4 Kasım 2017 Cumartesi

A'DAN Z'YE FELSEFE

Alexander Moseley, Çeviri: Ali Süha, 6. Baskı: Kasım 2014, NTV Yayınları, İstanbul






Çeşitli felsefeciler ve felsefi akımlar hakkında bilgi veriliyor.
Arka kapakta, "İnsanın dünyadaki varoluşuna dair çok sayıda felsefi sorunun cevabını merak edenlere herkesin anlayabileceği dilde yazılmış bir kaynak kitap" deniliyor.
Öğrendim.
Yararlandım.
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Akinolu Tommaso (1225-1274)/.../... etkili bir filozof ve teologdu. Çalışmaları, Augustinus'un yerini aldı ve Katolik Kilisesi'nin temel düşünüş tarzını değiştirdi... Augustinus düalistik Platonik felsefeyi Hıristiyanlıkla bütünleştirirken... Tommaso... Hıristiyanlığa Augustinus'ta eksik olan Aristotelesçi mantığı ve kavramsal çerçeveyi eklemek oldu./ Aslında Tommaso felsefe ile teoloji arasında temelli bir bölünme yaratmıştır... sonucu, düşünürlere aklı dünyaya uygulama konusunda bir gerekçe sağlamasıydı... bugün bilim diye andığımız çalışma alanı için zamanla Ortodoks kabul edilen ileriye doğru bir yol açtı. Bu arada Aristoteles'i öylesine sorgulanamaz bir felsefi konuma yükseltti ki, herhangi bir keşiş bu doktrinden uzaklaşırsa infazla karşılaşabilirdi./.../... "İnsanın kendisini ereğine doğru yöneltecek birine ihtiyacı vardır".../... Augustinus gibi o da zihnini kilisenin mihrabı önünde secdeye yatırır, hatta kurban eder. Böylelikle, kendi düşüncesinin olanaklarını da sınırlamış olur... özünde statükonun bir savunmasıdır... entelektüel özgürlük yönünde birtakım tohumlar..." 17, 22
-"Ampirizm doğuştan gelen bilgimiz olmadığı konusunda kesin bir yargıya sahiptir: Edindiğimiz her türlü bilgi duyularımızla aldığımız şeylerdir.../.../... Bazı düşünce tarihi uzmanları, ampirist geleneğin, Batı'nın Ortaçağı'nda gözleme dayanan bulguların görmezlikten gelinmesine tepki olarak geliştiği kanısındadır" 22, 23, 26
-"Aristoteles (MÖ 384-322)/... Platon ile birlikte, Batı felsefe geleneğinin, 13. yüzyılda Skolastik düşünceye akan ve hala önemini ve cazibesini sürdüren kaynaklarından biridir.../... Özel bir sevgiyle yaklaştığı biyolojiden hareketle bütün canlıların bir erek için var olduğu anlayışını geliştirdi... Bu akıl yürütme bilimsel düşünceye... Darwin'in ortaya çıkışına kadar hakim oldu.../.../ "Birinin emretmesi, ötekinin ise itaat etmesi hem gerekli hem de münasiptir... doğuştan öyle bölünmüştür, kimi yönetmek için, kimi yönetilmek için. (... Politika...)/.../... Platon yeteneğin çocuğun gelişmesiyle ortaya çıkacağı fikrini savunurken, Aristoteles yeteneğin en baştan var olduğunu ileri sürmektedir.../.../... felsefesi bize öğrencilerinin tuttuğu notlardan ulaşmıştır. Bu notlar... Romalı bir kitap koleksiyoncusunun bunları satın almasıyla gün yüzüne çıkmıştır! Ne var ki... Romalılarca hemen hemen görmezlikten gelindi... etkisi... Arap dünyasına göç edecek... Batı kanonunda gerçekten yeniden görülmesi 13. yüzyılın ortalarında, yapıtlarının Latince çevirisi dolaşıma girdiğinde olacaktı. Etkisi... düşünüş tarzını Katoliklik ile birleştiren... Tommaso'nun sayesinde büyük bir atılım yaptı... yapıtları bilimsel incelemeye ve gözleme uygun olsa da, Kilise... onu sorgulanamaz yüksekliklere yerleştirdi. Çalışmaları Kutsal Kitap ile aynı düzeyde düşünülüyordu... Aristoteles'i sorgulamak Ortaçağ'da sapkınlık olarak görülür oldu./ Epeyce kan aktıktan... sonra, 17. yüzyılda bilimsel araştırma nihayet dogmaya karşı savaşında galip geldi ve Aristoteles'in etkisi silindi... etik ve politik teorileri 19. ve 20. yüzyıllarda yeniden yükselişe geçiyordu... "erdem teorisi" yeniden canlanmıştır" 28, 31, 32, 34, 35
-"Augustinus (354-430)/... Hıristiyanlığı savunma çabası içinde... yaklaşmıştır" 38
-"Berkeley, George (1685-1753)/.../ Berkeley için, duyular dünyaya dolaysız biçimde erişmeyi sağlar, ama görme görülen nesneleri kesintili biçimde böler. Uzaktaki kule ona ulaştığımda dokunduğum kuleden farklı bir fiziksel biçime sahiptir. Bu ikisi Berkeley için farklı nesnelerdir. Locke kendi ampirizminin bu şekilde geliştirilmesi karşısında muhtemelen tereddüde düşerdi... her türlü duyusal bilgi konusundaki örtülü kuşkuculuğunu zihnin dışında var olan maddi nesnelerin yadsınmasına kadar genişletir./.../... Berkeley bir ampirist olarak (yani bilginin duyular aracılığıyla edinildiğine inanan biri), bir idealist olarak (duyuların nesneleri mutlak olarak zihne bağımlıdır) ve bir maddecilik karşıtı olarak (maddi hiçbir töz yoktur) tuhaf bir örnekti... ısrar eder: Fiziksel şeyler yoktur. Bu izlenimleri zihnimize kazıyan... ancak Tanrı olabilir./.../ Berkeley, David Hume'un Locke'ın felsefesine ilişkin bir savunmaya girişmesine yol açtı. Ama aynı zamanda Kant ve Hegel'in kişiliğinde Alman idealizmini de etkiledi" 45-48
-"Daha romantik düşünüş tarzlarında yeryüzü "gaia"dır, yani tanrısal bir özellik kazanan, kendi kendini düzenleyen bir varlık (Gaia, Yunanların yeryüzü tanrıçasıdır)..." 59
-"Descartes, Rene (1596-1650)/... İsveç Kraliçesine sabaha kadar özel felsefe dersleri vermekten dolayı zatürreden öldü.../... modern felsefenin ardındaki öncü düşünür olarak görülür.../ Başlangıçta... matematiğin sağladığı kesinlik... felsefeye yönelterek çağdaş felsefeyi (kendine göre) içinde olduğu skolastik bataklıktan çıkarmayı denedi. İkincisi, Kadim Yunan ve Roma metinlerinin yeniden keşfi, kuşkuculuğa dönüşü teşvik etmişti. Kuşkuculuk insanı, her türlü dogmatiğin itici veya kafa karıştırıcı bulduğu nihilist veya solipsist sonuçlara götürebileceğinden, ortaya bir tepki çıkmıştı. Bazı düşünürler bu durumla başa çıkabilmek için felsefeyi üzerine bina edebilecekleri sağlam bir temel yaratmaya çalışıyorlardı. İronik biçimde, kuşkuculuğu reddetme telaşı içinde Descartes'in geliştirdiği bazı argümanlar, kuşkucuların akıl yürütmelerini en uç noktalara taşıyarak kuşkucuların en sevdiği sorular haline gelmiştir.../.../... Descartes'a, a priori (önsel) akıl yürütmenin bilgiyi ortaya çıkartmakta en emin yolu oluşturduğuna inanan kişi anlamında rasyonalist denmiştir.../... amaç bilimleri matematiğin yöntemini izlemeye indirgemektir... hiçliğin varlığını kabul edemezdi. Bunun tek istisnası kendi zihniydi./.../... anatomi çalışmalarını destekliyordu... Ampirik araştırma yerine yeniden skolastik akıl yürütmeye geri dönecektir. Örneğin, vakumun olanaklılığını ve atomun varlığını reddediyordu... başka dünyaların varolamayacağını ileri sürüyordu.../.../... Zihninin bilgiyle nasıl uğraştığı konusunda kişisel bir serüvendir bu" 61, 62, 65-68
-"Determinizm her olayın kendinden önce gelen bir nedeni olduğu görüşüdür.../... kadercilikten ayrılması gerekir... Çünkü determinizm insan seçimini kabul ederek..." 68, 69
-"Wittgenstein gibi filozoflar için dil felsefi sorunların yüreğidir. Sözcüklerin belirsizliği... nice meselenin ortaya çıkmasına yol açar.../ Wittgenstein için dil, kurallarını içinde yaşadığımız toplumda öğrendiğimiz bir oyundur... dil... dünya görüşümüzü biçimlendirir.../.../ Anlamlar önemli midir?.../.../... "Güzelsin" demek, sözcüklerin güçlerine işaret eden bir dizi sonuç ve beklenti doğurur... Çoğu zaman bu biçimsiz kavramlardır ki felsefecilerin hayatını ya abat eder ya da zehir" 69, 70, 72
-"Din/.../ Tarihsel olarak bakıldığında, Batı'da kiliselerin yüzyıllar boyu sahip oldukları politik denetimden 17. yüzyıldan itibaren kurtulmaya başlayan modern filozoflar, teolojiyi önemsizleştirmeye yöneldiler, bazı bakımlardan Platon'un dine yönelttiği incelikli sorgulamaya geri dönmüş oldular: Şeyler, Tanrı bize onların iyi olduğunu söylediği için mi iyidir, yoksa kendi içlerinde mi?.../... kutsal metinler... metinler kavrama, odaklaşma, vurgu meseleleri ve çeviri sorunları ile karşı karşıyadır.../.../... bir baba olarak, çocukta günah bulmanın güç olduğu kanısındayım; ama başkalarına günahkarlıklarını hatırlatan ve bu yolla onların itaatini sağlayanlar için bunun ne kadar yararlı olduğunu görebiliyorum" 72-74
-"Düalizm/.../... Hegel ikiliklerin sahip olduğu içkin ivmenin zorunlu olarak aşılacağına inanıyordu. Bunların birbirine karşıtlığından bir sentez çıkar, bundan yeni bir biçim doğar, sonunda her şey tek bir varlığa indirgenir: Mutlak Tin" 74, 75
-"Politik açıdan, eğitim genellikle uysal ve her söyleneni kabul eden halkı kontrol etmek isteyenlerce kısıtlanır. Bu yüzdendir ki eğitim aynı zamanda farklı amaçlarla halka politik güç kazandırmanın bir aracı gibi de görülmüştür... Çocuklar hangi amaçla eğitilecek? Kilise'nin veya devletin itaatkar hizmetkarları olsunlar diye mi (Luther), iyi yurttaşlar olsunlar diye mi (Rousseau), erdemli bireyler olsunlar diye mi (Locke) yoksa mükemmeliyetin peşine düşsünler diye mi"79, 80
-"Fenomenoloji görünüşlerin araştırılmasıdır. Ama felsefeciler görünüşleri araştırıyoruz dediklerinde ne kastediyor olabilirler?.../... Ampiristler duyuların geçerli olduğunu ve algılanan şeylerin gerçek olması gerektiği, buna karşılık rasyonalistler yalnızca zihnin tümdengelim işlemlerinin anlamlı olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Fenomenolojistler bu tartışmada taraf tutmamayı tercih ederler" 101
-"Bentham... hayvanlar alemiyle... ortak bir zemin aramıştır: acı çekmenin ortaklığı" 111
-"Modern hedonistler, biyolojik teorilerden hareketle, acı-haz ilkesinin insanı koruyan bir özelliğe sahip olduğunu vurgularlar.../ Doğa insanlığı iki egemen efendinin yönetimine devretmiştir: acı ve haz (Bentham...)/... Toplumsal dayanışma ve bunun getirdiği yararlar temel içgüdüleri gemlemekten geçer. Kiniklerden Diyojen'in herkesin gözü önünde cinsel temasa girmeye yönelik egzibisyonizmi bile başarısızlığa uğramıştır... Rousseau, yapay adabımuaşeret kurallarının ahlaki değeri konusunda Diyojen'in kuşkuculuğunu çağrıştıran bir tavra sahipti, ama hazzın aktif ve pasif olabileceğini düşünüyordu: İlki dar anlamda biyolojik ve kimyasaldır, ikincisi ise yöneliş ve niyete bağlı olduğu için iradidir, o yüzden de ahlakidir"  114, 115
-"Hegel, Georg Wilhelm Friedrich (1770-1831)/... idealizmin et etkili sözcüsü ve felsefenin en yetenekli, en incelikli düşünürlerinden biri.../... Önce Amerikan Devrimi, ardından da Fransız Devrimi o gençken patlak verdi; Hegel Jena'dayken Napolyon işgali geldi. Fransız Devrimi'nde, birçok idealist genç aydın gibi o da "şanlı bir şafak" görüyordu. Ama daha sonra özgürlük uğrundaki bu isyan nahoş bir olay haline geldiğinde ve sonunda Napolyon'un imparatorluğuna dönüştüğünde... önce duyduğu heyecanı yitirecekti./.../... Hegel her varlığın kendi karşıtının zorunluluğunu içerdiğini ve bunun tersinin de doğru olduğunu söylemiştir.../.../... savaş Hegel için rasyoneldir.../... Marx, Hegel'in genel argümanlarını kabul edecek, ama dünyayı idealist bir biçimde ele almak yerine materyalist biçimde kavrayacaktır.../ Hegel'in felsefesi karikatürleştirilmiş, çarpıtılmış... aşağılanmış ve yüceltilmiştir" 116, 120-122
-"Dil Varlığın evidir. Onun içinde insan oturur. (Heidegger, Basic Writings, 217)..." 124
-"Hobbes, Thomas (1588-1679)/... İngiltere'nin ve Britanya'nın tarihinde insanın aklını durduracak kadar sıkıntılı ve devrimci bir dönemdi. Bu dönem İngiltere ve İskoçya Tahtlarının birleşmesini, 1640'larda Kraliyete karşı Püriten Devrimi'ni, Oliver Cromwell'in Protektorası altında 12 yıllık bir Cumhuriyetçi Commenwealth'i ve sonunda 1660'ta Monarşi'nin Restarasyonu'nu gördü.../.../ Doktrinin bastırılması yalnızca birleştirir ve çileden çıkartır, yani hem kötülüğü azdırır hem de doktrine zaten inanmış olanların gücünü arttırır. (Hobbes, Behemoth, b2)/ Devlete aşırı güç verilmesi ters tepebilir. Hayati önem taşıyan nokta, yönetilenlerin onayını kazanmaktır... egemen güç, yasaları keyfi biçimde hazırlayamaz" 125, 129
-"Modern idealistler dil temelli çalışarak dünya hakkında bildiğimizin bir dilsel yapı olduğunu söylerler... zihnimde yarattığım dünya konuştuğum dil ve içinden geldiğim kültür tarafından çerçevelenmiştir... Ama bizatihi dünyanın kendisini biz yaratmıyoruz. Biz dünyada yaşıyoruz. Sartre'ın dediği gibi, oraya fırlatılmışız" 139
-"Kant, Immanuel (1724-1804)/... hararetli dönem... Newtoncu bilim, Voltaire'in rasyonalist eleştirisi, Locke'çı ampirizm, Berkeley'ci idealizm ve Kartezyen kuşkuculuk ortalığı sarmıştı... yaşam aralığı, neredeyse... Rousseau ile çakışır; ancak ondan farklı olarak ömrü... Fransız Devrimi'ni ve Amerikan Ulusu'nun doğuşunu görmeye elverir... yaşamı, kasırganın içinde korunaklı sükunet adası gibidir; büyük bir girdabın orta yerinde, doğal olmayan bir dinginlik... fazlasıyla metodik bir insan ve düşünür idi./... Hume'u okuduktan sonra "entelektüel uykusundan uyandı" ve felsefeyi kavramaya, metafiziği kuşkuculuktan kurtarmaya girişti. Sonuç, ilk eleştirisi idi: Saf Aklın Eleştirisi./... rasyonalizme karşı zihnin anlama yetisinin sınırlı olduğunu ileri sürerken ampirizme karşı da zihnin algılanan şeye kendi yapılarını dayatması dolayısıyla nesnelerin tan olarak bilinemeyeceğini iddia ediyordu.../.../... Kant dürüstlüğün en iyi... olduğunu... beyan eder... Ahlak yasasına uyma ödevini yerine getirmemektense, bir insanın ölmesi evladır. Bu konuda pek az Kant'çı kendisini izlemiştir" 142, 143, 145
-"Kıta Avrupası Felsefesi/.../ Tarihsel olarak bakıldığında, 18. ve 19. yüzyıllarda milliyetçiliğin yükselmesinden önceki dönemde, aydınlar tipik olarak bir lingua franca (ortak dil) olan Latinceyi iyi biliyor, böylece birbirlerinin çalışmalarını izleyebiliyorlardı. Milliyetçilik Latincenin ulusal dil lehine ağırlığının azaltılmasını getirecekti. Bu da (genellikle geçici olarak) yenilikleri ve düşünceyi yalıtma yönünde bir etki yaratıyordu. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, İngilizce konuşulan dünya ile Kıta Avrupası felsefesi arsındaki bölünme... derinleşti" 148, 149
-"Leibniz, Gottfried Wilhelm (1646-1716)/... muazzam yeteneklerini sayısız disiplinde kullandı.../... Katolileri Protestanlarla birleştirmeyi denedi... Luthercilerle Calvincileri birleştirmeye çalıştı. Aynı zamanda birleşik bir Avrupa hayal ediyor... 17. yüzyılın korkunç savaşlarından sonra, birkaç düşünür bir nevi pax romana yaratmaya çaba gösterecekti... Saavaşlarını planlamakta olan Fransa Kralı XIV. Louis bu fikre hiç ilgi duymadı... Büyük (Deli) Petro da kayıtsız kaldı... Hayatının son yılı içinde Çin'in Konfüçyüsçüleriyle Katolikleri birleştirmeye çalışıyordu!/.../... Tanrı ahlaken mükemmeldir, o zaman onun evreni de öyle olmalıdır...mümkün olan bütün dünyaların en iyisi olmalıdır./ Voltaire'in Candide'de Leibniz'in bu görüşünü alaya alması ünlüdür" 157-159
-"Locke, John (1632-1704)/.../... kurulu düzen yanlısı muhafazakar bir konumdan radikal liberal bir konuma... geçecektir.../... kendini bireysel hakların daha derinden gerekçelendirilmesi uğraşına verecekti... bedenimiz üzerinde vazgeçilmez bir hakka sahip olduğumuzu belirtiyordu... mantığı özel mülkiyeti gerekçelendirme yönünde ilerliyordu.../ Birey kendi kendinin sahibidir ve emeği de kendisinindir, onu istediği gibi kullanma hakkına sahiptir. Ona... saldıran... savaş ilan etmiş demektir.../ Öyleyse, İnsanı Savaş durumuna sokan, şiddetin haksız kullanımıdır... (Locke, Second Treatise, paragraf 177)/.../... sık sık anarşinin sınırlarına kadar uzanır. Ama... bir devlet... ileri sürer. Bir kez devlet kurulduğunda insanlar demokrasi ya da çoğunluk yönetimi üzerinde anlaşmalıdır: Devlet ancak halkın rızası temelinde savunulabilir" 161-163
-"Mantık doğru akıl yürütmenin incelenmesidir.../ Mantık, hakikatleri ortaya koymaz... bütün yapabileceği, öncüllerinden hareketle sonuçlara ulaşmaktır" 167, 168
-"Marx, Hegel'in öğrencisiydi. Hegel onun kafasına tarihin, daha iyi bir yaşama doğru kaçınılmaz hareketi fikrini sokmuştu. Ama Marx, Hegel'in idealizmini reddederek diyalektik materyalizmi geliştiriyordu. Maddi varlıklar... çatışır... daha yüksek toplumsal düzeyler oluşturur... Marx buna Smith ve Ricardo'yu okuyarak öğrendiği iktisat teorisi temelinde bir adaletsizlik duygusunu ekliyordu... Smith'e göre bir ürünün fiyatı tam tamına onun üretimi için harcanmış olan emeğe bağlı olarak belirleniyordu./ Emek değer teorisi... Marx'ın felsefesinin... ihtiyacı yoksa da... Marksizmin siyasi yönlerine damgasını vurmuştur. Smith ve Ricardo'yu okuyan Marx'a göre, çalışaan bir işçi ürettiği mallarda bir mübadele değeri yaratır, ama çalışmayan kapitalist bunun belirli bir yüzdesini kendi karı için alır. Bunun anlamı kapitalistin... işçileri... sömürdüğüdür... Bu yaklaşımın ardında mübadele değerinin nesnel bir şey olduğu ve emek tarafından üretildiği anlayışı yatar... karşısında değerin kişilerin seçimlerinden ve malları önceliklendirmesinden kaynaklandığını ileri süren öznel değer teorisi vardır. İktisatçı Böhm-Bawerk Marx'ın teorisindeki sorunlara işaret ediyordu. Bir sanatçı düşünün: Tablosu... kimsenin zevkine uymuyor... Ludwig Mises gibileri ise iç içe geçen sınıflar sorununu gündeme getiriyordu. Üretim araçları satın alan işçi, kapitalist... mi olur?... Marxsist değer teorisinin karşılaştığı, belki de aşılamayacak birçok sorun vardır.../ Marksizmin üzerinde yükseldiği öteki ayaak, Hegel'in tarih anlayışından derlenmiş bir tarihselci vizyondur. Burada gelecek, sosyo-ekonomik evrimin doğasınca önceden belirlenmiştir... komünizmin zaferi kaçınılmazdır... Tarih ilerledikçe... sınıflar... üçe... ikiye... iner. Her bir durumda, ezilenlerin karşısında yer alan efendilerin sayısı azalır. Bunu izleyen mantıksal adım, efendilerin devrilmesi ve proleterlerin zaferidir... onun sistemine kuşkuyla yaklaşanlara göre Marx sadece görmek istediklerini görmüş, kendi fikirlerini destekleyen şeyleri abartmış, görüşlerine ters düşenleri ise görmezlikten gelmişti.../... Marx'ın çalışmalarında tarihselciliğin iki ayrı damarını bulmak mümkündür. Birincisi, gelecek kesin biçimde belirlenmiştir... devrim olacaktır... İkincisi... devrim ajitasyon ve... bilinci yükseltme yoluyla hızlandırılabilir. İlk versiyon akademisyenlere, ikinci versiyon ise sendika liderlerine ve idealist öğrencilere çekici gelir. Bu bölünme Marksizmi Marx'ın yaşadığı dönemde bile ikiye ayırmıştır. Anlatıldığına göre Karl ölüm döşeğinde belli belirsiz şöyle demiştir: "... (Ben Marksist değilim)". Ama hangi türden olduğunu bilmiyoruz" 175-178
-"Matematik/... sayı... bir zihinsel kurgu mu?/ Tohumlarını Platon'un atmış olduğu realizm sayıların bağımsız nesneler olarak var olduğunu ileri sürer... Bu tür felsefi düşünüş tarzı, matematik akıl yürütmeyi engelleyici bir etki yapmıştır. Örneğin sıfır erken dönem Batı düşünürleri için bir kabus olmuştur: "Hiçbir şey" nasıl var olabilirdi? Öyleyse sıfır, şeytanın sayısıydı. Gerçekten de sıfırın özellikleri tuhaftır. Hangi rakamı sıfırla, çarparsanız çarpın, o rakam ortadan kaybolur... Sıfır ve sonsuzluk, modern dönemde, Hobbes ve Descartes de dahil, en büyük filozofların bazıları tarafından reddedilmiştir. Bunlar var olmadığı söylenen bir şeyin gerçekliğini hayal edemiyorlardı. Bu yüzden, aynı zamanda boşluğun olanaklı olduğunu da yadsımışlardı./ Aristotelesçi yaklaşım Platon'un realizmini reddederek matematiği indirgemeci bir tarzda ele alır" 178, 179
-"Materyalizm (maddecilik)/ Materyalistler dünyanın tamamının doğasının maddi ya da fiziksel olduğuna inanırlar... İdealistlerin dünyanın maddiliğini reddettikleri gibi, materyalistler de dünyanın gayri maddiliğini yadsırlar. Her ikisi de dünyanın iki biçiminin birlikte var olabileceğini reddetmiş olur./ İlk materyalistler dünyayı... dört unsura (toprak, rüzgar, ateş, su) veya Çinlilerde beş unsura (bunlara tahta eklenir) ayırıyorlardı... evrenin bu temel unsurlar aracılığıyla betimlenmesi düalistler tarafından da kabul edilmişti.../ Ne var ki, materyalist bakış açısını gerekçelendirmek için kullanılan evrenin kimyasal açıklaması, aynı anda, fiziğin görünmez güçlerinin açıklanması dolayısıyla bir darbe yiyordu. Newton'un yerçekimi yasası... Faraday'ın elektrik üzerine yaptığı çalışma... Pauli dışlama ilkesi... Nihayet, uzay-zaman fiziksel midir? Einstein'ın teorisi uzay-zamanın hem kütle hem de hız tarafından bükülebileceğini söyler. Peki ama bükülen nedir?" 180, 181
-"Mill, John Stuart (1806-1873)/... liberal... faydacı bir felsefe... üç yaşında Yunancayı, sekiz yaşında Latinceyi öğrenmişti" 186
-"Nietzsche, Friedrich (1844-1900)/.../... çok ciddi şekilde kadın düşmanı oldu.../... dünyayı yöneten güçlü irade sahibi aristokrat erkekler... bunlar Übermensch'tirler, süpermendirler, üstün insandırlar.../.../ Nietzsche Hıristiyanlığı hayat karşıtı olarak görüyor, zayıf olanları yüceltmesini ve merhameti... en büyük tehlike olarak değerlendiriyor... şu sözü... "Tanrı öldü". Din kitlelere verilen bir sus payıdır ve erişilebilecek en yüksek insanlık biçimi olan aristokratik birlik ve güçlülük idealini zayıflatır.../... Moderniteyi içi boş ve zayıf bulur" 198, 199, 201, 202
-"Platon (MÖ 428-347)/... Sokrates'in öğrencisiydi...tarihin belirli dönemlerinde dini hiyerarşiler tarafından duayen kabul edilmiş, 2000 yıldan uzun bir süredir eğitime ve politikaya ilişkin bir dizi teorinin kaynağını oluşturmuş biridir.../... Peleponnes Savaşı'nın (MÖ 431-404) patlak vermesinden hemen sonra... doğdu... Atina'nın Ispartalılar tarafından yenilgiye uğratılmasına tanık oldu. Ardından, Atina'nın Otuz Oligark döneminde yaşadığı altüst oluşu ve despotizmi gördü. Sonra demokrasi yeniden kuruldu, Sokrates kent devleti tarafından MÖ 399'da idama mahkum edildi.../... Helenik dünyayı ve Mısır'ı dolaştı. Güney İtalya'da tanıştığı Orfik-Pitagorasçılar ona öteki dünyayı tanıttılar ya da ona ilişkin bir inanç geliştirmesini teşvik ettiler. Aynı zamanda matematiğe merak salmasına neden oldular. MÖ 386'da Atina'ya dönerek ilk üniversite olan Akademi'yi kurdu... insanları daha iyi yurttaşlar ve devlet adamları olarak yetiştirmek üzere tasarlanmıştı.../... yaklaşımı açısından analiz yöntemi hayati bir önem taşır... diyalektik... Bir hakikate çapraz sorgulama aracılığıyla adım adım yaklaşan bir süreç... Ancak... süreç iyi işlerse... doğru sonuçlardan... ziyade tutarlı bir inanç veya inançlar dizisine ulaşılır... Platonik düşünüş tarzının, aynen Platonik aşkta olduğu gibi, zihinle çok iç içe olmasına karşılık hayatla pek az bağı olmasını, felsefeyi pek yarasız bulan bilimcilerin baş belası münzevi "aydınlar"a bu kadar hitap etmesini.../ Platon'un felsefesinin her köşesine aklın kuşatıcı önemi sinmiştir... zihin sonuna kadar zorlanır... varlıklarda ciddi eksiklik... olduğu kanaatindedir... inandığı öteki dünyaya ait Form'lar veya İdea'lar... yansıması.../... felsefesinin temel direği... iki dünyanın varlığı... Duyumladığımız dünyanın katı formu ve... öldüğümüz zaman ulaşılabilir hale gelen dünyanın uhrevi formu. Bu, evren konusunda düalist bir teoridir... Bu da Platon'un ikinci temel felsefi fikrine taşır bizi: Ruhlarımız ebedidir... Pitagoras'ın ruhun yeniden doğumuna... ilişkin öğretisini benimsemiştir" 211-213
-"Popper, Karl Raimund (1902-1994)/... Viyana'da doğmuş... İngiltere'ye göç... /.../... tümevarım... İnsan ne kadar veri toplarsa toplasın, ilkenin doğruluğu hiçbir zaman kesin olamazdı, çünkü, Hume'un vurguladığı gibi, bir sonraki veri ilkeyle çelişebilirdi... ampirizm doğrulanabilirliğe değil... yanlışlanabilirliğe... yaslanmalıydı.../... Popper'in hedefinde Marksizm ve Freud'un psikanalizi vardı. Her iki teori de var olan veriler temelinde doğrulanamıyordu... daha önemlisi, bunlar yanlışlanamıyordu da. Bunun anlamı, bunların bilimsel birer teori sayılamayacağıydı./ Popper buradan... Platon, Hegel ve Marx'ın felsefi sistemlerinin... "açık toplum"a düşman olduklarını ileri sürüyordu. Bunların geleceğe şimdiden haritası çizilmiş bir şey olarak yaklaşan tarihselciliklerini reddediyordu: Tarih açık uçlu bir şey olmak zorundaydı" 216, 217
-"Rousseau, Jean-Jacques (1712-1778)/... renkli... mizah... bütünleştirici bir doktrine bağlı olmayan yetenekli bir denemeci... Güçlü ama meşruluğu pamuk ipliğine bağlı monarşilerin hakim olduğu bir dönemde cumhuriyetçi bir risale kaleme almıştır; aydınlar gittikçe daha çok ateizmi benimserken acabaTanrı'ya benden başka inanan kimse kaldı mı diye merak etmiştir; erkek çocuklar için ideal eğitim konusunda son derece etkili bir risalenin yazarı olduğu halde, kendi çocuklarını hayır kurumlarına emanet etmiştir; bireyin kendi iradesini halkın "genel irade"sine tabi kılması gerektiği fikrini savunurken, kızdırdığı otoritelerden hayatını korumak için firar etmiştir.../... Britanya'da sürgün yaşamış ve David Hume ile ahbaplık etmiştir... Baskıcı otoritelerden uzakta, kırsal bölgede yaşamaktan çok mutlu oluyordu... Zaman zaman küstah ve bencil olabiliyor.../... Emile adlı yapıtı bize çocuğun kendi eğilimlerine göre gelişmesi... zorlanmamalıdır.../.../... aydınlanma yoluyla ilerlemeyi reddediyordu... ilerleme... "asil vahşi"nin yaşam tarzına geri dönmekten geçiyordu./... mülkiyeti tanımamasıdır: Bu peri masalı dünyasında "senin ve benim" yoktur, aile de yoktur, ortak dil de, toplumsal herhangi bir şey de. Rousseau, insanı sağda solda dolaşır, kendi işine bakar halde tahayyül eder. Ta ki biri mülkiyet fikrini ortaya atana kadar... O andan itibaren çapulculara ve hırsızlara karşı korunma ihtiyacı doğar ve devlet gerekli hale gelir... savaşlara kapılmak da kaçınılmaz hale gelir.../.../... ele aldığı ilkel varoluş tarzı "doğa durumu" olarak bilinir. Bu, Hobbes ve Locke'ta rastladığımız bir felsefi araçtır... mülkiyetin icadından... doğan toplumsal basınç, insanları toplumsal sözleşme diye bilinen bir akit temelinde bir devlet kurmaya teşvik eder... Aristoteles tarafından yayılmış bir hatayı kabul ederek, bir insanın kazanması için bir başkasının kaybetmesinin gerekli olduğuna inanır. Rousseau bu fikri Montesquieu'da okumuş olabilir, ama bu, düşünceyi hep zora sokmuş olan talihsiz bir teoridir: Bunun alternatifi, ticarette bir insanın kazancının ötekinin yitirmesi anlamına gelmediği, onun da bir kazancı olduğudur... Günümüzde iktisadın yaygın olarak kabul gören bu ilkesi felsefi çevrelerde kolay kabul görmemiştir.../ Yine de, devlet "barışı korumak için en iyi hesaplanmış ve insanlığa en çok uyan şeydir"... yurttaşların hakları (Locke'ın teorisinde olduğu gibi) vazgeçilmez kalmamaktadır. Tersine, topluluğa devredilmektedir (Hobbes'un teorisinde ise devlete devredilir bunlar-aslında Rousseau'nun teorisi popülist bir Leviathan teorisidir)... Genel irade zorunlu olarak bir bütün olarak halkın iyiliğini ister... birey buna karşı çıkarsa onun "özgür olmaya zorlanması" gerekir. Orwel... hatırlatan bu... iddia ayak sürüyenin kendi hakiki çıkarını bilmediği fikrini içerir... en iyisi İsviçre'nin (özel olarak da Cenevre'nin) yönetildiği tarzdır.../... Devlet bir özgürlük rüyası gibi çıkar ortaya ama insanı köle haline getirir: "Herkes özgürlüğünü güvence alma umuduyla koşa koşa zincirlerine yöneldi.".../... "hareketsiz bir devlet ölür"... devletin evriminin devletler arasında savaşı teşvik edeceği... yine de bir dünya devleti teorisyeni olmadı... birleşik bir Avrupa... fikri saçma ve gerçekleşemez bularak elinin tersiyle itmiştir./... yapıtında huzursuz bir denge mevcuttur: Asil vahşinin... yerini devletin... getirdiği bir konformizm almıştır. Birey, devletin sağladığı barışı elde etmek için özgürlüğün bir yanını terk etmek zorundadır... Uluslararası ilişkilerin anarşisinin üstesinden gelinemez./... Kendisi Fransız Devrimi'nden de (pek uygun görünmüyor), daha sonraki isyanlardan da (daha uygun görünüyor) sorumlu tutulmuştur... bazı damarları aydın veya sanayi düşmanlığına cevaz verir" 227-234
-"... varlığımızın bir kişilik sürekliliği gösterdiği açıktır. Birçokları bunu, irademizin, düşüncemizin, duygularımızın ötesinde olan bir şey olarak ruh diye tanımlamaktan mutluluk duyar. Bu bize hayat verir. Genellikle rasyonel ve irrasyonel bileşenlerimiz olduğu söylenir. Aristoteles ruhu böyle, canlı şeyin (her canlının) hareket etmesini sağlayan töz ve enerji olarak tanımlar. Ruh gayri maddidir ama bedenle bitişiktir ve onsuz var olamaz. Buna karşılık Platon ruhun yalnızca ebedi olduğunu söylememiştir, ayrıca yeniden doğacağını belirtmiştir. Bu muhtemelen Doğu'dan (Hindistan'dan) kaynaklanan ve erken Helen düşünürleri ve Pitagorasçılaarın benimsediği mistik bir inançtır. En başta Budistler ve Hindular ruhun tekrar tekrar doğduğunu (samsara)... ileri sürerler. Hıristiyanlık reenkarnasyonu reddeder ama Platon'un ruhun Cennet olarak anılan başka bir aleme salındığına dair teorisine güçlü biçimde yaslanır. Dünyevi fiillerimizin cezalandırıldığı Cehennem daha sonraki bir ilavedir./ Aristoteles'in düşündüğü gibi öteki canlıların da ruhu var mıdır?.../... 19. yüzyıl... Ryle, ruhun yalnızca "makinedeki hayalet" olduğunu, zihnimizin... bir ürünü olduğunu ileri sürüyordu" 234-236
-"Russel, Bertrand (1872-1970)/.../... Russel'ın paradoksunu cisimleştiren berber... Bir köyün berberi, yalnızca kendileri tıraş olmayan adamları tıraş eder... Peki berberi kim tıraş eder?... kümenin kuralının ihlali... Aslında bu kendi kendine referans yapma paradoksu kadim bir konudur. Eubulides şu soruyu sormuştu: "Bir adam yalan söylediğini söylüyor. Bu söylediği doğru mudur, yalan mı?" Yani "yalan söylüyor" önermesi ancak yanlışsa doğrudur, doğruysa yanlıştır./ Paradokslar, doğru olduğu düşünülen argümanlarla üretilir; bunlardan geçerli bir sonuç türetilir.../... Russel'a göre, felsefeciler dil üzerinde yoğunlaşsalar ve bütünü parçalara bölerek kavramları kurucu öğelerine indirgeseler kavrayışımız ilerletilebilirdi.../... Mantıksal atomculuk adı verilen teori... tanışık olduğumuz şeyleri keşfedebileceğimizi ileri sürer./ Russel liberaldi ama politik açıdan elitistti. Zaman zaman, öjeni, ırkçılık ve sosyal mühendislik gibi akımlarla flört etti" 236-239
-"Sartre, Jean-Paul (1905-1980)/.../... bilinç... kendi-içindir (pour soi).../... Varlığın sadece olduğunu ileri sürmüştür. Varlığı, bilinçli olan kendi-için-Varlık ile bilinçli olmayan kendinde-Varlık olarak ayırmıştır.../... bilincin hiçliği kötü bir şey değildir. Özgürlüğü tam da burada bulur... Bir sonraki davranışım üzerinde tam bir kontrole sahibim... çünkü saf Varlık dışında fiziksel hiçbir şeye bağlı değildir./ İnsanlar "özgür olmaya mahkum" olmaktan hoşlanmazlar. Bu insana haddinden fazla sorumluluk yükler... karakterlerini belirleyenin toplum, Tanrı veya doğa olduğu düşüncesine sıkı sıkıya sarılırlar. Sartre... için "alçak"tır bunlar. Kurtuluş... "Özgürüm, ben seçiyorum"dur./.../ İki bilinç arasındaki ilişki bir savaş ilişkisidir... Hegel'in efendi-köle tezini süslemiştir.../.../... varoluşçuluğu (o zamanlar moda olan) Marksizm ile birleştirmeye çalışmıştır" 239-242
-"Savaş nedir?" 243
-"Sezgi, bir zamanlar bilinenin kavranmasıdır.../.../ Sezgi... entelektüel duygudaşlıktır. (Bergson...)..." 248, 249
-"Siyaset felsefesi birey ile başkaları arasındaki ilişkiyi inceler.../... Birey başkalarıyla nasıl ilişkilenmelidir?.../.../... ("her insanın başka her insana Düşman olduğu yerde" (Hobbes...)) ve savaş ve yağmaya dayalı yıkıcı bir kısır döngü harekete geçer. Öyleyse devlet... barışı savunmaya hazır olmalıdır... Müdahalenin ölçeği arttıkça, totaliter politikanın alanına gireriz: Devletin bireyin hayatının bütün yönlerini kontrol etmesi gerektiği anlayışıdır bu" 250, 251
-"Sokrates (MÖ 469-399)/... Batı felsefesine... damga vurmuştur... Kendisi yazılı hiçbir şey bırakmamıştır, ama Atina yurttaşları ile yaptığı konuşmalar Platon ve Ksenophanes gibi... kaydedilmiştir... düşüncelerinin Platon tarafından yorumlanmış hali felsefi analizde büyük ağırlığa sahiptir.../... bilgeliğinin cehaletine dayandığını fark etti.../... Sokrates'in kendi düşüncesinden kaynaklanan güçlü bir teoriye göre, insan bilerek yanlış davranamaz. Doğru olanın ne olduğunu bilen insan onu yapacaktır; bundan kaçış yoktur. Bu tür bir ahlaki determinizm Aristoteles tarafından çok safdil olduğu gerekçesiyle eleştirilmiştir.../... Sokrates'in güneşin maltında ne varsa her şeyi lafı saptırmadan araştırması bazılarını ona düşman edecekti... Atina gençliğini yozlaştırmakla... suçlamaya başladılar... İdamına karar verildi... kaçırılma konusunda yapılan önerileri reddediyordu. Çünkü, diyordu, hayatın mı ölümün mü daha iyi olduğunu ancak tanrılar bilebilir./... asil tavrı ve ölümü... Atinalıların... pişmanlık duymasına yol açtı... Davanın savcıları ya Atina'dan kaçtılar ya da kendi hayatlarına son verdiler. Biri de öldürüldü" 252-254
-"Spinoza, Benedict de (1632-1677)/.../... siyaset teorisi çağdaşı Hobbes'inkini hatırlatır: İnsanların çoğu kör tutkularının etkisinde olduğundan... güçlü bir devlet gerekir... ama düşünce özgürlüğüne müdahale etmemelidir. Spinoza ruhbanı, insanları korku ve boş inanç yoluyla manipüle etmekle suçluyordu. Ruhun ölümsüzlüğünü... reddediyordu. Aynı zamanda Kitab-ı Mukaddes'i bir metin olarak incelemeye başlamıştı. Sinagog... aforoz etti.../... "Özgür insan" kendini tutkuların iktidarından özgürleştirmiş olup kendi hayatını kontrol edebilen insandır" 254, 257
-"Stoacılık/ "Doğaya uygun yaşa!": Stoacıların düsturu budur" 258
-"Tanrı/... İnananlar... hatta hayatlarını Tanrı'larına feda ederler. Aslında, Tanrı'nın var olup olmadığından bağımsız olarak, Tanrı sözcüğünün kendisi binlerce yıl boyunca zihinleri, halkları ve kültürleri ortadan yarmıştır.../ Felsefeci, Tanrı hakkında düşünmeye nasıl başlar?... Bir zamanlar, kültürel ve siyasi nedenlerle, Tanrı'nın var olmadığını ispat yükü ateiste düşerken, bugün, özellikle Batı'da ispat yükü değişmiştir" 265, 266
-"Hegel ve özellikle Marx, tarihin genel bir panoraması temelinde tarihin, yaşanan olayları belirlediği söylenebilecek yasalarını bulmaya çalışmışlardır. Ama Popper... geleceğin açık uçlu olduğunu... ileri sürmüştür" 270
-"Varlık ya da olmak. İngilizcede iki sözcük aynıdır ve olmak İngilizcede geçişsiz bir fiildir. O yüzden de "I am" ("benim" veya "ben varım") tümcesini dilbilgisi bakımından kendine yeterli bir tümce olarak kurmak mümkündür" 273
-"Varoluşçuluk, Kierkegaard ile... Dostoyevski'nin yapıtlarından kaynaklanan, bireysel seçimin metafizik yükü üzerindeki vurgusu daha sonra... Marcel... Heidegger ve... Sartre'ın çalışmalarında verimli bir toprak bulan göreli olarak modern bir felsefedir" 278
-"Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sında Raskolnikov çok iyi planlanmış bir cinayet işler, ama sonra vicdanı peşini bırakmaz. Neden?.../.../... Smith vicdanı psikolojik olarak içimizde var olan tarafsız bir seyirci olarak tanımlıyordu. Bu seyirci, kişinin tarih çerçevesi içinde yetişiyor" 278, 279
-"Wittgenstein, Ludwig (1889-1951)/... Felsefi sorun diye bir şeyin olmadığı, yalnızca dilsel sorunların var olduğu yolundaki beyanı... güçlü yankılar yaratmıştır. Nietzsche'nin "Tanrı öldü"sü kadar güçlü değildir bu yankılar.../.../ Dünya hakkında nasıl bilgi ediniriz? Wittgenstein'a göre yalnızca dil aracılığıyla... dünyanın bir resmini de çizmelidir (resim dil teorisi)... dilin... gerçekliği temsil edebileceğine inanır.../ Dilimin sınırları dünyamın sınırları anlamına gelir. (W...)/... zorunluluk mantıksaldır... Zorunluluğu sözcükler arasındaki ilişki yaratır. Ama totolojiler (yani zorunlu olarak doğru olan şeyler) gerçekte hiçbir şey söylememektedir ve bu anlamda "manasız"dır.../.../... Dili incelemek... Neden? Bilgiyi güvence altına alabilmek için. Ama bu güvence kullandığım dile bağlıdır... Bir sözcüğü bir semboller kümesi olarak görebiliriz.../... solipsizmi felsefeden çıkarmaya çalışmıştır. Solipsist, yalnızca kendisinin var olduğuna inanandır: Geri kalan herkes onun hayal gücünün ürünüdür" 280-283
-""Zaman nedir?" diye sorar felsefeci. Değişimin ya da sürenin ölçümü, diye cevaplamıştır çoğunluk. "Ama kim için?" diye itiraz eder Einstein. Görelilik teorisi klasik mutlak zaman anlayışımızı paramparça etti, zamanın genişlemesi kavramını ortaya çıkardı.../... "şimdi" kavramı kendini biçimsiz bir mantıksal karmaşıklık olarak sunar. Şimdi önümüzde... devamlı kaybolmaktadır./.../... değişimin yokluğunun zamanın yokluğu anlamına geldiğini mi gösterir? Zaman algılaması yoksa zaman hala var olmaya devam etmekte midir? Bradley hayır der: Zaman tanımlanabilir ve gerçek değildir. Augustinus zamanı yalnızca zihinsel ve psikolojik olarak görürken... Kant zamanın bilincin zorunlu bir deneyimi olduğunu, bu kategoriyi dünyanın üzerine bizim yerleştirdiğimizi belirtir.../ Geçmiş ve gelecek gerçek midir?" 287-289
-"Zen'in ilk sözcüsü, iddiaya göre dokuz yılını bir duvara bakarak geçiren Bodhidharma idi (acaba... ihtiyaçlarını ne zaman gideriyordu?). Zen, Budizm'in meditasyonun (zezen) önemini vurgulayan bir koludur... Budistler için arzu... acının nedenidir. Arzuyu aşabilirsek benliğimizi yitiririz. Sartre'ın bilinci hiçlik olarak görmesi gibi, Budizm maddi benliğin bir yanılsama olduğuna inanır... Hakikatlerden ziyade görünüşleri görürüz... Budist düşünüş tarzının Batı'da güçlü yansımalarının... eski çağlarda ise muhtemelen Herakleitos ve Pitagoras aaracılığıyla geldiğini görüyoruz. Herakleitos'un memleketi Efes, doğu yollarına açık olan kozmopolit bir ticaret limanı idi. Herakleitos kendini dağlara sürgün ederek doğal yaşama döndü, sonunda da geri dönerek bir gübre yığını üzerinde oturmayı (ve orada ölmeyi) seçti./ Meditasyon, zihnin "hiç" üzerinde odaklaşması yoluyla bir aydınlanma haline erişilebileceğini ima eder. Din yönelişi olanlar için bu Buda'yı veya Tanrı'yı tanımaya giden yol olabilir" 290, 291
-""Düşünce dışında nerede varım?" diye sorarak devam eder düalist. Burada, Descartes'in Bohemya Prensesi Elisabeth'e belirttiği gibi, çok belirgin bir sorun doğar: Gayri maddi bir zihin maddi bir bedenin harekete geçmesine nasıl yol açar? Bugünün anatomi bilgisiyle dahi kas hareketini tetikleyen motor nöronlarını harekete geçirenin ne olduğunu düşündüğümüz zaman ortaya bir uçurum çıkmaktadır. Beyin lobundan gelen bir sinyalden kolun kaldırılmasına kadar her şeyi izleyebiliyoruz, ama sinyali başlatan nedir? Benlik, zihin, ruh, rsike-cevap olarak bütün bunlar önerilmiştir, ama bu gayri maddi varlık bir maddi varlık üzerinde nasıl etki yaratıyor?... uçurum hala durmaktadır... Ryle, "Makinedeki Hayalet" nerede, diye soruyordu./.../... işlevselci. Zihin yalnızca maddi dünya ile aynı kumaştan bir çalışan varlıktır. Bedeni çalıştıran yazılımdır. Ve burada yapılan beden-zihin ayrımı yalnızca açıklama amaçlıdır" 293-295
*
Zaman ve mekanda, geniş alanlara bakış, ve ilaveten, karşılaştırma-kıyaslama, öğretici-ufuk açıcı oluyor, gibi.


4.11.2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder