Bazı farklılıklarına rağmen kültürel açıdan büyük ölçüde benzer olan bölgenin yerli halkları hiçbir zaman siyasal bir birlik oluşturup merkezi bir devlet kuramamış, derin vadilerle bölünen dağlık ve ormanlık coğrafi yapısının da mümkün kılmasıyla tarih boyunca genelde birbirlerinden ayrı ve bağımsız bir şekilde yaşamışlardır. Bölgede feodalizm aşılamamış ve “politik yapıyı” genellikle dış güçler şekillendirmiştir. “Memleket genel olarak feodallerin nüfuz bölgelerine taksim edilmiştir.” (Tuna, s. 104-109, 114, 115; Bağ, s. 5-18)
*
“Kuzey Kafkasya’nın bölünmüşlüğü 20. yüzyılın ortalarına dek boy, kabile ya da aşiret kimliği çerçevesinde devam etmiştir. Örneğin 19. yüzyıldaki Kafkas Savaşlarında Ruslara Karşı savaşma kararları Kafkas ulusal gruplarından daha çok aşiret federasyonları tarafından verilmiştir.” (Sait Yılmaz)
*
Yerli halklar siyasal bir birliktelik oluşturamadıkları için de çok büyük bir imkan olan devlet organizasyonunun sağlayacağı güçten yoksun kalmışlardır.
Karmaşık toplumsal yapısına paralel bir şekilde bölgede sürekli olarak şii-sünni ayrılığı da dahil çok çeşitli türden çekişme ve çatışmalar yaşanmıştır.
KK’nın doğusunda Dağıstan’da Ortadoğu ve Asya etkisiyle eski dönemlerde oluşmuş olan mahsum, utsumi, şamhal, kadı, müftü, han, bek, sultan gibi unvanlara sahip feodal oluşumlar sürekli birbirleriyle mücadele ederek varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Bu feodal oluşumların yöneticileri de elbette eski dönem iskanlarında egemenlerce bölgeye yerleştirilen ve yönetim konusunda güç ve tecrübeye sahip olan gruplar olmuşlardır ve bunlar muhtemelen bölgesel egemenliklerini sonradan gelen egemene de hizmet sunarak sürdürerek zamanla yerel halkın asilleri haline dönüşmüş olmalıdırlar.
Bell’in eserinde nispeten yakın bir tarihte gerçekleşen bu şekildeki asilleşme dinamiğinin izleri görülebilmektedir. Osmanlı’dan unvan alan Kadı Mehmet ve Osmanlı’yla ticaret yapan ancak Osmanlı’nın tavrı nedeniyle Çerkes direnişine yardım yapmayan bölgenin zengini Türk Hasan bir süre sonra muhtemelen bölgenin asilleri haline gelmişlerdir. Nitekim bölge asillerinin Arap ve Tatar kökenleriyle övündükleri yolunda ifadeler de bulunmaktadır. Özbek Şapsığ prensi sayılan Osmanlı paşası Zaniko Sefer Bey’in de Tatar kökenli olduğunu belirtilmektedir.
Arap, Pers ve Türk eserlerinden yararlanılarak hazırlanan Kadari’nin 1892 tarihli eserinde Dağıstan tarihinin 7-19. yy. dönemi anlatılmaktadır ve bu eserden görülen temel husus sürekli birbiriyle çatışan çeşitli halklar ve sürekli kan ve zulümdür. Hazarlardan sonra Araplar, Persler ve Türklerin bölgedeki hakimiyet çabaları karşısında her yerde ve her zaman olduğu gibi sürekli değişen bölgesel ittifaklar söz konusu olmuş ve her yeni gelen güç yandaşlarını bölgede iskan etmiştir. Bölgenin tarihi çatışmalarla doludur. (Al Kadari)
*
"Dağıstan vilayetlerinin geçmişinde iktidar uğruna sık sık ve fazlasıyla kin ve nefret dolu mücadeleler yaşanmış, hak, adalet ve merhametten uzaklaşılmıştır. Yağma, katil ve tutuklama hususunda iktidardakiler de, ileri gelenler de, olumlu veya olumsuz faaliyetlerde birbirinden farklı davranmamışlardır./ Bu sebepten, ilim ve ahlak erbabına kulak asmadıklarını söyleyebiliriz... hicretten bin yıl sonra bile kitapların bir arada toplandığı bir kütüphane yoktu. Hangi ilimlerin nasıl anlatılabileceğine dair ne bir arşiv, ne bir belge, ne de inandırıcı bir efsane mevcuttu". (Al Kadari, s. 138, 139)
*
Özellikle Kabartay ve Şapsığ bölgeleri başta olmak üzere KK’nın batısında da benzer bir durum söz konusu olmuştur. Bu bölge halklarının anlaşmazlık ve çatışmalarından birçok örnek Özbek’in çalışmasında yer almaktadır. (Özbek)
*
"Toplumun sınıfsal yapısı, sınıflar arası çekişmeler, kabile anlaşmazlıkları, iç savaşlar birliğin oluşmasını engelleyen önemli etkenlerdir.” “Çerkes halkının vatanlarından ayrılışının ilk sorumluları elbette bugün yabancı topraklarda yaşayan Çerkeslerin dedeleridir... sosyal, kültürel ve politik... etkenlere dönemin İngiliz politikasını, Osmanlı devletinin yaklaşımı ile, Rus Çarlarının baskılarını ekleyebiliriz.” “1856 yılının Sefer Bey'inin Tatar kökenli olduğunu Theophil Lapinski'den öğrenmekteyiz." (Özbek, s. 15, 16)
*
1830’lu yıllarda bölgede bulunan Bell’e göre de, Çerkeslerde hiçbir zaman birlik olmamış, milli bir sistem oluşturulmamıştır; kendi aralarında yakın zamana kadar şiddetli bir şekilde devam eden iç savaşlar, düşmanlıklar ve kan davaları yaşanmış ve halen de yaşanmaktadır. O dönemde Milli Yemin ile birlik oluşturulmaya çalışılmış, "milli yeminin hızla yayılması" daha çok Urquhart ve diğer İngilizlerin başarısı olarak görülmüş ve bu kapsamda müttefik olmayan kabilelerin diğer kabilelerden kaçan suçluları himaye ederek onları koruması geleneği gibi bazı geleneklerin yok edilmesi de amaçlanmıştır. (Bell, s. 295-297) (Bell, s. 96, 140, 179, 184, 295-297, 310)
Kafkasya’da merkezi dağ zinciri “nüfusun yapısının oluşmasında belirleyici bir rol oynamış” ve aynı zamanda Kafkaslıların birleşmelerini önlemiştir. Birleşemeyince “Kafkas kabileleri, uzun vadede Rusların korkunç gücüne boyun eğmek zorunda” kalmışlardır. (Baddeley, s. 19, 20)
Feodaliteye dahi geçememiş olan Çeçenler başta olmak üzere bölgenin diğer halklarında da “benlik” ve kabile çekişme ve anlaşmazlıkları belirleyici olmuştur. Bu konuda Çeçenlerin güncel durumuna ilişkin çarpıcı bir anlatım Zakayev’in eserinde yer almaktadır.
Sonuçta bölge halkları arasında birlik olmadığından Rusya işgal için geldiğinde bölgede rahatça yutabileceği parçaları çoğu zaman hazır bulmuş, bulamadığında da onları bölüp yutabileceği parçalar hale getirmek için elinden geleni yapmıştır.
Bütün bunlara bakıldığında da görüleceği üzere, geçmişte de günümüzde de Kafkasya'nın Rusya tarafından işgalinde ve sonrasındaki yerli halkların yurtlarından edilmesinde işgalci Rusya’nınkinden sonraki en büyük pay en başta Çeçenler olmak üzere birlik olamayan Kafkasyalıların kendilerine aittir, denilebilir.
KK’lıların yanısıra açıkça Rusya’dan yana olan güney Kafkasyalılardan başka Osmanlı ve İran yönetimlerinin tavırları da bölgeyi işgalinde Ruslara yardımcı olmuştur.
Kafkasya’nın kuzeyinde yas varken güneyinde şölen düzenlendiğini gösteren Esadze’nin anlattığı şu bir tek sahne bölgedeki durumun simgesel olarak gayet iyi bir anlatımı gibi durmaktadır:
KK’da çok üzgün durumdaki sürgün edileleceklerle yaptığı görüşmeden 19 Eylül 1861’de ayrılan Çar 21 Eylül'de İmparatorluk yatıyla “Sohum'a doğru yola çıktı... Poti'ye doğru yoluna devam etti", "Marani Köyü'nde Çar Mingrelya'nın Prenslerini ve asilzadelerini kabul etti... Türk savaşı sırasındaki sadakatleri ve hizmetleri için teşekkür etti... Kahvaltı tamamen yerel yemeklerden oluşuyordu ve özellikle şaşlık monstr herkesi hayrete düşürdü. Gerçekten de hayret edilmeyecek gibi değildi. Dört güçlü kuvvetli Mingrel, Çar'a şişte kızartılmış bütün bir boğa getirip sundular... içinden bir buzağı, buzağının içinden bir kuzu, bunun içinden hindi, hindiden de bir piliç çıkardılar. Hepsi büyük bir incelikle hazırlanmıştı. Çar, gümüş azarpeşadan Mingrelya'nın saadeti için içti ve azarpeşa orada bulunanlar arasında dolaştı." (Esadze, s. 80-89)
a.Bölünme Dinamiği
Genelde insanlar ve toplumlar arasındaki en temel anlaşmazlıklar fiziki olarak birbirlerine en yakın olanlar arasında ortaya çıkmaktadır. Kafkasya’da da böyle olmuş, bölge halkları öncelikle çeşitli türlerdeki kendi iç çatışmaları ve komşularıyla olan bitmez tükenmez anlaşmazlıklarla uğraşıp durmuşlardır. Bu anlaşmazlıkların bir sonucu olarak çatışma ve savaş neredeyse genel yaşam biçimi haline gelmiştir.
Ayrıca kural olarak genelde küçük ve zayıf olan her halk fiziki olarak yakın olan güçlüye karşı kendini koruma ihtiyacı duyup uzaktan bir müttefik arama eğiliminde olmaktadır ve Kafkasya’da da böyle olmuştur. Kafkas halkları son çağlarda Rusların uzakta olduğu 1500’lü yıllarda yakınlarında olup kendilerine saldıran Tatarlara karşı Moskova’da müttefik aramışlar, ama daha sonra güçlenip yakınlaşarak komşuları olduğunda yeni saldırgan haline gelen Ruslara karşı da 1700’lü yıllardan itibaren bu defa uzaktaki Osmanlı’yı doğal müttefik olarak görmüşlerdir. Tam tersi istikamette bir ilişkinin söz konusu olduğu Gürcistan’da ise Osmanlı’ya karşı Ruslar müttefik olarak görülmüş ve bu ilişkilerde elbette din faktörü de çok önemli olmuştur.
*
“1645’te kimi Kabardey Pşıları, Nogay ve Avar Beyleriyle birlikte Rusya’ya bağlılık yemini” vermişler, ancak 1739’da Rusya Kuzey Kafkasya içlerine girmeye başlayınca Rusya ve Kabardey feodalleri arasındaki iyi ilişkiler sona ermiş ve 1783’de Kırım’ın Rusya’ya katılması KK’nın 1864’deki sonunun başlangıcı olmuştur. (Berzeg, s. 28, 29)
*
Yerli halklar Ruslara karşı birlik olamadıkları gibi, dışarıdan gelip saldıran Ruslarla çatışmalar sürerken bir yandan da sürekli olarak iç çekişmelerine devam edip birbirleriyle “savaş”mışlardır.
Dağlılara karşı geçerli bir tedbir de doğal olarak “casuslar" olmuştur. (Esadze, s. 16)
Elbette bütün Rus yönetimlerinin yaptığı gibi “1. Nikola, her zaman Kafkas kabilelerini birbirine karşı kışkırtarak “Böl ve yönet” politikasını uygulamaya” çalışmıştır. (Baddeley, s. 117)
Bu arada 19. asra gelinip Rus saldırılarının yoğunlaştığı bir dönemde bölgenin sosyo ekonomik yapısında Rusların yararlanabileceği yeni iç gerginlikler de ortaya çıkmış ve Ruslar bunlardan da yararlanmıştır. Geleneksel yapıların çözülmeye doğru evrildiği söz konusu dönemindeki bölgenin bu sosyo ekonomik durumu Ruslar yararına bir ortam yaratmıştır.
*
O dönemde DÇ'da değişik özelliklere sahip çeşitli devlet ve yarı devlet oluşumları bulunuyor, nüfusu “İnguşlar, Nazranlılar, Karabulaklılar, Galaşevliler, Kistiler, Cerahlılar, Galgayevliler, Tsorintsliler, Kaçalıklar, Miçikovlular-Auhovlular, Bragunlular, Çaberloylular”, gibi çok çeşitli kabilelerden oluşan Çeçenistan’ın çok az olan verimli toprakları Sunja vadisinde yer alıyordu.
Düzlük boyunca yükselen yamaçları zapt edilemez kale şeklinde görülen, ataerkil bir yaşam sürdürülen ve 19. asrın ilk yarısında 100 bin kişiden biraz fazla nüfusu olan çok kavimli Çeçen bölgesinde kabile bağlarına çok önem veriliyor, her aşiret soyuyla gurur duyuyordu.
Bir gözlemci “birkaç bin yıldır halkı sayısız küçük kavimlere bölen sistemin her milleti küçük kabilelere böldüğünü ve durmak bilmeyen iç çekişmelerle… vahşi tabiatın, bunların bir araya gelmesine engel olduğunu” yazıyordu. Sorun çıktığında seçilen en yaşlılar tarafından örf ve adetler çerçevesinde çözüm aranıyor, yaşlıların tavsiye niteliğindeki kararlarının yerine getirilmesi güçlünün iradesine bağlı kalabiliyordu. Rus işgali sırasında Çeçen toplumsal düzeni çökme aşamasında olan ataerkil düzenin belirgin özelliklerinin birçoğunu taşıyordu.
Çeçenler sadece şahsi özellikleriyle farklı olabiliyorlardı. Komşuları hak yada güç vasıtası ile elde edilen topraklar üzerinde yaşarken Çeçenlerde toprak tamamen topluma aitti ve bir Çeçen kendisini başka bir insanın hizmetine sunmazdı. Ama aynı zamanda bu ataerkil yaşam şeklinin çökme zamanı gelmiş ve Çeçenistan'da şahsi toprak mülkiyetinin oluşması başlamıştı. Her yerde güçlülerin topluma ait topraklara el koyduğu ve bu yüzden memnuniyetsizliklerin ortaya çıktığı belirtilmiştir. Otlanma için ayrılan ortak toprak genişliği gittikçe azalırken soy kurumlarının yerini yavaş yavaş çoğu zaman “az iş yapıp çok gelir sağlayan” mollalardan oluşan zengin temsilcilerin meclisleri almaya başlıyordu. Çeçenistan’da 19 asırda 20-40'lı yıllarda artık zengin ve yoksullar görülüyordu. Az sayıdaki köleler devamlı olarak var olan komşu topraklara saldırılar sırasında esir edilenlerden oluşuyordu. "Verimli İçkeriya'nın nüfusu Avar hanına yasak dediğimiz vergi öderdi belirli toprak arsalarından... Burada birçok şey iki taraf arasındaki güç dengesine bağlı idi." "İçkeriya'da güç kazandıktan sonra verginin ödenmesi için çaba harcamayı bıraktılar ve toprağı kendi mülkleri gibi kullanıp, verdiklerini de vermekten vazgeçtiler." "Kızılyar tüccarların aracılığı ile yürütülen ticaret, Çeçenistan'da soy-ataerkil yaşam şeklinin çökmesine neden olan sebeplerden biri idi... feodal sistemin oluşmasına katkıda bulunuyorlardı./... toplumsal sınıflar arası uçuruma yol açıyor ve devamlı tartışmaları doğuruyordu”, sorunlar Çeçenistan'da “Büyükler Meclisi tarafından karara bağlanırdı”, ama “güçlü ve etkisi olan birinin hakkı... üstünlük sağlayabiliyordu. Bu toplantılar... kavgalarla bitebiliyordu. Bazen... herkes iki tarafa bölünüyordu: yenilenler, ikamet yerlerinden kalkıp yeni yere gidip, orada yaşamlarını sürdürüyordu. Toplumun bir araya geldiği toplantılar Çeçenler için her zaman çok önemli enstitü idi." Dağıstan'ın bazı bölgelerinde de Çeçenistan'dakine benzeyen ekonomik ve sosyal özellikler bulunuyordu. Rus işgali öncesinde yaklaşık 500 bin nüfusun yaşadığı Kuzey ve Orta Dağıstan'da en az 45 sözde bağımsız toplum bulunurken bunların 27'si Orta Dağıstan'daydı. Buradaki durumu bir gözlemci şöyle ifade etmektedir: "Halk savaşçı bir halktır. Siyasal modeli demokrasinin en başlangıç noktası olup, korunması için mükemmel garantileri verir: fakirlik ve günahların olmaması, ki bunlar daha ileri medeniyette meydana gelir. Toplumun tüm sorunlarına beraberce çözüm bulunur. Örfleri ve şeriat onların muhakeme enstitüsüdür... molla ve kadılara başvuruda bulunuyorlar." En iyi arsa ve bahçelik yerler zamanla beklerin arazilerine katılıyordu. Genelde bekler Dağıstan'ın her yerinde nüfusa kendi malı gibi davranabilirlerdi, ama satamazlardı. Rusya'da toprak köleliğiyle tek fark da bu alınıp satılamamaydı. Ruslar feodal bağımlılığı destekliyor, sistemi han, bek, şamhal, maysum ve utsumilerin lehine güçlendiriyor, istila politikasında dayandıkları çankaları bile destekleyip bunların sınırsız iktidar gücüne arka çıkıyor ve halkın toprak köleliği en kaba şekillerde sürdürülürken vergi miktarları feodalin keyfine göre belirleniyordu. (Yaşurka, s. 21-32, 39, 40, 53-58)
*
Ve elbette casuslar dahil her tür imkan ve yöntemi kullanan Ruslar olmayan düşmanlıkların yaratılmasını da sağlamışlardır. Sonuçta bölge hakları arasında aşırı bir bölünme ve çok sayıda düşmanlık ortaya çıkmıştır.
b.Yerli Halklarda Bölünme Örnekleri
Bu bölünme ve düşmanlıklardan bazı örnekler şöyledir:
1.Yayına hazırlayanın olduğu anlaşılan nota göre, Pullo "Zalim olduğu kadar da vicdansız bir adamdı. Çeçenler ondan korkarken aynı zamanda müthiş bir şekilde nefret ettiler. Pullo tarafından tayin edilen yerel Çeçen hainleri de astlarına ve emirleri altındaki halka korkunç bir zalimlik ve adaletsizlikle muamele ediyorlardı. Bu da çok kısa bir süre içerisinde bütün Çeçenlerin sabrını taşma noktasına getirdi.” (El-Karahani, 89, 90)
Günümüzdeki son Rus saldırıları döneminde 2000’lerde de Çeçenler kendi aralarında yoğun çatışmalar yaşamışlardır.
*
“Çeçenleşmeyle birlikte çatışma, Çeçenler ve federal ordu arasındaki bir savaştan, kaynakların bölüşümü üzerinden yürüyen Çeçenler arası bir savaşa dönüştürüldü.” (Balta)
Balta’nın bu anlatımda olan doğru, ancak neden yanlıştır. Bu dönemdeki Çeçenler arası çatışma kaynak bölüşümü yüzünden değil aynı dinin iki versiyonu arasındaki anlaşmazlıktan, dış destekli Vahabistlerin Çeçen geleneksel islam anlayış ve uygulamaları yerine kendi anlayışlarını egemen kılmaya çalışmalarından kaynaklanmıştır. Yani bu dönemde Çeçenistan’da din çok açık bir biçimde bölücü bir işlev görmüştür.
*
2.1790’larda Şapsığ bölgesinde yaşanan “iç savaş”ta Ruslar “pşı”ların isteğini kabul ederek sadece bin kişilik kuvveti olan aristokratları desteklemeleri emrini verince Kazaklar toplarıyla on bin kişilik Şapsığ atlılarını dağıtmışlar, ancak iç savaş 1803’te Şapsığ “aristokratları tüm ayrıcalıklarından vazgeçene kadar devam” etmiştir. (Richmond, s. 46, 47)
3.Kabardey, Kumuk, Çeçen ve diğer Dağıstan kabileleri Kazaklara karşı hiç bir zaman birlikte hareket edememiştir. Hatta zaman zaman tersi olmuştur. 1762’de Katerina tahta geçince Kafkas Hattı’nı güçlendirmenin önemini kavramıştır. 49 aile ile kaçan bir Kabardey prensi Mozdok’a yerleştirilmiş ve 1763’de bir kilise yapılmıştır. Mozdok olayı Rus işgalinin köşe taşlarından biri sayılmaktdır. Kabardeyler Mozdok’un asırlardır kendilerinin otlakları olduğunu belirtmelerine rağmen Ruslar’dan olumlu bir cevap alamayınca 1765’den 1779’a kadar çatışmalar yaşanmıştır. 1764’de Katerina yedi yıl önce Çeçenlere yapılan baskın sırasında gösterdikleri yardımlardan dolayı Kabardey prenslerine 3.000 ruble göndermiştir. Rus kaynakları Ruslar’ın Çerkesler’e karşı her zaman zalimce ve haince davrandıklarını göstermektedir. (Baddeley, s. 59, 60)
4."Kabardeylerin inatçı direnişleri Rus hükümetinin bütün dikkatini kamunun tüm ileri gelenleriyle halk arasındaki iç anlaşmazlıkların üzerinde toplamaya yöneltti... Kabardiya, Rus silahının gücünden çok, iç ihanetler yüzünden zaptedildi... halkın hoşnutsuzluğu anarşinin asıl kışkırtıcısı olan Rusya'ya karşı olmaktan çıktı, Kabardiya'nın seçkin tabakasına çevrildi." (Aytek Kundukh, s. 73)
5.Rus saflarında büyük yararlılıklar gösteren "Kabardeyler 1822'den beri Ruslarla barış halinde bulunuyorlardı... Ruslara asker bile veriyorlardı". (Kaflı, s. 162)
1845’teki Vorontsov’un seferinin son ricatında “Kabardey alayının cesur askerleri, yine artçılık görevini üstlendiler ve son fedakarlık örneklerini verdiler. Bir bölük geride bırakılarak unutuldu ve son ferdine kadar imha edildi. Sadece üç kişi, kaçarak canlarını kurtarmayı başardı”, Vorontsov’un kayıpları 3 general, 195 subay ve 3433 erdi. “Yerel birlikler bu savaşta büyük ün kazandılar. Onlarsız, bu ordudan hiç kimse sağ dönemezdi”, en tehlikeli görev olan “kanatları korumak”la vazifeli olan Kurin alayının 850 kişilik mevcudundan 23 subay ve 603 er yitirilmişti, Kabardey alayının kayıpları da buna yakın bir orandaydı. (Baddeley, s. 383-385)
6.Ruslar en ön saflarda yerlilerden oluşturdukları birlikleri kullanmışlardır ve en fazla kayıplar da bu birliklerde yaşanmıştır. Bir dönem "ordudaki kayıplar o kadar büyük olmuştu ki, 1842 yılının Haziranında Kabartay Alayı'nın mevcudu 576, Navagin Alayı'nınki 526 ve Apşeron Alayı'nınki de 566 civarındaydı." (El-Karahani, 111)
7."Ruslar, yine Gürcüleri ön tarafa yerleştirmişlerdi", "savaş bu insanlar için o kadar doğal bir olaydır ki... onları birbirlerine karşı savaştırmak bile zor değil"di. (Bell, s. 262)
8."Avarya, teorik olarak bir Rus müttefikiydi." Avar Hanları “Ruslarla ittifak içinde olmalarıyla Dağıstan'daki diğer liderlerden ayrılıyorlardı." (Luxembourg, s. 65, 70-Dipnot:59)
9.İmam Şamil 1839’da Ahulgoh’ta yenildikten sonra aralarında Hacı Murat da olan hemşehrilerinin tehditlerinden Çeçenistan’a kaçarak kurtulabilmiştir. (Kutlu-Direniş, s. 229)
10."Müridizmin merkezi olan Avarya, gerek kişiler ve gerekse gruplar arasındaki anlaşmazlıkların körüklenmesi için, Rusların özellikle karışıklığa ve arabozuculuğa önem verdikleri bir yerdi... Hamzat Bek kendi kardeşleri olan Dağlılarca öldürüldü... Rus provokasyonunu da doğal biçimde desteklemiş oluyordu." (Aytek Kundukh, s. 87)
11.“1834 yılında, öldürülen Avar Hanlarının intikamını almak amacıyla İmam Hamzat’ı öldüren Hacı Murad, o zamandan beri Ruslara olan sadakatini sürdürmüş ve onların üniformalarını bile giymişti.” Ancak Avaristan yönetimine getirilen “Ahmet Han ile Hacı Murad arasında ölümcül bir kan davası vardı” ve sonunda Ahmet Han Hacı Murad’ın gizlice Şamil ile ilişkide bulunduğunu söyleyerek onu Rus kumandanına tutuklatınca durumdan rahatsızlık duyup neye inanacağı konusunda tereddüt yaşayan Klugenav Şura’ya gönderilmesini istemiş, bir topa zincirlenmiş olarak Hunzah’ta tutuklu bulunan Hacı Murad 10 Kasım 1840 günü yola çıkarılmış, karlı bir ortamda süren yolculuk sırasında kendisini bir uçurumdan atıp yaralı olarak kurtulmuş ve “ondan sonra da Doğu Dağıstan’ın Kamçısı ve Şamil’in en cesur ve başarılı Naibi” olmuştur. “Bununla birlikte, ovalık bölgelerde yaşayan bahtsız Çeçenlerin şimdiye kadar görülmemiş bir şekilde hırpalandıkları bu dokuz aylık savaşlarda iki taraf da, güçlerinin sınırına gelmişti.” 12 ay önce “Çeçenistan’a peşinde sadece 7 kişi olduğu halde girmiş bulunan Şamil” şimdi “silahlı bir halkın başına geçmişti.” Rusların 1841 planında ise “önemli bir avul olan İçkeri’de bir kale kurulması” ve bir Rus tarafına bir Müridizm tarafına geçip iki tarafın da düşmanlıklarına maruz kalan buranın talihsiz halkının “ihanetlerinden” dolayı cezalandırılması isteniyordu. Çeçenistan’da “köyler yakılıp yıkılacak, ürünler imha edilecek ve bura halkı, kılıç zoruyla dize getirilecekti.” “Çeçenistan, kan ve ateşe boğuldu.” (Baddeley, s. 334-336)
12.22 Nisan 1852 günü Hacı Murat’ı öldürenler arasında Avarya hakimi Ahmet Han da yer almıştır. (Kutlu-Direniş, s. 273)
13.Ruslar tarafından feodaller arasında var olan çekişmeler kullanılmış, olmadığında düşmanlıklar yaratılmış, asker desteğiyle "itaatsizler” üzerine salınıp değerli hediyeler ve rüşvetler verilen taraftarlara yöresel halkı sömürmede destek sözü de verilerek imtiyazlarını her durumda koruyabilecekleri vaat edilmiştir. “Devamlı düşmanlık ilişkileri içinde bulunan yerel önderler de, doğal olarak, daha güçlü ve etkili müttefik arayışı içindeydiler. Bu desteği de, uşaklar gibi hizmet ettikleri Rus çarlıkta buldular.” Arşiv materyalleri ihbar, ikiyüzlülük ve yağma kanıtlarıyla doludur. Mesela, “Derbent valisi Gassan-Ali-Han'ın mektubunda, kardeşi Şih-Ali-Han'ın İran bağlantılı olduğu” ve hain gibi davrandığı şeklinde ifadeler yer almakta ve Rus çarına “kutsal cömertlikler” için şükranlar gönderilmektedir. Tarkovskiy şamhalı Mehti-Han'ın temsilcisi de tam itaat belirten ifadeler kullanmıştır. “Sadık uşak hizmeti için bu feodaller çardan teşekkür belgeleri, para, idarede yerler ve değerli hediyeler alırdı." Neredeyse tüm feodaller için düzenli maaş, çeşitli hediyeler ve rütbeler verilmesi istenir ve verilirdi. "Çarlığın işgalci politikasının zulmü ve köleleştirmenin en kabul edilmez formları işgal altında olan dağlı halklarda direniş hareketlerin patlak vermesine ve bunların çar ordusu ile onu destekleyen yerel feodallere karşı dönük olmasına neden oldu." (Yaşurka, s. 13-20; Paneş)
14.1864’de tamamlanan istiladan sonra çeşitli Rus ödüllerinden bir kısmı Erivan, Gürcü, Tiflis, Mingrel, Samur, Şirvan, Kabardey, Apşeron, Kazak ve Dağıstan birliklerine verilmiştir. "Büyük Prens 8 Haziran'da Tiflis'e geldi", buradaki mesajında, "Şimdi önümüzde sükunet sağlanan ülkenin medeni olarak tesisi ve gelişimi duruyor" diyordu. (Esadze, s. 127-132)
15.Paskieviç’ten sonra Gürcistan’a atanan Baron Rozen 1830-31 döneminde “Osetler üzerindeki Rus hakimiyetini sağlamlaştırmıştı. Özellikle Osetlerin Doğu Kafkasya’yı Batı’dan ayırmalarından dolayı, Paskieviç’in buradaki çalışmaları çok önemli sonuçlar doğurmuştur.” (Baddeley, s. 250-255)
16.Ruslarla mücadelenin son dönemi olan 1850’lerin sonlarında dahi iç çekişmeler bitmemiş, bu son dönemde Çerkeslere liderlik etmek Polonyali Lapinski’ye kalmış, ama o da fayda etmemiş ve hatta hüsranla sonuçlanmıştır.
*
Kafkasya için çalışan Polonyalılar da vardı, bunlardan biri olan LABİNSKİ Osmanlı için çalışmış "29 senelik bir topçu albay idi", 17 Şubat 1857'de Kafkasya'ya çıkmış ve 1860'da İstanbul'a döndükten sonra parasız kalınca Rusların hizmetine girmiştir. (Terim, s. 154-157)
*
17.“Silahlanan Karaçaylar Ruslardan yardım da isteyerek İmam Şamil’in Naibi Muhammed Emin’e pusu kurmuşlar, ancak durumu öğrenen Naib yolunu değiştirmiştir.” “Muhammed Emin silahlanan Karaçayların yolunu kestiklerini ve Ruslardan yardım istediklerini öğrenince istikametini değiştirdi.” (Paneş)
18.Rusya’nın Osmanlı ve İran’a karşı başarılarının temelinde de müslümanlar arası anlaşmazlıklar yatmaktadır, Türk, Acem ve Afgan müslüman güçler ortak hareket edememişlerdir, “bütün Rus savaşlarının Türklere ve Acemlere karşı ayrı ayrı, tek tek verildiği” görülmektedir. 1827 ve 1878 yıllarında Transkafkasya’da savaşan Rusya başta Nahçıvan ve Erivan olmak üzere çeşitli yerleri ele geçirirken Acem yönetiminden memnun olmayan Azerbaycan’ın Tatar halkı Rusların gelmesine fazla bir tepki göstermemiş, Tebriz’i de halk Ruslara teslim etmiş, İran yenilmiş, İngilizlerin de dahil olduğu barış görüşmeleri sonunda Şubat 1828’de anlaşma imzalanmış ve hemen arkasından Mart 1828’de de Osmanlı-Rus savaşı başlamıştır. (Baddeley, s. 153, 175-185)
19.Rusya İran’la barışırken Osmanlı ile savaşa tutuşmuş, Rusya’ya karşı İran ve Kafkasya ile Osmanlı ittifakı çok yararlı olacağı halde bu yapılamamıştır. Erzurum yolunda Ruslar başarılı olmuştur. “Digur’da olduğu gibi burada da Müslüman halklardan toplanan süvariler, savaşta mühim bir rol oynadılar. Gerçekten bu atlılar, kendi dindaşlarına o kadar büyük bir şiddetle saldırdılar ki, Rus subayları, ele geçirilen esirlerin hayatlarının korunmasında güçlük çektiler… eğer değişik bölgelerde yaşayan bu Müslümanlar, birbirlerine daha sıcak duygular beslemiş olsalardı Rusların bu başarıları elde etmeleri çok zor olurdu.” (Baddeley, s. 215, 216)
20.Ruslara çok önemli stratejik değerde hizmetlerde bulunmuş olan yerli şahıslardan bazı örnekler de şöyledir:
20.1.Gürcü Tsitsianof Rusların Kafkasya’yı işgalinde önemli hizmetler görmüştür.
20.2.Bir Karabağ yerlisi Azeri olup doğuştan savaşçı “ve hatta ondan da öte birşey” olarak tarif edilen Madatof Velyaminof’tan sonra Yermolov’un başarılarını borçlu olduğu kişi olmuş, “hiç bir Rus’un başaramayacağı şekilde yerli ruh yapısı ve karakterini anlarken onların dillerini de konuşabilmesi”nin sağladığı avantajlarla “yerlilerden oluşan güçlü ve kalabalık bir süvari birliği kurarak” eğitmiş ve sonraki dönemde bunlar “hiç kimsenin tahmin edemeyeceği şekilde hizmet etmişlerdir”. Madatof 1819’da az kuvvetiyle emre de aykırı olarak harekete geçip Tabasaran, Karakaytag, Şekin gibi bölgelere boyun eğdirmış, Avar hanı da Yermolov tarafından yenilmiştir. Sıra Akuşa’ya gelince görüşmeye gelenlerin çok iyi ağırlanmasını isteyen Yermolov Madatof’un yardımıyla gece gizlice köyü kuşatıp tamamen politik nedenlerle orduya Şamhal tarafından Tarku ve Mektule’den getirilmiş olan yerli süvarileri de dahil etmiştir. Bunlarla ilgili olarak “Aslında bu serserilerden hiçbirinin yardımına ihtiyacım yok. Fakat onlarla Akuşalılar arasında düşmanlık tohumları ekmek için ve ileride kopabilecek olan iç savaşlardan yararlanmak umuduyla bunları orduya kabul ettim” demiştir. 15 Aralık 1819’da başlayan Lavaşi savaşında Akuşalılar yenilmiş ve üç çeyrek asırdır Nadir Şah’a karşı kazanılan zaferlerin gururunu taşıyan Akuşa Rus boyunduruğuna girmiştir. (Baddeley, s. 143-147)
20.3.1809’da Poti ilk defa Rusların eline geçtiğinde bu savaşın kahramanı bütün “kabiliyet ve enerjisini Ruslara hizmet için kullanan sayısız Gürcü soylu ailelerinden birinden” gelen Prens Orbelyani olmuştur. (Baddeley, s. 99)
20.4.1811’de Türk ve Acemler Ruslara karşı anlaşma için Magasberd’de bir araya gelip Ruslar için tehlikenin büyüdüğü bir sırada “bir Kürt, bütün hatları geçmeyi başararak Erzurum Seraskeri’nin göğsüne tabancasını” boşaltınca anlaşma gerçekleşmemiş ve Ruslar için çok olumlu bir sonuç ortaya çıkmıştır. (Baddeley, s. 101)
Vorontsov’un 1845’te Kafkas içlerine düzenlediği seferdeki Rusların özel bir muhafız birliğini de bir Kürt grup oluşturmuştur.
20.5.1816 yılında "Gaddar Yermolof" döneminde Ruslara yardımcı olanlardan biri “Ruslara katılan, onlara Kabartay, Dağıstan, Kumuk ve Çeçenlere yönelik saldırılarında rehberlik yapan Kumuk beylerinden Şevkal Bey" olmuştur.(Saydam, s. 42, 43)
20.6.Ruslara çok önemli hizmetlerde bulunanlardan biri de 1821 sonlarında Rus kuvvetlerinin Kabartay'da binlerce sığırı ve atı çalıp, karşılarına çıkan tüm avulları yakarak en az bir köyde tüm erkek, kadın ve çocukları süngüden geçirdikleri olaydaki, daha doğrusu katliamdaki rolünden dolayı Ermolov’un önerisiyle "en başarılı şekilde gerçekleştirdiği olağanüstü cesur girişimi" nedeniyle St. George Haçı verilerek ödüllendirilen eski Kabartay pşısı Tümgeneral Fyodor Bekoviç Çerkasky'dir. (Richmond, s. 34-41)
c.KK’da Doğu-Batı Ayrılığı
Diğer önemli bir ayrılık KK’nın doğusu ile batısı arasındaki ayrılıktır. Zaman zaman birlik teşebbüsleri olmuşsa da hiçbir zaman bu iki bölge arasında birlik olmamıştır. Şamil’in temsilcisi Muhammed Emin’e karşı paşa unvanı verip çeşitli imkanlar sağladığı Zaniko Sefer’i destekleyen Osmanlı da bu konudaki ayrılığa katkıda bulunmuş gibidir. Aynı şekilde, geçmişte olduğu gibi, güncel mücadelelerde de Kafkasya’da birleşik bir önderlik etrafında birleşme sağlanamamakta olup, Muhammed Emin ve Sefer Bey Zanıko arasında on dokuzuncu yüzyılda görülen anlaşmazlığa benzer bir bölünme günümüzde de yaşanmakta ve yer altına inen İslamcılar aynen Muhammed Emin gibi, bir pan-Kafkas İslam Devleti kurmak isteğiyle hareket ederek yerel kültürel figürlerle mücadele etmektedirler. (Richmond, s. 210, 229-237)
*
“Çerkes halkının padişaha sunduğu arz-ı mahzar (toplu dilekçe)” konulu 20 Haziran 1857 tarihli belgeye göre, “Yedi sekiz seneden beri Osmanlı Devleti memuru olduğunu söyleyen Çeçenistan dağlılarından soyu sopu belirsiz Naib Muhammed Emin Efendi, memleketimize geldiğinde önce kendisini dış görünüş itibarıyla zahid ve salih bir adam gösterdi. O zaman biz kendisine: “Osmanlı Devleti’nin gerçekten memuru olduğuna yemin etmezsen sana itaat etmeyiz” dedik. O da: “Osmanlı Devleti’nin memuruyum” diye yemin etti… Bizler de… uyduk… yanına üç beş yüz kadar süvari kattık. Bunun üzerine durumu kontrol altına aldı. Birkaç seneden beri politikasını değiştirdi. Sertlik yanlısı bir tutumu benimsedi. Bir kısım hırsızları yanına aldı. Haksız yere atılan iftiralarla insanları idam ederek nüfusu yok etti… birçok kişinin mallarını ve esirlerini yağmaladı… ceza kesti… Araştırılmaya başlandığını öğrenir öğrenmez… Ubıh tarafına savuştu. Ancak orada da yüz bulamadı. Bizim tarafımızdan Rusya ile gizlice konuştuğu ve memleketimizi teslim etmeye çalıştığı duyuldu… idam edeceğimizi anladığı gibi… önceden İstanbul’a kaçtığı gibi tekrar kaçarak İstanbul’a gitti.Trabzon’da Rusya konsolosunun konağına girip kaldığını ülkemiz halkından gözleriye görenler gelip bize haber verdiler./ Gerek bu şekilde, Osmanlı Devleti memuruyum, diye Ruslarla görüşüp casusluk eden adama ve gerekse Çeçen ve Dağıstan tarafı adamlarına boyun eğmeyip kabul etmeyeceğimize yemin ettik.” (Özsaray, s. 157, 158)
"Batı Kafkasya'daki savaş... Çerkesler tarafından sürdürülüyordu. Halbuki Doğu Kafkasya halkları, Çeçenlerden ve Lezgilerden oluşuyordu... devamlı bir feodal savaş içinde bulunan ve farklı diller konuşan çok sayıdaki Dağıstan kabileleri arasında gerçekten çok az bir milli ruh hakimdi." "Doğu ve Batı Kafkasya'da birer savaş olmasının yanı sıra; Doğu'daki savaşın da, kendi içinde, doğuda Dağıstan ve batıda Dağıstan'ın komşusu Çeçenya olmak üzere iki kısma ayrılması mümkündür." (Luxembourg, s. 199-202)
"Çerkes kavramı içine giren Adige, Abaza ve Ubıh'ların yürüttüğü özgürlük ve bağımsızlık savaşları, Çeçen ve Dağıstan halklarının din ağırlıklı olarak yürüttükleri savaşlar./ Kökenleri farklı olan bu iki savaş, çoğu kez birlikte incelenmektedir ki bu yöntem olarak yanlıştır. Bu tür birlikte inceleme yöntemi ayrıca bilimsel de değildir. Zira bu yıllarda Çerkeslerin büyük çoğunluğu daha islam dinine geçmiş değillerdi." (Özbek, s. 10)
*
Bölge halkları arasındaki tarihsel ayrılıklar günümüzde de neredeyse aynen devam etmektedir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki süreçte bölgede yaşanan İnguş-Oset, Abhaz-Gürcü, Çeçen-Rus ve Oset-Gürcü silahlı çatışmaları bu ayrılıkların yansımalarından sadece bazılarıdır.
Ayrılıklara bir başka örnek şive farkıyla aynı dili konuşan kardeş iki halk olan Çeçen ve İnguş halkları arasında günümüzde dahi sınır gerekçesiyle silahlı çatışmaya varan anlaşmazlıkların yaşanmasıdır. Ve çeşitli platformlarda Çeçenlerle İnguşlar arasındaki ayrılıkları körükleyici yaklaşımlara hala şahit olunabilmektedir.
*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder