19 Nisan 2023 Çarşamba

UZUNYAYLA’DAN KAFKASYA'YA


Hikmet Albayrak, Haziran 2022, Kafdav Yayınları, Ankara


Yazar 1950 Pınarbaşı/Alamescit köyü doğumlu.

*

Tarikatçı, dinci denir, ama toplumumuz-köyümüz çok laik.

*

Arka kapak yazısında “1864 yılından itibaren sürülen 1.500.000 Çerkes’den ancak 1.000.000 kadarı Osmanlı topraklarına ulaşıp yerleşebilmişlerdir./ İşte onlardan 28.500 kadarının topluca yerleştirildikleri, 70 köyden oluşan ve 1960’lı yıllara kadar dışarıya kapalı… “Uzunyayla””, deniyor.

*

Kitapta sanki benim-bizim yaşamımız da anlatılmış!

Lise sonuna kadar olan kısım ve özellikle de, s. 5-86 ve 111-137’deki köy anlatımları büyük ölçüde benim yaşamımın, bizim köylerimizdeki yaşamın da anlatımları sayılabilir. Ve, bence özellikle bu bölümlerdeki anlatım çok güzel. Bu bölümlerde, imrendim, keşke ben de böyle yazabilseydim, dedim! Ama, sanırım, biraz da Kabardey-Çeçen özelliklerindeki farklılığın etkisiyle olabilir, böyle güzel anlatmayı, maalesef ben beceremem! Ayrıca ben-biz birçok şeyin zamanında yeterince farkında da olamadık!

Özellikle köy yaşamı konusundaki bölümleri okumaktan keyif aldım! 

Bu kitapla beni buluşturan Atila’ya da teşekkürler!

*

Yazar ailesi ile ilgili bazı hususları da belgelemiş. Buna da bravo diyorum! Bu konuda da imrendim. (Albayrak, s. 290-296)

*

Köy anlatımı dışındaki kısımlarda anlatılanlarda da benim yaşadıklarımla örtüşen kesitler var, ama farklar daha çok.

Ayrıca köy dışının anlatıldığı bölümlerdeki bazı görüş ve anlatımlara da katılamadım.

*

Düğünlere gelen Çeçenlerle ilgili şu anlatım tam olarak bizim yöremiz için de geçerli olan çok kibar bir Çeçen anlatımı:

"Çeçen gençler geldiğinde herkes dikkat kesilir. Çeçenler grup olduğunda tehlikeli enerji türleri ortaya çıkar ve öngörülemez davranışlar gösterebilirler. Çeçen gençler düğünden ayrıldığında gerilim düşer herkes rahat bir nefes alırdı.” (Albayrak, s. 34)

Bizim yöremizde ayrıca genellikle kavga da olurdu.

*

Şu ifadede anlatılan durum Çerkes toplumunun Çeçenlerde olmayan bir güzelliği olmalı:

Ritüellerden biri “pseluh ve Worşer konusuydu.” Düşünce ve arzuların rafine edilerek disiplinli bir şekilde ifade edildiği şiirsel diyaloglardır, eğitim sürecinin bir halkasıdır. (Albayrak, s. 54-56)

*

Şu anlatımlar ise çok özensiz gibi geldi bana:

Teslim olduğunda “Grozni’den yola çıkan Şamil başkente üç ayda varabilmişti… kiminle savaştığımı yeni öğrendim” demişti, “silahları geri verilmiş ve serbest olduğunu nereye isterse gidebileceği söylenince Mekke ve Medine’ye gitmek istediğini dile getirmiş.” (Albayrak, s. 71)

(Zamandan kopuk olan anlatım farklı anlamlara gelebiliyor!)

“Çeçenler Afganistan işgalinde gösterdiği kahramanlıklar nedeniyle üstün hizmet madalyası almış emekli General Cahar Dudayev liderliğinde bağımsızlık… istiyordu.” (Albayrak, s. 194)

(Dudayev Afganistan işgaline katılmış mıydı?)

“Uzunyayla’dan tanıdığım iki işadamı fidye için kaçırıldı./ Net Holding’in Çeçen liderliğine verdiği plaket ve yardım çekini teslim etmek için Çeçenistan’a gidecek iki Çeçen arkadaşımız yola çıkarken İstanbul’da bir grup Uzunyaylalı bir araya geldik. Kaçırılan arkadaşlarımızın serbest bırakılması için Çeçen liderliğine bir mektup hazırlayarak giden görevlilere verdik. Bir hafta sonra giden iki Çeçen’in de fidye için kaçırıldığı haberini aldık.” (Albayrak, s. 195)

(O iki Çeçen burada belirtildiği gibi Net Holding’in plaket ve çekini teslim etmek için gitmemişti, kendi programlarındaki kendi amaçları için gitmişlerdi, ancak sanırım bu arada talep olunca Net Holding’in isteğini yerine getirerek yardımda bulunmak da istemiş olabilirler!)

Çeçenistan savaştan önce iki milyon iki yüz bin nüfusuyla Rusya Federasyonu’nun en zengin ve anayasal hakları daha fazla iki cumhuriyetten biriydi. Önce ikiye bölünerek İnguşetya ayrıldı. Savaşta hayatını kaybeden ve ülkeyi terk eden Çeçen sayısı sekiz yüz bini geçti. Kalan yedi yüz bin Çeçen Viladimir Putin’in dostu ve kuklası, tarikat lideri bir adam tarafından İslami diktatörlükle yönetiliyor.” (Albayrak, s. 212)

(Buradaki sayılar gerçeğe tamamen aykırı.)

“Dudayev iki defa Türkiye’ye gelmişti… Güreş… Çiller ile… buluşturmuştu… bir milyon dolar nakdi yardım ve askeri teçhizat yardımı almıştı. Tansu Çiller’in örtülü ödenek harcamaları ile ilgili savunma yaparken “açıklarsam savaş çıkar” dediği belki de konu bu yaşananlardı.” (Albayrak, s. 214)

(Belirtilen yardımlar ve bu konunun oturtulduğu bağlam komik kalmıyor mu?)

*

Şu ifadeler de bence genelde ibretlik durumları yansıtıyor:

Tamamen mafyatik olan “bu olaylar nedeniyle Çeçen lafını duyduğumda ürperir ve mesafeli durmaya özen gösteririm.” (Albayrak, s. 230-233)

Rusya’da “1992 yılında özgür bir anayasa ile kurulan demokratik sistem 10 yılda iyi bildikleri otokratik çarlık düzenine evrilmişti… Rusya artık bir devlet değil sanki mafya organizasyonuydu.” (Albayrak, s. 235)

“Anavatanla ilgili bütün umut ve hayallerimizi birer birer kaybederken sadece seyrediyorduk … vebalı muamelesi görüyorduk”, Adıgey’de “en tutarlı hümanist diplomat ve halkına yakın lider” olarak cumhurbaşkanı olan Carım Aslan yerinden oluyordu. (Albayrak, s. 236)

2002 seçimi doğrudan halkın yapacağı son seçim oldu. (Albayrak, s. 245) 

Federal “haklar kısıtlanmaya başlandı. Putin iktidarı güçlendikçe özgürlükçü insan hakları ve etnik özgürlükler kısıtlandı. Bu koşullarda DÇB’nin sivil ve liberal tavrı, etnik talepleri ve çalışma konularının çoğunun yeni Rusya’nın kitabında yeri yoktu.” (Albayrak, s. 274)

"Anavatanla 22 yıl devam eden işadamlığı hikayemiz burada sona ermişti”, hayallerimiz “fiyasko ile sonuçlanmış”tı, “Adige cumhuriyetinin etnik, siyasi ve kültürel haklarına kavuşacağı umudu ve hayaline kapılmıştık. Gelinen süreçte Adıgeler totaliter Sovyet rejiminde sahip oldukları hakları da ellerinden alınarak otokratik bir rejimin mağdurları olmuşlardı.” (Albayrak, s. 288)

*

Adigeler 1990’larda umutla başladıkları Kafkasya yolculuk ve ilişkilerinde Çeçenlerden uzak durmaya özellikle özen gösterdiler, bu anlayış Çeçenistan'da savaş başladıktan kısa bir süre sonrasına denk gelen Mart 1995 ayından itibaren Türkiye’de de çok belirgin oldu, bu uzak durma bence elbette Rus yönetiminin arzu ve yönlendirmesinden kaynaklanıyordu, ancak Adıgeler bu durumu doğru olmayan bir şekilde genelde bu kitapta yazarın da yaptığı gibi Çeçen mücadelesinin radikal dinciliğe evrilmesi gerekçesine bağlamaya çalıştılar, oysa asıl neden Rusları memnun etmekti, sonrasında ise, memnun ettikleri Ruslar tarafından hayal kırıklığına uğratıldılar, yazarın net şekilde anlattığı gibi 2010’larda Adıgelerin umut ve hayalleri yok oldu, hüsrana dönüştü.

Çok ibretlik bir durum değil mi?

*

Şu ifadelerde ise bence Dudayev'e haksızlık ve gerçeğe saygısızlık var!

“Yuri Kalmukov’un anlatımıyla Çeçen savaşı:... Çeçenistan bağımsızlıkta ısrar ediyordu.” Bakanlar Kurulu’nda Yeltsin askeri müdahale dediğinde “Söz aldım; “bu anayasayı hazırlayan kurulun başkanı benim… Ordunun Parlamento kararı olmadan federal birr cumhuriyete müdahale hakkı yoktur. Anayasal suç işlemiş oluruz,” dedim. Yeltsin sinirlenerek “sorumluluk bana ait imzalamak istemiyorsanız yapacağınızı biliyorsunuz,” dedi./… “Bana beş gün müsaade edin Dudayev’le yüz yüze görüşeceğim. İkna edemezsem gereğini yaparım,” cevabını verdim. Bazı üyelerde beni desteklediler. Yeltsin kabul edince… Nalçık’a gittim… Grozni’ye gittik. Onbir saat boyunca Dudayev’i savaştan vazgeçirmeye çalıştım. Çeçenistan’a anayasada olmayan genişletilmiş siyasi ve ekonomik haklar verileceğini, sadece Rusya sınırları ve bayrağını tanıyarak ülke içinde kalmasını diğer bütün uygulamalarda tam bağımsız olacağını, bir ayrılığın diğer federal cumhuriyetlerde de ayrılıkçı unsurları tetikleyeceğini uzun uzun anlattım…/ Bazen yalvardım, bazen rica ettim… ama bir adım geri atmadı. Savaşmak için Yeltsin’den daha istekliydi. Beni Ruslardan korkmakla ve Rus taraftarı olmakla suçladı… döndüm./… istifa ettim.” (Albayrak, s. 201-212)

(Yazar burada ve Güreş ile Türkeş'i tanık gösterdiği bu konudaki diğer anlatımlarda açıkça Dudayev'i savaş isteyen biri olarak resmediliyor: Böyle bir şey olabilir mi? Bu doğru olabilir mi?

Dudayev'in tavrı olsa olsa bağımsızlıkta ısrar sayılabilir, savaş istemek değil. Bağımsızlık da o dönemde diğer birçok ulusa teslim edilen bir hak olduğu gibi Çeçenlerin de en doğal hakkıydı ve zaman da bu hakkı dillendirmenin tam zamanıydı.

Bugünden bakıldığında ben de, Dudayev keşke biraz daha esnek ve "reel politik" olabilseydi, diyorum, ama bu durum, Dudayev'in ilkesel olarak çok doğru yerde durduğu ve Rusya-Adıge ilişkilerinin bugün geldiği yere bakıldığında çok yerinde tavır aldığı gerçeğini değiştirmez, hatta Rusya'nın bugün geldiği yer Dudayev'in haklılığını açıkça kanıtlar.

İkincisi, Kalmukov, "bir ayrılığın diğer federal cumhuriyetlerde de ayrılıkçı unsurları tetikleyeceğini uzun uzun anlattım", demiş, peki, birçok yerde tekrarlana gelen bu görüş doğru mu, bütün tarafların yeni anayasaya evet dediği bir ortamda artık bunun tutarlı bir yanı var mı?

Bence yazar burada Dudayev'e çok büyük bir haksızlık yapıyor.)


*

Kitaptan diğer bazı notlar:

*

Osmanlı iskanda 10 Osmanlıya 1 Çerkes olacak şekilde düzenleme yapıyordu. Amaç güç olmalarını önleyip asimilasyonu kolaylaştırmaktı. Uzunyayla iki nedenle bu uygulamanın dışında kaldı: Birincisi “bölgede göçer olarak yaşayan Avşar ve Türkmen boylarının yerleşik düzene geçmemeleri” yüzünden yaşanan sorunlar, ikincisi de “bölgeye yerleştirilen Çerkes çoğunluğun 1821’de sona eren ve Ruslara karşı verdikleri ilk mücadelelerde büyük kayıplar vermiş ama son 43 yılda yaşanan sıcak savaşa girmeyip 1860’lı yıllarda mal varlıklarını da yanlarına alarak Osmanlı’ya gelen” Kabardeylerden olmasıydı.

Öncelikle küçük bir kısmı dışında “bölge sakinlerinin tamamının sürgün değil Çarlığın verdiği izin ve serbest iradeleriyle malını mülkünü yanına alarak geldiğini belirtmeliyiz.” Rus egemenliği ve Kazak baskısı altında yaşamak yerine Müslüman Osmanlıda yaşamayı tercih etmeleri  normaldi. Ayrıca batı Çerkeslerinin uğradığı soykırıma dönüşen sürgün de endişe kaynağı olmaya devam ediyordu.

“1861 yılında Çarlığın köleliği yasaklaması Çerkes asillerinin huzurunu kaçırmış ve göçü tetikleyen bir başka unsur da bu olmuştu. Osmanlıda kölelik sorunsuz devam ediyordu.” (Albayrak, s. 13, 14)

“Batı Çerkeslerinde göç çok farklı oldu.” 1864’ten çok önce Osmanlı sarayı ile ilişkiler kurulmuş ve bireysel gelişler devam ediyordu. “Abdülaziz’in haseki sultanı, birkaç eşi ve gözdesi Çerkesti. Haremde hakim dil neredeyse Çerkesçe olmuştu. Osmanlı elitinde Çerkes Hanım alma yaygınlaşmış, adeta moda halini almıştı.” Çerkes halayık sık rastlanır bir uygulamaydı. “Akraba paşaların sayısı hergün artıyordu.” Batıda “bazı Çerkes önderler köleliğin devam etmesi için Sultan’a baskı yapıyordu./ Batı Çerkeslerinin sürgün sürecinde İstanbul çevresinde verimli topraklara iskan edilmesinde bu ilişkilerin etkisi açıktı.” (Albayrak, s. 15)

Uzunyayla su fakiri bir bölge olduğu halde buradaki “bütün yerleşim alanlarının temiz içme suyunu karşılayacak, yeteri kadar çeşme ve su kaynaklarıyla donatıldığını görebilirsiniz. Bu sistemin Kafkasya’da edinilen tecrübe ve yaşam tarzından kaynaklandığını düşünebiliriz. Varlıklı ve imkanı olan ailelerin umuma hizmet amacıyla çeşme yaptırması yaygın bir uygulamadır… çeşmelerin… köyde müşterek kullanıma uygun olmasına dikkat edilmiştir.” (Albayrak, s. 16-18) 

“Uzunyayla’da suyun yaygın olarak kullanıldığı alanlardan biri de su değirmenleriydi. Su değirmeni sahibi olmak için güçlü bir ekonomi ve devletle sıkı bağlarınız olması gerekirdi.” Ancak “değirmen kutsal bir ürün üzerinden haksızlıklar yapılan bir mekan olarak” görülerek mesafeli duranlar da olmuştu. (Albayrak, s. 18-20)

“Uzunyayla’da yüz yıl önce hiçbir mühendislik hizmeti almadan insan gücüyle açılmış sulama ve değirmen amaçlı kilometrelerce kanal sorunsuz işlevini sürdürürken, aynı akarsu ve bölgede devlet tarafından 1950 yıllarında yapılan akarsu kanalları bozulmuş ve birkaç yılda devreden çıkmıştı.” (Albayrak, s. 20)

(Benzer bir durum bizim köyümüzde de olmuştu: 1970’li yıllarda köyümüzdeki susuz bir alana o dönemin Topraksu idaresi tarafından hemen yanından akıp giden dereden bir kanalla su sağlanarak elma bahçeleri yapılıp tüm köylüye pay edilmişti, ancak çok kısa bir süre sonra bahçeler tamamen işe yaramaz hale gelip terkedildi.)

Çiçekler ve keven. (Albayrak, s. 23)

Kuşlar. (Albayrak, s. 24)

“Uzunyayla, Çerkesler gelmeden önce birkaç Ermeni yerleşim yerinin dışında göçer Avşar boylarının mevsimlik konakladığı bir bölgeydi. Osmanlı Sarayı, yerleşik düzene geçmemekte ısrar eden göçerlerden vergi alamadığı ve onları kontrol edemediği için rahatsızdır. Sultan Abdülaziz’in çıkardığı iskan kararnamesi ile Avşarlar güney illerine tehcir edilir, bölgeye Çerkes aileler yerleştirilir. Bu iskan olayı iki toplum arasında yıllarca sürecek, kimi zaman kan dökülecek biçimde yaşanacak olayların başlamasına neden olur… Avşar beyleri Çerkeslere diş bilemeyi sürdürürler.” Ozanları “Yedikleri darı giydikleri deri/…/ Sür gitsin geri” derler. Kavgaları “yıllrca sürer gider.” Ağıtçı kadın “Birer birer tükenir mi/ Kırkı birden ölmeyince” diye ağıt yakar. Osmanlıda Sarayla yakın ilişkileri olan Çerkesler batı “illerine iskan edilerek saraya bir koruma çemberi” oluşturulurken, diğer “Çerkes boyları ise, Celalilere set olacak biçimde Samsun-Amman… boyunca iskan edilirler.” Birçok aile de güneyin sıcağından kurtulmak için Uzunyaylaya gelir. (Albayrak, s. 25-27)

(Buradaki ağıdın bizim bildiğimiz versiyonundaki ifade “Bir Çerkeze ağıt molur/ Kırkı birden ölmeyince” şeklindeydi.)

Bölgede Karakuyu köyü yakınlarındaki 1933 yılında Osten tarafından fark edilen MÖ 1300’lerde yaıldığı bilinen Hitit barajının “tipik toprak dolgu taşkın barajın mühendislik detayları benim İ.T.Ü İnşaat Fakültesinde master konusu olan “toprak dolgu baraj” bilgileriyle birebir örtüşüyordu. Sadece kullanılan gereçler metal yerine ahşap ve taşla karşılanmıştı.” (Albayrak, s. 27, 28)

“Çarlık 1763 yılında topyekun Çerkesya’yı işgal savaşını başlattı… bölgeye Kazakları… yerleştirdi… 47 yıl devam eden vatan savunması 1821 yılına kadar devam edebildi. 1821 yılında doğu Adıgeleri teslim oldu.” Teslim olmayan bir kısmı batıya göç edip 1864’e kadar savaşa devam etti. Sovyetler de Kabardeylere operasyon yaptı, “Mezdog bölgesini Osetya’ya, petrol yatakları bulunan Melğebey (Koyun Şişiren) bölgesini Çeçenistan’a bağladı”, en değerli sıcak su kaplıca bölgesini Kazaklara verdi, Kazak ve Balkarlarla nüfus dengesini değiştirdi. (Albayrak, s. 30, 31)

“7-Klahsteney/ Bölgede on Kabardey… iki Çeçen (Çardak, Küçüksu)... köyü yer almaktadır…/… farklı bölgelerden gelmiş olmalarına… rağmen herhangi bir kültür çatışması yaşanmıyordu. Tersine bu durumun renkli bir zenginlik ve tatlı rekabet ortamı yarattığını görebiliyoruz…/ Abazalar bölgenin sert ve nisbeten asabi halkıdır…/ Hatukoylar… em pragmatik…/ Abzehler… entelektüel…/ Çeçenler ise sayıca az ve Çerkeslerle ilişkileri mesafelidir. Çeçenler sinirlendiklerinde Kabardeylere boz köle derler… Çeçenler aynı zamanda kimlikleri ile ilgili çok korumacı ve serttirler…/ Uzunyayla halkı cenaze ve düğünlerde bir araya gelirler… civar köylerden gençler gece düğüne gelirler… Çeçen gençler geldiğinde herkes dikkat kesilir. Çeçenler grup olduğunda tehlikeli enerji türleri ortaya çıkar ve öngörülemez davranışlar gösterebilirler. Çeçen gençler düğünden ayrıldığında gerilim düşer herkes rahat bir nefes alırdı./ Abaza gençleri için de hadise ve küçük kavgalar çıkarmak görev ve gelenekti. Muhatap bulamazlarsa kendi aralarında sözlü sataşmalar yaşarlardı.” (Albayrak, s. 32-34)

1877-78’de Plevne’de Osmanlı ordusunda yer alan Çerkezler savaş “sırasında bir gün karşı cephede Çerkes kıyafeti giyen Rus askerini görürler”, ilişki kurup gece görüşür ve dans ederler. (Albayrak, s. 50)

Yaz geldiğinde “bütün ailelerin ilk işlerinden biri evlerinin beyaz badanalarını yenilemekti.” (Albayrak, s. 50)

Köyümüzde “detayını anlatmak istemediğim tatsız bir olay yaşanmıştı”. Ve lamba. (Albayrak, s. 51)

“Ermeni asıllı ve Çerkes geleneklerini içselleştirmiş popüler düğünlerin yöneticisi Habek”. (Albayrak, s. 53)

(Bizde de benzeri vardı. Adı neydi? Ne kadar unutkan olmuşum! Bunamaya doğru mu?)

Ritüellerden biri “pseluh ve Worşer konusuydu.” Düşünce ve arzuların rafine edilerek disiplinli bir şekilde ifade edildiği şiirsel diyaloglardır, eğitim sürecinin bir halkasıdır. (Albayrak, s. 54-56)

Çorba “ve pilavın çocukların midelerini büyüttüğü… göbekli olurlar.” (Albayrak, s. 62)

“Pınarbaşı 1861 yılına kadar küçük bir Ermeni köyüymüş. 1861’de Sultan Abdülaziz fermanıyla Aziziye adıyla Sivas Valiliğine bağlı bir ilçe olmuş. Kayaönü mahallesine varlıklı Çerkesler ile, kamu personeli ve kasaba eşrafı iskan edilmiş. Ermeni… işçiliğinin öne çıktığı nitelikli ev ve konaklar bu mahallede yer alıyordu.” (Albayrak, s. 68, 69) 

Teslim olduğunda “Grozni’den yola çıkan Şamil başkente üç ayda varabilmişti… kiminle savaştığımı yeni öğrendim” demişti, “silahları geri verilmiş ve serbest olduğunu nereye isterse gidebileceği söylenince Mekke ve Medine’ye gitmek istediğini dile getirmiş.” (Albayrak, s. 71)

“Sağcı grupla Rusya karşıtlığında beraberdik ama sebeplerimiz farklıydı… Sağcı gruptaki bazı arkadaşların kızdıklarında bize Rus tohumu demeleri canımızı yakıyordu… Aynı anda Rus tohumu ve hain Çerkes olmak ağır bir yüktü./ Milli Güvenlik ve Cumhuriyet Tarihi dersleri işkence gibiydi. Her an Çerkes Ethem’in hainliği gündeme gelebilir ve suçlamalar Ethem’den öteye kayıp biz Çerkes çocuklarına yönelebilirdi.” (Albayrak, s. 77 ve 78, 79)

En çok Çerkesin olduğu Kayseri “en kabul görmedikleri yerleşim yeridir.” (Albayrak, s. 79 ve 80)

“Son otuz yıl boyunca ülkede tarım politikalarının sonucu Uzunyayla köyleri hızla boşaldı. Çerkesler devletle mesafeli yaşayan bir toplum olduğu için devlet imkanlarından faydalanma alışkanlıkları yoktur. Sadaka kültüründen uzak imece usulüyle yardımlaşma sağlanır.” (Albayrak, s. 81)

Gizli “gizli Çerkes öğrenci araştırmasına başladım…/ Çerkes kültürüyle büyümüş bütün insanlarda bu arayış hep vardır.” (Albayrak, s. 87)

Yol güzergahının belirlenmesinde eşekten faydalanma konusundaki fıkranın öznesi Amerikalı olan bir versiyonunu görmüştüm, buradaki bir anlatımda özne mühendis olmuş. (Albayrak, s. 91)

Kazım Taymaz. (Albayrak, s. 91, 92)

68’lilerle birlikte iken “yaşadığım birkaç olay beni başka bir noktaya atarak bir daha değişmemek üzere Çerkeslerle ilgili konularla ilgilenmeye yönlendirdi.” (Albayrak, s. 93)

“Dindar öğrenciler… sessiz ve görünmez bir tavır içindeydiler.” (Albayrak, s. 96)

Kafkaslı gelince bulur, yakışıklı delikanlı ve güzel kızları “arardık… ancak karşılık bulmuyorduk.” Bazıları Kafkasya ile ilgili her şeyi “kutsallaştırırken ben hayal kırıklığı içindeydim. Erkekler tıknaz ve göbekliydiler.” (Albayrak, s. 105)

Sovyet uygulamalarının tutarsızlıkları. “Sovyet yönetimi bu tür kuralları feodal düşünce ürünü diye halktan uzak tutmuştu.” (Albayrak, s. 114-119, 167, 183-185)

“Kaddafi, devrimde Mısırata şehrinde yaşayan bütün Çerkesleri halk düşmanı ilan etti.” (Albayrak, s. 138)

İki “milyon Çerkesin Türkiye’de yaşadığı…” (Albayrak, s. 157)

“Çerkesler’de 1861 yılına kadar uygulanan farklı bir kast sistemi vardı… En altta serfler ve hizmetkarlar olup bunların hiçbir özgürlükleri yoktur. Çağdaş demokrasi ve insan hak ve özgürlüklerine aykırı bu yapı Rusya’da 1861 yılında yasaklandı. Ülkemizde bu utanç verici yapılanma 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanı ile sona ermiş oldu.” (Albayrak, s. 166, 167)

“Bir kaç gün sonra eski ülkücü ve Karadenizli bir güruh bakanlığa doluşunca” inşaat işindeki işlevi sona eriyor. (Albayrak, s. 170)

1990 sonrasında dahi “Rusların nezdinde Kafkasyalılar kültürsüz dağlı gruplardır. Hiçbir Rus Kafkaslı biriyle iş yapmak istemez.” (Albayrak, s. 173)

“Tarih onlara göre 1917’de başlıyordu.” (Albayrak, s. 174)

“Çeçen asıllı… Hasbulatov etrafında kümeleşen parlamenterler ve Yeltsin karşıtları parlamentodan çıkmıyorlardı.” (Albayrak, s. 175)

“Petersburg istasyonunda Zavur bizi karşıladı. Onu tanımak hiç zor olmadı. Biz Çerkesler göz göze geldiğimizde karşımızdakinin Çerkes olup olmadığını anlamakta zorluk çekmeyiz.” (Albayrak, s. 177)

“Cumhuriyetler bağımsız olunca sisten bloke olmuş, bütün bağlar kopmuştu. Rusya geneline göre kargaşadan en az etkilenen bölge Kafkasya olmuştu. Nüfusun yarısı köylerde yerleşikti”. (Albayrak, s. 181)

Havaalanına getirilen Kazak polis kontrol için Kabartayın dışişleri bakanını donu dışında soyunduruyor, sonrasında “Bu Kazakların Çerkeslere düşmanlığı hiç bitmeyecek”, diyebildi. (Albayrak, s. 187)

Rusya dönmek isteyenler için 5 yıl süreli geçici bir yasa çıkarıyor, vatandaşlık veriyor, pek fazla olmasa da bir ölçüde bu yasadan yararlananlar oluyor, süre sonunda yasa yürürlükten kalkıyor, ayrıca Rus anlayışı da tamamen değişip engelleyici hale geliyor. (Albayrak, s. 192-196)

“Çeçenler Afganistan işgalinde gösterdiği kahramanlıklar nedeniyle üstün hizmet madalyası almış emekli General Cahar Dudayev liderliğinde bağımsızlık… istiyordu.” (Albayrak, s. 194)

“Başlangıçta Rus kamuoyu Çeçenleri destekledi… Amerika desteği ve Suudiler olaya dahil oldu. Mücadelenin merkezine tarikat ve El Kaide unsurları hakim olmaya başladı. Ulusal kurtuluş savaşı siyasi radikalizme evrildi. Mafyalaşma ve kitlesel terör olayları nedeniyle halkın desteği kayboldu… Uzunyayla’dan tanıdığım iki işadamı fidye için kaçırıldı./ Net Holding’in Çeçen liderliğine verdiği plaket ve yardım çekini teslim etmek için Çeçenistan’a gidecek iki Çeçen arkadaşımız yola çıkarken İstanbul’da bir grup Uzunyaylalı bir araya geldik. Kaçırılan arkadaşlarımızın serbest bırakılması için Çeçen liderliğine bir mektup hazırlayarak giden görevlilere verdik. Bir hafta sonra giden iki Çeçen’in de fidye için kaçırıldığı haberini aldık. Benzeri olaylar sonucu Türkiye’de Çeçenlere destek yok oldu. Neredeyse bazı radikal İslami gruplar dışında onları destekleyen kalmadı diyebiliriz.” (Albayrak, s. 195)

“Yuri Kalmukov’un anlatımıyla Çeçen savaşı:... Çeçenistan bağımsızlıkta ısrar ediyordu.” Bakanlar Kurulu’nda Yeltsin askeri müdahale diyor. “Söz aldım; “bu anayasayı hazırlayan kurulun başkanı benim… Ordunun Parlamento kararı olmadan federal birr cumhuriyete müdahale hakkı yoktur. Anayasal suç işlemiş oluruz,” dedim. Yeltsin sinirlenerek “sorumluluk bana ait imzalamak istemiyorsanız yapacağınızı biliyorsunuz,” dedi./… “Bana beş gün müsaade edin Dudayev’le yüz yüze görüşeceğim. İkna edemezsem gereğini yaparım,” cevabını verdim. Bazı üyelerde beni desteklediler. Yeltsin kabul edince… Nalçık’a gittim… Grozni’ye gittik. Onbir saat boyunca Dudayev’i savaştan vazgeçirmeye çalıştım. Çeçenistan’a anayasada olmayan genişletilmiş siyasi ve ekonomik haklar verileceğini, sadece Rusya sınırları ve bayrağını tanıyarak ülke içinde kalmasını diğer bütün uygulamalarda tam bağımsız olacağını, bir ayrılığın diğer federal cumhuriyetlerde de ayrılıkçı unsurları tetikleyeceğini uzun uzun anlattım…/ Bazen yalvardım, bazen rica ettim… ama bir adım geri atmadı. Savaşmak için Yeltsin’den daha istekliydi. Beni Ruslardan korkmakla ve Rus taraftarı olmakla suçladı… döndüm./… istifa ettim.” (Albayrak, s. 201-212)

“Çeçenistan savaştan önce iki milyon iki yüz bin nüfusuyla Rusya Federasyonu’nun en zengin ve anayasal hakları daha fazla iki cumhuriyetten biriydi. Önce ikiye bölünerek İnguşetya ayrıldı. Savaşta hayatını kaybeden ve ülkeyi terk eden Çeçen sayısı sekiz yüz bini geçti. Kalan yedi yüz bin Çeçen Viladimir Putin’in dostu ve kuklası, tarikat lideri bir adam tarafından İslami diktatörlükle yönetiliyor.” (Albayrak, s. 212)

“Dudayev iki defa Türkiye’ye gelmişti… Güreş… Çiller ile… buluşturmuştu… bir milyon dolar nakdi yardım ve askeri teçhizat yardımı almıştı. Tansu Çiller’in örtülü ödenek harcamaları ile ilgili savunma yaparken “açıklarsam savaş çıkar” dediği belki de konu bu yaşananlardı./ Dudayev… geldiğinde Av. Rahmi Tuna ile ona eşlik etmiştik… Türkeş’in Dudayev’i barışa, sakinliğe, bilime, savaştan kaçınmaya davet ettiğine tanık olmuştuk. Dudayev iflah olmaz bir şahindi…/… Şenibe Yura ile… ilgili olarak Doğan Paşa; “Yura, Dudayev gibi değil çok dengeli ve ne istediğini bilen mantıklı bir lider,” tanımı yapmıştı.” (Albayrak, s. 214)

“Fethullah Nalçık’da okul açamadı ama Rusya’nın değişik bölgelerinde 15 okula ulaştıysa da… Putin… hepsini kapattı.” (Albayrak, s. 219)

Ankara’da başbakanlıktan gelenler vaatlerde bulunarak “Rusya ile… pozisyonunuzu biliyoruz. Haber kaynağı olarak işbirliği yapmanızı istiyoruz”... dediklerini ve itiraz ettiğinde “vatan borcu” olduğunu belirttikten sonra tehdit ettiklerini, sonra geldiklerinde “öncesi kadar kibar değildiler. Kabul etmek zorunda olduğum sonucuna varmıştım”, tamam dedim, bir çalışma yaptım, teslim ettiğim “haber paketinin noktasına dokunulmadan Hürriyet Gazetesi’nde manşetten yayınlandığını görünce şaşkınlıktan gülüyordum”, yeni bir görev vermek için geldiler, “Ankara’da görevli hakim albay akrabama giderek durumu anlattım”, bazı görüşmelerden sonra bir daha aranmadım, “Adam etkili biri olmalı ki dosyamı kapattılar. Benzeri bir görevle Rusya’da karşılaşacağımı henüz bilmiyordum, ama onlardan kurtulmak daha kolay oldu.” (Albayrak, s. 219-221)

“Aile büyüklerim anavatan özlemini tüm yaşamları boyunca içlerine atmış kimbilir ne kadar acılar yaşamış ama etraflarına belli etmemişlerdi.” (Albayrak, s. 222)

Seçimde “Saat beş olunca kapıyı kapatmışlar. Larisa listeyi alıp sayıma geçmek isteyince odada dolaşan bir sivil gerek yok tutanaklar hazır imzalayın bitsin demiş.” (Albayrak, s. 224)

Nalçık’ta “Olup biteni çekinmeden eleştirdiğim için dostlarımın sayısı her gün azalıyordu …/…/… Çalanlar yalnız bürokratlar değildi. Kim neyi bulursa çalmaktan çekinmiyordu… İnsanlar gasp ve kaçırılma korkusuyla korumasız sokağa çıkamıyordu. O günlerde mafya ile yaşadığım çok sıkıntılı olayı Çeçen halkına bakışımı çok etkilediği için anlatmak istiyorum.” (Albayrak, s. 229)

“Hammadde nakli için Garipoğlu firmasının yetkilisi olan Turan isminde Çeçen bir arkadaştan yardım istedim. Turan Bey, Yunus adında bir Çeçeni çağırdı. Tır başına bin dolar karşılığında anlaştık… Bir süre sonra… sonlandırdık… birkaç ay geçti… “Yunus adında bir Çeçen bizden 10 bin dolar istiyor,” diye bilgi verdiler… bazı görüşmeler sonrası olayın kapandığını düşündüm, ama bir süre sonra Çeçen mafyası 10 bin dolar istiyor dediler, yetkililere bildirip tedbir alıp görüştük, reisleri Ruslan Dudarev adında iki metrelik bir devdi, onu gördüğümde Korkmaz Yiğit’in “kimyam bozuluyor” lafına hak vermiştim, çeşitli görüşmelerden sonra “seni Çeçenistan’a götüreceğim. Orada bana yalvararak 50 bini ödeyeceksin,” dedi, “Benim kimyam bir yana, fiziğim ve biyolojim de birbirine karışmıştı. Baş savcı “ne yapalım” diye sordu… On kişilik grup tutuklanarak emniyete götürüldü… tercüman hanım beni “polis rüşvet almak için kumpas kuruyor” diye uyarıyordu, “Nalçık havaalanına bir özel uçak indi. Uçaktan inen fötr şapkalı kibar tavırlı üç adam otele odama geldiler. Bu nedenle sizden özür diliyoruz. Biz Çeçenler olarak kardeşlerimizi bu gece alacağız”, şikayet etmezseniz dostunuz olarak buradan ayrılacağız dediler, şikayetçi olmayacağımı bildirdim, adamları gece karakoldan almışlar ama getirdikleri hasta hayatını kaybetmişti, Çeçenlerden kurtulduğuma seviniyordum, İstanbul’daydım, Dudarev telefon etti, “Mashadov aynı günlerde Hakkı Bey’in Antalya’daki otellerinde misafir ediliyordu. Hemen İstanbul’daki Çeçen temsilcisini otele çağırdık. Ruslan arayınca telefonu temsilciye verdim”, bir saate yakın konuştular, “Çeçen şeriat mahkemesi Nalçık’da ölen adam için Ruslan’ı yargılayarak kan parası ödemeye mahkum etmiş. Bu parayı bizim ödememiz gerektiğini Aslan Mashadov bizim dostumuz ise parayı o ödesin diyormuş. Çeçen temsilci “bu adam şerefsizin biri sakın birşey ödemeyin ben bu durumla ayrıca ilgileneceğim,” diyerek ayrıldı, ertesi hafta Nalçık’tan telefonlar gelmeye başladı, “Çeçen plakalı araçlar devamlı bizi takip ediyorlar. Bir nakliye aracımızı ateşe verdiler”, çözüm bulun diyorlardı, “Ya fabrikayı kapatacaktık ya da bu problemi çözecektik. Polis bize mesafeli duruyordu, bir aracı buldum, Ruslan’la görüştü, “Nalçık’da ölen adamın yetim çocuklarına verilmek kaydıyla Grozni polisine teslim edilmek üzere 10 bin dolar ödeyeceğimize dair bir tutanak alarak parayı teslim ettik. Bu anlaşmadan sonra bir daha bizi arayan olmadı./ Sorunu bu kadar kolay çözmek varken başımıza neler gelmişti”, Çeçenlerden kurtulmuştuk ama Çeçen teröristlere yardım yapıyorsunuz dendi, başsavcının gayretiyle olayı kapatabildik, “bu olaylar nedeniyle Çeçen lafını duyduğumda ürperir ve mesafeli durmaya özen gösteririm.” (Albayrak, s. 230-233)

Rusya’da “1992 yılında özgür bir anayasa ile kurulan demokratik sistem 10 yılda iyi bildikleri otokratik çarlık düzenine evrilmişti… Rusya artık bir devlet değil sanki mafya organizasyonuydu./… küçük federatif cumhuriyetlerde durum daha da feciydi… merkez atanan sömürge valileri tarafından yönetilmeye başlanmıştı… kadrolar… parayla satın alınıyordu… Sovyet döneminde bile var olan kendi anadilinde eğitim ve kullanım hakkı kaldırılarak anadil seçmeli ders haline getirilmişti.” (Albayrak, s. 235)

“Ruslar, Çeçenleri savaşla yenemeyeceklerini anlayınca halkın milliyetçi radikal İslamcı ve ılımlı İslamcılar olarak ikiye bölünmesini sağladılar… kendine özgü bir İslami yandaş devlete dönüştürdüler./ Anavatanla ilgili bütün umut ve hayallerimizi birer birer kaybederken sadece seyrediyorduk… vebalı muamelesi görüyorduk”, Adıgey Cumhurbaşkanı Carım Aslan “en tutarlı hümanist diplomat ve halkına yakın lider”di.” (Albayrak, s. 236)

Adıgey’de Adıge nüfus oranı %16.65 iken federal anayasaya göre “sayısal olarak azınlıkta olsalar da Adıgeler parlamentoda %51 oranında temsil ediliyorlar. Cumhurbaşkanı ve başbakanın Adıge olması zorunludur.” (Albayrak, s. 237, 238)

Adıgeler birbirine arka çıkar, ama “Ruslar hep yalnızdır. En yakın arkadaşı dayak yerken Rus vatandaşı içeri girer ve kapıyı kapatır.” (Albayrak, s. 239)

Temizlik için anlaştığımız “tombik albay… 50 askerle geldi.” (Albayrak, s. 240, 241)

“Osmanlı Devleti 1864 sürgününde Çerkeslerden yaklaşık 400 bin kadarını Varna üzerinden Balkanlara yerleştirmişti… bir set kurmayı planlamıştı. Bu durumdan Slav asıllı Balkan halklarıyla Rusya çok rahatsızdı. Çerkesler de düşmanlık duygularıyla hiç rahat durmuyorlardı.” (Albayrak, s. 241, 242)

Sürgünde 4 ayrı bölgeye dağılan Çerkeslerden işe almıştık, Suriye, Türkiye, Kafkasya ve Kosova kökenli bu 4 grupta coğrafya kaderdir anlayışına uygun olarak “150 yıl önce aynı köyde, şehirde oturan insanların farklı coğrafya ve farklı kültürlerde nasıl etkilenerek değişime uğradıklarını çok net görebiliyordum.” (Albayrak, s. 243)

2002 seçimi doğrudan halkın yapacağı son seçim oldu. (Albayrak, s. 245)

Abdüllatif Şener “ben Kafkas mozaiğiyim” diyordu, “Baba Balkar, babaanne Kabardey, anne Dağıstan, hanım Çeçen ben bütün Çerkesleri temsil ediyorum.” (Albayrak, s. 248 ve 249)

İstanbul’da Erdoğan döneminde belediyeden ihale aldıktan sonra çağrılıp “İdarenin dudakları uçuklatan taleplerini iletti. Olacak şey değildi.” (Albayrak, s. 252)

“Çerkes asıllı yazar ve araştırmacılar eserlerinde müptela oldukları kabilecilik tutkularının esiri olmaktan kurtulamıyorlardı.” (Albayrak, s. 254)

Uzunyayla’da “Hatkoy köyleri festivale katılmamış ve daha sonra alternatif festival düzenlemişlerdi.” (Albayrak, s. 258)

“Woynax müzik grubu” (Albayrak, s. 262)

“Çeçen savaşının karakteri ve örgütün üye yapısı nedeniyle DÇB fazla müdahil olamadı.” (Albayrak, s. 273)  

Federal “haklar kısıtlanmaya başlandı. Putin iktidarı güçlendikçe özgürlükçü insan hakları ve etnik özgürlükler kısıtlandı. Bu koşullarda DÇB’nin sivil ve liberal tavrı, etnik talepleri ve çalışma konularının çoğunun yeni Rusya’nın kitabında yeri yoktu.” (Albayrak, s. 274)

2006’da Kanokov seçilmişti, Kaffed ve bazıları “yeni Cumhurbaşkanını tebrik etmek istiyordu. Fakat bir türlü randevu alınamıyordu. Kaffed’den arandım ve bu konuda yardım istendi”, sorduğumda önüme “Kaffed’in yayınladığı bir dergiyi koydular. Kapak resminde Putin’in bir fotoğrafı ve “Katil Putin Çeçenya’dan defol” ibaresi yer alıyordu”, Kanokov’a Moskova’da gösterilmişti, “Bu nedenle randevu veremiyoruz” dendi, “Hemen bir çözüm bulduk… Tebrik programı Türk-Rus İş Konseyi adına düzenlenecekti”, Putin bu konseyin başkanı Turgut Gür’ü “bana Türkiye’yi sevdiren adam,” şeklinde takdim eder. (Albayrak, s. 278, 279)

2006’da DÇB toplantısı İstanbul’da yapılacaktı, “Yönetimde kimliği saklı olmayan gizli serviste görevli bir üye vardı”, görevli bir albayla geldiler, DÇB seçimi için düşüncemizi sordular, albay, aynı zamanda Rus vatandaşısın, “bizim adayımız sensin” dedi, “avucumuzdasın” demek istiyordu, “Tanımadıkları biri seçilirse kontrolü kaybetmekten korkuyorlardı”, yönetime bile girmeyeceğimi belirttim, ısrar ettiler, reddettim, Rus tarafında “Devlet artık derneği tümüyle kontrol altına almaya karar vermiş olmalı ki” sürprizler yaşadık, sonraki üç yıl sıkıntılı geçti, “İlişkiler soğudu”, Maykop’taki son kongrede “Nalçık’taki şaibeli ve kirli işlere bulaşmış bir avukatın başkan adayı olduğunu öğrendik… itiraz ettik… İstesek yeni bir adayla seçimi kazanabilirdik. Fakat niyetimiz ve hazırlığımız yoktu. Şaibeli kirli avukat tek aday olarak başkan seçildi. Üç yıl içinde… İçini boşalttı ve üç yıl sonra Gizli Servis işbirlikçisi bir işadamının kucağına bıraktı. DÇB son on yıldır arasıra derin devletin davulunu çalarak işlevsiz ve itibarsız varlığını sürdürüyor… on yıl önce bu yola girmişti.” (Albayrak, s. 281-283)

“Türkiye ile Rusya ilişkileri… asimetrik bir dostluktu.” (Albayrak, s. 285)

“Bu kadar dengesiz ilişkiyi barındıran dostluk nasıl bir şey anlayana aşk olsun. Bu kadar adaletsiz ve asimetrik dostluğu sürdürmenin mutlaka bilinmeyen sırlar barındırdığına şüphe yoktur. Konuyu anlatırken Rusya ve Türkiye yerine Putin ve Erdoğan isimlerini kullanmamın sebebi her iki devlet yönetiminin evrildiği pozisyondur.” (Albayrak, s. 287)

Putin Türklere Rusyada çalışmayı yasaklıyor, çeşitli hukuki yolları denemeye kalksalar da iş yapamaz hale getiriyorlar, elçilikle konuşup Türk vatandaşlığından çıkarak “Oteli kurtarmıştık… Fazla dayanamadık, oteli… sudan ucuz bir bedelle devretmek zorunda kaldık. Anavatanla 22 yıl devam eden işadamlığı hikayemiz burada sona ermişti”, hayallerimiz “fiyasko ile sonuçlanmış”tı, “Adige cumhuriyetinin etnik, siyasi ve kültürel haklarına kavuşacağı umudu ve hayaline kapılmıştık. Gelinen süreçte Adıgeler totaliter Sovyet rejiminde sahip oldukları hakları da ellerinden alınarak otokratik bir rejimin mağdurları olmuşlardı… anadil okullarda tercihe bağlı ders haline getirilmişti. Bu uygulama anavatandaki kültürel varlığı kısa sürede felce uğratarak şüphesiz asimilasyon sürecini hızlandıracaktı./…/… iki emperyal devletin menüsünde yer aldığımız günden beri kaybetmek kaderimizdi. Yine öyle oldu.” (Albayrak, s. 288)

*

19.4.2023

***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder