28 Şubat 2021 Pazar

Yaratıcı Aklın Sentezi

FELSEFEYE GİRİŞ Server Tanilli, Dördüncü Basım: Şubat 1998, Adam Yayınları, İstanbul Yararlandım. Bazı bölümlerini sevdim. Özellikle, yalan ve doğru konusundaki, aşağıda aktardığım kısımları öğretici buldum. * Kitaptan birkaç not: -"Felsefenin, insan zekasının bulduğu bu en anlamlı uğraşın amacı, doğa, toplum ve insan, giderek evren üstüne tutarlı, sistemli ve bütünlüğüne bir göüşe varmaktır. Bir yerde dinden bağımsız yürütülen bu uğraş, "özgür aklın sorgulanması"na dayanır... eski Yunan'dan beri sürüyor... çağımızda, daha insanca bir düzen kurmanın kaygısı da eklenmiştir.../... "yerleşik düzen"... sahipleri, bu arada din, felsefeye karşı daima dişlerini göstermiştir" 9 -"... gerçeğin er ya da geç... yalana karşı zafer kazanacağı inancı... Derrida'ya göre, biraz safdillik olabilir./.../ Derrida'nın... deyimiyle "Yalanın yeni, modern sınırlarını, daha doğrusu sınırsızlığını tanımlamak gibi bir görvle karşı karşıyayız." Çünkü söz konusu olan, kişilerin değil devletlerin yalanı... devletin halkı aldatması yahut gerçekleri çarpıtması sözkonusu./ Derrida... Arendt'i örnek verdi. Gerek Nazi... gerekse... Vietnam politikasındaki yalanlara dayanarak, Arendt'in "modern politikada yalan" üzerine geliştirdiği teoriyi ele aldı./ Arendt'e göre, modern politikada yalan "tam, kesin ve mutlak" hale gelmiş; bir bakıma tarih mutlak yalana dönüşmüştür. "Yalanın bu mutlaklığı, olguların modern kitlesel propaganda teknikleriyle tahrif edilmesinden kaynaklanır".../... Politika aracı olarak yalan, artık gerçeği gizlemekle yetinmemekte, gerçeği bozmakta yani yok etmektedir./.../... "Devlet her yalan söylediğinde... sınırlı bir çıkar grubunu temsil ediyor..." dedi./... "Modern politikada yalan, tarihi yaşamış olanların gözünün içine bakarak tarihi yeniden yazmaktır. Kurgu artık... gerçekliğin yerini alıyor...".../ (Nilüfer Kuyaş, "Yalancının Mumu Sönmeyebilir", Milliyet, 15 Mayıs 1997)" 243-245 -"İnsanlar doğanın kölesi olmaktan kurtulduktan sonra, toplumda şiddetin yerine de hukuk kuralları koymuşlar" 251 -"İnsanı rahatlatan bir yanılgıdan çok, rahatsız eden bir doğrunun arkasından koşmak niçin? Bizi avucunda tutan yalana, gözümüzdeki perdeyi kaldıran doğruyu yeğlemek de neden? Doğru, ama ne o? Ölçütleri neler? Yanlışla yalan nerede bitiyor, doğru nerede başlıyor?.../ "Doğru", gerçeğe uygun olan, mantıkta da düşünme yasalarına uygun olan demek; "gerçek" ve "gerçeklik" ise, düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan, bilinçten bağımsız, nesnel anlamına... Yunanca... doğru... aynı zamanda "bir şeyin üstündeki örtüyü kaldırma" anlamına. Böylece doğru, gerçeğin, gerçekliğin olduğu gibi ortaya çıkışı, dile getirilişi!" 463 -"Doğru, önce Platon'da ve mutlak bir görünüş altında belirir. Ne var ki, bir tarihten sonra, "göreceleşme"ye yönelir: Bu yöneliş Kant'da ve Nietzsche'de çok açıktır; çağdaş felsefe de aynı çizgi üzerinde yürüyor" 464 -"Ortaçağ'daki anlayışa göre, doğruyu oluşturan, nesneyle düşüncenin denkliğidir... Aslında doğru, gerçekliğin bir fotoğrafı değil, bir kuruluş, bir "inşa"dır... 18. yüzyılla beraber... doğrunun eleştirisi gündeme gelecektir./.../ Descartes... bir dönüm noktası olur... kuşkudan... sarsılmaz bir apaçıklığa... varır: Doğru, apaçıklıktadır... Leibniz... karşı çıkar buna: Ona göre, apaçıklık ve kesinlik, kişiden kişiye değişeceği için, özneldir.../ 18. yüzyılın sonlarından başlayarak, bir başka dönüm noktasına gelinir; doğrunun görecelleştirilmesi yolunda bir büyük hareket uç verir. Yolu da Kant... açar... doğruyla ilgili bütün klasik modelleri bir yana atıp bilginin kutbunu düşüncenin yapısına doğru kaydırır. Doğru, zihnimizde kimi biçimler ve kategoriler arasından geçerek oluşur: İnsan zekasının a priori ve evrensel yapısına bağımlı olduğu için de, görecedir. Mutlak doğru diye bir şey yoktur. Kant, Tanrı ve ruh gibi bir bilinemezlik alanını sisteminde saklı tutsa da, ona göre doğrunun alanını oluşturan, olaylardır. Böylece bir göreceliliğe varılmıştır; ama herşeye karşın, olayla kendinde şey (chose en soi) ikiliği sürmektedir./ Bir ideal ve mutlak gerçekliğin ürünü anlamına doğru düşüncesinin mezarını asıl kazan Nietzsche'dir... İdeal doğruyla varlığımızın güvenlik ihtiyacını birbirine yeniden bağlayan odur./.../ Felsefe tarihinin akışı boyunca, ideal, mutlak ve evrensel olmaktan çıkan doğru, bizim için, düşünceyle eylemin buluştuğu yolağzında yerini alır... bilimler eylemimiz için bize araçlar sağlarlar; doğru ise, bir koruyucu açıdır, insansoyunun ayakta kalıp yaşamını sürdürmek için yarattığı bir şeydir. Doğru yaşamsal, sosyal ve ahlaksal görevlerini yerine getirerek, kaygılarımızı giderip rahatlatır bizi ve korur. Öte yandan, tek bir doğru yok, çoğul ve görece doğrular vardır. Ancak, bu görececiliği kuşkuculukla da karıştırmamalı.../.../ Doğru, gerçeklikten başka bir şeydir ve nitelemek, açıklamak ya da yargılamak ister... Spinoza'nın (1632-1677) dediği gibi, doğru, düşüncelerin ve yargılamanın bir niteliğidir./.../ Genellikle, bir düşüncenin bir nesnenin kopyası olduğu sanılır... Oysa, bir görünümle bir tablo, ikisi de görülebilir şeylerdir, ama düşüncelerimiz nesnelerden kökten farklı bir nitelik taşırlar./ Algılanabilir gerçeklikte, yalnız somut ve tekil nesneler bulunur; oysa düşüncelerimiz, zihnimizin ürettiği soyutlamalardır.../.../... Düşüncelerimiz, zihnimizin ürünleridir: Kelimeler, simgeler, rakamlı formüller biçiminde ortaya çıkarlar ve bütün bunlar, elle tutulur dünyada var değildirler... biz gerçekliği, olduğu biçimiyle değil, zihnimizin, elindeki biçimler ve aletlere dayanıp anlattığı biçimiyle tanırız. Buradan kalkıp diyeceğiz ki, doğru, dünyayı tanımak amacıyla, zihnimizin bir kurgusudur bir yerde.../ Ve bir alan vardır ki, düşünce kendi kendisiyle tutarlı kaldığında, tartışılmaz bir doğruya varılır: Matematiktir bu alan./ Peki, ya bilimin öteki alanları?/ Dış dünyada nesneler nedir ne değildir, matematik uğraşmaz bunlarla; ilgilendiği, onları düzene sokmak, ölçüp hesaplamaktır. Matematik doğru çelişmeme demektir. Matematik düşünceler, insan zekasının serbestçe yarattığı sayı ve biçimler dünyası için geçerlidirler ve bu dünya içinde tam anlamıyla doğrudurlar. Peki, fizikte ya da biyolojide de aynı yolla doğruya varmak mümkün olacak mı?/ Deneysel bilimlerde, dış gerçeklik işin içine girer, orada doğruya varmanın yolu pek farklıdır: Söz konusu gerçekliğe deneyden deneye, gözlemden gözleme giderek yaklaşıyoruz. Zihin, gerçekliği anlamak için kuramlar koyuyor ortaya... kuram, daha açıklayıcı güçte bir başka kurama yerini bırakmadığı sürece, doğru olarak görülecektir... geçicidir o.../ Toplum halinde yaşayan insanları anlamak söz konusu olduğunda, daha da karmaşıklaşır işler... sosyal gerçeklikler esrarlı şeyler değildirler... Ne var ki... bir başka alana, insan davranışlarının yorumlanmasına geçeriz; sosyolojiden tarihe kadar, bütün bu bilim dallarında söz konusu olan doğru yorumlayıcı doğru diye adlandırılır./ Peki.../... sanatta?/ Sanatın da doğruların üretilmesinde yer almasında şaşırtıcı bir yan yoktur... her sanatçı, insan yaşamının bir görünüşünü aydınlatır.../.../ Ahlakın, kişinin keyfine terkedilemeyecek doğruları barındırdığı söylenir... "dinin doğruları"ndan söz etmek, doğru kavramının saptırılmasıdır, çünkü birer dogmadır bunlar ve... denetlenme ve doğrulanmaya kapalıdırlar./ Kuşkuculuk gibi dogmatizm de, doğrunun önünde bir engeldir./ Doğru, eleştirici aklın ve diyalektiğin alanında gezinir./... Doğruya, inançlar değil bilgi götürür; ve doğru, başta aklın ve deneyin çocuğudur... hazır olarak bize sunulmaz... çabaların ve araştırmaların ürünüdür.../ Doğru, gerçekliğin bir kopyası değildir ama... nesneldir... nesnel olarak var olan dünyayı yansıtır.../... bilgi yoluyla ulaşılan doğru, gerçekliğin belli ve somut bir alanına aittir ve... somut koşullarda gelişip durmaktadır... süreci yansıtan doğru da değişikliklere uğruyor. Bir süre için doğru olan şey, yeni koşullarda yanlış olabilir.../.../... diyeceğiz ki, doğrunun belki tek ölçütü vardır ki, o da pratiktir" 465-470 * 28.2.2021

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder