25 Şubat 2018 Pazar

1Q84

1. KİTAP

Haruki Murakami, Japonca aslından çeviren: Hüseyin Can Erkin, 5. baskı/ Ekim 2016, Doğan Yayın, İstanbul

3 kitaptan ilki imiş.
Arka kapak yazısına göre, yazar, "21. yüzyıl edebiyatının en önemli isimlerinden" biriymiş.
*
1984 dünyasında olan pek çok şeye değiniliyor!
Sol hareketlerin sonu...
Dini cemaatlerin iktidarı...
Kadın-çocuk taciz-tecavüzleri...
Daha pek çok şey!
*
Bir de fantastik bölümler...
İki ay...
Little People, gibi!
*
Big Brother ve Little People bağlantısı nasıl olacak merak ediyorum!
*
Dostoyevski'yi çağrıştıran bir yaklaşım, sanki!
Ama, bence, Dostoyevski'den daha iyi!
*
Kolay okunuyor!
Kurgu sürükleyici!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Yazı yazmayı sevmek, yazar olmayı hedefleyen biri için çok önemli bir meziyettir" 33
-"Gerekmedikçe söylemezdi... onun için önyargı, gerçeğin önemli bir unsuruydu./... yalnızlığı seven bir adamdı... Ruhsal bir keskinliğin rahat ortamlarda doğmasının mümkün olmadığına inanırdı./.../... 19. yüzyıl Rus edebiyatında karşılaşılan, devrimciden bozma entelektüelleri andıran bir yanı da vardı" 34, 35
-"Yazmak onun için nefes almak gibiydi" 37
-"... metin yazabiliyorsun... Fakat... ne yazacağını tam olarak yakalayamıyorsun... Aslında yazman gereken, içinde saklı olsa gerek. Ancak bu, derin bir çukurda saklanan ürkek hayvanlar gibi bir türlü dışarı çıkmıyor" 42
-"Anımsamaması olanaksız bir şeyi anımsayamıyordu" 51
-"Dünyanın kendi etrafında döndüğüne, kendisi olmasa dünyanın duracağına inanan bir adamdı" 59
-"Beynin o hassas kısmının delinmesiyle gelen ölüm, ölümün doğal haline benzeyen bir ölümdü. Sıradan bir doktor, ne kadar incelerse incelesin kalp krizinden başka bir şeyi aklına getirmezdi" 64
-"Lanet eskiçağ toplumlarında önemli bir rol oynamıştı. Toplumsal sistemin yetersizliklerini ve zıtlıklarını örterek, tamamlayıcı olmak lanetin rolüydü. Oldukça keyifli bir çağdı" 70
-"Bir de, onlu yaşlardaki kızların çoğu gibi, yüz ifadesinde yaşama kokusu eksikti" 71
-"Matematik suyun akışı gibidir... temel mantığı çok basittir" 75
-"Gerçek yaşam matematikten farklıdır... Matematik benim için... doğanın aşkın halidir... güzel bir manzara gibidir. Yalnızca oradadır işte.../.../... Roman yazarken ben, çevremdeki manzarayı sözcükleri kullanarak kendi aklımdaki doğaya daha yakın hale getiririm" 76
-"... risk, insan yaşamının baharatıdır" 86
-"Mançurya Demiryolu... 1905 yılında Rus-Japon Savaşı'nın bitmesinden sonraki yıl... doğmuş... Büyük Japonya İmparatorluğu'nun Çin istilasının dinamosu olmuş, 1945 yılında ise Sovyet ordusu tarafından dağıtılmıştı. 1941 yılında Almanya-SSCB Savaşı başlayana kadar, bu demiryolu... hattında aktarma yaparak Japonya... Paris'e on üç günde gitmek mümkün oluyordu" 88
-"Benim bildiğim 1984 artık yok. Şimdi 1Q84 yılındayız" 173
-"Bir şey gibi olmamak, asla kötü değildir. Henüz bir çerçeveye sıkıştırılmadığın anlamına gelir" 183
-"... ister büyük olsun isterse küçük, örgüt denen şeye asla inanmam" 188
-"Kültür devriminin ne kadar çirkin, nasıl insanlık karşıtı yanları olduğuna dair bilgilere ne yazık ki kulak asmıyorduk. Mao'nun özdeyişlerinden örnekler vererek konuşmak... moda bile olmuştu" 189
-"... hiçbir dünyada ütopya diye bir şey var olamaz. Simya ve sonsuz hareketin asla var olamaması gibi" 190
-"O siyasi açıdan radikal bir insandı, ama aynı zamanda serinkanlı bir realistti" 194
-"Öncüler... sonunda komün kesin olarak ikiye bölünür... biri silahlı mücadeleyi esas alan.../ Diğer grup ise ılımlı gruptur.../... Fukada, 1970'ler Japonya'sında devrim yapmaya uygun bir ortam olmadığının bilincindedir. Onun kafasındaki, aslında olasılık olarak devrimdir, bir metafor, bir savlama olarak devrimdir... bir baharat olarak kalmalıdır... öğrencilerinin arzuladığı, gerçek kanın aktığı gerçek bir devrimdir... Benim kastettiğim farazi anlamdaki devrimdi, diyebilecek durumda değildir artık... söylediklerine sonradan körü körüne inanma huyu vardır.../.../... O artık devrim olasılığına inancını ve bu konudaki heyecanını yitirmişti. Fakat yine de, tamamen reddetmeyi de başaramıyordu.../.../ Öncüler'in parçalanması 1976 yılında oldu... yeni komün Şafakçılar diye, yeni bir isim almıştı" 195-197
-"Testislere tekme atarken en önemli şey tereddüt etmemekti. Hitler'in... Fransa'yı kolayca ele geçirmesi gibi" 199
-"Mao Zedong da aynı şeyi söylüyor. Karşındakinin zayıf noktasını bulacaksın, erken davranarak..." 202
-"Hemingway. Yazarın aalkol alışkanlığının pençesinde, kafasına kurşun sıkarak intihar etmiş olması..." 204
-"Sürekli kendini koruma kararlılığı sergilemek gerek" 205
-"Benim yaşıma gelince çok az yemekle yaşamına devam edebiliyor insan" 206
-"Bedeni insanın kutsal tapınağıydı" 208
-"... bu öykünün ince ayrıntıları son derece gerçekçi bir şekilde tasvir edilmiş ve bir roman için en can alıcı noktalardan biri de budur" 228
-"Wild Turkey viskisini..." 237
-"... yaşam amaçlarından biri olmuştu. Fırtınaya kapılmamak için bir direğe yapışan insanlar gibi, Aomame bu spora yapışarak yaşamıştı" 249
-"Ensede, doğru noktaya, doğru açıyla sivri bir iğne batırıldığında ani bir ölümün kaçınılmaz olduğunu Aomame biliyordu" 259
-"Her sanat, her arzu, dahası her eylem ve arayışın iyiye doğru bir yöneliş olduğu düşünülür.../.../ Aristoteles.../.../... Ben okuyacak kitap kalmadığında antik Yunan felsefesi okurum. Hiç bıkmam" 263
-"'İnsanın ruhu mantık, azim ve şehvetten oluşur' diyen de Aristoteles miydi?.../ O Platon" 268
-"... evrensel düzeyde bilgi edinme isteği gibi, Tengo'nun her insanın doğal talebi olmalı diye gördüğü şey... daha engin ve büyük bir dünyaya bakmayı istemek..." 268
-"Matematik, Tengo'ya etkili bir kaçış yolu açmıştı. Formüller dünyasına kaçarak, gerçekliğin boğucu kafesinden kurtulmayı başarıyordu.../ Matematik muhteşem bir bina duygusu yaratırken, Dickens'le özdeşleşen öyküler dünyası Tengo için derin, büyülü bir orman gibiydi" 271
-"... matematik... Yalnızca anlık kaçışlar sağlayan bir araçtan öteye geçmiyordu. Hatta gerçekliği daha da çekilmez bir hale getiriyordu./... öyküler ormanı onu daha güçlü çekmeye başlamıştı. Elbette roman okumak da bir kaçıştan ibaretti... Öyküler ormanında olgular arasındaki ilişki ne kadar açık seçik olursa olsun, net yanıtlar bulmak mümkün değildi. Öykünün rolü... bir sorunu başka bir şekle dönüştürmekti... Kimi zaman... gerçeklikte hemen işe yaramıyordu" 272
-"... vurmalı çalgıların kendi düşünce yapısına çok uygun olduğunu fark etmişti. Zamanı önce parçalara ayırarak yeniden yapılandırıp, etkili notalar haline dönüştürmek onda doğal bir sevinç uyandırmıştı" 275
-"Arada sırada canı bir şeyi dayanılmaz biçimde çekerse, vücudun bir nedenle o yemeği istediğine inanır ve sinyal göndermeye başladığını düşünürdü. Sonra da bu doğal çağrıya uyardı" 278
-"... bedeni insanın kutsal tapınağıydı ve daima temiz tutulmalıydı" 279
-"... kendi kendine bir insanın özgürlüğünün nasıl bir şey olduğunu sorardı" 281, 282
-"Fakat o beş para etmez adamlar ortalıktan kalkınca, eziyetli boşanma davalarına, velayet hakkı kavgalarına da gerek kalmıyor" 282
-"Fakat katıksız, saf duygular o halleriyle tehlikelidir" 283
-"Yürekten sevdiğin bir insan varsa, bir kişi olsun yeter, hayatın kurtulmuş demektir. O seni sevmese bile" 292
-"Özgür iradenin var olduğunu düşünmek istiyoruz yalnızca" 293
-"Tengo'nun "ne pahasına olursa olsun yenme" isteği nedense zayıftı... hemen her şeyde... bu eğilimi güçlüydü. Yumuşak huyluydu" 301
-"Kendi içinde gizlenen bir öyküyü bulup çıkartarak, doğru sözcüklerle ifade etmek değil miydi yazarlık?" 302
-"Her şeyden önce hiç boşluk bırakmadan yanıtlıyordu" 311
-"Ertesi gün akşam, gökyüzünde hala iki ay vardı. Büyük olanı her zamanki aydı... Armstrong'un insanoğlu için büyük adımı attığı ay. Yanında ise o yamuk şekilli, yeşilimtırak küçük ay duruyordu" 319
-"Tamaru sessizce başını salladı. Bir şeyleri kendi kendine kavrıyor gibiydi. Bu adam nedeni eksik kalan işlere güvenmezdi" 322
-"On yedi yaşında bir kızdan beklenmeyecek ölçüde güçlü bir kalem, ince bir duygusallık, zengin bir hayal gücü diyorlardı" 346
-"Orwell 1984... öyküyü... diktatörlük sistemi odağında kurmuştu. Aslında Stalinizmi alegorik bir şekilde anlatıyordu. Sonrasında Big Brother toplumsal bir simge haline geldi. Bu Orwell'in başarısıydı... artık Big Brother'a yer yok. Onun yerine bu Little People ortaya çıktı. Sence de hoş ve ilginç bir tezat değil mi?/.../ Little People göze görünmüyor. Köklerinde iyilik mi var, yoksa kötülük mü, onu bile anlayamıyoruz. Fakat her ne ise, kendinden emin biçimde ayağımızın altını oymayı sürdürüyor" 356
-"Aomame kendisinin, aslında olması gereken 1984 yılında değil, değişikliklere uğramış 1Q84 yılındaki dünyada yaşadığının bilincindeydi. Bu henüz bir varsayımdan ibaretti" 367
-"Neden sonra kızın ağzı yavaşça açıldı; Little People çıkmaya başladı... Little People toplam beş kişydi. Tsubasa'nın ağzından çıkıp geldiklerinde... serçeparmağı büyüklüğündeydiler, ama dışarı çıkınca katlanmış bir şeyin açılması gibi, vücutlarını kıvıra kıvıra 30 santim uzunluğa ulaştılar... bir nesneyi çekip çıkardılar... Ellerini havaya uzatıp, havadan çıkarttıkları beyaz, yarı şeffaf ipliği kullanarak, o nesneyi yavaş yavaş büyüttüler. İplik yapışkanlı gibiydi... boyları... 60 santime yaklaşmıştı. Boylarını istedikleri gibi değiştirebiliyorlardı sanki" 376, 377
-"Gerçek tarihi gasp etmek insanın kişiliğinin bir kısmını gasp etmekle aynı şeydir. Bu, suçtur./.../... kişisel bellek ve ortak bellek... tarih, ortak belleğin bir ürünüdür. Bu gasp edilecek olursa... gerçek benliğimiz koruyamaz hale geliriz"./.../... önemli gördüğü kitapları iyice okuyup adeta kafasına kazıyordu" 388
-"Çehov'un Sahalin Adası'nı raftan çekti.../.../... bir araştırma raporu ya da coğrafi anlatıya yakın bir şey ortaya çıkmıştı... insanlar, Çehov'un... bu gereksiz, anlamsız şeyi neden yazdığını konuşmuşlardı... bunu toplumsal sıkıntıları kullanarak isim yapma çabası şeklinde değerlendirenler de vardı.../.../... bir edebiyat yıldızı hayatı sürdüğü gerçeği Çehov'u rahatsız etmiş olabilir. Moskova'daki edebiyat camiası ortamından sıkılmış ve bu camiadaki en ufak meselede birbirine çelme takan, kasıntı insanlara bir türlü alışamamıştı belki. Yüreği kötülük dolu eleştirmenlere karşı da tiksintiden başka bir şey hissetmiyor olabilirdi.../.../ Gilyaklar, Sahalin Adası'nın Ruslar tarafından sömürgeleştirilmesinden önce, çok eski zamanlardan beri adada yaşayan yerli halk.../.../... yapılı, çeviktirler... vücut ısınlarını koruyacak besinleri... sağlamak zorundalar. Bu şekilde düşününce Gilyakların neden o kadar yağlı yiyecekler yadiklerini anlamak mümkün. Yağlı denizayısı eti... üzerinden kan damlayan et vs.... tarım yapmayı en büyük suçlardan sayıyorlar... Fakat Rusların onlara öğrettiği ekmeği beğenerek yiyorlar.../.../... asla yüzlerini yıkamadıklarından... asıl ten renklerini kestiremezler... ağır kokular salar... bazen de dayanılmaz kokular insanı ablukaya alır... kurutulmaya bırakılmış balıkların sıralandığı kurutma yeri vardır.../.../... savaş yanlısı olmadıkları... Ticaret dışında, normal hayatlarında yalanlar ve övünç konuşmaları onları neredeyse iğrendirir./... Cesur, hızlı kavrayışlı, neşelidirler... Hiçbir otoriteyi tanımazlar... aile reisine saygı duymak gibi bir şey de yoktur.../... kadınlar... hiçbir hakka sahip değillerdir... atılır, satılırlar... Evlilik, saçma bir şeydir... içki içmekten daha önemsiz bir şeydir. Dini, hatta tabu nitelikli ritüellere asla rastlanmaz... İsveçli yazar Strindberg... ünlü bir kadın düşmanıdır ve bu konuda Gilyaklarla aynı düşünceye sahiptir. Eğer bu İsveçli, Sahalin'in kuzey kısımlarına gelecek olursa Gilyaklar onu bağırlarına basarlar./.../... mahkemenin ne anlama geldiğini bilmezler" 389-396
-"Çok fazla soru vardı. "Roman yazarı sorun çözen insan değildir. Sorunu ortaya atan insandır" diyen de, evet, Çehov'du... sorunlar vardı, ama sorun çözümü yoktu... yavaş yavaş ölmekte olduğuna, ölüm döşeğine düşene kadar inanmamıştı. Kan kusarak, feci biçimde genç yaşında ölüp gitmişti" 399
-"Silahlı çatışma... bu radikal grub... 70'li yıllardaki üniversite olayları döneminden kalma tiplerdi... komün yaşantısına başlamışlardı... adı Öncüler'di./.../... parçalanma... "silahlı mücadele grubu"... nispeten ılımlı "komün grubu"... 1976... silahlı grubu Öncüler'den ayırmayı başarmıştı./... Şafakçılar'ı oluşturmuştu... ağır silahlar... paranın nereden geldiği.../... Öncüler... dini bir cemaate doğru dönüşüm göstermişlerdi... 1974 yılında dini tüzel kişilik olarak kabul edilmeyi başarmışlardı... Şafakçılar... küçük derenin kullanım hakkıyla ilgili tartışma... silahlı çatışma patlak vermişti./... Şafakçılar... çözülmüş... Öncüler.../... polis... cemaat arazisine girmiş.../.../... Yapmakta olduğumuz, Budizmin ilk dönemlerine ait prensiplerin araştırılması.../... bedenimizi arındırıyor... daha fazla derinliği olan başka bir dünya arayışı.../ Şafakçılar... doktrinlerine aşırı bağlıydılar. Gerçek, yaşayan toplumla temas noktalarını kaybetmiş olmaları, bu trajedinin en büyük nedenidir... Şiddet, hiçbir sorunu çözmez... Bizim yapmakta olduğumuz... etkin komünal bir ortam sağlamaktır" 401-407
-"80'li yılların Japonya'sında Marksizm ilkeleriyle devrim düşüncesi artık modası geçmiş bir şeydi.../.../... Öncüler aslında gazetelerde yazıldığı kadar temiz değil... karanlık bir şey var... Lider... kızlara tecavüz ediyor" 408
-"Japonya Emniyeti'nin bilgisayar sistemi henüz o kadar gelişmedi... talep formuna yazmak zorundayım. Ne de olsa burası resmi daire. Herkes işleri gereğinden fazla karmaşık hale getirmek için alıyor maaşını" 410
-"Tırnaklarımın şekli gibi basit bir şeyi bile kendim belirlemiş değilim, birileri kafasına göre belirlemiş, ben de bunu sessizce kabul ediyorum yalnızca.../... anne ve baban... Şahitler müridiydi"411
-"Öncüler... hukuki sorunlar yaşamış... arazi... insanları satmaya zorladıkları durumlar da oluyormuş. Paravan... medeni hukuk alanı... polis işe karışmamış... Belalı tipler, olmazsa siyasetçileri de işe karıştırıyor gibiler. Siyasetçiler konuya el atınca, polisin elini çektiği durumlar çoktur zira. Olay büyür, savcılık işe karışırsa, durum farklı olur gerçi./.../... parayı saf bir maneviyat arayışı için kullanmıyorlar... emlak topluyorlar... Bu cemaat galiba ülke çapında bir açılım tasarlıyor. Eğer emlak piyasasına girmek gibi bir niyetleri yoksa elbette./.../ Üstelik bu toplu para nereden geliyor.../.../... çocuklar... okulu bırakıyormuş.../... Cemaat çocuklarının okula gitmek istememesini anlayabiliyordu... farklı olmalarından dolayı rahatsız edildikleri... oluyordu mutlaka./.../... psikolojik sorunlar yaşıyor gibiymiş... az konuşmaya başlıyor... hissizleşiyor... " 413, 414
-"Emniyet hantal bir kurumdur. Yukarıdaki tipler kariyerlerinden başka bir şey düşünmezler... emekli olduktan sonra güçlü vakıflara ya da özel şirketlere kapağı atma peşindeler. O yüzden, tehlikeli, sıcak olaylara pek bulaşmazlar. Hatta bu tipler, pizzayı bile soğutup da yiyordur desem yeridir" 415
-"İnsan beyni, şu 2,5 milyon yıl boyunca yaklaşık dört kat büyümüştü. Ağırlık açısından bakıldığında beyin, insan vücudunun ancak yüzde 2'sini kaplıyordu, buna rağmen bedenin tüm enerjisinin yaklaşık yüzde 40'ını tüketiyordu... Beyin denen organın bu anormal büyümesi, insana zaman, mekan ve olasılık kavramlarını kazandırmıştı./.../ Zamanın çarpık olarak ilerleyebileceğini Tengo biliyordu. Zamanın kendisi, yeknesak bir yapıya sahipti, ama zaman bir kez tüketildiğinde çarpık bir hal alabiliyordu. Bir zaman dilimi feci halde ağır ve uzun, başka bir zaman dilimi ise hafif ve kısa olabiliyordu. Ayrıca, bazen öncesi ve sonrası birbirine geçiyor, durum daha da kötüleşirse zaman tamamen yok olup gidiyordu. O zaman diliminde olmaması gereken şeyler sonradan eklenebiliyordu.../ İnsan, beynin büyümesiyle zamansallık kavramını elde etmişti, ama aynı zamanda bunu değiştirme yöntemini de öğrenmişti... durmaksızın zamanı tekrar tekrar yaratabiliyordu.../.../... yaşıyor olmaları muhtemel annesi ile gerçek babasının varsayımsal varlığını, kendi içinde kurgulamak yoluyla bunaltıcı yaşamına yeni bir kapı açmaya çalışmıştı" 416, 417
-"Bu yerli yerinde davranma hüneri, Tengo'nun doğduğundan beri ustalıkla geliştirdiği bir şeydi. Doğru imla işaretini kullanmak veya matematikte en kısa yoldan sonuca ulaşmak gerektiğinde yaptığı gibi" 419
-"Kendisini matematik dünyasına kaptırınca beynindeki devreler (küçük sesler çıkararak) değişime uğruyordu sanki. Ağzı daha farklı türden sözcükler çıkartıyor... ses tonu değişiyor... Bir odadan diğer odaya geçermiş gibi.../... duygularını bir kat daha yumuşatmayı başarabiliyor... her şeyi işine geldiği gibi yorumlayan bir insana dönüştüğü hissine de kapılıyordu. Hangisinin gerçek kendisi olduğuna karar veremiyordu" 423, 424
-"Telefonun çalış şeklinden arayanın Komatsu olduğunu tahmin edebiliyordu. Telefonun çalışında bile sanki özgün bir yan vardı. Metinlerin bir tarzı olduğu gibi... sanki farklı çalıyordu" 425
-"Dini cemaat olarak onay bile almışlar, ama dini cemaat denebilecek tarafları yok gibi. Öğreti açısından yapı bozucu bir yanları mı var desem, yaptıkları tek şey sağdan soldan dini imgeleri toplamaktan ibaret işte. Üstüne de çeşni olarak New Age tarzı bir maneviyatçılık, şık bir akademik duruş, biraz doğaya dönüş, biraz anti-kapitalizm, biraz da gizemli cemaatçilik eklemişler... Süslemeler böyle, ama esas doğalarını görmek mümkün değil... McLuhan tarzı... ortam mesajın ta kendisidir. O açıdan bazıları bu ortamı cazip bulabilir./.../ Yani, paketin kendisi içeriktir" 439
-"... neden o kadar çok insan bu cemaatin çekimine kapılıyor... ağır bir dini havalarının olmaması. Son derece temiz, entelektüel, sistemli bir cemaat gibi.../ Bir de, 'Lider' dedikleri başları, oldukça karizmatik bir adammış... asla yüzünü göstermiyor... Adı, yaşı belirsiz. Dışarıya karşı cemaatin, konsey sistemi ile işletildiği söyleniyor... başka bir kişi resmi işlerde cemaatin yüzü olarak ortaya çıkıyor. Aslında yalnızca bir kukladır sanırım.../.../... Dışarıya aksettirilen sadece göstermelik şeyler... hepsi tasarlanmış bir imaj fotoğrafı gibi.../.../... Öncüler... şu silahlı çatışma olayını yaratan Şafakçılar'ı doğuran ana grup; Çin yapımı kalaşnikofları da Kuzey Kore'den aldıkları tahmin ediliyor... dini tüzel kişilik söz konusu olunca öyle gelişigüzel araştırılamıyor... Devlet Güvenlik Kurumu bir şeyler yapıyor mudur, bilinmiyor. Oradaki tipler, her şeyi ustalıkla gizlerler, eskiden beri de polisle aralarına mesafe koyarlar./.../... Çocuklar, okula gitmeyi bırakınca bir daha asla parmaklıkların dışına çıkamıyorlarmış" 440, 441
-"Ayrılanlar... Öncüler'in toplum karşıtı, tehlikeli bir cemaat olduğunu, düzenbazlık yaptığını söylüyor.../.../... ayrılanların tümü sıradan müritlerden. Zayıf kalıyorlar... cemaatin çekirdek kısmına girebilenler, elit kurmaylarla sınırlı. Geriye kalan çoğunluk... Koyun sürüsünden farkları yok... sıradan müritler cemaat hakkında hiçbir şey bilmiyorlar aslında" 442, 443
-"Din adamları arasında çok sayıda seks manyağı olduğu, bilinen bir konu" 444
-"Soykırım?/ Yapanlar bir mantık uydurarak, yaptıklarını meşru göstererek unutabilir... Fakat mağdur taraf unutmaz... Anılar anne babadan çocuğa aktarılır. Dünya... birbiriyle çelişen anıların sonu gelmez savaşıdır" 446
-"Fakat yalnızlık çok zor bazen.../.../ Yıl 1984 ve Japonya-Tokyo'dayız./ Keşke senin gibi kendimden emin bir şekilde söyleyebilsem bunu./... Bu kadar net gerçekler.../... ama ben bunların net gerçekler olduğunu söyleyemem" 447
-"Tibet çarkıfeleği gibi. Çark döndükçe değerler ve duygular azalıp artar. Bir pırıl pırıl parlar, bir karanlığa gömülür. Fakat gerçek aşk, çarkın merkezinde kımıldamadan kalır" 448
-"Köpek öldü./.../ Sanki patlamış gibi, iç organları her tarafa dağılmıştı... Sanki birileri köpeğin içine küçük bir bomba yerleştirmiş gibi./.../... Biraz yüksek bir ses çıksa, hemen uyanıyorlar... Yani, sessiz bir patlama olmuş. Köpek havlaması bile duyulmamış" 449, 450
-"Sözgelimi, burası olmayan dünyada iki ay var.../.../... İngilizce lunatic ve insane sözcükleri.../.../ Sanırım insane, doğuştan gelen zihinsel sorunlara işaret ediyor... lunatic ay tarafından, ay tarafından derken yani luna tarafından insanın aklının bir anlığına alınmasına işaret ediyor. 19. yüzyıl İngilteresi'nde lunatic olduğu kabul edilen insanlar suç işlediklerinde, cezaları normalde olduğundan bir derece düşük veriliyordu. O insanın sorumluluğundan ziyade, ayın ışıklarının o insanın zihnini bulandırması neden olarak görülüyordu... Yani, ayın insanı delirtebileceği yasal olarak kabul ediliyordu./.../... Japonya Kız Üniversitesi'nde İngiliz edebiyatı derslerinde öğrendim. Dickens okuyorduk. Değişik bir hocamız vardı, romanın öyküsü dışında da bir şeyler anlatıp dururdu. Neyse. Benim söylemek istediğim, şimdi tek bir ay varken ve insanı çıldırtmaya yetebiliyorken, iki ay birden olduğunda insanların zihninin iyice tuhaflaşabileceğiydi. Gelgit hareketleri farklılaşır, kadınlardaki aybaşı düzensizlikleri de artar. Ardı ardına anormal şeyler olur" 466, 467
*
25.2.2018
*
EK:

Japon yazar Murakami: Hayal kurmaya ihtiyacım yok çünkü yazabiliyorum

sanat@diken.com.tr

Japon yazar Haruki Murakami. Onu yazdığı kitaplardaki gizem unsurları kadar Nobel Edebiyat Ödülü’nün her sene favorisi olup, bugüne kadar ödüle layık görülememesiyle de tanıyoruz. Hacimli romanı ‘1Q84’ün yarattığı heyecan dün gibi aklımızda. Romanlarında kullandığı metaforların anlaşılmazlığı gerçekten bir rehberi ihtiyaç kılıyor.
Biz Murakami’nin ne demek istediğini düşüneduralım, o yeni kitaplar yazmaya devam ediyor. Yeni romanı ‘Killing Commendatore’ yayımlanalı birkaç gün oluyor. Kitabı yakın zamanda Türkiye’de de raflarda görebiliriz.
Reklam

Fotoğraflar: Reuters
Japon yazarın romanının kahramanı eşinden ayrılan ve bununla baş etmeye çalışan bir ressam. Kahraman, çalışmaya koyulduğu sanatçı evinde paha biçilemez bir eser keşfediyor. Keşfettiği şey hem Mozart’ın Don Giovanni operasıyla hem de 7’nci yüzyıl geleneksel Japon sanatıyla alakalı özel bir yapıt.
Murakami romanları Türkçe de dahil 50 dile çevrilmiş bir yazar. Japon yazar kitap yazıyor, caz dinliyor ve bol bol koşuyor.
Reklam
New York Times, Murakami’yle ‘Killing Commendatore’yi konuştu. Biz de Türkçeye çevirdik.

‘Ütü yapmayı severim, çünkü eğlenceli’

‘Killing Commendatore’yi yazma fikri nasıl oluştu?
Bilmem. Aklımın derinliklerinden bir yerden çıkıp geldi. Aniden ilk bir iki paragrafını yazmak istedim. Sonrasında ne olacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Yazdıklarımı masamdaki çekmeceye koydum ve sonra tek yapmam gereken beklemekti.
E kitabın geri kalanı?
Sonra bir gün kitabı yazabileceğimi düşündüm ve yazmaya başladım, yazmaya devam ettim. Doğru anı bekleyin, o an size gelecektir. Fikir bulacağınıza güvenmeniz lazım. Benim güvenim var çünkü neredeyse 40 yıldır yazıyorum. Ne yapacağımı biliyorum.

Yazma süreci sizin için zor muydu?
Kendi şeylerimi yazmadığım vakit çeviri yapıyorum, bu da beklerken yapılacak güzel bir şey: Yazıyorum ama kendi romanım olmuyor. Yani bir tür alıştırma ya da el emeği gibi. Ayrıca koşu yapıyorum, müzik dinliyorum ve ütü gibi ev işileri yapıyorum. Ütü yapmayı severim. Yazarkenki kafamda oluşan kargaşaya benzemiyor. Eğlenceli işte.
Hakkınızda yazılanları okur musunuz?
Eleştirileri okumam. Birçok yazar okuduğunu söyler ama yalan söylüyorlar. Ben söylemiyorum ama. Eşim her eleştiriyi okur tabii ama sadece kötü olanları okur, yüksek sesle okur. Olumsuz eleştirileri kabul etmemi ister. Olumlu eleştiriler mi, salla gitsin.

‘Kitap dediğiniz şey metafordur’

Kitaplarınız gerçeküstü ve fantastik öğelerle dolu. Yaşamınız da öyle mi?
Gerçekçi biriyim, işimde gücümdeyim ama roman yazdığım zaman içimdeki tuhaf, gizli yerlere gidiveriyorum. Yaptığım şey kendimi, içimi keşfetmek. Eğer gözlerinizi kapatıp kendinizi dinlerseniz farklı bir dünya görebilirsiniz. Kozmosu keşfetmek gibi ama içinizde olan bir şey. Farklı, tehlikeli ve ürkütücü bir yere gidince önemli olan dönüş yolunu bilmek.
Eserlerinizin altında yatan anlamlar hakkında konuşmak sizin için güç olsa gerek.
Bana hep kitaplarım hakkında “Bununla ne demek istediniz, şununla ne kastediyorsunuz?” diye sorup duruyorlar. Ama her şeyi açıklayamam ki. Kendimden dünyadan metafor olarak bahsederim ve metaforları açıklayıp analiz edemezsiniz. Biçimi kabul edin, yeter. Kitap dediğiniz şey metafordur.
‘Killing Commendatore’nin ‘Muhteşem Gatsby’e saygı niteliği taşıdığını söylediniz. Zaten bu kitabı on yıl kadar önce Japoncaya çevirmiştiniz. ‘Muhteşem Gatsby’ Amerikan rüyasının sınırları hakkında trajik bir masal olarak okunabilir. Kitabınızda bu nasıl yer alıyor.
‘Muhteşem Gatsby’ favori kitabım. 17-18 yaşlarında okuduğum vakit hikayesinden etkilenmiştim çünkü rüyaya/hayale ve insanların hayalleri suya düşünce nasıl davrandıklarına ilişkin bir kitaptı. Bu benim için önemli bir tema. İlle de Amerikan rüyası olarak düşünmüyorum bu kitabı, daha ziyade genç bir adamın rüyası, genel olarak rüya olarak görüyorum.
Siz ne hakkında rüya görürsünüz?
Rüya görmem, belki ayda bir iki kez. Belki rüya görüyorum ama hiç hatırlamıyorumdur. Ama hayal kurmaya ihtiyacım yok çünkü yazabiliyorum.
http://www.diken.com.tr/japon-yazar-murakami-hayal-kurmaya-ihtiyacim-yok-cunku-yazabiliyorum/
*

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder