5 Ocak 2025 Pazar

Zarlar

Ahmet Altan, 1. Basım: Kasım 2024, Everest Yayınları, İstanbul


Mehmet Altan’ın hakkındaki övgüsünü görüp okudum, ama benim için hayal kırıklığı oldu.

Öncelikle hikayenin Çerkez asıllı kahramanı Ziya öyle bir karakter olarak resmedilmiş ki fazlasıyla “karanlık” ve gerçek dışı görünüyor!

Kitabın ilk cümlesinde “Ziya gibi koyu bir karanlığı içinde taşıyarak doğan bir ruh” denmiş ve sonrasında birçok yerde sürekli benzer ifadeler kullanılarak devam edilmiş.

Hatta hemen arkasından gelen sayfadaki “Çerkez kavminin gururunu korumanın da görevleri arasında olduğunu öğrendi” ifadesi türünden anlatımlarla o karanlık ruhun sanki Ziya’nın mensup olduğu Çerkez kavminin yapısal özelliklerinden kaynaklandığı da ima edilmiş! (Altan, Zarlar, s. 9, 10)

“Yaşarken ölebilmenin insanda bağımlılık yaratan o harikulade lezzetini tattı. Yaşarken ölmeyi öğrendi. Dahası, ölmeyi sevdi.” (Altan, Zarlar, s. 29)

“Zarları atarken… Hapishanede olduğunu unutuyor, unutmanın kıymetini öğreniyordu.” (Altan, Zarlar, s. 39, 40)

“Ziya, gördüklerini, yaşadıklarını, iç dünyasına aksettiren duygusal mercekleri arızalı olarak doğan insanlardandı.” (Altan, Zarlar, s. 53)

“Onu kumarla, kavgalarla, cinayetlerle dolu bu tehlikeli hayata bu denli kuvvetle çeken, yetişme tarzının yanı sıra doğasında olan bir şeydi.” (Altan, Zarlar, s. 106)

“Ölümü göze almayan, ölümü arzuyla kucaklamayan bir hayat yaşanmaya değmezdi. Ama şimdi, yaşanmaya değer bir hayatı ele geçirmişti”. (Altan, Zarlar, s. 124)

“O anda, imparatorluğun sadrazamını vurmak da fazla abartılmayacak bir olay gibi geliyordu ona./ Bu aldırmazlığında, gerçeklerin onun ruhuna hiçbir zaman tam olarak nüfuz edememesinin rolü olduğu kadar, ilk cinayetinden sonra bütün Çerkezler tarafından bir kahraman gibi görülüp korunmasının getirdiği şımarık güvenin de rolü vardı.” (Altan, Zarlar, s. 134, 135)

“Ziya bildiği, gördüğü, algıladığı gerçeklerden etkilenmiyor, o gerçekleri ciddiye almıyor”. (Altan, Zarlar, s. 174, ve ayrıca, s. 188-196)

Bence hiç inandırıcılığı olmayan bir tip çizilmiş!

Bir tek Ziya tipi değil Tahire Hanım tipi de öyle!

“Delirdiğini, bu delilikten dayanılmaz bir zevk alarak fark etti.” (Altan, Zarlar, s. 110, ve ayrıca, s. 161-163, 175)

Sadece kurgu olarak kalsa, gerçekçi görünmese de, metin olarak sürükleyici bir hikaye denebilir.

Ama kitapta gerçek bir tarihsel olay ele alınıyor ve hatta girişte “Gerçek olaylardan esinlenilmiştir” ifadesine yer verilirken, arka kapakta da “iki kardeşin intikam hikayesi” olarak başlayan “olaylar hükümete el koymaya kadar varacak, iki kardeşi Mahmut Şevket Paşa suikastında rol  almaya kadar götürecektir” deniyor.

Ve bence, burada sorun ortaya çıkıyor; öyle ki, yazar, edebiyat-anlatım şekli bir yana, tarih tahrifatına kapı aralayacak bir algının oluşmasına yol açacak bir kurgu yapıyor!

Mahmut Şevket Paşa’nın 1913’teki katli ülkemizin bugünkü yapılanmasının oluşumu açısından da önemli olaylardan biridir, ancak ne yazık ki günümüzde dahi mahiyeti netlikle belirginleştirilip anlatılmış değildir. 

Olayın mahiyetinin o dönemde iktidarda olan İttihatçı yönetim tarafından zamanında net bir şekilde tespit edildiğini kabul etmek makul görünmekle birlikte konu kamuoyu nezdinde günümüzde dahi yeterli ölçüde açıklığa kavuşmuş değildir. 

Yazar bu konunun öznesi olan paşayı öldürülmesi iyi olmuş dedirtecek türden bir yaklaşımla anlatıyor ve suikastı da tabir caizse çok “uçuk” bir kurguyla ele alıyor.

“Sadrazam Mahmut Şevket Paşa… kitaplar yazmış, meslektaşlarından saygı gören, değerli ve kendini beğenmiş bir komutandı… ikinci kez sadaret makamına gelmişti… tam bir diktatör olmuştu./ Göreve başladığında o kadar çok muhalif aydın tutuklanmıştı ki hapishanelerde yer kalmamıştı. Bunun üzerine “Birkaç tokat atıp bırakın,” dediği katillerle hırsızları hapisten salıverip yerlerine muhalifleri doldurmuştu./ Herkesi küçümsüyor, aniden sinirlenip azarlıyor, padişahı bile korkutuyor, önerilere, öğütlere kulak asmıyor, kendi bildiğini yapıyordu… herhangi bir gruptan olmayı gururuna yediremediğinden iktidardaki partiyi de muhalifleri kadar aşağılayıp bunaltıyordu.” (Altan, Zarlar, s. 145, 146)

“Kazım Bey devam etti:/ “Devlet itin kopuğun eline geçti… Nazım Paşa’nın kanı da yerde kaldı.”/…/ Kazım Bey, ağır ağır konuşarak yapılacak suikastları, Anadolu’dan getirilecek Çerkez silahşorları, hükümete nasıl el koyacaklarını anlattı.” (Altan, Zarlar, s. 122)

“Beş kişiydiler. Ürkütücü bir neşeleri vardı. Cesaretle, şımarıklığın içine yerleştiği bir duygusuzlukla kararıp çarpılmış çizgileri, saldırgan kahkahalarla parçalanıyor, sonra donuk bakışların etrafında yeniden birleşiyordu.” (Altan, Zarlar, s. 132)

“O masada oturan beş suikastçının her birinin ayrı bir hesabı, ayrı bir öfkesi, ayrı bir nedeni bulunuyordu ama görünen ortak hedefleri, siyasi iktidarın silahşorları tarafından vurulup öldürülen “Çerkez” Nazım Paşa’nın intikamını almaktı. Zaten ayaklanmanın vurucu gücünü oluşturanların büyük çoğunluğu da Kafkasların sertlikleri, cesaretleri ve nişancılıklarıyla tanınan bu ünlü kavmindendi. Kazım Bey, Anadolu’dan çok sayıda Çerkezin İstanbul’a getirildiğini, suikastlarla iktidarın önde gelenleri öldürüldükten sonra başlatılacak ayaklanmayı bu Çerkez birliklerinin yürüteceğini daha önceden anlatmıştı.” (Altan, Zarlar, s. 133)

“Düşünsene, bütün Çerkezlerin intikamını alacağız”. “Bütün Anadolu’dan Çerkezler bu ayaklanma için geliyor.” (Altan, Zarlar, s. 165)

“Sadrazam’ın ölümünün yarattığı panikten yararlanıp hükümete el koyacağız.” (Altan, Zarlar, s. 172)

“Onlar Sadrazam’ı vurduktan sonra diğer gruplar harekete geçip iktidarın önde gelen isimlerini öldürecek, ardından da başbakanlığı ele geçirip Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimine el koyacaklardı.” (Altan, Zarlar, s. 188)

“Eve dönünce bütün gazeteleri açıp sedirin üstüne yan yana dizdi./ Hepsi Sadrazam’ın öldürüldüğünü yazıyordu ve hepsinde polisin aradığı katillerin fotoğrafları vardı… O anda, polisin her şeyi daha önceden bildiğini, fotoğraflarını bile bulup hazırladıklarını anladı./ Baştan beri izlendiklerini, aralarına ajanlar sokmuş olduklarını, suikaste bilerek izin verdiklerini, hepsini yakalamak için suikastın gerçekleşmesini beklediklerini kavradı. O fotoğrafların gazetelere dağıtılmak için günler öncesinden toplandığı belliydi./ Tuzağa düşmüştü. Zarlar hileliydi.” (Altan, Zarlar, s. 193)

“Mahkemde, aralarına giren dört kişinin adım adım kendilerini izlediği, suikast planının her aşamasını yöneticilere haber verdiği ortaya çıktı. İktidardakiler hem çoktandır anlaşamadıkları Sadrazam’dan kurtulmak hem de bu olaylarla hiç ilgisi olmayan muhaliflerini de ayaklanmayı bahane ederek tutuklayıp saf dışı bırakmak için suikastı önlememişlerdi.” (Altan, Zarlar, s. 195)

Bence, neresini düzeltmeli denebilecek ve öncelikle şu iki nedenle, tarihsel gerçeklikle uyuşmayacağı apaçık olan bir kurgu!

Birincisi, Çerkez Nazım Paşa’nın intikamını almak isteyen Çerkezler intikam için Nazım Paşa’yı fiili olarak öldürenler, mesela Enver Bey, ortada dururken neden cinayetle doğrudan hiç ilgisi olmayan “Çeçen” kökenli Mahmut Şevket Paşa’yı hedef alıyorlar?

İkincisi, yönetimi ele almak için Anadolu’dan getirilen Çerkezler suikastten sonra ve hatta yargılamalar sırasında hiç ortada görünmüyorlar. Bu nasıl bir yönetime el koyma işi?

Ve bir soru daha: Bildiği halde polis sadrazamın öldürülmesini neden engellemiyor?

Kitabı sevmedim!

Hem tipler açısından hem de kurgusal olarak!

*

4.1.2025

***

EK:

04.01.2025, Orhan Gökdemir

“Hamit devrilmiş, hal fetvasını Elmalılı Hamdi Yazır bizzat kaleme almıştı. “O köhne Bizans'ın kale burcunda ikamet eden baykuş, insan kanı emmekten, öksüz yetimlere gözyaşı döktürmekten zevk alan haris, 600 senelik muhteşem, muzaffer bir milletin tarihini, ecdadının namusunu lekeleyen o insan kıyafetindeki canavar...” Mahmut Şevket Paşa, umutsuzluğun ve neşesizliğin gidişini böyle selamlıyordu. Umutsuzluk düşünce ülkeye neşe geri gelmişti.”

https://haber.sol.org.tr/yazar/nese-ve-sis-397196

***