Oya Baydar, 1. basım, Mart 2018, Can Sanat Yayınları, İstanbul
Roman denmiş, ama...
Daha çok, ülkenin, günümüzden geriye doğru yüzyıllık tarihinin hikayesinden kesitler anlatılmış.
Neredeyse, kurgudan çok, gerçekler!
*
Kahraman değil, kahramanlar var; onlar da "ev"in, daha doğrusu binanın sakinleri olan kişiler.
*
Çerkez, Kürt, Ermeni, Rum...
*
Anlatımda:
-Zamanda ileri geri yolculuklar,
-Normal bir anlatım sırasında araya giren diyaloglar,
-Cümlenin orta yerinde büyük harfle başlayan kelimeler,
-Bazen dışarıdan birinin konuyu hikaye etmesi, bazen de, konuşan kişinin anlatması,
-Bölüm bölüm farklı kişilerin bakış açısı,
var.
Bunlar da, bence, sanki, okumayı zorlaştırıyor, gibi!
*
İçerikte ise, çokça:
-Yenilmişlik,
-Güvensizlik,
-Umutsuzluk,
anlatımı var!
*
Her şeye rağmen, ilgiyle okudum, ilginç buldum!
Beğendim de.
*
Özellikle, günümüze yakın olan dönemi konu edinen bölümlerdeki, makale tadındaki, anlatımları hoş buldum.
*
Bana:
-Yola dönük yüzünde balkonu ve asması, diğer tarafındaki avluda kocaman siyah dut ağacı olan bir evi,
-Camiye komşu, eski tarz misafir odası olan başka bir evi,
-İnşa sürecine benim de faal olarak bizzat katıldığım, ancak şimdilerde kendi kaderine terk edilmiş diğer bir evi,
de, bazı anılarla birlikte, hatırlattı!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"... her dilden susuyordum" 9
-"... ailem Türkiye'de tutunamayıp o göller, ormanlar, karlar ülkesine göç edince Türkçeyi unuttum" 10
-"Bir toprağın yurt olması, vatan olması için oranın ruhunu, duygusunu, ille de sevinçlerini, acılarını, rengini, kokusunu içinde hissetmek gerektiğini bilmiyordum. Baba vatanımın dilini, duygusunu, insanını henüz tam öğrenememişken ayrıldık buralardan... Dil önemli değil, o kadar, aşılabilir ama nasıl hissettiklerini, neye değer verdiklerini anlayabilecek miyim?.../.../... morsalkımı kestirmeyeceğim, doğanın hakkını da kendi haklarımızı da korumaya çalışacağım.../... Zamanın umudun törpüsü değil gıdası, kaynağı, beşiği olduğu çocukluk yılları, sevincin kederi hep yendiği, zamanın sonsuz sanıldığı cıvıl cıvıl gençlik yılları" 12, 13
-"Yaşam kadar hayallerin, arzuların, mutlulukların da çocuk saflığında olduğu masumiyet çağının ışığa, renge, bayramlara aç çocukları için muhteşem bir görsel şölen, büyük eğlenceydi./... Her şey ihtiyaca göre, gerektiği kadardı. Fazlasına imkan da, ihtiyaç da yoktu" 14
-"... bir hala, üç yeğeni... Saraylıymış, Çerkez prensesiymiş. Bu Çerkezlerin soylu olmayanını hiç duymadım, diyor pipolu damat, kendinin de Çerkez olduğunu unutarak... Çocukların babasının kırk yıl önce... bir suikasta karışıp Avrupa'ya kaçtığı... söyleniyor./... Senin baban... Miralay Fuat'ın asıldığı suikast olayı olmalı bu, diyor... Sadrazama ateş açılan arabayı süren delikanlının çocukları kırk yıl sonra burada karşımıza çıksınlar! İnanılır gibi değil!.../.../... Babaları Çerkez'miş. Osmanlı sarayından mıymış neymiş. Adam ölünce Fransız kadın savaşta evinde sakladığı Alman subayına kaçmış, ikizleri de üç-dört yaşına geldiklerinde halalarına gönderip kurtulmuş" 22, 23
-"1913'ün meşum bir günüydü. Can dostumu, yoldaşımı kırk yıl önce astılar, suçu günahı yoktu.../.../ İkiz kızlar suikastta arabayı kullanan delikanlının çocukları, bunda şüphe yok" 24
-"Sadrazama suikastta ne benim ne de Miralay Fuat'ın dahli vardı. Sorguda da hep bunu söyledim, kimseyi ele vermedim. Miralay Fuat Bey'i suçlarsan idamdan kurtulursun dediklerinde bile... Böyle şeyler bizim fıtratımızda, ahlakımızda yoktur./ Belki Çerkezlikten, belki de aynı davada... yargılanmış olmaktan... yakınlık duyuyor... sormaktan çekiniyor. Mahremiyet ihlali Çerkezlerde hiç hoş karşılanmaz.../ İkizler... sarışın, Canset esmer" 25
-"Sadrazama bir otomobilden ateş edilmişti... Arabayı kullanan delikanlı karşı evdeki Hala'nın ağabeyi olmalı... Suikasta İngilizlerle Fransızların azmettirdiği söylenirdi, kimilerine göre de İttihatçıların komplosuydu. Engel olarak gördükleri sadrazamı feda edip İttihat Terakki istibdadını kurma bahanesiydi" 26
-"Çerkez mızıkasında çalınan Kafkas havaları, valsler" 29
-"Tatar böreği, Çerkez pilavı, Kayseri mantısı.../.../ Armonikadan yükselen nağmeler... Amca'nın Çerkez mızıkası.../ Amca aslında kimsenin amcası değildi... herkesin Amca dediği... yaşlı adam, armonikasında her biri ince bir "fiiiiii" fısıltısıyla biten Çerkez havaları çalardı" 30
-"Darağaçları kurmuşlardı, bizi asmaya götürdüler. Miralay Fuat darağacında sallanıyordu, gözümle gördüm, diye sayıklar, çırpınırdı Amca" 31
-"... açıkgöz Laz müteahhitlerin... inşa ettikleri... iki bina 60'ların sonunda dikilmişti... Müteahhit kardeşlerin yaşlı babası... zamanın gazetelerindeki yobaz Ticani karikatürlerinden fırlamış gibiydi. Rize'den gelip inşaat işine girmiş açıkgöz kardeşler ve amcaoğulları... hızla apartman üstüne apartman dikiyorlar.../ Hepsi: Babalar, oğullar, boy boy torunlar aynı tornadan çıkmışçasına birbirlerine benziyorlar; uzun burunları, çıkık çeneleri, fıldır fıldır küçük gözleriyle hepsi irili ufaklı fareleri andırıyorlardı. Onlara fareler adını... Pipolu Adam takmıştı. Laz müteahhitlere fareler derken Pipolu Adam'ın kimseyi küçümsemeye niyeti yoktu" 38
-"Amca'nın keyfi yerindeyse Çerkez mızıkasının eşliğinde orada dans edilir" 39
-"... eski bir armonika: Amca'nın Çerkez mızıkası" 42
-"Yalan bazen ne kadar sağaltıcı oluyor... Bilincimiz ve belleğimiz mutluluğumuzun en büyük düşmanı, bilinci köreltemeyince unutmaya sığınıyoruz" 46
-"Evi çocuğa hasret bırakmadım ben Tomcuğum, Umut'u doğurdum" 47
-"Sayılar, sözcüklerden daha iyidir, insanı aldatmazlar. Dil yalan söyler, kandırır; sayılar kesindir, gerçeği bildirir, dedi Canset" 50
-"Miralay Fuat Bey'i gözlerinin önünde asmışlardı. Onun hiç dahli yoktu suikastta, İttihatçıların iftirasına kurban gitti, derdi Amca... Ya Feride'nin dedesiyle birlikte asılanlar? İstiklal Mahkemeleri? Evdeki tabu konulardan biri daha işte" 61
-"Şimdi karısıyla küçük oğlunu bırakıp giderken evin eskiden canını sıkan bu tantanalı, civcivli haline şükrediyor. Güvendeler, sevgi çemberiyle çevrililer.../.../ Sandıkla silah, bilimle devrim, fokoculukla işçi sınıfı arasında sallandım bir süre. Bu iş legal partiyle, seçimle olmaz diyenler dağa çıkıyor ya da Filistin... saflarında gerilla talimine gidiyorlar. İşçi sınıfı öncülüğünde demokratik yoldan iktidara gelmek dedin mi pasifist, revizyonist oluyorsun. Feride bu laflara aldırmaz. Parti çizgisine bağlıdır. Onun tabiriyle "dağcı goşistler" kovboyculuk oynamaya meraklı çocuklardır ve bu oyunun sonu kötü bitecektir./ Feride kazandı, onun iradesi baskın çıktı... delikanlı değildi, iş güç sahibi adamdı... Devrim namlunun ucundadır diyen arkadaşlarının peşinden gitmedi... illegal işlerden mi korktum...düzene teslim part-time devrimci oldum./.../ Nereye değil ama neden gittiğini bir tek Feride'ye söylemişti... Gitme... dememişti. Bizim inandığımız devrim işçi sınıfının, emekçi kitlelerin eseri olacaktı, seçilmiş kahramanların ve silahlı mücadelenin değil, demişti... Onlar darağacına gönderilirken burada kalıp emekçi kitlelerin ayaklanmasını bekleseydim kendime saygım kalmazdı... dediğinde Feride susmuş.../.../... Geleceğe dair acaba'lar insanı tedbirli, korkak kılar, tetiği çekecek parmağı titretir. Kim söylemişti bunu? Son görüştüklerinde Deniz mi yoksa kurtarma operasyonunu örgütleyenlerden biri mi? Bana güvenirler güvenmesine ama onların gözünde pasifist, revizyonist karısının etkisindeki küçük burjuva akademisyenlikten devrimciliğe terfi edemedim bir türlü. İçini yokluyor, Bu maceraya devrimciliğimi ispat için mi atılıyorum yoksa?/.../... sahte kimliğini okşuyor... Silah külah işlerinde pek maharetli değilimdir. Yıllar önce Kazdağları'nda talim etmiştik biraz, alışamadım, bana göre değildi. Ben döneyim, dedim arkadaşlara... Kıl herif diye dalga geçtiler... Deniz sırtıma vurdu babacan bir edayla, Git len, dedi, güvenim tamdır sana, lojistik desteğe de ihtiyacımız olacak. O başkaydı... can adamdı... Onların darağacında sallanmasını mı seyredeceğim şimdi! Ömür boyu nasıl barışırım kendimle" 63-66
-"Çocukça güven duygusunu o gün mü yitirmişti? O dün mü hissetmişti kendinden başka kimsenin onu koruyamayacağını? Ev'in yıkılmaz bir kale olmadığını, kötülüğün her yere sızma gücünü? Erken tüketilmiş, yara almış çocukluk, aşınan masumiyet, içe kapanmaya dönüşecek umursamazlık hali, şikayet etmeyen, her şeye hazır, her durumda sakin "iyi çocuk" Umut.../.../ Anneannesinin ağlamaklı sesinde üzüntüden çok kızgınlık var: Alem ne diyecek şimdi... O silahlı adamların eve girdiğini bütün mahalle gördü. Vatan haini diyecekler, komünist diyecekler. Anlı şanlı asker ailesiydik biz, kocamın İstiklal Madalyası yatağımın başucunda asılı. Gelenlere gösterdim... Cevap bile vermediler, alıp götürdüler kızı. Hepsi o damadın başının altından çıktı.../.../... Bu ülkede hain kim kahraman kim, asılan mı günahkar asan mı.../.../ Baba seyahatten hiç dönmedi, annenin seyahati de uzun sürdü. Umut ikisini de özledi ama pek aramadı, aradıysa da... belli etmedi... Öğrendiğinde dokuz yaşındaydı... Okulun son günleriydi. Senin baban teröristmiş, dağda vurulmuş ölmüş, annen de komünistmiş, hapishaneye tıkmışlar dedi... bir çocuk./... büyük bir ferahlık, anlaşılmaz bir sevinç duydu. Küçük oğullarını sevmediklerini... düşünmüş... kahrolmuştu bunca zaman... Annemle babam beni seviyorlarmış, beni bırakıp kaçmamışlar.../.../ Karanlık.../... Rutubet, sidik, çürümüş et kokusu.../ Saman dolu bir çuval gibi fırlatıldığı hücrede, yerde yatıyor. Bilinci bir açılıp bir kapanıyor... "Bu ex olacağa benziyor. Bir iğne yap teğmenim, başımıza bela almayalım!"... sessizlik.../.../ Altını üstüne getirdikleri evden alıp zırhlı arabaya bindirir bindirmez gözlerini bağlamışlardı. Kontrgerilla.../... Garanti Fareler'dir ihbar eden.../.../ Kan bacaklarının arasından ılık ılık akıyor... Bebek.../ Sol bileğinden hastane karyolasına kelepçelenmiş.../.../ Son aşk gecesi... ölümlere inat hayatı yeşertme, sürdürme azmi.../.../ Kocasının vurulduğunu... siyasi tutuklu kadınlardan öğreniyor. İnanmıyor... avukat, Emre'nin Bekaa'ya... el-Fetih kamplarına ulaşmak için sınırı geçmeye çalışırken vurulduğunu söyleyene kadar. İnanmıyor... El-Fetih kamplarında ne işi var" 68-74
-"... beyaz kuğu hayaletleri gibi devinen genç kızlarda, Çerkez mızıkasının nağmelerinde..." 78
-"Tom, Çerkez mızıkasıyla bir Kafkas düğün havası çalarak kuğu gelinleri izliyor./.../ Şair... Sürreel bu, sürreel azizim, diye tekrarlayıp duruyor... armonika susuyor.../.../ O geceyi yazacaktı. "Son Sığınak" en sevilen şiiri olacaktı.../... Gerçekler onu acıtıyordu, alkole sığındığı gibi o gece bizim evde bulduğunu sandığı gerçekdışına sığınmaya çabalıyor, demişti Feride, Şair kayıplara karıştıktan sonra./ Belki eve bile değil o unutulmaz geceye aşıktı... Devrime ihanet etmiş miydi?... Şair döndüyse aşka dönmüştü, onu hayal kırıklığına uğratan devrime değil, aşka bedel ödemeyi yeğlemişti" 80, 81
-"İnsan geçmişine hep geç kalıyor, demişti bir keresinde. Merak ettiği, öğrenme ihtiyacı duyduğu zaman, yaşananı anlatacak kimseyi bulamıyor, birkaç eski fotoğraftan bir de tarih kitaplarındaki kuru yalanlardan başka bir şey kalmıyor elinde./ Babam merak etmemişti, bilmeyi istememiş, öğrenmeyi reddetmişti belki de. Geçmişinden kaçmıştı: bu ülkeden, bu evden, yok saydığı babasından, hatırlamanın ilmeğini tutan, bu yüzden hep kaçtığı annesinden... Bilinçsiz bir kaçış mıydı yoksa tasasız, sakin bir yaşam özlemi miydi?/.../ Bilmeden de olsa, babam zinciri uzaklaşarak kırmayı denemişti. Köklerinden kopmak, uzaklarda, başka coğrafyalarda, başka ülkelerde yeni bir hayat kurmak. Başka halkların, başka tarihlerin zincirine eklemlenmek ya da hiçbir yere eklemlenmeden öylece boşlukta yaşamak.../ Başarabildi mi? Sanırım evet... yetiyor mu bu yaşam ona? Bilmiyorum. Peki ben? Ben ne yapıyorum, neden babamın kopardığı zincirin kayıp halkasını bulmaya... çalışıyorum?... Ne arıyorum burada? Çocukluğumu mu, kimliğimi mi, geleceğimi mi?.../.../ Ben geçmişe geç kalmak istemiyorum" 86-88
-"... kız doğunca... bahar geldi sanki... Hatırlasana, kız bir Kürt'le evleniyor diye nasıl da küplere binmişti... Kürt olmuş, Çerkez olmuş, Türk olmuş ne kıymeti var, insan olsun yeter.../.../... burs kazanıp Fransa'ya gitmesi... söz konusuydu... Çerkez terbiyesi uyarınca kızlarının şımartılmaması gerektiğine inanan, kızıyla hep mesafeli olan babası bile sevincini gizlemiyordu.../ Sonra, bir de baktılar ki Irmak kazandığı bursu reddetmiş, gitmekten vazgeçmiş./ Bir aşk hikayesiydi, sıradan bir hikaye... Kürt aşiret reisleri diye küçümseyip geçecek misin! Hele de, Sizler daha göçebeyken biz bin yıldır burada medeniyet kurmuştuk diyen; buralar bizimdir, siz buralarda arsız ve saldırgan misafirlerimizsiniz tavrını saklamayan bu mağrur insanları ne yapacaksın!/ Kızın gözü hiçbir şey görmedi. Oralara gitmeyi, Kürtlerle birlikte yaşamayı, hepsini kabul etti.../... Tom'un ilk sorusu Kürt mü? olmuştu... Bilmiyorum, sormadım, dedi. Ne önemi var ki, siz de Çerkezliğinizle övünüp durmaz mısınız hep?/.../... gözlerine inanamadı, dedesi kayınpederiyle kucaklaşıyordu... Cumhuriyetçi bir aşiretti... Devlet bunca yıldır asa asa bitiremedi... bir çeşit "asılanlar kardeşliği" kurmuştu dünürlerle arasında./.../... Ev, bir kez daha darağacı kardeşliğiyle, ölüler üzerinden birleşti. Belki de ölüm yaşamdan daha yakınlaştırıcıydı. Acıyı ortaklaşmanın, sevinçten daha birleştirici olduğu gibi./.../ Benim adım Ant değil, sen öyle diyorsun. Türkiye'de Ant oldum. Benim adım Andreas, evde de Andi" 90-92, 94
-"Annemle arkadaşları, o kuşak, bütün hayatlarını bir hayal uğruna harcadılar... ama hiç de pişman olmadılar. Onları yaşatan, güçlü kılan umutlarıydı, hayatlarına o umut anlam kazandırıyordu" 95
-"Dil insanın ülkesidir, demişti... o kadar çok dilim var ki benim, ülkem neresi, onu da bilmiyorum. İhtiyaç da duymuyorum ille de bir ülkem olmasına... Vatan dediğin doğduğun yer değil doyduğun, huzurlu olduğun yerdir, der babam./.../... İnsan... bir gün, birden aile büyüklerini... tanıma isteği duyuyor içinde. O anın, kişinin gerçekten büyüdüğü an olduğunu düşünüyorum. Ama o an geldiğinde... tanımak istediğimiz insanlar ya bu dünyadan ayrılmış oluyorlar ya da kararmış belleklerin dehlizlerinde, unutma bahçelerinde dolaşıyorlar" 97, 98
-"... yabancılaştı. Türkçeyi unutmuştum, telefonda söylediklerini anlasam da cevap veremiyordum, iç sıkıntısı ve çaresizlikle susuyordum. Almanca konuşmayı deniyordu o zaman. Yine cevap veremiyordum; anadilimi anlamadığımdan değil söyleyecek söz bulamadığımdan. O zaman İngilizce birşeyler söylemeye çalışıyordu, ben yine susuyordum. Birbirimize ulaşamıyorduk. Çocuğu sıkmayalım, zorlamayalım, diyordu Oma, anlayış göstererek... iki farklı dünyaya aittik.../.../ O gelmedi, biz de... gidemedik... Hepsi aşılabilecek ama aşmak için gayret sarf etmediğimiz bahaneler. İşin aslında, geride bıraktığımız o farklı dünyaya, o hep gergin, kıpır kıpır, olaylara gebe tekinsiz iklime kısa bir süre için bile olsa dönme fikri bizimkilere huzursuzluk veriyordu. Burada, güven içinde sakin bir yaşam kurmuş olmaktan kaynaklanan bastırılmış mahcubiyet hatta utanç da olabilir nedeni" 100, 101
-"Şehirlerin ruhları vardır, kendilerine özgü kokuları, renkleri vardır... korur... Burada yaşadığımız gelişme, değişme değil; curcuna içinde başkalaşma, çöküş... vicdansız bir toplum olduk" 102
-"... bir kasırganın ortasında yabancı olan benim; bu şehrin, bu çağın, bu toplumun yabancısıyım. Zamanda ve mekanda sürgünüm" 103
-"... yenildik. Bazılarımız... yenilgiyi taşıyamadılar. Şair'in intiharının nedeni buydu: anlamsızlık duygusu, hayatına bir anlam verememiş olmanın boşluğu, pişmanlığı, bir de artık yeniden başlama umudunun tükenmesi./.../... dünya yenildi. Sizler oralarda, sanal cennetlerinizde bu konuların pek farkında değilsiniz ama dünya vicdanını, umudunu yitirdi" 106
-"Biriktirdiğin anılardan başka nedir ki hayat dediğin!/.../ Gündeliğin bunaltıcı, kemirici sıradanlığı, şiiri tüketen hoyrat gerçeklik, artık inanmaz olduğumuz devrime adanan sahtekar mısralar, alkolün ve Eski Tüfeklere meraklı müritlerin gideremediği hiçlik duygusu... Artık ne devrime ne dünyayı değiştirmeye ne eski yoldaşlara inanıyordu. Yenilmişti, biliyordu; ama genç kuşakların... umutla meydan okuyan pervasız cesaretlerini kuşanarak yollara düştükleri bir zamanda yenilgiyi itiraf etmek intihar demekti, bunu da biliyordu. Eski Tüfeklik bu çevrelerde var olmak için elinde kalan son koz, son payeydi" 108
-"Şair sana aşık olmaya hazırlanıyor. Sizin kızlarla birlikte o Çerkez düğünü gösterisi yaptığınız geceden beri" 112
-"Nişanlısı... güzel, ılık duygular akıyordu içine. Ya ötesi? Teni, bedeni tutuşturan cinsel çekim; kasıklardan başlayıp cinsel organdan ateşten bir yılan gibi süzüle süzüle geçen, karın boşluğunu dolaşıp göğsün ortasında kıvranan; dudaklara, yanaklara günahkar kızıllıklar yayan o benzersiz duygu? Bir kez yaşamış olduğu... başdöndürücü tensel çekim? Yoktu; ama yokluğu eksiklik değil de aradığı dingin huzurun garanti belgesiydi./ Sonraki günlerde, kural, sınır, utanç tanımaz bir sevişme sonrasında Şair'in koynunda doygun ve dingin yatarken hatırlayacak ve şaşıracaktı: Nasıl bu kadar huzurluyum; içimde ne günah duygusu ne aldatmanın vicdan kemirisi var. Tutkulu aşk günah tanımaz, suça girmez" 113, 114
-"Bebeğin gülüşü Şair'in tavşan gülüşüne benziyor... hiç bakışmadan kurulan iletişim, sessizce paylaşılan sır" 120
-"İnsan yaşamaktan sıkılır bazen; yine de müzmin bir alışkanlıktır yaşamak, sıkılsa da sürdürülen bir rutin. Kendinden sıkıldığında ne yaparsın, nasıl kurtulursun kendinden?" 121
-"Susmak... Becerememişti susmayı. Sansaryan Han'daki sorguda... kimilerinin tırnakları sökülürken, o bir fiske bile yemeden konuşmuştu.../.../ Neden nefret etmiştim onlardan? Hak edenler vardı içlerinde. Ne eleştiri ne farklı görüş kabul ederlerdi: "Eleştiri silahı silahın eleştirisine dönüşmemeli yoldaş!..."/ Yine de konuşmayabilirdim, susabilirdim. Korktum./.../... Biz de, sen de susacağız, demişlerdi tahliye edilirken. Öttüğünü seninkiler bilmiyor ama biz biliyoruz... bir yamuğunu görürsek gereğini yaparız" 122, 123
-"Her yeni kuşak miladı kendisiyle başlatıyor. Milattan öncesini de herkes kendine göre kurgulayıp anlatıyor" 124
-"Bana aşkı anlat, demişti Simin şiir kitabının adına zarif bir gönderme yaparak. O şiirler benim kavgaya, devrime inandığım döneme aitti, orada aşk figüran rolündedir, güdük kalır, diyememişti. Aşkı yaşayarak, yaşatarak anlatacağım sana demişti./.../ Aşkın, tutkunun, aşka sadakatin şiirini yazan Simin'di. Kocasını, evini, çevresini terk edip kurulu düzenin tabularını yıkacak kadar cesur, kendi hayatını ve çocuğunun hayatını yalanlar üzerine kuramayacak kadar kendine saygılı ve güvenli olan oydu. Tek bir cümle söylemişti dönmemek üzere giderken: Pişman değilim, seninle zenginleştim, derinleştim, bir de oğul kazandım. Bedel ödenmeden kazanılmıyor./... Sorun buydu: Hayat boyunca bedel ödemeden kazanmak istedim ben. Bedel ödemeden devrimci, bedel ödemeden ünlü şair, bedel ödemeden büyük aşk./.../... Ufacık kapsülü ağzına atıp ısırıyor... vakti yok" 125, 126
-"Amca öldü... Darağacında sallanan yoldaşın acısı, taş evdeki Ermeni sevgilinin unutamadığı hayali, Kafkaslar'daki köyden çıkıp -ki evlerinin basıldığı, annesinin kanlar içinde yerde yattığıydı bütün hatırladığı- eline sıkı sıkı yapışmış halasıyla yollara düşmüş çipil gözlü, çelimsiz yetim oğlan çocuğunun Kafkaslar'dan Şam'a, oradan Anadolu'ya uzanan yolculuğu, Çerkez mızıkasının neşeli ezgileri, esaretten kaçış, -hangi cephedeydi İngiliz esir kampı? Hindiçin'de bir yer ama neresi? Ne işimiz vardı oralarda?- oğlu gibi sevdiği damadının, içine sindiremediği ama gülümser gibi yapıp sustuğu acımasız şakası: "Savaşta kaçarken vurulmuşsun Amca, yaran kıçında!" Hepsi; doksan dört yıllık bir ömürde ne varsa, hepsi yokluğa karıştı" 133
-"... müzik perde perde açıldı, Kafkas Dağları'na uzandı; isyan, cenk, Kazaska havası oldu.../.../ Babam doksan dört yaşındaydı... Devirler değişti... ama gelen gideni hep arattı, korkular kaygılar değişmedi. Hiç değişmeyecek mi?... aynı kabusa mı yazgılı bu memleket?" 135
-"Köyü bastılar, bizim kahyayla birlikte Fırat'ı da götürdüler" 136
-"... aşk yüzünden çıktığı Diyarbakır yollarında yürürken genç kadının nasıl değiştiğini, bir erkeğe duyulan aşkın bütün insanları sarıp sarmalama sorumluluğuna, bilince, vicdana nasıl dönüştüğünü sevgiyle izliyordu.../... Umut'un sesi: Vatan haini olmayacağım, vatanı da kurtarmayacağım... Buralardan gideceğim.../... İstediği zaman görünmez olabilen, kendini fark ettirmemeyi başaran bir çocuktu o. Sayıların, kitapların, hayallerin ülkesine sığınmış bir uzaylı; bebekliğinden beri hiç ağlamayan, hüzünlü, düşünceli bakan, hiç şikayet etmeyen çocuk" 138
-"Hain kim, kahraman kim, tarih karar verir derlerse, bu da yalan. Tarihi yazanlara bağlı her şey. Kim iktidardaysa onun tarihi yazılır, bu yüzden bütün tarihler yalancıdır.../ Keşke Amca'ya daha fazla şey anlattırsaydık... İnsan gençken... geçmişine aldırmıyor. Sonra... sorabileceği kimse kalmıyor.../... geçmişine dönüp bakmayan... bir halkız... Mesela... O suikast olayı? Almancılara karşı İngilizlerden, Fransızlardan yana olanların işi miydi yoksa... İttihatçıların istibdadına karşı Hürriyet ve İtilafçıların darbesi mi?"139
-"Hala... zamanında çalıştığı, yardım ettiği Çerkez derneklerinden iki temsilci..." 142
-"Eskiden Kürtçe adlar yasaktı, Kürtlerin çoğunun iki adı olurdu bu yüzden. Nüfusta... bir Türk adı; aile içinde... Kürtçe bir ad.../.../... Coğrafya kaderdir" 156
-"... şehirde ne egzotik hava... ne de görülmeye değer fazla bir şey vardı. Eski, havasız, pis, yarı harap hanlar, fıskiyelerinden su akmayan şadırvanlı iç avlular, pek de ulu görünmeyen Ulu Cami... Sur dışında, yeni gelişen semtlerdeki apartmanlar... bunaltıcı, yapışkan sıcak, her yanı kaplayan sarımsı toz bulutları... Hevsel Bahçeleri'nin yeşili bile yaz sıcağına teslim olmuş, sararmıştı" 158
-"Irmak'ta... bu yabancı topraklarda onu etkileyen birşeyler var besbelli, diye düşünmüştü; ruhuna nüfuz edemediğim, kavrayamadığım, sadece sanatçı duyarlılığının sezebileceği birşeyler. Ben onun bin bir güzellik... bulduğu şehrin ruhunu kavrayamıyorum, Suriçi'nde saklı gizemi, kadim yaşamın izlerini göremiyorum./.../ Enişte Fırat! Onu... son kez 12 Eylül sonrasında Diyarbakır 5 No.lu Cezaevi'nde görmüştü... işkencenin kalıcı etkisi... bir cehennem.../... önce tanıyamamıştı" 160, 161
-"Irmak'ın telefondaki sesi buz gibi: Bir gece siyah bir arabaya bindirip götürdüklerinden sonra, on gündür hiç haber alamamıştık. Dün ensesinden kurşunlanmış olarak Elazığ yolundaki köprünün altında bulundu.../.../... Elleri arkadan bağlı, enseden tek kurşunla vurulmuş. Fail meçhul falan değil, herkes bu imzayı tanıyor" 163
-""Gökyüzü mavi atlastan, yeryüzü kaz bokundan"mışçasına resim yapamam ben" 164
-"Dağa çıkmak! Buralarda gençlerin yaşamına anlam katan sihirli sözcük... Ölüme meydan okuyarak kendini ispatlamak... kimliğine tutunmak" 167
-"Ölülerimizin mezarı, acılarımızın pınarı neredeyse vatanımız orası" 169
-"Mutlak sükunet tehditlere gebedir" 170
-"... artık dışarıya az çıkıyor... misafirin yolunu gözlüyor... eşe dosta ihtiyacı var./.../ Everek; şimdi Develi oldu. Kayseri taraflarında bir yer. Eskiden, tehcirden önce Ermeniler yaşarmış o bölgede... taş ustalarıyla meşhurmuş... babam. Bir Ermeni dilbere aşık olmuş. Sonra tehcir, Ermenilerin büyük felaket dedikleri olaylar... 1934-35 olmalı... Müzik odasında piyano.../.../... Gaddar bir ana gibidir ülkemiz, çocuklarını ya boğar ya kovar.../.../... yarı Türkçe yarı Fransızca... diaspora çevresinin hikayelerinden derlenmiş, bu toprakların bağrından doğmuş iç burkan bir macera. Ateşe verilen evler, cayır cayır yanan kasaba.../.../... yol boyu saldırılar, soygun, katliam, millet canını zor kurtarmış./.../... fotoğrafları gösteriyor: Çerkez kıyafetiyle Amca, Osmanlı subayı üniformasıyla Amca, Develi'de 23 Nisan'da şiir okuyan mektepli Tom.../.../... Eskiden Türk, Ermeni, düşman değildik, sevdalandığımız bile olurdu birbirimize... Köklerimiz orada... kovulduk, sürüldük, öldürüldük ama vatanımızdı... onca acı, onca kayıp ama o bizim diaspora gibi sizlere hiç düşman olmadı./ Travmayı yaşayan kuşak değil de onların çocukları, torunları, yani sonraki kuşaklar geçmişin peşine düşüyorlar. Sadece mağduriyetlerinin hesabını sormak için de değil, köklerine uzanıp kimliklerini pekiştirmek için. Diasporanın bilincini, kinini, taleplerini geliştiren, diri tutan onlar. Her yerde böyleymiş" 181-186
-"Develi... müzik odalarında piyano... anlatıyor: Hepsi Ermenilerden kalmıştı. Medeni olan ne varsa onlardandı. Ama kendileri yoktu, hiç Ermeni kalmamıştı Develi'de" 187
-"Yalnızsan hiçbir şey aynı olmaz, içindeki boşluk... yutar, soldurur" 192
-"... herkesin, her halkın yalnızlığı kendine" 194
-"Beyrut... Sonra Kara Eylül meselesi, FKÖ'deki çatlak, terörü reddeden Leila, Leila'nın Kara Eylül'e katılan ağabeyinin Türk istihbaratı adına ajanlık yaptığı suçlaması -soru soran, eleştiren, ayrılmak isteyen ajandır!- infaz kararı... Leila'yla birlikte... Lyon'a gidiş./ Leila'yı sevmiş miydi?.../ Yanlış zamanda, yanlış yerde bulunduğunu düşündüğü, inandığı şeylere inanmaz olduğu... kendini çaresizlik ipleriyle kıskıvrak sarılmış hissettiği o günlerde, bu aşktan başka sığınağı yoktu... Bir insana değil bir ortama, bir iklime, bir esintiye, bir kurtuluş ümidine tutuluyorsunuz... Leila'yı sevmek hem zorunluluk hem de kaçıştı... biz Mecnun değil mecburduk, demişti./... neden gitmiştim... Bir sadakat ve devrimci ahlak meselesiydi. Onlar darağacına götürülürken susup seyirci kalsaydım... ömür boyu... utanacaktım... cevabını bulamadığı... Eve dönmek yerine neden Lübnan'a, Filistin kamplarına yöneldim... O noktada bir boşluk vardı... macera... devrimci romantizm..." 196-198
-"Oğluna duyduğu sevgiyi gölgeleyen suçluluk duygusu çocuk büyüdükçe artmıştı... elimden geleni yaptım. Yine de.../ Nerede hata yaptım, sorusu... bütün anneler... sorar... Bir karıkoca Freud'a gitmişler: Çocuğumuz olacak... nasıl davranmalıyız diye sormuşlar. Ne yaparsanız yapın, nasıl olsa yanlış olacak cevabını vermiş" 203
-"Hiçbir şey değişmiyor buralarda... bu ülkelerin durmuş oturmuşluğu beni her zaman şaşırtmıştır" 205
-"Bilmemenin huzuru, dedi Canset. Yalanlarla korunan sanal huzur.../.../... Kendimi yersiz yurtsuz hissediyorum. Ayaklarım toprağa basmıyor, çünkü toprağım yok. De Laancolet Malikanesi'ne kavuşmayı tutkuyla istememin nedeni de buydu belki: kendi toprağıma, köklerime kavuşmak... Ama bak, ayaklarım beni yine buraya sürükledi.../.../... hiçbir yere geri dönmek istemiyorum... Sizin oralar benim oralar değil. Benim oralar neresi... yok belki de. İkimiz de ailemizin yersiz yurtsuzluk halinin mirasçılarıyız" 213, 214
-"Fırat köyün mezarlığında yatıyordu... Çocuklarının ölü bedenlerine kavuşabilmek... için... kapılarını aşındıran köylüler, Kemikler bile konuşur... derlerdi... "faili meçhul değil, belli" satırını kazıtmıştı... Köylüler... Hepimizde hakkı vardır, kimin davasına bakmadı ki... derlerdi./... ağıtlar... ölüyle ilişki kurmanın bir yolu olduğunu anlamıştı. Ölüm ne olağanüstü bir olay ne de sondu. Canlının kaçınılmaz kaderiydi... doğaldı. Onları kahreden, ölülerine kavuşamamaktı./ Öldürülen çocuklarının parçalanmış, yanmış, dağılmış bedenlerine kavuşup gömebilmek için çırpınırlar, ölülerini toprağa vermeden huzur bulamazlardı. Şamanizmden, doğal dinlerden, inançlardan süzülüp gelmiş bir ölüm kültüydü bu. Öteki dünyaya... inanmakla ilgisi yoktu. Topraktan fışkıran hayatın toprağa dönmesi... bir çeşit ölümsüzlüktü./ En az iki evden birinin dağlarda vurulup ölmüş evladı, bir yakını olan bu köyde Fırat'ın gördüğü saygı, büyük ağanın oğlu olmasından değil, çocuklarının dirisine olmasa da ölüsüne kavuşturan "Avukat Begimiz" olduğundandı" 215
-"Fırat'ın mezarını aradı. Taşı kırılmış, üzerindeki güller sökülmüştü. Hiçbir şey bulamayacaklarını biliyorlardı, maksat kutsalları çiğnemek... onurlarına... saldırmaktı.../ O gün mezarlıkta, "neden buradayım" sorusunun cevabı aklına... apaçık... düştü: Onlara reva görülen zulümden utandığım için. Fırat'ın aşkıydı beni buralara getiren, şimdi bu insanlar, bu topraklar hayatımın anlamına dönüştü. Aşkın, tutkunun nesnesi artık bir kişi değil, bir halk, bir iklim" 217, 218
-"Dönerci hışımla kapıya çıkıyor... bu Suriyeli piçlerle başımız dertte" 219
-"Semtin tek pastanesiydi o zamanlar. Bir Rum madamla oğlu işletirdi.../... Sizin hatırladığınız ilk sahipleri 6-7 Eylül'den sonra Yunanistan'a giderken dayıma devretmişler, 1964 tehcirinde dayımlardan da biz devraldık" 220
-"Hiçbir aidiyet bağı taşımayan, kendini sadece dünyalı insan olarak tanımlayan babam.../... antropolojik coğrafya... Sınır Tanımayan Doktorlar.../ Bu kadar uzakta yaşayınca cenazelere bile zor yetişiyor insan" 224
-"Nesnelerin kendi varlıklarını aşan sihirli gücü.../... Cansız nesnelerin direngenliği, kalıcılığı; canlının uçuculuğu, geçiciliği" 225
-"Coğrafya sertifikalarıma antropolojiyi de ekledim. Geleceğin bilim dalları değil, dedi babam, para da kazandırmaz, ama kendi tercihin. Kendi tercihim miydi? İnsanın kendi tercihi var mıdır, yoksa özgür seçimimiz sandığımız şey yüzlerce, binlerce etkileşimin kaçınılmaz sonucu mudur?" 226
-"Savaştan... kaçıp Batı'ya ulaşmak için ölümü göze alan... boğulan insanlar... Sınır kapılarında... durdurulan... aşağılanan... insanlar... perişan mülteciler... bombaların altında hala oyun oynayan çocuklar... tarifsiz acı... Gerçek olamayacak kadar korkunç bir dünya.../... Suriyeli mülteciler... dilenirken görüyorum... Dilsizler; dillerini memleketlerinde, yıkıntıların altında bırakmışlar. Yüzlerindeki açlığı, umutsuzluğu, çaresizliği görüyorum./ Uzaktan, tuzu kuru ülkelerimizden bakarken insanlık vazifemizi yapıp vicdanımızı soğutmak için el uzattığımız yardıma muhtaç zavallılardı, neredeyse soyut ve sanaldılar. Burada, hemen yanı başımızdalar, sanal değil gerçekler" 227
-"Oma... Son günlerdeki yenilmişlik halinin, beyhudelik duygusunun, hayatın anlamını beynini yüreğini kanatarak sorgulamasının yerini umut ve huzur alırdı belki" 228
-"Nesneleri biz var ediyoruz... sonra... bizden bağımsızlaşıyor... Yitirmenin hüzünlü çaresizliği" 229
-"Değişim üçüncü kuşakta başladı, torunlarla torun çocukları artık Fare değiller" 230
-"Almanya... Amerika'ya yerleştiğinden beri..." 230, 231
-"... patlayan bombalar, gencecik çocukların öldürülmesi, -Suruç'ta katledilenlerden biri en iyi öğrencimdi, ya Ankara'da Barış Mitingi'nde öldürülenler, yüzden fazla ölü, inanılır gibi değil, bu ülke nasıl geldi bu günlere-... kocasının Amerika'da, olmadı Kanada'da bir üniversiteye nakil ısrarı, "Artık bizlere bu ülkede hayat yok..." demesi.../.../... "Bizim herkes"... Hep azınlıkta, hep marjinal kalanlar... Halkın umurunda mı, kitlelerin umurunda mı.../ Kendinden ve her şeyden memnuniyetsizlik duygusu... yoğunlaşıyor" 233
-"... baban geçmişin bagajından kurtulmak istemişti. Bu evden, bu ülkeden kopup yeni bir hayat kurmak istiyordu... lanet zincirini kırma çabası" 236
-"Sadece dil değil benim sorunum; konuşan evleri, fısıldayan rüzgarları, haberci morsalkımları da anlamıyorum. Bir süredir aştığını sandığı o boşluk duygusu: yersiz yurtsuzluk, köklerine sarılamama, ait olması gereken yere ait olamama, duygusal yabancılık" 237
-"Ben evi korumak istiyorum... Türkçe konuştuğunu fark edince şaşkınlığı sevince dönüşüyor, dili açılıyor: O kadar çok şey yıkılıyor ki dünyada; ülkeler, şehirler, evler.../.../ Ne garip! Türkçeye döndün. Duygu-dil bütünlüğü.../.../ Psikolojideki "aile dizimi" teorisini hatırlıyor.../... Bu zamanda çocuk doğurmak akıl karı değil.../ Yine de... hayat sürmeli, başka ne umudumuz var ki.../... Şiddet, her yerde şiddet" 238-241
-"... kışkırtılmış zavallı kalabalıkların ne kadar acımasız, ne kadar zalim olduklarını görünce insana olan inancını yitiriyorsun bazen./... Dedemin babasını sadrazama suikasta karıştı diye asmışlar... Babamın dedesi de Kürt isyanları sırasında asılmış. Daha yakın zamanlarda senin babanın arkadaşları, siyaset adamları var idam edilenler arasında" 242, 243
-"... çocuklarımız burada yaşamayacak, burada ölmeyecekler. Dünyanın dört bir yanına dağılıyorlar.../.../... Bu ülke zorunlu ya da gönüllü sürgünler ülkesi. Dört bir yandan gelmişiz, dört bir yana dağılıyoruz" 246, 247
-"Genç işi bir evdi. İskandinav tarzı, düz, rahat koltuklar.../... Batı yayılmacılığı, tek merkezli hale gelen medyanın da katkısıyla kültürel zenginliği ve çoğulculuğu yok ediyor, yani yereli yok ediyor.../.../... Küçükken ne güzel oynardık, ne çok severdik birbirimizi. Şimdi uzaklaştık.../... Herkes bağımsızlaşma peşinde.../.../ Yorgun argın bir adam, Bu şehirde yaşanmaz, diye girdi içeri.. Trafik korkunç... sakın yanılıp da baba vatanıdır falan diye buralara gelmeye kalkma" 250, 251
-"... kendi gettolarımıza çekiliyoruz; biraz ötemizde başka bir şehir, başka bir halk, tanımadığımız, hoşlanmadığımız bambaşka bir yaşam sürüyor... Toplum ortasından yarılmış gibi sanki. Bir değil iki, üç, beş İstanbul var./ Sadece İstanbul değil, bütün Türkiye'de derin fay hatları var./.../... derin yarılma./.../... toplumsal deprem... beter. Doğu-Batı, Kürtler-Türkler, laikler-Müslümanlar" 253
-"Gelecekte dünyanın karşı karşıya kalacağı en önemli sorunun ekolojik yıkım olduğunu düşünüyorum./... buralarda korkunç bir insani yıkım yaşanıyor.../.../ Evi konuştular... hiçbiriniz orada oturmayacak olduktan sonra, taş yığınından başka nedir ki bina. Her giden, anılardan bir parça söküp götürdü... ikizlerden Simin örtünmüş doğru mu?/... epeyce oldu örtünmeye karar vereli.../.../ Kocası iktidara hep yakındı, şimdilerde de çok büyük ihaleler almış... Amerika'daki oğulları da Cemaat'e katılmış deniyor... çok içiyormuş, alkoliklik düzeyinde yani. İçkiyi de bırakmış, tövbekar olmuş" 254
-"Öyle bir toplumsal kargaşa... yaşanıyor ki bu ülkede.../ Sadece bu ülke, bu bölge değil, bütün dünya huzursuz./.../... benim güçlüğüm sadece dilde değil galiba... toplumun sosyolojisini biraz daha iyi bilmem... gerekiyor tam anlayabilmek için.../.../ Çocuklarımıza, torunlarımıza şöyle özbeöz Türk adı koyamadık gitti, dedi... dalgasını geçerek.../ Belki hiçbirimiz özbeöz Türk olamadık da ondan, dedi Berivan. Olmaya da gerek yok zaten. İnsanız işte./.../... Canset evin karakutusu... huzurevine taşındı" 255, 256
-"... acıyı hafifletmek istiyorum.../.../... Babaanneni hatırlattın bana. Son görüştüğümüzde, Dünyadaki bunca yıkım, bunca acı, bunca zulüm ağır geliyor, daha fazla yüklenmek istemiyorum. Ömür boyu böyle olmasın diye çabaladık, vardığımız nokta bu. Ağır geliyor, demişti.../.../ Feride o ağırlığı daha fazla taşımak istemedi. Bence ölümü ecel değil, tercihti.../.../... doğada mutlak özgürlük, mutlak bağımsızlık yoktur... atalarımızın genlerini taşıyoruz" 259, 260
-"Yahudi olan Zweig ülkesinden kaçmak zorunda kalmıştı... "... Benim dünyam mahvolduktan... sonra artık yaşama gücümü yitirdim," satırlarını yazarak karısıyla birlikte intihar etti./ Oma'yla ne ilgisi var?.../ İntihar demek istemedim... Sadece dünyadan da Türkiye'den de, hatta belki insandan da umudu kalmamıştı.../.../... hazırlık yaptığını, artık bitirmek istediğini düşünüyorum... İnsanın tek özgürlüğü, hayatına istediği zaman istediği gibi son vermektir" 261, 262
-"İnsanı diri tutan, hayatına anlam yükleyen şey, çözülmemiş bir denklemi çözme inadı da olabilir bazen" 263
-"Söz düşünceyi önceler mi?" 266
-"Yerinden doğrulmaya çalışıyor... kan sızıyor: Sakin, dingin, ılık.../... Yıkık konağın yangın yeri avlusunun duvarına... dayalı bir tuval: kızıl dağlar, siyah kuşlar.../... Bir el silah.../ Sonra sessizlik" 270
*
27.10.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder