23 Ağustos 2024 Cuma

GENÇ BİR KÖY HEKİMİ

Mihail Bulgakov, Çeviri: Ergin Altay, 6. Baskı, Aralık 2023, Can Yayınları, İstanbul


Kitabın arka kapak yazısında şöyle söyleniyor: "Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1916 yılında üniversiteden diplomasını alan genç doktor Bulgakov gönüllü olarak Kiev'de çalışmaya gitti. Smolensk bölgesindeki küçük bir köy hastanesinde çalışmak, genç doktorun bir genç yazar haline gelmesinde büyük bir rol oynadı. Rusya yeni bir devrime ve içsavaşa doğru sürüklenirken Bulgakov, Rus halkını en çıplak haliyle ve en hayati sorunlarıyla tanıdı."

*

Kitapta, Rus Çarlığı'nda "Mısır karanlığı" denen çağdışı bir yaşam süren kırsal kesimde görevli bir hekimin 1910-1920'li yıllarda yaşadıklarından/gördüklerinden bir kesit anlatılıyor. (Bulgakov, s. 89)

İçinde on ayrı hikaye bulunuyor.

Bu hikayelerden "Bir Doktorun Olağanüstü Serüvenleri" adlı olanı da bir doktorun 1917-1920 Sovyet İhtilali dönemine ait olduğu anlaşılan Çeçenistan anılarından/gözlemlerinden bir kısmını içeriyor. (Bulgakov, s. 119-136) 

Bu anıların/gözlemlerin bir kısmı şöyle:

"Doktor N.nin... dağınık notlarını herhangi bir değişiklik yapmadan... yayınlıyorum." "Doğu tarafında makineli tüfekler takırdıyordu. "Onların" makineli tüfekleriydi bunlar. Batı tarafındakiler de "bizim"." "Böyle kargaşa görmemiştim. Süvariler. Piyadeler. Arabalarla  toplar gidiyordu". "VIII. Hankalsk Vadisi" "... bulanık kabaran dalga./ Kötü yürekli Çeçen, sahile iniyor,/ Kamasını biliyor./ Çeçen köyünde Uzun-Hacı. Köy dağların mavimsi dumanının fonunda bir düzlükteydi. Pek derin olmayan Hankalsk Vadisi'nde yollarda arabalar, kağnılar süzülürcesine gidiyordu. Sol kanatta Kizlyarogrebenski Kazakları, sağ kanatta süvariler vardı. Bataryalar çiğnenmiş mısır tarlalarına yerleşmişti. Uzun'u şarapnellerle dövüyorlardı. Çeçenler "beyaz şeytanlarla" şeytanlar gibi dövüşüyorlardı. Şişmiş bir at leşinin yattığı nehrin kıyısında tuhaf bir Kızılhaç flaması dalgalanıyordu. Kanlar içinde Kazakları getiriyorlardı bana ve onlar elimde ölüyordu." "Makineli tüfekler hep birlikte takırdıyordu./ Çeçenler umutsuzca köyden saldırıya geçiyor, var güçleriyle savaşıyordu. Ama bundan bir şey çıkmıyordu. Köyü yaktılar. Kuban piyadesinin üç bataryası karşısında eski püskü, ahşap evleriyle başka ne yapabilirlerdi.../ Süvari alayları çiğnenmiş, yakılmış mısır tarlalarında naralar atarak saldırıya geçti. Kanattan usta savaşçı Kazaklara saldırdılar./ Orada geçmelerine izin vermediler; Kubanlılar makineli tüfeklerini o yana doğrulttu, Çeçenler mısır tarlalarının ötesinde ancak dürbünle görülebilen, yok olmaya mahkum tahta damlarına doğru çekildi./ Gece/ Silah sesleri giderek azalıyor, azalıyordu... Hava karardıkça insanların ruhuna daha çok korku, hüzün çöküyordu... Vadi uzundu. Gece kadife gibi ama bilinmezliklerle doluydu." "Gözlerinizi bir an kapamaya gelmezdi: nefretten gözleri kararmış çılgın gölgeler naralar, çığlıklar atarak ve... "Amin!" diye bağırarak saldırabilirlerdi." "Kimse blemez... Birden çalıların arasından çıkıverirler. Çok oldu bu..." "Karanlıkta dumanlar. Uzun-Hacı uğursuz köyünde.../ Peki ama kimim ben, Lermontov mu! Yanılmıyorsam, onun ihtisas alanıdır bu, öyle değil mi? Ben burada hiçbir şeyim!!/... binlerce verst yukarılarda korkunç bir gece var. Hankalsk Vadisi'nde..." "İnsanın dayanabileceği bir yorgunluk değil bu. Hem Çeçenleri boş verin. Hayat boyu hatırlamazsın mermiyi.../ Ters geliyor bana şu Lermontov. Hiçbir zaman sevemedim onu. Hacı. Uzun. Kırmızı ciltli, bir kitapta." "Sabah/ İş tamam. Siyah duman kütleleri platodan kalktı. Terek boyu Kazakları, atlarını mısır tarlalarının ötesine sürdü. Makineli tüfek tekrar takırdamaya başladı ama çabuk sustu./ Çeçen köyü alınmıştı.../ Ve işte platodaydık. Ateş sütunları göğe yükseliyordu. Beyaz evler, çitler alev alev yanıyor, ağaçlar çatırdıyordu. Dar, eğri büğrü sokaklarda ateş fırtınası esiyor, birbirinden uzak ateşlerin dumanları yukarıda birleşiyor ve "İblis"te1 olduğu gibi ağır ağır uzaklaşıyordu." "1. Mihail Yoryeviç Lermontov'un bir şiiri. (Ç.N.)" "Yerler de, hava da tüy doluydu. Greben'li yaman Kazaklar köye doğru fırtına gibi gidiyor, sonra geri geliyorlardı. Eyerlerinin arkasına bağ bağ sarkan tavuklar, kazlar dehşet içinde bağırıyordu./ Konaklama yerimizde sabahtan beri büyük bir eğlence vardı. Kazanda on beş tavuk pişmişti.../ İleride... esrarengiz çukurda ise esrarengiz Uzun, içi intikam hırsıyla yanarak kaçıyordu./ Bütün bunların kötü sonuçlanacağından en küçük bir kuşkum yoktu. Ve köyler yakılmamalıydı." "X. Çeçenlerle de çarpıştım/ Sıcak bir eylül günü./... Skandal! Birliğimi kaybettim." "Yer yarılmış, hepsi içine girmiş... Toplarıyla birlikte on bin kişilik birlik de, Çeçenler de. Beş verst ötede yanmakta olan Çeçen köyünün dumanı olmasa, burada hiçbir zaman insan olmadığını düşüneceğim." "Beş köyünü yaktığınız Çeçenlerle karşılaştığınızda nelerin olabileceğini söylemek zordu. Bunun için kahin olmaya gerek yoktu....." "Kağnıyla gidiyoruz. Kullanılmayan, ot kaplı yolun kenarında bir Çeçen yatıyor. Kolları haç gibi iki yana açık. Başı arkaya düşmüş. Siyah cüppesi parçalanmış. Ayakları çıplak. Süngüsü yok. Fişekliğinde fişek yok. Kazaklar, Gogol'ün Osip'i1 gibi tedarikli millettir." "1. Gogol'ün Müfettiş oyunundaki Hlestakov'un uşağı. (Ç.N.)" "Sol elmacık kemiğinin altında bir delik var, bu delikten göğsüne, güneşte kurumuş kan lekesi bir şerit gibi uzanıyordu. Zümrüt rengi sinekler deliğin üzerine yığılmışlar. Sinirli kuzgunlar alçakta dönüp duruyor, bağırıyorlardı." "Gidiyoruz. Ve işte dağlar, iki adım ötemizde. İşte vadi. Vadiden sesler geliyor. Atlar, atlar! Gümüş kılıçlar..." "Fark ettiler bizi. Toz kaldırdılar. Bize doğru dörtnala geliyorlardı. Yanımıza geldiler. Dişleri bembeyaz parlıyordu. Güneşe baktım. Hoşça kal, güneşçik!" "Ne istediklerini Tanrı bilirdi. Elimi cebime sokup Browning'imi yokladım, emniyetini açtım. Beni yakalarlarsa namluyu ağzıma sokacaktım. Öylesi daha iyi. Bana böyle öğretmişlerdi." "Şugayev... anlaşılmaz bir dilde bir şeyler söylemeye başladı". "Gülümsediler. Dişleri inanılmaz güzeldi. Ellerini kollarını sallıyor, başlarını eğiyorlardı./ Şugayev'in yüzü normal rengini aldı:/ "Dost bunlar! Dost, doktor bey! Onlarla anlaşmışlar. Bizimkilerin Bolgatoe'den Şali köyüne gittiğini söylüyorlar. Bizi onların yanına götürmek istiyorlar! Yani bunlar da bizden! Yerinizde kalın, bizden bunlar!"/ Baktım, yamacın dibinden ateş ediyorlar.../ Çeçenlerin yüzü sevimliydi. Gözlerini Zeiss'ten ayırmıyorlardı./ Kıs kıs güldü Şugayev:/ "Dürbünden pek hoşlandılar." "Şugayev... beni yatıştırmaya çalışıyor./ "Huzursuz olmayın. Burada dokunmazlar bize. İşte bizimkiler! Bakın, orada! Ama iki verst daha uzakta olsaydık..." "Bir sözcük olsun anlayabilseydim... Ama Şugayev anlıyor, onlarla konuşuyordu da... Hemen yanımda sürüyorlardı atlarını, kılıçlarını şakırdatıyorlardı." "XI. Ateşin başında/ Köy yanıyor. Uzun'u kovalıyorlar. Gece soğuk. Ateşe sokuluyoruz. Alevler tabanca kabzalarında oynuyor. Çeçenler bağdaş kurup oturmuş, kolumdaki kırmızı haça bakıyorlar. Bunlar bizim sakinleşmiş, bize yakınlık duyan dostlarımız. Şugayev parmaklarıyla da, diliyle de benim başdoktor olduğumu anlatıyor onlara. Çeçenler başlarını eğiyor, yüzlerinde saygılı bir ifade, gözlerinde ışık beliriyor. Ama iki verts ötede olsaydı..."

*

Kitaptan diğer birkaç not da şöyle:

"Asıl deneyim köyde elde edilebilir... ama yine de okumak, okumak, daha çok okumak... yine okumak gerekir." (Bulgakov, 53)

"... su katılmış ispirtoyu bir dikişte içtikten sonra hapşırdı". (Bulgakov, 69)

"Ama bir kez daha geldi. Elinde bir paket vardı: iki funt yağ ve yirmi yumurta. Uzun bir mücadeleden sonra yağı da, yumurtaları da almadım. Bir genç olarak bununla çok övündüğüm de oldu. Ama daha sonra, açlık çektiğim devrim yıllarında... çok kez hatırladım." (Bulgakov, s. 80)

"Yani doktorun doğum gününde, reçeteler için olan ispirtoya su katıp birer kadeh içemez, birer lokma taşra çaçabalığı yiyemez miyiz?" (Bulgakov, s. 90)

*

24.8.2024

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder