1918-1924
Eski Şehirde Bir Konak
Ayşe Kulin, CEP BOY 55-59. Basım: Aralık 2015, Everest Yayınları, İstanbul
İçerik adında kısaca belirtilmiş!
*
Girişte, "Büyükdedem Ahmet Reşat Yediç'in aziz hatırasına", ve, ayrıca, mektup çevirisi ve diğer nedenlerle Murat Bardakçı'ya teşekkür ederim, denmiş.
Romanın esas kişilerinden en başta geleninin ismi de, Ahmet Reşat Bey, Osmanlı'nın son Maliye Nazırı!
Yani, bir tür, Çerkez kökenli olan, bir aile anısı mı?
Arka kapakta da, "biyografik veriler ile roman tekniğini birleştirmekteki ustalığını... sergileyen Kulin, bu kez bir İstanbul öyküsü ile bir imparatorluk tarihini birlikte ele alıyor" denmiş.
*
Kitap, bir roman.
Ancak, bir yönüyle de, bir tarih anlatımı gibi!
Sanki, eksiği gediği tamamlanmak suretiyle, resmi Cumhuriyet tarihi tahkim edilmiş, ve de, estetize edilmiş!
Ve, Osmanlı'nın sonu da yumuşatılarak yeniden yazılmış!
*
Kolay okunan bir hikaye!
Ama, tarihi olayların konu edinildiği bazı yerlerde, pek mantıklı olunmamış gibi!
Böyle yerlerde, tarih bir yana bırakılıp, kurgu kullanılsaydı, daha iyi olmaz mıydı?
*
Sonuçta, pek sevmedim!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"İttihatçılardan uzak kalmak için Sarıkamış'a gönüllü gitmeyi tercih etmişti" 6
-"İşgalciler... "Baba, Oğul ve Kutsal Ruh" diye alaya alınan uğursuz üçlünün, yani İttihat ve Terakki'nin liderleri Enver, Talat ve Cemal paşaların gizlice yurtdışına kaçışlarının dokuzuncu gününde gelmişlerdi İstanbul Boğazı'na" 10
-"İstanbul Hükümeti... Mustafa Kemal için idam kararı çıkartmış... kabinedeki pek çok nazır açıkça söylemese bile, Ankara'daki Millicilerin başarısını için için temenni etmekteydiler" 12
-"İttihatçıların elebaşıları kaçınca, meydan bu sefer de dini duyguları sömürmeye yatkın Hürriyet ve İtilaf Partisi'nin elebaşılarına kalmıştı.../... İstanbul'daki Rum ve Ermeni Patrikleri, işgalcilerin sadece İstanbul'u değil, tüm Türkiye'i işgal etmeleri için ellerinden geleni yapmaktaydılar.../... Allahtan Yahudiler Osmanlılara hala sadıktılar" 14, 15
-"İbrahim Bey... güzel Behicesini, Beypazarı'nda çok varlıklı ve nüfuzlu bir toprak ağasına verebilirdi ama a, İstanbul'da nesillerdir Saray'a hizmet eden soylu bir Çerkez ailenin oğlunu, bir İstanbul beyefendisini tercih etmişti. Damadı da Enderun'dan yetişme ataları gibi devlet hizmetindeydi... Saray'a yakın olmasına rağmen büyük servet sahibi değildi... Kamçiriko beylerinden gelen Ahmet Reşat... has Müslüman'dı... Asla rüşvet kabul etmezdi" 20
-"Kemal... Sarıkamış'a koşmuştu. Deli Çerkez işte!" 22
-"Saraylıhanım... Kaçıklığı saraylı olmasından mı, yoksa Çerkezliğinden mi geliyordu, buna tam karar veremiyordu" 23
-"Gülfidan Kalfa mutfakta... sesler çıkartarak... Büyükhanım, Kafkasya'dan getirttiği kalfaya toz kondurmazdı. Mehpare de Çerkez'di ama İstanbul'da doğmuştu. Bu nedenle, uzaktan akraba oldukları halde, kalfa kadar itibarı yoktu Büyükhanım'ın gözünde. Saraylıhanım evi has Çerkezlerle doldurmuştu... Bu "Saraylıların" hep biraz çatlak olduklarını söylemişlerdi Mehpare'ye, on iki yaşını doldurmadan konağa yollanırken" 28, 29
-"Maraş'ta Fransızlara karşı silahlı mücadele başlatmışlar" 31
-"... elbette işgal meselesinin diplomatik yollardan çözülmesinden, yani Sultan'dan yanayım./.../ Benim yedi ceddim Saray'a hizmet etmiş, Saray'dan ekmek yemiştir. Padişahıma ihanet etmemi ya da karşı gelmemi bekleme benden" 32, 33
-"Sokaklar İngiliz üniforması giymiş Rumlar ve Ermenilerle dolu. Bunlar İngiliz Komutanlığı tarafından istihbaratçı olarak çalıştırılıyorlar" 35
-"Maliye Nezareti'nde vekaleten nazırlık görevini yürüten.../ Ahmet Reşat... Sadrazam tarafından çok özel bir işle görevlendirildiği... iyi Fransızca bildiği için... yüksek rütbeli Fransızlarla dostluk kurmaları... şu sıralarda araları İngilizlerle pek de iyi olmadığı gözlenen Fransızlardan, neler olup bittiğini... öğrenmeleri isteniyordu" 37, 38
-"Fransızların, Müttefik Kuvvetleri mensubu da olsa, kendilerinden olmayan birinin komutası altına girmek istemediklerini ve bu yüzden İngiliz Generali Wilson'a kök söktürdüklerini öğrenmişti./.../... sık sık Fransızlarla birlikte satranç ve briç oynamaya çağrılıyordu. Çünkü Fransızlar da, İngilizlere karşı, Osmanlı bürokratlarıyla sıkı dostluklar kurarak, iyi ilişkiler geliştirerek nispet yapma peşindeydiler" 40
-"... pek çok kişi Anadolu'daki hareketin başında İttihatçılar var zannediyor. İttihatçılardan herkese gına geldi. Sarıkamış fiyaskosundan sonra, kim onların peşine düşer artık? Halbuki, bu işin başındaki Mustafa Kemal Paşa, İttihatçılardan en az Sultan kadar nefret etmekte.../.../... Eski teşkilatın adamları... Lakin artık onlara İttihatçı demek çok zor" 46
-"Mutlaka bir belaya bulaşırsın./.../... Aklının erdiği günden itibaren muhalefet edecek bir şeyi mutlaka buldun. Hiç rahat durmadın" 71
-"Behice Hanımefendi, siz artık bir nazır zevcesisiniz" 87
-"Kurnaz Çerkez, yenilgiyi kolay kolay kabule razı değildi" 104
-"Kemal İttihatçılarla çatıştığında bu eve polisin gelmişliği vardı" 118
-"Çerkezler böyle zeki olurlar işte!" 122
-"Eee, tabii bu kadar çok muhacir gelirse bir şehre, haliyle her türlü uğursuzluk olacak. Gelenlerin arasında iyisi de var, hırlısı-hırsızı da" 126
-"Karakol adlı teşkilat.../.../ Eskiden İttihatçıların teşkilatıydı ama şimdi, Anadolu'da vatanı kurtarmak için gelişmekte olan faaliyetle yakından alakalı... İngilizler... gözdağı vermek için bombaladılar ama hiçbir ehemmiyeti yok. Başka adrese taşındı teşkilat" 133
(Nasıl yani?)
-"Uyumak, ölmeye yatmak demekti Sarıkamış'ta... Kar altında uykuya dalmak, dünyanın en güzel, en tatlı, en keyifli ölümüydü. Acısız, sızısızdı. Sessiz sedasızdı. Kendini uykuya çabuk bırakana, beyaz bir kedi gibi, yumuşacık gelir, incitmeden alırdı canı. Uykuya direnenin karşısına ise gelinliğini giymiş, duvağını takmış, dünya güzeli bir kız suretinde belirirdi bembeyaz ölüm.../ Uyumamayı becerebilmek kafa tutmaktı, direnmekti beyaz ölüme./.../ Ne tuhaf, beyaz geline direnmişti de, Mehpare'ye direnememişti Kemal. Ölüme meydan okumayı beceren adam, şehvete yenik düşmüştü./ Daha mı zordu şehvete direnmek?/ Ölüme meydan okumak, hayata asılmaktı" 141, 142
-"Arkadaşlarımın donarak öldüğü, aç kurtlara ve Ermeni çetelere yem olduğu o seferden beri, beni acıtan bambaşka bir şeydir... Bizler o karlı dağlara niçin tırmandık, bilir misin? Ruslarla savaşan Almanların hatırı için. Rus kuvvetlerini peşimize düşürelim de, Alman askerleri rahatlasın diye, bir Şark cephesi açması için baskı yapıldı Osmanlı'ya. Enver delisi sürdü bizleri beyaz cehenneme, doksan bin genç adamı, gözünü kırpmadan sürdü dağlara... Dövüşmeden, bir kurşun atamadan teker teker dondurdu bizi. Öldürdü bizi Enver" 143
-"Muhteşem bir şeydi bütün uzuvlarını olabildiğince uzatmak, germek ve mekanı canının istediği gibi sereserpe işgal edebilmek. Daracık hücrelere kapatılmış mahkumları düşününce ürperdi. Dar bir alana hapsolmaktansa ölmeyi tercih ederdi" 149
-"Dayısı... duvarı yumruklamaktan dolayı acıyan ellerini ovuşturuyordu./.../... İnan ki, bu gavurlar öfkeli kalabalıkların elinde linç edilmedilerse, Osmanlı zabıtasının sayesindedir. Kızgın halkı ancak onlar zapturapta alabiliyor" 158
-"Yoksa kökleri derine inen bir Çerkez ailede, öyle Zat-ı Şahanelerinin icraatlarını beğenmemeler, kız çocuklarını mahalle mektebine göndermeler filan söz konusu olmazdı" 171, 172
-"Biz Çerkezler cefaya alışkınızdır. Kemal Beyimiz bile... Sarıkamış'tan sağ salim dönebildi ya evine, işte o zaman inandım ki, Allah biz Çerkez kullarını kayırıyor azıcık./ Kemal'in döndüğü günkü hali gözümün önüne geliyor da, ona sağ salim döndü diyebilmek için herhalde Çerkez olmak lazım" 191
-"... ona Çerkez yemekleri öğretip duruyor" 193
-"Dayım Balkan Harbi sırasında ailesiyle birlikte Selanik'te vazifeliydi. Harbi kaybedince, Osmanlılar çok kısa bir zaman içinde şehri boşaltmak mecburiyetinde bırakıldılar.../.../ Çoluk çocuk evlerinin kapısından, dayımın dostu olan Rus Sefiri'nin faytonuna binmiş... bir Rus kavas, aileyi muhtemel saldırılardan korumak için yol boyunca arabacının yanında oturmuş. Şehir boşaltılırken, yerli Rumlar, Türklerin bindikleri vasıtalara taş atıyor, küfürler, hakaretler ediyor, ellerine geçirdiklerini hırpalıyor, eşyalarını talan ediyorlarmış" 196, 197
-"... akrabadan bir Çerkez kızının evimize misafir geleceğini haber verdiydi" 198
-"Bütün silahlar İstanbul'dan temin edilerek Anadolu'ya aktarılıyor... Fransız ve İtalyanlardan silah satın almak... Bunların hepsi önemli birer iş" 200
-"Yani İngilizler padişaha ödeme yapıyor, o da başta Şeyh Sait olmak üzere, İngiliz taraftarı şeriatçılara geçiriyormuş parayı" 205
-"Ne ümitler bağlayarak teşkil ettiğimiz Kuvayı İnzibatiye'yi lağvetme kararı aldık.../.../... İşgalciler, Kuvayı Milliye'nin üzerine gitmemiz ve onları yok etmemiz için hükümetimize bir muhtıra vermişlerdi.../.../ Muhtırayı reddedersek hükümetimizi feshetme ihtimalleri vardı. Biz buna mani olmak için isteklerini kabul ettik./.../... İşgalciler... kendilerine rücu etmemizi ve bizim elimizde silah yok... buyrun bu işi siz yapın, dememizi beklediler./.../... bu vazifeyi İzmit'te alesta bekleyen yüz bin kişilik Yunan ordusuna verirlerdi... Bizler de bu hain tuzağa düşmemek için alelacele bu teşkilatı kurduk ki, Kuvayı Milliye'yi bastırıyormuş gibi yapalım ve Millicilere güçlenmeleri için zaman kazandıralım. Sırası geldiği zaman da, bu silahlı teşkilatımızı Anadolu'yu işgal etmiş Yunan'a karşı kullanalım./.../... Lakin Damat Ferit.../.../... Kuvayı İnzibatiye'yi bizim hayal ettiğimiz istikamette değil, tam tersine, Millicileri ezmek için kullanmaya başladı./.../ Bir musibet daha zuhur etti bu arada. İnzibat adayları, İzmit üzerinden Anadolu'ya gönderilmişti. Oraya vardıklarında bu kuvvetlere, İzmit'te bekleyen Çerkezler el koymaya kalkışmış. Meğer onların da gönlünde bir Çerkez devleti kurmak yatarmış.../.../ İşte biz, bu ucubeye dönüşen teşkilatı... hazır Ferit burada değilken, yine kendi ellerimizle yok edeceğiz" 211-214
(Vay canına! İzmit'te yüz bin kişilik Yunan ordusu varmış ve Çerkezler ayrı bir devlet kurmak isterlermiş!)
-"Şeyh Sait'in herkesin parasızlıktan imanının gevrediği şu günlerde israf içinde yaşadığını biliyorsun, değil mi?/ Parayı Sait'e mi veriyor İngilizler?/ Ona da ayrıca veriyorlardır, eminim. Sait'in teşkilatının yanı sıra, başka İngiliz yanlısı teşkilatlar da var. Hürriyet ve İtilaf Partililer, paranın tamamının Sait'in elinde olmasından hoşlanmazlar. İngilizler de yandaşlarını kızdırmak istemezler herhalde. Paranın bir kısmını, gerekli yerlere dağıtması için, mutlaka padişaha veriyorlardır" 219
-"... kayınvaldelerin makamlarını sağlama almak için gelinlerini sürekli tenkit etmeleri lüzumuna inandığını bilirdi" 228
-"Her cuma Padişah Halife, saltanat arabasıyla cuma namazını kılmaya alayişle giderdi. Arabasının arkasında rütbe sırasına göre saray görevlileri yer alır, araba Saray Marşı'yla hareket ederdi... Cuma namazlarında Padişah Halife'nin halka görünmesi adettendi. Bir süredir, işgal kuvvetleri, Cuma Selamlığı'na Silahlı Tören Birliği'nin katılmasını yasaklamış olduğu için, alaylar eskisi kadar gösterişli olamıyor, halk da padişahını görmeye eski coşkusuyla gelmiyordu" 234, 235
-"İşgalcilerin biz Müslüman Osmanlılara en ufak tahammülleri yok. Nitekim son günlerde yeni bir adet çıkarttılar.../.../... Farz-ı muhal, bir Osmanlı paşası, bir İngiliz, Fransız ya da İtalyan nefere selam durmak mecburiyetinde. Hatta bir Yunanlıya./.../ Bir aydır böyle" 237
-"Balkan Harbi esnasında, bu topraklara gelen göçmen sayısı, sadece İstanbul'da altmış beş bin kişidir. Buna bir de nerdeyse doksan bine yaklaşan Ruslarla, yüz bini aşkın Kırım göçmenini ilave edin" 239
-"... her musibet, dayanma gücüyle birlikte geliyor" 242
-"Fransızlar dahi Anadolu'da başlayan bu harekete destek veriyor./... İngilizlerle hesaplaşmalarından kaynaklanıyor... İtalyanlara söz verilen mevkileri şimdi Yunan istiyor. İngilizlerin Yunan'a arka çıkması, Fransızların ve bilhassa İtalyanların Türklere yaklaşmalarına sebep oldu" 245
-"Osmanlı üzerinde en büyük emelleri taşıyan İngilizlerdi... Şeyh Sait idaresinde bir Kürt devleti kurmayı planladıkları o kadar aşikardı ki... Sultan ile Hürriyet ve İtilaf Partisi mensuplarının bunu nasıl göremediklerine şaşıyordu... Kürt Sait... Osmanlı münevverlerinin bir kısmını kafakola almıştı ve işte onlar, Sultan'ı afyonluyorlardı.../... Sultan'ın körü körüne İngiliz taraftarı olmasından şikayetçiydiler fakat Vahdettin'in milletten ziyade dini öne çıkaran tutumunu önceleri haklı bulmuşlardı... Din tutkaldı da, nedense bir Osmanlı becerememişti bu tutkalı kullanmayı. Arabistan'ın Müslüman aşiretleri, din kardeşlerini ve Halifelerini arkadan bıçaklamakta hiç tereddüt etmemişlerdi" 246, 247
-"Tevfik Paşa, Paris'te bize dayatılan Sevr Muahedesi'ni imzalamayı reddettiydi, biliyorsun. Paşa, İtilaf devletlerinin aralarında anlaşamadıkları hususlar olduğunu idrak etmişti, bizler de bundan istifade etmek için, muahedeyi güya inceleyip duruyor, vakit kazanmaya çalışıyorduk. Lakin Trakya'nın ani istilası bütün hesaplarımızı altüst etti./.../... Müttefikler bizim diğer milletler üzerindeki hakimiyetimize artık ebediyen nihayet vermek zamanının geldiğine karar vermişler. Bundan böyle biz sadece Türk tebaasına hükmedecekmişiz ve zaten Trakya'da ve İzmir'de ekaliyetteymişiz.../.../ İstanbul şehrini, lütfederek, yine bizim payitahtımız olarak bırakma alicenaplığını gösteriyorlar.../.../... Ankara Hükümeti Sevr'in şartlarını katiyen kabul etmeyeceğini dünyaya ilan etmiş bulunuyor./... Şayet muahede hemen imza edilmez ise Müttefikler İstanbul'u Türklerden geri alma kararı vermişler./.../ Sevr'i imzaladık, çaresiz" 264, 265
-"Boşuna dememişler aklın bile fazlası zarar diye... Fazla akıl kimseye yaramıyor, kızım" 274
-"İngiliz üniforması giymiş birkaç Rum ve Ermeni, kolluk kuvvetleri olarak, caddede bir aşağı bir yukarı turluyorlardı... değişik ülkelerden gelmiş bir tabur jandarma, tek sıra halinde yürüyordu. Elinde bastonuyla kazık gibi uzun bir İngiliz, belini kalın bir kemerle sıkmış, parlak siyah bıyıklı bir Fransız, tüylü şapkası ve parlak kırmızı etekleriyle tuhaf bir kuşu andıran İtalyan, sade giyimli ve alçakgönüllü Türk polisinin yanında mağrur adımlarla ilerliyorlardı. Kalacak yer bulamayan Ruslar, saçak altlarında kendilerine uzanacak yerler yapmışlardı... Bütün mültecilere kalacak yer bulmaya imkan yoktu ki! Sokaklarda artık ölülere de rastlamak mümkündü" 316, 317
-"Cesur Karadeniz uşakları... hamallar... ameleler... eğer İstanbul işgalcilere kan kusturuyorsa, bu adamların sayesindedir... Mahir... yeraltı faaliyetlerinin sadece hamal ve arabacılarla değil, onların idaresindeki hırsız ve yankesecilerle de yürütüldüğünü anlatmamış mıydı?" 326
(Kan mı kusturulmuş?)
-"... hayatta ne mutlak iyi, doğru, güzel, ne de mutlak kötü, yanlış, çirkin olmadığını öğreniyordu. Şu içinde bulunduğu teşkilat... vatana hizmet için çırpınıyorsa, bunu yıllar önce gönül verip sonra nefret ettiği İttihatçılara borçluydu. İttihatçıların kurduğu Teşkilat-ı Mahsusa pek çok ajan yetiştirmişti. İttihatçılar, Osmanlıları Birinci Cihan Harbi'ne sokup mahvolmalarına sebep olduktan sonra iktidardan düşmüşlerdi... Teşkilat-ı Mahsusa dağılmış... Teşkilatın ayakta kalması, sürgünden gizlice dönmeyi başarabilen bazı üyelerinin sayesindeydi. Şimdi Kemal'in de bir üyesi olduğu örgüt, yeniden yapılanmış... Kuvayı Milliye'ye arka çıkmaya başlamıştı.../... Yeniden örgütlenirken Karakol adını alan ve zaman içinde çok ad değiştiren teşkilat, sadece depolardan silah ve mühimmat çalmakla kalmıyor... eylemler de hazırlıyordu sık sık" 326-328
-"Kabinedeki nazırların çoğuyla arası yoktu... Zat-ı Şahanelerinden soğumuş olduğunu kimselere açamıyordu... kendini ikiyüzlü bir hain gibi hissetmesine yol açıyordu... Yollarda rastladığı işgal kuvvetlerinin askerlerine bir müddetten beri tahammül edemez hale gelmişti. Mesleki toplantılarda sık sık bir araya geldiği ecnebilere dahi ters bir laf etmemek için büyük gayret sarf eder olmuştu" 343
-"Temin ettikleri silahları bir İtalyan gemisiyle Anadolu'ya ulaştırmak istiyorlardı. Yüklemenin yapılabilmesi için Liman Müdürü Pandikyan Efendi ile temas edilmesi gerekiyordu. Bu kişi çok güvenilirdi, Türk dostuydu" 346
-"Savaş malzemelerinin muhafaza edildiği depoların sık sık basılıp silahların Anadolu'ya kaçırılmasına mani olamayan İngilizler, bir hafta önce, ellerinde kalan bütün silahları ve mermileri, Anadolu'da çarpışan Türklere yar olmaması için toplayıp Adalar'ın açığında Marmara Denizi'ne boşaltmışlardı. İstanbul'da basılacak depo kalmadığı için, silah ihtiyacını başka yollardan halletmek zorunda kaldıkları açıktı. İtalyanlardan veya Fransızlardan silah satın almışlardı demek ki" 348
(Vay canına!)
-"Millicilere taraf olduğunu gizlemeyen Bahriye Nazırı'yla hemen temas etmeliydi.../ Hilal-i Ahmer Cemiyeti'ne ödenen yardımların çoğu, Anadolu'da çarpışanlara gönderiliyordu... Herhalde kendi de aynı yola başvuracak, bir miktar parayı bu cemiyetin harcamalarına tahsis etmiş gibi çıkış yapacak ve Hilal-i Ahmer'i aracı olarak kullanacaktı" 349
-"Bu aralar İtalyan gemilerini kullanmanızı tavsiye etmem. Geçenlerde İngilizler bir baskın yaptılar... Artık İtalyan gemilerini sıkı takipteler" 351
-"Ah ne büyük yazık ki..." 355
-"Kocamı görmek istemeye hakkım yok mu?" 359
-"Bu kez de Pehlivan'ın başı çektiği on iki kişilik bir ekip, Okmeydanı'nda donanmaya ait barut fabrikasına girerek barutları aşırıp Haliç'teki Aynalıkavak Tersanesi'ne taşımıştı. İngilizler bir müddet önce, depolardan silah çalındığı gerekçesiyle birkaç fabrikayı mühürlemişlerdi" 362
-"... ekim ayının ilk haftasında, Ahmet Reşat Wrangel ordusunun sorunlarıyla boğuşurken... Beyaz Ruslar, Wrangel'in komutasında bir süre zaferden zafere koşmuş, sonra aniden beklenmedik bir şekilde çözülmüşlerdi. Kırım'ın o yıl erken inen korkunç soğuğuna dayanamayarak dökülmeye, donarak can vermeye başlamışlardı. Yüz elli bin kişi kadardılar. Ordunun tahliyesine karar verilince, hayatta kalanlar, diğer Beyaz Ruslar gibi, Osmanlı topraklarına sığınmaya karar verdiler, çeşitli sari hastalıkları ve bitleriyle birlikte gemilere doluşup geldiler... İstanbul'a ulaşan bu mültecilerle dopdoluydu. Yorgun şehir, Balkanlar'dan ve Kafkaslar'dan gelen büyük göçler yetmemiş gibi, şimdi de Wrangel'in başıboş askerlerini ağırlayacaktı./ Tam da o günlerde Rus donanmasına ait iki adet savaş gemisi Haliç Tersanesi'nde tamir görmekteydi. Millicilerin yeraltı teşkilatı, Wrangel'in emrindeki Rus askerlerinin, Yunan askerleriyle birlikte bu gemilere bindirilerek Karadeniz sahillerine gönderileceğine dair haber almıştı.../.../ Anadolu'da vatanın kurtuluşu için çarpışanlar, dört bir taraftan kuyşatılmışlardı. İşgalcilerin yanı sıra, Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Rumlar, kısacası imparatorluğun tüm katmanları kendi devletlerini kurma peşindeydiler ve yetmezmiş gibi, bir de İstanbul Hükümeti'nin askerleriyle başa çıkmaya çalışıyorlardı. Bu kadar zor durumda olan Milliciler, mutlaka Wrangel tehlikesinden haberdar edilmeliydiler. Sadece Mustafa Kemal ve askerleri değil, tüm Anadolu halkı, Wrangel'in maksadını bir an önce öğrenmeliydiler ki, konukseverlikleri ile maruf bu alicenap halk, kötü niyetli askerlere kucak açmasın.../ Bahriye Nazırı bu haberi gazetelerde duyurmayı önerdi... Ama... Müttefikler bu haberi hemen sansür edeceklerdi" 373-375
(Vay canına!)
-"İnkişafımızı kendimiz yapamadığımız için, bizi değişmeye borç almak zorunda kaldığımız memleketler zorladı.../.../... en büyük şansımız İngilizlerle Fransızların birbirlerini sürekli kıskanması. Aralarındaki rekabet bizim işimize yarıyor.../ İtalyanların da Yunanlıları kıskanması ekmeğimize yağ sürüyor. Yoksa, Anadolu'ya silah kaçırırken, İtalyanlardan bu kadar yardım göremezdik" 384
-"... bir de son günlerde ortaya çıkan Wrangel meselesi... İpini koparan, kendini Osmanlı topraklarına atıyordu" 385
-"Cihan Harbi'nin sonunda, Osmanlı'nın savaşı kaybetmekte olduğu anlaşılınca, İttihatçılar şehrin muhtemel işgaline karşı pek çok ambara silah ve cephanelik depolamışlardı. Haliç'teki Karaağaç ambarında da beş yüz sandık cephane olduğu biliniyordu. Anadolu'daki Yunan işgalini durdurmak için şimdi bu sandıklara ihtiyaç hasıl olmuştu. Allah'ın izniyle bu gece cephaneyi Anadolu'ya nakledeceklerdi" 390
-"İngilizler kağıt çıkarmışlar cephane temizliği için. Malum, hırsızlıklar oluyor ya hep, başa çıkamıyor herifler... Bari denize dökelim de Osmanlı'nın işine yaramasın demişler" 393
-"... duvarın üzerinde İngiliz nöbetçileri ayaklarından çekerek düşürüveren başkalarını gördü" 394
(Vay canına!)
-"Dilruba Hanım çocuktu henüz. 93 Harbi'nin ertesinde, Kafkaslar'daki korkunç kıyımdan kaçarak gelmişlerdi İstanbul'a, pek çok Çerkez ailesi gibi. Etek uçlarına, astarlarına, saçlarına saklayarak kaçırabildikleri altınlarıyla bu evi almışlardı... Ailenin erkeklerini savaşlarda, kadınlarını doğumlarda, çocuklarını sari hastalık salgınlarında kaybetmişlerdi. Yoksullaşmış, mutsuzlaşmışlardı" 405
(???)
-"Hayat ona, hazır sular akarken ellerini yıkamanın akıllıca bir iş olduğunu pek çok tecrübeyle öğretmiş bulunuyordu... Kısmet ayağına kadar gelir ama tepersen kaçıverirdi" 406
-"Azra... Ne işi varmış oralarda?.../ O da telgrafçılık öğrenmeye gelmiş./.../... O Maraş taraflarında çalışıyormuş. Öğreneceğini öğrenmiş, yine Maraş'a dönmüş" 415
-"Zaten iki gün içinde Azra, Maraş'a geri dönmüştü" 416
-"Azra, Maraş'ta tanıştığı bir binbaşıya aşıktı... İlerde bir gün... söylerdi, sağ kaldığı takdirde" 417, 418
-"İnönü denen bir mevkide Millici ordumuz, Yunanlılara karşı mukavemet etmeye nihayet muvaffak olmuş. Hem de Yunan'ın yirmi bin tüfeğine karşılık, elinde ancak altı bin tüfeği olmasına rağmen" 419, 420
(Vay canına!)
-"Azra.../ Maraş'ta... kötü bir oyuncu gibiydi.../ Buralara kadar vatan aşkına geldiğini zannetmişti. Oysa... vatan için değil, sadece bomboş hayatına bir heyecan katmak için gelmiş olduğunu fark ediyordu" 432, 433
-"Kemal, elinde telgraf fincanlarını taşıdığı çantayla, Eskişehir yakınlarında zabıtaya yakalanınca, çantayı... az ilerdeki uçurumun dibine fırlatmış. Yunanlı zabıtalar... bütün kurşunlarını boşaltmışlar o ince, uzun gövdesine" 436, 437
(???)
-"Azra... bu aşkı ne yapacak?... Kaçabilir mi onunla?... Vatanını terk edebilir mi?/ Dün gece yine çok gizlice buluştuklarında, Jean Daniel evine bulundukları yörenin köylüsü kıyafetinde geldiğinde... kollarına atıldığında... onunla birlikte gideceğine hep söz veriyordu. Sonra... köklerini toprağından sökmenin hiç de kolay olmadığını anlıyor.../ Belki en doğrusu, Jean Daniel'in de Kemal gibi, kendi davası için savaşırken ölmesiydi. Böylece tamamen kurtulurdu bu yasak ve ölümcül aşktan.../... Halbuki ben, bir Fransız subayının peşine takılıp, vatanımı ve ailemi geride bırakıp gider de bir gün ihanete uğrarsam... Bir gün terk edilirsem... Yıktığım köprüleri nasıl aşar da geri dönerim? Kime dönerim?/... Vilayete gidecek, Türk kumandanların Fransızlara yazmış olduğu yazıların düzeltmelerini yapacaktı. Yunanlıların, Müttefik devletlerin sözünü dinlemeyerek, Anadolu içinde ilerlemeye başlamalarıyla, Fransızların ve İtalyanların Türklere karşı duruşu giderek değişiyordu ve bilhassa mart ayında, Sovyetler Birliği ile Ankara Hükümeti arasında imzalan anlaşmadan sonra, köprülerin altından sular çok değişik akmaya başlamıştı" 437-439
-"Benim sevdiğimi elimden ölüm almadı ama ayrılığın acısı da ölüm acısı gibi keskin.../.../ Biliyorsun, geçtiğimiz teşrinievvel Fransa ile aramızdaki harp hali son buldu. Adana ve civarını Fransız askerleri tahliye ettiler. Jean Daniel... ayrıldı. İzdivaç teklifini geri çevirdiğim ve onunla birlikte gitmediğim için bana kırgın gitti... Vatanımı işgal etmiş bir ordunun subayı ile evlenmeyi kendime neden yediremediğimi o hiç anlamayacak.../ O daha Maraş'tayken, Ankara'dan başka bir mevkiye sevk edilmemi talep etmiştim.../.../... İzmir'e... geldik. Geldiğimizde şehir alev alev yanıyordu" 441-444
-"Erk ve ölüm kol kola dolaşırlardı tahtın çevresinde" 450
-"Ali Kemal Bey... kaçırılmış... İzmit'e sevk edilmişti./... görüşlerinde ısrarcı olmuş, "Türk milleti felakete sürüklenmiştir. Bu zafer geçicidir," diyerek savunma yapmıştı./... linç edilerek öldürülmüştü./... Vahdettin... böyle bir linç olayı... olabileceğine vehmedince ürperdi.../.../... kaçma kararı aldı./ Acele yaptırdığı ağız arama, yurtdışına kendiliğinden çıkmasının Milli Hükümet tarafından da tasvip gördüğü yolundaydı... Ankara'dakiler, linç olayından dolayı müteessirdiler.../.../... halka baktı./ İstanbul'un cefakar, çilekeş ve kandırılmış halkına./.../... Sultan Vahdettin... tam o sırada vatanını terk etmekteydi./.../ Yanında... Başyaveri Çerkez Paşa... vardı. Hep birlikte tam on iki kişiydiler.../.../... hiçbir Osmanlı subayı... Af buyurun, hangi Osmanlı? Osmanlı mı kalmıştı?... çok geniş mülkten elde kalan bir avuç toprakta, Türk subayları, o horoz kibriyle dolaşan heriflerin karşısında selama durmak mecburiyetinde kalmayacaklardı bundan böyle" 451-455
-"Ahmet Reşat... Yarın... bir İtalyan gemisi ile... sürgüne gidecekti.../ Oysa ne o suçluydu, ne onunla birlikte aynı gemiye binerek kaçacak olan kabine üyeleri, ne de Sultan./ Sultan, yüzlerce yılın birikmiş hatalarını zayıf omuzlarına tek başına yüklenmiş bir zavallıydı.../.../... Niçin gidiyordu?.../ Yaban ellerde kimliğini, sıfatını yitirmiş bir hiç olarak yaşamaya çalışmak için... Sırf nefes alıp vermek için" 461, 462
-"Bir liste var Leman. Bu listede adı olanlar, vatana hıyanet etmiş kabul edilenlerdir.../.../... vatan haini olmadığımız anlaşılacak..." 472
-"Llyod Tristino Acentesi'nden yollanan bir görevli, İtalyan vapuruyla Brindizi'ye gidecek olan malum yolculara gerekli evrakı getirdiğini bildirince... son Osmanlılar, adamın peşinde, liman binasından içeri girdiler. Hükmü kalmamış imparatorluğun sakıt nazırları... Kont Caprini'nin tanzim ettiği belgelerle yurtdışına seyahat edeceklerdi./.../ Son kabine üyelerinin ve mebuslarının çoğu, birkaç gün önce, İngiliz bandıralı Egypy vapuruna binerek Mısır'a doğru yola çıkmışlardı. Geride kalanların arasında, Ahmet Reşat'ın yanı sıra, kontun yardımcı olmak istediği başka dostları da vardı. İki gün sonra İstanbul'dan Brindizi'ye bir vapur kalkacaktı.../ Karar çabuk alınmıştı... pasaportları... limanda teslim edilecekti" 477, 478
-"Yirmili yaşlarından itibaren bütün ömrünü devlet hizmetine sunmuş, namuslu, dirayetli, çalışkan bir vatan evladı, şimdi sanki bir hainmişçesine, bir suçluymuşçasına, yurdunu yabancılardan aldığı bir pasaportla terk ediyordu" 480, 481
*
25.2.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder