1 Kasım 2018 Perşembe

Kir Teorisi

Tekeliyet'te Aydın ve Sanat-Edebiyat

Yalçın Küçük, B. Sadık Albayrak, Taylan Kara, Şubat 2018, Doğu Kitabevi, İstanbul


Genelde toplumdaki, özelde edebiyattaki "kir"lenme konu ediniliyor!
*
Bilinen Yalçın Küçük görüşleri, denebilir!
İki yardımcıyla...
Birçok tekrar!
Yıllardır olduğu gibi!
*
Bazı açılardan düşündürücü.
Ama, artık, bazı açılardan da komik, gibi!
*
Ve, bence, bazı açılardan da yanıltıcı.
Özellikle, cumhuriyet,
Kemalizm,
gibi konularda, kendileri de yanılmıyorlar mı, acaba?
*
Bir de, ABD'yi-Batı'yı küçümseyip,
memleketi övmeler, yok mu?
Ne demeli?
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Marx da, en önemli kavramlarını ihmale uğramış pratisyenlerden almıştır.../ Lenin, Hobson'u, a, basitleştirdi ve b, siyasallaştırdı" 7
-"İnsana dair bütün özelliklerin ve güzelliklerin sona erdiği bir yerdeyiz... roman bitmiştir.../... İnsana merak yoksa roman da yoktur./.../ Roman insanlık feodaliteden kapitalizme çıktığı zaman başladı; 15.-16. yüzyıl. Demek ki insan çıkıyor... Balzac kadar meraklı bir insan yoktur... Cahiliyet çağında hiçbir merak kalmamıştır" 8, 9
-"Hobson... "masked words", maskeli sözcükler... "decorative notions", manken fikirler... çıplak gerçekleri ikame ediyorlar... "takiyye" kültürünü anlatmaktadır" 10
-"Veblen... emperyalizm... her tüketim, sadece gösteriş içindir... kapitalistleri "leisure class", sefa sınıfı olarak yazması, bir dönemeçtir" 11, 12
-"Kızılay... Selanik'te, Selanik'ten gelenler oturuyor... yönetmeyi bırakmıyorlar" 14
-"Akepe'nin... en büyük başarısı, çok kısa bir dönemde... Türkiye'yi cahilleştirdi... Bütün dünyada bir cahilleşme var.../... bizdeki cahilleşme İslamlaşmayla beraberdir. Aşağı yukarı 1947'de bütün dünyada Truman doktrini ile başladı... Türkiye'de İslamlaşma Orta Çağ'ı getirdi" 19, 20
-"Aydın'ın yıkımı... Sanat ve edebiyatın çöküşü, toplumda "çirkin-leşmeye" yol açıyor" 23
-"... aydın-sızlaşma sürecinde en çok karalananların Jön Türk'ler ile Jakobenler olması rastlantı değildir./ Bir de Narodnikler var; birbirini doğuran her üç aydın dalgası da onurumuzdur./.../ Eleştiri, aklı özgürleştirme eylemidir" 27
-"... "edebiyat", "kir" teorisinin incarnation'unda, et ve kemiğe bürünmesinde, vazgeçilmez bir rol oynuyor... Soğuk Saavaş'ı bir büyük kirlenme ve kirletme mekanizması olarak algılıyordum" 31
-"Sabahattin... Eyüboğlu'na bir aydın olarak hiç güvenmediğimi... Eyüboğlu-Günyol'un kendilerinin olmayan çevirilere imza koydukları yolundaki izlenimimi kuvvetlendirmiştir" 33
-"... bütün cümleler de "devrildiğinde", ortaya, "Güney-Batı Anadolu" köylülerinden Fakir Baykurt'un Türkçesi çıkıyor.../... Gonçarov'un, ilkel, özensiz, başlangıcı ve sonu net olmaktan uzak diyaloglara dayalı bir yazı biçemi var; ama, "Oblomov" romanı, insanlığın estetik hazinelerindendir. Bunun bir nedeni olarak, bir toprak paraziti olan, Oblomov'un olağanüstü tembelliği, bu nedenle "tembellik" anlamında "oblomovka" bütün dillere giriyor... roman sadece, İlya İlyiç Oblomov ile, Alman bir baba ve Rus bir annenin oğlu Andrey Ştoltz'un, şematik tembellikleri ve çalışkanlıkları... zıtlığında algılanır olmuştur.../.../... Oblomov'un bize öğrettiği, asalak sınıfların tembelliği değil, insanoğlunun da... yozlaşabildikleridir./ Hep inisiyatif sahibi, hep "iş bitiren" Ştoltz, her işi düzene koymuştur" 34, 35
-"... yeryüzünde halkların, kirlilikte mutlu olmaya sürüklendiğini yazıyorum. Şimdilerde, tekelli düzenlerde, Gonçarov'un Oblomov'la gördüğü yozlaşma yayılıyor" 36
-"Soğuk Savaş... kendi kendini kirletme fabrikasıdır" 37
-"Soğuk Savaş'ta en yoğun operasyonlar Hollywood'a yönelik oluyor... stratejik önem taşıyor" 38
-"Yale Üniversitesinde iktisat okumaya, TC Devleti tarafından gönderildiğimde... büyüleyici üniversite mekanları olarak görünüyorlardı... Amerika'da kalırsam aptallaşacağımı görüyordum... yalnız aptal olduğumu bile bilmeyecektim... Amerika'dan kaçtım" 44, 45
(Ne oldu? Neresi iyi? İyi bir şey mi yapılmış? Türkiye'de akıllı mı olunuyor? Saçmalık!)
-"İnsanlarımız, pisliğe battıkça, kire bulandıkça, daha doğrusu vücut halinde kir oldukları zaman, yükseliyorlar" 49
-"Dil, insanoğlunun mucizevi bir soyutlamasıdır. Bir halk ne kadar soyutlayabiliyorsa ve bir dil ne kadar nüans verebiliyorsa, o dil o kadar güzeldir" 53
-"Türkiye'de bir Amerikan okulunda iktisat okumuş, Amerika'da iktisat doktorası yapmış bir kimsenin artık düzgün düşünme yeteneğini kaybettiğini... biliyordum. Bir insan, ömründe bir kez Samuelson iktisadından sınava girip geçtiyse, artık beyni darp yemiştir; Nobel İktisat Ödülü sahibi Samuelson bir zavallı ve bir aptal Walrasian'dır" 56
(Peki, nerede düzgün? Mesela, Türkiye'de iktisat okursa düzgün mü oluyormuş? Saçmalık!)
-"Çok açık, bu her halleriyle "batıcı" hamamböceklerinin, batıcılıkla hesaplaşma istekleri yenidir ve ülkemizdeki şeriatçı akımın sermaye olmasıyla ilgilidir... emperyalizmin oluşum döneminde Büyük Britanya emperyalizminin, iki dünya savaşı dönemlerinde Alman emperyalizminin yolu olan Doğu'da islamik gericilik, şimdi, Washington'un önemli programlarından birisidir.../.../ Batı, aynı zamanda, Aydınlanma Çağıdır./.../ Aydınlanma Çağı, Batı'da ay tutulmasını yaşamaktadır./ Ey Solcu, şimdi dünyanın aydınlanmacı görevlerinin hepsi, senin omuzlarındadır. Aydınlanmacı Batı, senin hala hazinen'dir" 58
(Hangi solcu? Nerede? Komik değil mi?)
-"... bir "halk" partisi... bunlar halka değil, medyanın tahrifatına dayanarak, hükümet olma yarışındadırlar. Tekeller rejimi, artık halksızdır./.../ Ey Solcu... senin sadece halk'ın var" 60
(Halk tekellerden yana değil mi? Daha ne?)
-"Tekin'in... generallere, kendisini soldan kurtardıkları için, şükran duyduğunu yazıyordum..../.../... seksenli yılların başında, emekçi halkımızın, kendi düzenini kurma mücadelesine karşı... küfür romanları.../... insan, Tanrı'yı bile yaratırken, kendisindeki hasletleri, sonsuzlaştırarak, Tanrı'yı içeriyor... Disney'ın icadı çizgi filmler ise, insanlığa taban tabana zıt bir eğilimi sergiliyor. İnsanları hayvanlaştırmak ve hayvanların, hayvanlaşmış insan tepkisi ve aklı göstermesine sevinmek, işte bu tekelli düzenin marifetidir.../... insanlarımızın çok büyük bir çoğunluğu... belki de benimsiyor; sosyal olgular hem canavar-hayvan haline getiriliyorlar ve hem de, tıpkı, titçi insanlar türünden bazı haklarla donatılıyorlar. Örnek olsun, trafik canavarının tatil ve bayram hakkı vardır.../.../... Şimdilerdeki en büyük fetişleri "endeks" adında birisidir; bu endeks, Disney akıllılarının bilemedikleri her şeyi biliyor ve buna göre tepki gösterebiliyor... Güneş Taner'in bir ters sözü üzerine... endeks çok kızıyor ve birdenbire düşüyor... bütün falcılar çağrılıyor ve "sen bilirsin, endekse ne yaptılar" diye sorular soruluyor... endeks bir tırmanıyor, işte o zaman müthiş bir sevinç var" 62-64
-"Demokrat Parti... gençlik örgütlerine islamı ve gericiliği yapıştırmak istiyordu.../.../... "Truman Doktrini".../.../... Türkiye, tehdit altındadır... Amerika, "ben korurum" diyordu. İngiliz Hükümeti adeta bayram yapıyordu... Türkiye, İngiltere'ye değil Amerika'ya bakacaktı. Ve öyle olmuştur" 67, 68
-"Wohlstetter'in İran Devrimi'ni izleyen günlerden sonra bir darbe uzmanı heyetle Türkiye'ye gelişi Türkiye'i kurtarma amaçlıdır. Demek "mesih" heyet iş başındadır.../... "Türkiye şimdiki problem mi?"... Ve hep darbe planlamış profesörün cevabı işte şudur... hayır, probleme cevabımız olacaktır./.../... Ancak zaman içinde "ışid" oluşumuzu çok iyi anlayabiliyorum. Işid Türkiye'de rahattı ve çok rahat hareket ediyordu. Demek bizi ışid'leştirmek Amerika'nın bir politikasıydı" 73, 74
-"Amerikan Hükümeti 15 Temmuz'a inanmıyorlar. 15 Temmuz, yoktur dediler. Merkel de aynı görüştedir" 76
-"Ordu'daa ve sadece yükseklerde, general olanlarda, yahudiler çokturlar... oralara sadece Yahudi asıllıları getiriyorlar.../.../ Kılıçdaroğlu... "Karay" yahudisi'dir" 78
(Herhalde o eskidenmiş! Şimdilerde general olmak için İslamcı olmak gerekmiyor mu?)
-"28 Nisan, tabii 1960.../ Cebeci halkı heyecanlıydı... nineler kucaklarında taş getiriyorlardı" 82
(Masal değil mi?)
-"Halk, 20 Mayıs ve sonrası... Ordu'nun ihtilal yapacağı söyleniyordu.../ Halide Edip Hanım anılarında Meşrutiyet Devrimi'nde, o gün hiç suç işlenmediğini yazmıştı. Devrimlerde suç işlenmediğini Halide Hanım'dan öğrenmiştim. Hırsızlar hırsız olmuyordu. Katiller öldürmüyordu. Ve ben 27 Mayıs'ı biliyorum, çok sakindi" 84
(Ya "devrim"lerdeki katliamlar! Anlatılan masal değil mi?)
- "... büyük satışları... cumhuriyettir... cumhuriyet yıkıcılığında en müthiş aleti, AKP'yi ve ideolojiyi bulabildiler.../.../... İşçi sınıfının... eşitsizliği bile düşünecek hali kalmamıştır" 92, 93
(AKP öncesi çok mu farklıydı? Hatta, kuruluş neydi ki? Ve, ayrı bir sınıf denecek işçi mi var? Eşitsizlik bilinçli olarak tercih edilmiyor mu?)
-"İki binler şiiri, birbirini besleyen iki korkunun ürünüdür. Birincisi... tekelci düzenin yaşamın her alanında kurduğu baskının ürettiği korkudur... 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980... Bu iki darbenin şiddetiyle, siyasi ve örgütlü bir işçi sınıfının korkusunu en çok işçiler duyar hale getirilmiştir./... bir fabrikada işçilerin, "biz ekmek paramız için direniş yapıyoruz, aman aramıza siyasiler karışmasın" diye önlem aldıklarını okumuştum.../ Egemen sınıfın yaşamı kuşatan baskı ve şiddetinin yarattığı korku, emekçi sınıfların aklını durdurdu. Ezilenler, akıldan ve siyasetten uzak durmayı hayatta kalabilmenin güvencesi olarak algıladı./ Siyaset korkusu, Gezi ya da Haziran Ayaklanması'nın da en büyük korkusuydu.../ 2000'lerin şairi, bu çerçevede, büyük korkunun bir taşıyıcısı olarak yerini alıyor" 116, 117
(Hayatta kalmanın güvencesi mi, yoksa, menfaat sağlamak için uyanıklık mı?)
-"İkinci korku ise, edebiyat alanındaki iktidarın ürettiği korkudur" 122
-"Öykü dünyaya, gerçeğe, hayata benzemez ve yazar aklına estiği gibi uydurur; "öykü bitti dedim ve bitti." İşte bu, Öykü Gazetesi'nde yer alan metinlerin üzerinde birleştiği edebiyat felsefesidir" 125
-"Nurdan Atay'ın metnindeki yazarın başarısı da, Gerçek'ten değil, gerçekdışı'ndan, halüsinasyondan yola çıkarak roman yazmasından kaynaklanıyor" 126
-"Oysa bizim bildiğimiz, yazarın yaşamla bir sorunu vardır.../.../... "Yalansız yazmak", gerçekçi yazmaktır, gerçekçilik ise tarihsel olarak ilerici sınıfların sanatsal yöntemi olmuştur. Gerçekçiliğin de oluşturucu ideolojisi vardır. Ortaçağın din ve mitolojisini yerle bir eden, İkarus'u çift süren köylü, koyun güden çoban, mal taşıyan gemi karşısında suya düşen bir kelebek küçüklüğünde resmeden Brueghel, hayata, yeni egemen olmaya başlayan gerçekçi burjuva ideolojisinin çerçevesinden bakıyordu. Büyük değişmenin resmini yapıyordu. Günümüzün egemen sınıfı kapitalistler ise, değişmeden nefret ederler, gerçekçi değil, bilinemezci olmuşlardır. Akılcılığa düşman, postmodernisttirler. Değişim isteği ve bunun estetik yöntemi gerçekçilik, günümüzde emekçi sınıfın ideolojisinde yaşamaktadır. Gerçekçilikten kaçış, egemen sınıfın ideolojisine götürür. Günümüzün burjuva ideolojisi, estetiği ve felsefesi gerçekçilik ve akılcılık düşmanıdır" 129, 130
-""Roman olmayan romanlar".../... hazır makaleler veren bilgisayar programları.../.../... birgün bu toplum da eleştiri yazısı ile satış bültenini, eleştirmen ile pazarlama mümessilini ayırt edebilecektir. "Eleştirmeyen eleştirmenler" o gün... utanç duyacaklardır" 134, 135
-"Encounter, İngiltere'de yayımlanan bir kültür-edebiyat dergisiydi. 1953'te iki editör... yayına başlamış... 1991'de kapatılmıştı. Paravan vakıfları aracılığıyla yayınını CİA ile İngiliz casusluk örgütü ortaklaşa finanse ediyordu... Derginin yazarları arasında Bertrand Russell... Hannah Arendit vardı. Bugünün nitelemesiyle, "sol liberal" bir yayın politikası izleyen derginin kırmızı çizgisi, ABD'nin hiçbir konuda eleştirilmemesiydi./.../ Encounter tek başına değildi. CİA'nın birçok ülkede onlarca dergisi vardı. Aynı yıllarda Avrupa'da Kültürel Özgürlükler Kongresi'ni kurmuşlar ve 35 ülkede şubelerini açmışlardı. Sosyalizme karşı bir kültürün yerleştirilmesi için gizlice milyonluk CİA fonları harekete geçirilmişti.../ CİA, gerçekçi olmayan bir edebiyatı ve sanatı destekliyordu.../.../ Avrupa'da Sovyetler Birliği düşmanı bir entelektüel hava oluşturmakta Encounter ve benzeri dergilerin çok büyük hizmeti oldu. Ama bunlar görünüşte hep solcu bir hava taşıyorlardı. Hatta 1950'lerdeki McCharty soruşturmaları sırasında neredeyse CİA'nın kültürel savaş birimi de Kongre Soruşturma Komitesi'nin önüne çıkartılıyordu... Entelektüel antikomünistler, kaba antikomünistlere ikna edici bir brifing vermişlerdi" 136-138
-"Hangi kitapların yayınlanacağına, hangi düşüncelerin çevirisinin yapılacağına tekelci sermaye karar vermektedir" 145
-"Artık CİA entrikalarına ve paralarına gerek kalmamıştır da diyebiliriz; herkesi ABD'ye götüreceğimize Amerika'yı buraya getirdik./ Zaten Sovyetler Birliği'nin yıkılışıyla birlikte CİA'nın Kültürel Savaşında da çöküş başlamıştır. Encounter kapanmış, Kültürel Özgürlükler Kongresi dağılmıştır. Dünyanın her ülkesinde kapitalist sistem kendi kültürel savaşını zaten vermektedir. Örneğin Türkiye'de Kültür Bakanlığı yazarlara para dağıtmaktadır ama bunun biçimi casusluk yöntemlerini aratmamaktadır. Karar veren seçici kurul gizlidir. Başvurular rumuzludur./... En küçük bir yasal kaygı taşımayan iktidarlar çıkmıştır... Her şey zorbalıkla, racon keserek, aleni yapılmaktadır./.../... Bugün batı felsefesi, toplumsal düşüncesi ve sanatı da bitmiştir" 148
(Peki, hangisi kalmış?)
-"Alıntıladığımız, incelediğimiz ama hiçbir zaman sorgulamadığımız üstadın sözü kutsal bir metne dönüşür" 152
-"Karşısındakine sözünü iletemeyen ve yankısını duymayan insan, çareyi kitaplarla konuşmakta bulabiliyor. Bu durumda diyaloğu temel bir yazım biçimi haline getiren yazarlar, Dostoyevski ya da Orhan Kemal bire bir gelecektir.../... Moretti... İbsen'in... "burjuvazinin yüzüne bakıp siz dünyaya ne verdiniz diye soran tek yazar" olduğunu söyler. İktidara gelmek için mücadele ederken, alabildiğine gerçekçi ve diyaloğa açık bir edebiyatı olan burjuvazi, iktidarı ele geçirdikten sonra gerçekçiliği terk eder.../ Bizim edebiyatımızın doğuşunda bu gerçekçilik-diyalog eğilimini, çöküşünde de kurmaca-monolog birlikteliğini buluyoruz... Tevfik Fikret... Kurtuluş Savaşı'nın Meclis'inde bu edebiyatın dizeleri okunuyordu./ Cumhuriyeti kuran kuşakların kitapları vardı" 156, 157
(Kurar kurmaz... ne oldu?)
-"Cumhuriyet yıkıcısı kitapsızlar.../.../... İktidarı ele geçirdiler.../... bütün toplumu kitapsız yaptılar" 158
(Sanki, farklı bir şey vardı, sanki, toplum çok kitap sever ve farklıydı!)
-"İdeolojinin topluma dolaylı ve en etkili nüfuz etme aracı edebiyattır. Edebiyat büyük ölçüde dolaylı biçimde sunulan ideoloji ve politikadır. Küçük burjuvaların ideoloji üretiminde en etkili olduğu alanlardan biri ne yazık ki edebiyattır.../.../... Garip, estetiği yıkarak beğeniyi bayağılaştırırken, İkinci Yeni'ciler şiiri anlaşılmaz sözcük oyunlarına indirgeyerek yaşamla bağını kopardılar.../.../ Küçük burjuva, edebiyatla isyan ediyor ama... Her an uzlaşmaya eğilimli, yüzeysel bir isyan! Gösterişle, ilgi devşirmek için yapılan "eklektik" bir isyan.../ Küçük burjuva edebiyatı gerçekçiliğe düşmandır. Gerçekçilik, toplumsal mücadelede devrimci sınıfların estetiğinin yöntemi olmuştur... Gerçekçiliğin doruğu Balzac, romancılığını, toplumsal tiplerin araştırıldığı ve ortaya çıkarıldığı bir bilim dalı olarak tanımlamıştır. Tarihçinin yapamadığını yapmaya girişmiştir" 163, 164
-"Yalçın Küçük... şöyle formüle eder: "Aydın yoksa, roman yoktur; aydın Roman'dır ve Roman'ın esansı aydındır...".../.../ Türkiye'nin aydınlarının bir bölümü... üçüncü bir yol peşindeydiler. Beşi sosyalizmden gelen altı aydının 1932'de yayımladığı Kadro, bu arayışla çıktı.../.../... Berlin Duvarı... Titanik'te Dans kitabı... Sosyalizmin yıkılışının simgesi karşısında sevinç çığlıkları atan Oya Baydar... Cumhuriyet yıkıcısı AKP'nin "yetmez ama evetçisi" olmuştu; eski aydın, "yeni mürteci" diyebiliriz./ Bağımsızlık peşindeki aydınların karşısında, komprador entelektüeller vardı. Her şeyin en idealini Batı'da görüyorlardı... İşte bunlar edebiyatımızın çöküşünü hazırlayan küçük burjuvalardı" 166, 167
(Cumhuriyet yıkıcısı AKP... Acaba? Yıkıyor mu, tahkim mi ediyor? Ve, çökmeye hazır edebiyat...)
-"Halide Edip'in 1912 tarihli Handan'ında Türkiye'nin yeni aydını ve yeni insanı vardır. Doğum ilan edilmiş, gelişmesi için ipuçları verilmiştir. 1938 tarihli Üç İstanbul'da çöküşün içindeki Aydın'ın ve yeni insanın hızla eskimesi ve yozlaşmasını okuruz. Devrim çağında yeni aydın çıkar ve halkın mücadelesine bilinç katar. Edebiyatla kitleye mücadelenin felsefesini, estetiğini ve ahlakını duyurur.../... Küçük burjuvalardan, yalnız ve yalnız tekelci düzenin teknokratları çıkar" 168
-"... üç aydın okulu oldu; bunlara jakoben aydınlar, narodnik aydınlar ve jön Türkler diyoruz... "Jön Türkler"... Ben sığ görüşlerin şiddetli savaşçıları olarak tarif ediyorum ve müthiştirler. Profesyonel örgütçü ve profesyonel devrimci diyebiliriz; hepsi az veya çok edebiyatçı ve hepsi pratisyen idiler. Hepsi, sözcüğün iyi anlamında, filozoftular" 169
(Üç aydın okulunun üçü de, kifayetsiz muhteris, sayılamaz mı? Ürünleri, oluk oluk kan, değil mi?)
-"... aydın, etkin olabilen yaratıktır" 171
-"Makine, ileri teknoloji içermektedir. Aydın, birikmiş inat, mücadele ve sınanmış akıl demektir" 172
-"Jakobenler mi, gelmeseler, Büyük Ekim Devrimi'ni düşünemeyiz. Narodnik aydını gözümüzün önüne getirmezsek, daha sonraki hiçbir Rus aydınını anlayamayız. Narodnik aydındaki adanmışlık eşsizdir... Büyük Ekim Devrimi'nin kökleri buradadır. Jön Türk aydın olmasaydı, Cumhuriyet Devrimi olamazdı; bunlar, Halide'dir, Cavit'tir, Doktor Nazım'dır, Kemal'dir ve pek çok Kemal'dirler, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal'dir... General Harbord'a, Erzurum'da, flüt, keman ve piyano ile, Kazım Paşa'nın sözleriyle, bir "ahenk" veriyordu, "konser" demektir.../.../ Cumhuriyet'i kurdular ve kuruluş ile birlikte yok edildiler./ Yerlerine aparatçik diktiler" 177, 178
(1. Adanmışlık... Işid, bu konuda, daha eşsiz. 2. Cumhuriyet'i kurdular... yok edildiler... ise, kim tarafından? Yerlerine aparitçik diken, kim? Ve, bu durumda, Cumhuriyet yıkımından şikayet, ne?)
-"... "aydınlanma doktrini" yenildi... artık yoklar" 179
-"Marx, büyük bir yapı ustasıdır... Kurduğu köprüleri, geçtikten sonra, yıkıyor; hep kuş-bakışı görüyor.../ Öyleyse aydın olmak, bir yapı bilmek ve eskiyince yeni yapıya geçmektir. Kapitalizm bir yapıdır ve eskiyince başka bir yapı olan sosyalizm gelmektedir; ilerleme budur... İlerleme, Aydın'ın içinde bir doğru'dur... aydın Doğru'nun vücud kazanmış halidir.../... İsmail Beşikçi, Marx'ı bilmezdi ve hiç intisap etmedi; amma, aydın olabildi; bir "doğru" buldu, inat etti. Aydın, işte budur./ Yapısı olmayan ise aydın değildir ve yapıyı kaybeden ölmektedir. Yapısını yitiren aydın, havası çıkmış balondur.../ Tekeliyet, havasız balon imalathanesidir; Huxley... yazmıştır.../.../... Marx'ın doktrini, artan krizler yasasıdır; hücumu yazmamaktadır ve savunmaya ihtiyaç duymamaktadır. Tabii Lenin, hücum donanımı taktı... amma, savunmada aydını düşünememiştir./ Hepileri'yi bilemediler. Kendi kendilerini koruyamadılar" 180, 181
(Lenin'in hücumu... Sonuç: Kan deryası!)
-"Aydın, reddeden, hayal eden, kuran insandır" 183
-"Şöhret, bir giysidir, bir kütledir, diyebiliyoruz ve Aydın'ı güçlü yapmaktadır; öyle ki şöhretsiz aydın olmamaktadır.../.../... Artık bir ilkedir, medyanın, aydınlar için ayrılmış bir şöhret kotası yoktur ve artık aydın yoktur.../.../ Yakın zamanda bizim en örgütlü ve en büyük aydın hareketimiz, "aydınlar bildirgesi" kıyamı idi; muhteşemdir" 184, 185
(Muhteşem... Fazlasıyla, abartı, değil mi?)
-"Ekrem Akurgal ile... Cahit Arf'ı da aramıza almayı planladık... ahir yaşlarında genç, cazip, iki genç kız saydık, peşlerine düştük, serenatlar söyledik, gelir gibi yaptılar ve gelmediler./... Jön Türkler'i, yabancılar, sığ düşüncelerin ateşli hizipleri olarak soyutluyor ve entornasyonalize ediyorlar.../ Çok kavgacı bir aydın sınıfıyız, hiç kimse kalmazsa, kendi kendimizle kavga ediyoruz.../ Servet-i Fünun ve Aydınlık'ı geçiyorum, "Resimli Ay" müthiştir" 186
-"Şöhret mi, çok hoş bir fahişedir. Kalıcı değil ve sadakati hiç bilmemektedir./ Halide Edip, mitinglerin bebeğidir. Halide, Sabiha, Behice, üç erişilmesi zor aydındılar, hanımdılar, İbrani asıllı Türk'tüler, birbirlerini pek sevmediler, ben üçünü de pek sevdim, üçünü de hep güzel çizdim./... Halide, hapis yerine sürgün yattı; bana göre hapis ve idamdan daha kötüsü sürgündür.../ Aydın mıyız... kendi topraklarımızda hep sürgün yaşadık. Bizi hep "menfi" gördüler; ama hep burada yaaşamak istedik. Hep kökümüzden güç aldık... Bir mazoşist yanımız var./ Halide, uzun menfi yaşamdan sonra Londra'dan geldi" 187
(Halide'yi kim, ve de özellikle, neden, sürgün "yatırdı", peki? Ve, ayrıca, neden, sözü edilmiyor?)
-"Yönetemiyorlar, o halde öldürürler, teorem budur.../ Her aydın halkına göre tuhaftır. Tarifi ve belki de gücü, buradadır.../.../ 1940 yıllarında Dil ve Tarih, Coğrafya, ne müthiş bir ilim yuvasıdır.../... 1952-1972, Siyasal Bilgiler Fakültesi, bir aydın kazanıdır ve eşinin olduğunu sanmıyorum.../ 1960 ortalarında kazanı, ODTÜ İdari Bilimler Fakültesi'nde kaynattık... öğrencilerimiz... bizi, politik planda beğenmiyorlardı... ölümleri ile şöhret olanlar bize karşıydılar; hocalarını, en çok "legal Marksist" görüyorlar ve genellikle "pasifist-oportünist" buluyorlardı" 188-190
(Müthiş... Eşsiz... Çok çok abartma değil mi?)
-"On Dokuzuncu yüzyıl.../... hemen başında... "Yunan İsyanı" başlamıştı.../... Avrupa'nın tüm aydınları... Elenleri güzelleştirdiler. "Filhelenizm" ve ikizi, "Türkofobi" işte bu şartlarda doğdu, Antik Yunan hayranlığı çok sonradır... Lord Byron'un doğuşu da bu tarihe düşüyor./... Yunan bağımsızlığı uğruna mücadele ederken, 1824 yılında, Nisan Ayı'nda, bir Yunanlı oğlana umutsuz aşkı ve ciddi bir hastalığın verdiği acılarla kıvranarak bu dünyadan çekildi. Fakat büyük aydınlar arasında önemli bir yeri var.../ Bu, On Dokuzuncu yüzyılın başındadır, "I'Affair Dreyfus" ise tam sonlarına denk düşüyordu... 13 Ocak 1898 tarihinde, Emile Zola'nın "I'accuse" başlıklı mektubu yayınlanınca, Devlet Başkanı'na hitap ediyordu, "suçluyorum" diyordu, bir aydın patlaması oldu... aydın, "engage", İngilizce "committed" ve Türkçe ise "davaya bağlı" olmak zorundadır.../.../... Zola'nın bu mektubundan sonraki gelişmelerle birlikte, Paris'i yazmak imkansızdır, ancak sinema diliyle anlatılabilir... angajman, kütleselleşmiştir. Zola, Londra'ya kaçmak zorunda kalmıştır.../... Macaristan doğumlu Viyana'da yaşayan Herzel, önce, 1896 yılında "Der Judenstaat" broşürünü yayınladı ve sonra, 1897 yılında, birinci "Dünya Siyonist Kongresi" için çağrı yaptı. İsrael Devleti'nin kuruluşu, böylece başlamış oluyordu.../.../ Mussolini ve Hitler'den kaynaklanan korku, demek ki İspanya'da Cumhuriyet için savaşanları yalnızlığa mahkum ediyordu ve işte tam bu sırada dünyanın solcuları, aydınları, beklenmedik bir yoğunlukta, savaşmak üzere, İspanya'ya akın ettiler. Kahramanca savaştılar, her birisi bir roman yazdı, ama yenilgiyi önleyemediler. Çoğu öldü, faşizm, görülmemiş katliamları ile birlikte, hükümdar oldu. Aydının büyük hayal kırıklığıdır.../.../... 1956 yılında... Hruşov, yerini aldığı... Stalin'i bir canavar olarak resmediyordu ve yapılanların çoğunu yanlış buluyordu; Sovyet sistemini salladığını biliyoruz. Artık doğal bulabiliriz, "sol" entelijansiya'nın doğruları ve hayalleri kırılmıştı; Londra ve Paris'te, önemli aydınların önemli bir bölümü saçıldılar... ölüm, ansızın gelmemiştir.../... Anderson... önce seçkin Fransız entellektüellerinin arka arkaya ölümlerini not ediyor... 1980 ile 2002 yılları arasında bu dünyadan ayrıldılar. Anderson, nedense 1980 yılında ölen Sartre'ı unutmuş görünüyor; ekliyorum ve gidenlerin yerine hiçbir önemli aydının gelmemesini ekliyor. O halde, Fransa'da aydın sona ermiştir; söylediği budur./... Anderson'a göre, gelen bir "düşünür" var, bu "düşünür" Bernard-Henri Levy idi ve... bu geleni, bir "büyük salak" olarak tarif etmektedir.../.../ Anlaşılıyor, Fransa'nın... en ünlü aydını, bir "niguad", bir salaktır... ün'ü ve aydın etiketini sadece ve sadece tekeller ve tekellerin televizyon ve gazeteleri vermektedir" 191-195
-"Toplumsal hareketlilik, sınıf çatışmaları, devrimler, geniş kitlelerin toplumun kaderi üzerinde egemen olma çabalarını somutlayan politika mücadelelerinin temel niteliklerini oluşturduğu modern çağın kapatıldığını, yeniden ortaçağ benzeri kan, kılıç, eşkıyalık, saray düzeninin hakim kılınmaya çalışıldığını görüyoruz.../.../... yoksul halkımızın Kurtuluş Savaşı'yla kurduğu ve kazandığı ne varsa elinden geri almak istiyorlar... Yaban'da... hiçbir duyarlılık göstermeyen köylülere öfkeyle soruyordu:/.../... cumhuriyetçi aydın... tek başınaydı, bir "yabandı" 198, 199
("Yoksul halkımız" ne kurmuş, ne kazanmış, acaba? Kim, neyi elinden almak istiyor? Olanlar "halkımız"ın tercihiyle olmuyor mu?)
-"Cumhuriyet, daha kuruluşunda yıkılışının çelişkilerini taşıyordu. Bir emekçi cumhuriyeti değil, kapitalist cumhuriyetti.../ Yakup Kadri, Yaban'la aynı günlerde, 1933'te... yazmıştı: "Büyük İnkilap Küçük Politika"... Gün ışığına çıkmak için Yakup Kadri'nin ölümünü bekledi, 1975 yılında Milliyet gazetesinde tefrika edildi. Yakup Kadri, cumhuriyeti yıkılışa götüren çelişkileri daha onuncu yılında görmüştü ve... yazmıştı: "İnkilap daha on yaşında. Fakat, şimdiden, bünyesinde ihtiyar bir bünyenin bütün zaaflarını taşıyor... Bizde inkılap hamlesine, daima, iki türlü irticanın kemend vurduğu görülür. Bunlardan biri medresenin, öbürü Babıali'nin mahsulüdür." Babıali'de simgelenen Osmanlı bürokrasisi... bütün iyilikleri kapitalist Batı'da bulan... bir yönetici takımdı.../... Daha onuncu yılında, kapitalist sınıfa dayalı bir cumhuriyette, ihale, komisyon, kayırma dalavereleri ortaya çıkmışsa, bu "dağılış ve çürüyüş" alametidir, diyordu./... Yakup Kadri... ve arkadaşları Kadro dergisini çıkarıyorlardı. Kapitalist sınıfın politikacıları bu dergiye ancak üç yıl tahammül ettiler, kapanışında... İş Bankası'nda odaklanan sermaye çevresinin parmağı vardır./ Yakup Kadri... saptadığı gerçeği, roman yaptı; 1934, adına Ankara demişti... çürümeyi gösteriyordu./ Otuzlu yıllarda... cumhuriyetin erken başlayan çürümesini ve çöküşünü durdurma girişimleri vardır... Köy Enstitüleri'ni bunun en verimli örneklerinden biri olarak alabiliriz.../.../... 2017... ortaçağ gömleğini yırtıp atan cumhuriyetçi bir halk vardır... mücadeleye hazır milyonlar vardır" 200-202
(1. Çelişki mi var, yoksa, kuruluşun aslı mı öyle? Ve, emekçi cumhuriyet lafı nereden çıkıyor? 2. Yıkılış nerede? Cumhuriyet tam olarak kuruluş rotasında kendini sürekli tahkim ederek sapasağlam ayakta durmuyor mu? 3. İhale vs. çürüme mi, yoksa, doğasının gereği mi? 4. Halk, cumhuriyetten gayet memnun değil mi? Milyonlar mücadele edecek bir şey mi görüyor, yoksa, apaçık bir şekilde mevcudu mu destekliyor? 5. Birileri cumhuriyete bambaşka bir anlam mı yüklüyor, yoksa?)
-"Ataol Behramoğlu'nun 30 Eylül 2017 günü Cumhuriyet'te... "Meral Akşener Gerçeği" yazısı... "Sahnede pırıl pırıl, aydınlık bir kadın konuşuyor" diye yazması... derin derin düşündürüyor.../... 2007 Temmuz'unda, yine Cumhuriyet'te... İlhan Selçuk bir yazı yazmıştı; "işkencecilerimi affettim!"... AKP'yi durdurmak için MHP'ye de oy verilmesi gerektiğini savunuyordu.../.../... Selçuk, çözümü yanlış yerde arıyordu... Selçuk'un trajedisi Cumhuriyet'i yaşatmak için cumhuriyetçi olmayan partilerden umar beklemesiydi./... Behramoğlu'nun yazısı da, aynı yanlışı tekrarlıyor... bugün Cumhuriyet'in yaşatılması değil, yeniden kurulması gündemde" 203, 205
-"Kılıçdaroğlu AKP ile el birliğiyle adaleti yıkmış, sonra da "Adalet" yürüyüşüne çıkmıştır.../.../ AKP'nin başarısı ise, kendisine karşı politika yapanları engellemesi, bir biçimde yandaşı yapmayı becermesinden kaynaklanmaktadır" 206
-"Bilge insanın düşünceden yapmaya geçmesi, felsefede bir devrim olmuştur. Marx... filozoflar bugüne kadar dünyayı yorumlamakla uğraştılar aysa aslolan dünyayı değiştirmektir, yazar. Bizim ondokuzuncu ve yirminci yüzyıl aydınlarımız da okumadan bu tezin gereğini yerine getirmişler, dünyayı değiştirmek için eyleme geçmişlerdir" 209
-"... harika 1960'lı yıllar... TİP... sermaye partilerini perişan etmişti.../.../... Yön'ü kapatıp 1969 yılında Devrim dergisini çıkarmaya başlayan... Doğan Avcıoğlu.../.../... büyük bir sol aydınlanma yaşandı" 212, 213
-"12 Eylül, aydınlar partisine en büyük darbeyi içten vurdu; edebiyatın ana kanalını, gerçekçiliği kuruttu, burjuva bireyciliğini, sola ve toplumsal değerlere hakaret eden "küfür romanlarını" yükseltti. Bunun için medyalaşan basın ve sermayeleşen yayıncılık sektörünü kullandı. Edebiyat eleştirisinin yerini, kitap tanıtımı ve methiyesi aldı... Edebiyatımız topluma, insana, yaşama yabancılaştı" 215
-""Onbinler A.Ş." adı verilen, binlerce ortaklı bir sol gazete çıkarma çalışmaları, ne yazık ki, bütünüyle başarılı olamadı ve Aziz Nesin'in günlük Aydınlık gazetesine başyazar olmasıyla sonuçlandı.../... bugün liberal dediğimiz, bu edebiyat ve sanatla uğraşan takıma, burjuvazinin "teknokratı" demek daha doğru olur. 70'lerin sonunda netleşen bu teknokratlar partisi, Birikim dergisiyle, İletişim Yayınları'yla, 80'lerde Yeni Günden dergisiyle sosyalist bilincin aşındırılmasında... büyük rol oynadılar. Bu teknokratlar partisi, özellikle 90'lardan sonra aydınlar partisinin yıkılmasında ve dağılmasında çok etkili oldu... "Alçalmanın yazıcısı" Kundera'yı bunlar kampanya yaptılar. Küfür romanları bunlarca yayınlandı ve ödüllere boğuldu.../.../ İki bin bir yılında... Sol Meclis... yaklaşık kırk aydını bir araya getirmişti... Ne yazık ki bu girişim varlığını geliştirip sürdüremedi./.../ 29 Şubat 2012 tarihinde... aydınlar... canlanma belirtilerinden birini sergilediler... Sanatçılar Girişimi... tepki gösterdi.../.../... Sanatçılar Girişimi'yle bir aydınlar partisine kavuşan aydın tepkisi yankısını Gezi'de buldu" 216-218
-"... olguya ilişkin bilgiden çok, bilgiye götüren yönteme ilişkin satırların altını daha çok çizer oldum./.../... Lenin'in, "işçi sınıfına dışarıdan bilinç götürecek" parti teorisini kurduğu Ne Yapmalı'yı yeniden okudum.../.../ Lenin, 1902 yılında yazdığı Ne Yapmalı'da... parti teorisi kurar.../.../... Lenin... "Eğer işçiler... eğitilmemişlerse... gerçek bir siyasal bilinç olamaz. Eğer işçiler... öğrenmezlerse... gerçek bir sınıf bilinci olamaz."/... "Siyasal sınıf bilinci, işçilere, ancak dışarıdan verilebilir... sosyal demokratlar, nüfusun bütün sınıfları arasına gitmek zorundadırlar...".../.../... "... kendi partimizin önderliği altında... eğitmek, bizim işimiz olmalıdır.".../.../... Sosyalizm teorisinin "mülk sahibi sınıf... aydınlar tarafından geliştirilen, felsefi, tarihsel ve iktisadi teorilerden doğup" geliştirildiğini yazan Lenin, "bilimsel sosyalizmin kurucuları Marx ve Engels'in kendileri de, burjuva aydın katmanındandırlar" diyor.../... "herhangi bir biçimde sosyalist ideolojiyi küçümsemek... burjuva ideolojisini güçlendirmek anlamına gelir."/.../ Aydınların Rus devrimci hareketinde belirleyici bir yeri vardır... 1901 Kasım ve Aralık... Nijni-Novgorod'daki gösteriler, Maksim Gorki'nin sürgün edilmesine karşı düzenlenmişti. Moskova'da ise, Oblomovluk Nedir?'in yazarı... Dobrolyubov'u anma toplantısının yasaklanması üzerine öğrenciler harekete geçmişlerdi. Bu aylar boyunca... büyük şehirlerde öğrenci gösterileri yapıldı.../... "Gerçek şudur ki, Rus yaşamındaki toplumsal kötülükler, çalışan yığınları heyecan doruğuna ulaştırmaktadır..."... Türkiye... siyasal örgütlenme yeterli değildir./ Sosyalist kimdir; Lenin'in tarifine göre o halkın sözcüsü olmalıdır.../... gazeteye Parti'nin omurgasını oluşturacak ölçüde merkezi bir işlev yükler" 219-226
-"Tamamen modern olup, modernizmin getirdiği olumsuzlukları moderni aşmak için dile getiren düşünürler, modernizmi ortaçağ ideolojisiyle eleştirenler tarafından referans gösterilir./.../ İslam Uygarlığı'nda yetişen en büyük düşünürlerden İbn-i Sina ve Farabi'yi akla önem vermelerinden dolayı kafir ilan edenlerin kanaat önderi olarak protokollerde ağırlandığı bir ülkenin İslamcısına da olsa olsa "pozitivizm avcılığı" yakışır!/.../... Pozitivitizmin, modernizmin, aklın ve aydınlanma döneminin eleştirisi son derece detaylı olarak yapılmıştır.../.../ Bugün yaşadıklarımız "akıl çokluğu" değil, "akıl yetmezliği"nden kaynaklanmaktadır" 232, 233
-"İlber Ortaylı ve Celal Şengör'e "Cumhuriyetçi aydın" muamelesi yapmak/ Entelektüel karanlığı gören değil, karanlıkta görendir./ Ö. İnce" 239
-"Bugün kendine cumhuriyetçi, Kemalist, Atatürkçü diyen kitlelerin aydınları yoktur" 247
(Acaba?)
-"G. Vassaf her yerde totalitarizm görür ama en çok da egemenlere karşı mücadele edenlerde görür.../.../ "Devrimci.. Che... Nice insanın kanına girer. Gelin görün ki günümüzün kahramanlarındandır."/ Karşısında tankı, topu, tüfeği, yüz binlerce askeri olan bir ordu varken G. Vassaf'ın gözleri şiddet diye tanka taş atan çocuğu görür... bir savaş uçağı ile tanka atılan taş, eşit derecede şiddet üreticisidir.../ Şiddetin her türlüsüne karşı olmak.../.../ G. Vassaf Fransız ve Sovyet Devrimleri'ndeki şiddeti pek güzel görür ama aynı gözler 16. Louis'nin ya da Çar'ın yıllarca yığınlara uyguladığı terörü, o zamana dek milyonların çektiği korkunç sefaleti hiç mi hiç görmez./ Che'nin uyguladığı şiddet pek zoruna gider.../.../ Fransız Devrimi ya da Sovyet Devrimi birkaç sapığın "şiddet uygulamalıyız biiz, şiddeeet" diye sokağa çıkıp önüne geleni öldürmelerinden ibarettir!/.../ Roma İmparatorluğu'nda yaşayan insanların durumu güllük gülistanlıkken "iğrenç" Spartaküs bu kibar ve kırılgan yöneticilere bir anda "totaliter totaliter" şiddet uygulamıştır!" 269-271
(Şiddeti görmemeli ve eleştirmemeli mi?)
-"Vassaf... şunları da yazıyor: "Cumhuriyet'in ilk vatandaşlar kuşağından annemle babam, demokrasi inançlarıyla çelişse de Ebedi Şef Atatürk'süz Türkiye düşlemeyi akıllarından geçirmezlerdi... Evren'in başkanlığına evet diyenler de halkın yüzde 91 oranındaydı."... benzeştirmek mi istiyor?... Atatürk, Cumhuriyet... kurucusu... Evren ise... yıkıcısı" 278
-"O. Pamuk'un bütün yazdıklarında tarihsel olan'ın, yanlış algılanmak bir yana, bilerek çarpıtıldığını görüyoruz... Kafamda Bir Tuhaflık... çarpıtmaktadır.../.../... somut tarihselliği nasıl çarpıttığını, solculukla milliyetçiliği özdeşleştirdiğini göstermek... Ne diyor; "solcuların hepsi milliyetçiydi."..." 305, 306
(Değil miydi?)
-"O Pamuk'un yazdıklarında "mistifikasyon örüntülerinin" arkasındakini bulmak ve göstermek bir yana, tersine, açıklığa kavuşmuş, tarihsel olarak açığa çıkmış çelişki ve gerçekleri mistifiye etme, gizemli hale getirme çabasıyla karşılaşıyoruz... Egemenin etiğini sorgulamak yerine yeniden üretiyor" 307
-"Murat Belge ve elbette ondan ilham alan öğrencileri, baktıkları her şeyde bütün kötülüklerin nedeni ve suçlusu bir Cumhuriyet görüyorlar.../.../... üretim ilişkileri ve sınıfsal çatışmayı görünmezleştiren bir illüzyon numarası bulmuşlardır: Her kötülüğün kaynağında, yurttaşlık hakları vereceği savıyla kurulan Cumhuriyet ve Atatürk vardır" 326
-"Emre Kongar.../.../... Bir sayfada yerdiğini diğer sayfada övmekte..." 332
-"Herkese ve her şeye karşı "hoşgörülü", "ortalamacı", "temkinli", "dengeci" E. Kongar, konu Sovyet Edebiyatı olduğunda birden Kissinger'a dönüşmüştür, hem de en klişe soğuk savaş tezleriyle" 335
-"Eyüp Can.../... yıllarca "solculuk yapan" Radikal gazetesinin genel yayın yönetmenidir... sol bir gazete çıkarmak için solcu olmaya gerek duyulmamaktadır" 346
-"Doğan Hızlan/.../ Adınız benim gözümde edebiyat piyasasındaki torpil, liyakatsizlik, adam kayırmacılık, niteliksizliğin yüceltilmesi, ilkesizlik, herkese mavi boncuk dağıtma yeteneği, hesapçılık, dengeleri gözetme, sansür ile özdeşleşmiştir./... Yazdıklarınız... "suya tirit"... "Sıradan", "vasat", "alelade" ya da "genel geçer"..." 356
-"Yunus'u hiç bilmiyorduk, 1919 olabilir... Fuat Köprülü buldular ve ilk kez çıkardılar, yalnız hiç ilgi görmediğini söyleyebiliyoruz... 1934 yılına geldiğimizde, Burhan Toprak, Yunus'u sanki yeniden keşfettiler... "cahilleşme" propagandası yaparken, cahilleşme ile "ümmiliği", ruhun o saf, bakir huzuruna ermek için bilgiyi devamlı inkar etmeyi çok övdüler; bunu, Yunus'un büyük kuramı sayıyordu.../... Mareşal Fevzi Çakmak'ın damadı idi... Güzel Sanatlar Akademisi'nin başına geldiğini biliyoruz.../... "1933"... az zamanda büyük işler başarmıştık... birden cahilleşmeye mi dönüyorduk... Büyük Kurtarıcı hayattadır ve yoksa değil mi.../.../... aynı zamanlarda... "Yaban" romanının çıktığını... Kadro'da Falih Rıfkı, Şevket Süreyya, Vedat Nedim, Yaban'ı göklere çıkarıyorlar. Cahilleşme'ye açıkça cevap vermiyorlar ancak arada bir kavga olduğundan hiçbir şüphemiz yoktur.../... Bir aydın çıkışıdır... belki de bir "sipariş" üzerine yazılmıştı... romanda, bir kurgu gerekir... bir "tip" gereklidir, Yaban'da hiçbirisi yoktur.../... 1940 yılları... Orhan Veli'nin "Garip Akımı" duyulmaya başlıyor..."cahilleşme" propagandası yüksektir" 366, 367
-"Halit Ziya'yı, Reşat Nuri... Tevfik Fikret... 1908... Dünyanın her yanında yeni insan çıkıyordu ve Servet-i Fünun edebiyatçılarımız yeni insanları yazdılar. Bizlere yeni davranışları ve okumayı öğrettiler../.../... benim kuşağımın tek eleştiricisi Ataç idi... "medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar" dizesini, bir "onur" sayıyor ve Akif'e veriyorduk. Ataç ise, "bunu diyen şair şüphesiz bayağıdır" yazıyordu.../... Erişirgil, "Mehmet Akif, yalnız Batı uygarlığını değil, Doğu uygarlığını da sevmez" demişti... Doğrusu "bilmez" olmalıdır" 368
-"... "islamizm, öğrenme kabiliyetini yitirme vesilesidir" ve öğrenmemeyi, İmam-Hatip mekteplerinde öğreniyorlar./.../... Kerime Nadir, Muazzez Tahsin Berkant ve bir de Esat Mahmut Karakurt varlar... bir anlamda bizi silmeye başlayan oldular" 369
-"Sadık bir de şunu yazıyor, "Züşfü Livaneli'nin kitabında, Türkiye'nin gazetelere yansıyan hemen bütün" haksızlıkları ya da sömürüleri yer alıyor... "tatsız bir dille".../.../ Livaneli, Kerime Nadir ve Muazzez Tahsin'in devamıdır...güçlü yerlerden hep destek almıştır ve almaktadır./.../... Gorki.../ "Ama eğer, yazar o tek... özellikler... toplayabilmişse, bir tip yaratmış demektir, işte bu sanattır... tip yoksa, roman yoktur.../... "Kundera, başı dik, mücadele eden insanlardan tiksinmektedir".../... 12 Mart... Erdal Öz'ün Yaralısın'ı ve diğeri Çetin Altan'ın Büyük Gözaltı romanıdır. Her ikisinde de hiçbir direnç yoktur.../... Sadun Aren... Çetin'e... "çok uydurur", eklediler... 12 Mart daha çok ağlama romanları dönemidir. Sanki ezilmekten saadet topluyorlardı./... 12 Eylül'e geldiğimizde baskı ve ağlama artık yoktur ve sadece suçlama vardır. Bir tür "küfür"... Sol'a ve en çok Cumhuriyet'e hücum ediyorlar... Ahmet Altan, hep cumhuriyet'i...suçlamaktadır ve Cumhuriyet Gazetesi hep ödül vermektedir.../... Sadık... "Zülfü Livaneli'nin kitabında... yazarın bu haksızlıkları sömürüleri yapanlara karşı hiçbir kavgası ve davası yoktur."... Hiçbir karakteri samimi değil... "yazar yoktur" ve hem de "roman vardır". Ve üç, "dili bozuk, kurgusu rastgele, gerçekle, yani, yaşamla ilintisi rastlantısal, bu kitabın yazılmasına neden gerek duyulmuş"..." 370-373
-"Garip Akımı, insanı bir zavallı, bir "garip" yaratık olarak görüyordu... ayakkabısı vurmadığı zamanlar Allah'a yalvarmıyorlardı... Nazım'a düşmandılar.../ Bu "akım" için insanı insandan çıkarma cereyanıdır, diyebiliyoruz.../... bir de "cahilleşme" cereyanı var. Başında, "Üçüncü Adam" Fevzi Paşa'nın damadı Burhan Toprak bulunuyordu... Cahil olmak olmamaktan iyidir, bunu öğretiyorlar. Fuat Köprülü bir "peygamber" bulmuş, adı Farisi "hemrah", bizde "yoldaş" karşılığıdır ve bihakkın Peygamber'dir, fakir yaşamaktadır.../... Kerime Nadir Azrak müthişti, bir çırpıda beş milyon sattılar... "Hıçkırık", basıma 1938 yılında girdiler./.../... Ve tabii İbrani'dir./.../... Zülfü Bey, Livaneli, Kerime Nadir'i, Muazzez Berkant'ı, Esat Mahmut'u yaşatmaktadır" 375, 376
-""Tanzimat" mı, cumhuriyet kadar inşaatçıdır ve "kurucudur" diyebiliyoruz; cehalete büyük darbedir... "mektepli" çağını başlatan bir açılımdır" 377
-"1908.../ Bizde "roman" ve bizde "münevver" işte bu zamanda çıktılar... Demek romanın çıkışı ile Jön Türkler'in duyulması eş zamanlıdır.../... Yaşar Kemal.../.../... Atilla İlhan, "ağaları yazdı ve ağalara tapınırdı" diyordu" 378, 379
-"... genç kızlarla roman kupürleri alıp veren bir kuşaktık... Ülkem ile övünüyorum./ Ve 1953-1954 yılındayız... İnce Memet'e meylediyorduk.../... en çok okunanlardan Kemal Tahir ve Fakir Baykurt... Tahir tarihe eğilimliydi, Cumhuriyet'e düşman değildi, ama büyük kurtarıcıyı eleştiriyordu... Fakir Baykurt... köydeki haksızlıkları ele alıyordu.../ Annem'in babası, Hatay'ın alınmasında en büyük çetenin reisiydi, otuz çetesi vardı, şimdi Sabuniler, Suriye'nin, güçte Koç Ailesidir, evlerinde Çerkezce konuşuyorlar, Annem çok Atatürkçüydü, ben zaman zaman kemalizmi çok eleştirdim, yalnız Büyük Kurtarıcı'yı hep sevdim... Yaşafığımız köy bizimdi, babam köye hiç gelmezdi... "bırak oğlum, o hoca sahtekardır" derdi.../.../ Bir gün Fakir ile beraberdik... yeni yayınlanmış bir kitabı gelmişti, eliyle tarttı... on beş bin basıldığına hükmetti, on bin demişler, ağır köylü küfürlerini eksik etmedi" 381, 382
(Övünmek için ne gerekçe ama!)
-"Olağanüstü bir roman... Üç İstanbul... çöküş'ü anlatmaktadır" 383
-"Tahsin Yücel... Atilla İlhan... 'ı ciddiyete çağırıyordu" 385
-"Orhan Kemal Türk yazıcılığında... bildiğim en büyük "halk sever" yazarımızdır" 386
-"Bilgin Güngör... "Lukacs sanatı bir yansıtma olarak görürü" diyorlar, çok yerindedir... Bu, sosyalist doktrin'dir, buna göre, "yaratıcı", gerçeği çizer... "yansıtma" değil, yansıma'dır.../... Lukacs'a ait değildir ve bu Sovyet Dünyası'nda alfabe idi" 387
-"Hamdi'nin meselesi Cumhuriyet'i değil, romanı ezmek idi ve ezmiştir. Ahmet'e gelince, bize hep kadın ve daha çok "orospu benzeri" bir kadını parçalamayı yazıyordu ve burada yeni olan yanı, Cami'de, kutsal yerde parçalamasıdır./ Belki maksadını aşmıştır./... Cumhuriyet Gazetesi yine çok beğenmektedir" 392
-"Ahmet Altan... "Başımı çevirdiğimde, Zuhal'in, genç kadının verdiği incecik beyaz başörtüyü bağladığını gördüm. Çok güzeldi... Caminin bir parçası olmuştu."... "bir otel odasından, hard porno ima edilen bir çiftleşme sahnesinden çıkıp gelmiş Zuhal'in" çok ateşlendiğini ve derhal imam nikahı arzu ettiğini anlıyoruz. Kurgu mu fevkaladedir... Zuhal sanki yerinde duramamaktadır./ Bir camidir ama aynı zamanda bütün camilerdir ve sanki Dostoyevski'nin tipleridir.../... De Busbecq Osmanlı Türkleri'nde sadece bir cami olduğuna karar vermişti, şöyle yazıyordu: "Hemen hemen bütün Türk camileri Ayasofya'yı model alarak yapılmış."... İstanbul'daki mimarlar, çoğu Ermeni'ydi... Bursa'dakiler ise daha çok sinagoglardan çevirmedir.../ Kubbe, ışık için çok uygundur.../... Zuhal... imam nikahlı Ahmet'in bir pezevenk olmasını ve Zuhal'ı satmasını istiyor.../... "Son Oyun" üzerine çalışıncaya kadar Ahmet Altan'ın neden hapse konduğunu anlamamıştım... herhalde bir dönem pek güzel bulmuşlar, yoksa hemen toplatmak gerekirdi. Sonra Ahmet Altan'ın ileri gittiğine hükmedilmiştir; camiyi, Zuhal'ı çok yakıştırıyor, iyi ama arkadan Ahmet'in Zuhal'i satmasını anlamak zordur. Öyleyse, "Son Oyun" başlı başına bir meseledir./ Ahmet'in hapse konmasını buna bağlıyorum./ Peki, Mehmet mi, bana göre hiçbir suçu yoktur./ Sadece Ağabey'i Ahmet'in kurbanıdır" 393-395
-"Türkiye'yi (...) toplumsal bilimin en mümbit topraklarından biri olarak görüyorum. Bilim, Türkiye'de bakanın üzerine yıkılıyor" 398
(Ne demezsiniz! Başka övülecek şeyimiz?)
-"İleri sosyalizmi... Türkiye'de bu şansı görüyorum" 399
(Ya!)
-"... karşı çıkanların bile zihnini açacak, derinleştirecek, düşünmeye yöneltecek provakatif bir kitap.../ N. Hikmet gibi bir put kırıcının putlaştığı yerde bir "put kırma" davası... "Nazım putu" bu kitapta paramparça edilmektedir" 404
-"Pazarlama mekanizmasının gazetelerin kitap ekleri kadar önemli bir başka kurumu ise, edebiyat ödülleridir.../ Kara... Hamdi Koç'un romanın yıkımı demek olan bu kitabına Orhan Kemal roman ödülü verilmesi, kir'lenmenin korkunçluğunu gösteriyor" 411
-"Yalçın Küçük... 3 Kasım Tezleri'nde, 12 Eylül'ü yapanların en çok istedikleri ekibin hükümete getirildiğini açıklamıştı. Bu ekibin bir Cumhuriyet yıkıcısı olduğunu o günden yazmıştı: "Cumhuriyet, ileriye gitmemek için, bir silah olarak, İslamcı parti yaratmış ve kurucu partisini deforme etmiştir. Şimdi bunlar hükümet ve muhalefet olarak, cumhuriyetin karşısındadır."... "Cumhuriyet, tarihinin en büyük krizi ile karşı karşıya gelmiştir...".../.../ Emekçilerin, ilericilerin cephesinden gerçek biliniyordu, apaçıktı... mücadele ediyorduk ama başarılı olamıyorduk. Çünkü bu gerçeği cesaretle sahiplenen örgütlü bir işçi sınıfı, gerçeğinin gereğini yerine getirecek bilinçli ve duyarlı bir halk yoktu. Gerçek ortadaydı ama sahipsiz'di" 416, 417
(1. Önceki ekipler çok mu farklıydı? 2. "Cumhuriye" ne ki? Her şey tam olarak kuruluştaki rotasında gitmiyor mu? 3. Sahiplenen yoksa, mesele ne?)
-"... sahiplenen ve dönüştüren güçlere gerek vardı" 419
*
1.11.2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder