denemeler-makaleler-eski fotoğraflar
Süha Baytekin, 2017, Kuzgun Kitap, Bursa
Daha çok kişisel duygu ve düşünceler.
Bazı belgeler.
Temenniler.
Ve, hoş fotoğraflar.
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Sürgün/ Ne kadar da iç yakan bir kelime. Savrulacaksınız zoraki topraklara, dil bilmez, yol bilmez, üst yok, baş yok. Lanetli gemilere bin binecek yüz ineceksiniz... minik bedenleri... atmasınlar kapkara sulara diye ninniler söyleyeceksiniz./ Şiş naniy, şiş naniy/.../ Önce bağrına basacak insanlar sizi, sonra yavaş yavaş "Sürgün gelmiş bu" diyecekler, süzecekler şöyle bir, acıma ile karışık, "Huzurumuzu kaçıracaklar" bencilce kaygısı ve gizliden gizliye küçümseme gözlerinde. Ellerini uzatırken iyi niyetle birileri, başka eller söküp alacak bir şeyleri. Ölmeden önce öldürecek onurlu insanları muhtaç olma sızısı./ Sürülmekle bitmez sürgün, tekrar tekrar sürülürsünüz oradan oraya. Orası olmaz şuraya, şurası olmaz buraya... Ailenizin bir kısmı bir yere bir kısmı çook uzaklara. Darmadağın olursunuz... Belki de... görmeyecek, öldüler mi kaldılar mı bilmeyeceksiniz./.../ Sürgünün doğasındandır, sallanmaya başlar görünmeyen parmaklar gittiğiniz her yerde. "Bizim dilimizi konuş, bizim kıyafetlerimizi giy, bizim hayatımız, bizim adımız, bizim ülkemiz, bizim, bizim, bizim." ve "Bizim için öl."... mecburen öleceksiniz" 31, 32
-"YENİ CAMİ ÖNÜNDE KAFKASYALILAR/ Bu fotoğrafla ilgili Osmanlı arşivlerinde bir yazıda şöyle yazmaktadır; "Çerkesya'dan hicret edip önce salgın hastalıklar nedeni ile dersaadete sokulmayan, ancak, bir şekilde şehre giren Abdzek kabilesi mensubu Çerkeslerin, Yeni Cami önlerinde ve Tahtakale civarında bir çoğu çarıksız vaziyette yerlerde yattıkları, bu perişan görüntünün Osmanlı'ya hicret etmek isteyen diğer muhacirlere kötü örnek olacağından derhal bulundukları yerlerden toplanıp kırsal alanlara yerleştirilmelerine."..." 35
-"Türkiye diasporası Çerkesleri.../.../ Nereye kadar bu vurdumduymazlık, bu atalet, hatta korkaklık?" 41
-"... sürgünler ve göçler sırasında kendilerine sahip çıkacak yakınları bulunmayan sayısını tam bilemediğimiz çocuklar olmuştur.../ "Devlet, kimsesiz kalan çocukların, ortada bırakılıp perişan olmalarına ve köle tüccarlarının eline geçmesine sıcak bakmamıştı. Bunlar "hüccet" harcını ödeyen kişilere "evlatlık" olarak verilmeye başlandı. Muhacirin komisyonu erkek çocukları askeri mekteplere ve sanayi bölüklerine yerleştirirken kız çocuklarını talep eden ailelerin yanına verdi." (Ömer Şen...)/.../ Bu uygulamalar köleciliği "resmen" ortadan kaldırabilmek için evlatlık alma uygulamasının bilinçli bir devlet politikası olarak teşvik edildiğini göstermektedir. Böylece... ev içi köleciliği eleştirilerden uzak bir biçime dönüşerek kısmen de olsa varlığını sürdürebilmiştir. (Ferhunde Özbay...)" 42, 43
-"Evet... İnsanlık tarihinin en acımasız, en planlı sürgün ve soykırımlarından birine uğramış bir halkız.../ Evet... Sürgünün ardından affedilmez bir süreç olarak asimilasyonu da yaşamışız, hızını almış olsa da sinsi sinsi hala yaşıyoruz.../ Evet... Asimilasyonun dışında kendi içimizde de kültürel anlamda karmakarışık olmuş her şey. Dejenerasyonun pençesinde kıvranıyoruz.../ Evet... Hepimizin içinde derin bir yara, sürgün, soykırım ve asimilasyon. Elbette ki zaman zaman ağlayacağız, nefretimizi de haykıracağız" 45
-"Rus zulmüne karşı... şanlı bir mücadele.../ Meseleye başka devletler karışır, Osmanlı, İngiltere, İran, biraz geri planda Fransa, Almanya. Kirli pazarlıklar, türlü desise, Türkçülük karışır bir de meseleye, müridizm de cabası. Karşıda dev bir güç. Namert bir savaş, katliamlar. Sonuç "Yenilgi." 152 yıl önce. Daha doğru bir ifadeyle "Yenildik" der birileri. Kabullenirsiniz./ Merhametli Rusya "Topraklarınızı terk edin, size göstereceğimiz şahane yerlere dağılın ya da halifenin ülkesine gidin" lütfunda bulunur. Halifenin çığırtkan mollaları çoktan başlamışlardır zaten halkın arasında dolaşıp "Gelin kardeşlerim gelin, sizi mutlu, müreffeh bir hayat bekliyor din kardeşlerinizin ülkesinde" propogandaları yapmaktadır.../ Gelince de ölmeye başlarlar sefaletten, açlıktan, hastalıktan. Çocukları kaybolur, esir pazarlarında satıldıkları bile söylenir. Evlatlık verilir, o çocuklardan bir daha haber alınamaz... "Bir daha eskisi gibi bir araya gelemeyecek şekilde dağıtılarak iskana" azami itina gösterilir. Anlaşma böyledir./ Hep geri dönme umudu vardır sürülenlerde, öyle söylendiği gibi "Aman ne iyi ettik de geldik, nasıl da mutluyuz" diyen yoktur... yavaş yavaş entegrasyon kisveli asimilasyona teslim olurlar, kaybetmemek için direndikleri değerlerini yitirmeye başlarlar... asimilasyonu düşünecek halleri yoktur. Yaşamaktır en önemli dertleri ve gayeleri. Tekrar sürülmemek./... Yeni rejim gelir, ULUS DEVLET oluşturacağım der. Türkleştirme genelgeleri yayınlar, dili yasaklar, isimleri değiştirir, adınıza leke sürülür, zar zor 150 kişiye tamamlanan hainler listesi hazırlanır.../.../... dört temel Çerkes tipi ortaya çıkar./ "O ne? Hiç duymadım..." diyen.../ "Asimile olduk... Bir ben varım..." diyen kibirli.../ "Neyimiz eksik, mutlu mesut yaşıyoruz..." diyen.../ "Evet, çok yıprandık, çok şey kaybettik, ama hala ayaktayız..." diyen azimli.../.../ İşte Türkiye Diasporası Çerkeslerinin son derece muhtasar tarihi budur" 48-50
-"Şehzade Mustafa da, annesi Mahidevran Sultan Kabardey olduğu için "Çerkes Şehzade" ilan edilmişti.../.../ "... Halkların gelişmesinin ve devamlılığının "Kan" ile değil, aidiyet duygus, emek, kültür ve beraberlik ile mümkün olduğunu hala anlayamadık..."..." 59
-"Tek şey vardır devletler için "Çıkar.".../ Duygu ise halklar içindir.../ Malum devletlerin kirli oyunları ve çıkarları neticesinde halkımız bu topraklara geldi. Daha doğrusu gönderildi./ Yine devletin kifayetsiz sevgi merhamet elinden çok halkın samimi sevgi eli uzandı uzanabildiğince.../ Kardeş dediler başlangıçta, dindaş dediler, mücahit dediler el uzattılar Çerkeslere. Bir lokma ekmeklerini bölüştüler... Bazı olumsuzluklar da yaşandı belki, kolay değildi her iki halk için de./... bu ülke... için Türkler ve Çerkesler birlikte öldüler./ Bu ülke birlikte kuruldu.../.../ Bu ülke hepimizin" 63
-"19. yüzyılın ilk yarısında Çerkesya'yı ziyaret eden Prof. Dr. Karl Koch, Çerkeslerin dini inancından şu şekilde söz eder./ "Bir Çerkes ailesinde üç dinsel inanışa birden rastlamak mümkündür. Dede doğa güçlerine, ağaçlara taparken, baba Hıristiyan, oğul ise İslam dinine inanabilmektedir. En önemlisi ise bunlar arasında herhangi bir çatışma ve sürtüşme olmamasıdır."..." 71
-"Günümüzde halkımızın temel sorunu inançsızlıktır. Dini inanç değil... ORTAK BİR DAVAYA İNANMAK... elinden geleni yapma azminden söz ediyorum" 78
-"Elimize diken batsa suçlusu belli "Asimilasyon."/.../... Ama insan olmanın gerektirdiği değerlerdeki olumsuz değişimler dejenerasyondur. Yani yozlaşma" 84, 85
-"Suriye'de Latin harfleriyle basılan Adigece alfabenin Türkiye'ye girişini yasaklayan karar" 86
-"Bir de "entegrasyon" var; Sosyolojik anlamda, farklı halkların kendi kültürlerini yitirmeden bir bütün oluşturması... Ama entegrasyon görünümlü asimilasyon yaşanır genellikle./.../ Cumhuriyetin ilk yıllarında... Dönemin yönetiminin idealleri doğrultusunda yalnız Çerkesler değil tüm etnik gruplara yönelik asimilasyon girişimlerinde bulunulmuştur. Malum nedenlerle de Çerkesler özellikle hedefe konmuştur.../... asimile etme girişimleri ve çabalarının süreç içinde bir tür teslimiyete ve asimile olmaya dönüştüğünü görüyoruz.../.../... Son zamanlarda hepimiz duymuyor, okumuyor muyuz "Yediğimiz kap" yüz kızartıcı ifadesini..." 87, 90
-"1930'da valiliklere gönderilen "TÜRKLEŞTİRME" GENELGESİNDEN BİR BÖLÜM.../.../ "XII. Kıyafetin, şarkıların, oyunların, düğün ve cemiyet adet ve ananelerinin de milliyet ve ırk hislerini daima uyanık tutan ve cemaatleri mazilerine (Topluluıkları geçmişlerine) bağlayan rabıtalar (bağlar) olduğu unutulmamalı, binaenaleyh lehçeyle beraber bu gibi aykırı adetleri de fena ve zararlı görmek bilhassa kötü göstermek ve hiç bir surette targib ve teşci edilmeyerek (rağbet edilerek yüceltilmeyerek) adi ve ibtidai mahiyetleri (basit ve ilkel nitelikleri) her vesile ile teşhir olunarak tahbih ve ta'yip edilmeli (kötülenip ayıplanmalı), o lehçeyi konuşan zümrelere mensup fertlerin ve ailelerinin isim ve lakaplarını Türkçeleştirmek, nüfustaki kayıtlarını ve künyelerini fırsat düştükçe tashih etmek ve kendilerine hiçbir surette mesela Boşnak, Çerkes, Laz, Kürt, Abaza, Gürcü, Türkmen, Tatar, Afşar, Pomak lakabı vermemek, köylerinin o lehçedeki isimlerini değiştirmek ve mesela Çerkes köyü ve saire gibi ayrılıklara müsaade etmemek ve ettirmemek ve kendilerini ve yerlileri buna alıştırmak, evlerinde ve aralarında Türkçe konuşturmak ve öz yüreklerinden kendilerine Türkim dedirtmek, hülasa dillerini, adetlerini ve dileklerini Türk yapmak, Türkün tarihine ve bahtına bağlamak, her Türk'e teveccüh eden milli ve mühim bir vazifedir."/ 2 TEMMUZ 1934 TARİHİNDE YÜRÜRLÜĞE GİREN "SOYADI KANUNU"..." 91, 92
-"Dejenerasyonun tek olmasa da en büyük suçlusu... biziz..." 101
-"Belli bir dönemde asimilasyon politikası uygulanmışsa demokrasiden söz edilemeyecek bir ülkede... Artık yapılması gereken tek şey, bir kenara çekilip hedefteki halkın kendi kendisini yok etmesini beklemekten ibarettir.../.../... Çerkesler birkaç kültürde asimilasyon yaşıyorlar./ Bunun yanı sıra kendi kültürleri içinde dejenere oluyorlar/.../ ateşlenmiş olan fitili "birlik olup" koparmazsanız, dinamit patlayana kadar... sürüp gidecektir bu durum" 105
-"YÜZYILIN SİLAHI ALGI OPERASYONU VE ÇERKESLER/ Algı operasyonu ve toplum mühendisliği... Sosyo-psikolojik manipülasyon olarak da adlandırılıyor./... büyük bir etkiye sahip./ Düşünmeden karar veren insanların seçimlerini etkilemek adına yapılan çalışmaların bütünüdür algı operasyonu.../ Algı operasyonunda kelimeler çok önemlidir. Kelimeler tehlikeli bir silaha dönüşebilir" 106
-"Öğrenilmiş çaresizlik, kişinin herhangi bir durumda çok sayıda başarısızlığa uğrayarak, o konuda bir daha asla başarıya ulaşamayacağına inandığı zihin durumudur" 110
-"Karaçaylar "Töre" Çeçenler "Ghıllık," Kumuklar "Kılık," Osetler "Iğdav" adını verirler Xabze'ye" 112
-"SAYGI.../ Bundan sonra her geleneğimizin ruhunu sorgulayacağım" 118
-"Geçmişte olanı anlatırız.../.../... biri çıkar.../.../ Diyebilir.../ ... inanmıyorum. Kendim de dahil, bizde varmış gibi söylediğimiz çok şeyin, olduğunu kesinlikle düşünmüyorum./.../ Anlattığımız, yazdığımız çok şeyin göstermelik bir özlemden veya gereklilikten kaynaklandığını düşünüyor ve birçoğunu da samimi bulmuyorum" 121
-"Olmasını istediğimiz veya olması gerekeni söyleyip tam tersini yapmak gibi bir çıkmazın içindeyiz" 122
-"Özetle, kültür bugün çoğumuzun yeterli gördüğü gibi yalnızca veya daha çok şekilden ibaret bir kavram değil, ruh ve şeklin uyum içerisinde olmasıyla belirginleşen, anlam ve süreklilik kazanan bir kavramdır" 126
-"Kadim Çerkes inançları doğa ekseninde oluşturulmuştur. Kutsallık saygının en yüceltilmiş şeklidir diyebiliriz./ Adiğe'nin anlamı "Kutsal güneşin çocukları" dır./ Kafkaslar ile bağlantılı görülen Amazonlar "Kutsal Ay'ın kızları" dır. Amaze'den türeme" 144
-"Çerkes kadını hakkında da çok şey anlatmıştır bu seyyahlar... Bundan dolayı olsa gerek bir dönem Avrupa'da "Taklit Çerkes kadınları" modası başlamıştır. Çok da komik olmuştur./.../ Necmettin Karaerkek diyor ki;/ "İsviçre'de kadınların seçme ve seçilme haklarını 1920'lerde aldığı, 1960'lı yıllarda kadınların hala Paris Borsası'na girmesinin yasak olduğu düşünülürse, eğerleri altın üzengili Abhaz Kızları'ndan bahseden 18. yüzyıl Fransız seyyahlarının derin hayranlığını anlamak mümkündür."..." 154
-"BRİTİSH MUSEUMDA BULUNAN BİR ÇERKES BETİMLEMESİ/ 1750 TARİHLİ" 156
-"Bir yazımızda "Osmanlı İmparatorluğunun" "Çerkes Sultanlar Dönemi" olarak tanımlayabileceğimiz 1. Abdülmecid'den çöküşe kadar olan son dönemini dikkate almazsak, (Bu dönemde 70'den fazla Çerkes Kadınefendi ve Hanımefendi sayabiliyoruz.) Çerkes kızlarının sarayda giderek sayılarının artmaya başladığı yükseliş döneminde kadının adı yoktur... kadınların kaçırılması... satılması... yasal ve doğaldır./ Fakat nedense yıllardır daha çok, gerek gelenekler, gerekse kişilik özellikleri açısından bugün bile rastlayamayacağımız erotik, hatta pornografik yüklemelerle Çerkes kızlarının, aileleri tarafından satıldığından, köleliğinden ve adeta "sadece ve profesyonel cariye" olduklarından dem vurulur. Başka halklardan bir çok asil genç kız köle tüccarları tarafından kaçırılarak saraya cariye olarak gönderilirken onlardan söz edilmez" 177, 178
-"Osmanlı'nın özellikle yükseliş dönemiyle başlayarak... "Saraylı Çerkes Kızları" vardır. "TIPKI BAŞKA HALKLARDAN OLDUĞU GİBİ."/.../ Ama mesela Mahidevran Sultan asil bir aileye mensup olduğundan köle olarak alınmamış veya satılmamış, doğrudan Hafsa Valide Sultan tarafından, akrabalık münasebetleri de bulunması hasebiyle, Kanuni'ye eş olarak yetiştirilmek üzere himayesine alınmıştır" 188
-"FATMA GÜLÜSTÜ KADINEFENDİ, (D. 1831, ABHAZYA-Ö. MAYIS 1861, İSTANBUL), SON OSMANLI PADİŞAHI MEHMET VAHİDETTİN'İN ANNESİ VE SULTAN ABDÜLMECİT'İN EŞLERİNDEN BİRİYDİ. ABHAZ ASILLIYDI VE SON ABHAZ KRAL HANEDANI OLAN ÇAÇBA-ŞERVAŞİDZE'LERE MENSUPTU... 1854 YILINDA POLİTİK SEBEPLERDEN DOLAYI SULTAN ABDÜLMECİD'İN EŞİ OLDU" 189
-"PRENSES LEYLA GÜLEFŞAN AÇBA-ANÇABADZE (10 AĞUSTOS 1898-6 KASIM 1931)... ABHAZ-GÜRCÜ PRENSESİ... KIZI OLARAK DÜNYAYA GELDİ. AİLESİ KAFKASYA ARİSTOKRASİSİNE MENSUPTU. OSMANLI HANEDANI İLE TEYZESİ PEYVESTE HANIM VE KUZİNİ FATMA PESEND HANIM TARAFINDAN AKRABA İDİ. BU YÜZDEN 1919 SENESİNDE SULTAN VI. MEHMET HAN'IN İLK EŞİ EMİNE NAZİKEDA KADINEFENDİ'NİN NEDİMESİ OLDU. KADINEFENDİ'YEE OSMANLI HANEDANI'NIN 1924 YILINDA SÜRGÜNE GÖNDERİLMESİNE KADAR HİZMET ETTİ" 190
-"Çerkes kızlarının saraya köle olarak satılması meselesi incelenirken Çerkes geleneklerini ve kadim kurallarını da dikkate almak gerekir. Her Çerkes kızı ailenin rızası ile de olsa saraya satılamaz ya da her aile kızını saraya köle olarak SATMAZ, yani Çerkeslerin çoğunluğu bir in cahilce ve cinsel süslemelerle bezeyip ileri sürdüğü gibi, geleneklerine göre çok değerli olan kızlarını köle olarak satıp dünyalık edinme peşinde asla olamazlar. Ne yazık ki kızlarını satan ailelerin, Çerkes kültürüne uzak olmayanların anlayabilecekleri, genellikle ORTAK BİR ÖZELLİĞİ BULUNMAKTADIR. Şöyle bir değinip geçecek olursak, Çerkeslerin katı toplumsal hiyerarşik yapısında belli kademelerdeki ailelerin ve daha çok aslen Çerkes olmayıp "Çerkesleşmiş" ailelerin kızları köle olarak satılmaktadır saraya... O kızların çoğu da... bugünkü gibi sigortalı, maaşlı çalışma şekli olmadığından, saray hizmetleri için verilmektedirler ve saray hizmetlerinde çalışan herkesin adı "Köle"dir, Sadrazamların çoğunun olduğu gibi./... belirli bir süre görev yaptıktan sonra azad edilmekte, tazminatı ödenmekte, bir anlamda hizmet akitleri sona ermektedir. Kölelerin kahir ekseriyeti de bu statüde yer alır.../... Herkes kaçırılır ama Çerkesler kızlarını satar....???? Bir de deyim yerindeyse Çerkes diye "yutturulan" köleler vardır ki o meseleye hiç girmeyelim./ Devlet memuriyetlerinde önemli kademelerde bu Çerkes Sultanlar'ın erkek kardeşlerinin veya yakın akrabalarının yer almaya başladıkları görülür. Bu dönemde "Saraydaki Çerkes Kızlarından" köle olarak satın alınan veya hediye edilenler olsa da, önemli bir kısmı da sultanlardan birinin akrabalarıdır veya onun himayesinde yetiştirilen, özel eğitim verilerek devlet ileri gelenleri ya da saygın kişilerle evlendirilen kızlardır ve köle statüsünde değildir. Bir yandan da Valide Sultanların, Kadınefendilerin, Hanımefendilerin "Can yoldaşı" dır soylu ailelerden gelen bir kısmı. Ne yazık ki önyargılarımız ve hayallerimiz, bu Saraylı Çerkesleri de haremde salınan köleler gibi yansıtır dış dünyamıza./ Soylu Çerkes kızları, her Çerkes kızı gibi, genetik olarak nezaket, güzellik, asalet, saygılı ve medeni olmak gibi özellikler taşımaktadırlar. Sarayda okuma yazma, musiki, saray adabını öğrenirler. Gün gelince... evlendirilirler... saygın bir konumda hayatlarını devam ettirirler, neredeyse aile ferdi olarak kabul edilirler. Kendilerine Kadınefendiler "Kızımız" derler./.../ Osmanlı'nın son dönemleri, genel algıların değişmeye başladığı, Çerkes Sultanlar dönemidir. Gerek soylularla evlenme eğilimi ve Kadınefendilerin, Hanımefendilerin etkisi, gerekse siyasi nedenlerle hemen hemen her padişahın Çerkes eşleri bulunmaktadır. 1. Abdülmecid'ten itibaren çöküşe kadar yaklaşık yetmiş Kadınefendi ve Hanımefendi sayabiliyoruz" 191, 192
-"AYŞE LEYLA NEVVARE KADINEFENDİ YA DA AYŞE SÖNMEZLER (D. İZMİT 1901, Ö. İZMİT 22 NİSAN 1992) SULTAN VI. MEHMET VAHDETTİN'İN DÖRDÜNCÜ EŞİ. ÜÇÜNCÜ KADIN EFENDİ ÜNVANINI TAŞIYORDU... BİR ABHAZA... KÜÇÜK YAŞTAN İTİBAREN DOLMABAHÇE SARAYINDA YAŞAYIP EĞİTİM GÖRDÜ. SULTAN VAHDETTİN'İN ÜÇÜNCÜ EŞİ MEVEDDET KADIN EFENDİNİN AMCASININ KIZIDIR. MEVEDDET KADIN EFENDİ... YANINA NEDİME OLARAK ALDI. SULTAN VAHDETTİN'LE 20 TEMMUZ 1918 SENESİNDE EVLENDİ. NİKAHI VE DÜĞÜNÜ DOLMABAHÇE SARAYINDA OLDU. SULTAN VAHDETTİN'DEN ÇOCUĞU OLMADI" 193
-"HAYRİYE MELEK HUNC (D. 1896-Ö. 24 EKİM 1963) YAZAR" 198
-"ÇERKES NUMUNE MEKTEBİ MÜDİRESİ SEZA POLAR ÖLÜM TARİHİ: 20/11/1990... "ÇERKES KADINLARI TEAVÜN CEMİYETİ"NİN KURUCULARINDANDIR... ÇERKESLERİN AZINLIK OLARAK TANINMADIĞI LOZAN ANTLAŞMASINDAN BİR YIL SONRA "ÇERKES TEAVÜN CEMİYETİ" İLE "İSTANBUL ÇERKES KADINLARI CEMİYETİ" KAPATILDI./ 5 EYLÜL 1923'TE DE ÇERKES ÖRNEK OKULU KAPATILDI... SEZA HANIM TUTUKLANARAK... GÖZALTINA ALINMIŞ, BİRKAÇ AY SONRA GÜÇLÜKLE KURTULMUŞTUR" 200
-"NURİYE ULVİYE MELVAN CİVELEK:... MEVLAN... 1893 YILINDA GÖNEN'DE DOĞDU" 201
-"BÜYÜK BESTEKAR NEVESER KÖKDEŞ (KÖKDEŞ (D. 1904 İSTANBUL.Ö. 7 TEMMUZ 1962 İSTANBUL)" 203
-"Aynı Çerkes kızları gibi, Çerkes erkekleri de öncelikle ailesini temsil ettiğinden, ailesinin ve kendisinin onuruna leke sürecek en ufak bir davranışta bulunmamaya gayret eder. Bütün hayatı boyunca en önemli amacı budur... Kimseyi küçük görmez, böbürlenmez.../ İki erkeğin aralarında sözlü dalaşa girdikleri, birbirlerine hakaret ve küfür ettikleri, arkasından konuştukları görülmez. Böyle bir durum olursa, büyükler "Yoksa siz Çerkes değil misiniz?" derlermiş ki büyük bir utançmış. İftira atmaz, yalan konuşmaz, mert olur, olmalıdır daha doğrusu" 206
-"Çerkes erkeği elinden geldiğince her zaman şıktır, temizdir, bakımlıdır.../.../ Çalışkandır demek isterdim, ama diyemiyorum" 210
-"Koca özellikle başkalarının yanında eşini adıyla çağırmaz, eşi de onu... soyunun adıyla çağırır... veya bir lakap takar. Annem babama "Adam" derdi" 216
-"Baba evde herkese karşı son derece mesafelidir. Sadece kızları istisnadır... Yemeğini de yalnız yer./.../ Eşi ve kız çocuklar dışında, erkek çocuklar babanın yanında oturamazlar.../.../ Bazı durumlarda, mesela büyükbaba hayattayken doğan çocukların, babalarına "baba" demediklerine de rastlarız. Ben öyleyim mesela. Evlenene kadar babama "Abi" dedim" 218, 219
-"Bir hikaye mi duydun geçmişe dair, bir masal mı işittin, bırak Kırmızı Şapkalı Kız'ı, ya da Sindirella'yı onları anlat bebene" 235
-"AZAPSHEV KURGOKO MASHADOV VE OĞLU" 238
-"LYDIA KERTİEVA VE MAGOMED ALAKAİ" 241
-"Kaşenliğin tanımını yapacak olursak:/ "... kurallara bağlı olarak sürdürülen... arkadaşlık ilişkisi..."..." 242
-"Nartlar önceleri, yaşlıları Alegler'in evinde (*) ve yaşlılar dağında öldürürlerdi, ama daha sonra bundan vazgeçmişler/.../ (* Aleglerin evi kadın erkek yaşlıların, adından bile ürktüğü bir evdir. O dönemlerin kocayan ve elden ayaktan düşen, Nart Kurultayınca ölümüne karar verilen saygın yaşlılar, son ziyafetin verildiği Aleg'lerin 30 m boyunda ve her biri sekiz öküz tarafından çekilebilmiş çok sayıda iri sütunlar üzerinde yükselen büyük evindeki Ölüm Kurultayı sırasında öldürülmektedirler. Saygın ve ünlü Nart'lar bu evde kendilerine yaraşır şekilde öldürülür...)..." 249
-"... anneannem.../.../ Babası Sarıkamış'tan sonra Rusya'da yedi yıl esir kalmış.../... Dada hediye olarak kendisine buzağılı bir inek hediye etmiş... evlendiğinden itibaren ölümüne kadar Dada'nın yanına çıkmamıştı. Dada da onun sesini bile duymamıştı. Ya da öyle sanıyordu. (Dada, annemin dedesi Lafiş Aslanbey'dir.)/... kayınvalidesi... yani Nina... Kayınbiraderlerin ve görümcelerin hepsine isim takmıştı.../.../... Zaten hiç bir şey istemezdi" 264, 265
-"Thamade hiçbir zaman Nexij yani "Yaşlı" değildir. Nexij de Thamade değildir... James Bell'in dediği gibi Thamadeler kendilerini propaganda ile ya da para ile kanıtlamamışlar, pratikte gerçekleştirdikleri eylemlerle bu ünvana hak kazanmışlardır" 267
-"Bize göre 21. yüzyılın başdöndürücü gelişmeleri karşısında, Thamade-Ayhabı niteliklerinde de değişiklik olacağı kuşkusuzdur.../.../ Kabardey... Tjamade Qezanoque (Kanazuko) Jabağı (Jebağı, Cebağı)nın asalet ile ilgili yaklaşımı.../.../- Mert ve yiğit olan her bir birey, soylu sayılır" 272
-"HATUEKSHOKUE ASLAMBEK" 280
-"GRANDÜK HACI BERZEG" 281
-"Geçmiş nesillerin korkuları, mutlulukları, travmaları sonraki nesillere intikal ediyor. EPİGENETİK deniyor buna.../ Soydan gelen asalet dediğimiz şey bu mu acaba?" 282
-"ETHEM BEY" 298
-"PŞEVU (PŞOV) ETHEM BEY'İN KALEMİNDEN:/ 'BEN KİMİM?'/.../ Birinci Dünya Savaşı'nın ilk senesinde, büyük kardeşim Rait Bey'in kendi başına askeri ve siyasi bir maksadı hedef tutan, Kürtlerden ve başka milletlerden toplanmış Teşkilat-ı Mahsusa kuvvetleri ile önce Ruslara karşı, daha sonra da İran'ın güneyindeki İngiliz bölgesinde ve Afganistan sefer heyetinde bulundum" 301
-"SOLDAN SAĞA: DEMİRCİ MEHMET EFE, REFET BEY (BELE), ETHEM BEY ALAŞEHİR KONGRESİNDE... AĞUST0S 1919..." 302
-"Belki çok hatalarım olduğunu, fakat asla vatan haini olmadığımı tespit etsinler" 302
-"Ethem Bey'in maruz kaldığı haksız itham nedeniyle asıl mağdur olan Çerkes halkıdır.../.../ Biz Çerkes halkını bir bütün, tek bir beden olarak görürüz./ Uzunyayla'da mutlu mesut yaşayan bir Çerkes Gönen ve Manyas'taki soydaşları haksız bir tehcire uğrarken ve mağdur edilirken mağdurdur.../ 150'likler listesine adaletten uzak tıkıştırmalar yapılırken Sivas'ın bir köyündeki Çerkes mağdurdur:/.../ Eskişehir'de bir Çerkes "Çerkes düğünü yapmayın, mızıka çalmayın, başınıza ne geleceği belli olmaz" diye uyarıldığında (annemin dedesi), Türkiye diasporasındaki bütük Çerkesler mağdur edilmiş demektir" 304
-"Tük ülke için olduğu kadar Çerkesler için de unutulması zor bir yaradır Sarıkamış hezimeti. Aşağıdaki ağıt, Sarıkamış harekatından önce askere alınan binlerce Çerkes gencine ithafen Pınarbaşı... iki kız kardeş tarafından... okunmuştur.../.../ İşte bu hazin olayda esir düşenlerden biri de annemin dedesidir. Annesinin babası./.../ Bilinmez bir yere götürülmüş... "Şehid oldu" diye kabul edilmektedir.../ Bir gün evin kapısı çalar. 9-10 yaşlarındadır anneannem. Açar kapıyı. Üzerinde çuvaldan bozma bir giysi, saçı sakalı birbirine karışmış bir adamdır gelen... annesine seslenir./ Anne... Bir dilenci geldi./ Gelir annesi, "Dur sana birşeyler getireyim" der ve o sırada gözleri gözlerine ilişir kapıdaki adamın. İşte o anda ağzından "Ahh" diye bir çığlık çıkar anneannemin anlattığına göre. Karşısındaki... yıllardır görmediği, şehid olduğunu sandığı kocasıdır" 305, 308
-"Çerkes halkının Osmanlı döneminden başlayan bazı kırgınlıkları bulunmaktadır. Bu durum işgal kuvvetlerini... Çerkes halkından da yararlanabilecekleri düşüncesine itmiştir. Çerkes halkıyla ilişkilerini geliştirmişler, belki de kabul edileceği zannıyla bazı vaadlerde bulunmuşlardır./ Oysa ki işin gerçeği, Çerkes ileri gelenlerinin, bir yandan milli mücadeleyi yürüten liderlerle irtibat halindeyken, diğer yandan işgal kuvvetleri komutanları ile ilişkileri geliştirdikleridir. rollerini çok iyi oynarlar. Düşmandan bilgi almakta, onlara yanlış bilgiler iletmekte.../ Yani ülkenin kurtarılması için var güçleriyle mücadele eden Çerkesler... ciddi casusluk faaliyetlerinde bulunmuşlardır./ Mesela... Eskişehir'de de benzer bir durum söz konusudur... ben isim olarak bunlardan babamın dedesi ile annemin dedesinin anılarını ayrıntılı olarak biliyorum.../.../ Çerkes halkının geleneğinde ihanet yoktur ve iradeleri dışında kimsenin güdümüne girmezler. İşgal kuvvetleri bundan bihaber, Çerkesleri azınlıklarla bir tutmuşlardır" 314
-"Çerkeslerde "Dilenci ve dilenme" kavramları yer almaz" 328
-"Haşim Efendi 1780'li yıllarda... Ferah Ali Paşa'nın katibidir. Anılarından şöyle yazar: "Ferah Ali Paşa, Çerkes Hasan Beyi'n evine bir kervan dolusu hediye gönderdi. Bey bu hediyelerin hepsini halkına dağıttı, fakat bir yoksul vatandaşını unuttu. Bunun üzerine Bey derhal başındaki değerli kalpağını çıkartarak yoksul kişinin başına taktı..."/.../ diğer bir Çerkes atasözü de şöyle demektedir: "Saklarsan yitirirsin, hediye edersen kazanırsın."..." 330
-"Ben;/ İki büyük dedesi vatan toprakları için nalı ve canı ile savaşmış, köyü çok sayıda şehit vermiş biri... "Allah kimseyi vatansız bırakmasın" demişim.../ Uzak kalırsam... bu toprakları özleyen, döndüğümde "Vatanıma geldim" diyen biri./ Anavatan, onun yeri dolmaz" 332, 333
-"1860'lı yıllar. Kabardey... dört oğlu... İki kardeş Anavatanda kalmak istiyor. Diğer ikisi Osmanlı topraklarına gelmek istiyormuş... Vedalaşıp... oğlu... köpeği... istemiş. Köpeğin adı KUK. Köpeği vermiş amcası... aile, Uzunyayla bölgesine ulaşmış... Yeni bir yolculuk... Suriye... bir sabah bakmışlar ki Kuk yok... bulamamışlar./ Aradan aylar geçmiş. Bir gün, Hac için Kafkasya'dan gelen bir grupla aileye bir mektup ulaşmış... kardeş... yazıyormuş: Kuk vatana döndü. Siz neredesiniz?" 334
-""Hepimiz için ve ha deyince gerçekleşmeyecek" Anavatan'a dönüş amacı ve hayalinin bizi zaman zaman kısa vadeli hedeflerimiz ve amaçlarımızdan uzaklaştırdığını düşünüyorum.../ Özetle; Biz her neredeysek orada ne kadar kuvvetli ve kendimiz gibiysek, o kadar var olacağız" 336
-"Çıkarsam yurtdışına ağacını, denizini, ayını, yıldızını, köyünü, kentini, tozunu, toprağını özledim./.../ Şimdi diyorlar ki "Ben burada yabancıyım. Nefret ediyorum buradan. Benim değil bu vatan." Çok duydum. Çok okudum./.../ Anavatan sevdası başka.../ Ama düşman mı olmak gerek insana dair ne varsa yaşadığımız FİLANİSTAN'a?/ Sevmek için birini nefret etmek mi gerekir diğerinden?" 338, 341
-"Geri dönenlere sorun, büyük kısmı "Mutluyum" diyor, kalanların hemen hemen hepsi "Mutsuz" bir yaşam sürmek zorunda./... dönenler... en azından anavatanda bulunmanın ve bir arada olmanın manevi gücüne sahipler. Ya kalanlar?/ Annem; Suriyeli mültecileri en iyi bizim anlamamız gerekir" dedi ve devam etti./ "Baban... Almanya'ya gitti.../ Daha uçaktan inerken iliklerime kadar hissettim gurbeti. Sanki bulutlar bile daha karaydı.../.../... gördüğüm ne varsa yabancı.../.../ Bastığın yollar senin değildir gurbette. Herkes seni izliyormuş gibi gelir ilk günlerde. Anlamadığın bir dil... Bir ekmek alacak olursun, çekinerek girersin fırına. Parkta oturayım dersin iğreti bir misafir gibisindir, çiçekler bile sana yabancı yabancı bakarlar. Sanki her an bir hata yapacakmışsın gibi tedirginsindir.../ Bir gece.../ Nasıl sevindim... Gördüğüm ay köyümdeki, İstanbul'daki ay ile aynıydı.../ İşte ben, o günden beri, Kafkasya'dan sürülen halkımı çok daha iyi anlarım... Dönüş ümidi olmayanların acılarını düşününce ürperirim..."..." 348-350
-"... anneannem.../.../ Bizim köyün suyu gibisi var mı?.../.../... Sıla özlemi yani" 351
-"Travma Sonrası Stres Bozukluğu.../.../... Yaşanan travmalar sonraki nesillere aktarılır mı?/.../ "Kimlik Adına Öldürmek".../...New York... çalışmada ortaya çıkan şey; soykırımdan kurtulanların yaşadıkları travmadan meydana gelen genetik değişimlerin çocuklarına geçebiliyor olması" 354
-"KÜLTÜRÜMÜZ İÇİN CİDDİ BİR TEHLİKE:/ BAŞIBOŞ SOSYAL MEDYA/... birçok şirket "Sosyal Medya Uzmanı" çalıştırıyor bünyesinde" 359
-"Sihirli sözler söyleyerek yırtıcı hayvanların ağzını bağlamak... Çerkes geleneğinde de yer alıyor" 370
-"Eğer diasporada bir Çerkesin devlet ile.../ Resmi tarihin yalanları, sivil toplum kuruluşları... ile bir sorunları yoksa.../ O ülkede Çerkesler tükenmiştir" 371
-"Fransız gazeteci A. Fonvill "Çerkes Özgürlük Mücadelesinin Son Yılları" isimli kitabında... anlatıyor:/ "Bunca acı ve felaketin sonunda Osmanlı topraklarına ulaşabilenler hiç de bekledikleri ve kendilerine vaad edildiği gibi bir manzara ile karşılaşmamışlardı. İnsanlar aç açık, hasta ve çıplak bir vaziyette içler acısı bir durumda terkedilmişlerdi binbir vaatle davet edildikleri topraklarda. Sayıları onbinlerle ifade edilen cenazeler kalkıyor, insanlar yollarda, evsiz barksız ağaç altlarında ölüyorlar ve cesetleri dahi günler sonra defnedilebiliyordu. Osmanlı idaresinin ve halkın gücü böylesine bir trajedi karşısında yetersiz kalmıştı."..." 393, 394
-"ABHAZ KRALI PTU'NUN KAÇIRILMASI VE GÜNEŞ TANRISI İLE İLGİLİ MEKTUBUN BULUNDUĞU BİBLOS D. BRONZ TABLETİ (M.Ö.1900)" 405
-"Halkımızın küçümsenmeyecek bir kısmının, çağın hastalığına yakalandığını, Çerkesliğini değil insan olma erdemini yitirdiğini gördüm mesela./.../ Asimilasyondan şikayet ederken içler acısı bir dejenerasyonun pençesinde kıvranan ne kadar çok soydaşımızın olduğunu,/ Birlik, beraberlik ruhumuzun ve bir halk olma bilincimizin onarılması çok güç yaralar aldığını ne yazık ki yeni anladım./.../ Kültürden söz edebilmek için önce bir halkın varlığı gerekir ve ben ne yazık ki mevcut durumda o halkın varlığı konusunda ciddi tereddütler içinde kaldım./ İşte o yüzden... bundan sonraki hedeflerim değişti. Daha doğru bir ifade ile genişledi" 407, 408
*
20.5.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder