David Cay Johnston, İngilizceden çevirenler: Kerem Özpolat-Berrak Kürel, 1. Baskı: Ankara, Mart 2017, Bal Yayınları, Ankara
Trump ve ataları hakkındaki bazı bilgiler aktarılıyor.
Yalancı, paragöz, vergiden kaçınan, suçlularla sıkı fıkı olan, tehdit eden, ırkçı, maço, kadın avcısı, inşaatçı, kumarhaneci, medyacı, sporcu, golfçu vs. biri imiş, ABD'nin yeni başkanı, kitaba göre!
Durum vahim, yani!
*
Bir yönüyle, Trump, tam düzenin adamı, sayılmaz mı?
Her yerde rastlanabilecek "başarılılardan" biri!
Ama, tam anlamıyla, en "başarılı" olanı; işte, politikada, özel hayatta...
*
Fazla ayrıntıya dayalı bir anlatım!
Bir yönüyle de mevcut "düzenin" anlatımı, değil mi?
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Trump, gazetecilerin kullandığı yöntem ve yolları öğrenmiş; onları tanıdığım herkesten daha dahice, kendi lehine kullanmayı başarmıştır" 21
-"Müteahhit Fred gazetelerin, gerçekleri kontrol etmeden sorgusuz sualsiz bir şekilde haber yapacağını bildiği için basit bir hikayeyi masala dönüştürecek şekilde anlatmayı iyi biliyordu" 36
-"Organize... Tomasello'yu... mafya ailelerinin bir üyesi olarak tanımladı. Bir başka deyişle, Friedrich Trump'un on dokuzuncu yüzyılın sonuna doğru servet yapmak için yasadışı işlere bulaştığı gibi, oğlu Fred Trump da kendi servetini yapmak için, uzun süreli ortağı olarak bir organize suç üyesinin yardımına başvurdu... Donald Trump da... suçlular karması ile... iş yapacaktı" 39, 40
-"Trump... iki tavsiye.../ Öncelikle Trump kimseye, özellikle de iyi çalışanlarınıza güvenmeyin öğüdü verdi.../ İkinci olarak... "intikam" öneriyordu. "Ödeşin", dedi" 48, 49
-"Bu bağlantılardan ilki... kötü şöhretli avukat Roy Cohn idi... McCarthy'nin baş avukatıydı./... ilişkisi, Trump'a o zamanlar FBI'ın bastırmaya çalıştığı mafya ayak takımı inşaat şirketleri ile bağlantı kurduracaktı" 63
-"Le Club'a üye olur... Orası, yetmiş beş yaşında varlıklı bir adamın İsveç'li üç sarışın ile içeri girdiğini görebileceğiniz türden bir yerdi" 64
-"Kumar... Dairesi, Pussehl gibi sıradan insanların üzerine tuğladan bir duvar gibi yıkıldı, fakat iş yüksek düzeylere geldiğinde (... Trump'ın... mali raporların çarpıtılması hakkında yapılan suçlamalar) düzenleyiciler kasten görmezden geldiler" 126
-"Trump... mülklerine sık sık, çılgınca değişken değerler koydu... vergi yetkililerine... küçük rakamlar sundu. Hükümetin hesap denetçileri, bankacılar ve yatırımcılar bu uyumsuzlukları birçok kez sorguladılar. Ancak her davada bu durum çözümlendi... Yargıçlar da bu dosyaları kapattı" 135
-"Trump, dünya çapında bir golf sahası yaratırken.../... Bill Clinton da, 300.000 dolar civarında olduğu söylenen kulüp üyeliğine, giriş ücretini ödeyenler arasındaydı.../ Trump... bu golf sahasının 50 milyon dolardan daha fazla... beyan ederken, emlak vergisi ödemesine... aksini söylemekteydi... 1,4 milyon dolar değer gösterdi" 136
-"Trump, ödemesi gereken emlak vergisini, küçük bir keçi sürüsü besleyerek, neredeyse tamamen ortadan kaldırmaktadır. Keçiler olmadan ödenecek vergi yılda 80.000 dolar olacakken, keçiler nedeniyle faal çiftlik alanı olarak nitelendirilmesinden ötürü vergi, 1.100 doların biraz altına denk gelmektedir" 139
-"1983 yılında... Trump'ın eyalet dışındaki adresine 50.000 dolar değerinde bir kolye postalandı.../ Gönderilen iki kutu da boştu./ Boş kutuların postalanması mücevher, kürk ve diğer pahalı ürünlerin vergilerinin ödenmesinden kaçmak için kullanılan bir yöntemdir.../... Boş kutu alıcıları arasında şarkıcı Frank Sinatra... Kissinger... yer alıyordu.../ Bastone bir alıcı daha olduğunu fark etti. Adnan Kaşıkçı... Suudi... bir silah tüccarı.../ Büyük jüri... boş kutular hakkında 202 vaka ile ilgili ifade dinledi. Patronlar bu sayede satış vergisi olarak toplam 1.5 milyon dolar ödemekten kurtuldular" 155-157
-"Trump, kendi vakfının bile en büyük bağışçısı değil.../ Trump, büyük gayrimenkul sahiplerinin vergi için sıfır gelir belirtmelerini sağlayan özel kurallar sayesinde, neredeyse hiç veya çok az gelir vergisi ödüyor ve bu tarz katkılara da vergi açısından kullanışlı oluyor" 179
-"Trump'ın yaptığını iddia ettiği sözde bağışları, yaşamının tek aldatıcı tarafı değil. Aynı zamanda hayali çalışanları da var" 181
-""Trump'ın Gürcü Şeftalisi" olarak bahsedilen uzatmalı sevgilisi... sarışın Marla Maples'ı terk ettiği... Carla Bruni ile birlikte görüntülendiği söylendi" 189
-"Bruni... "Trump'ın deli olduğu açık." dedi. "Dediği hiçbir şey doğru değil ve tüm bunlardan fazlasıyla utanıyorum."..." 196
-"Trump... imajını korumak adına iki temel stratejiye bel bağlıyor: cilalamak ve satmak./ İlk olarak, "gerçeklerin" analizi yapılmadan ezbere söylenmesi gibi gazete haberlerinin düştüğü ortak bir hatadan faydalanıyor.../.../ İkinci temel stratejisi olarak, kendisi ile çelişerek bilgileri çarpıtıyor... soruşturmaları engelliyor" 197, 198
-"Kesin olan gerçekleri 'kim bilir?' durumuna çevirmek... kötü haberi azaltmak için uygulanan en etkili yöntemlerden biridir./.../... Kullanılan strateji de tam olarak bu: kötü haberleri ortaya çıkarmak, bulandırmak ve insanların gerçeklere dair net bir bilgiye sahip olmalarını engellemek" 201, 203
-"Sater... babasının Brooklyn'de tanınmış bir Rus çete lideri olduğunu öğrenmelerini istemiyordu./.../ Sater... 2010 yılında... "Donald Trump'ın baş danışmanıydı"..." 214, 215
-"Binanın kaliteli bir Trump mülkü olması gerekiyordu ve sırf Trump markasını taşıyan bir binaya yatırımda bulunabilmek için, yatırımcılar yüksek fiyat ödemeye razılardı. Fakat daha sonra, Trump'ın yalnızca isminin kullanılmasına izin vermiş olduğunu öğrendiler" 215
-"Sater... (CIA) bağımsız casusu olmuştu" 217
-"Trump adını taşıyan Waikiki binası, "Trump Şirketi ve Donald J. Trump'a hiçbir şekilde ait değildir..." yazıyordu. Trump, sadece adının kullanılmasına izin vermişti" 226
-"Harrah Kumarhanesi'nde, düzenli bir oyuncunun kartı makineye girildiğinde, otomatik bir mesaj barmene oyuncunun en sevdiği içkiyi getirmesini söylüyordu. Kısa zaman içinde, elinde içki ile bir garson gelir ve müşteriye ismi ile hitap ederdi.../ Trump, dikkatli yönetim ile elde edilecek risksiz kazançlardan ziyade büyük oyunculardan sağlanacak büyük kazançlarla daha çok ilgileniyordu. "Savaşçı".../.../ Kashiwagi... 50 milyon dolar harcamaya hazır olduğu bir dünya kumar turunda olduğunu söyledi" 231, 232
-"... kumarhanelerinin sıkı düzenlemelerine uymamasının yalnızca az bir kısmını oluşturuyor. Ancak en sıkı kurallar bile, uygulandığı sürece önemlidir./... Trump, istediği şeyleri yapıp bir sorun yaşamama konusunda oldukça beceriklidir" 259
-"Trump... iradesini kullanarak adını bir marka haline getirdi.../.../... eylem karakterdir" 261
-"Kendi çıkarları ile örtüştüğünde sahtekarlar, bulunabilecek en güvenilir yandaş olabilirler" 262
-"Trump... Birinci sınıf bir narsistir" 263
-"Trump için her şey paradır.../.../... bir başka gerçek ise, Trump'ın kaç tane Rus suçlu ile etkileşimi olduğunu bilmediğimiz" 264
-"Trump'ın başkan olarak seçildiğinde yapacağını söylediği... şeylerden birçoğu, başkanlara verdiğimiz sınırlı yetkiler arasında yer almıyor" 266
-"Trump, bir başkandan ziyade bir diktatörün vizyonuna sahip" 267
-"Trump'ın oylardaki başarısı, Amerika'nın içinde olduğu büyük sorun hakkında çok şey anlatıyor. Yükselişi, Amerika'nın siyasi liderleri ve ülkenin geri kalanı arasındaki uçurumu gösteriyor.../.../ Hillary Clinton... Neredeyse yarım yüzyıldır, gelirleri sabit olan Amerika nüfusunun yüzde 90'ı için konuştu" 268
-"Sloganı "Ödeşmek"..." 269
-"İşten kovmaların başlaması, Amerikan Cumhuriyeti'nin sonuna yaklaştığına dair önemli işaretler olacaktır" 270
*
Dünya için, "insan" için, durum, gerçekten vahim değil mi?
29.7.2017-Ankara
29 Temmuz 2017 Cumartesi
27 Temmuz 2017 Perşembe
SHERLOCK HOLMES
KARANLIK
Sir Arthur Conan Doyle, Çeviren: Firdevs Tunalı, Mavi Çatı, Erdoğan Kitap, İstanbul
Pek fazla özelliği olmayan üç kısa SH hikayesi.
*
Kitaptan bir not:
-"Suç çok fazladır ama mantık nadir rastlanan bir olgudur" 78
27.7.2017-Ankara
Sir Arthur Conan Doyle, Çeviren: Firdevs Tunalı, Mavi Çatı, Erdoğan Kitap, İstanbul
Pek fazla özelliği olmayan üç kısa SH hikayesi.
*
Kitaptan bir not:
-"Suç çok fazladır ama mantık nadir rastlanan bir olgudur" 78
27.7.2017-Ankara
ÇİRKİN PORTRELER
Ahmed Efe, Birinci Baskı: Ekim 2013, Alperen Yayın, Ankara
Çeşitli şahsiyetler "Çirkin Portreler" olarak anlatılıyor; Cengiz Han, Kolomb, Martin Luther, Darwin, Marks, Lenin, Freud, Hitler, Mussolini, Stalin, Mao, bunlardan bazıları.
*
Darwin'in otobiyografisini okurken rastladığım bu kitabı özellikle okumak istedim.
*
Kitap, epeyce bilgiye dayanılarak, gayet düzgün ifadelerle yazılmış, ve, çokça, çizim-fotoğraf eklenmiş.
*
Bazı ifadeler ilginç: Mesela, çirkin bir portre olarak Kabil anlatılırken, "Habil'in tertemiz kanı", s. 11, deniyor!
Ya, Kabil'in kanı! O başka bir kan mı?
*
Kapakta yazarın ismi Ahmed Efe olarak yazılmış, ama, hem iç kapakta, hem de başlangıçtaki metnin sonunda, s. 9, isim, Ahmet Efe, olmuş!
*
Kitapta, Darwin için, "Yahudi bir ailenin çocuğu olarak... doğmuş", deniyor, s. 113; oysa, yeni okuduğum otobiyografisinde Darwin'in ailesinin Yahudi olduğuna ilişkin bir bilgi bulunmuyor, tam tersine Hristiyan olduğu anlamı çıkıyor!
Dolayısıyla, söz konusu bilginin doğruluğu, bence, şüpheli!
Bu da, diğer bilgilerin doğruluğu konusunda da, kuşku uyandıran bir husus!
Bir de, Darwin anlatılırken, eseri "Türlerin Kökeni" ile ilgili olarak, "Eserdeki bütün iddialar çürütüldüğü halde", ve, "Teori incelendiğinde işin aslının... yaratıcının varlığını inkar olduğu", s. 114, deniyor ki, bence, bunlara katılmak hiç mümkün değil!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Nemrut... Fuhşun dini bir tören haline getirildiği Nannar Tapınağı.../.../ Bir gün hiç ummadığı şeyler olmuş ve İbrahim isimli genç bir adam Nannar'ı dolduran bütün putları bir balta ile kırmış!" 15
(Niye kırmış? İnanç özgürlüğü yok mu?)
-"Firavun/.../ Haram rızıklarla kirlenen kursağına Kızıldeniz'in çamurları dolduğunda "Musa'nın Rabbine inandım!" demişti ama, "Şimdi mi?" diye soruldu. Artık hiç bir konuşmaya izinli değildi" 19, 20
("Şimdi" inanınca, kabul edilmiyor mu?)
-"Bel'am/.../... cehennemi boyladı" 31, 33
-""Her ne ki vardır, ortaklaşa pay edilmek gerektir!"/ Bir nevi komün hayatı öneren bu fikirleriyle Mezdek... komunist ideolojiye de kaynaklık etmiştir" 45
-"Ebu Leheb/.../... Muhammed... Bu sefer O, kendisinin Allah'ın peygamberi olduğunu... söylemişti. Bütün putların inkarı demekti bu!... kölelerin efendi haline gelmesi demekti?.../.../... Cesedi... koku yaymaya başlamıştı. Ailesinden kimse ona elini sürmek istemiyordu ama sonunda büyük bir utançla, bir kaç Sudanlı köleyi parayla tutarak cesedi evden çıkarıp bir çukura attırdılar. Elbette cehennem çukurlarından birine ve kendisini yakacak odunları taşıyan karısının yanına..." 51, 53, 54
(Kölelerin efendi haline gelmesi, öyle mi?)
-"Haklarında kendi tayin ettikleri hakem, idam hükmü verince elleri arkadan bağlanan azgın Yahudiler, başka Huyey olmak üzere, katledildiler" 59
(Kendi tayin ettikleri "hakem" idam hükmü vermiş, öyle mi? Ve, "hakem" idam hükmü vermeye yetkili!)
-"Müseylemetü'l-Kezzab/.../... o lanetlenmiş yalancı, cehennemin, bütün azabı ve gazabıyla üzerine hücum ettiğini gördü!" 67
-"Şiilerin hakkı olan iktidarı ele geçireceğini iddia ettiler. Bu iş için cahil Şiilerden inanılmaz paralar topladılar" 73
-"Hasan Sabbah/... 1040-1050 yılları arasında bugünkü İran'ın Kum veya Rey şehrinde doğmuş... İsmaili temsilcisi olmuştur... Tahran'ın kuzeyindeki Elburz Dağlarından biri üstündeki Alamut (Kartal Yuvası) Kalesi'ne yerleşmiş... bu yalçın kaleyi 34 seneden daha fazla bir süre tam bir fitne ve fesat ocağı olarak işletmeyi başarmıştır./.../... Musul Emirini öldürmeye gönderilen sekiz fedaiden yedisi, Emiri öldürdükten sonra yakalanarak öldürülmüş ama birisi kurtulmayı başarmıştır. Kurtulan fedainin annesi önceleri, oğlunun da ölüp cennete gittiğini zannettiği için bayramlık elbiselerini giyerek sevinç gösterileri yapmışsa da sonradan onun öldürülmediğini anlayınca kederinden saçını başını yolmuştur!../.../ Gerçekten onun fedaileri ülke içinde estirdikleri terör sebebiyle herkesi can korkusuna düşürmüştür. Bu sebeple ünlü kimseler üzerlerine zırh giymeden sokağa çıkamamış, herkes birbirinden şüphelenmeye başlamıştır.../... 23 Mayıs 1124 tarihinde Alamut Kalesi'nde ölen Hasan Sabbah'ın kurduğu İsmaili devletin ömrü uzun sürmemiş, 1256 yılında kaleyi yerle bir eden Moğollar... son vermişlerdir" 79, 81, 82
-"Cengiz Han/.../... ilk önce kendisine iktidar yolunu açan en yakın arkadaşını belini bir düzenekle kırarak öldürmüş..." 87
-"Hülagu'nun kendisinden sonra yerine geçen oğullarından biri İslamiyeti seçmiş ve samimi bir Müslüman olarak tahta oturmuştur. Tarihte Ahmed Teküdar adıyla bilinen bu İlhanlı hükümdarı iki sene gibi kısa bir süre sonra yeğeni Argun ve adamları tarafından tahttan indirilip şehid edilmişse de Argun'dan sonraki İlhanlı hükümdarlarının hemen hepsi Müslümanlığı kabul etmişlerdir" 98
-"Kristof Kolomb/ Yahudi bir ailenin çocuğu... İspanya kraliçesi İsabella la Cotalica'dan (Pasaklı İzabel) 3 büyük gemi alarak denize açılmıştır" 99
-"Darwin'e göre.../... Evrim, yaşama mücadelesinde ortama en iyi uyum sağlayan canlının gelişmesiyle oluşur... Durum bu olunca canlılar arasında sevgi, saygı, merhamet, iyilik ve yardımlaşma diye bir şey yoktur! Güçlü olan haklıdır ve yaşamaya layıktır. Öyleyse batılıların dünyanın her yerinde koloniler kurup, daha zayıf ülkeleri sömürgeleştirmesi kaçınılmaz ve tabii bir şeydir! Doğanın gereklerinden olan bu tabii duruma ve batı medeniyetine itiraz, bilime itiraz olacağından asla kabul edilemez!/.../ Bütün bunların sapkın nazariyeler olduğu ve hiçbir esasa dayanmadığı ispat edilmiş, tarihin en eski çağlarında yaşadığı sanılan midyelerin fosilleri incelendiğinde bile bugünkülerle aynı olduğu görülmüştür.../.../ İşin doğrusu, kainatın ve içindeki canlıların, mutlak bir yaratıcı tarafından topluca yaratıldığıdır... Bunun aksini iddia, ancak yaratıcı gücü inkar içindir" 114-116
-"Marks/.../ İlk tahsilini ailesi içinde görmüş daha sonra Hukuk fakültesi diploması almak için Lutherci bir Hıristiyan olması şartını koşan devletin isteğini kabul ederek (doğrusu kabul etmiş görünerek) 1841 yılında Berlin'de üniversiteden mezun olmuştur.../... yedi çocuğu olmuştur... ikisi de çeşitli sebeplerle intihar etmişlerdir.../.../ Eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla Karl Marks'ın en büyük derdi dindir!... Tanrı insanlar tarafından icat edilmiştir.../.../... Komünist Manifestosu'nun hiçbir insani ve fıtri esasa dayanmayıp, tamamen sübjektif bakış açısıyla malul, birkaç hastalıklı beynin ürettiği faraziyeler olduğu bellidir... ilk insanın Hz. Adem gibi, kendisine eşyanın bilgisi verilen bir Peygamber olduğunu kabul edenler için... taş devri, tunç devri gibi çağ tasnifleri asla doğru kabul edilemez./ Karl Marks içinde yaşadığı ve bir diploma alabilmek için kendisinden din değiştirmesini isteyen barbar batı toplumunun çocuğu olduğundan büyük aşağılık komplekslerine yuvarlanmış, kendi yoksulluğu sebebiyle zenginlerden intikam almaya ve bunu fikir bazında yapmaya çalışmış sapkın bir düşünürdür. İktisatla ilgili görüşleri de en az tarihe dair kanaatleri kadar temelsiz görülmektedir. Nitekim, faraziyelerini hayata geçirmek isteyen Lenin ve Mao gibi diktatörlerin kurdukları sistemler 70 yıl bile dayanamadan çöküp gitmiş, Komünizm girdiği hiçbir yerde ekonomik ferah ve insani huzur doğurmamıştır./... hem kapitalizmi icat edenler, hem de komünizmin kurucuları hep Yahudi'dirler. Belki hepsi Yahudiliğin dünya hakimiyetine giden yolunu açmaya çalışmışlardır" 117, 119-121
(Batı toplumu barbar! Barbar olmayan hangisi?)
-"Herzl/.../... II. Abdülhamid Han: "Benim bir karış toprak vermem söz konusu olamaz. Zira, istenen toprak bana ait değil, bu devleti kuran ve kanıyla besleyen milletime aittir..." diyerek kendisine teklif edilen milyonlarca altını, elinin tersiyle geri çevirmişti" 123, 124
(?)
-"Lenin/ Kimilerince "bilimsel" olduğu iddia edilen Marksist faraziyeleri geliştirerek... her türlü despotizmi ve zulmü mübah gören bir Yahudi'dir.../.../... yaptığı vasiyetler dikkate alınmamış, Stalin'i bertaraf etme isteği, yerine getirilmemiştir. Hatta onun, yoldaşları arasında en acımasız olduğunu kabul ettiği Stalin'den, acılarına bir son vermesini, yani kendisini öldürmesini istediği de yazılıp çizilmiştir.../... Stalin ise "dinsizlik" adına onu kültleştirmeye ve bir efsane haline getirmeye çalışmıştır.../ Lenin'e göre insanlığın kurtuluşu ve saadeti için... tam bir ateist olmak... gerekir.../ Lenin'in içine saplandığı yanlış paradigma ölümünün üzerinden 70 yıl geçtikten sonra iflas etmiş, kurduğu devlet dağılmış.../ Bugün, Leninizm'in, aslında "yeni bir sınıf" oluşturup sömürü düzenini devam ettirmek olduğu daha iyi anlaşılmıştır" 127, 129, 130
-"Lawrence/.../... ihanetin her türlüsüne aşina İngiliz milletinin sadık bir ferdi olduğunu hakkıyla ispat etmiştir!/... Onun altın ve iktidar teklifi karşısında kendi dini olan İslam'a ve bağlı bulunduğu halifeye ihanet eden Arap idareciler... sonra ayaklarına ip bağlanarak otomobiller arkasında sürüklenip öldürülmüşlerdir.../... yaratılış itibariyle iki yüzlü, sinsi, kurnaz ve atak biri olduğu görülmektedir... Bütün bunların yanında şehvet düşkünü, eşcinsel ilişkilere meftun, alçak karakterli bir kimsedir... Mathew'e göre Lawrens aşağılık bir adamdır ve işi bittiğinde yine İngiliz gizli servisi tarafından kaza süsü verilen bir operasyonla ortadan kaldırılmıştır... İngiliz tarihine aşina olanlar... için gayet olağandır. Onlar, yeri geldiğinde kendi kuyruklarını da yemekte bir sakınca görmezler!/... büyük suçların sahibidir. Çalışmalarıyla masum bir çok Müslümanın kanına girdiği ve İslam ülkelerindeki birliğin parçalanmasına hizmet ettiği bilinmektedir... Hafız Esad, Saddam Hüseyin, Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek gibi adamlar aslında hep Lawrens'in peşine takılan zavallı mahluklardır. Şimdi bazı Arap halkları, başlarına çöken felaketlerin Osmanlıya yaptıkları ihanet sonucu doğduğunu kabule mecburdurlar" 131, 133-135
(İngiliz milleti ihanetin her türlüsüne aşina! Aşina olmayan hangisi?)
-"Freud/.../ Avrupa'daki bütün Yahudilerin aşağılanıp hakarete uğradığı 1800-1900'lü yıllarda kısa tanımıyla "ruh çözümlemesi" demek olan "Psikanaliz" sahasında kendini gösterdi.../ Hayatı boyunca bütün dinlere ve bu arada Museviliğe de düşmanlık besleyen Freud... sapkın bir Nörolog olarak tanındı./ Onun... yazdığı eserlere bakılırsa insanlığın temel meselesi cinsellikten ibarettir! Ruhi hayatı cinsel hayattan ayırmaya imkan yoktur.../.../ Freud bu saçma ve bilimdışı görüşlerine hayatı boyunca sımsıkı sarılmış.../... şahsiyeti ile ilgili bilgi bırakmamak için kendi elleriyle her türlü özel bilgi, not, anı defterleri ve mektuplarını yaktığı halde, daha sonra cinsel ilişki kurduğu bazı arkadaşlarına yazdıkları ortaya dökülüp saçılmış... sapık alakaların kurbanı "hasta" bir kişiliği olduğu anlaşılmıştır... Sapkınlığı öz annesine, dadısına, baldızına ve hatta kendi kızına ilgi duymasından ve bazı dostları ile eşcinsel ilişkilere girip çıkmasından bellidir ve o bu konularda hiçbir ahlaki sınır tanımamaktadır. Ona göre... Din, sekse getirdiği sınırlamalar sebebiyle insanları nevroza müptela hastalar haline getirmektedir.../ Freud cinsel sapkınlıkları yanında tam bir ateisttir.../.../ Onun takipçileri aslında ruhi hayatı düzenleyen ana damarın din olduğu gerçeğini inkarla her türlü sapık ilişkiyi meşru görerek, toplumların temelini oluşturan aile müessesesinin yıkılmasını kolaylaştırmış... ilkel pagan kültürüne döndüklerini fark edememişlerdir./... kızı Anna... da babasının izini takip ederek "panseksüalizm" ideolojisinin yaygınlaşması için çalışmıştır" 137-140
(?)
-"Hitler/.../... ABD'nin İngilizler safında yer alması ve Rusya'nın sırt çevirmesi sebebiyle büyük bir mağlubiyet tatmış.../ Delilik derecesine varan yönetme isteği nihayet kendi başını da yemiş, ağzına dayadığı tabancayı ateşlemek zorunda kalmıştır. Vasiyeti gereği cesetleri yakıldığı için... kemikleri dahi bulunamamıştır" 141, 143, 144
(Hitler Rusya'nın sırt çevirmesiyle mağlubiyet tatmışmış! Kiminle savaşmış ki?)
-"Mussolini'nin kurucusu olduğu kabul edilen Faşist ideolojinin esası devletçiliğe dayanmaktadır. Buna göre yeryüzündeki en kutsal yapı devlettir. Herkes ona hizmet etmek, kendi canından önce devletinin devamını istemek zorundadır. Devlete düşman bir ideoloji olan Komünizm ile sürekli mücadele etmeli.../.../ Faşizm, komünizm karşıtı bir sistem gibi görünmekle berber esasta birleştikleri ve insanın onur ve hürriyetine karşı oldukları kabul edilmektedir" 148, 149
-"Stalin/... Çocukluk çağında... gayr-ı meşru yollarla para kazanmaya çalışmıştı... Tam bir dinsizlik dini sayılabilecek olan Bolşevizm ideolojisine sarıldı... Sosyalizm sayesinde Rusya'yı kurtaracağı vehmine kapılan Lenin'le yakın dostluk kurma imkanı buldu... İllegal parti örgütlenmelerinde başı çekti. Bu işler için adam öldürmek, genel ev işletmek, haraç toplamak ve banka soymak gibi faaliyetlere girişmekten çekinmedi.../.../ Josef Stalin, hasta ruhlu bir kimseydi. Kendisinden başka kimseye güvenmiyor, kararlarının tartışılmasına asla razı olmuyordu./... içki müptelası bir serseri haline gelmişti./ İkinci karısı intihar ederek canına kıydı... kızı... yatağında kendi pisliğinde boğularak öldüğünü söylemekten çekinmedi" 151, 153
-"Mao.../.../... bütün karizmatik liderleri birer birer yok ettiğinden..." 155, 159
*
Sanki, elma ve armutlar aynı kefeye konmuş!
Ve, temelde, büyük ölçüde dinci-ırkçı bir bakış açısı!
Başka, farklı açılardan, portreler, tamamen farklı görünmez mi?
*
Çok büyük ölçüde, ülkede egemen olan bakış açısını yansıtmıyor mu?
Durum vahim değil mi?
*
27.7.2017-Ankara
Çeşitli şahsiyetler "Çirkin Portreler" olarak anlatılıyor; Cengiz Han, Kolomb, Martin Luther, Darwin, Marks, Lenin, Freud, Hitler, Mussolini, Stalin, Mao, bunlardan bazıları.
*
Darwin'in otobiyografisini okurken rastladığım bu kitabı özellikle okumak istedim.
*
Kitap, epeyce bilgiye dayanılarak, gayet düzgün ifadelerle yazılmış, ve, çokça, çizim-fotoğraf eklenmiş.
*
Bazı ifadeler ilginç: Mesela, çirkin bir portre olarak Kabil anlatılırken, "Habil'in tertemiz kanı", s. 11, deniyor!
Ya, Kabil'in kanı! O başka bir kan mı?
*
Kapakta yazarın ismi Ahmed Efe olarak yazılmış, ama, hem iç kapakta, hem de başlangıçtaki metnin sonunda, s. 9, isim, Ahmet Efe, olmuş!
*
Kitapta, Darwin için, "Yahudi bir ailenin çocuğu olarak... doğmuş", deniyor, s. 113; oysa, yeni okuduğum otobiyografisinde Darwin'in ailesinin Yahudi olduğuna ilişkin bir bilgi bulunmuyor, tam tersine Hristiyan olduğu anlamı çıkıyor!
Dolayısıyla, söz konusu bilginin doğruluğu, bence, şüpheli!
Bu da, diğer bilgilerin doğruluğu konusunda da, kuşku uyandıran bir husus!
Bir de, Darwin anlatılırken, eseri "Türlerin Kökeni" ile ilgili olarak, "Eserdeki bütün iddialar çürütüldüğü halde", ve, "Teori incelendiğinde işin aslının... yaratıcının varlığını inkar olduğu", s. 114, deniyor ki, bence, bunlara katılmak hiç mümkün değil!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Nemrut... Fuhşun dini bir tören haline getirildiği Nannar Tapınağı.../.../ Bir gün hiç ummadığı şeyler olmuş ve İbrahim isimli genç bir adam Nannar'ı dolduran bütün putları bir balta ile kırmış!" 15
(Niye kırmış? İnanç özgürlüğü yok mu?)
-"Firavun/.../ Haram rızıklarla kirlenen kursağına Kızıldeniz'in çamurları dolduğunda "Musa'nın Rabbine inandım!" demişti ama, "Şimdi mi?" diye soruldu. Artık hiç bir konuşmaya izinli değildi" 19, 20
("Şimdi" inanınca, kabul edilmiyor mu?)
-"Bel'am/.../... cehennemi boyladı" 31, 33
-""Her ne ki vardır, ortaklaşa pay edilmek gerektir!"/ Bir nevi komün hayatı öneren bu fikirleriyle Mezdek... komunist ideolojiye de kaynaklık etmiştir" 45
-"Ebu Leheb/.../... Muhammed... Bu sefer O, kendisinin Allah'ın peygamberi olduğunu... söylemişti. Bütün putların inkarı demekti bu!... kölelerin efendi haline gelmesi demekti?.../.../... Cesedi... koku yaymaya başlamıştı. Ailesinden kimse ona elini sürmek istemiyordu ama sonunda büyük bir utançla, bir kaç Sudanlı köleyi parayla tutarak cesedi evden çıkarıp bir çukura attırdılar. Elbette cehennem çukurlarından birine ve kendisini yakacak odunları taşıyan karısının yanına..." 51, 53, 54
(Kölelerin efendi haline gelmesi, öyle mi?)
-"Haklarında kendi tayin ettikleri hakem, idam hükmü verince elleri arkadan bağlanan azgın Yahudiler, başka Huyey olmak üzere, katledildiler" 59
(Kendi tayin ettikleri "hakem" idam hükmü vermiş, öyle mi? Ve, "hakem" idam hükmü vermeye yetkili!)
-"Müseylemetü'l-Kezzab/.../... o lanetlenmiş yalancı, cehennemin, bütün azabı ve gazabıyla üzerine hücum ettiğini gördü!" 67
-"Şiilerin hakkı olan iktidarı ele geçireceğini iddia ettiler. Bu iş için cahil Şiilerden inanılmaz paralar topladılar" 73
-"Hasan Sabbah/... 1040-1050 yılları arasında bugünkü İran'ın Kum veya Rey şehrinde doğmuş... İsmaili temsilcisi olmuştur... Tahran'ın kuzeyindeki Elburz Dağlarından biri üstündeki Alamut (Kartal Yuvası) Kalesi'ne yerleşmiş... bu yalçın kaleyi 34 seneden daha fazla bir süre tam bir fitne ve fesat ocağı olarak işletmeyi başarmıştır./.../... Musul Emirini öldürmeye gönderilen sekiz fedaiden yedisi, Emiri öldürdükten sonra yakalanarak öldürülmüş ama birisi kurtulmayı başarmıştır. Kurtulan fedainin annesi önceleri, oğlunun da ölüp cennete gittiğini zannettiği için bayramlık elbiselerini giyerek sevinç gösterileri yapmışsa da sonradan onun öldürülmediğini anlayınca kederinden saçını başını yolmuştur!../.../ Gerçekten onun fedaileri ülke içinde estirdikleri terör sebebiyle herkesi can korkusuna düşürmüştür. Bu sebeple ünlü kimseler üzerlerine zırh giymeden sokağa çıkamamış, herkes birbirinden şüphelenmeye başlamıştır.../... 23 Mayıs 1124 tarihinde Alamut Kalesi'nde ölen Hasan Sabbah'ın kurduğu İsmaili devletin ömrü uzun sürmemiş, 1256 yılında kaleyi yerle bir eden Moğollar... son vermişlerdir" 79, 81, 82
-"Cengiz Han/.../... ilk önce kendisine iktidar yolunu açan en yakın arkadaşını belini bir düzenekle kırarak öldürmüş..." 87
-"Hülagu'nun kendisinden sonra yerine geçen oğullarından biri İslamiyeti seçmiş ve samimi bir Müslüman olarak tahta oturmuştur. Tarihte Ahmed Teküdar adıyla bilinen bu İlhanlı hükümdarı iki sene gibi kısa bir süre sonra yeğeni Argun ve adamları tarafından tahttan indirilip şehid edilmişse de Argun'dan sonraki İlhanlı hükümdarlarının hemen hepsi Müslümanlığı kabul etmişlerdir" 98
-"Kristof Kolomb/ Yahudi bir ailenin çocuğu... İspanya kraliçesi İsabella la Cotalica'dan (Pasaklı İzabel) 3 büyük gemi alarak denize açılmıştır" 99
-"Darwin'e göre.../... Evrim, yaşama mücadelesinde ortama en iyi uyum sağlayan canlının gelişmesiyle oluşur... Durum bu olunca canlılar arasında sevgi, saygı, merhamet, iyilik ve yardımlaşma diye bir şey yoktur! Güçlü olan haklıdır ve yaşamaya layıktır. Öyleyse batılıların dünyanın her yerinde koloniler kurup, daha zayıf ülkeleri sömürgeleştirmesi kaçınılmaz ve tabii bir şeydir! Doğanın gereklerinden olan bu tabii duruma ve batı medeniyetine itiraz, bilime itiraz olacağından asla kabul edilemez!/.../ Bütün bunların sapkın nazariyeler olduğu ve hiçbir esasa dayanmadığı ispat edilmiş, tarihin en eski çağlarında yaşadığı sanılan midyelerin fosilleri incelendiğinde bile bugünkülerle aynı olduğu görülmüştür.../.../ İşin doğrusu, kainatın ve içindeki canlıların, mutlak bir yaratıcı tarafından topluca yaratıldığıdır... Bunun aksini iddia, ancak yaratıcı gücü inkar içindir" 114-116
-"Marks/.../ İlk tahsilini ailesi içinde görmüş daha sonra Hukuk fakültesi diploması almak için Lutherci bir Hıristiyan olması şartını koşan devletin isteğini kabul ederek (doğrusu kabul etmiş görünerek) 1841 yılında Berlin'de üniversiteden mezun olmuştur.../... yedi çocuğu olmuştur... ikisi de çeşitli sebeplerle intihar etmişlerdir.../.../ Eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla Karl Marks'ın en büyük derdi dindir!... Tanrı insanlar tarafından icat edilmiştir.../.../... Komünist Manifestosu'nun hiçbir insani ve fıtri esasa dayanmayıp, tamamen sübjektif bakış açısıyla malul, birkaç hastalıklı beynin ürettiği faraziyeler olduğu bellidir... ilk insanın Hz. Adem gibi, kendisine eşyanın bilgisi verilen bir Peygamber olduğunu kabul edenler için... taş devri, tunç devri gibi çağ tasnifleri asla doğru kabul edilemez./ Karl Marks içinde yaşadığı ve bir diploma alabilmek için kendisinden din değiştirmesini isteyen barbar batı toplumunun çocuğu olduğundan büyük aşağılık komplekslerine yuvarlanmış, kendi yoksulluğu sebebiyle zenginlerden intikam almaya ve bunu fikir bazında yapmaya çalışmış sapkın bir düşünürdür. İktisatla ilgili görüşleri de en az tarihe dair kanaatleri kadar temelsiz görülmektedir. Nitekim, faraziyelerini hayata geçirmek isteyen Lenin ve Mao gibi diktatörlerin kurdukları sistemler 70 yıl bile dayanamadan çöküp gitmiş, Komünizm girdiği hiçbir yerde ekonomik ferah ve insani huzur doğurmamıştır./... hem kapitalizmi icat edenler, hem de komünizmin kurucuları hep Yahudi'dirler. Belki hepsi Yahudiliğin dünya hakimiyetine giden yolunu açmaya çalışmışlardır" 117, 119-121
(Batı toplumu barbar! Barbar olmayan hangisi?)
-"Herzl/.../... II. Abdülhamid Han: "Benim bir karış toprak vermem söz konusu olamaz. Zira, istenen toprak bana ait değil, bu devleti kuran ve kanıyla besleyen milletime aittir..." diyerek kendisine teklif edilen milyonlarca altını, elinin tersiyle geri çevirmişti" 123, 124
(?)
-"Lenin/ Kimilerince "bilimsel" olduğu iddia edilen Marksist faraziyeleri geliştirerek... her türlü despotizmi ve zulmü mübah gören bir Yahudi'dir.../.../... yaptığı vasiyetler dikkate alınmamış, Stalin'i bertaraf etme isteği, yerine getirilmemiştir. Hatta onun, yoldaşları arasında en acımasız olduğunu kabul ettiği Stalin'den, acılarına bir son vermesini, yani kendisini öldürmesini istediği de yazılıp çizilmiştir.../... Stalin ise "dinsizlik" adına onu kültleştirmeye ve bir efsane haline getirmeye çalışmıştır.../ Lenin'e göre insanlığın kurtuluşu ve saadeti için... tam bir ateist olmak... gerekir.../ Lenin'in içine saplandığı yanlış paradigma ölümünün üzerinden 70 yıl geçtikten sonra iflas etmiş, kurduğu devlet dağılmış.../ Bugün, Leninizm'in, aslında "yeni bir sınıf" oluşturup sömürü düzenini devam ettirmek olduğu daha iyi anlaşılmıştır" 127, 129, 130
-"Lawrence/.../... ihanetin her türlüsüne aşina İngiliz milletinin sadık bir ferdi olduğunu hakkıyla ispat etmiştir!/... Onun altın ve iktidar teklifi karşısında kendi dini olan İslam'a ve bağlı bulunduğu halifeye ihanet eden Arap idareciler... sonra ayaklarına ip bağlanarak otomobiller arkasında sürüklenip öldürülmüşlerdir.../... yaratılış itibariyle iki yüzlü, sinsi, kurnaz ve atak biri olduğu görülmektedir... Bütün bunların yanında şehvet düşkünü, eşcinsel ilişkilere meftun, alçak karakterli bir kimsedir... Mathew'e göre Lawrens aşağılık bir adamdır ve işi bittiğinde yine İngiliz gizli servisi tarafından kaza süsü verilen bir operasyonla ortadan kaldırılmıştır... İngiliz tarihine aşina olanlar... için gayet olağandır. Onlar, yeri geldiğinde kendi kuyruklarını da yemekte bir sakınca görmezler!/... büyük suçların sahibidir. Çalışmalarıyla masum bir çok Müslümanın kanına girdiği ve İslam ülkelerindeki birliğin parçalanmasına hizmet ettiği bilinmektedir... Hafız Esad, Saddam Hüseyin, Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek gibi adamlar aslında hep Lawrens'in peşine takılan zavallı mahluklardır. Şimdi bazı Arap halkları, başlarına çöken felaketlerin Osmanlıya yaptıkları ihanet sonucu doğduğunu kabule mecburdurlar" 131, 133-135
(İngiliz milleti ihanetin her türlüsüne aşina! Aşina olmayan hangisi?)
-"Freud/.../ Avrupa'daki bütün Yahudilerin aşağılanıp hakarete uğradığı 1800-1900'lü yıllarda kısa tanımıyla "ruh çözümlemesi" demek olan "Psikanaliz" sahasında kendini gösterdi.../ Hayatı boyunca bütün dinlere ve bu arada Museviliğe de düşmanlık besleyen Freud... sapkın bir Nörolog olarak tanındı./ Onun... yazdığı eserlere bakılırsa insanlığın temel meselesi cinsellikten ibarettir! Ruhi hayatı cinsel hayattan ayırmaya imkan yoktur.../.../ Freud bu saçma ve bilimdışı görüşlerine hayatı boyunca sımsıkı sarılmış.../... şahsiyeti ile ilgili bilgi bırakmamak için kendi elleriyle her türlü özel bilgi, not, anı defterleri ve mektuplarını yaktığı halde, daha sonra cinsel ilişki kurduğu bazı arkadaşlarına yazdıkları ortaya dökülüp saçılmış... sapık alakaların kurbanı "hasta" bir kişiliği olduğu anlaşılmıştır... Sapkınlığı öz annesine, dadısına, baldızına ve hatta kendi kızına ilgi duymasından ve bazı dostları ile eşcinsel ilişkilere girip çıkmasından bellidir ve o bu konularda hiçbir ahlaki sınır tanımamaktadır. Ona göre... Din, sekse getirdiği sınırlamalar sebebiyle insanları nevroza müptela hastalar haline getirmektedir.../ Freud cinsel sapkınlıkları yanında tam bir ateisttir.../.../ Onun takipçileri aslında ruhi hayatı düzenleyen ana damarın din olduğu gerçeğini inkarla her türlü sapık ilişkiyi meşru görerek, toplumların temelini oluşturan aile müessesesinin yıkılmasını kolaylaştırmış... ilkel pagan kültürüne döndüklerini fark edememişlerdir./... kızı Anna... da babasının izini takip ederek "panseksüalizm" ideolojisinin yaygınlaşması için çalışmıştır" 137-140
(?)
-"Hitler/.../... ABD'nin İngilizler safında yer alması ve Rusya'nın sırt çevirmesi sebebiyle büyük bir mağlubiyet tatmış.../ Delilik derecesine varan yönetme isteği nihayet kendi başını da yemiş, ağzına dayadığı tabancayı ateşlemek zorunda kalmıştır. Vasiyeti gereği cesetleri yakıldığı için... kemikleri dahi bulunamamıştır" 141, 143, 144
(Hitler Rusya'nın sırt çevirmesiyle mağlubiyet tatmışmış! Kiminle savaşmış ki?)
-"Mussolini'nin kurucusu olduğu kabul edilen Faşist ideolojinin esası devletçiliğe dayanmaktadır. Buna göre yeryüzündeki en kutsal yapı devlettir. Herkes ona hizmet etmek, kendi canından önce devletinin devamını istemek zorundadır. Devlete düşman bir ideoloji olan Komünizm ile sürekli mücadele etmeli.../.../ Faşizm, komünizm karşıtı bir sistem gibi görünmekle berber esasta birleştikleri ve insanın onur ve hürriyetine karşı oldukları kabul edilmektedir" 148, 149
-"Stalin/... Çocukluk çağında... gayr-ı meşru yollarla para kazanmaya çalışmıştı... Tam bir dinsizlik dini sayılabilecek olan Bolşevizm ideolojisine sarıldı... Sosyalizm sayesinde Rusya'yı kurtaracağı vehmine kapılan Lenin'le yakın dostluk kurma imkanı buldu... İllegal parti örgütlenmelerinde başı çekti. Bu işler için adam öldürmek, genel ev işletmek, haraç toplamak ve banka soymak gibi faaliyetlere girişmekten çekinmedi.../.../ Josef Stalin, hasta ruhlu bir kimseydi. Kendisinden başka kimseye güvenmiyor, kararlarının tartışılmasına asla razı olmuyordu./... içki müptelası bir serseri haline gelmişti./ İkinci karısı intihar ederek canına kıydı... kızı... yatağında kendi pisliğinde boğularak öldüğünü söylemekten çekinmedi" 151, 153
-"Mao.../.../... bütün karizmatik liderleri birer birer yok ettiğinden..." 155, 159
*
Sanki, elma ve armutlar aynı kefeye konmuş!
Ve, temelde, büyük ölçüde dinci-ırkçı bir bakış açısı!
Başka, farklı açılardan, portreler, tamamen farklı görünmez mi?
*
Çok büyük ölçüde, ülkede egemen olan bakış açısını yansıtmıyor mu?
Durum vahim değil mi?
*
27.7.2017-Ankara
25 Temmuz 2017 Salı
Otobiyografi Charles Darwin
Editör: Nora Barlow, Çeviren: Serda Brauns, Birinci Basım: Mayıs 2017, Pinhan Yayıncılık, İstanbul
Kitabın yarısı kadarı, 1876'da, s. 7, Darwin'in kaleminden, Darwin anlatımı.
Öğretici.
Yararlandım.
*
Dili de hoş.
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Cambridge'deyken en heves duyduğum şey böcek toplamaktı. Hiçbir şey bana bundan daha büyük zevk vermedi" 57
-"Bilimle ilgilenen tüm lisans öğrencileri ve üniversitenin birçok kıdemli üyesi haftada bir akşam Henslow'un evinde buluşurlardı... ben de bir davetiye aldım... katılmaya başladım" 59
-"Henslow inancına derinden bağlı bir ortodokstu. Öylesine bağlıydı ki bir gün bana Otuz Dokuz Şartın bir kelimesi bile değiştirilecek olsa bunun kendisini kahredeceğini söylemişti. Ahlaki nitelikleri her yönüyle takdire değerdi... Bir gün Cambridge sokaklarında Henslow'la birlikteyken ancak Fransız İhtilali esnasında karşılaşılabilecek türde korkunç bir olaya tanık oldum... Henslow'un yüzünü saran hiddetin benzerini hayatım boyunca başka kimsenin yüzünde bir daha asla görmedim" 60
-"Humboldt'un Kişisel Öyküsü'nü dikkatle ve büyük bir ilgiyle okudum. Bu eser ve Sör J. Herschel'in Doğa Felsefesi'ne Giriş'i doğa bilimlerinin soylu yapısına mütevazı da olsa bir katkıda bulunmak için yanıp tutuşmama neden oldu. Başka hiç kimse ya da başka hiçbir kitap beni bu ikisi kadar etkilemedi... bir defa Tenerife'nin güzelliklerini övmüştüm.../ Yaz tatillerimi böcek toplamaya, okumaya ve kısa gezintilere çıkmaya ayırdım" 62, 63
-"... bilimin, tanımladığı belli ilkelerden yola çıkarak genel yasalara ya da çıkarımlara ulaştığını derinlemesine kavradım./... Bu gezide bir hadisenin, ne kadar aşikar da olsa, kimse tarafından fark edilemediği için kolayca dikkatten kaçabildiğini gösteren bir olay yaşadım" 64
-"Sonrasında yaşadığım tüm gelişmeleri seyahat günlüğüme de not ettim" 67
-"Fitz-Roy'u... elimde olmadan incittim ve barışmamız imkansızdı. İlerde Türlerin Kökeni gibi dine aykırı bir kitap yayınlamış olduğum için (çünkü son derece dindar bir adam olmuştu) bana çok içerlemişti.../ Ciddi kusurları olmasına rağmen... karakteri itibariyle tanıdığım en asil insandı" 71
-"Tazı ile çıktığım yolculuk hayatımda yaşadığım en önemli olaydır ve kariyerimin bütün seyrini bu yolculuk belirledi.../... Lyell'in Jeolojinin İlkeleri'nin ilk cildini yanıma almıştım ve dikkatle çalıştığım bu kitap bana pek çok açıdan büyük fayda sağladı" 72
-"Günümün belli bölümlerini seyahat günlüğümü yazmaya ayırdım. Gördüğüm her şeyi dikkatlice ve canlı bir biçimde tasvir etmek için büyük bir çaba sarf ettim ve bu da benim için iyi bir alıştırma oldu.../... meşgul olduğum her şeye karşı büyük bir çaba ve yoğun bir dikkat gösterdim... Üzerine düşündüğüm ya da okuduğum ne varsa hepsinin gördüklerimle ve görebileceklerimle hep bir bağlantısı oldu... Bilim alanında gerçekleştirdiklerimi sahip olduğum bu yaklaşıma borçluyum./... bilime duyduğum sevginin aşama aşama geliştiğini ve diğer ilgi alanlarıma kıyasla daha baskın hale geldiğini görüyorum... Farkında olmayarak da olsa gözlem ve akıl yürütmenin verdiği zevkin el becerisi ve sporun verdiği hazdan çok daha üstün olduğunu keşfettim. Bir yabaninin ilkel içgüdüleri medeni bir insanın zamanla kazandığı zevklere yavaşça teslim oldu. Uğraşlarımın zihnimi geliştirmiş olması muhtemeldi ve usta bir gözlemci olan babam da durumu fark etmiş olacak ki konu ile ilgili kendisi de bir yorumda bulundu... yolculuğun sonunda beni görür görmez kız kardeşlerime dönerek "Baksanıza, kafasının şekli bayağı değişmiş" diye haykırdı./... 11 Eylül'de (1831) Fitz-Roy ile Plymouth'ta... 24 Ekim'de Plymouth'a yerleştim ve Tazı ile 27 Aralık'ta dünyanın çevresini dolaşmak için İngiltere'den ayrılana dek de orada kaldım.../... Tropik bölgelerde karşılaştığımız bitki örtüsünün görkemini şu anda bile capcanlı olarak hayal edebiliyorum. Patagonya'nın muazzam çöllerinin ve Tierra del Fuego'nun ormanlarla kaplı dağlarının uyandırdığı hayranlık duygusu belleğimde derin izler bıraktı. Kendi anayurdunda çıplak bir yerli görmek unutamayacağım bir anı oldu benim için... Bilimsel çalışmalarımdan bir kısmı... beni çok mutlu etti" 73-75
-"1837... 1 Temmuz'da üzerinde uzun zaman kafa yormuş olduğum Türlerin Kökeni için gerekli olan bulguları not almak üzere defterimi açtım. Bunu takip eden yirmi yıl boyunca da bu çalışmamı aralıksız sürdürdüm./.../... O zamanki bilgi seviyemiz dahilinde başka bir açıklama mümkün olmadığından denizin hareketi kuramını savunmuştum ve bu hatam bana bilime asla diğer olasılıkları göz ardı edecek kadar güvenmemem gerektiğini öğretti./.../ Bu iki yılda din üzerine de bayağı kafa yordum. Tazı ile yolculuk ettiğim dönemde epey dindardım. Bir gün ahlaki bir mesele ile ilgili olarak eleştirilemez bir otoriteymişçesine İncil'den alıntı yapmam subayların çoğunu (kendileri de dindar olmalarına rağmen) güldürmüştü... zamanla Eski Ahit'e asılsız bir dünya tarihi içermesi... ve Tanrı'ya kindar bir zorbaya ait olan duyguları atfetmesi dolayısıyla Hinduizm'in kutsal kitaplarından ya da bir ilkel insanın sahip olduğu inançlardan daha fazla güvenemeyeceğimi anlamaya başlamıştım... Hristiyanlığın Eski Ahit'le ilişkilendirilmesi de... mümkün olamazdı./... Hristiyanlığın ilahi bir vahiy olduğuna inancım giderek azaldı... Yeni Ahit'teki ahlak ne denli güzel olursa olsun, Yeni Ahit kusursuzluğunu kısmen de olsa içerdiği mecaz ve alegorilerin günümüzde yapılan yorumlarına borçludur, bu inkar edilemez./ İnancımdan vazgeçme konusunda pek de istekli değildim... kanıt icat etmekte zorlanıyordum. Böylece inançsızlık yavaş yavaş çöktü üzerime. Bu öyle yavaş oldu ki herhangi bir endişe duymadım ve çıkarımımın doğruluğundan bir an olsun şüphe etmedim" 76-80
-"Doğal seleksiyon mükemmel işlemez" 83
-"Deist sıfatını hak ediyorum" 85
-"Hayatımın ikinci yarısına septisizm ve rasyonalizm hakimdi. Nişanlanmadan önce babam şüphelerimi dikkatlice gizlememi öğütledi bana, çünkü taşıdığım şüphelerin evli çiftler için mutsuzluk kaynağı olabileceğini biliyordu" 88
-"... her bilim insanının altmış yaşında ölmesi iyi olur zira o yaştan sonra her biri tüm yeni öğretilere karşı çıkar dediğimi bana hatırlattı" 92
-"Babbage bu olayı anlattıktan sonra dindarlıktan daha çok nefret ettiğim tek bir şey var, o da vatanperverliktir deyiverdi" 99
-"Henüz genç ve kuvvetliyken insanları yürekten sevmeye muktedirdim. Ancak son yıllarda, birçok kimseye karşı dostça duygular beslememe rağmen, hiç kimseye derinden bağlanabilme gücüm kalmadı... Bu elim duygu yitimi üzerime adım adım çöktü. Karım ve çocuklarım hariç bir başkasıyla bir saat görüştüğümde peşinden hissettiğim bitkinlik ve acının insanlarla yakınlaşmama engel olduğunu sanıyorum. Bilimsel çalışmalarım hayatım boyunca başlıca zevk kaynağım ve yegane meşguliyetim oldular. Bu işin verdiği heyecan günlük sıkıntılarımı geçici olarak unutturuyor... hayatımın kalan kısmında yazdığım birkaç kitabın yayımlanması dışında hedeflediğim başka bir şey yok" 106
-"1838 Ekim'inde... keyif için Malthus'un Nüfus üzerine çalışmasını okudum... uzun zamandır gözlem yaptığım için her yerde sürmekte olan varoluş mücadelesini takdir etmeye çoktan hazırlıklıydım. Fakat birden belli koşullara uyum sağlayabilen varyasyonların yaşamına devam edeceği ve sağlayamayanların ise yok olma eğilimi göstereceği aklıma geldi. Bu tür bir sürecin sonunda yeni bir canlı türünün oluşması gerekir" 109
-"Kitap 1859 Kasım'ında Türlerin Kökeni başlığı ile yayımlandı. Sonraki baskılarda önemli oranda eklemeler yapılmış ve düzeltilmiş olsa da kitap esasen aynı olarak kaldı./ Bu kitap kuşkusuz hayatımın başyapıtıdır... (1876) İngiltere'de on altı bin nüsha satılmıştır... tüm Avrupa dillerine çevrilmiştir... Hatta ortaya attığım kuramın Eski Ahit'te de yer aldığını gösteren İbranice bir makale dahi yayımlanmıştır! Eleştiri yazıları da çok sayıdadır" 111, 112
-"... türlerin sürekliliğinden şüphe etmeyen tek bir kişiye bile rastlamadım... inandığım şey şu ki doğa bilimcilerin zihinleri sayılamayacak kadar çok ve iyi gözlemlenmiş olguyla yüklüdür ve bu olgular onları kucaklayan herhangi bir kuram yeterli derecede açıklandığı an kendilerine ayrılmış yerleri kapmak için hazır beklerler" 113
-"1838'de, türlerin değişebilir ürünler olduğuna ikna olur olmaz, insanın da aynı yasaya tabi olduğu inancının önüne geçemedim" 118
-"... zihnim iyice zayıflamadan önce ölürüm diye umuyorum... Kendimi açık ve kısa bir biçimde ifade etme konusunda hala her zamanki gibi güçlük çekiyorum... Ancak aynı güçlüğün beni her cümle üzerinde uzun uzun ve dikkatlice düşünmeye sevk etmesi... zararı telafi eden bir avantajdı./... Kelimelerin yarısını atarak sayfaları çalakalem doldurduktan sonra dikkatle düzeltmenin bana zaman kazandırdığını keşfettim.../... Kitaplarımın birçoğunda başkalarını gözlemlediği olguları sıkça kullandım ve her zaman birçok ayrı konuyu aynı anda ele aldım. Bu nedenle metnin içine herhangi bir referansı ya da bir notu çabucak ekleyebilmem için etiketlenmiş şekilde çekmecelerde duran otuz ile kırk adet arası dosyam var. Çok sayıda kitap satın alırım ve bunların sonlarına çalışmalarımla ilgili olan tüm olguları içeren bir dizin eklerim. Eğer kitap bana ait değilse ayrı bir özetini yazarım ve bu tür özetlerle dolu olan geniş bir çekmecem var. Herhangi bir konu üzerinde çalışmaya başlamadan önce tüm kısa dizinlere bakarak geniş kapsamlı ve bölümlere ayrılmış bir dizin oluştururum. Konuya uygun olan bir ya da birden fazla dosyayı elime alarak hayatım boyunca topladığım tüm bilgileri kullanıma hazır halde bulurum./... Otuz yaşına kadar... farklı türlerdeki şiirleri okumak bana büyük zevk verirdi... Fakat yıllardan beri tek satır şiir okumaya katlanamıyorum. Geçenlerde Shakespeare okumaya çalıştım ve bunu öyle dayanılmaz derecede sıkıcı buldum ki midem bulandı. Resim ve müzikten neredeyse hiç tat almaz oldum... kurgu yazısı olan romanlar... benim için yıllardır fevkalade bir rahatlama ve zevk kaynağı oldular... Benim zevkim doğrultusunda bir roman baştan sona sevilebilecek bir karakter içermediği sürece -ki bu güzel bir kadınsa daha ala- birinci sınıf sayılamaz./.../... zayıf bir eleştirmenim. Bir makale ya da kitabı ilk okuduğumda genellikle hayranlık duyarım ve sadece üzerinde uzun bir süre kafa yorduktan sonra zayıf yönlerinin farkına varırım.../.../... Olguları gözlemleme ve toplama konusunda oldukça hünerliyim. Daha da önemlisi doğa bilimlerine olan sevgim daimiydi ve güçlüydü" 123-127
-"Alışkanlıklarım metodiktir ve bu durum seçtiğim iş kolunda bana çok fayda sağladı. Son olarak, ekmeğimi kazanmak zorunda olmadığım için bol miktarda serbest zamanım oldu. Hastalığım bile... beni insanlardan ve eğlenceden uzak tutarak dikkatimin dağılmasını önledi./... bilim aşkım... sabırla düşünebilmem, olguları gözlemleme ve toplamadaki çalışkanlığım, gerektiği kadar yaratıcılık ve sağduyuya sahip olmamdır" 130
-"Kanıtlar fikirleri etkiler./... olgusal kanıtlarla desteklenen genellemeyi yaşamının sonuna doğru saygıdeğer bir şey olarak gördü... Olgu arama ve kuramlaştırma zihninde neredeyse tek süreç olarak kenetlenmişti ama yine de bunları bazen birbirinden açıkça ayırdı. İyi gözlemlenmiş olguların eksikliğinde kuram değersiz de olsa, kendilerini kabul edecek bir kuramın yokluğunda olgular da işe yaramazdı. Buffon'ın o iyi bilinen şeylerin Neden değil de Nasıl olduğunu araştırma konusundaki tavsiyesine katılırdı.../... tüm bilimsel çalışmalar hem kurama hem de olguya ihtiyaç duyar.../... "... Doğrudan gözlem yapmaktan öyle çok keyif alıyorum ki..."..." 140, 141
-"Butler, Charles Darwin'in evrim kuramını tasarlamak adına her şeyin tesadüf sonucu oluştuğu düşüncesine aşırı önem atfettiğini düşünüyordu" 157
-"Butler eski kuramları yeni bir kılıfta sundu ve ölümünden sonra 18. yüzyıl fizikoteologlarının "yaramaz çocuğu" olarak mazlum rolünü üstlendi. Butler'in bilimsel alana bu şekilde bilim ve felsefe karışımı bir tutumla müdahale etmesi... hoş görülemezdi" 198
-"... insan erkenden evlenmezse saf mutluluğu kaçırabilir" 210
-"1946'da Dr. Hubble şöyle yazmış: "Charles Darwin'in hastalığına acı veren bir duygunun bastırılması ve kabul edilmemesi yol açmıştır. Böyle bir duygu daima korku, suçluluk ya da nefretten kaynaklanır... Charles Darwin'de ise bu duygu babasıyla olan ilişkisinden kaynaklanmaktadır."..." 216
*
26.7.2017-Ankara
*
Ek: (http://haber.sol.org.tr/toplum/maymunla-akraba-olma-cesareti-207722)'nden:
Kitabın yarısı kadarı, 1876'da, s. 7, Darwin'in kaleminden, Darwin anlatımı.
Öğretici.
Yararlandım.
*
Dili de hoş.
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Cambridge'deyken en heves duyduğum şey böcek toplamaktı. Hiçbir şey bana bundan daha büyük zevk vermedi" 57
-"Bilimle ilgilenen tüm lisans öğrencileri ve üniversitenin birçok kıdemli üyesi haftada bir akşam Henslow'un evinde buluşurlardı... ben de bir davetiye aldım... katılmaya başladım" 59
-"Henslow inancına derinden bağlı bir ortodokstu. Öylesine bağlıydı ki bir gün bana Otuz Dokuz Şartın bir kelimesi bile değiştirilecek olsa bunun kendisini kahredeceğini söylemişti. Ahlaki nitelikleri her yönüyle takdire değerdi... Bir gün Cambridge sokaklarında Henslow'la birlikteyken ancak Fransız İhtilali esnasında karşılaşılabilecek türde korkunç bir olaya tanık oldum... Henslow'un yüzünü saran hiddetin benzerini hayatım boyunca başka kimsenin yüzünde bir daha asla görmedim" 60
-"Humboldt'un Kişisel Öyküsü'nü dikkatle ve büyük bir ilgiyle okudum. Bu eser ve Sör J. Herschel'in Doğa Felsefesi'ne Giriş'i doğa bilimlerinin soylu yapısına mütevazı da olsa bir katkıda bulunmak için yanıp tutuşmama neden oldu. Başka hiç kimse ya da başka hiçbir kitap beni bu ikisi kadar etkilemedi... bir defa Tenerife'nin güzelliklerini övmüştüm.../ Yaz tatillerimi böcek toplamaya, okumaya ve kısa gezintilere çıkmaya ayırdım" 62, 63
-"... bilimin, tanımladığı belli ilkelerden yola çıkarak genel yasalara ya da çıkarımlara ulaştığını derinlemesine kavradım./... Bu gezide bir hadisenin, ne kadar aşikar da olsa, kimse tarafından fark edilemediği için kolayca dikkatten kaçabildiğini gösteren bir olay yaşadım" 64
-"Sonrasında yaşadığım tüm gelişmeleri seyahat günlüğüme de not ettim" 67
-"Fitz-Roy'u... elimde olmadan incittim ve barışmamız imkansızdı. İlerde Türlerin Kökeni gibi dine aykırı bir kitap yayınlamış olduğum için (çünkü son derece dindar bir adam olmuştu) bana çok içerlemişti.../ Ciddi kusurları olmasına rağmen... karakteri itibariyle tanıdığım en asil insandı" 71
-"Tazı ile çıktığım yolculuk hayatımda yaşadığım en önemli olaydır ve kariyerimin bütün seyrini bu yolculuk belirledi.../... Lyell'in Jeolojinin İlkeleri'nin ilk cildini yanıma almıştım ve dikkatle çalıştığım bu kitap bana pek çok açıdan büyük fayda sağladı" 72
-"Günümün belli bölümlerini seyahat günlüğümü yazmaya ayırdım. Gördüğüm her şeyi dikkatlice ve canlı bir biçimde tasvir etmek için büyük bir çaba sarf ettim ve bu da benim için iyi bir alıştırma oldu.../... meşgul olduğum her şeye karşı büyük bir çaba ve yoğun bir dikkat gösterdim... Üzerine düşündüğüm ya da okuduğum ne varsa hepsinin gördüklerimle ve görebileceklerimle hep bir bağlantısı oldu... Bilim alanında gerçekleştirdiklerimi sahip olduğum bu yaklaşıma borçluyum./... bilime duyduğum sevginin aşama aşama geliştiğini ve diğer ilgi alanlarıma kıyasla daha baskın hale geldiğini görüyorum... Farkında olmayarak da olsa gözlem ve akıl yürütmenin verdiği zevkin el becerisi ve sporun verdiği hazdan çok daha üstün olduğunu keşfettim. Bir yabaninin ilkel içgüdüleri medeni bir insanın zamanla kazandığı zevklere yavaşça teslim oldu. Uğraşlarımın zihnimi geliştirmiş olması muhtemeldi ve usta bir gözlemci olan babam da durumu fark etmiş olacak ki konu ile ilgili kendisi de bir yorumda bulundu... yolculuğun sonunda beni görür görmez kız kardeşlerime dönerek "Baksanıza, kafasının şekli bayağı değişmiş" diye haykırdı./... 11 Eylül'de (1831) Fitz-Roy ile Plymouth'ta... 24 Ekim'de Plymouth'a yerleştim ve Tazı ile 27 Aralık'ta dünyanın çevresini dolaşmak için İngiltere'den ayrılana dek de orada kaldım.../... Tropik bölgelerde karşılaştığımız bitki örtüsünün görkemini şu anda bile capcanlı olarak hayal edebiliyorum. Patagonya'nın muazzam çöllerinin ve Tierra del Fuego'nun ormanlarla kaplı dağlarının uyandırdığı hayranlık duygusu belleğimde derin izler bıraktı. Kendi anayurdunda çıplak bir yerli görmek unutamayacağım bir anı oldu benim için... Bilimsel çalışmalarımdan bir kısmı... beni çok mutlu etti" 73-75
-"1837... 1 Temmuz'da üzerinde uzun zaman kafa yormuş olduğum Türlerin Kökeni için gerekli olan bulguları not almak üzere defterimi açtım. Bunu takip eden yirmi yıl boyunca da bu çalışmamı aralıksız sürdürdüm./.../... O zamanki bilgi seviyemiz dahilinde başka bir açıklama mümkün olmadığından denizin hareketi kuramını savunmuştum ve bu hatam bana bilime asla diğer olasılıkları göz ardı edecek kadar güvenmemem gerektiğini öğretti./.../ Bu iki yılda din üzerine de bayağı kafa yordum. Tazı ile yolculuk ettiğim dönemde epey dindardım. Bir gün ahlaki bir mesele ile ilgili olarak eleştirilemez bir otoriteymişçesine İncil'den alıntı yapmam subayların çoğunu (kendileri de dindar olmalarına rağmen) güldürmüştü... zamanla Eski Ahit'e asılsız bir dünya tarihi içermesi... ve Tanrı'ya kindar bir zorbaya ait olan duyguları atfetmesi dolayısıyla Hinduizm'in kutsal kitaplarından ya da bir ilkel insanın sahip olduğu inançlardan daha fazla güvenemeyeceğimi anlamaya başlamıştım... Hristiyanlığın Eski Ahit'le ilişkilendirilmesi de... mümkün olamazdı./... Hristiyanlığın ilahi bir vahiy olduğuna inancım giderek azaldı... Yeni Ahit'teki ahlak ne denli güzel olursa olsun, Yeni Ahit kusursuzluğunu kısmen de olsa içerdiği mecaz ve alegorilerin günümüzde yapılan yorumlarına borçludur, bu inkar edilemez./ İnancımdan vazgeçme konusunda pek de istekli değildim... kanıt icat etmekte zorlanıyordum. Böylece inançsızlık yavaş yavaş çöktü üzerime. Bu öyle yavaş oldu ki herhangi bir endişe duymadım ve çıkarımımın doğruluğundan bir an olsun şüphe etmedim" 76-80
-"Doğal seleksiyon mükemmel işlemez" 83
-"Deist sıfatını hak ediyorum" 85
-"Hayatımın ikinci yarısına septisizm ve rasyonalizm hakimdi. Nişanlanmadan önce babam şüphelerimi dikkatlice gizlememi öğütledi bana, çünkü taşıdığım şüphelerin evli çiftler için mutsuzluk kaynağı olabileceğini biliyordu" 88
-"... her bilim insanının altmış yaşında ölmesi iyi olur zira o yaştan sonra her biri tüm yeni öğretilere karşı çıkar dediğimi bana hatırlattı" 92
-"Babbage bu olayı anlattıktan sonra dindarlıktan daha çok nefret ettiğim tek bir şey var, o da vatanperverliktir deyiverdi" 99
-"Henüz genç ve kuvvetliyken insanları yürekten sevmeye muktedirdim. Ancak son yıllarda, birçok kimseye karşı dostça duygular beslememe rağmen, hiç kimseye derinden bağlanabilme gücüm kalmadı... Bu elim duygu yitimi üzerime adım adım çöktü. Karım ve çocuklarım hariç bir başkasıyla bir saat görüştüğümde peşinden hissettiğim bitkinlik ve acının insanlarla yakınlaşmama engel olduğunu sanıyorum. Bilimsel çalışmalarım hayatım boyunca başlıca zevk kaynağım ve yegane meşguliyetim oldular. Bu işin verdiği heyecan günlük sıkıntılarımı geçici olarak unutturuyor... hayatımın kalan kısmında yazdığım birkaç kitabın yayımlanması dışında hedeflediğim başka bir şey yok" 106
-"1838 Ekim'inde... keyif için Malthus'un Nüfus üzerine çalışmasını okudum... uzun zamandır gözlem yaptığım için her yerde sürmekte olan varoluş mücadelesini takdir etmeye çoktan hazırlıklıydım. Fakat birden belli koşullara uyum sağlayabilen varyasyonların yaşamına devam edeceği ve sağlayamayanların ise yok olma eğilimi göstereceği aklıma geldi. Bu tür bir sürecin sonunda yeni bir canlı türünün oluşması gerekir" 109
-"Kitap 1859 Kasım'ında Türlerin Kökeni başlığı ile yayımlandı. Sonraki baskılarda önemli oranda eklemeler yapılmış ve düzeltilmiş olsa da kitap esasen aynı olarak kaldı./ Bu kitap kuşkusuz hayatımın başyapıtıdır... (1876) İngiltere'de on altı bin nüsha satılmıştır... tüm Avrupa dillerine çevrilmiştir... Hatta ortaya attığım kuramın Eski Ahit'te de yer aldığını gösteren İbranice bir makale dahi yayımlanmıştır! Eleştiri yazıları da çok sayıdadır" 111, 112
-"... türlerin sürekliliğinden şüphe etmeyen tek bir kişiye bile rastlamadım... inandığım şey şu ki doğa bilimcilerin zihinleri sayılamayacak kadar çok ve iyi gözlemlenmiş olguyla yüklüdür ve bu olgular onları kucaklayan herhangi bir kuram yeterli derecede açıklandığı an kendilerine ayrılmış yerleri kapmak için hazır beklerler" 113
-"1838'de, türlerin değişebilir ürünler olduğuna ikna olur olmaz, insanın da aynı yasaya tabi olduğu inancının önüne geçemedim" 118
-"... zihnim iyice zayıflamadan önce ölürüm diye umuyorum... Kendimi açık ve kısa bir biçimde ifade etme konusunda hala her zamanki gibi güçlük çekiyorum... Ancak aynı güçlüğün beni her cümle üzerinde uzun uzun ve dikkatlice düşünmeye sevk etmesi... zararı telafi eden bir avantajdı./... Kelimelerin yarısını atarak sayfaları çalakalem doldurduktan sonra dikkatle düzeltmenin bana zaman kazandırdığını keşfettim.../... Kitaplarımın birçoğunda başkalarını gözlemlediği olguları sıkça kullandım ve her zaman birçok ayrı konuyu aynı anda ele aldım. Bu nedenle metnin içine herhangi bir referansı ya da bir notu çabucak ekleyebilmem için etiketlenmiş şekilde çekmecelerde duran otuz ile kırk adet arası dosyam var. Çok sayıda kitap satın alırım ve bunların sonlarına çalışmalarımla ilgili olan tüm olguları içeren bir dizin eklerim. Eğer kitap bana ait değilse ayrı bir özetini yazarım ve bu tür özetlerle dolu olan geniş bir çekmecem var. Herhangi bir konu üzerinde çalışmaya başlamadan önce tüm kısa dizinlere bakarak geniş kapsamlı ve bölümlere ayrılmış bir dizin oluştururum. Konuya uygun olan bir ya da birden fazla dosyayı elime alarak hayatım boyunca topladığım tüm bilgileri kullanıma hazır halde bulurum./... Otuz yaşına kadar... farklı türlerdeki şiirleri okumak bana büyük zevk verirdi... Fakat yıllardan beri tek satır şiir okumaya katlanamıyorum. Geçenlerde Shakespeare okumaya çalıştım ve bunu öyle dayanılmaz derecede sıkıcı buldum ki midem bulandı. Resim ve müzikten neredeyse hiç tat almaz oldum... kurgu yazısı olan romanlar... benim için yıllardır fevkalade bir rahatlama ve zevk kaynağı oldular... Benim zevkim doğrultusunda bir roman baştan sona sevilebilecek bir karakter içermediği sürece -ki bu güzel bir kadınsa daha ala- birinci sınıf sayılamaz./.../... zayıf bir eleştirmenim. Bir makale ya da kitabı ilk okuduğumda genellikle hayranlık duyarım ve sadece üzerinde uzun bir süre kafa yorduktan sonra zayıf yönlerinin farkına varırım.../.../... Olguları gözlemleme ve toplama konusunda oldukça hünerliyim. Daha da önemlisi doğa bilimlerine olan sevgim daimiydi ve güçlüydü" 123-127
-"Alışkanlıklarım metodiktir ve bu durum seçtiğim iş kolunda bana çok fayda sağladı. Son olarak, ekmeğimi kazanmak zorunda olmadığım için bol miktarda serbest zamanım oldu. Hastalığım bile... beni insanlardan ve eğlenceden uzak tutarak dikkatimin dağılmasını önledi./... bilim aşkım... sabırla düşünebilmem, olguları gözlemleme ve toplamadaki çalışkanlığım, gerektiği kadar yaratıcılık ve sağduyuya sahip olmamdır" 130
-"Kanıtlar fikirleri etkiler./... olgusal kanıtlarla desteklenen genellemeyi yaşamının sonuna doğru saygıdeğer bir şey olarak gördü... Olgu arama ve kuramlaştırma zihninde neredeyse tek süreç olarak kenetlenmişti ama yine de bunları bazen birbirinden açıkça ayırdı. İyi gözlemlenmiş olguların eksikliğinde kuram değersiz de olsa, kendilerini kabul edecek bir kuramın yokluğunda olgular da işe yaramazdı. Buffon'ın o iyi bilinen şeylerin Neden değil de Nasıl olduğunu araştırma konusundaki tavsiyesine katılırdı.../... tüm bilimsel çalışmalar hem kurama hem de olguya ihtiyaç duyar.../... "... Doğrudan gözlem yapmaktan öyle çok keyif alıyorum ki..."..." 140, 141
-"Butler, Charles Darwin'in evrim kuramını tasarlamak adına her şeyin tesadüf sonucu oluştuğu düşüncesine aşırı önem atfettiğini düşünüyordu" 157
-"Butler eski kuramları yeni bir kılıfta sundu ve ölümünden sonra 18. yüzyıl fizikoteologlarının "yaramaz çocuğu" olarak mazlum rolünü üstlendi. Butler'in bilimsel alana bu şekilde bilim ve felsefe karışımı bir tutumla müdahale etmesi... hoş görülemezdi" 198
-"... insan erkenden evlenmezse saf mutluluğu kaçırabilir" 210
-"1946'da Dr. Hubble şöyle yazmış: "Charles Darwin'in hastalığına acı veren bir duygunun bastırılması ve kabul edilmemesi yol açmıştır. Böyle bir duygu daima korku, suçluluk ya da nefretten kaynaklanır... Charles Darwin'de ise bu duygu babasıyla olan ilişkisinden kaynaklanmaktadır."..." 216
*
26.7.2017-Ankara
*
Ek: (http://haber.sol.org.tr/toplum/maymunla-akraba-olma-cesareti-207722)'nden:
Maymunla akraba olma cesareti
“Türlerin Kökeni” adlı yapıtını oluşturana dek hayli engebeli yollardan geçer Darwin. Uzun deney ve gözlemleri için defterler doldurur. Sonucunda doğal seleksiyon ve evrim kavramları gelişir, günümüze dek varlığını sürdüren kuramı ortaya koyar. Evrimden Darwin öncesinde de söz edilmiştir, bilginin özelliği bunu ayakları üstüne oturtmasıdır. Yapıtını ortaya koyduğu günden bu yana ve belki bir süre daha din çevrelerinin lanetini üstünde taşımaya devam edecektir. Kimse kolayca maymunla akraba olmayı benimseyemez!
Charles Darwin ilk gençliğini aylak biçimde, av meraklısı biri olarak geçirirken, babası tarafından bir süre endişeyle izlenmiş. Çevresince sevilen ve iyi bir hekim olan baba Darwin oğlunun da mesleğini paylaşmasını ummaktadır. Lâkin Charles hekim olabilecek merakı, direnci taşımaz. Eğitim gereği girdiği bir ameliyat sırasında kararını verir, asla hekimliğe uygun biri değildir. Her genç gibi mi demek gerekir, emin değilim, biraz kaderin cilvesi, çokça talihle yolunu seçer. Tüm bunları ömrünün son döneminde kaleme aldığı, yayınlamaktan ziyade, çocukları, torunları için bir anı olsun istediği “otobiyogrofi”sinden okuyoruz.
Charles Darwin hekimlikten vazgeçtiği sırada, düştüğü boşluğu doldurmak için din adamı olmayı gözüne kestirir. İlerleyen yıllarda böyle bir olasılığı aklından geçirmiş olmasından dolayı şaşkınlığa düşer. İnatla inançlı biri olmayı ister aslında, ancak doğaya ilgisi, yer bilimi, bitki bilimine merakı her zaman büyüyen bir kuşkuyu içinde taşımak anlamına gelir. Tanrının tartışılmaz varlığı, her yerde gözü kulağı olduğu fikri, buyruklarını sorgusuz kabul etme zorunluluğu Charles’in kişiliğini zorlar. Öteden beri böceklere meraklı bir toplayıcıdır. Bir kez gözlem yapmaya koyuldu mu insan, artık uçsuz bucaksız bir yolculuğa çıkmış demektir ve orada tepeden gelecek emirlere yer yoktur.
UZUN BİR YOLCULUK
Kendisinden öğreniyoruz, yaşamı Tazı Yolculuğu ile biçimlenir. Uzun, zorlu, fakat hayli önemli gözlem yapma olanağı sunacak bu yolculuk için kaptan Fitz-Roy gönüllü bir doğa bilimci aramaktadır. Charles bu bulunmaz fırsatı kaçırmak istemez, lâkin hekim baba karşı çıkar. Sözü saygın amca araya girer ve Charles Darwin insanlığı etkileyecek buluşlara zemin yaratacak yolculuğa çıkar. Kaptanın kamarasını birlikte paylaşırlar. Dindar bir adam olan Fitz-Roy’u da bir yandan izler Charles. Tanrı buyruğuna sorgusuz boyun eğmeyi reddeden herkes ilkin kendiyle, sonra yakın çevresiyle ve nihayetinde tüm dünya ile çatışmaya girer. Aşağıdaki satırlar Charles Darwin’in kaleminden. Şu notu da eklemek gerek, kitap ölümünden sonra yayına girecektir (Otobiyografi), eşi Bayan Darwin son satırların sertliğinin metinden çıkarılmasını istemiştir. Eşinin emeklerinin, insanlığa hizmetinin köktendincilerin saldırısıyla gölgelenmesini istemez. Talihliyiz ki özgün metin artık elimizde. (Otobiyografi/Charles Darwin/Pinhan Yayınları)
“Doğanın değişmeyen kanunları hakkındaki bilgimiz arttıkça mucizeler de bir o kadar inanılmaz görünmeye başlar. İnsanların o zamanlar cahil ve neredeyse bizim kavrayamayacağımız ölçüde saf olduklarını, İncil’deki mucizelerde bahsedilmekte olan olayların yaşanır yaşanmaz yazıya geçirilmiş olduklarının kanıtlanamayacağını ve görgü tanıkları arasında birçok önemli detayın birbirlerinden ciddi biçimde ayrıldıklarını düşündüm. Bu gibi şeyler düşününce de, ki bunları en ufak bir yenilik ya da değer taşıdıkları için paylaşmıyorum, Hristiyanlığın ilahi bir vahiy olduğuna inancım giderek azaldı. Birçok asılsız dinin fırtınada çıkan bir yangın misali dünyanın büyük bir kısmına yayılmış olması bana ağır geldi. Yeni Ahit’teki ahlak ne denli güzel olursa olsun, Yeni Ahit kusursuzluğunu kısmen de olsa içerdiği mecaz ve alegorilerin günümüzde yapılan yorumlarına borçludur, bu inkâr edilmez.
İnancımdan vazgeçme konusunda pek de istekli değildim. İstekli olmadığıma eminim çünkü sık sık seçkin Romalıların birbirlerine yazdıkları eski mektupların, Pompei’de ya da başka bir yerde bulunan el yazmalarının İncil’de yazan her şeyin doğru olduğunu net bir biçimde kanıtladığına dair gündüz düşleri kuruyordum. Hayal gücümün sınırları geniş de olsa kendimi ikna etmeye yetecek türden bir kanıt icat etmekte zorlanıyordum. Böylece inançsızlık yavaş yavaş çöktü üzerime. Bu öyle yavaş oldu ki herhangi bir endişe duymadım ya da çıkarımımın doğruluğundan bir an olsun şüphe etmedim. Herhangi biri Hristiyanlığın hakiki olmasını nasıl umut ediyor anlamakta güçlük çekiyorum doğrusu. Şayet hakikiyse metin yalın bir dille inanmayan insanların, ki bu babamı, ağabeyimi ve en iyi dostlarımın hemen hepsini kapsayacaktır, ebediyen cezalandırılacağına işaret etmektedir.
Ve böylesi bir öğreti lanet edilesi bir öğretidir.”
YARATILIŞIN KONFORU BOZULUYOR
“Türlerin Kökeni” adlı yapıtını oluşturana dek hayli engebeli yollardan geçer Darwin. Uzun deney ve gözlemleri için defterler doldurur. Sonucunda doğal seleksiyon ve evrim kavramları gelişir, günümüze dek varlığını sürdüren kuramı ortaya koyar. Evrimden Darwin öncesinde de söz edilmiştir, bilginin özelliği bunu ayakları üstüne oturtmasıdır. Yapıtını ortaya koyduğu günden bu yana ve belki bir süre daha din çevrelerinin lanetini üstünde taşımaya devam edecektir. Kimse kolayca maymunla akraba olmayı benimseyemez!
Meseleyi maymun üzerinden tartışmak biraz mizahi ya da magazinel sayılabilir. Kolayca bir başka hayvan adı da verilebilirdi türlerin ardışık biçimde ilerlemesine ve doğanın kendi ritmini açıklamaya yönelik. Maymunun beden, tavır olarak insana en yakın varlık olması, bununla beraber insan davranışının karikatürleşmiş hali olarak gözlemlenebilmesi işin ciddiyetini ortadan kaldırmak isteyenler için iyi bir koz kuşkusuz. Darwin’e dek ‘yaratılış’ fikriyle zihinsel konfor süren insanlık ve elbette iktidar/kilise derin yara almıştır. Bugün halen inatla sürdürülen tartışmanın zemini bu iktidar sorunudur bir yanıyla.
Charles Darwin yaşamın, pek çok felsefi yaklaşımda sunulduğu gibi “acı çekmek” üstüne kurulu olmadığını söylüyor. Eğer öyle olsaydı canlılar türlerini sürdürmek direnci göstermezdi diye ekliyor. Düşünme yetisine sahip olan insanın özel bir konumu olduğu savını kenara koyarak eğer diğer varlıklar bedensel acıya mahkûm kabul edilirse, inatla çoğalmaz, varlıklarını sonlandırırdı diyor. Hadi insan pek de açıklanamaz bir bilinçle, inadına yaşamak ister, peki diğer canlılar niçin bu azmi göstersin, diye düşünenlere dair tartışmaya açık bir yanıt. Hepimizi gözleyen, gözeten bir tanrı/baba fikri derinden sarsılıyor bu süreçte. İrkiltici soru ve sözleriyle Darwin sahne alıyor yeniden;
“Tanrı inancının duygularla değil de mantıkla ilişkisinin kurulması bana etkileyici geliyor. Uzak geçmişe ve uzak geleceğe bakma yetisi ile insan da dâhil olmak üzere, böylesine uçsuz bucaksız ve harikalarla bir evrenin kör bir tesadüfün ya da zorunluluğun bir sonucu olduğunu düşünmek insana aşarı zor hatta imkânsız gelebilir. Bu şekilde düşündüğümde ilk ortaya çıkışımıza vesile olanın belli bir oranda insan zihnine benzeyen akıllı bir varlık olduğuna inanmaya mecbur hissediyorum kendimi ve bu nedenle Deist sıfatını hak ediyorum.
Hatırladığım kadarıyla vardığım bu sonuç Türlerin Kökeni’ni yazarken zihnimde güçlü bir yer edinmişti fakat zamanla yaşadığım bocalamalar nedeniyle giderek zayıfladı. Sonra başka bir şüpheye kapıldım. İnsan zihninin başlangıçta en alt sınıftaki hayvanlara ait bir zihinden yola çıktığını ve zamanla geçirdiği gelişim sonucunda bu hale geldiğine olan inancım tam. Peki, bu şekilde gelişmiş olan bir zihnin yaptığı bu muazzam çıkarımlara ne kadar güvenilebilir ki? Bu tür çıkarımlar bize gerekli gibi görünse de büyük ihtimalle salt kalıtsal tecrübeye bağlı olarak kurulan sebep ve sonuç ilişkisinin bir neticesi olamazlar mı? Ya da kendilerine sürekli aşılanan Tanrı inancının çocukların henüz gelişmemiş beyinlerinde çok güçlü ve hatta kalıtsal bir etki bırakıyor olma ihtimalini görmezden mi gelmeliyiz? Tıpkı bir maymunun yılanlara karşı beslediği içgüdüsel korku ve nefretten kurtulmasının zor olduğu gibi, insanların da Tanrı inancından kurtulması zor olabilir.”
Eş Emma Darwin’in özellikle son satırların yayınlanmasından nasıl kaygı duyduğunu tahmin etmek güç değil kuşkusuz.
*Boyun Eğme dergisinin 88. sayısından alınmıştır...
20 Temmuz 2017 Perşembe
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ'NDEN SEÇMELER
Editör: Erdal Çakıcıoğlu, Akvaryum Türk Klasikleri, 2012, İstanbul
Gördüklerinden daha çok "bildiklerini" yazmış gibi!
*
Bursa, Trabzon, Azak, Erzurum, Megrilistan seyahat ve seferleri anlatılmış!
*
İlginç.
Hoş.
Yer yer Harry Potter'ı anımsatan fantastik ifadeler olsa da, genelde, öğretici.
Düşündürücü de!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"EVLİYA ÇELEBİ/ 1611'de... doğdu. 1682'de, Mısır'dan dönerken yolda ya da İstanbul'da öldüğü sanılmaktadır" 5
-"Evliya Çelebi, belli bir süre içinde, özdeş zamanda geçen iki olayı, yerinde görmüş gibi anlatır; böylece zaman kavramını ortadan kaldırır" 7
-"Anadolu Türkiye halkı, aslında İshak oğlu Ays'ın soyundandır... ucu Yafes'e varır. Yafes, Ays'ın atasıdır. Bütün Anadolu boyları, ondan çıkarak Anadolu ülkesinde oturmuşlar. Anadolu ülkesine Türk sultanlardan ilk ayak basan, Selçuklulardır (21 Mayıs 1083-9 Mayıs 1084)" 18
-"Orhan Gazi... padişahlığı sırasında, yüce atalarımızdan Türk Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri, Horasan'da halifesi Hacı Bektaş Veli'yi, 300 dervişiyle Anadolu'ya gönderdi... Bunlar gelip Orhan Gazi'yle buluştular... Orhan Gazi'nin oğlu Gazi Süleyman Bey, 70 ulu erenin ve Hacı Bektaş Veli'nin izni, düşüncesi ve önlemiyle... kırk kara bahadırla birleşerek tulumdan sallar yaptılar... Rum ülkesine ayak bastılar... Dört yanı yağma edip cuma günü İpsala kalesini fethettiler.../ Oradan Gelibolu... Tekirdağı ve Silivri Kapısı'na kadar, o 40 kişi gece baskınları yapıp pek çok doyumluk ve tutsak aldılar" 18, 19
-"Yıldırım Beyazıt Han, İstanbul'un yarısını fethedip Edirne'ye yöneldi (3 Eylül 1399-21 Ağustos 1400). İran'da Timurlenk ortaya çıkarak 37 padişahı yanında yaya yürütüp hepsini emir kulu etti... Ankara Ovası'nda... savaşa başladı. O sırada, Yıldırım'a kırgınlığı olan eşkinci Tatarlardan 12.000 asker, Timur safına geçti. Bunlardan başka, nice bin ulufesiz derme çatma asker de vezirinin önlemsizliğiyle Timur'a bağlandı. Yıldırım Han... öyle kılıç çaldı ki, Tatarları üstüste yığdı. Ama sonunda, atı tökezledi... Tatar askeri... onu tutsak etti./... Çelebi Sultan Mehmet... Amasya dolayında yetişerek bir satır vurdu ki.../... babasının öcünü Timur'dan aldı" 21
-"Fatih'in İstanbul'u On Birinci Olarak Kuşatması/.../ İslam askeri arasında, 77 tane büyük eren vardı... Fatih, bunlardan yardım diledi ve:/-İstanbul devletinin yarısı sizin, yarısı İslam gazilerinin, dörtte biri benim olup, ganimet malıyla her birinize birer zaviye, ocak ve imaret, okul, medrese ve darülhadisler yapayım, diye söz verdi./ Bunun üzerine, bütün bilginler ve yüce kişiler toplanıp ordu içinde tellallar bağırtıldı.../.../ Kalede kuşatılan hilekar, 200.000 günahkar kafiri toplayıp..." 24, 25
-"300 Zeynettin Hafi dervişi, denize postlarını döşediler... denizin üzerinden yaya ve postları üzerinden geçtiler. Kafirler, kaleden bunu görünce, korkudan akılları başlarından gitti.../ Horos Dede... atamız Türk Hoca Ahmet Yesevi'nin dervişlerinden olup, Hacı Bektaş Veli'yle Horasan'dan geldi. Çok yaşlıydı. Fatih'le İstanbul'a gelirken, asker içinde, saatte bir kez horoz gibi ötüp, "Kalkın ey aymazlar!" derdi. İslam gazileri, onun için ona Horos Dede demiş" 29, 30
(Hacı Bektaş Veli Anadolu'ya ne zaman geldi ki?)
-"... bizim atamız 'Muhammet Hanefi Oğlu Ahmet Yesevi'ye varır... böyle yazılıdır" 31
-"Bütün İslam gazileri, gemilerdeki ganimet mallarını ve tutsakları deftere yazıp Allah emaneti olarak Fatih'e verdiler ve yine savaşa gittiler. Mallar ve tutsaklar şöyleydi: 3000 kese Takyanos filorisi, 1000 külçe halis altın, 2000 kese gümüş külçesi, yirmi gemide 8000 tutsak, 20 kaptan, 1 prens, Fransa kralının kızı, 1000 Müslüman kızı -ki kimi şerife kimi değil, her biri güneş gibi parlak kızlar- yüz binlerce silah ve savaş gereci./.../... o kral kızından da Sultan Beyazıt Veli doğdu" 35, 36
-"Önce Sultan Mehmet Ayasofya'ya girip nice rahipleri öldürdü... "İzim olsun." diye Ayasofya kubbesinin ta ortasına dört kanatlı bir ok attı. Mehmet Han'ın okunun izi hala gözükmektedir. Bir asker sol eliyle bir düşmanı öldürüp sağ elini kana buladıktan sonra, Sultan Mehmet'in huzurunda bir sıçrayarak elinin kızıl kanını bir ak mermere sürdü. Pençesinin nakşını oraya iz etti. Hala o kanlı solak pençesi... beş adam boyu yükseklikte gözükmektedir" 39
-"Süleyman Han'ın Beylerbeyileri/.../... Özdemir Paşa; Sultan Gavri'nin akrabası, Çerkez asıllı, cesur ve yiğitti" 50
-"Osman Paşa; Saray'dan çıktı. Çerkez asıllı, yarar adamdı. Nahçıvan seferine Şah ordusuna gece baskını yaptığı için, kendisine Erzurum eyaleti bağışlandı" 51
-"İskender Paşa; Bostancıbaşılıktan Anadolu valisi oldu. Çerkez'dir. Diyarbakır'da da 15 yıl valilik yaptı. Orada öldü" 52
-"Kırım... yarısı Osmanlı... 8 sancaktır... Çerkez Şifage..." 61
-"Bayram günü divanlarında, önce Tatar hanlarından biri, ondan sonra şeyhülislam ve öteki büyük bilginler, ondan sonra başvezir ve öteki vezirler padişahın elini öperlerdi" 73
-"Murat Han'ın Adetleri/ Kış, yaz her cuma gecesi bilginleri, şeyhleri ve hafızları toplayarak bilimsel konular üzerinde konuştururdu" 74
-"Sultan Beyazıt zamanında şeyhler:... Şeyh İbni Araf (Medine'nin Baki mezarlığında gömülüdür. Babası, Mısır Çerkez beylerindendir. Kendisi de saygın bir kişiyken dünya işlerinden geçip 70 yaşında Seyit Ali hizmetine girmiştir. Medine'nin şiddetli sıcaklarında, yirmi günde bir su içtiği dünyaca ünlüdür)" 79
-"Beyazıt Han zamanında şairler:... Figani (Karamanlıdır... Sonra asılmış. Bu da mahlasındaki "gayın" (g) asıl harfinin etkisidir. Çünkü önceden iki Figani daha gelmiş, biri asılmış, ötekinin de Tanrı'ya inanmıyor, diye derisini yüzmüşler)" 81
-"40 yaşına vardığımda, Keysudar Mehmet Efendi'nin bağışladığı baltayı taşıyarak 12 Nisan 1641'de Leh seferine gittim. Yağma ve çapul yerinde baltayı bir kapı halkasına geçirip ganimet malına tamah ederken, kafir bizi ansızın bastı. Çıplak olarak birer yaldak atla, hızla giderek 7 günde Kırım'a vardık. Ertesi yıl... Yağma ettiğimiz saray ayak bastık. Kapısına bir ok saplayıp Tatar yasasına göre kimsenin el koymamasını sağladım. 20 tutsak... ele geçirdim... balta nasıl koydumsa öyle duruyordu" 83
-"Hezarfen Ahmed Çelebi... Galata Kulesi'nin ta tepesinden, lodosla uçarak Üsküdar'da... indi. Murat Han, kendisine bir kese altın vererek:/-Bu adam pek korkulacak bir adamdır. Her ne istese, elinden geliyor. Böyle kişilerin kalması doğru değil, diyerek Cezayir'e sürdü. Orada öldü" 91
"Bursa/ Kalesini kimin yaptığı belli değil.../... çevre temelinde gözüken taşlardan her biri, hamam kubbesi kadar. Bu da gösteriyor ki, kale insanoğlu yapısı değil" 95, 96
-"Gazi Hüdavendigar (Şehit Murat Han Gazi) Camisi:... Hikayeye göre; bir gün Murat Han'ın bir doğanı, uçup tak üzerine konmuş. Murat Han her ne kadar doğanı çağırmışsa da gelmemiş. Gelme olasılığı olmadığını da anlayınca, öfkelenip "Kaskatı kal!" demiş. Ulu Tanrı'nın buyruğuyla o doğan tak üzerinde taş olup kalmış. Hala durur. Herkesin gözü önünde, bellidir" 102
-"Dil İskelesi... Denir ki; Orhan Gazi çağında dünyayı dolaşan bir derviş, buradaki gemicilere gelip:/-Oğullar! Beni karşıya geçirin, der. Onlar da geçirmeyip giderler. O derviş, hemen eteğine toprak doldurur. "Biz karşıya Ulu Tanrı'nın emriyle böyle geçeriz!" diye eteğinden toprağı denize döktükçe, deniz kara olur. Böylece geminin ardından yürü gider. Gemiciler.../... ekmeğimize engel olma... Bağışla diye yalvarırlar. O da 12.000 adım... sonra, gemiye girer" 118
-"Trabzon.../.../... Fetihten sonra, Mehmet Han burayı taht edinip para bastırmış, hutbe okutmuş. Üç yıl bu şehirde oturup kuzeyindeki Gürcistan, Megrilistan, Abazistan'ı egemenliği altına almış" 130, 131
-"Anapa Limanı'ndan Azak Savaşı'na Gidişimiz/.../... Azak'ın iskelesidir./ Burada, Kefe beylerbeyi Bekir Paşa, Çerkez kabilelerinden asker, Dağıstan yöneticisi Şamhal Sultan Mahmut da 40.000 seçme askerle 7000 araba getirmişti. Bu iskeleden, bütün mühimmatı arabayla Azak'a götürdüler. Bütün İslam gazileri... kuşattılar. Gece gündüz savaşa başladılar./.../... konuştular. Bahadır Giray Han'ı 70.000 atlısıyla Moskof Kralı'nın payitahtına kadar yağma etmeye gönderme kararını verdiler./.../ Tatar askerinin böyle ganimetle gelmesiyle öyle bolluk oldu ki, bir at bir kuruşa, bir genç kız beş kuruşa satıldı.../.../ Sonunda, asker kalenin alınamayacağını anlayıp genel oyla fetihten vazgeçerek... Bütün eyalet askerine izin verildi. Kimi karadan, kimi denizden gitti. Karadan gidenler 6 günde Kuban'a, oradan Çerkez iline, Taman Adası'na gittiler. Kimi de Heyhat Çölü'nün kuzeyindeki Çerkezistan'a gitti... ben... izin alıp Kırım Han'ıyla Kırım iline yöneldim" 135, 137, 142-144
-"Bahçesaray... bize bir konukevi bağışlandı... o yıl Kalgay Sultan, üç kez 80.000 askerle Moskof ülkesine çapul edip, vurup kırarak, beşer onar bin tutsakla, doyumluk malla Kırım'a geldi./ Bahar... Han'a çizme pahası 12.000 altınla Osmanlı hanedanının bir yarlığını getirdi. Bu yarlıkta:/ "... Azak Kalesi kuşatmasına hazır ol." deniyordu" 147
-"Kefe... Kale yapılırken, 7000 Tatar askeri Moskof ülkesine akın yapıp onar yirmişer bin tutsakla döndü. Her tutsağı onar kuruşa sattılar.../.../... Bahadır Giray Han'dan, İstanbul'a dönmek için izin aldım. Kir kese kuruş, üç tutsak, bir samur kürk, bir kat giysi bağışlandı... 14 tutsak ve kese mala sahip oldum. Trabzon'dan, Megrilistan ve Abaza'dan aldığım tutsaklarla 18 tutsağım oldu./.../... Karadeniz'in ortalarına vardık./... denizin içinde çalkalanıp durduk.../..../... gemiyi baştan yana iki parça edince.../... sandala atıldım.../.../... üçüncü gün öğle vakti bir dalga gelip sandalı devirdi. Ben de baş aşağı denize düştüm. Can korkusuyla... yardım diliyordum./ Birden, içime bir teselli doldu... Korkum geçti... Yüzerken... tahta... gördüm. Hemen bir çeviklik ederek... bindim... Sandaldaki arkadaşlarımdansa hiç haberim yoktu, yitmişlerdi.../... bindiğim tahtaya iki Gürcü köle, iki Çerkez kızı ve bir Rus köle yarasa kuşu gibi sarılmışlar... Rus... boğulup gitti. Dört tutsakla kaldım.../... üçüncü gün... kumların üzerine düşüğümü biliyorum.../.../... Tanrı'ya şükrettim... 18 tutsak bağışlayıp yine aldı. Candan ve dünyadan umut kesmişken, bu amansız denizin içinde dört tutsak bağışladı ki, her biri bin taneye bedel üstün, eşsiz köle ve cariyelerdi.../... Silistre... bağlarıymış... Tutsaklarımla bana bir hücre verdiler... Bektaşi dervişleriyle 8 ay, sağlığım düzelinceye dek içten konuşmalar yaptık... Kölelerimden biri bile, "Ben falanın satın aldığı kölesiyim." demeyip sanki benim candan kölemmiş gibi kaldılar" 149-156
-"Karacalar köyü... dediğinden dönmeyen inatçı Türkler, bir kütüğü kırk kez konuklarına satarlar" 165
-"Koyulhisar.../.../... Sultan Ahmet çağında, Özi Kazakları, Karadeniz'den çıkıp dağları aşarak, bu kalenin dışını yağma ederek kaçmışlar" 182
-"Doyran köyü... 100 evli, bayındır Ermeni köyüdür.../... Enderes köyü... 100 evli bayındır Ermeni köyü ve zeamettir./... Taban Ahmet Ağa Çiftliği adlı yere konduk. Çiftlik sahibi Ahmet Ağa, burada bize büyük bir şölen verip Paşa'ya bir küheylan sundu. Hizmetçilere 20 at, 3000 koyun, 7 katar katır, 7 katar maya yollu deve ve 10 kese akça da Paşa efendimize armağan etti. Öyle büyük bir ziyafetti ki dille anlatılamaz. 40 kese ve 70 devesi alınarak kaydedildi. Bana da bir atı nasip oldu" 183
-"Çavuşlar Kethüdası köyüne vardık... kethüdası büyük bir şölen verdi. Beş at, beş kese, beş Gürcü köle armağan getirdi" 186
-"Fatih... Uzun Hasan'ı 300.000 askeriyle Tercan Ovası'nda, 6 Ekim 1461'de bozmuş" 190
-"Abaza Paşa, Erzurum'da ansızın Celali olmuş. Bu iç kaleyi bir gece basıp bütün yeniçerileri kılıçtan geçirmiş... Abaza, Erzurum Kalesi'ne sahip olup, tam on yıl direnmiş. Yedi kez üzerine mühürle Serdar Çerkez Mehmet Paşa... daha nice serdarlar varmışlar ama elinden Erzurum'u kurtaramamışlar... Hüsrev Paşa... Abaza'yı, üstünde kefeniyle teslim olmak zorunda bırakmış. Onu, IV. Sultan Murat'a götürmüş. Suç defterleri yakılıp, suçu bağışlanmış. Sonra kendisine Bosna ve Budin, daha sonra da Özi Eyaleti bağışlanmış" 191
-"Erzurum.../ Paşa Sarayı, 110 tane kat kat oda, altlı üstlü divanhane ve köşk olup, cennet bahçesine benzeyen bahçesinde Tayyar Mehmet Paşa Köşkü ve Tekeli Paşa Köşkü var... Küçük Abaza Paşa Sarayı... vs.dir" 192
-"Eğerli Dağ... pis bir koku... Toprak, tencerede bulgur kaynar gibi fokur fokur kaynıyor. Ziftli, katranlı toprak.../.../... Erzurumlu Cafer Efendi adlı bilgin.../... Sakın... O mezarı bir daha ziyaret etme. Hz. Musa'nın ahıyla imansız gitmiş. Ona, Bel'am bin Ba'ur derler. Yüzyıllarca yaşamış... Mısır'ı bırakarak bu dağda oturmuş. Hala mezarı... leş gibi kokar" 199
-"... üç tane Kars... Biri Silifke'de Karataşlık Karsı, Maraş Karsı, biri de bu Kars" 201
-"Begümler köyü... 300 evli köydür. Halkı Ermeni ve Aznavur Gürcüsüdür" 209
-"Aras ve Zengimar ırmaklarının kuzeyinden kırk konak, Elbürz dağını aşıp Hazar Denizi'ne varıncaya dek Dağıstan ve Gürcistan sayılır" 210
-"Paşa; Erzurum, Maraş, Sivas eyaletlerine yarlığlarla kapıcıbaşlar gönderdi. Beni de... Tortum... beyi Seydi Ahmet Paşa'ya yolladı" 212
-"Karadeniz kıyısındaki Gönye Kalesi'ni Rus Kazaklarının ansızın bastıkları haberi Seydi Ahmet Paşa'ya geldi. Paşa, hemen zırhını giydi./-Din uğruna gaza ve şehitlik isteyen gelsin, diye tellal bağırttı... Az zamanda, 1000 kadar seçme, hafif asker toplandı./-Ardım sıra gelmeyenin vay haline, diyerek üç kez hep birden tekbir getirildi. Sonra kuzeye yöneldik... 3000 kadar... hayvana benzer Megril Aznavavurları, Gürcü ileri gelenleri geldiler. Koca Gazi Seydi Ahmet Paşa, her birine sözler verip gönüllerini aldı./... sabah... Gönye Kalesi'ne vardık. Gördük ki Kazaklar kaleye dolup haçlarla kalenin burçlarını, kulelerini süslemişler.../ Kazaklar kalede kuşatılıp kurtulmaktan umudu kesince, kudurup ateş etmeye başladılar... Kazaklardan bir bölük, bayrak açarak dışarı çıkıp Müslüman gazilere saldırdı. Ama Gazi Seydi Ahmet Paşa... Kazaklara öyle bir vurdu ki... kurtulamadılar... 200 Kazak tutsak edildi... Müslüman gazilerden 70 kadarı şehit düştü./ Seydi Ahmet Paşa... kapıcıbaşılarını Batum sancağına, asker çağırmaya gönderdi... Laz tayfaları... alay alay gelip Çoruh kıyısında durdular. Serdar Gazi, bunları dinlendirmeyerek:/-Koma karındaşlarım! Gayret sizindir. Din uğruna çalışın... diye Çerkezce bütün gazileri savaşa kışkırttı./ Onlar da dalgalar halinde... 70 kadar gazi şehitlik mertebesine erdi../ Bunun üzerine, Seydi Ahmet Paşa... merdivenlere korkusuzca saldırıp Tanrı adını anarak, naralar atarak örümcek gibi tırmanmaya başladı. Kalenin doğusundaki kule üzerinde iç ağalarıyla gözüküp, "Bre bırakmayın, yiğitlerim!" diye bağırınca, serdarlarını bu durumda gören Müslüman gaziler, yılana kara karınca üşer gibi kaleye üşüp saldırdılar... Sonunda, ikindide kale alınıp... ilk ezanı okumak bana nasip oldu" 219-221
-"... ikindide, denizde 40-50 tane Laz menkeslesi peyda oldu. Bunlar... kalenin... Osmanlı askeri olduğunu görünce, gerisin geriye gitmeye başladılar. Bunlar, kaledeki Kazaklara yardıma gelen asi Aznavurlarmış. Seydi Ahmet Paşa askerleri... kurşuna tuttular... 47 kayık alındı. İslam askeri, büyük doyumluk elde etti. İçindekiler tutsak edildi" 223
-"Seydi Ahmet Paşa.../-Bu Megrilistan, Trabzon Eyaleti'ne bağlı olup, bize yardım göndermesi gerekirken, Kazaklara yardım edip padişaha isyan ettiler... İslam askeri at üstünde hzırken, Megril kafirinden nasıl öç alalım ki şu kadar yol sıkıntısı çeken İslam askeri ganimet malıyla doyum olsunlar?/ İş danışmaya düşünce, Gürcistan yöneticisi Sefer Paşa da Megril tayfasına olan garezini meydana koymak için:/- Megril'e İslam askerinin yayasıyla atlısını birlikte saldırtalım. Bizim Ahıska, Gürcistan gazilerini kılavuz verelim. Onlar da gaza malından pay alsınlar, dedi.../ Gürcistan'a Baskınımız/... Sefer Paşa, Gürcistan askeriyle Megrilistan'ın Dıranya bucağını yağmaya başladı... Megril halkı, dağlara kaçtı... 700 tutsak alındı. Askerler doyum oldular... yedi yiğit şehit oldu. Baki Paşa da ganimetlerle zengin olup İslam ordusuna döndü./ İslam gazilerine izin verildi. Takım takım dağlara, bellere, sığınaklara üşüştüler... 70 Müslüman şehitlik şerbetini içti. 300 Megrili tutsak edilip, 700'ü de öldürüldü. İslam askeri ganimet ve nimete boğuldu. Savaşta tutsak edilen köle ve cariyeleri serdara teslim ettiler./... iki casus tutuldu.../- Biz, Megril beyi Japişhu'nun adamlarıyız... dediler... bize kılavuzlukedip zengin köyleri gösterdiler... Temres Han'ın ülkesine... girdik... 3000 gök demirli Gürcü yiğidi... gelip ordunun bir yanında durdu... Seydi Ahmet Paşa'ya armağanlarını sundu. Han oğlu'nun da incindiği Gürcü boyları varmış. İslam askerine kılavuzluk etti... bucakları fethedildi.../ Ketfaç Paşa kolu, iki güzel kız tutsak etmişti ki, örneği Şam'daki huri yüzlülerde bile bulunamaz... Seydi Ahmet Paşa, bunları Ketfaç Paşa'dan biner kuruşa satın alıp, diğer 20 kızla Sultan İbrahim Han'a gönderdi... Megril Beyi'nin amcası oğlu tutsak düşmüştü. 100 tutsak, 1000 baş hayvan, pek çok altın işlemeli mal vs. vererek kurtuldu./ Bu zaferli seferde bir sığır yarım kuruşa, bir koyun 5 akçaya satıldı. Bu sırada, Açıkbaş beyinden serdar Seydi Ahmet Paşa'ya 5 köle, 5 cariye armağan geldi. Paşa baana bir köle, bir cariye bağışladı./... Sonunda Gürcistan, Megrilistan baştan başa baş eğdi... Ordumuz, tutsağa ve ganimete boğuldu. Herkes kendi payını götürmekten aciz kaldı... Ganimet malları Trabzon'a götürülüp uygun fiyata satıldı./.../... 6 Kasım 1647'de Erzurum toprağına ayak basıp... geldik... Defterdaroğlu efendimizin... otağına indik... Her sancak beyinden gaza malı ve armağanlar gelmeye başladı./ Önce Seydi Paşa'dan 150 Kazak güzeli, 11 Kazak hatmanı, 200 Megril tutsak, 150 köle, 40 okka gümüş avani, 100 cariye, bir katır yükü altın işlemeli sansar postu, 7 zırh vs. değerli eşyalar geldi" 227-231
*
20.7.2017-Ankara
Gördüklerinden daha çok "bildiklerini" yazmış gibi!
*
Bursa, Trabzon, Azak, Erzurum, Megrilistan seyahat ve seferleri anlatılmış!
*
İlginç.
Hoş.
Yer yer Harry Potter'ı anımsatan fantastik ifadeler olsa da, genelde, öğretici.
Düşündürücü de!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"EVLİYA ÇELEBİ/ 1611'de... doğdu. 1682'de, Mısır'dan dönerken yolda ya da İstanbul'da öldüğü sanılmaktadır" 5
-"Evliya Çelebi, belli bir süre içinde, özdeş zamanda geçen iki olayı, yerinde görmüş gibi anlatır; böylece zaman kavramını ortadan kaldırır" 7
-"Anadolu Türkiye halkı, aslında İshak oğlu Ays'ın soyundandır... ucu Yafes'e varır. Yafes, Ays'ın atasıdır. Bütün Anadolu boyları, ondan çıkarak Anadolu ülkesinde oturmuşlar. Anadolu ülkesine Türk sultanlardan ilk ayak basan, Selçuklulardır (21 Mayıs 1083-9 Mayıs 1084)" 18
-"Orhan Gazi... padişahlığı sırasında, yüce atalarımızdan Türk Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri, Horasan'da halifesi Hacı Bektaş Veli'yi, 300 dervişiyle Anadolu'ya gönderdi... Bunlar gelip Orhan Gazi'yle buluştular... Orhan Gazi'nin oğlu Gazi Süleyman Bey, 70 ulu erenin ve Hacı Bektaş Veli'nin izni, düşüncesi ve önlemiyle... kırk kara bahadırla birleşerek tulumdan sallar yaptılar... Rum ülkesine ayak bastılar... Dört yanı yağma edip cuma günü İpsala kalesini fethettiler.../ Oradan Gelibolu... Tekirdağı ve Silivri Kapısı'na kadar, o 40 kişi gece baskınları yapıp pek çok doyumluk ve tutsak aldılar" 18, 19
-"Yıldırım Beyazıt Han, İstanbul'un yarısını fethedip Edirne'ye yöneldi (3 Eylül 1399-21 Ağustos 1400). İran'da Timurlenk ortaya çıkarak 37 padişahı yanında yaya yürütüp hepsini emir kulu etti... Ankara Ovası'nda... savaşa başladı. O sırada, Yıldırım'a kırgınlığı olan eşkinci Tatarlardan 12.000 asker, Timur safına geçti. Bunlardan başka, nice bin ulufesiz derme çatma asker de vezirinin önlemsizliğiyle Timur'a bağlandı. Yıldırım Han... öyle kılıç çaldı ki, Tatarları üstüste yığdı. Ama sonunda, atı tökezledi... Tatar askeri... onu tutsak etti./... Çelebi Sultan Mehmet... Amasya dolayında yetişerek bir satır vurdu ki.../... babasının öcünü Timur'dan aldı" 21
-"Fatih'in İstanbul'u On Birinci Olarak Kuşatması/.../ İslam askeri arasında, 77 tane büyük eren vardı... Fatih, bunlardan yardım diledi ve:/-İstanbul devletinin yarısı sizin, yarısı İslam gazilerinin, dörtte biri benim olup, ganimet malıyla her birinize birer zaviye, ocak ve imaret, okul, medrese ve darülhadisler yapayım, diye söz verdi./ Bunun üzerine, bütün bilginler ve yüce kişiler toplanıp ordu içinde tellallar bağırtıldı.../.../ Kalede kuşatılan hilekar, 200.000 günahkar kafiri toplayıp..." 24, 25
-"300 Zeynettin Hafi dervişi, denize postlarını döşediler... denizin üzerinden yaya ve postları üzerinden geçtiler. Kafirler, kaleden bunu görünce, korkudan akılları başlarından gitti.../ Horos Dede... atamız Türk Hoca Ahmet Yesevi'nin dervişlerinden olup, Hacı Bektaş Veli'yle Horasan'dan geldi. Çok yaşlıydı. Fatih'le İstanbul'a gelirken, asker içinde, saatte bir kez horoz gibi ötüp, "Kalkın ey aymazlar!" derdi. İslam gazileri, onun için ona Horos Dede demiş" 29, 30
(Hacı Bektaş Veli Anadolu'ya ne zaman geldi ki?)
-"... bizim atamız 'Muhammet Hanefi Oğlu Ahmet Yesevi'ye varır... böyle yazılıdır" 31
-"Bütün İslam gazileri, gemilerdeki ganimet mallarını ve tutsakları deftere yazıp Allah emaneti olarak Fatih'e verdiler ve yine savaşa gittiler. Mallar ve tutsaklar şöyleydi: 3000 kese Takyanos filorisi, 1000 külçe halis altın, 2000 kese gümüş külçesi, yirmi gemide 8000 tutsak, 20 kaptan, 1 prens, Fransa kralının kızı, 1000 Müslüman kızı -ki kimi şerife kimi değil, her biri güneş gibi parlak kızlar- yüz binlerce silah ve savaş gereci./.../... o kral kızından da Sultan Beyazıt Veli doğdu" 35, 36
-"Önce Sultan Mehmet Ayasofya'ya girip nice rahipleri öldürdü... "İzim olsun." diye Ayasofya kubbesinin ta ortasına dört kanatlı bir ok attı. Mehmet Han'ın okunun izi hala gözükmektedir. Bir asker sol eliyle bir düşmanı öldürüp sağ elini kana buladıktan sonra, Sultan Mehmet'in huzurunda bir sıçrayarak elinin kızıl kanını bir ak mermere sürdü. Pençesinin nakşını oraya iz etti. Hala o kanlı solak pençesi... beş adam boyu yükseklikte gözükmektedir" 39
-"Süleyman Han'ın Beylerbeyileri/.../... Özdemir Paşa; Sultan Gavri'nin akrabası, Çerkez asıllı, cesur ve yiğitti" 50
-"Osman Paşa; Saray'dan çıktı. Çerkez asıllı, yarar adamdı. Nahçıvan seferine Şah ordusuna gece baskını yaptığı için, kendisine Erzurum eyaleti bağışlandı" 51
-"İskender Paşa; Bostancıbaşılıktan Anadolu valisi oldu. Çerkez'dir. Diyarbakır'da da 15 yıl valilik yaptı. Orada öldü" 52
-"Kırım... yarısı Osmanlı... 8 sancaktır... Çerkez Şifage..." 61
-"Bayram günü divanlarında, önce Tatar hanlarından biri, ondan sonra şeyhülislam ve öteki büyük bilginler, ondan sonra başvezir ve öteki vezirler padişahın elini öperlerdi" 73
-"Murat Han'ın Adetleri/ Kış, yaz her cuma gecesi bilginleri, şeyhleri ve hafızları toplayarak bilimsel konular üzerinde konuştururdu" 74
-"Sultan Beyazıt zamanında şeyhler:... Şeyh İbni Araf (Medine'nin Baki mezarlığında gömülüdür. Babası, Mısır Çerkez beylerindendir. Kendisi de saygın bir kişiyken dünya işlerinden geçip 70 yaşında Seyit Ali hizmetine girmiştir. Medine'nin şiddetli sıcaklarında, yirmi günde bir su içtiği dünyaca ünlüdür)" 79
-"Beyazıt Han zamanında şairler:... Figani (Karamanlıdır... Sonra asılmış. Bu da mahlasındaki "gayın" (g) asıl harfinin etkisidir. Çünkü önceden iki Figani daha gelmiş, biri asılmış, ötekinin de Tanrı'ya inanmıyor, diye derisini yüzmüşler)" 81
-"40 yaşına vardığımda, Keysudar Mehmet Efendi'nin bağışladığı baltayı taşıyarak 12 Nisan 1641'de Leh seferine gittim. Yağma ve çapul yerinde baltayı bir kapı halkasına geçirip ganimet malına tamah ederken, kafir bizi ansızın bastı. Çıplak olarak birer yaldak atla, hızla giderek 7 günde Kırım'a vardık. Ertesi yıl... Yağma ettiğimiz saray ayak bastık. Kapısına bir ok saplayıp Tatar yasasına göre kimsenin el koymamasını sağladım. 20 tutsak... ele geçirdim... balta nasıl koydumsa öyle duruyordu" 83
-"Hezarfen Ahmed Çelebi... Galata Kulesi'nin ta tepesinden, lodosla uçarak Üsküdar'da... indi. Murat Han, kendisine bir kese altın vererek:/-Bu adam pek korkulacak bir adamdır. Her ne istese, elinden geliyor. Böyle kişilerin kalması doğru değil, diyerek Cezayir'e sürdü. Orada öldü" 91
"Bursa/ Kalesini kimin yaptığı belli değil.../... çevre temelinde gözüken taşlardan her biri, hamam kubbesi kadar. Bu da gösteriyor ki, kale insanoğlu yapısı değil" 95, 96
-"Gazi Hüdavendigar (Şehit Murat Han Gazi) Camisi:... Hikayeye göre; bir gün Murat Han'ın bir doğanı, uçup tak üzerine konmuş. Murat Han her ne kadar doğanı çağırmışsa da gelmemiş. Gelme olasılığı olmadığını da anlayınca, öfkelenip "Kaskatı kal!" demiş. Ulu Tanrı'nın buyruğuyla o doğan tak üzerinde taş olup kalmış. Hala durur. Herkesin gözü önünde, bellidir" 102
-"Dil İskelesi... Denir ki; Orhan Gazi çağında dünyayı dolaşan bir derviş, buradaki gemicilere gelip:/-Oğullar! Beni karşıya geçirin, der. Onlar da geçirmeyip giderler. O derviş, hemen eteğine toprak doldurur. "Biz karşıya Ulu Tanrı'nın emriyle böyle geçeriz!" diye eteğinden toprağı denize döktükçe, deniz kara olur. Böylece geminin ardından yürü gider. Gemiciler.../... ekmeğimize engel olma... Bağışla diye yalvarırlar. O da 12.000 adım... sonra, gemiye girer" 118
-"Trabzon.../.../... Fetihten sonra, Mehmet Han burayı taht edinip para bastırmış, hutbe okutmuş. Üç yıl bu şehirde oturup kuzeyindeki Gürcistan, Megrilistan, Abazistan'ı egemenliği altına almış" 130, 131
-"Anapa Limanı'ndan Azak Savaşı'na Gidişimiz/.../... Azak'ın iskelesidir./ Burada, Kefe beylerbeyi Bekir Paşa, Çerkez kabilelerinden asker, Dağıstan yöneticisi Şamhal Sultan Mahmut da 40.000 seçme askerle 7000 araba getirmişti. Bu iskeleden, bütün mühimmatı arabayla Azak'a götürdüler. Bütün İslam gazileri... kuşattılar. Gece gündüz savaşa başladılar./.../... konuştular. Bahadır Giray Han'ı 70.000 atlısıyla Moskof Kralı'nın payitahtına kadar yağma etmeye gönderme kararını verdiler./.../ Tatar askerinin böyle ganimetle gelmesiyle öyle bolluk oldu ki, bir at bir kuruşa, bir genç kız beş kuruşa satıldı.../.../ Sonunda, asker kalenin alınamayacağını anlayıp genel oyla fetihten vazgeçerek... Bütün eyalet askerine izin verildi. Kimi karadan, kimi denizden gitti. Karadan gidenler 6 günde Kuban'a, oradan Çerkez iline, Taman Adası'na gittiler. Kimi de Heyhat Çölü'nün kuzeyindeki Çerkezistan'a gitti... ben... izin alıp Kırım Han'ıyla Kırım iline yöneldim" 135, 137, 142-144
-"Bahçesaray... bize bir konukevi bağışlandı... o yıl Kalgay Sultan, üç kez 80.000 askerle Moskof ülkesine çapul edip, vurup kırarak, beşer onar bin tutsakla, doyumluk malla Kırım'a geldi./ Bahar... Han'a çizme pahası 12.000 altınla Osmanlı hanedanının bir yarlığını getirdi. Bu yarlıkta:/ "... Azak Kalesi kuşatmasına hazır ol." deniyordu" 147
-"Kefe... Kale yapılırken, 7000 Tatar askeri Moskof ülkesine akın yapıp onar yirmişer bin tutsakla döndü. Her tutsağı onar kuruşa sattılar.../.../... Bahadır Giray Han'dan, İstanbul'a dönmek için izin aldım. Kir kese kuruş, üç tutsak, bir samur kürk, bir kat giysi bağışlandı... 14 tutsak ve kese mala sahip oldum. Trabzon'dan, Megrilistan ve Abaza'dan aldığım tutsaklarla 18 tutsağım oldu./.../... Karadeniz'in ortalarına vardık./... denizin içinde çalkalanıp durduk.../..../... gemiyi baştan yana iki parça edince.../... sandala atıldım.../.../... üçüncü gün öğle vakti bir dalga gelip sandalı devirdi. Ben de baş aşağı denize düştüm. Can korkusuyla... yardım diliyordum./ Birden, içime bir teselli doldu... Korkum geçti... Yüzerken... tahta... gördüm. Hemen bir çeviklik ederek... bindim... Sandaldaki arkadaşlarımdansa hiç haberim yoktu, yitmişlerdi.../... bindiğim tahtaya iki Gürcü köle, iki Çerkez kızı ve bir Rus köle yarasa kuşu gibi sarılmışlar... Rus... boğulup gitti. Dört tutsakla kaldım.../... üçüncü gün... kumların üzerine düşüğümü biliyorum.../.../... Tanrı'ya şükrettim... 18 tutsak bağışlayıp yine aldı. Candan ve dünyadan umut kesmişken, bu amansız denizin içinde dört tutsak bağışladı ki, her biri bin taneye bedel üstün, eşsiz köle ve cariyelerdi.../... Silistre... bağlarıymış... Tutsaklarımla bana bir hücre verdiler... Bektaşi dervişleriyle 8 ay, sağlığım düzelinceye dek içten konuşmalar yaptık... Kölelerimden biri bile, "Ben falanın satın aldığı kölesiyim." demeyip sanki benim candan kölemmiş gibi kaldılar" 149-156
-"Karacalar köyü... dediğinden dönmeyen inatçı Türkler, bir kütüğü kırk kez konuklarına satarlar" 165
-"Koyulhisar.../.../... Sultan Ahmet çağında, Özi Kazakları, Karadeniz'den çıkıp dağları aşarak, bu kalenin dışını yağma ederek kaçmışlar" 182
-"Doyran köyü... 100 evli, bayındır Ermeni köyüdür.../... Enderes köyü... 100 evli bayındır Ermeni köyü ve zeamettir./... Taban Ahmet Ağa Çiftliği adlı yere konduk. Çiftlik sahibi Ahmet Ağa, burada bize büyük bir şölen verip Paşa'ya bir küheylan sundu. Hizmetçilere 20 at, 3000 koyun, 7 katar katır, 7 katar maya yollu deve ve 10 kese akça da Paşa efendimize armağan etti. Öyle büyük bir ziyafetti ki dille anlatılamaz. 40 kese ve 70 devesi alınarak kaydedildi. Bana da bir atı nasip oldu" 183
-"Çavuşlar Kethüdası köyüne vardık... kethüdası büyük bir şölen verdi. Beş at, beş kese, beş Gürcü köle armağan getirdi" 186
-"Fatih... Uzun Hasan'ı 300.000 askeriyle Tercan Ovası'nda, 6 Ekim 1461'de bozmuş" 190
-"Abaza Paşa, Erzurum'da ansızın Celali olmuş. Bu iç kaleyi bir gece basıp bütün yeniçerileri kılıçtan geçirmiş... Abaza, Erzurum Kalesi'ne sahip olup, tam on yıl direnmiş. Yedi kez üzerine mühürle Serdar Çerkez Mehmet Paşa... daha nice serdarlar varmışlar ama elinden Erzurum'u kurtaramamışlar... Hüsrev Paşa... Abaza'yı, üstünde kefeniyle teslim olmak zorunda bırakmış. Onu, IV. Sultan Murat'a götürmüş. Suç defterleri yakılıp, suçu bağışlanmış. Sonra kendisine Bosna ve Budin, daha sonra da Özi Eyaleti bağışlanmış" 191
-"Erzurum.../ Paşa Sarayı, 110 tane kat kat oda, altlı üstlü divanhane ve köşk olup, cennet bahçesine benzeyen bahçesinde Tayyar Mehmet Paşa Köşkü ve Tekeli Paşa Köşkü var... Küçük Abaza Paşa Sarayı... vs.dir" 192
-"Eğerli Dağ... pis bir koku... Toprak, tencerede bulgur kaynar gibi fokur fokur kaynıyor. Ziftli, katranlı toprak.../.../... Erzurumlu Cafer Efendi adlı bilgin.../... Sakın... O mezarı bir daha ziyaret etme. Hz. Musa'nın ahıyla imansız gitmiş. Ona, Bel'am bin Ba'ur derler. Yüzyıllarca yaşamış... Mısır'ı bırakarak bu dağda oturmuş. Hala mezarı... leş gibi kokar" 199
-"... üç tane Kars... Biri Silifke'de Karataşlık Karsı, Maraş Karsı, biri de bu Kars" 201
-"Begümler köyü... 300 evli köydür. Halkı Ermeni ve Aznavur Gürcüsüdür" 209
-"Aras ve Zengimar ırmaklarının kuzeyinden kırk konak, Elbürz dağını aşıp Hazar Denizi'ne varıncaya dek Dağıstan ve Gürcistan sayılır" 210
-"Paşa; Erzurum, Maraş, Sivas eyaletlerine yarlığlarla kapıcıbaşlar gönderdi. Beni de... Tortum... beyi Seydi Ahmet Paşa'ya yolladı" 212
-"Karadeniz kıyısındaki Gönye Kalesi'ni Rus Kazaklarının ansızın bastıkları haberi Seydi Ahmet Paşa'ya geldi. Paşa, hemen zırhını giydi./-Din uğruna gaza ve şehitlik isteyen gelsin, diye tellal bağırttı... Az zamanda, 1000 kadar seçme, hafif asker toplandı./-Ardım sıra gelmeyenin vay haline, diyerek üç kez hep birden tekbir getirildi. Sonra kuzeye yöneldik... 3000 kadar... hayvana benzer Megril Aznavavurları, Gürcü ileri gelenleri geldiler. Koca Gazi Seydi Ahmet Paşa, her birine sözler verip gönüllerini aldı./... sabah... Gönye Kalesi'ne vardık. Gördük ki Kazaklar kaleye dolup haçlarla kalenin burçlarını, kulelerini süslemişler.../ Kazaklar kalede kuşatılıp kurtulmaktan umudu kesince, kudurup ateş etmeye başladılar... Kazaklardan bir bölük, bayrak açarak dışarı çıkıp Müslüman gazilere saldırdı. Ama Gazi Seydi Ahmet Paşa... Kazaklara öyle bir vurdu ki... kurtulamadılar... 200 Kazak tutsak edildi... Müslüman gazilerden 70 kadarı şehit düştü./ Seydi Ahmet Paşa... kapıcıbaşılarını Batum sancağına, asker çağırmaya gönderdi... Laz tayfaları... alay alay gelip Çoruh kıyısında durdular. Serdar Gazi, bunları dinlendirmeyerek:/-Koma karındaşlarım! Gayret sizindir. Din uğruna çalışın... diye Çerkezce bütün gazileri savaşa kışkırttı./ Onlar da dalgalar halinde... 70 kadar gazi şehitlik mertebesine erdi../ Bunun üzerine, Seydi Ahmet Paşa... merdivenlere korkusuzca saldırıp Tanrı adını anarak, naralar atarak örümcek gibi tırmanmaya başladı. Kalenin doğusundaki kule üzerinde iç ağalarıyla gözüküp, "Bre bırakmayın, yiğitlerim!" diye bağırınca, serdarlarını bu durumda gören Müslüman gaziler, yılana kara karınca üşer gibi kaleye üşüp saldırdılar... Sonunda, ikindide kale alınıp... ilk ezanı okumak bana nasip oldu" 219-221
-"... ikindide, denizde 40-50 tane Laz menkeslesi peyda oldu. Bunlar... kalenin... Osmanlı askeri olduğunu görünce, gerisin geriye gitmeye başladılar. Bunlar, kaledeki Kazaklara yardıma gelen asi Aznavurlarmış. Seydi Ahmet Paşa askerleri... kurşuna tuttular... 47 kayık alındı. İslam askeri, büyük doyumluk elde etti. İçindekiler tutsak edildi" 223
-"Seydi Ahmet Paşa.../-Bu Megrilistan, Trabzon Eyaleti'ne bağlı olup, bize yardım göndermesi gerekirken, Kazaklara yardım edip padişaha isyan ettiler... İslam askeri at üstünde hzırken, Megril kafirinden nasıl öç alalım ki şu kadar yol sıkıntısı çeken İslam askeri ganimet malıyla doyum olsunlar?/ İş danışmaya düşünce, Gürcistan yöneticisi Sefer Paşa da Megril tayfasına olan garezini meydana koymak için:/- Megril'e İslam askerinin yayasıyla atlısını birlikte saldırtalım. Bizim Ahıska, Gürcistan gazilerini kılavuz verelim. Onlar da gaza malından pay alsınlar, dedi.../ Gürcistan'a Baskınımız/... Sefer Paşa, Gürcistan askeriyle Megrilistan'ın Dıranya bucağını yağmaya başladı... Megril halkı, dağlara kaçtı... 700 tutsak alındı. Askerler doyum oldular... yedi yiğit şehit oldu. Baki Paşa da ganimetlerle zengin olup İslam ordusuna döndü./ İslam gazilerine izin verildi. Takım takım dağlara, bellere, sığınaklara üşüştüler... 70 Müslüman şehitlik şerbetini içti. 300 Megrili tutsak edilip, 700'ü de öldürüldü. İslam askeri ganimet ve nimete boğuldu. Savaşta tutsak edilen köle ve cariyeleri serdara teslim ettiler./... iki casus tutuldu.../- Biz, Megril beyi Japişhu'nun adamlarıyız... dediler... bize kılavuzlukedip zengin köyleri gösterdiler... Temres Han'ın ülkesine... girdik... 3000 gök demirli Gürcü yiğidi... gelip ordunun bir yanında durdu... Seydi Ahmet Paşa'ya armağanlarını sundu. Han oğlu'nun da incindiği Gürcü boyları varmış. İslam askerine kılavuzluk etti... bucakları fethedildi.../ Ketfaç Paşa kolu, iki güzel kız tutsak etmişti ki, örneği Şam'daki huri yüzlülerde bile bulunamaz... Seydi Ahmet Paşa, bunları Ketfaç Paşa'dan biner kuruşa satın alıp, diğer 20 kızla Sultan İbrahim Han'a gönderdi... Megril Beyi'nin amcası oğlu tutsak düşmüştü. 100 tutsak, 1000 baş hayvan, pek çok altın işlemeli mal vs. vererek kurtuldu./ Bu zaferli seferde bir sığır yarım kuruşa, bir koyun 5 akçaya satıldı. Bu sırada, Açıkbaş beyinden serdar Seydi Ahmet Paşa'ya 5 köle, 5 cariye armağan geldi. Paşa baana bir köle, bir cariye bağışladı./... Sonunda Gürcistan, Megrilistan baştan başa baş eğdi... Ordumuz, tutsağa ve ganimete boğuldu. Herkes kendi payını götürmekten aciz kaldı... Ganimet malları Trabzon'a götürülüp uygun fiyata satıldı./.../... 6 Kasım 1647'de Erzurum toprağına ayak basıp... geldik... Defterdaroğlu efendimizin... otağına indik... Her sancak beyinden gaza malı ve armağanlar gelmeye başladı./ Önce Seydi Paşa'dan 150 Kazak güzeli, 11 Kazak hatmanı, 200 Megril tutsak, 150 köle, 40 okka gümüş avani, 100 cariye, bir katır yükü altın işlemeli sansar postu, 7 zırh vs. değerli eşyalar geldi" 227-231
*
20.7.2017-Ankara
16 Temmuz 2017 Pazar
Amerikan Tanrıları
Neil Gaiman, Çeviri: Niran Elçi, 1. Baskı, Nisan 2011, İthaki Yayınları, İstanbul
Kitap, 5 tane "en iyi" ödülü almışmış, girişteki sayfada yazılanlara göre; yazar da, hayranlarınca "rock yıldızı" olarak görülmekteymiş.
*
Arka kapakta yazıldığına göre, Jonathan Carroll, "Amerikan Tanrıları bir tür mucize. Okunması gereken çok önemli bir kitap...", demişmiş.
*
Kitapta, Yunanlı, İskandinav, İrlandalı, Afrikalı, Arap, 14.000 yıl öncesi, "tanrı"lar, "yaşayan" ölüler, rüyalar, ve, daha başka şeyler, var!
Neredeyse, yok, yok!
Ve, bolca, fantezi!
Olur olmaz yerde küfürler de cabası!
*
Bu kadar ödül-övgü alan kitap nasılmış merakıyla, zorlanarak, sonuna kadar okudum.
Sevmedim!
O ödüllerin-övgülerin nedenini de hiç mi hiç anlayamadım!
Anlaşılan, sorun, bende!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Herodot da kim be?.../ Ölü bir Yunan.../ Son kız arkadaşım Yunandı... Ailesi amma da boktan şeyler yiyordu. Hayatta inanmazsın. Yaprağa sarılı pirinç. Öyle boktan şeyler" 16
-"... dilin bir virüs, dinin bir işletim sistemi, duaların ise boktan spamlar olduğunu söyle" 65
-"Laura.../... Sen öldün" 75
-"Odin'i anlattı, onun için kurban edilenler kadar yiğitçe ve asilce kendini kurban eden Her Şeyin Babası'nı. Dokuz gün... asılı kalmasını anlattı.../... bir yerli... Hiçbirinin, ozanlarının bile anlamadığı bir dilde konuşuyordu, ki ozan Herkül'ün sütunlarından geçen bir gemiye binmişti ve Akdeniz'deki herkesin konuştuğu tüccar dilini konuşabiliyordu" 79, 80 ve 101, 146
-"Çarşamba. İngilizcede çarşambanın karşılığı olan wednesday, Woden's day'den, yani 'Odin'in gününden gelir" 80-Dipnot
-"Özgür bir gündür cuma.2.../.../ 2) İngilizce karşılığı friday, Frigg's day'den, yani (Odin'in eşi) 'Frigg'in Günü'nden gelir" 82
-"... pervasızca oynadı... plan yapmak için duraksamadan hareket etti" 95
-"Özgürlük... cesetlerden oluşmuş bir şilte üzerinde becerilmesi gereken bir kaltaktır" 117
-"Burada, bu tanrısız yeni topraklardaki eski tanrılarız biz" 150
-"Amerika'da yeni tanrılar gelişiyor, gittikçe büyüyen inanç düğümlerine yapışıyorlar: kredi kartı ve otoyol tanrıları, internet ve telefon tanrıları, radyo, hastane ve televizyon tanrıları, plastik, çağrı cihazı ve neon tanrıları. Kibirli tanrılar, kendi yenilikleri ve önemleriyle kabarmış, şişman ve aptal yaratıklar./ "Bizim farkımızdalar, bizden korkuyorlar ve nefret ediyorlar," dedi Odin" 151
-"Eskiden burada demiryollarına tapınıyorlardı, ama göz açıp kapayana kadar geçti. Artık demir tanrıları da, zümrüt avcıları gibi unutuldu" 152
-"... bir an sonra dediklerinden tek bir şey hatırlıyorsa adam değildi" 155
-""Beni nasıl buldun?" diye sordu ölü eşine" 166
-""Tanrılar nedir?" diye sordu bizon adam" 176
-"Bugünlerde insanlar uzaylıları görüyor. O zamanlar da tanrıları görüyorlardı. Belki uzaylılar da beynin sağ tarafından geliyordur" 184
-"Bu Odin hakkında. İskandinav tanrısı... Bir Viking gemisinde... kral, Odin onlara rüzgar gönderir ve onları karaya ulaştırırsa adamlarından birini ona kurban edeceğini söylemiş... karaya ulaşmışlar... kimin kurban edileceğine karar vermek için kura çekmişler... kral çıkmış... temsili olarak asabileceklerini... düşünmüşler.../.../... Beyazların epey kaçık tanrıları var" 185
-"Ball'un televizyondan benimle konuşması..." 188
-"New York, Selim'i korkutuyordu" 194
-"Fuat, Selim'in kız kardeşinin kocasıydı" 195
-"New York'ta her şey çok basitti ve Selim Mekke'nin ne tarafta olduğunu her zaman biliyordu" 196
-""New York'ta çok cin var mı?" diye sordu Selim" 202
-""Ben dilekleri yerine getirmiyorum," diye fısıldadı ifrit... Selim'i... yatağa itti" 204
-"Ama sanayinin her dalında -ölüm bir sanayidir...- insan... para kazanır" 208
-"Japonların ilkel ırkı Ainuların dokuz bin sene önce Amerika'da olduğunu gösteren bir kafatası... kimin kimden geldiğini çözmeye çalışıp..." 212
-"Benim halkım, Nil ahalisi, testi testi tatlı suyun ve yeterince sabrın varsa, saz kayıkların okyanusu aşman için yeterli olduğunu erkenden keşfetmişti" 213
-"... ölüleri kendi bedenlerinde gerçekten geri getirmek..." 216
-"İki yüz sene olmuştur artık, evet. 1905 ve 1906'da San Francisco'dan kart attı. Sonra bir daha haber alamadık. Zavallı Horus ise..." 217
-"İhtiyarlıkla birlikte tüm savaşma gücünü kaybedersin. Sonra da ölürsün./.../... Eğer kötülüklerin bir tüyden daha ağır çekiyorsa, ruhunu ve kalbini Ruh Yiyici Ammit'e yedirirdik" 222
-"Kentucky Fried Chicken'in adını KFC'ye çevirdiklerini, çünkü artık gerçek tavuk satmadıklarını söylemişti. Genetiğiyle oynanmış bu mutant şeyler, kafasız bir kırkayağa benziyormuş ve yalnızca bacaklar, göğüsler ve kanatlardan oluşuyormuş. Borularla besleniyorlarmış. Adam hükümetin onların tavuk adını kullanmalarına izin vermediğini söyledi" 226
-"CIA'in Reader's Digest dergilerini dünyanın her yerindeki ofisleri için paravan olarak kullandığını ve dünyadaki bütün Reader's Digest ofislerinin aslında CIA olduğunu söylemişti" 227
-"Afyonun kitlelerin dini haline geldiği bir dünyadan uzağa" 236
-""Evet, orası doğru," diye içini çekti ölü adam" 239
-"İrlanda'daki tanrıların tarihini açıklamaya başladı; Galler'den, İspanya'dan ve kahrolası her yerden dalga dalga gelmelerini, gelen her dalganın bir önceki tanrıları trollere, perilere ve her tür boktan yaratığa dönüştürmesini, en sonunda Kutsal Ana Kilisesi'nin gelip de İrlanda'nın bütün tanrılarının, izin bile alınmadan, bir periye, bir azize ya da ölü bir Kral'a dönüşmesini anlattı.../ Bay İbis... kendisinin bir sanatçı olduğunu, hikayelerin gerçekçi yapılar olarak değil, yaratıcı yeniden yaratımlar, aslından daha doğru olacakları göz önünde bulundurularak ele alınması gerektiğini açıkladı" 242, 243
-"Gerçekten tehlikeli olan insanlar, yaptıkları şeyi yalnız ve yalnız, şüpheye yer bırakmayacak şekilde doğru şey olduğu için yaptıklarına inanan insanlardır" 249
-"Dürüst bir adamı her zaman kandırabilirsin" 251
-"Afrika tanrıları olmadan... beyaz gardiyanları asla alt edemeyeceklerini..." 354
-"O kemiğe dokunduğumda Kasaba adlı adamın zihnine girdim. Bir ajan. Bizden nefret ediyor" 365
-"Kahrolası Arnavutlar. Kim takar onları" 383
-"Tanrıları organize etmek kedileri sıraya dizmeye çalışmaktan farksız. Doğalarında organize olmak yok" 403
(?)
-"Hayatın bir oyun olduğuna, hayatın zalim bir şaka olduğuna, hayatın sen yaşarken olanlar olduğuna, bu yüzden arkana yaslanıp zevkini çıkarman gerektiğine inanıyorum.../.../ İnsanların öteden beri hayal ettiği bütün tanrıların bugün hala bizimle olduğuna inanır mıydın?/.../ Orada, dışarıda yeni tanrılar, bilgisayar, telefon tanrıları olduğuna, hepsinin dünyada her iki türe aynı anda yer olmadığını düşünüyor göründüğüne. Ve bir tür savaş çıkmasının olası olduğuna.../..../ Uzaylılara inanmak tanrılara inanmaktan daha kolay" 413, 414
-"Sözlerinizin bozulmak üzere verildiğini, yeminlerinizin dönülmek üzere edildiğini..." 427
-""İsveç, Uppsala'dasın," dedi adam... "Bin sene öncesinde."..." 454
-"Medya.../.../ "Seni ünlü edebiliriz, Gölge. Sana insanların neye inandıkları, ne dedikleri, ne giydikleri ve düşlediklerini etkileyebilecek güç veririz. Bir sonraki Cary Grant mı olmak istiyorsun? Bunu oldurabiliriz. Seni bir sonraki Beatles yapabiliriz."/.../... "her şeyi tersine de çevirebiliriz. Senin için kötüye gitmesini sağlayabiliriz. Sonsuza dek... bir Hitler olarak hatırlanırsın..."..." 461
-"İskandinav panteonu. İkimiz de İskandinav panteonundanız" 465
-"Bütün bunların hiçbiri aslında olmuyordu. Daha rahat etmenizi sağlayacaksa, bunu bir metafor olarak düşünebilirsiniz. Dinler, tanımları gereği, metafordur, ne de olsa: Tanrı bir düştür, bir umuttur, bir kadındır, istihza yapandır, bir babadır, bir şehirdir, çok odalı bir evdir, en değerli kronometresini çölde bırakmış bir saat imalatçısıdır, sizi seven biridir -hatta, belki, tüm kanıtlara rağmen, tuttuğunuz futbol takımının, ordunuzun, işinizin ya da evliliğinizin gelişip zenginleşmesinden, tüm diğer rakiplerini yenmesinden başka ilgi alanı olmayan semavi bir varlıktır./ Dinler, durup bakılacak, eyleme geçilecek yerlerdir, dünyaya bakabileceğiniz yüksek yerler./ Bu yüzden bunların hiçbiri olmuyordu" 530
-"Orada, Hiçbir Yer'de on dakika da kalmış olabilirdi, on bin sene de. Fark etmezdi: Zaman, artık ihtiyaç duymadığı bir şeydi" 532
-""Ben bir kültürel kahramanım," dedi. "Tanrıların yaptığı aynı pislikleri yapıyoruz, işleri daha fazla berbat ediyoruz ve kimse bize tapınmıyor. Bizim hakkımızda hikayeler anlatıyorlar, ama... bizi kötü gösteren hikayeler de anlatıyorlar."/.../... "Burası tanrılar için iyi bir ülke değil..."/.../... "... Amerika böyle işte. Tanrıların yetişmesi için iyi değil. Burada iyi büyümüyorlar. Onlar yaban pirinci bölgesinde yetişen avokadolara benziyorlar."..." 534, 535
-"Gölge beceriksizce gök gürültüsü kuşunun sırtına tırmandı. Bir şahinin sırtındaki fare gibi hissediyordu. Ağzında metalik, mavi bir ozon tadı vardı" 545, 546
-"Gerçekten de yürüyen bir cesetse, yeni ölmüştü" 547
-"Ben bir hayaletim, o da bir ceset, ama yine de biz kazandık. Oyun hileliydi" 557
-"'Ölene kadar hiç kimseye mutlu denemez.' Herodot" 569
*
Bir bütün olarak sevmediysem de, kitaptaki bazı ifadeler-tespitler, çok hoş, geldi, bana da.
17.7.2017-Ankara
Kitap, 5 tane "en iyi" ödülü almışmış, girişteki sayfada yazılanlara göre; yazar da, hayranlarınca "rock yıldızı" olarak görülmekteymiş.
*
Arka kapakta yazıldığına göre, Jonathan Carroll, "Amerikan Tanrıları bir tür mucize. Okunması gereken çok önemli bir kitap...", demişmiş.
*
Kitapta, Yunanlı, İskandinav, İrlandalı, Afrikalı, Arap, 14.000 yıl öncesi, "tanrı"lar, "yaşayan" ölüler, rüyalar, ve, daha başka şeyler, var!
Neredeyse, yok, yok!
Ve, bolca, fantezi!
Olur olmaz yerde küfürler de cabası!
*
Bu kadar ödül-övgü alan kitap nasılmış merakıyla, zorlanarak, sonuna kadar okudum.
Sevmedim!
O ödüllerin-övgülerin nedenini de hiç mi hiç anlayamadım!
Anlaşılan, sorun, bende!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Herodot da kim be?.../ Ölü bir Yunan.../ Son kız arkadaşım Yunandı... Ailesi amma da boktan şeyler yiyordu. Hayatta inanmazsın. Yaprağa sarılı pirinç. Öyle boktan şeyler" 16
-"... dilin bir virüs, dinin bir işletim sistemi, duaların ise boktan spamlar olduğunu söyle" 65
-"Laura.../... Sen öldün" 75
-"Odin'i anlattı, onun için kurban edilenler kadar yiğitçe ve asilce kendini kurban eden Her Şeyin Babası'nı. Dokuz gün... asılı kalmasını anlattı.../... bir yerli... Hiçbirinin, ozanlarının bile anlamadığı bir dilde konuşuyordu, ki ozan Herkül'ün sütunlarından geçen bir gemiye binmişti ve Akdeniz'deki herkesin konuştuğu tüccar dilini konuşabiliyordu" 79, 80 ve 101, 146
-"Çarşamba. İngilizcede çarşambanın karşılığı olan wednesday, Woden's day'den, yani 'Odin'in gününden gelir" 80-Dipnot
-"Özgür bir gündür cuma.2.../.../ 2) İngilizce karşılığı friday, Frigg's day'den, yani (Odin'in eşi) 'Frigg'in Günü'nden gelir" 82
-"... pervasızca oynadı... plan yapmak için duraksamadan hareket etti" 95
-"Özgürlük... cesetlerden oluşmuş bir şilte üzerinde becerilmesi gereken bir kaltaktır" 117
-"Burada, bu tanrısız yeni topraklardaki eski tanrılarız biz" 150
-"Amerika'da yeni tanrılar gelişiyor, gittikçe büyüyen inanç düğümlerine yapışıyorlar: kredi kartı ve otoyol tanrıları, internet ve telefon tanrıları, radyo, hastane ve televizyon tanrıları, plastik, çağrı cihazı ve neon tanrıları. Kibirli tanrılar, kendi yenilikleri ve önemleriyle kabarmış, şişman ve aptal yaratıklar./ "Bizim farkımızdalar, bizden korkuyorlar ve nefret ediyorlar," dedi Odin" 151
-"Eskiden burada demiryollarına tapınıyorlardı, ama göz açıp kapayana kadar geçti. Artık demir tanrıları da, zümrüt avcıları gibi unutuldu" 152
-"... bir an sonra dediklerinden tek bir şey hatırlıyorsa adam değildi" 155
-""Beni nasıl buldun?" diye sordu ölü eşine" 166
-""Tanrılar nedir?" diye sordu bizon adam" 176
-"Bugünlerde insanlar uzaylıları görüyor. O zamanlar da tanrıları görüyorlardı. Belki uzaylılar da beynin sağ tarafından geliyordur" 184
-"Bu Odin hakkında. İskandinav tanrısı... Bir Viking gemisinde... kral, Odin onlara rüzgar gönderir ve onları karaya ulaştırırsa adamlarından birini ona kurban edeceğini söylemiş... karaya ulaşmışlar... kimin kurban edileceğine karar vermek için kura çekmişler... kral çıkmış... temsili olarak asabileceklerini... düşünmüşler.../.../... Beyazların epey kaçık tanrıları var" 185
-"Ball'un televizyondan benimle konuşması..." 188
-"New York, Selim'i korkutuyordu" 194
-"Fuat, Selim'in kız kardeşinin kocasıydı" 195
-"New York'ta her şey çok basitti ve Selim Mekke'nin ne tarafta olduğunu her zaman biliyordu" 196
-""New York'ta çok cin var mı?" diye sordu Selim" 202
-""Ben dilekleri yerine getirmiyorum," diye fısıldadı ifrit... Selim'i... yatağa itti" 204
-"Ama sanayinin her dalında -ölüm bir sanayidir...- insan... para kazanır" 208
-"Japonların ilkel ırkı Ainuların dokuz bin sene önce Amerika'da olduğunu gösteren bir kafatası... kimin kimden geldiğini çözmeye çalışıp..." 212
-"Benim halkım, Nil ahalisi, testi testi tatlı suyun ve yeterince sabrın varsa, saz kayıkların okyanusu aşman için yeterli olduğunu erkenden keşfetmişti" 213
-"... ölüleri kendi bedenlerinde gerçekten geri getirmek..." 216
-"İki yüz sene olmuştur artık, evet. 1905 ve 1906'da San Francisco'dan kart attı. Sonra bir daha haber alamadık. Zavallı Horus ise..." 217
-"İhtiyarlıkla birlikte tüm savaşma gücünü kaybedersin. Sonra da ölürsün./.../... Eğer kötülüklerin bir tüyden daha ağır çekiyorsa, ruhunu ve kalbini Ruh Yiyici Ammit'e yedirirdik" 222
-"Kentucky Fried Chicken'in adını KFC'ye çevirdiklerini, çünkü artık gerçek tavuk satmadıklarını söylemişti. Genetiğiyle oynanmış bu mutant şeyler, kafasız bir kırkayağa benziyormuş ve yalnızca bacaklar, göğüsler ve kanatlardan oluşuyormuş. Borularla besleniyorlarmış. Adam hükümetin onların tavuk adını kullanmalarına izin vermediğini söyledi" 226
-"CIA'in Reader's Digest dergilerini dünyanın her yerindeki ofisleri için paravan olarak kullandığını ve dünyadaki bütün Reader's Digest ofislerinin aslında CIA olduğunu söylemişti" 227
-"Afyonun kitlelerin dini haline geldiği bir dünyadan uzağa" 236
-""Evet, orası doğru," diye içini çekti ölü adam" 239
-"İrlanda'daki tanrıların tarihini açıklamaya başladı; Galler'den, İspanya'dan ve kahrolası her yerden dalga dalga gelmelerini, gelen her dalganın bir önceki tanrıları trollere, perilere ve her tür boktan yaratığa dönüştürmesini, en sonunda Kutsal Ana Kilisesi'nin gelip de İrlanda'nın bütün tanrılarının, izin bile alınmadan, bir periye, bir azize ya da ölü bir Kral'a dönüşmesini anlattı.../ Bay İbis... kendisinin bir sanatçı olduğunu, hikayelerin gerçekçi yapılar olarak değil, yaratıcı yeniden yaratımlar, aslından daha doğru olacakları göz önünde bulundurularak ele alınması gerektiğini açıkladı" 242, 243
-"Gerçekten tehlikeli olan insanlar, yaptıkları şeyi yalnız ve yalnız, şüpheye yer bırakmayacak şekilde doğru şey olduğu için yaptıklarına inanan insanlardır" 249
-"Dürüst bir adamı her zaman kandırabilirsin" 251
-"Afrika tanrıları olmadan... beyaz gardiyanları asla alt edemeyeceklerini..." 354
-"O kemiğe dokunduğumda Kasaba adlı adamın zihnine girdim. Bir ajan. Bizden nefret ediyor" 365
-"Kahrolası Arnavutlar. Kim takar onları" 383
-"Tanrıları organize etmek kedileri sıraya dizmeye çalışmaktan farksız. Doğalarında organize olmak yok" 403
(?)
-"Hayatın bir oyun olduğuna, hayatın zalim bir şaka olduğuna, hayatın sen yaşarken olanlar olduğuna, bu yüzden arkana yaslanıp zevkini çıkarman gerektiğine inanıyorum.../.../ İnsanların öteden beri hayal ettiği bütün tanrıların bugün hala bizimle olduğuna inanır mıydın?/.../ Orada, dışarıda yeni tanrılar, bilgisayar, telefon tanrıları olduğuna, hepsinin dünyada her iki türe aynı anda yer olmadığını düşünüyor göründüğüne. Ve bir tür savaş çıkmasının olası olduğuna.../..../ Uzaylılara inanmak tanrılara inanmaktan daha kolay" 413, 414
-"Sözlerinizin bozulmak üzere verildiğini, yeminlerinizin dönülmek üzere edildiğini..." 427
-""İsveç, Uppsala'dasın," dedi adam... "Bin sene öncesinde."..." 454
-"Medya.../.../ "Seni ünlü edebiliriz, Gölge. Sana insanların neye inandıkları, ne dedikleri, ne giydikleri ve düşlediklerini etkileyebilecek güç veririz. Bir sonraki Cary Grant mı olmak istiyorsun? Bunu oldurabiliriz. Seni bir sonraki Beatles yapabiliriz."/.../... "her şeyi tersine de çevirebiliriz. Senin için kötüye gitmesini sağlayabiliriz. Sonsuza dek... bir Hitler olarak hatırlanırsın..."..." 461
-"İskandinav panteonu. İkimiz de İskandinav panteonundanız" 465
-"Bütün bunların hiçbiri aslında olmuyordu. Daha rahat etmenizi sağlayacaksa, bunu bir metafor olarak düşünebilirsiniz. Dinler, tanımları gereği, metafordur, ne de olsa: Tanrı bir düştür, bir umuttur, bir kadındır, istihza yapandır, bir babadır, bir şehirdir, çok odalı bir evdir, en değerli kronometresini çölde bırakmış bir saat imalatçısıdır, sizi seven biridir -hatta, belki, tüm kanıtlara rağmen, tuttuğunuz futbol takımının, ordunuzun, işinizin ya da evliliğinizin gelişip zenginleşmesinden, tüm diğer rakiplerini yenmesinden başka ilgi alanı olmayan semavi bir varlıktır./ Dinler, durup bakılacak, eyleme geçilecek yerlerdir, dünyaya bakabileceğiniz yüksek yerler./ Bu yüzden bunların hiçbiri olmuyordu" 530
-"Orada, Hiçbir Yer'de on dakika da kalmış olabilirdi, on bin sene de. Fark etmezdi: Zaman, artık ihtiyaç duymadığı bir şeydi" 532
-""Ben bir kültürel kahramanım," dedi. "Tanrıların yaptığı aynı pislikleri yapıyoruz, işleri daha fazla berbat ediyoruz ve kimse bize tapınmıyor. Bizim hakkımızda hikayeler anlatıyorlar, ama... bizi kötü gösteren hikayeler de anlatıyorlar."/.../... "Burası tanrılar için iyi bir ülke değil..."/.../... "... Amerika böyle işte. Tanrıların yetişmesi için iyi değil. Burada iyi büyümüyorlar. Onlar yaban pirinci bölgesinde yetişen avokadolara benziyorlar."..." 534, 535
-"Gölge beceriksizce gök gürültüsü kuşunun sırtına tırmandı. Bir şahinin sırtındaki fare gibi hissediyordu. Ağzında metalik, mavi bir ozon tadı vardı" 545, 546
-"Gerçekten de yürüyen bir cesetse, yeni ölmüştü" 547
-"Ben bir hayaletim, o da bir ceset, ama yine de biz kazandık. Oyun hileliydi" 557
-"'Ölene kadar hiç kimseye mutlu denemez.' Herodot" 569
*
Bir bütün olarak sevmediysem de, kitaptaki bazı ifadeler-tespitler, çok hoş, geldi, bana da.
17.7.2017-Ankara
7 Temmuz 2017 Cuma
BEDEN DİLİ VE HİTABET
Turgay Keskin, 1. Basım: Mart 2015, Tutku Yayınevi, Ankara
İ geçen yıl almıştı, ben yeni okudum.
*
İletişim konusunda birtakım önemli bilgiler var.
Özellikle 127. sayfadan sonraki 15 sayfalık bölüm ile Steve Jobs'un konuşmasının bir kısmının aktarıldığı bölüm, s. 162-166, bana, ilginç ve öğretici geldi; yararlandım!
*
Bazı kısımları için, olmasa da olurdu, dedim; ve, bu nitelikteki kısımlar, kitap olsun, sayfa dolsun, diye yazılmış, gibi, geldi bana!
*
7.7.2017-Ankara
İ geçen yıl almıştı, ben yeni okudum.
*
İletişim konusunda birtakım önemli bilgiler var.
Özellikle 127. sayfadan sonraki 15 sayfalık bölüm ile Steve Jobs'un konuşmasının bir kısmının aktarıldığı bölüm, s. 162-166, bana, ilginç ve öğretici geldi; yararlandım!
*
Bazı kısımları için, olmasa da olurdu, dedim; ve, bu nitelikteki kısımlar, kitap olsun, sayfa dolsun, diye yazılmış, gibi, geldi bana!
*
7.7.2017-Ankara
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)