1 Nisan 2022 Cuma

VEBA GECELERİ

Orhan Pamuk, 1. Baskı, Mart 2021, YKY Yayınları, İstanbul 

  

Gündüzleri veba yok mu ki kitabın adı Veba Geceleri olmuş!

Arka kapak yazılarından: 

“Pamuk yaşayan en büyük yazar.” (Le Point, Fransa) 

“Orhan Pamuk’un beş yıldır yazdığı ve son bir yılda her şeyi yeniden ele alarak bitirdiği çok beklenen romanı, ölüm korkusundan karantina karşıtlığına, tekke şeyhlerinden Yunan milliyetçilerine, hacı gemilerinden karantina isyanlarına, Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinin renkli ve panoramik bir manzarasını sunuyor ve hayat, ölüm ve aşk konularındaki temel soruları yeniden ele alıyor.” 

“… Orhan Pamuk büyük bir romancı.” (The New York Times, ABD) 

“Pamuk, en iyi kitaplarını Nobel’den sonra yazan eşsiz bir yazar.” (The Indipendent, İngiltere) 

*

Gerçekten de söylendiği gibi, Pamuk, bu kitabında, Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinin renkli ve panoramik bir manzarasını sunuyor, ancak yetinmiyor, hayata ilişkin birçok hususun yanısıra, bir yönüyle günümüz Türkiyesi'ni de anlatıyor, ve, bunu açıkça yapmıyor, birçok şeyi ima yoluna gidiyor, çağrışımlara yol açıyor.

Sonuçta günümüzdeki birçok meseleye de değiniyor!

Bu yüzden olmalı, kitap ilk yayınlandığında, bir taraftan bol övgü alırken, diğer taraftan dava konusu olduğu haberleri çıkmıştı.

*

Kitap bildiğimiz tarz romanlardan çok farklı, ve bence, romandan daha çok bir sohbet, bir rapor, gibi.

Toplumsal yapıyı-sosyolojiyi konu alan bir rapor!

Mesela, şu ifadeler:

-"Kişisel duyguların ve kararların tarihi belirlediği küçük bir ülkenin hikayesini yazdığımız için bu mutluluğu vurguluyoruz" 219

-"Kişiyi dikkatli olmaktan, kafasını çalıştırmaktan, önlem almaktan alıkoyan bir umutsuzluktu bu. "Nasıl olsa işimiz bitmiş" duygusuydu.../.../... Mingerlilerin terk edildiklerini anladığı ve herkesi suçladığı günlerdi bunlar. 1970'lerde Sovyet tarihçileri kaçak on yedi yolcu taşıyan Topikos sandalının Rus zırhlısı İvanov'dan ateşlenen bir topla batırıldığını belgelerle kanıtladılar. Adadan kaçak göçün bir türlü durmadığını gören uluslararası güçler, İngilizlerin teşvikiyle, ibret olsun diye, bir sandalı batırma kararı vermişlerdi... Rus dışişleri, İvanov'un "hasta taşıyan gemi"nin saldırısı karşısında kendini savunmak zorunda kaldığını ifade eden bir açıklamayı yapmaktan son anda vazgeçmişti" 259-261  

*

Bir yönüyle belki şaka gibi, ama bir yönüyle de, ülkede günümüzde de geçerli olan en temel anlayışlara dokunan şu ifadeler, kitabın dava konusu olmasını anlamayı kolaylaştırmaz mı?

-"Mingerli olmanın bir "kan meselesi" olarak algılandığı ve temellendirildiği 1930'lar ve 1940'larda "Hürriyet mücadelesi"nin bu en dramatik anı hatırlanmış ve Mingerlileri harekete geçiren şeyin, devletin kurucusunun bileğinden, parmaklarından bayrağa ve aşağıya, meydana ve toprağa damlayan kan olduğu açıkça yazılmıştır./ Bu kan binlerce yıl önce Aral Gölü'nün güneyinden adaya göç eden ve çok özel bir dili olan soylu Minger Milleti'nin kanıydı. Kolağası'nın eli ve bileği kandan kıpkırmızı kesilince, Doktor Nuri... yarayı yakından görmeye çalıştı" 328

-"1904... Pakize Sultan... babalarının ölüm haberini aldı.../... V. Murat'ın cenazesi.../ Belki de bu kitapta hiçbir şey Pakize Sultan'ın yirmi sekiz yıl hapis yatan babasının cenazesi kadar hazin değildir... bürokrasi... reformların da otuz iki yıl ertelenerek güdükleşmesine, bu özgürlükler geldiğinde ise artık iş işten geçmiş olduğundan hiçbir işe yaramamasına yol açmıştır" 503, 504

-"Abdülhamit'in hoşuna gitmeyen İslam'ın ve Türklerin eleştirilmesi gibi konuların "Hürriyet"ten sonra da iktidar sahipleri tarafından sevilmemesi. İstanbul'da yüz yıldan fazladır hala süren, üstü örtülü devlet desteğiyle sokakta gazeteci-yazar öldürme gelenek ve alışkanlığının "Hürriyet"le başladığını ekleyelim./.../ İtalyanların işgal ettiği adaların hepsinde büyük çoğunluk olan Rumlar durumdan şikayetçi değildiler. Tarihte ilk defa havadan bombardıman yapılan savaşı İtalya... kısa sürede kazandı... Libya İtalya'nın oldu... kolay yenildiğini gören Balkan ülkeleri... Osmanlı... savaş ilan etmişlerdi.../ Başkan Mazhar işte bu sırada, 1912 Eylülü'nde İtalya ile "gizli" Hanya Antlaşması'nı imzaladı.../.../... İttihat... Askerler ve partili kabadayılar gün ortasında hükümet toplantısını basıp bir bakanı da silahla öldürerek hükümeti istifaya zorladılar.../... Mahmut Şevket Paşa beş ay sonra üstü açık arabasıyla İstanbul sokaklarında... öldürüldü... arabasını ve... katillerin tabancalarını, 1980'lerde... müze... tarihsever romancı Orhan Pamuk takıntıyla ziyaret ettiğini bana söylemiştir./ 1913... Hong Kong'daki İngiliz... bir görevli... Doktor Nuri'yi ziyaret etti.../.../... Birleşik Krallık'ın Arnavutluk'ta fazla bir çıkarı olmadığını hatırlattı. Ama bu yeni... ülkeye... sıradan bir şehzadeyi değil, Pakize Sultan ile Doktor Nuri'yi önerebilirdi.../.../... Strabon'a göre insanların uzun boylu, sağlam ve dürüst... olduğunu okudu... onlar bir karara varana kadar... bir Alman prensinin getirildiğini" 511-515

-"... tapu sahibi kişiler mahkemelerde kendilerini ailecek canla başla savunmaya başlıyor ve davalar hiç sonuçlanmadan uzuyordu... "... Osmanlı hanedanının ülkeye dönüşü yasaklanarak mallarına çaktırmadan ve dolaylı olarak el koymak kolaylaştırılmıştır!" demişti... büyükdayım.../.../... hayatımın en büyük acılarından biri... 1984 ile 2005 arasında yirmi bir yıl Minger'e girmem engellendi... sahibi olduğum Minger pasaportunun süresi... uzatılmadı. Babam sayesinde sahip olduğum İngiliz pasaportuma... annem sayesinde sahip olduğum Fransız pasaportuma... vize vermediler. Adayı görememek... bu yirmi bir yıl boyunca bana çok ağır, çok acı gelmiştir... adada 1980'lerdeki askeri rejime karşı çıkan bildirileri imzalamamın... cezası olduğunu söylemişlerdir. Ama derin devleti siyasi polisten ibaret saymayacak kadar derinlemesine bilenler, asıl nedenin, büyükanneannemin mirascısı olmam... arazilerle ilgili olduğunu dürüstçe söylemişlerdir./ Daha tuhafı: Osmanlı arşivlerinde yıllarca sabırla çalışıp Ermeni, Rum, Kürt katliamları gibi nahoş konuları araştıran ya da bir dönemin milli çatışmalarının aslında sanıldığı gibi olmadığını kanıtlayan yabancı uyruklu Osmanlı tarihçilerinin İstanbul'daki arşivlerde çalışma izni birden esrarengiz bir şekilde iptal edilince ne kadar üzüldüklerini yıllarca görmüştüm. Cesur ve namuslu arkadaşlarımın dürüstlüklerinden dolayı Türk Devleti tarafından acımasızca cezalandırılmalarına tanık olmama rağmen, aynı ceza yirmi bir yıl Minger Devleti tarafından bana verilince yalnızlık ve suçluluk duygularına da kapıldım./... Avrupa Birliği tarafından aday ülke ilan edilince... sindirmek de zorlaştı... sonra (iktidar sahibi dost torpili ülkemde her zaman insan haklarından daha koruyucu bir kalkandır), en sonunda yeni bir Minger pasaportuna kavuşunca... geldim... siyasi polis tarafından her adımımın izleneceğini gördüm. 2005'ten sonra bu kitabı önce bir önsöz olarak yazarken, Minger'de arkadaş evlerinde, otel odalarında bavullarım, eşyalarım sürekli karıştırılırdı. Beni daha da üzen benim hakkımda "Türk casusu"... "İngiliz casusu" gibi sözlerin... gazetelerinde açıkça yazılmış olması değil, Londra'ya, Paris'e ya da profesör olduğum Boston'a gelince, evimde kalan adalı dostların... casusluk iddialarını tekrarlamaları, bu konuda çirkin şakalar yapmalarıdır./.../... 2000'li yıllarda, artık eski tarz imparatorluklar ve sömürgeler çok geride kalmışken, "milliyetçi", yalnızca devletin her dediğini onaylayan, iktidardakilere dalkavukluk etmekten başka bir niyet beslemeyen ve hükümeti eleştirecek cesareti olmayanlara itibar kazandırmak için kullanılan bir sıfata dönüşmüştür... "Kolağası" Komutan Kamil'in zamanında... itibarlı bir sıfattı./... Oğullarımın benim Minger sevgimle dalga geçmeleri hatta bazan alay etmeleri ve... babalarının her seferinde onlardan yana çıkması, evliliğimin de boşanmayla sonuçlanmasına yol açmıştır./ Konu "milliyetçilik ve dil"e geldiği için hayatımın mutsuz günlerinden bir başkasına kısaca değineceğim. 2012 yılında... Minger'in milli futbol takımı İstanbul'da son anda verilen (belki) haksız bir penaltıyla 1-0 yenip eleyince, güzel Türkçeyle güzel Mingerce arasındaki bölünmüşlüğüm bir ıstıraba dönüştü. Öfkel taraftarlar İstanbul'daki Minger lokantalarını... pek çok dükkanın camlarını kırdılar... tahrip ettiler... yağmalayıp kısmen yaktılar. O bir hafta gazetecilerden, herkesten kaçtım... konuyu unutmanın en iyisi olduğuna karar verdim./... Komutan'ın 1933'te bitirilebilmiş muhteşem türbesi... modern Zeynep-Kamil Hastanesi.../ Abdülhamit'in tahta çıkışının yirmi beşinci yılı törenleri için yapımına başlanan... kuleye İtalyan işgalinden hemen sonra nedense Minger Anıtı denmiştir" 523-526

*

Kitaptaki bazı ifadeleri en azından ben anlamsız buldum.

Mesela şunlar:

-"Gemiden çıkan paketlerin... atlı memurlara yüklenmesini seyretmeyi de severdi./.../Teta marka büyük saatin yerinde olduğunu büyülenerek gördü" 112

"İngiliz konsolosu Mösyö Corc " 130

*

Beş yıllık bir çalışmanın sonunda hazırlandığı belirtilen ve en önemli olayı veba salgını ve karantinası olan bu kitabın, korona salgını günlerinde yayınlanmış olması ise sanki ayrı bir hoşluk, hoş bir tesadüf!

Sanırım bu husus kitaba ilgiyi arttıran bir unsur da olmalı!

İnsan özellikle uğraşsa bu kadar denk getirebilir mi?            

*

Bu notu hazırlarken Murat Belge'nin Pamuk ile ilgili bir değerlendirmesini okudum. 

https://birikimdergisi.com/haftalik/10964/orhan-pamuk-ve-romanin-alt-turleri

Orhan Pamuk ve Romanın Alt-türleri, başlıklı bu yazıya, "Orhan Pamuk, birçok bakımdan fevkalade bir yazar" diyerek başlayan Belge, Pamuk'un birçok eserinin değerlendirmesini yaptıktan sonra, Veba Geceleri'ne geliyor ve şöyle diyor:

"Veba Geceleri salgınla ilgili yazma tasarısı olmadan da başlayabilirmiş izlenimi veriyor çünkü bir "ulus-inşa" sürecinin parodisi olarak adlandırılabilecek paralel bir olay örgüsü var. Olay Türkler, Rumlar ve Gürcü kökenli ufak bir grubun yaşadığı ama bir Osmanlı valisi tarafından yönetilen bir adada geçiyor. Hindistan'a gitmek üzere yola koyulan ama adada kalmaya karar veren bir padişah kızı (tahttan indirilen V. Murad'ın kızı) ve onun kocasına eşlik eden bir Osmanlı subayı adaya geliyor. Adada siyasi bir rol de oynayan bazı gerici Müslüman tarikatlar var. Orhan Pamuk, hem adanın hem de bağımsızlık ilanından sonra başkent olan en büyük şehrin ayrıntılı haritalarını çizmiş. Ulusların kuruluşu ve yükselişine ilişkin anlatıların paradigmatik bir özelliği olarak irili ufaklı siyasi aktörler arasındaki birçok entrika, siyasi rekabet ve çatışma da olay örgüsüne katkıda bulunuyor."

Elbette, Belge çok şey biliyor, benden de kuşkusuz çok daha iyi değerlendiriyordur, ama sanırım Belge bu kitabı en azından tam olarak okumamış, zira, kitapta "Gürcü kökenli bir grup" olmadığı gibi, padişah kızı ve beraberindekiler de Hindistan'a değil, Çin'e gitmek üzere yola koyulmuş bulunuyorlar.

*

Sonuç itibariyle, bence, bu kitap, büyük bir birikimin ürünü olarak ve çok emek sarfedilerek yazılmış bir eser.

Sevdim.

*

1.4.2022


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder