Rus askerlerinin arkadaşlarının etlerini yemesi anlatımı diğerinde yok.

s. 389-391’deki, Çeçenlerin ölümü anlatımı diğerinde bir ölçüde farklı.

s. 411’de, Çerkes eşkiyası olarak geçen ifade diğerinde Çeçen eşkiyası olarak şeklinde.

s. 442’deki, bu canavarlardan birine Fransızca öğretmeye karar verdim anlatımı diğerinde yok.

*

Kitaptan diğer birkaç not da şöyle:

”GİRİŞ/ Kafkasyalılar… Dünyanın en güzel insanları olduğu söylenen bu esmer halk için savaşmak hayatın ta kendisiydi... Cenk etmek onlar için nefes almak gibiydi. Amentüleri intikamdı. Havaya şiddet hakimdi./… ”İranlı hadım” namıyla tanınan Ağa Muhammed Han 1795 yılında Tiflis’i aldığı zaman askeri, kazandıkları zaferin bir hatırası olarak ele geçirdikleri bütün bakirelerin sağ bacağını topal bırakmışlardı./ Amazonlardan geldiklerine inanılan kadınlar da savaşmayı biliyordu.” 1837’de Ahulgo’da, ”Taş kalmayınca, erkekler kendilerini süngülerin üzerine attı. Erkeklerin hepsi hayatını kaybedince bu defa kadınlar, çocuklarını adeta birer canlı füze gibi askerlerin üzerine attı ve arkalarından kendileri de atladı.” ”O zamana kadar birbirleriyle çatışan bütün Müslüman aşiretler, cengaver liderleri Avar Şamil’in emrinde bir araya gelerek muazzam bir güç oluşturdu.” ”Şamil, Müslüman aşiret mensuplarını Müritler olarak bilinen bir mümin ordusu haline getirdi. Bu savaşçılara, naipler liderlik ediyordu. Hiçbir naip düşmanları tarafından sağ ele geçirilemedi.” (Blanch, ŞŞE, s. 17-19)

”Kafkasya böyle bir yer: sert ama büyüleyici, ürkütücü ama bir o kadar da çekici. Bu toprakların ete kemiğe bürünmüş hali olan Şamil de aynı zamanda hem savaşçı hem mutasavvıf, gaddar ama evliya gibi, kurnaz olduğu kadar masum, nazik olduğu kadar acımasız biriydi… karısına o kadar aşıktı ki”. ”Tiflis ise dalavere, zevküsefa ve siyasi entrikalarla doluydu.” ”Valerik Nehri’nin (Ölüm Nehri) kıyılarında yer alan Kazak kakollarında… iri yarı adamlar yaşardı: ”Sınır Kazakları”… Rus istihkamlarını korumak için yetiştirilmişlerdi… Kafkas aşiretleri topluluğuna genel bir ifadeyle ”Tatarlar” denirdi. Kazakların ömrü, Tatarlarla mücadeleyle geçerdi.” ”Buraya gönderilen kişiler genellikle… Kafkaslara sürülen St. Petersburg’un kaymak tabakasından geliyordu.” ”Birine hıncalın paslansın demek bedduaydı.” ”Kafkasyalılar, her daim ve her yerde savaş halindeydi. Cenk etmek, onlar için nefes almak gibiydi… dalga dalga gelen düşmanlar, karşılarında korkunç bir hasım bulmuşlardı.” ”Shakespeare’nin ”buzlu Kafkasyası” idi buralar.” ”Tolstoy’u hayran bırakan ve hayata bakışını kökten değiştiren bu heybetli sıradağlar karşısında Alpler dahi cüce kalır… Turgenyev’in Tolstoy’un en güzel eseri diye tarif ettiği Kazaklar’a yine bu dağlar ilham vermişti.” ”Efsanevi bir dev gibi buralarda hüküm süren Şamil… Birbirleriyle çatışan dağ aşiretlerini amansız bir mümin ordusuna dönüştürmüştü… Müritlerinin hayatları, tıpkı gezegenler gibi Şamil’in varlığının etrafında dönüyordu. Her şartta onun sözü kanundu. Herkes, son nefesine kadar Rusya’ya direnmeye ant içmişti. Dört eşi de sevgi ve bağlılık içinde onun önünde eğiliyordu. Küçük oğlu hürriyet yolunda feda edildi. Kız kardeşi, Şamil’in emri üzerine iki yüz metre yüksekten kendini dereye bıraktı. Yükümlülüğünü yerine getirmeyen bir aşiret için af talebinde bulunan annesi, Şamil’in emriyle bayılana kadar dövüldü./… kedisi… için özel yiyecekler getirtirdi./ Gerçi zaten şefkat, despotluğun geleneğinde vardır.” ”Şamil çocukları ve hayvanları çok sevrdi; çocuklar da onu. Ancak 1839 yılında… Ruslar Şamil’i oğlu Cemaleddin’i rehin vermeye zorladığında gözbebeğini feda edecekti.” (Blanch, ŞŞE, s. 20-26)
*
27.10.2024

13 Ekim 2024 Pazar

YENİ SAĞ VE DEVLETİN DEĞİŞİMİ YAPISAL UYARLAMA POLİTİKALARI

Birgül AYMAN GÜLER, TODAİE, 1996, Ankara


Arka kapaktaki tanıtım yazısında şunlar söyleniyor: “Yeni sömürgecilikten küresel sömürgeciliğe, ulusal kalkınmadan dünya ile “bütünleşme” stratejilerine, Birleşmiş Milletler’den Dünya Bankası öncülüğüne ve idari reformdan yapısal uyarlamaya…/ Son onbeş yıldan bu yana hem devletin hem de devlet örgütlenmesini değiştirme yönteminin değişimi…/ Bir eleştirel inceleme…”

İçerik böyle açıklanıyor.

Sözkonusu dönemde bütçe dışı fonlar eşliğindeki “prensler” tarafından yönetilen “projeci” “ikili bürokrasi” önemli bir mekanizma oluyor. (AGüler, s. 58-70) 

Dünya sistemindeki paradigma değişimini açıklıka görmek ufuk açıcı oluyor.

*

Kitaptan bir kaç not da şöyle:

“YÖNTEMDE DEĞİŞME/ İdari Reformdan Yapısal Uyarlamaya” “İkinci Dünya Savaşı sonrasında azgelişmiş ülkelerde ve ülkemizde herşey “ulusal kalkınma” hedefine endekslenmiştir. 1945-80 arasında geçerli olan inanca göre ekonomik kalkınma herşeyin başıdır.” Ancak geçen zamana karşın “kalkınma gerçekleşmemiştir.” “1980’li yıllardan başlayarak “kalkınma” kavramının yerini aynı güçle “demokratikleşme” kavramı almıştır. Bu yılların inancına göre… demokratikleşmenin yolu… üç anahtar süreç ile açılabilecektir: Küreselleşme, özelleştirme ve yerelleşme.” Küreselleşme sayesinde “büyük insanlığı bölen ulusal devletlerin ortadan kalkışı ile büyük özgürleşme süreci başlamıştır. Özelleştirme devletin sınırlandırılmasıdır.” Yerelleşme ise “küçük birimlerde “ortaklaşacılık” kültürünün gelişmesi anlamına gelmektedir. Sonuçta bunların hepsi birlikte, özgürleşme ve demokratikleşme demektir.” (AGüler, s. 7)

“ULUSAL KALKINMA VE İDARİ REFORM” “DÜNYA DÜZENİ: Yeni Sömürgecilik” “1870-1930… klasik sömürgecilik… 1930-1970… yeni sömürgecilik… 1971… küresel sömürgecilik”. İlişkilerin “yönlendirilmesi, Birleşmiş Milletler kurumunda somutlanmıştır… IMF ve IBRD gibi özerk kurumlar, dünya sisteminde önemli roller üstlenmişlerdir.” (AGüler, s. 13-15)

“DEMOKRATİKLEŞME VE YAPISAL UYARLAMA/… “yapısal uyarlanma” yöntemi, 1980’li yıllarda… demokratikleşme öngören yeni sağ ideoloji çerçevesinde ortaya çıkmıştır.” “Ancak bu kez yapılması gereken, 1945 sonrası yapılması gereken işlemin tam tersidir… devlet aygıtını küçültmek… hedeflenmektedir.” “DÜNYA DÜZENİ: Küresel Sömürgecilik”. Yardım yerine sermaye ihracı denmiş, “meşruiyeti, “dünya ile bütünleşmek” sloganı ile sağlanmıştır.” (AGüler, s. 43-45)

“YÖNETİMDE DEĞİŞME:/ Yapısal Uyarlanma Süreci”. “Politikalar “ikili bürokrasi” yaratılarak uygulamaya geçirilmiştir. İkili bürokrasi süreci 1980-1983 yıllarında üst kurullar ile başlamış, 1983-1986 yıllarında “alternatif bürokrasi”nin kurumsallaşması ile ilerlemiştir.” (AGüler, s. 75)

“UYARLANMA SÜRECİNDE DÜNYA BANKASININ ROLÜ”. (AGüler, s. 79)

*

13.10.2024