20 Ağustos 2025 Çarşamba

ÇEÇENLERE DAİR 13: TÜRKİYE'DE ÇEÇENLER

Çeçenler hakkında Türkçe’de pek fazla bilgi mevcut değildir, mevcut olan bilgilerde de bazı açık yanlışlık ve güvenilirlik konusunda kuşku yaratan çeşitli çelişki ve tutarsızlıklar bulunmaktadır. Sanki belirgin bir özensizlik ve Çeçenler konusu pek de özenle ele alınmaya değecek bir konu değilmişçesine bir yaklaşım söz konusudur. Öyle ki kaynaklarda en temel konularda dahi açıkça birbirinden farklı bilgiler yer alabilmektedir.


Aslında aynı durum genelde Türkçe’deki Kuzey Kafkasya (KK) ile ilgili kaynakların tamamı için de geçerlidir.


Konuyla ilgili kaynaklarda başlıca iki sorun bulunmaktadır ve bunlardan biri yetersizlik diğeri de çok büyük ölçüde anlayış ve anlatım farklılıklarından kaynaklı çeşitli yanlışlık, çelişki ve tutarsızlıkların olmasıdır. 

*

“Yazıp çizenlerin, yazarken ya da konuşurken bazı dengeleri gözettiğini varsaymak yanlış olmasa gerek. Muhtemelen siyasi yelpazenin her rengi böyledir, içinde yaşanılan çevre biraz kollanır, yüz yüze bakılamayacak duruma gelmemeye çalışılır… Sevilen tabirle ‘mahallecilik’... Dışlanma kaygısı belirgin. Bir yazı yazarsınız, yolda karşılaştığınız insan yazınızı beğendiğini ve görüşünüze katıldığını söyler; sonra bir bakarsınız iki gün sonra kamuoyuna başka tonda bir şey diyor ya da suskun kalmayı tercih ediyor… durum, ‘camiaların’ düşünce özgürlüğü ve eleştiriyle ilintisinin şekli şemaili hakkında epey fikir veriyor.” (Sevinç)

*

Yani doğruyu söylemek pek kolay değildir.

*

Osmanlı’ya gelen Çeçen göçmenlerden fiziken yok olmadan kalıp Suriye ve Irak’ta varlıklarını sürdürebilenler zamanla büyük ölçüde asimile olurken Türkiye'dekiler nispeten kimliklerini korumuşlar ve 1960’lı yıllara kadar genelde kamuoyunda pek görünür olmadan köylerde ikamet edip yoksul bir yaşam sürdürmüşlerdir. Bu dönemde kentte yaşayan Çeçen sayısı çok az olmuştur. Bunlar da genelde Dr. Harunhan Remzi Öztürk’ün bir şiirinde gayet yerinde ve güzel bir şekilde ifade ettiği üzere “Tutsak Kafes Kuşu” benzeri bir yaşam sürmüşlerdir.

 *

"Ben bir Kafkaslıyım.” "Büyüklerimizin her biri "Kafkasya'ya Dönme Hayali" ile hakkın rahmetine kavuştukça; hiç kimsenin umursamadığı bir sürgün yaşantım, hiç kimseyle paylaşamadığın bir ıstırabım oldu! Yaşayıp yaşlanırken geçirdiğim ömrü, bir kafesteki kuş gibi kendi içimde yapayalnız yaşadım! Bu yalnızlığın acısını şiirlere söyledim, öykülere anlattım ya da hikayelerle paylaştım." (Öztürk, Vaynağh, s. XII, 22, 24 ve ayrıca, Öztürk, Not Defteri II, s. 165)


"Bir Yorum (Hüzün çiçekleri gibi, vatanımızdan ülkelere yayıldık. Yaban gülleri gibi açarak bütün Dünya'ya renk katıyoruz.) (Öztürk-Serhanların Kaderi, s. 7)


“1908-1923 dönemini Çerkes Diasporası’nın altın çağı olarak değerlendirir bazı tarihçiler.” “Cumhuriyet dönemi Çerkesler için baskı dönemidir.” “Cumhuriyet tarihinin neredeyse tek istisnası 2009 yılında başlatılan “Demokratik Açılım Süreci”dir.” “Çerkes Derneği ve federasyonu gibi isimleri bu dönemde alabildik.” (Özden)


“Evet, biz Çerkesler 145 yıllık sürgün hayatımızda, dünyanın en büyük toplumsal travmasını yaşayan, tarihin en büyük soykırımlarından birine maruz kalan bir halk olarak, bu dramımızı maalesef edebiyata dökemedik, bir sürgün edebiyatı oluşturamadık.” (Erdal Özden)

*

O dönemde bir süre Çeçenlerin Türkiyede bir dernekleri bile olmamıştır.


1970’lerden itibaren kentlerde yaşayan Çeçen sayısı az da olsa artmıştır. Türkiye’de en çok sayıda Çeçen’in yaşadığı Çardaklılar öncülüğünde Çeçenler 1980’lerde İstanbul’da, 1990’larda Ankara’da dernek kurmuşlardır. Ankara’daki derneğin kuruluşuna Çardaklı merhum Hüseyin Denge öncülük etmiştir. Daha sonra dernekler çoğalmıştır. 


1990’lardan itibaren Çeçenistan’la ilişkiler yoğunlaşmış ve 1994’te Çeçenistan’a yönelik Rus saldırısının başlamasından sonra da genelde Çeçenlerden yana içtenlikle birlik olup tavır almışlardır.


Aslında Türkiye kamuoyunda Çeçenler en son günümüzde Aralık 1994’te başlayıp 2010’lara kadar yıllarca süren Rus silahlı saldırıları döneminde bir ölçüde bilinir olmuştur. Daha önce pek bilinir olmamışlar, genelde de yanlış bir şekilde Çerkes olarak bilinmişlerdir.

*

Avagyan şöyle demektedirler: "Türkiye'de Çeçenler, İnguşlar, Dağıstanlılar kendilerini Çerkes olarak tanıtırlar." (Avagyan, s. 18) 

Bu ifade doğru değildir, Çeçenler Türkiye’de Çerkes olarak bilinirler, ancak kendilerini hiçbir zaman öyle tanıtmazlar.

Çeçenler de dahil genelde Çerkezler Türkiyede yer yer “Moskof tohumu” ya da “Rus dölü” olarak nitelenirken Irak’ta “Türk ajanı” olarak görülmüşlerdir. Türkiye’deki bu anlayış 1994 sonrasında bir ölçüde değişmiştir. (Albayrak; Koç; Orsam)

*

Çeçenler zaman zaman Ermeni katliamcıları olarak da anılmaktadırlar. Ermeni tehcirinde Çeçenlerin rol aldığı anlamında anlatımlar bulunduğuna göre, Ermeni mallarına onların da el koyup varlıklı hale gelmiş olmaları beklenir, yani bunlar Ermeni mallarına el koyup zenginleşmiş olmalıdırlar, ancak Maraş yöresindeki Çeçenler arasında bu durumda ve zengin olan birileri olsa bunları bilebilecek durumda olduğum halde, öyle varlıklı bir Çeçene hiç rastlamadım ve duymadım, ve o yöredeki Çeçenler günümüzde de genelde aynı şekilde varlıksızdırlar. Bence bazı bireysel olumsuzlar yaşanmışsa da genelde bu konudaki söylemi destekleyecek bir veri mevcut değildir. Aksine Türkiyeli Çeçenler genel olarak çok yoksul bir yaşam sürmüşlerdir. 

Türkiye’de nispeten ağırlıklı bir Çeçen yerleşimi olan ve sakinleri çok sert olarak ünlenen Maraş’taki köyümüzden hiç kimse bildiğim kadarıyla başkasının malına el uzatmamış, ama köyümüzdeki bir mütevazı ticaret mekanı komşu yerleşimlerden gelen bazı kişilerce 1940’lı yıllarda duvarı delinerek cüretkarca soyulmak istenmiş ve sonuçta geceleyin üç kişiyle boğuşan mekan sahibinin hırsızlardan birini öldürdüğü köyümüzdeki tek adli olay gerçekleşmiştir. 

Ve ayrıca bu konudaki bazı yayınlarda açık yanlışlıklar bulunmaktadır.

Avagyan bazı olaylarda kişi adları verip bunların Çeçen olduğunu vurgulayarak Çeçenlerden bahsetmektedir, ama bazı konularda yanılmaktadır, Çeçen olduğunu belirttiği Aslan Bey Çeçen değil, Oset asıllı bir cumhuriyet kahramanıdır. Ayrıca iddiasının aksine Hasan Mezarcı da Çerkez değildir.

*

"Kilikya'daki çeteler, Suriye çöllerinde Ermeni soykırımını örgütleyenler tarafından kuruluyordu. Örneğin, Maraş'ta Fransızlara karşı ayaklanma örgütleyenlerden biri, Deyr-Zor ve Res-ul Ayn'da katıldığı katliamlarla "şan ve şöhret" kazanan, hazin bir ün sahibi Aslan Bey'di.” “Milli Kurtuluş Hareketi'nin... Kilikya'da daha hızlı gelişmesi... Fransız ordusunda görevli "Ermeni Lejyonu" askerlerinin Res-ul Ayn'da yaşayan Çeçenlerden, 1915-1916 yıllarında Ermenilerin toplu imhasının intikamını almaya birkaç kez kalkışmalarının harekete geçirici etkisiyle olmuştur. Katliamı örgütleyenlerden jandarma subayı Aslan ve kardeşi Ahmet Selim Kilikya'ya kaçmışlardı. Suriye'deki olaylar... Ermeni askerlerin intikam eylemlerinde bulunacaklarına dair endişe uyandırmıştı. Bir başka kaygı nedeni de, Fransız... desteği altında geri dönen Ermenilerin mal-mülklerini geri almak isteyecekleriydi." (Avagyan, s. 213)

"Kılıç Ali Ankara'ya gitmek için ayrıldıktan sonra, Antep'teki milli güçlerin başına, 1886 yılında Fındık köyünde (Göksun ilçesine bağlı) bir Çeçen ailenin çocuğu olarak doğan Aslan Bey geçti. Asıl adı Yusuf Rıza'ydı. Aslan Bey, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Halep polis teşkilatında başkomiserdi ve Ermenilerin tehciri ve imhasında yer almıştı. Bu nedenle Aslan, barıştan sonra Maraş'a kaçmış, burada ilk direniş örgütünü kurup başına geçmiş, o sırada Maraş kuşatmasının başında bulunmuştu. Maraş'ta Kemalist yönetim sağlanınca Antep'e gitmiş, orada Kılıç Ali ile birlikte Kemalist güçlerin başına geçmiş ve Adana Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti'nin güçlendirilmesinde belirgin bir rolü olmuştu./... geri dönmekte olan Ermenilere ve Fransız ordularına karşı direniş Maraş'ta, Antep'ten daha önce başlamıştı. Ancak Antep'teki direniş daha sert bir biçim aldı ve daha uzun sürdü./ Maraş'ta direniş, Ermeni tehcirine katılan İttihatçı Sütçü İmam tarafından başlatıldı. İttihat kulübü, 25 Aralık 1919'da Maraş'ta yeniden açılmış ve hareketi yönetmeye koyulmuştu. Maraş vilayetinde birkaç Çerkes köyü vardı. Bunlardan en büyüğü olan Çardak, kendisine özel bir çete kurdu./ Çavuş Emin Ali ve oğlu İsmail Kemal'e Ermeni tehcirine katıldıkları için açılan dava Maraş'ta büyük rahatsızlık yarattı. Her ikisi de mahkum olmuş ve Halep'te hapse yollanmıştı. Bunun dışında, kente dönen Maraşlı Ermeniler, tehcirin örgütlenmesi işine bulaşmak ve gidenlerin mallarına elkoymakla suçladıkları 100 kadar Müslümanın uzaklaştırılmasını talep etmişlerdi. Bu Müslümanların içinde ... gibi şehrin seçkin isimleri de vardı. Ermeni nüfusunun bu talebinin ardından, birinci Ermeni taburunun da Maraş'ta konuşlanması üzerine, Ermeniler ve Fransız ordularıyla açıkça mücadele için yoğun bir hazırlık başladı.../... Uzun Oluk hamamı... Ermeni askerler, hamamdan çıkmakta olan Türk kadınlarına saldırınca, etraftaki kahvelerden koşup gelen Türkler... askerlere ateş açmışlardı. 1919 yılı Aralık ayı ortasında Aslan Bey, Pazarcık'ta bulunan Kılıç Ali'den aldığı talimatla Maraş'a geldi. Burada Müslüman çetelerin silahlandırılması işine girişti. Silahlar Elbistan'dan satın alınıyordu... jandarmaya ait silah depolarından 460 mavzer alındı ve Kemalistlere dağıtıldı." (Avagyan, s. 219-221)


"Çerkeslerin, 1915 Ermeni soykırımında yer almaları ve sorumluluktan kaçmaya yönelmeleri, kitlesel olarak Milli Kurtuluş Hareketi'ne katılmalarına yol açan nedenlerden birini oluşturmaktadır.” “Çerkeslerin Milli Kurtuluş Hareketi'ne katılma oranı... yüksekti... Mustafa Kemal, Anadolu'ya ayak bastığı ilk günden itibaren Çerkes ağalarını kendi tarafına çekmek için gereken herşeyi yapmıştı.../ Asıl cephe olan Batı Cephesi'nin kurulması da Çerkeslere bağlı oldu." "M. Kemal... Bolşeviklerle ilişkilerinde de yine Çerkeslerden... yararlanmıştı." (Avagyan, s. 281, 282)


“Türkçülük ideolojisi içinde, tarihin yeniden gözden geçirilmesi ve yorumlanması en önemli yeri tutuyordu... Milli Kurtuluş Savaşı'nın resmi yorumu geliştirilmiş ve gerçek olaylardan biraz farklı bir tarihin temelleri atılmıştı... Kurtuluş Mücadelesi'ni tamamen bir Türk hareketi olarak sunma amacını herşeyin önüne koyuyordu. Bu kapsamda Çerkesler özel bir tehlikeydiler. Çünkü Kemalist hareketin ve devrimin savaşkan kuvvetlerinin esas dokusu onlardan oluşuyordu... Çerkeslerin... rolünü... azaltmak ve tarihi yeniden yazarak tashih etmek gerekiyordu. Yapılan da bu oldu... Çerkeslerin... rolün azaltılmasındaki zorluk hesaba katılmış, onların gözden düşürülmesiyle, tek taraflı ve kestirme bir seçeneğe başvurulmuştu. 1927'de Atatürk'ün yaptığı 32 saatlik nutkun içinde, bunun örnekleri vardı.../... İzmir yargılamasında Çerkesler gerici, laisizm düşmanı ve İttihat yanlısı olarak tanıtılmışlardı... İzmir mahkemesi... Çerkes unsurunun yargılandığı bir sürece dönüştü... Şubat 1994'te Çerkes kökenli... milletvekili Hasan Mezarcı'nın... ana maddelerinden biri de 1926 İzmir yargılamasının gözden geçirilmesi olan bir konuşma yapması tesadüf olmasa gerek." (Avagyan, s. 252-257)

*

Sonraki dönemde Türkiyeli Çeçenler açısından çok önemli iki olay gerçekleşmiştir.

Birincisi 1997 yılında camiamızdan iki temsilcinin Çeçenistan’da fidye için kaçırılmasıdır, 8 ay sonra sağ salim dönebilmişlerse de niteliği hala tam olarak ortaya konulmamış olan bu olay toplumu çok etkilemiştir. 

İkincisi ise daha da vahim olan bir olaydır, Mayıs 2013’te M. Önlü Ankara’nın merkezindeki ofisinde silahlı saldırı sonucunda öldürülmüştür, tetikçileri yakalanmışsa da yine benim için hala mahiyeti tam olarak ortaya çıkarılmamış bir muamma olan bu olay da kimin eseri olursa olsun bence tüm diaspora Çeçenlerine yönelik çok üzücü bir saldırı niteliğindedir. 

n.1.Örgütlenme ve Yayınlar Üzerine 

*

Meşrutiyet öncesindeki Kafkas Tarihi yazılması çabası "akim kalmıştı." (Hızal, s. 9)

*

Türkiye’deki Çeçen kökenli insanlar önceleri Kafkas, Kuzey Kafkas ya da benzeri başka  isimlerle tüm Kafkas kökenli insanlar tarafından müştereken oluşturulan dernekler bünyesinde bulunmuşlar ve ilk kayıtlar da büyük ölçüde bu derneklerce yayınlanan muhtelif dergi ve diğer yayınlarda yer almıştır.

Hem bu dönemde ve hem de daha sonraları kollektif ürünler olan dergilerdeki yayınlar dışında çeşitli bireysel çalışmalar da yapılmıştır ve bunlardan benim bilebildiğim bazıları şunlardır:

Çeçenlerle ilgili ülkemizde cumhuriyet döneminde yapılan yayınlardan biri İnguş Wassan Giray Cabağı’nın esas itibariyle 1917-1920 döneminde oluşturulan Birleşik Kafkasya Cumhuriyetindeki uygulamaları konu edinen Kafkas-Rus Mücadelesi adlı 1967’de yayınlanan kitabıdır, ki Osmanlının 1. Dünya Savaşının sonunda doğrudan dahil olduğu bu konu hakkında ülkemizde sonradan çeşitli yayınlar yapılmıştır. (Cabağı)

Çeçenler hakkındaki bir diğer kitap 1978’de yayınlanan General Musa Kundukhov’un Anıları adlı doğrudan 1865’deki Çeçen göçüyle de ilgili olan eserdir. (Kundukhov)

Bunların her ikisi de Kafkasya doğumlu kişilerin eserleridir.

Konu hakkındaki yayınlar açısından Türkiye'de doğmuş Çeçen kökenli insanlar arasında hiç kuşkusuz öncü olan merhum Tarık Cemal Kutlu bireysel açıdan gayet verimli sayılabilecek çalışmalar yapmış ve çeviriden telif eserlere, Çeçenler konusunda birçok alanda eser üretmiştir, çeviride Zelimhan adlı roman, telifde ise Çeçen Direniş Tarihi birçok eserinin arasında ilk akla gelenlerdendir. (Kutlu-Zelimhan; Kutlu-Direniş)

Kutlu ayrıca 1992 yılında Argun isimli aylık bir gazete de çıkarmıştır. (Kutlu-Direniş, s. 337)


Konu hakkında eser üreten diğer bir kişi de Ayla Kutlu’dur, bir göçmen kuştu o ve Emir Bey’in Kızları adlı iki eserinde kurgusal bir şekilde göçmen Çeçenlerden birinin çocuklarının göç sonrası dönemdeki yaşamlarından bir kesit ele alınıp anlatılmıştır. (Ayla Kutlu, bir göçmen kuştu o; Ayla Kutlu, Emir Bey’in Kızları)

Diğer bir eser sahibi, üretken bir yazar olan Erol Yıldır’dır, Çeçen kültürüne ilişkin çeşitli eserlerin yanısıra, editörlüğünü yaptığı Çeçen göçmenlerin geldikleri yerdeki yaşamlarıyla ilgili çeşitli bilgilerin derlendiği Yitik Kule yıllıkları önemli çalışmaları arasındadır. (Yıldır)

Konu hakkında yazan bir kişi de Çeçen konusuna yaşamında çok önemli bir yer ayıran Dr. Harunhan Remzi Öztürk’tür, Savaş Lordları, Serhanların Kaderi (Çeçen Dramı), Vaynahğ ve diğer birçok eserinin yanısıra özellikle Diasporada Kafkas Hikayeleri isimli eseri bir anlamda özyaşamsal içeriğiyle bence apayrı bir değere sahiptir. (Öztürk)

Çeçenistan’a yönelik Rus saldırısının yaşandığı bir dönemde yayınlanan bir başka eser de Anıl Çeçen’in Çeçenistan Dosyası adlı kitabıdır. (Çeçen)

Konu hakkındaki bir diğer eser son nesillerin bir temsilcisi olan Atilla Doğan’ın yakın zamanda yayınlanan Rüzgarla Yarışan Diasporada Çeçen Hikayeleri adlı ikinci kitabıdır, ki önceki nesillerin yaşadıklarından esintiler taşıyan hikayeleri kurgusal olarak anlatmıştır. (Doğan)

Elbette Ali Bolat unutulamaz, diğer çeşitli tercüme eserlerinin yanısıra her ikisi de bence konu hakkındaki çok kıymetli eserler olan Osmanlı Arşiv Belgelerinde Çeçen Göçü adlı çalışması ile Çeçence’den tercüme ettiği Abuzar Aydemirov’un Uzun Geceler adlı romanı Çeçen göçü konusundaki en önemli Türkçe yayınlardandır. (Bolat; Aydemirov) 

Daha sonraki bir tarihte de Hami Özdil’in Hititler ve Işık Savaşçıları, Antik Çağda Waynakhlar (Çeçen-İnguşlar) ve Hitit&Çeçen Dili Gramatikal Benzerliği ve Hitit Literatürünün Akuzatiflik Sorunu adlı kitapları yayınlanmıştır. (Özdil)

Yakın bir tarihte yayınlanan kitap ise Vahdet Polatkan’ın Osmanlı Belgelerinde Kafkas Göçleri (Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü) Adlı Eserin Çeçen Göçü İle İlgili Belgelerinin Günümüz Türkçesine Çevirisi adlı eseridir. (Polatkan)

Son olarak da benim hazırladığım Osmanlı’ya Çeçen Göçü adlı kitap yayınlanmıştır.

Bu bireysel eserlerin dışında kurumsal bazı çalışmalar da yapılmıştır.

Önceleri tüm Kafkas kökenli insanlarca oluşturulan dernekler bünyesinde yer alan Türkiye’deki Çeçen kökenli insanlar  1980’lerin ortalarından itibaren ayrı dernekler kurmaya yönelmişlerdir.

Bunlardan ilki İstanbu’da dernek isminde 2009 yılına kadar Çeçen ve benzeri sözcüklerin kullanılması yasak olduğundan bir tür mecburiyetle mahalli bir yöre adıyla kurulan Çardaklılar derneği olmuştur.

İkincisi 1994’de Çeçenistan’a yönelik olarak başlatılan silahlı Rus saldırısı arifesinde 1990’ların başlarında Ankara’da Kafkaslılar Derneği adıyla kurulan dernektir. 

Daha sonraki dönemde Sivas, Kahramanmaraş, Adana, Bursa ve Kayseri’de de Çeçen dernekleri kurulmuş ve ayrıca İstanbul’da İnguş ve Gücük adlarıyla aynı kültürel sahada faaliyet gösteren kardeş dernekler faaliyete geçmiştir.

Belirtilen derneklerden Ankara’dakinin kurulduğu dönemde Şamil Mansur tarafından hazırlanan Çeçenler konusunda temel bilgileri içeren bir kitap Çeçenler adıyla Ankara’da yayınlanmıştır. (Mansur)

1994 yılı Aralık ayında Çeçenlere yönelik Rus silahlı saldırısı başladığında da çeşitli yerlerde Kafkas Çeçen Dayanışma Komiteleri oluşturularak dayanışma faaliyetleri sürdürülmüştür.

Bu dönemde 1996 yılında Ankara’daki Çeçen Derneği’nin yayını olarak, Nisan ayından itibaren MARŞO adıyla bir haber bülteni de aylık olarak 10 sayı yayınlanmıştır.

Aynı dönemde Ankara’daki Dernek tarafından;

*Azerbaycan kökenli Dina-Press isimli bir kurumun yayını olan Çeçen Fenomeni-Almanak isimli derginin üç sayısı, 

*Çeçen Devlet Başkanı Cahar Dudayev’in Çeçen Cumhuriyeti'nin Siyasal Devlet Yapısı Sorunu Üzerine adlı çalışması, 

*Zelimhan Yandarbiyev’in Bağımsızlığın Eşiğinde adlı kitabı ile,

*Ahmet Işık’ın Çeçence’den çevirdiği Leça Yahyaev’in Çeçen Kadın Savaşçı TAYMASKH adlı romanı,

da yayınlanmıştır. (Almanak; Dudayev; Yandarbiyev; Yahyaev)

Bu dönemde 2005 yılında Ankara’da benim hazırladığım Çeçen Raporu başlıklı bir çalışma ile de o dönemde Çeçenistan’da yaşanan insanlıkdışı Rus vahşet örnekleri ile bu vahşet karşısında çeşitli çevrelerin takındığı duyarsız tavırlar belgelenerek bir dosya haline getirilmiştir.

Yine aynı dönemde merhum Medet Önlü’nün organize ettiği Çeçen Cumhuriyeti İçkerya Türkiye Fahri Konsolosluğu – Resmi İnternet Sitesi (ickerya.com) adlı bir internet sitesi ve aynı grubun internet ortamında Temmuz 2013’den Şubat 2015’e kadar 12 sayı süren Marsho adlı bir dergisi de yayında olmuştur.

Bu yayınların dışında son dönemde İstanbul ve Ankara’daki derneklerin internet sitelerinde de çeşitli yayınlar yapılmaktadır.

Genelde amatörce anlayışların sonucu olan tüm bu çabalar değerli olmakla birlikte bence yapılanlar yetersizdir, olması temenni edilen kendi kaynaklarından güçlü maddi fonu olan bir vakıf ve bu vakfın bünyesinde tesadüfi değil sistematik çalışmalar yapılabilmesidir.

Organize olma ve birlikte çalışma konusundaki yeterince olumlu olmayan bazı tutumlarımız Çeçenistan’a silahlı Rus saldırısının sürdüğü dönemde özellikle dikkat çekici ve üzücü olmuştur.

n.2. Birlikte Çalışma Üzerine 

Belirtilen dönemde bu konularda gördüğüm tutum ve davranışlardan bazıları şöyleydi:

*Bireysellik her zamanki gibi baskındı. Bireysel davranan benim blebildiğim NA ve muhtemelen bilmediğim başkaları da vardı, ancak örnek olarak, Çeçenler söz konusu olduğunda benim gördüğüm en fedakar iki insan olan Nejdet Gün ile Medet Önlü tamamen bireysel olarak hareket ettiler, kurumlardan uzak kaldılar.

Muhtemelen bu iki kişi Çeçenler konusunda ülkemizdeki bilgi birikimi en üst seviyede olan iki insandı ve ne yazık ki bu bilgilerini bir yayına dönüştüremeden pek zamansız olarak aramızdan ayrıldılar, dolayısıyla kendilerinin kaybına bilgilerinin kaybı da eklendi.

Mayıs 2013’de Ankara’nın en merkezi yerlerinden birinde cinayete kurban giden Medet Önlü’nün bilinmesi tüm Çeçenler açısından kuşkusuz çok önemli olan cinayetini organize edenin karanlıkta kalmasında da bu durumun payı olabilir, yani bilgi paylaşımı olsaydı belki de cinayet organizatörü teşhis edilebilirdi!

Nejdet Gün de 1999’daki bir konuşmamızda atalarımızın sürgün edildiklerini gösteren belgelere eriştiğini söylemişti, kimbilir o belgeler nerededir!

Yine de her ikisinden de kalan bazı bilgiler elbette mevcuttur ve bunların yayınlanması gayet faydalı bir iş olacaktır.

*İstişare zayıftı. Çeçenlere insani yardım çalışmalarını yürüten İstanbul ve Ankara’daki komitelerin başkanları olan Fazıl Özen ile Haluk Kutlu 1997 yılında Çeçenistan’da fidye için kaçırıldılar ve 8 ay kadar fidyecilerin elinde kaldılar.

Şükür ki fidye de ödenmeden anladığım kadarıyla Çeçen yönetiminin çabasıyla kurtulup sağ salim döndüler. 

Ancak ne yazık ki çok önemli olan bu olayla ilgili genelde bugün bile sağlıklı bilgiye sahip değilim ve bu konuyu yeterince konuşup irdelediğimiz söylenemez. Oysa uygun şekilde istişare sonucu ortaya çıkacak bilgi ve değerlendirmelerden alınabilecek dersler gelecekte çok faydalı olabilirdi.

*İyi organize olunamıyordu. İki hemşerimizin kaçırılması üzerine Türkiye’deki Çeçenleri temsilen bir heyetin gidip Çeçen yönetimine duygu ve düşüncelerimizi ileterek kaçırılanların kurtarılmasında hassasiyetlerini talep etmeye karar verildi ve 7 kişilik heyet Mayıs 1997’de gitti. Seyahat organizasyonu İstanbul’daki arkadaşlarca yapılmıştı ve bize Nalçık’ta Çeçen Milli Eğitim Bakanı Hoc Ahmet Yarihanov tarafından karşılanacağımız ve ikametimizin sağlanacağı söylenmişti. Ama gittiğimizde Nalçık’ta karşılayıcımız yoktu, ortada kalakalmıştık, neyse ki, Nejdet Gün oradaydı, gelişimizin Çeçenistan’da duyulduğunu, çok büyük bir ihtimalle heyetimiz üzerinden yeni bir provokasyon yapılabileceğini, bu durum nedeniyle kendisinin bireysel insiyatifiyle geldiğini, söyleyerek, Çeçenistan’a gidiş, orada kalış ve dönüşümüzü organize etti, ayrıca başkan Mashadov’dan da randevu ayarlamıştı, onun sayesinden sorun olmadan seyahatimizi amacına uygun biçimde tamamlayarak dönmüştük. Mashadov ile de çok olumlu bir görüşme yapmıştık.  

*Bilgi paylaşımı yetersizdi. Sonradan öğrendiğime göre 1996 yılında bazı gençler Çeçenistan’a gitmişlerdi, ama gidişlerinden Ankara’daki organizasyonumuzun hiç haberi olmamıştı. O dönemde Çeçenistan’a Ürdün’den gelip gidenlerden haberimiz oldu, ama yakınlarımızın gidişinden haberimiz olamadı. Nejdet Gün Çeçenistan’da atıl olarak bekleyen bu gençlerin bir provokasyon konusu olabilecekken kendisinin çabasıyla dönmelerinin sağlandığını belirtmişti.

*Sistemli bir yayın yapılamadı. Çok tarihi bir dönemdi, çok renkli şahsiyetler ve olaylarla karşılaştık, ancak bunları sistemli bir şekilde fotoğraflamak suretiyle kayda da alıp tespit ve muhafaza edemedik ve yayınlayamadık.

1995 yılında gelerek buradaki durumu gözlemleyip gördüklerini yazacağını söyleyen Çeçenistanlı yazar Mahmut’la da irtibatımızı sürdüremedik ve kendisinin ve çalışmalarının akibeti konusunda da sonradan bir bilgiye sahip olamadık.

1996’da Türkiye’de bulunan ve 1997’de Ukrayna’da, kuşkusuz Ruslarca, katledilen büyük sanatçı İmam Alim Sultan’ın bilgi ve deneyiminden bence yeterince yararlanamadık.

1997 yılında bizzat Gürcü yönetiminin çaba ve desteğiyle Gürcistan’daki Vaynahlar’dan bir grup Ankara’ya gelip bir süre kalıp dönmüşlerdi, görüşmeleri düzenli bir şekilde tesbit edip kaydederek onlarla maalesef daha sonra da kalıcı olabilecek bir ilişki kuramadık. 

*Verimli çalışılamadı. Çatışmaların henüz başlangıcı olan 1995’te Çeçenistan’a giden iki hemşerimiz o savaş ortamında rastladıkları komutanlardan bazılarına ihtiyaç içinde olduklarını görünce çok az miktarda para verdikten sonra Dudayev’e ulaşıp durumu anlattıklarında Dudayev’in “Bizi Afganistan’a mı çevirmek istiyorsunuz, böyle yapmayın, komutanlara para vermeyin” diyerek bu konuda çok hassas olunmasını istediğini anlatmışlardı. Maalesef daha sonra Türkiye üzerinden tam da Dudayev’in yapmayın dediği işler yapıldı, yandaş olarak seçilen komutanlara para verildi, Çeçenler bölündü ve sonunda aynı dinin iki farklı anlayışı bahane edilerek birbirlerine düştüler, birbirlerini öldürdüler ve bizler de ne yazık ki bu duruma engel olabilecek bir şey yapamadık.

Çeçenistan’da yönetim dışındaki yandaşlarına para verip bölünmede büyük pay sahibi olduğunu düşündüğüm Türkiye’deki dini grupla aynı anlayışta olan Sivaslı bir hemşerimiz bu konuyla ilgili çeşitli çabalarda bulunup Almanya’ya kadar gittiğinde doğrusunu kendilerinin bileceğini belirten oradakiler tarafından terslendiğini anlatmıştı. 

Ayrıca komiteler arası koordinasyon toplantılarında bu Sivaslı hemşerimizin konu hakkında her toplantıda dile getirdiği eleştiri ve sorular İstanbul’daki hemşerilerimizce bizim bilgimiz dışında diye karşılanmıştı ve başka da bir şey yapamamıştık.

*


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder