14 Mayıs 2022 Cumartesi

DÜNYAYI DEĞİŞTİREN ON YIL FRANSIZ DEVRİMİ ÜSTÜNE (1789-1799)

Server Tanilli, Üçüncü bası: Mart 1990, Say Yayınları, İstanbul



Öğretici.

Neredeyse tüm Avrupa’nın kan deryasına döndüğü bir dönem!

Niçin?

Değer miydi?

Başka yolu yok muydu?

*

Sanki her erken kalkan darbe yapıp bir önceki darbe sırasında müttefiki olan birilerini ölüme yolluyor!

Entrikacılıkta yeni zirvelere ulaşılıyor!

*

Kitabın ilk baskısı 1989 tarihli.

O tarihte Tanilli’nin Jakoben diktatörlük anlayışını gayet olumlu bulduğu görülüyor, şu aşağıdaki ifadelerde de anlaşılacağı üzere:

-”Babeufcülerin en büyük tarihsel onurları şudur: Toplumu komünist yönde değiştirmeyi gerçekleştirmek için devrimci diktatörlüğün gerekliliğini görmüşlerdir./ Babeufcülerle Jakobenler anlaştılar sonunda” 170, 171

Merak ediyorum, acaba, bugün olsa, aynı şekilde düşünür müydü?

Ve, daha önce belli bir dönemde sınıf kavramını çok önemli saymış biri olarak, bugün olsa, sınıf kavramına da aynı şekilde bakar mıydı, acaba, diye de, merak ediyorum.

*

Ben şahsen bir süredir dönemin aydınlanmacıları tarafından uzun yıllar boyunca emek sarfedilerek olgunlaştırılmış bir toplumsal anlayışın topluma daha az acılı bir şekilde yerleştirilmesi söz konusu olabileceği halde, “1789”un, kontrolsüz aşırılıklar yüzünden gereksiz yere çok fazla kan dökülmesine yol açan, insan hakkı derken insanı unutan, vahşi bir eylem olduğu kanaatindeyim. 

Kitaptaki, yazarın hiç katılmadığı şu görüşler, benim anlayışıma tam değilse de çokça uyuyor, daha doğrusu benim anlayışımı karikatürize ederek, kolay anlaşılır bir hale getiriyor:

-”Taine, burjuvaziye karşı soyluları, halka karşı da burjuvaziyi tutar. Devrime gerekçe olarak buldukları da, burjuvazide açgözlülük, halkta kan dökme güdüsü. Öyle olunca da, yığınla karikatür: Marat bir delidir ona göre, Danton bir barbar, Robespierre sonradan görme bir ukala, Napolyon da bir paralı asker; Devrim, bir alkolik kudurganlık bunalımı; Napolyon’un yeniden örgütleyişinin sonunda ortaya çıkan toplum da bir kışla!” 213

*

Ayrıca, 

-hem 1917 Rusyasında,

-hem de 1908-1923 Türkiyesi’nde,

yaşananların da, büyük ölçüde, o gereksiz yere çok kan akıtılan on yıldaki duruma benzer şekilde olduğunu düşünüyorum.

1960-70’ler Türkiyesi’nde de benzer bir durumun olduğunu!


*

Osmanlı’daki anlayışa da değinen şu ifadelerse bence hoş, aydınlatıcı ve altı çizilesi ifadeler:

BERNARD LEWİS

-”1800 yılından önce, İslam dillerinde özgürlük kelimesi, her şeyden önce bir hukuk terimiydi ve köleliğin zıddını dile getiriyordu. XIX. yüzyıl boyunca, Avrupa’dan gelen yeni bir siyasal içerik kazandı kelime ve içerideki despotizmle yabancı emperyalizme karşı bir savaş haykırışı olup çıktı” 232

-”Türk-Arap vatan ve millet kelimelerinin gelişmesini gözden geçirmek öğreticidir. 1800’den önce, vatan kelimesi, bir kişinin doğduğu ya da oturduğu yer demekti sadece; bu bir ülke, bir eyalet, bir kent ya da köy olabiliyordu konusuna göre… Çok geçmeden, Fransızca “patrie” (yurt) teriminin yan anlamları, vatan kelimesinin islami anlamını bastırmaya başladı … Millet kelimesi, bir mezhebi ya da dinsel bir topluluğu, daha da özel olarak İslam topluluğunu dile getiriyordu başlarda… Arap ya da Türk millet değil, bir tek müslüman millet vardı ve, dinsel sınırları aşmış milli bütünlükler düşüncesine ancak geç bir tarihte rastlanır. O zaman bile, bir yere yapılan belli-belirsiz göndermelerle, düşüncenin yabancılığı üstündedir hala” 233, 234

-””İnsan Hakları” adını verdikleri ayaklanma bildirisi…” 259

-”Çünkü, her devletin iki tür politikası olmalıdır. Bunlardan biri, sürekli politikasıdır ki, bütün eylemlerinin ve etkinliklerinin temeli olarak anlaşılır; öteki, geçici politikadır ki, anın ve koşulların gereklerine göre, bir süre için izlenir. İmparatorluğun sürekli politikası, durumları gereği doğal düşmanları olan Rusya’nın ve Avusturya’nın gücünün artmasını önlemektir; ve, onların gücünü kırabilecek ve böylece İmparatorluğun doğal dostları olan devletlerle bağlaşık olmaktır” 261


*

Kitaptan diğer bazı notlar:


-”XIV. Louis, 1715’te öldüğünde… 54 yıllık bir saltanattan sonra… çöküş halinde bir ülke bırakıyordu… Philippe d’Orleans naip olarak seçildi./… kimiyle uzlaşarak, kimini aldatarak ve kimini de yoldan çıkararak, ilgili bütün çevrelerin desteğini sağladı” 19, 20

-”Papanın 1713’te yayınladığı… “Unigenitus” adlı kararı, ruhbanla mümin çevrelere, anlaşmazlıklar, hatta hemen hemen bir ayrışıklık getirip sokmuştur” 21

-”Philippe d’Orleans 1723’te öldüğünde, genç kral XV. Louis Fransa’yı yönetmeye başlar” 23

-”Bütün engellere karşın, XVIII. yüzyıl, bir üretimde gelişme çağıdır Fransa’da” 25

-”... bağımsız zanaat ustası unvanını alabilmenin önüne yığınla engel getirilip konmuştu” 29

-”1724’te Protestanlara karşı… yeni bir zulüm ve göç dalgasına yol açtı” 30

-”... hapishaneler… tuz kaçakçılarıyla doluydu” 32

-”... iktidar… uygulamada gözdelerinindi… Madame de Pompadour’un… görüşü, her türlü resmi görüşün üstündeydi!/… rüşvetin ayyuka çıktığı ortamda… herşey mübahtı…/…/… dış politikasının temeli… İngiltere ile rekabet” 36, 37

-”XV. Louis… 1774’te öldüğünde, Fransa’da, “oh” çekti herkes” 41

-”XVIII. yüzyıl Fransa’da, “Aydınlıklar Yüzyılı” diye anılır” 43 

-”Genç ve aylak kraliçe Marie-Antoinette… olanca hafif meşreplikle kapıp koyvermişti kendisini” 65

-”Amerika Bağımsızlık Savaşı, büyük bir coşkuya yol açtı Fransa’da… Fransa’nın… yapacağı yardımlar… 8 milyon dolara erişecektir. 1777’de, bir gönüllüler taburu hareket etti Amerika’ya… genç marki La Fayette… Saint-Simon… İngiltere’ye karşı… çarpışma özlemi içindeydiler” 70

-”... mutlak monarşi Fransa’sı, derin iç çelişmelerin pençesinde kıvranıyordu… derin bir uyuşmazlığa varıyordu hepsi: Bu uyuşmazlık da, Tiers Etat ile mutlak feodal rejim arasındaki uyuşmazlıktı… monarşi de ayrıcalıklı zümrelerin çıkarlarının kalesiydi./…/ Tiers Etat, Fransız halkının onda dokuzunu oluşturuyordu. Türdeş değildi gerçi” 72

-”1788 yazında kötü bir hasat elde edildi” 77

-”Fransız Devrimi… bir “aristokratik devrim”, bir “burjuva devrimi” ve bir “köylü devrimi” diye… üç aşama vardır diyebilir miyiz?... monarşinin 1792 Ağustosunda devrilişi, bir “ikinci devrim”dir denilebilir mi? Sonra, Jakobenleri iktidara getiren 31 Mayıs-2 Haziran 1793 başkaldırısına, başlıbaşına bir devrim olarak bakabilir miyiz?” 80

-”17 Haziran günü, Tiers “Milli Meclis” olarak ilan etti kendini… bütün millet adına konuşma hakkını elde etmişti…/… kralın 23 Haziranda verdiği dağılma emrine… uymayı reddedişleri… mantıksal sonucuna varmak kalıyordu… o da, 9 Temmuz günü gerçekleşti: Milli Meclis, “Kurucu Meclis” olarak ilan etti kendisini” 82

-”13 ve 14 Temmuz günleri, Bastille’in alınışıyla sonuçlanan, halkın silahlı başkaldırısı, devrimin de başlangıcı oldu” 83

-”... ağustosta ve eylülde… bir köylü hareketleri fırtınası koptu. Köylüler, senyörlerin şatolarını yağmalıyor, sıradan soyluların evlerini yakıyor” 84

-”Kurucu Meclis’in 26 Ağustos 1789 günü kabul ettiği İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi…” 85

-”Ünlü slogan, Bildiri’nin düşüncelerini alıp özetleyen “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik”.../… fazla uzun sürmedi… zaferin yemişleri herkesin olmadı, yalnız burjuvazi topladı onları…/ …/… ülkenin bütün belediyeleri, burjuvazinin sadık hizmetkarlarının ellerindeydi” 86, 87

-”2 Kasım 1789 günü, Autun eski piskoposu Talleyrand’ın önerisi üzerine, Kurucu Meclis, bütün Kilise mallarına el koyup milletin kullanımına açmaya karar verdi” 88, 89

-”14 Haziran 1791’de… iişçilere, her türlü dernekleşmeyi yasaklıyordu” 90

-”... saray… kaybettiği kanısında değildi… karşı devrimci parti, bir karşı saldırı hazırlamaya koyuldu…XVI. Louis… Bildiri… onamayı reddetti…/… Marat’nın gazetesinden… işareti geldi… 5 ve 6 Ekimdeki halk gösterileri, sarayın karşı devrim planlarını bozmuştu… XVI. Louis, halk arasında hala büyük bir saygınlığa sahipti” 91

-”Mirabeau… 1789’un sonlarından başlıyarak… devrimi kesinlikle durdurmak gerektiği düşüncesindeydi… 1791’de öldü.. sonra ihanetinin kanıtları ortaya döküldü” 92

-”Marat’nın amacı, halkın çıkarlarını savunmaktı” 95

-”Kulüpler, siyasi yaşamın önemli bir merkezi haline geliyordu… Onlardan biri, daha çok Jakoben Kulübü diye tanınmış olan “Anayasa Dostları Derneği”, büyük bir rol oynamaya başlıyordu” 96

-”İlk çarpıcı siyasal bunalım… 1791 yazında doğar: 21 Haziranda… Fransızlar, kralın ve kraliçenin, saraylarını gizlice terkettiklerini öğrenirler… kralın ihaneti belli olur. Kaçaklar, Belçika sınırında… tutuklanırlar…/… hazırlanan bir karşı-devrimci darbe planının ilk bölümünden başka bir şey değildir” 97

-”1791…/… 17 Temmuz… kralın düşürülmesini isteyen… Barışçı bir gösteri… Milli Muhafız bölüğü silahsız göstericilere ateş açtı; onlarca insan öldü…/… 14 Temmuzda… Anayasa yürürlüğe giriyordu./ Fransa, bir anayasalı monarşi rejimine geçmiş oluyordu bununla…/… Yasama Meclisi, 1 Ekim 1791’de çalışmalarına başladı… Muhalefet ise, Jakobenler Kulübüne bağlı milletvekillerinden oluşuyordu… Jakoben… çoğunluğu, geleceğin Jirondenleri olan… grubunun içindeydiler… liderleri Brissot… bir ikbal avcısıydı … Jirondenler, ticaret ve sanayi… toprak burjuvazisine bağlıydılar… bir burjuva cumhuriyetine eğilimliydiler. Aşırı solda, Robespierre’in yandaşlarından oluşan küçük bir grup yer alıyordu… zaman Jirondenleri, aşırı soldan ayıran uyuşmazlıkları çok geçmeden açığa çıkaracaktır; aşırı sol, kısa bir süre sonra, Montanyarlar, yani “Dağlılar” diye anılacaktır…/… ülkenin iktisadi durumu, 1792 yılından başlıyarak birden kötüleşti… Açlık ve sefalet, 1792 Ocağında Paris’te… karışıklıklara yol açtı” 100, 101

-”Fransa’da 1789’da başlamış olan devrim, Avrupa’yı, giderek bütün dünyayı sarsıyordu” 102

-”Devrime karşı o zehir-zemberek yergi, Edmond Burke’ün Fransız Devrimi Üstüne Düşünceler’i (1790) İngiltere’de yazıldı…/… 1790’ın başlarında, Fransa’ya karşı silahlı bir müdahale düşüncesi, Londra’da, Petersburg’ta, Viyana ile Berlin’de ciddi ciddi yer etmeğe başladı… Fransız göçmenleri de ateşi körüklüyorlardı./ Monarşileri korkutan “devrimci salgın”a karşı mücadele borcu, aralarındaki uyuşmazlıkları unutturdu” 104

-”1792’nin başlarında, Fransız halkına karşı Avrupa monarşilerinin bir silahlı müdahale tehdidi kuşkuya yer bırakmıyordu…/…/… Jirondenler… savaş adına çalışmaya başladılar … gizli gerekçeleri ne olursa olsun, savaş yararına… propaganda, saray partisine hizmet ediyordu./ Bu maceracı politikanın tehlikesini ilk farkeden… Robespierre oldu… Jirondenlerin… düşüncesini ısrarla reddediyordu” 105, 106

-”20 Nisanda Fransa, Bohemya ve Macaristan… Avusturya… a savaş ilan ediyordu…/… savaş, cephede talihsiz gelişmelere yol açtı çabucak…/… Marat’nın… “devlet adamları partisi” dediği Jirondenler, halk güçlerini… örgütleyemediler de. Bunu Robespierre, Marat ve Jakoben demokrat devrimcileri üstlendiler… gönüllü birlikler kuruluyordu…/…/ Monarşiye son verme düşüncesi, Haziran sonları… başlıyarak… yandaş toplar oldu…/ Paris, 3 Ağustos günü, müdahaleci orduların… bildirisini öğrendi… “Fransa’da… krala meşru yetkilerini vermek niyetinde olduklarını” belirtiyordu…/ 10 Ağustos günü Paris halkı başkaldırdı… Tuileries sarayı… saldırıyla alındı… kralla, kraliçe… tutuklandılar. Monarşi… yıkılmıştı” 107-109

-”KONVANSİYON YILLARI/ 10 Ağutsos… Siyasal yönetim Jirondenlere geçti…/… Resmi iktidar organlarının… yanı sıra, bir ikincisi ortaya çıkmıştı ve Paris’te gerçek iktidarı elinde tutuyordu: Başkaldırmış Komün’dü bu, ve devrimci halka dayanıyordu. Yönetimi de Montanyarların, Jakobenlerin ellerindeydi…/… uyuşmazlık… hemen… ortaya çıktı… uyuşmazlık… derinlerde… Jirondenlerle Montanyarlar arasındaydı./ Jirondenler… burjuvazi… temsil ediyorlardı…/ Montanyarlar ya da Jakobenler ise, orta ve küçük burjuvaziyi, köylüleri ve kentlerin yoksul halkını temsil ediyorlardı” 111, 112

-”19 Ağustosta, Prusya ordusu Fransa topraklarına girdi” 113

-”Konvansiyon, 21 Eylül 1792’de Paris’te çalışmalarına başladı… Jirondenler… fazlaydılar …/… 21 Eylülün yeni bir çağın başlangıcı, özgürlüğün IV. yılı, Cumhuriyetin de ilk yılı olduğu ilan edildi. Böylece, Konvansiyon Fransa’ya cumhuriyet rejimi getirmiş oluyordu./ … Devrimci Fransa’nın orduları, saldırıya geçtiler… parlak zaferleri halkı coşkuya boğuyordu. /… 10 Ekim 1792’de… Jirondenler, Jakobenlerin Kulübünden atıldılar./ Jirondenlerle Jakobenler… her konuda uyuşmazlık içindeydiler… kralın… Jakobenler idamını istiyorlardı… Jirondenler… savunmasını üstleniyorlardı… Konvansiyon önünde yargılanan… kral… oy çokluğuyla ölüme mahkum edildi: 21 Ocak 1793’te de giyotine yollandı./… 1793 yılının başlarında… birçok… devlet… Fransızlara karşı… koalisyonda birleştiler. 1793 Martında… bir karşı-devrimci ayaklanma oldu…/…/… Düşman… Fransa’yı istila etti ve bütün cephelerde saldırıya geçti” 114, 115

-”... yoksul halk… açlığa mahkum durumdaydılar…/… Halktan gelen, “Öfkeliler” diye adlandırılan… örgütlü olmayan bir grup, Sankülotları… etkilemeye başladılar… Roux… Varlıklılara karşı teröre başvurulmasını ilk isteyenlerden biri oldu” 116

-”Jirondenler… 1793 Nisanında… Marat’yı devrim mahkemesinin önüne çıkardılar… mahkeme, Marat’yı haklı buldu…/ 4 Mayısta, Jirondenler, Konvansiyon’da da başarısızlığa uğradılar” 117

-”1793 yılında 31 Mayısla 2 Haziran arasında, Paris Komününün yönlendirdiği bir halk ayaklanışı, Jirondenlerin iktidarına son verdi. Konvansiyon… 2 Haziranda… 29 Jironden milletvekilinin tutuklanmasını oyladı. Halkın başkaldırısı zafer kazanmıştı, İktidar jakobenlerin eline geçiyordu./… Haziran ortalarında, 83 ilden 60’ı başkaldırmış durumdaydı… Cumhuriyet son günlerini yaşar gibiydi./…/… Jakobenler, halkı yanlarına alarak, tek bir irade yaratmaya koyuldular…/…/ Önce, köylülerin istemlerini kabul ettiler…/ … Feodal kalıpları kırıp parçaladılar ve köylülerin temel istemlerine yanıt verdiler…/… yeni bir anayasa hazırlayıp oyladı… 1791 Anayasasından alabildiğine farklıydı” 118-120

-”13 Temmuzda Marat’yı, Jirondenlerin ateşli bir yandaşı… hançerledi; üç gün sonra, kentin Jakoben lider… Lyon’da idam edildi; birkaç ay önce de, Jakoben şefler içinde en soylulardan biri… karşı-devrimci terörün darbeleri altında yere yığılmıştı./…/ 1793 Nisanında kurulan ve Danton’un yönettiği Ulusal Selamet Komitesi, bu kritik günlerde gerekli kesinliği ve girişimi gösteremedi. 10 Temmuzda Konvansiyon Komitede değişikliğe gitti: Danton ve yakın arkadaşları tasfiye edildiler ve, Robespierre’in dostları… Komiteye katıldı…/ Sınıf mücadelesinin sertliği, barışçı yoldan demokratik değişmelere yer bırakmıyordu; karşı-devrimci terör, devrimci bir terörle bastırılabilirdi ancak. 1 Ağustos’ta… bastırıcı kanunlar kabul etti… Marie-Antoinette… ölüme mahkum edildi…/… 23 Ağustosta … bütün ülkede genel seferberliğe karar verdi… İlk çağrı… 500.000 askeri bir araya getirdi” 121-123

-”İçerideki karşı-devrim… Jakobenleri devrimci diktatörlüğe götürdü” 124

-”Jakobenler, “halkla beraber Jakoben” oldular” 127

-”Savaş kazanılmıştı… Ne var ki… askeri durum güçlendikçe… Jakoben diktatörlüğün iç çelişmeleri daha da derinleşiyordu” 128

-”Jakobenlerle, bağlaşıkları olan Öfkeliler arasında uyuşmazlıklar su yüzüne çıktı… Eylülün başlarında… Roux tutuklandı; o da, hapishanede canına kıydı. Öfkeliler hareketi dağıldı ve sahneden çekildi./ Sankülotların, 4 ve 5 Eylül 1793 günleri Paris’teki gösterileri, Öfkeliler… düşüncelerinin hala etkili olduğunu gösteriyordu… 4 ve 5 Eylül… gösterileri… etkiledi… Terör güçlendi; Paris’te, çoğunluğu Sankülotlardan oluşan bir devrim ordusu kuruldu” 129

-”Jakobenlerin trajedisi şu idi… özlemlerine ve dileklerine karşın, insanların genel iyiliği ve mutluluğu için değil, zenginlerin çıkarı için savaşmış oldular. Uzun süre, yürüttükleri savaşın gerçek anlamını anlayamadılar… işin püf noktası hakkında kuşkuya düştüğü anda ise, iş işten geçmişti./… Bu diktatörlük, beklenen adil ve eşitçi rejimi getirmedi; ancak, feodal engelleri devirerek, sadece zenginlerin gücünü arttırmaya… yaradı” 131, 132

-”... en kalabalık durumda olan orta köylülük, o da sağa doğru çark etmeye başladı. Köylü, senyörün dönüp geri gelmesinden… korktuğu sürece… kahramanca savaştı, tek kelimeyle Jakoben iktidarı tuttu… Ancak köylü… elindeki toprağın artık güvencede olduğunu farketttiğinde, o da… Jakoben… sert rejimi karşısında yüzünü buruşturmaya başladı” 133

-”1793 sonbaharından başlıyarak, Jakoben partinin saflarında… muhalif iki eğilim ortaya çıkmıştı. “Hoşgörürler” adını alan bir grup, Danton… çevresinde toplandı… sertliği yumuşatmak isteyen bir eğilimdi bu…/…/ Devrimci yönetim, tam zıt bir eğilimin, sol Jakobenlerin de muhalefetini göğülemek zorundaydı…/… örgütlü bir grup değildi… 1794 kışından başlıyarak, Hebert… sol Jakobenlerden ayrıldı… devrimci hükümete karşı, ihtiyatlı… eleştiriden açık saldırıya geçtiler./… 4 Mart… arkasından… bir ayaklanma düzenlemeğe giriştiler… 14 Martta… tutuklanıp… biri dışından ölüme mahkum edildiler…/ … Danton ve dostları, saatlerinin geldiği sonucuna vardılar… devrimci hükümete… saldırıya geçtiler… 30 Martta… Danton… tutuklanmalarına karar verdiler…/… 4 Nisanda… ölüm kararı verdi ve ertesi gün de yerine getirildi…/… binlerce yeni düşman çıktı ortaya./… Heberçilerin girişimini açıkça eleştirmiş olmalarına karşın… birkaç sol Jakoben… 13 Nisanda da giyotine gönderildiler” 134-138

-”Robespierre Konvansiyon’a, 1794 Mayısında yeni bir devlet dini kurmayı hedefleyen bir plan sundu: Bir Yüce Varlığa tapma… doğaya tapmayadayanıyordu bu yeni din… oybirliğiyle kabul etti…/… Kimi zaman spekülatörler… Jakoben kılığında ortada gezinmiyorlar mıydı?... Dinde reform, sosyal sorunların çözümünde bir şeye yaramazdı… tam bir başarısızlığa uğradı…/… Mayısta… hatta devrimci hükümette, Robespierre’e hasım bu grubun oluştuğu görüldü… Hem ona, hem berikine bağlı usta bir entrikacı olan Fouche, komplonun iki kolunu birbirine bağlayan halka idi; onun görünmez rolü, gerici darbenin hazırlanışında büyük oldu./… 10 Haziranda (22 Prairial) Couthon… terörün güçlendirilmesini öngören bir kanun tasarısı sundu… Terörün korkutması gereken kişiler, terörü kendi amaçlarına kullanmayı başardılar… Robespierre’in üstüne yıkılıp yoğunlaşacağı umuduyla, son çizgisine vardırdılar terörü./ Robespierre, bu hesapları keşfetti; terörün dizginlerinden boşalışını mahkum etti. Ne var ki, dümen artık onun elinde değil, görünmeyen başka bir eldeydi…/ Thermidorun başlarında, açıktan açığa Robespierre’e yakın adamlar… tutuklanmaya başlanır… Robespierre… “bütün hiziplerin birliği”nin kendisine karşı hançerlerini nasıl bilediğini görür; herşeyi görür, işitir, ama harekete geçmez…/…/… Komplocular, ya da… Thermidorcular, 9 Thermidor günü Konvansiyon’da saldırıya geçerler… Robespierre… tutuklanmasına karar verirler…/ …/… Paris halkı, başkentteki Sankülotlar, onları savunmak için ayağa kalkarlar; mahpusları kurtarır ve Paris Komününün toplantı yeri olan belediye binasına götürürler…/…/ Karşı-devrimci bir birlik, Belediye binasına girmeyi başarır, Robespierre yaralanır… her şey bitmiştir. 10 Thermidor sabahı… 22 kişi, yargılamasız giyotine çıkarılır” 139-144

-”Birinci Cumhuriyet… 1804… sürdü… uygulamada, 1794 Temmuzunda yemişti öldürücü darbeyi… 9 Thermidor… dönüm noktası oldu…/…/… 11 Thermidorda, Jakoben diktatörlüğünün öteki 71 üyesi de giyotinin yolunu tutuyorlardı. Bütün ülkede ve orduda, Robespierre’in yandaşlarına karşı bir av başlatıldı…/ Thermidorcu kitle, hepsi bir soydan kişilerden oluşmuyordu… Babeuf bile, birkaç hafta bunlar arasında oldu” 145, 146

-”Carrier, 26 Frimaire (16 Aralık) giyotine gönderildi… “Altın Gençlik”, Paris’e terör saçıyor, Sankülotları öldürüyordu…/… “terörcüler”i tutukluyor… İlk kırım 2 Şubat 1795’te Lyon hapishanelerinde oldu; ve arkasından, bir kralcı terör dizginlerinden boşandı” 147

-”Babeuf… düşlerinin dağılması için iki aydan az bir zaman yetmişti. Robespierre’e… karşı… haksız suçlamalar, Thermidorcu Konvansiyona karşı sert eleştirilere bıraktı yerini… tutuklanmasına karar verilince, Babeuf saklanmak zorunda kaldı…/…/ 1794-1795 kışının bu zorlu aylarında, Babeuf, halkı başkaldırıya çağıran ilk kişi oldu…/… 1795 Şubatında tutuklandı…/…/… 1795 İlkbaharında… Paris… Sankülotların gösterilerinin arifesindeydi./ … Konvansiyon’da Sırt Grubu ortaya çıktı…/…/ Bütün bu önlemlere karşın… (1 Nisan 1795)... Sankülotlar… yürüyüşe geçtiler… Silahsız onbin dolayında Sankülot…/… dört saate yakın Konvansiyon binasında kaldılar… Akşama doğru, Muhafız Alayının taburları… işgalcileri dışarıya çıkardılar… bütün ülkede tutuklamalar… başladı. Kitle halinde bir gerici terör dizginlerinden boşandı; çoğu kez, tutuklular hapishanelerde, oldukları yerde idam ediliyorlardı./… Sankülotlar yılmadı…/…/… Paris’i açlık sarıyordu…/ Yeni gösteri, 1 Prairialde (20 Mayıs 1795) başladı…/… Sankülotlar, Konvansiyon binasını… ele geçirdiklerinde, pek büyük kararsızlıklar gösterdiler…/…/ Konvansiyon, Thermidorculara sadık silahlı güçlerce çevrilmişti… Sankülotları kovdular… 14 Montanyar milletvekilinin tutuklanmasına karar verildi./… durmadı./ 2 Prairialde… Sankülotları, yeniden başkaldırmışlardı… Thermidorcular, ayıklayıp seçtikleri Milli Muhafız birliklerine dayanıyorlardı… Devrimden beri ilk kez, Paris varoşlarının gösterisi, tam bir başarısızlıkla sonuçlanmıştı; ve Sankülotlar da silahsızdılar… çözülmeyi hızlandırdı ve çok geçmeden Birinci Cumhuriyet düştü./ Bir gerici terör dalgası, Germinalde olduğundan çok daha güçlü olarak kapladı ülkeyi… altı Jakoben milletvekili ölüme mahkum edildiler… Böylece, son Montanyarlar da sahneden çekilmiş oldular… Başka bir düzine Jakoben milletvekili de tutuklandılar…/… bütün ülkenin üstine bir kitle halinde tutuklama dalgası çöktü… 25 ila 30.000 dolayında tutuklu sayılmıştı… “her yanda öldürülüyordu”./… Aşırı monarşistler… saatlerinin gelip çattığını düşünüyorlardı… (27 Haziran 1795), İngiliz donanması… binden fazla göçmeni karaya çıkardı… hükümet… haber aldı… sarıldılar… Gelenlerin sadece bir bölümü, İngiliz gemilerine gerisin geri kapağı atabildiler… İngiliz üniforması giymiş 719 tutsak yurda ihanetten kurşuna dizildi./… Monarşist tehlikenin azması… burjuva Cumhuriyetini tutan Thermidorcu Konvansiyonun çoğunluğunu, belli bir ölçüde sola itti… iki ateş arasında bulunuyorlardı; bu da, zikzaklı bir politikaya götürdü onları… (22 Ağustos 1795)... Anayasası, olduğu gibi yansıtır bu politikayı./…/… geneloyu da atıyordu… belli bir malvarlığı koşuluna bağlıyordu…/…/ Baikaldırı… (5 Ekim 1795) patladı…/…/… Napolyon, ayaklananları çevirdi ve onları, topa tutma tehdidiyle teslime zorladı. Ayaklanmanın böylesi ezilişi, Napolyon’u yeniden sahnenin önüne çıkarıyordu…/… (26 Ekim 1795), Thermidorcu Konvansiyon dağılıyor… genel af ilan ediyordu… Babeuf de serbest bırakıldı./…/ Fransa’nın uluslararası durumu da daha az karmaşık değildi… Thermidorcular, Jakoben diktatörlüğünün… göz doldurucu etkinliğinin yemişlerini toplamışlardı. Fleurus zaferinden (26 Haziran 1794) sonra, Fransa toprakları, kesinlikle kurtarılmış ve askeri harekat sınırların dışına taşırılmıştı” 149-163

-”Thermidorcular, iktidarı elde tutmayı başarmışlardı./…/ İlk Direktuvar (1795-1797)... Thermidorcu Konvansiyon’un eski üyelerinden oluşuyordu; hepsi de… “kral katili” idiler. Aralarında… Ve sonra, Direktuvar’ın düşüşüne (1799) değin yerinden oynatılamaz üyesi Paul Barras geliyordu: “Denilebilir ki, eski ve yeni toplumun bütün kötü yanlarını nefsinde toplamayı görev edinmişti. Her türlü ahlaki duygudan yoksun, hayasızın biriydi… Yalnız para için arıyordu iktidarı ve paranın da sağladığı zevkler adınaydı…”” 165, 166

-”Korkunç bir kıtlık…/… “bu bolluk içinde açlık” ortamında… başını… Babeuf’un çektiği ünlü “Eşitler Tertibi” oluştu./ Babeuf’un Devrimden önce oluşmaya başlamış olan komünist görüşleri, o sırada iyiden iyiye berraklaşmıştı…/… İlkel bir eşitçiliği de dile getirmiş olsa… komünist ülküyle, geniş halk kitlelerinin devrimci mücadelesini ilk kez birbirine bağlama girişimiydi…/…/ Yasal olanaklardan yoksun bırakılan Babeufcüler, gizliliğe sığındılar ister istemez. IV. yılın 10 Germinalinde (30 Mart 1796) bir Başkaldırı Komitesi kuruldu…/… Babeufcülerin en büyük tarihsel onurları şudur: Toplumu komünist yönde değiştirmeyi gerçekleştirmek için devrimci diktatörlüğün gerekliliğini görmüşlerdir./ Babeufcülerle Jakobenler anlaştılar sonunda./…/ Babeufcü örgütleniş içinde, üyeler arasında subay Grisel diye bir hain vardı; bu, başkaldırı hazırlıklarıyla ilgili bütün bilgileri Carnot’ya aktardı … (10 Mayıs 1796), Babeuf ve… tutuklandılar…/… 1796 Eylülünde… 30 kişi idam edildi…/… Babeuf… Hüküm 27 Mayıs 1797’de verildi… ölüm cezası biçildi” 168-172

-”Prusya ve İspanya ile barışa gittikten sonra, ilk koalisyondan yalnız iki güç kalmıştı karşıda: İngiltere ve Avusturya… Avusturya’nın hakkından gelmesi gerekiyordu. İşte bu amaçladır ki, 1796 ilkbaharında… Napolyon’un İtalya ordusunun başına getirilmesi işleri karıştırdı./… İtalya seferi, Napolyon’un en ilginç seferlerinden biri oldu. Askeri dehası bütün parlaklığıyla çıktı ortaya… zafer Bonapart'ın başını da döndürdü…/… 15 Mayısta… Milano’ya girdi…/ Bu başarı, Napolyon ile Direktuvar arasında da ilk ciddi sürtüşmelere yol açtı. Direktuvar, İtalya’ya, ikinci derecede bir harekatın sahnesi olarak bakmayı sürdürüyordu; ona göre, asıl amaç Ren’in sol yakasını ele geçirmekti… Direktuvar… Bonapart’a, İtalya’nın ortasına… yürümek emrini verdi. Ne var ki, Bonapart, zafer çelengini, Ren ordusundaki rakiplerine… bırakmak niyetinde hiç değildi… Avusturya’yla acele barışa gitmeyi koydu kafasına…/… Venedik’i işgal etti ve zenginliklerine el koydu. 17 Ekim 1797’de de, Direktuvar’ın onayını beklemeden… Avusturya’yla barış andlaşması imzaladı…/…/ İtalya seferi… sınırsız bir ün sağladı Napolyon’a. Ordu ve genel olarak generaller, Cumhuriyette yeni bir rol oynamaya başladılar… Yurttaşlık duygusu, fetih düşüncesinin önünde silinmeye başladı…/… Gericilik, V. yılın Germinal’indeki (1797 ilkbaharı) seçimlerde büyük bir başarı sağlamıştı…/ Seçim sonuçları gericiliği harekete geçirdi, saldırıları da arttı” 173-176

-”Direktuvarla Konseydeki çoğunluk arasında bir uyuşmazlığın ortaya çıkması kaçınılmazdı. Bunu geciktiren de, monarşistler arasındaki görüş farklılıklarıydı…Plan şuydu: Direktuvar’a karşı güvensizlik oyu vermek…/ Bir üçlü… karşılık vermenin arayışı içindeydi; demokratik öğelere dayanmaktan korktukları için, yalnızca bir tek çözüm kalıyordu ellerinde: Ordu… Direktuvar… Bonapart’ın da desteğini sağladı. Bonapart… Direktuvar’a bir de önemli belge sundu… Beşyüzler Konseyi başkanı… dışarıdaki karşı-devrimcilerin adamı olduğunu açıktan açığa tanıtlıyordu./ Eyleme geçmeye hazırlanan muhalefetten önce, üçlü davrandı… (4 Eylül 1797), geceleyin hükümet darbesi yapıldı… tutuklandı… kimisi sürgüne yollandı… Dışişlerine… Talleyrand’ın geldiği görüldü… kendi çıkarlarının arkasından koşan hayasız bir entrikacı örneğini de verecektir./ Hükümet darbesi, monarşist tehdidi bir süre için uzaklaştırmış oldu…/…/ Bir yazarın dediği gibi… “… Hırsızlar, Bonapart’ı koruyucuları olarak göklere çıkarttılar… Orduların yiyecek-içeceğini sağlamak, o ne kazançlı işti o!...”/…/ Sola dönüş politikası uzun sürmedi. 1798 ilkbaharında seçimler yapıldı…/ Jakobenizmin yeniden doğuşundan korkan Direktuvar, birdenbire sağa çark etti…/…/… 1798 Şubatında, Fransız orduları Bern’e girdiler… Cenevre Fransa’ya bağlandı…/… Roma Cumhuriyeti kuruldu…/ Ne var ki, Direktuvar’ın dış politikada asıl büyük girişimi, Mısır seferi oldu. Bu kararın kaynağında kim var, bunu saptamak güç… Napolyon… İngiltere’ye bir darbe vurmak için Mısır seferinin ateşli bir yandaşı oldu./ Bonapart, 1797 Aralığında İtalya’dan döner… tepeden bakar…/ Sefere, 1798 Martında karar verildi. Mayısta, güçlü Fransız donanması… Toulon’dan ayrıldı…/… Memlükleri yenerler… Kahire’ye girerler… İngiliz donanması… 1 Ağustos 1798’de… yalnızca iki gemi dışında Fransız donanması darma duman edilir… Fransız ordusu tuzağa düşmüş oluyordu böylece…/… Mısır… Memlüklerin egemenliğinde de olsa, Osmanlı… onu kendi mülkü olarak görmeyi sürdürüyordu. Öyle olduğu için de, Osmanlılar, 9 Eylül 1798’de, Fransa’ya karşı savaş ilan ettiler; ve, bir bağlaşıklık aranışı içinde, Rusya’ya çevirdiler yüzlerini… I. Pavel, 1798 Aralığında, Osmanlılarla bir anlaşma imzaladı./ Bunun sonucu, İtalya’da da durum karıştı… I. Pavel, tahtından düşmüş Napoli kralına askeri yardıma hazır olduğunu ilan etti: Rus donanması Akdeniz’e girdi. Devrim’den beri ilk kez, Rus ordusu, Fransa’ya karşı etkin bir askeri harekat içine giriyordu. Avusturya, toprakları üzerinden Rus ordusunun geçmesini kabul etti…/… 1799 başlarında, Fransa İkinci Koalisyonla savaşa girmek zorunda kaldı; bu kez koalisyon, İngiltere, Rusya, Avusturya, Osmanlı İmparatorluğu, Napoli ve İsveç’i alıyordu içine. Askeri harekat, Direktuvar için, göze batıcı başarısızlıkla başladı. 1799 Nisan… Suvorov… Rus orduları, Milano’ya giriyorlardı. Fransız ordusu… çekildi…/ Ve… devrimci atılım görüldü…/ … 1799 ilkbaharındaki seçömlerde, birkaç sol milletvekili seçildi; ve Direktuvar, hükümet darbesine başvurmağa cesaret edemedi bu kez. Yenilenmiş… Konseyi üstlendiler bu işi./ Hükümet darbesinin kurbanı Direktuvar’ın kendisi oldu. İlk düşen Rewbell oldu: Üyeler içinde en atılganı olan Rewbell, gelecekte “Cumhuriyetin mezar kazıcısı” olacak olan Sieyes’e bıraktı yerini… (18 Haziran 1799), Direktuvar üyeleri görevlerinden ayrılmak zorunda bırakıldılar… Polis de, ünlü Fouche’ye bırakıldı… Babeuf’un dostu olan Fouche… bir kalleş ve ilkelerden yoksun bir entrikacı olup çıktı…/ Askeri yenilgiler, bir düzine önlem almaya zorladı…/…/ Askeri harekattaki olumlu gelişmeler de işleri kolaylaştırdı… kaygıya düşen Avusturya… İsviçre’den birliklerini aceleyle çekti… Avusturyalıların davranışından gururu incinen Iç Pavel, birliklerini Rusya’ya geri çağırdı…/… Fransa’nın üzerindeki her türlü doğrudan tehlike savuşturulmuştu” 177-186

-”Bu burjuva tabakalar… Direktuvar’ı ortadan kaldırmayı istiyorlardı…/… tanınıp tutulan bir generalin kişiliğinde bir “kılıç” olmalıydı ortada. Sieyes öyle diyordu: Bir baş ve başa boyun eğen bir kılıç olmalı!.../ Tam bu sırada, Bonapart… geldi… General Moreau’nun, Sieyes’e, “işte adamınız!” dediği söylenir./… Mısır seferi ordusu, pek güç durumda bulunuyordu… Bonapart… girişimleri, bir şeye yaramadı. Suriye’de başlatılmış sefer başarısızlıkla sonuçlandı: Ordu, İngilizlerce savunulan Akka kalesini ele geçiremedi. Bonaparte, kuşatmayı kaldırdı ve gerisin geri döndü. Gerçi Osmanlıların bir çıkarma girişimi püskürtüldü, ama durum yine de çıkışsızdı./ İkinci Koalisyonun saldırıya geçtiği, işte o sırada Mısır’da duyuldu. Bonapart, tehlikeli bir girişime karar verdi. Sadık ordusunu kendi yazgısına bırakıp Mısır’ı terketti… 16 Ekim 1799’da Paris’e vardı. Ortam, tam bir bunalım ortamıydı./…/… hükümet darbesi hazırlıkları başladı. Düzenin önde gelenleri, ellerinde uysal bir araç olacağı düşüncesiyle, Bonapart için yapmışlardı seçimlerini. Aslında “kılıç”, “baş”a uymak niyetinde değildi…/ İş kolay görünüyordu. Direktuvar, bütün saygınlığını yitirmişti o sıralar… iki üyesi… tertibin içinde bulunuyorlardı…/…/ Söylenen günde, 18 Brumaire’de (9 Kasım 1799).../…/… Barras, görevinden ayrılmaya zorlanır…/ Ne var ki ertesi gün… tertipçiler umulmadık zorluklarla karşılaşırlar./ Tertipçilere bağlı birliklerin kuşattığı Beşyüzler Konseyinde… Napolyon… beraberinde dört generale görünmesi -bu bile başlı başına bir anayasa ihlali idi- bir protestoya fırtınasına yol açar… Napolyon’un söylevi, “kanun dışı” çığlıklarıyla kesilir… soğukkanlılığını yitirip neredeyse düşüp bayılacak olan Napolyon, humbaracı askerlerce hasımlarının arasından çekip alınır… “Yaşamımda en zayıf olduğum nadir anlardan biriydi bu” diyecektir ilerde…/ Durumu kurtaran Lucien Bonapart olur: Toplantı salonunu terkeder ve… askerlere hitapla, milletvekillerinin şiş ve kamalarla tehdit ettiklerini söyleyip generallerini kurtarmalarını ister onlardan. Konsey başkanı olarak, katillerin toplaştığı salonu işgal etmeleri emrini verir askerlere. Bu yeni yalan sonuç verir ve humbaracılar… salona dolarlar ve, süngü takmış bir halde, Konsey’den kovarlar milletvekillerini. Böylece, darbe düzenleyenler, barışçı görünüşlerini sürdüremezler, silahlı güce başvurmak zorunda kalırlar./ Akşamleyin, her iki Konseyin en uysal üyeleri arasından birkaç düzine milletvekili bir araya getirilir ve kendilerine dikte edilmiş kararlar alırlar… İktidar üç geçici konsule bırakılır: Bonapart, Sieyes ve Roger Ducos. Direktuvar’ın yaşamı sona ermiştir…/… Hazırlanan anayasa… seçmenleri siyasal yaşam üzerinde her türlü etkiden yoksun kılıyordu…/ 18 Brumaire hükümet darbesi, Bonapart’a, iktidarı bir bütün olarak sağlamalıydı. VII. yıl Anayasası bunu düzenledi: İktidar, Birinci Konsüle aitti; öteki ikisi ise… görüşlerini yazma hakkına sahiptiler…/ Yasama komisyonları… konsüllüklere adayları belirlemeye geçecekleri sırada, Napolyon, son anda, pek büyük bir hünerle Sieyes’i kullandı ve şöyle dedi: “... Yurttaş Sieyes’e minnettarlığımızın yeni bir kanıtını göstererek, Cumhuriyetin üç büyük yöneticisini belirleme hakkını ona bırakalım…” Böylece Sieyes, Napolyon’un önceden belirlediği adaylıkları seçmekle görevlendirilmiş oldu; “kılıç”, “baş”a boyun eğdirmişti. Konsül olarak Bonapart, Cambaceres ve Labrun atandılar… Böylece, bütün gerçek iktidar “Yurttai Birinci Konsül”ün eline geçti…/… Birinci Cumhuriyet, biçim olarak daha dört yıl yaşayacaktır; ama uygulamada 18 Brumaire’de ölmüştü” 187-192


-”FRANSIZ DEVRİMİNİN MİRASI” 

-”Soylularla ruhbanın ayrıcalıkları ellerinden alınarak egemenliklerine son verilmiş, feodalite ortadan kaldırılmıştı… Kilise, bütün hukuksal varlığını yitirerek manevi bir varlık haline geldi…/… Sankülotlar, soylunun, yurttaşlık haklarından yoksun bırakılmasını istemeye kadar gittiler./…/… Fransız Devrimi, feodalizmden kapitalizme geçişte belirleyici bir aşama oldu” 195-195

Spekülasyon, orduların donanımı… fethedilen ülkelerin sömürülmesi… yeni olanaklar sağlıyordu…/…/… XVII. yüzyıldan beri, bir merkezi yönetim kendini kabul ettirme yolundaydı. Ne var ki, bu gelişmenin çarptığı duvarlar vardı: Eyaletlerin ve kentlerin özerkliğinin yanı sıra, korporatif hiyerarşinin ayrıcalıkları idi bunlar” 198

-”Fransız Devrimi’nin devlete getirdiği en önemli değişikliklerden biri de, onun laikleştirilmesidir” 200

-”Papa VI. Pie, 1790 yılından başlıyarak İnsan Hakları Bildirisi’ni mahkum ederken, Fransız ruhbanı… sonunda… Devrimin düşmanı olup çıkar…/… Devlet, eğitimi Kilisenin elinden aldı…/…/ Devrimin yapıcı eserleri arasında, bir milli ordu kurmak, en çok başardığı iş oldu” 201, 202

-”Fransız Devrimi, milli birliği de çoğu noktada yetkinliğe ulaştırdı./…/… senyörler feodal haklarını, piskoposlar da yargılama haklarını yitirmişlerdi…/… 19 Mart 1791’de… “metre”... “metrik sistem” böyle çıktı ortaya. Ağırlık birimi, “gram”... Doğaya başvuran, ama bir yerde akılcı buluşlardı bunlar” 203, 204 

-”İlk ciddi eserler… (1814-1830)... Tarih, her zamankinden çok daha fazla bir siyasal silahtı o dönemde” 209

-”Taine, burjuvaziye karşı soyluları, halka karşı da burjuvaziyi tutar. Devrime gerekçe olarak buldukları da, burjuvazide açgözlülük, halkta kan dökme güdüsü. Öyle olunca da, yığınla karikatür: Marat bir delidir ona göre, Danton bir barbar, Robespierre sonradan görme bir ukala, Napolyon da bir paralı asker; Devrim, bir alkolik kudurganlık bunalımı; Napolyon’un yeniden örgütleyişinin sonunda ortaya çıkan toplum da bir kışla!” 213


BERNARD LEWİS

-”1800 yılından önce, İslam dillerinde özgürlük kelimesi, her şeyden önce bir hukuk terimiydi ve köleliğin zıddını dile getiriyordu. XIX. yüzyıl boyunca, Avrupa’dan gelen yeni bir siyasal içerik kazandı kelime ve içerideki despotizmle yabancı emperyalizme karşı bir savaş haykırışı olup çıktı” 232

-”Türk-Arap vatan ve millet kelimelerinin gelişmesini gözden geçirmek öğreticidir. 1800’den önce, vatan kelimesi, bir kişinin doğduğu ya da oturduğu yer demekti sadece; bu bir ülke, bir eyalet, bir kent ya da köy olabiliyordu konusuna göre… Çok geçmeden, Fransızca “patrie” (yurt) teriminin yan anlamları, vatan kelimesinin islami anlamını bastırmaya başladı … Millet kelimesi, bir mezhebi ya da dinsel bir topluluğu, daha da özel olarak İslam topluluğunu dile getiriyordu başlarda… Arap ya da Türk millet değil, bir tek müslüman millet vardı ve, dinsel sınırları aşmış milli bütünlükler düşüncesine ancak geç bir tarihte rastlanır. O zaman bile, bir yere yapılan belli-belirsiz göndermelerle, düşüncenin yabancılığı üstündedir hala” 233, 234

-””İnsan Hakları” adını verdikleri ayaklanma bildirisi…” 259

-”Çünkü, her devletin iki tür politikası olmalıdır. Bunlardan biri, sürekli politikasıdır ki, bütün eylemlerinin ve etkinliklerinin temeli olarak anlaşılır; öteki, geçici politikadır ki, anın ve koşulların gereklerine göre, bir süre için izlenir. İmparatorluğun sürekli politikası, durumları gereği doğal düşmanları olan Rusya’nın ve Avusturya’nın gücünün artmasını önlemektir; ve, onların gücünü kırabilecek ve böylece İmparatorluğun doğal dostları olan devletlerle bağlaşık olmaktır” 261

*

12.5.2022 

*

EK: 

Aşağıda, hiç katılamadığım, hatta şimdilerde tam tersi görüşlerde olduğum bir yazı var, ama bir klasik sayılabilir, ve, Tanilli’nin yolu da.

Bir yerde şöyle denmiş, “Mustafa Kemal İttihatçılarla dövüşe dövüşe aralarından sıyrıldı”, şaşırdım, nerede dövüşmüş, bence, hiç doğru değil, sadece liderlerine imrenip durmuş, ve sonra da, zamanı gelince fırsatı hiç kaçırmamış!

*

https://haber.sol.org.tr/yazar/halkimizin-sucu-ne-335377

Halkımızın suçu ne?

14.05.2022

ORHAN GÖKDEMİR

İnsanlık tarihinin bir diyalektiği var. Tek tanrılı dinler Paganizmin içinden çıktı, onların hikayelerini ödünç aldı ve ödünç aldığı ne varsa kendi diline çevirdi. “Baba-Oğul-Kutsal Ruh”ta “İsis-Osiris-Horus” inancının izi silikleşir, kaybolur. Allah’ta El-İlah’ı bulamazsınız. Akhenaton’un tanrısı Aton, Yahudilerin tanrısı Adonay’a dönüşene kadar yüzyıllarca sözlü kültürün hamur teknesinde yoğrulur, yeniden biçimlenir. Daha önce gelen, daha ilkel olan gelişmiş olana dönüşür, değişir ama aynı zamanda gelişmiş olanın içinde kendine yer açar, yaşama şansı bulur. “Amon”dan “amin”e giden bir yol vardır, diyalektik sentezdir ya da dinler tarihinde “senkretizm” dediğimiz şeydir bu.

Sadece dinlerin değil, halkların ve ulusların tarihinde benzer bir gelişim seyri görebiliriz. Ümmet, kabile toplumunun bir ileri adımıdır. Akrabalığın birleştirdiği topluluk, böylece, inancın birleştirdiği başka türlü bir topluluğa dönüşür. Millet de ümmetin içinden çıkar. Öyle olduğu için “milli” hem “millete ait” olan hem de dini olan anlamına gelir. “Milli”nin dinden uzaklaşıp laik “millet”e meyletmesi zaman içindedir. Her biri en sonuncusunda izler bırakır, sentezdir.

Gelişmiş hali “halk”tır. Halk, ümmet olma halinden sıyrılmış, eski feodal bağlarından bütünüyle kopmuş bir topluluğu varsayar. Büyük Fransız Devrimi’nden sonra bunu gerçekleştirmek üzere etkili birtakım araçlar geliştirdik. “Milli eğitim” bunlardan biridir, halkı silahlandırma-halk ordusu- bir diğeridir. İnsan Hakları Beyannamesi, bu modern oluşumun ana çerçevesini çizer. Artık topraktan ve kiliseden bağımsızlaşan insanın, inanç, çalışma veya mülkiyet özgürlüğü gibi “yeni” bağımsızlık noktaları oluşmuştur. 

Bu bağımsızlık noktaları nasıl ortaya çıkar peki? Burjuva toplumunda siyasi özgürleşme, devletin dayandığı eski toplumun çözülmesi ile mümkün olur. Buna dini Ortaçağ yapılarının çözülmesi de dâhildir. Yani kapitalizm, din dâhil, eski toplumu mümkün kılan bütün yapıları parçalar, o yapılara dayalı bağımlılık ilişkilerine son verir ve insanı bütün bağlılıklarından azat eder. Böylece parçaladığı ve atomlar haline getirdiği insanları özgür bireyler olarak üretim sürecinde yeniden birleştirir. Piyasa toplumunun özgür insanıdır bu. Bu piyasa insanı somut bir burjuvanın soyutlamasından elde edilmiştir. Burjuva, piyasa toplumunun özgür insanının ideal tipidir. 

Marx’ın itirazı tam da bunadır. Çünkü bu yeni “bencil” insanın özgürlüğünün tanınması, onu var eden yeni maddi-manevi şartların da tanınması anlamına gelmektedir. Dediği şudur; din özgürlüğü insanı dinden kurtarmaz, ona dindar olma özgürlüğü sağlar. Mülkiyet özgürlüğü insanı mülkiyetten kurtarmaz, ona sadece mülkiyet sahibi olma özgürlüğü kazandırır. Çalışma hakkı, insanı hayatını kazanma zorunluluğundan kurtarmaz, onu çalışmaya teşvik eder. Ve o, bütün bunlara ancak “soyut” insan olarak sahip olabilir.

Biz ise insanın özgürleşmesini soyut yurttaş olmaktan çıkması ile, evde-sokakta-işte somut, canlı bir insan haline geldiği zaman, üretiminde özgür olduğu zaman mümkün olabilecek bir şey olarak görüyoruz. Komünizm dediğimiz budur işte…

***

Ama tabii bunlar öyle, insanlar oturup beklerken, kendiliğinden olmaz. Kabileyi ümmete dönüştürmek için savaşmak gerekir. Ümmetten millete varmak için kilisenin-halifenin kapısı kırılmalıdır. Aydınlanma dine savaş açmadan önce, binlerce yıldır dinler birbirleriyle savaşıyordu. Ve hepsinin temelinde yatan sınıf savaşı, Fransız halkı kralın kellesini giyotin çuvalına düşürmeden önce de vardı. Egemen olan sınıfın eli hep kirlidir ama ona karşı savaşan alt sınıfların da her zaman temiz kaldığını söyleyemeyiz. Vuruşmadan, dövüşmeden, tabii yanlış yapmayı göze almadan kazanamazsınız.

Tarihte işlenmiş suçlara ortak aramaya çıkarsak suçsuz insan bulamayız haliyle. Herkes şu veya bu şekilde, şu veya bu ölçüde bu kavgada yerini alır. İşinde gücünde bir memur gibi yaşayan Filozof Kant’ın tanrının kellesini uçuracağını kim tahmin edebilirdi? O olmasa, yazdıklarını yazmasa, Robespierre kralın kafasını almaya cesaret edebilir miydi? Peki bu durumda “suçun” asli faili kimdir? Daha iyisi, tarihe bakarken hep fail mi aramalıyız? 

Tarihe bakıp sadece suçları ve suçluları görmek belirgin bir ideolojik tercihtir. Haliyle “bizim” halkımızın tarihi başka halkların tarihinden daha karanlık veya daha “kriminal” değildir. Hepsinin, bu arada bizimkinin, bir mücadele çizgisi var; bu çizgi, şanlı direnişler kadar büyük hatalar ve affedilmez suçlarla da doludur.

Demek ki, İttihat ve Terakki’ye bakıp sadece Ermeni tehcirini, Mustafa Kemal’e bakıp sadece Dersim tertelesini hatırlamak, bunların arkasındaki sınıf mücadelesini ıskalamak bizim işimiz değildir. Bunlardan önce hürriyet ve cumhuriyet var. Hürriyeti ve cumhuriyeti kuranlara bakıyoruz, tereddütsüz sahipleniyoruz. İşledikleri suçlar var, anlamaya çalışıyoruz. 

***

Tanzimat’tan, daha belirgin olarak Meşrutiyet’ten başlayan bir tarihi var mücadelenin. İnsanımız için özgürlük istiyor, bağımsızlık noktaları inşa etmeye çalışıyorlardı. Tabii dövüşüyorlar, düşüyorlardı. Vuruşmadan, bunları inşa etmek mümkün değildir.

“Ölürsem görmeden millete ümid ettiğim feyzi;

Yazılsın seng-i kabrimde;

Vatan mahzun, ben mahzun…”

Sürgünde ölüme gönderilen Namık Kemal’in son dizelerinden biridir bu. Mithat Paşa’yı da bundan dolayı boğdurdular kapatıldığı zindanda. Arkasından bizim “Narodniklerimiz” geldi. Hatırlayalım, Büyük Ekim Devrimi'nin kökeninde de “Narodnik” hareket var. Halkçıydılar ve köylüleri ayağa kaldırarak devrim yapmayı, köylüden bir halk icat etmeyi hayal etmekteydiler. Sadece Rusya’yı değil, Çin’i ve Osmanlı İmparatorluğu'nu sarstılar. “Halka doğru” gitmek zamanın ana eğilimiydi. Çin’de seçkinlerin inancı olan Konfüçyüsçülüğe karşı, kırsal köylü kültürünü yücelttiler, Folkloru icat ettiler, köy kültürünü her şeyin kaynağı saydılar. Kemalist Köycülük’ün Çin versiyonudur, içinden Maoist hareket çıktı. 

Bizdeki karşılığı Jön Türk hareketidir. Çabaları 1908 Devrimi ile taçlanmıştır ve esası “halka doğru” gitmektir. 1908’de padişahı alaşağı edip bir halk yaratmaya giriştiler. 

Fakat 1909’da halk olmaya direnen ümmet ayaklandı. 31 Mart’ta biri köhne, diğeri yeni-ilerici iki kuvvet Gezi Parkı’nda karşılaştı, gericiler yenildi. Düşen gericilerin hesabını tutmadık, kayıplarımız Hürriyet-i Ebediye veya Abide-i Hürriyet’tedir. 

Demek ki “Narod”, “Halk”, meselenin esasıdır. Rusya’da icat edildi, Ekim Devrimi'ne evirildi. Çin’e sıçradı, Maoculuk onun paltosundan çıktı. Osmanlı’ya nüfuz etti, Kemalist Cumhuriyet’in sebebidir. Her durumda Narodnizmi bir başlangıç sayıyoruz. Zaten Kemalizm’in “Halkçılığı”, henüz ortada bir halk yokken icat edilmişti. Halkçılık halktan öncedir ve demek ki bir halk yaratmanın yollarından biri halkçılıktan geçmektedir.

Zaman zaman halk olmayı başardığımızı biliyoruz. 1960’lı yıllarda, hatta 1970’li yıllarda çok yaklaştık. Haziran Direnişi'nde mümkün olduğunu yeniden gördük. Uzun bir yoldur ve ilerliyoruz. Kendisini bomba yapıp Çarın üzerine atan Narodniklerden beri işimiz bu, yaparız, yaratırız. Aksini düşünenler yoldan çıkmışlarımızdır, anlarız, kayıplarımızdan sayarız.

***

Bu tarihin bize yüklediği sorumluluklar var. Eleştiri ayrı ama Talat Paşa’nın katili ile özdeşleşemeyiz, bunu niye yapalım? Resneli Niyazi’ye şaşı bakmak bize ne kazandırır? Despot Abdülhamit’i derdest edip sürgüne gönderenlere yönelteceğimiz tek eleştiri, neden ona ve kapıkullarına yumuşak davrandıklarıdır? Mustafa Kemal ve takipçileri din kisveli toprak ağalarının köküne kibrit suyu döküp toprak reformunu yapamadıkları için eksiklidir. Laikliği mantıki sonuçlarına götürmekte tereddüt etmişlerdir, evet. Hürriyeti ilan etmek, cumhuriyeti kurmak iyidir ama onu yaşatmak için ileri adımlar atmaktan imtina edilmemelidir. Etmişlerse bu kriminal tipler olduklarından değil, sınıfsal kökenlerindendir. Milli sermaye yaratmaya kalkışmak, zenginin halktan-ulustan yana olacağını sanmak onların kişisel değil, sınıfsal körlükleridir.

Ama nihayetinde biz, hepimiz onların şapkasından çıktık. Mustafa Suphi İttihat ve Terakki’nin eteklerinden geldi, Mustafa Kemal İttihatçılarla dövüşe dövüşe aralarından sıyrıldı. Hürriyet olmasa cumhuriyet olur mu? Bunlar olmasa sosyalizmi nasıl ve neyin üzerine inşa edeceğiz? Sosyalist cumhuriyet fikrinin de temelidir bu tarihsel ileri-geri kavgası. 

***

Kuşkusuz, biz, başka türlü bir özgürlük istiyoruz. Ulustan ve halktan ulaştık işçi sınıfının sadeliğine. Hâlâ imbikten geçiriyoruz, sabırla damıtıyoruz, saflaştırıyoruz. Saflaştırdıkça netleşiyoruz. Halkımızın suçlu olduğunu kabul etmeyiz! 

Sınıfsal körlükten ancak sınıfa yaslanarak kurtulabiliriz. Bir hayalimiz var, hayalleri olan insanlardan-kuşaklardan alıyor esinini. Sınıfımızın izindeyiz. Mülkiyetten, devletten, çalışmadan ve tabii dinden özgürleşmiş yeni, mutlu, bağımsız insanlık ailesinin yolunda ilerliyoruz.

*

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder