11 Mayıs 2017 Perşembe

BOKSÖR BÖCEK

Ned Beauman, Çeviri: Sabri Gürses, Eylül 2011, domingo Yayınları, İstanbul

Arka kapaktaki metinde ana karakterler şöyle anlatılmış: "Nazi eşyaları koleksiyoneri genç bir adam. Bir elli boyunda... eşcinsel -ve yenilmez- bir Yahudi boksör. Üstün ırk çalışmaları saplantıya dönüşmüş aristokrat bir bilimadamı... Üzerinde gamalı haç işareti olan bir böcek..."
Kitabın sonundaki bir metinde de yazar için şöyle denilmiş: "Ned Beauman/ 1985'de doğdu ve Londra'da yaşıyor... Bu onun ilk romanı. 2011'de BBC2 tarafından İngiltere'nin en ümit vaat eden 12 yazarından biri olarak gösterildi."
Ön ve arka kapak ile girişteki sayfalarda kitap için medyada çıkan övgüler aktarılmış. Şöyle: "2010 Guardian ilk roman ödülü finalisti", "Akıl almaz"/ Literary Review, "Olağanüstü"/ The Times, "Nefes kesici"/ Sunday Times, "Sürükleyici"/ Guardian, " Ateşli"/ Independent on Sunday, "Dahice"/ Daily Express, "... büyüleyici... arsız... özgün, nefes kesici... eğlenceli"/ Peter Parker- Sunday Times, "Nükteli, sarsıcı bir zafer... Olmadık ayrıntılarla dolu bu kitapta İngiliz faşizmi, Thule Derneği, anti-semitizm, atonal müzik, seks ve sınıflararası eşitsizlik... Hepsi ağzının payını alıyor. Sağlam ve orijinal bir haşarılık. Üstelik dil ısırtacak kadar arsız. Beauman kendini unutturmayacak"/ Katie Allen- Time Out, "... bastıbacak bir alkolikten trajik bir kahraman çıkarabilmek ciddi bir hüner gerektirir. Bu sarsıcı zafer Beauman'ın 21. yüzyılın en iyi gerçekçi romancılarından beklenen o karmaşık paradoksal ustalığa sahip olduğunu gösteriyor: Eski ve öngörülebilir bir yapıyı alıp onun yeni ve öngörülemeyen bağlantılar üretmesini sağlamak"/ Scarlett Thomas- Guardian, "Öjenik ve ırk kuramlarının saçmalığı üzerine sarsıcı bir kitap, son on yılın herhalde politik açıdan en irkiltici kitabı, üstelik en komiği... Çirkin niyetlere sahip iğrenç tipler bu romanda öyle güzel anlatılmış ki Beauman'ın titiz araştırması hiç olmayacak bir şeye yol açıyor: Tarihte olup bitenlere gülmekten kırılıyorsunuz"/ Anna Swan- Sunday Telegraph, "Bu yeni edebiyatın gücü karşısında hayranlıktan nefesim kesiliyor..."/ Victoria Moore- Daily Mail, "Pis bir ideolojiyi neşeli hale sokmak ustalık ister ve Beauman bu konuda hiç tereddüt etmiyor"/ Rosalind Porter- Literary Review, "Her satırı yerli yerine oturmuş, hassas bir iş... benzersiz bir eser"/ Camilla Pia- The List, "Dizginsiz, çığırından çıkmış bir ilk roman"/ Observer, "Çarpıcı bir zafer... Enerji yüklü, fikirlerle fokurduyor, diliyle nefessiz bırakıyor... seksi, zeki ve acayip matrak bir kitap"/ Jake Arnott, "Nükteli, büyüleyici, haşarı bir kitap"/ James Medd-Word, ve, daha başkaları da var.
*
Ne çok övgü var, değil mi?
Ama ben kitabı beğenmedim!
Ve, şaşırdım: Bu kadar övülecek nesi var ki, dedim!
Galiba sorun bende: Ya okuduğumu anlamıyorum, ya da hiç zevk sahibi değilim!
Başka bir ihtimal olabilir mi?
*
Övgülerde söylendiği gibi, sürükleyici bir kitap, ilginin canlı tutulması konusunda gerçekten başarılı.
Bir de, yer yer, bazı hoş ifadeler-yaklaşımlar!
Bence, olumlu yanı, sadece, bu kadar!
Başka iyi bir yanını göremedim.
Öncelikle, dili iyi değil; ve ayrıca, tırnak ve kesme işaretleri ile parantezler de cabası.
Hele küfürler: O kadar da olur mu?
Sonra, konu-kurgu: Bir yandan, Hitler, Yahudi katliamları, faşist yapılar, ve benzeri, gerçek hayattan alınan pek çok unsur konu edinilmiş, ve ayrıca, "Hitler'in on altı bin kitabı", Hitler'in mektubu, gibi somut olgulardan bahsedilmiş, diğer yandan da, tamamen gerçek üstü-gerçek dışı unsurlara yer verilmiş: 1936 yılında böcek yüzünden ölen bir kişinin günümüzde ulaşılan cesedinden böcekler çıkması...
Benim için hayal kırıklığı oldu, yakıştıramadım!
Neresi gerçek, neresi kurgu!
Oysa o kadar çok unsur kullanılmış ki!
Muhtemelen, bunların çağrışımları-imaları nedeniyle olabilir, bende daha farklı bir kurgu beklentisi oluşmuştu!
Ama, anlaşılan, birçok bölüm, sadece dolgu malzemesi olarak, roman olsun, sayfa dolsun, kabilinden yazılmış, sanki!
Mesela, Polonya ve Amerika sahneleri, dil ile ilgili bölümler, çıkarılsa, hikayede eksiklikleri hiç hissedilmeyecek, gibi!
Bolca değinme var!
Peki, gerçek anlamda anlatılan bir şey var mı?
Kurgu-öngörü var mı?
Ben, göremedim ve herhangi bir mesaj da alamadım!
Evet, sanırım, sorun, bende!
Ve, ne yazık ki, nedenini anlayamıyorum da!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Hitler'in on altı bin kitabının büyük kısmı... Kızıl Ordu'nun eline geçti" 2
-"Londra'nın, sokak lambaları arasındaki fısır fısır bir konuşmaya benzediğini düşündüm... Londra havası parazitten kaskatı kesilmiş bir havadır bence" 7
-"... yoksul bir ülkeye giren kötü bir fikir gibi..." 14
-"Francis Galton'un 1883 yılında Yunanca eu (iyi) ve genes (doğanlar) sözcüklerini birleştirerek "eugenics" adını verdiği ve gelecek kuşaklar için ırk kalitesinin artırılması ya da onarılmasını hedefleyen bir araştırma alanı" 19-Dipnot
-"Fransız tarzı eğri burunlu" 24
-"Erskine... Rüyasında... bir böcekten insana dönüşmüş olduğunu görmüştü./... Cambridge'in o iğrenç kanlı canlı tipleriyle doluydu" 27
-"Hep birlikte anırdılar yine" 28
-"... bu destansı trajedi.../.../... Londra'da yaşayan genç bir bekarın akla hayale sığmaz özgürlüklere sahip olduğunu defalarca duymuş olsa da..." 29
-"Musevi kokusuyla.../... ırksal temizlik... insan türüne ait büyük evrim bilincinin.../... Ona göre kent yoksulları köy yoksullarından çok farklı değildi; zaten ikisini de anlamıyordu. Neden bu kadar çirkin ve yara bere içinde olmak zorundaydılar? Neden çocuklarına bağırıp duruyorlardı? Neden sokağa işiyorlardı?... Marx gerçekten de Londra'da o kadar zaman kalmış mıydı? Öyleyse, bu kara kuru, gri renkli yaratıklar ayaklanacak olsa, ortaya tatsız, ama zar zor görülür bir sonuç çıkacağını, sokak mazgalından çıkan duman gibi bir şey olacağını kesinlikle anlamış olmalıydı./... bir gün öjenik araştırmasında kullanabileceği türden çarpıcı gözlemler için çevresine bakındı" 30, 31
-"... veba çukurundan fırlayan bir kayısı ağacı gibiydi adeta... dünya şampiyonu olacak kadar iyi, bir elli boyunda, dokuz ayak parmaklı, ucube bir Yahudi boksör de neydi şimdi?.../... güzel oluşunu bilmeyişi, onu daha da güzel kılan bir canlıydı o... Hitler, "Geleceğin Alman genci çevik ve narin olmalı; bir tazı gibi kıvrak, deri kadar sağlam ve Krupp çeliği kadar sert olmalı" demişti. Günahkar bunların hepsiydi. Hitler boy konusunda bir şey söylememişti" 32
-"... gerçekten eğitimli bir toplumda, iki klan kısa sürede kaynaşırdı: bilim adamları despot olur, despotlar da bilim adamı olurdu. En azından böceklerde ikisi birden olmak yeterince kolaydı... Julian Huxley'in Ben Bir Diktatör Olsaydım adlı kitabını okumuştu" 33
-"... meseleyi -tıpkı cebir gibi- biraz akıl karıştırıcı bir konu olarak görüyordu" 34, 35
-"... rüyasında iki tavşan gördü; biri beyaz, diğeri siyahtı, bir ameliyat masasında bir araya getirilmişler ve her birinin şah damarı, diğerinin kalbine boşalacak şekilde kesilmişlerdi... Marx dışında Freud da okumuştu... Sonunda bu rüyanın onun bilinçdışının bir ürünü olmadığını, 1870 yılında "eugenics" sözcüğünün mucidi olan büyük Francis Galton tarafından, kuzeni Charles Darwin'in pangenesis* kuramını çürütmek üzere yapılan gerçek bir deney olduğunu hatırladı. "Anestezinin etkisi geçtikten sonra tavşanların ne kadar hızlı iyileştiğini görmek büyüleyiciydi" diye yazmıştı Galton. "Birkaç dakika önce bedenlerindeki kanın neredeyse yarısını değiştiren bir ameliyat, onların mizaçlarına ve cinsel iştahlarına hiçbir zarar vermedi."/ * Darwin'in kalıtımı açıklamak üzere ortaya attığı ve Yunanca pan(bütün) ve genesis (doğum, köken) sözcüklerini birleştirerek adlandırdığı bir hipotez" 36
-"Trimethylaminuria... Genlerimizdeki bir harf hatası yüzünden bedenlerimiz... enfeksiyonları kokutan, trimethylamine adlı kimyasal bir maddeyi parçalayamıyor... Tedavisi yoktur... çoğumuz otuzuna varmadan intihar ederiz.../ Trimethylaminuria dışında bende astım, egzama, mesane sivilcesi, hafif çaplı huzursuz bağırsak sendromu ve başka bir düzine ölümcül olmayan hastalık var... o çocuk kalmış budala adamlardan biri... Stuart, elli yıl içinde insanın beyninin bir bilgisayara yükleyip, bir hard diskteki kıvılcımlar halinde yaşamasının mümkün olacağından emin" 37
-"Galli Ariosofist*/ *Ariosofi ari ırklarla, aryanlarla ilgili gizemci bilgilerle ilgilenen bir araştırma alanı olarak 1915'te, Thule Derneği'ne de yakın olan Lars von Liebenfels tarafından ortaya atılmıştı" 41
-"Bildiğim kadarıyla, Thule Derneği en az seksen yıldır aktif değildi./ Dernek 1914 yılında... Adını... Amerikalı senatör Ignatius L. Donnely tarafından Atlantis'in gerçek mekanı ve Aryan ırkın doğum yeri olarak saptanan, Kuzey Kutbu yakınlarındaki olduğu söylenen kayıp bir ütopyanın başkenti olan Thule'dan almıştı... 1919 yılında Thule üyesi olan iki kişiden... örgüt için politik bir vitrin kurmaları istenmişti; onlar da Alman İşçi Partisi'ni kurdu. Sonra, 1920 yılında, Adolf Hitler aralarına katıldı ve partinin ismi Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi oldu./ Ondan sonrası pek bilinmiyor. Bavyera Sovyet Cumhuriyeti'nin ajanlarından kaçan Sebottendorff Türkiye'ye gitti  ve yaygın varsayımlara göre Thule Derneği de güve kozası gibi dağıldı... çok kişi, Nazi Partisi'nin Ariosofist büyücüler için bir vitrinden başka bir şey olmadığı inancındadır. (Bu arada, geri kalanlar da, Hitler'in ya İngiliz gizli ajanı ya da bir tür eşcinsel mafya patronu olduğuna inanır.)/ Hatta Stuart... 11 Eylül saldırılarının arkasında Thule Derneği'nin olduğunu söylemiş... Amerikan ordusunun... onlarca Nazi bilim adamını gemilerle Amerika'ya, nükleer fizik ve roketçilik alanında çalışmaya götürdüğünü zaten duymuşsunuzdur. Aslında, onların asıl uzmanlıkları, diyor Stuart, sıfır yerçekimi, uzayda hayat ve ruh çağırmaydı; çoğu da Thule Derneği'nin üst kademelerindeki kimselerdi. Bu bilim adamları bir fırstını bulup Yale Üniversitesi'ndeki kuzenleriyle, yani Kafatası ve Kemik Kulübü'yle işbirliği yapmış, ve bu işbirliği, yirminci yüzyılda, CIA'nın mimarı olan Robert A. Lovett ve iki başkan Bush gibi çok güçlü kişileri ortaya çıkarmıştı. Bu "Ölüm Kardeşliği" Üçüncü Reich'i Dördüncü Reich, yani Amerika'nın Yeni Dünya Düzeni için bir ön çalışma olarak görüyordu; ve bunların en son pis numaraları arasında Dünya Ticaret Merkezi kulelerin uzaktan kumandalı plastik patlayıcılarla ve iki holografik uçakla havaya uçurulması da vardı. En son hedefleri de Tibet'te karlar altında yatan kutsal Agartha şehrini ele geçirmek ve dünyaya sonsuza dek hakim olmak için onun doğaüstü güçlerinden yararlanmaktı" 42, 43
-"... bir şehrin bir milyon esrarın kesişimi çevresinde büyüyen bir şey olduğunu düşündüm" 44
-"New York'un Londra'dan daha da muhteşem bir şehir olduğunu hissedebiliyordu... Fakat sık sık Günahkar'ın kederinden değil, sarhoşluğa da diğer her şeye baktığı gibi baktığından içtiğini hissediyordu: fethedilecek bir alan, sınanacak bir rakip, kullanılıp atılacak bir sevgili. Hile yapmak yok, ısırmak yok... Ama hile yapmak ve ısırmak, insanın kendine ait olmayana biraz olsun tutunmasının iki yoluydu. Günahkar da, yapabilse, durdurulmasa, dünyayı tüketinceye kadar hile ve ısırığa boğacaktı. Ya da parmak ve dişlerinden başka neyi varsa tüketinceye kadar. Ya da her şeyini tüketinceye kadar.../... sadece New York'ta gökyüzü, asla unutamayacağı kadar derin bir cömertliğe sahipti.../ Haham Berg... sanki bir karides ağına yakalanmış gibiydi.../... Haham Berg gibi biriyle, Albert Kölmel gibi biri arasındaki farkın gerçekten ne olduğunu düşündü Günahkar. Herkesi tanırdınız, herkes sizi tanırdı ve bu da gücünüzün temeli olurdu: çok geçmeden, size bir iyilik borcu olmayan kimse kalmazdı etrafta.../.../... dedi Berg. "Yahudileri bokstan çıkardın mı, boks diye bir şey kalmaz. Bundan gurur duymamız gerekir. Bu da bir tesadüf değil sanırım. Düzgün beslenmeyi biliyoruz. Oruç tutmayı biliyoruz. Temiz olmayı biliyoruz. İyi alışkanlıklar sahibi olmayı biliyoruz. Bizden elbette iyi boksör çıkar...".../.../ "Darwin de Yahudiydi, biliyorsun" dei Berg./ "Değildi" dedi Siedelman./ Berg güldü. "Hayır, değildi. Ama sen Talmud'unu oku. Yedi yılda bir, Haşem hayvanları başka hayvanlara değiştirirdi. Bunu biliyor muydun Seth? Bir zamanlar erkeklerle kızların bir olduğunu, sonra iki olduklarını biliyor musun?"... "Ayrıca Zohar'da, maymunların günahkar insanların atası olduğu söyleniyor. Görüyorsunuz; her zamanki gibi, önce biz bulduk."/ "Musa kesinlikle Darwinciydi" diye fikir belirtti Pearl. "Aşiretinin en tepeye çıkmasını yoksa niye istesin? Onların soyunun yeryüzüne sahip olmasını?"/ "Hıristiyanlar panikliyor" dedi Berg. "On bin yıldan eski fosiller bulup, sanki hiç yokmuşlar gibi davranmak zorunda kalıyorlar. Ama Yahudiler fosil bulunca ne oluyor; bunların bizimkinden önceki dünyaların kanıtı olduğunu söylüyorlar. Torah'ın bilimle bir derdi yok."/ "Biliyor musunuz Haham, Darwin'den önce Hıristiyanların bir de Tasarıma Dayalı Kanıt diye bir şeyleri vardı" dedi Pearl. "Şöyle derlerdi; 'Çayırdaki şu güzel kelebeklere bir baksanıza! Bunları ancak Tanrı yaratmış olabilir.' İbraniyse şöyle derdi; 'Çayır da ne haltmış bakalım?'".../.../... Berg. "... Ben de Balfour'a diyorum ki, sen de New York'un Hawlsmoor'u olmalısın. Otoyollarını ve parklarını kabala şekli çizecek şekilde yapmalısın -belki Yaşaam Ağacı; sefirot da olur- bunu da Yahudilerden başka kimse bilmez. Harika bir şey olmaz mıydı?"/.../ "New York Şehir Planlama Komisyonu'nda çalışıyorum bayım."/.../... dedi Siedelman, "... Çok geçmeden burası da Almanya gibi olacak... Orada yaşayan arkadaşlarım artık hiçbir şey gerçek değil burada diyor. Para bir yalan, bir fantezi; o yüzden her şey artık onlara yalan geliyormuş..."/.../... dedi Pearl, "... güçlü bireyin sorumluluğundadır. Kesinlikle yönetimin değil. Hele piyasanın hiç değil."/.../... dedi Berg. "... o güçlü birey Herr Hitler..."/.../... dedi Berg. "... ama bir insanın doğduğu sokaklara yönelik tiksintiyle, insanın kendisine yönelik tiksintiyi birbirinden ayırmak zordur... Yahudiler, günahın insandan mantar gibi çekip koparabileceğin bir şey olmadığını bilirler. Onun evinin hatırası da, ne kadar pis olursa olsun, öyledir.".../.../ "Senin aradığın dünyada onun gibi çocuklar olmaz."... Berg. "Darwin'e döneyim. Anladığım kadarıyla mutasyon olmazsa evrim de olmuyor. Yoksa hepimiz hala çorbadaki bakterilerdik..."/.../ "... Ve insanlar her şeyin öngörülemediği yerlerde yaşadıklarında daha mutlu olurlar... insan biraz karanlığa da ihtiyaç duyar..."..." 48-56
-"1892 yılında ise Oscar Gude elektrik ampulleriyle bir şeyler satma fikrini buldu.../.../... Gude'a göre, sanatla reklam aynı canavarın iki ismiydi. Böylesi eşkiyavari bir fikirle New York'ta zengin olacak son kişi o değil bence; ilk kişi olduğunu sanan son kişi de değil... Fakat Gude şunu çok iyi anlamıştı: insanları sanata bakmaya zorlayamazsın; ama sokağın ortasına yüz bin ampul koyduğun zaman, reklama bakmaya zorlayabilirsin. Bu fikir hoşuna gitti. Şehrin bir parçasını sahiplenmek hoşuna gitti. Bir tür fetih bu aslında. Broadway üzerine Wrigley sakızlarının reklam tabelasını koyduğu vakti hatırlıyorum... İnsanları, onlara sakız sattığını söyleyerek heyecana boğuyorsun.../.../... Onlara tam bir meziyet hiyerarşisi önerdim; ama tabii kimse istemedi.../.../ O formlar insanları derecelendirmek içindi" 60-62
-"Yakup özgür iradenin boş bir şey olduğunu, bizim hep hayvani içgüdülerimizin kölesi olduğumuzu söylemiş" 64
-"... doğu Avrupa... "Oralarda sabahları ayakkabınızı şöyle bir sallayın, içinden mutlaka bilinmeyen bir altcins düşer yere.".../ Gittins... yirmi yıl boyunca yanında, içinde... (tahtakurusu) kolonisi bulunan cam bir şişe taşımıştı. Bunları her gece tüylü kalçasına döküyor, kanıyla beslenmelerini sağlıyordu; tüm bunlar çene kemiği büyüklüğü ile beslenme alışkanlıklarını ilgilendiren uzun vadeli, anlaşılması güç bir deneyin parçasıydı... Gittins'in entomolojik olmayan tek hobisi dillerdi; Lehçe de dahil yaklaşık bir düzinesini konuşabiliyordu" 66, 67
-"Saat sekizde Gittins pantalonunu çıkardı ve neşeyle mırıldanarak tahtakurularını besledi; acayip derecede erotik bir ritüeldi bu" 68
-"Anglosakson ırkının ıslah edilmesi. Tohum-plazmanın zaferi./.../ Yapılması gereken tek şey sistemli şekilde cesaretlendirme ve cesaret kırma" 71, 72
-"İşte o sırada çocuğun ona kimi hatırlattığını anladı, karşısında büyük coşku duyduğu... Hitler'di bu kişi./.../... Orada çocuk Erskine'e arkasını döndü ve pantolonunu indirip öne eğildi. Erskine donakalmıştı.../... bu isimsiz Polonyalı... on beş-on altı yaşlarındaki bu çocuk, ne yapmış, ya da ne görmüştü ki, kendini böyle sunmayı öğrenmişti" 74, 76, 77
-"Aynı Orta Çağ kentlerindeki katedraller gibi, her yerden görünür olacaktı; ama yine de kimseye şekli ve konumunun nedeni açıklanmayacaktı" 80
-"Teymur" 82
-"Sabahın soluk ışığı, çıplak bir kız görmektense ölü bir kız görmeyi tercih eden sapık bir oğlan gibi tir tir titreyerek morgun pencerelerinden içeri süzüldü" 85
-"... onun yaşadıklarını atlatmayı başaran birinin bir daha hayatında dürüst bir iş yapmaması gerektiğine karar vermiş ve sonra da bir tür profesyonel olmuştu" 86
-"... gece boyu açık sinemalardan birinde birkaç saat kestiriyordu; haber gösterimlerinde sürekli Mussolini ile Kral Edward dönüyordu" 88
-"İnsan aklını küçültüp zayıflatmanın ne kadar kolay olduğunu düşünmek hoşuna gitmiyordu" 103
-"... sözgelimi Yahudiler için de durum böyle. Yahudiler büyük ölçüde açgözlü, hain ve sevimsiz olur; bu yüzden de büyük dehaların birçoğu, onların uygar toplumlardan kovulmaları gerektiğine inanır.../.../ Fakat Yahudiler aynı zamanda çok kurnaz oluyorlar; parayla da araları çok iyi. Bence böyle rezil bir tarzda parayla haşır neşir olan kurnaz Anglosakson sayısı çok az. Ama bu özellik tümden kaybolursa yazık olur doğrusu. Yeri geldiğinde işe yarıyor... bazı koşullarda, iyi nitelikleri kötü olanlardan ayırmak için gelişmiş seçici üremeden yararlanıp, sadece kötü niteliklerin silinmesini sağlamak gibi bir yol var. Yahudinin kurnazlığını korursun -hatta iki katına çıkarırsın- ama onun rezil taraflarını yok edersin... tek tek bütün cinsel çiftleşmeleri en az bir düzine kuşak boyunca planlayabilmesi gerekiyor.../.../... İngiliz ordusunun her askeri senin kadar güçlü kuvvetli olsa, o zaman bütün dünya korkar bizden. Ama aynı şekilde, eğer her asker senin kadar bodur olsa, tam bir alay konusu oluruz. Sen, sakat ama zeki köpek gibisin; anlıyor musun? Ya da, açgözlü ama kurnaz aşiret gibi. Peki ne yapmalı? Senin üremene izin vermeli mi, vermemeli mi? Ortodoks öjenikçiler sana izin vermemek gerektiği söylerdi... kalıtım olarak alınan bir özellik genel nüfustan bir eğriyle uzaklaşabilir ve sonra geri dönebilir.../.../... iyi bir aileden geliyorum... Burada kimse İngiltere'nin iyi ailelerine müdahale etmeye cesaret edemez... Polonya'dan getirdiğim böceklerde deniyorum. İstenmeyen bütün nitelikleri silinmiş, ama istenen bütün nitelikleri güçlendirilmiş bir nesil yetiştirmeye çalışıyorum" 112-114
-"Lydia Erskine... 1881 sonbaharında... tam da Yahudilerin Fluek köyünden kovulduğu gün, İngilizceden zarfları çıkarmaya karar verdi./.../... Philip Erskine.../... Ultima Thule... kapanışından bu yana neyle meşgul olacağını bilemez haldeydi -kurlaşma ve evlilik gibi geç bir deneye kalkışmasına yol açan şey de buydu; ama sonra yine sıkılmıştı. Thurlow şiirle ilgilenmesini salık vermişti; ama Erskine şiirin, insani çabanın ateşli bir asalağı olduğu görüşüne vardı.../... bir Fransız... Müzisyen, Solresol denen, yedi notaya dayalı tümüyle yeni bir iletişim tarzı icat etmişti: do, re, mi, fa, sol, la, si... Aziz Hildegard... meleklerle konuşmak için dokuz yüz kelimelik bir dil icat etmişti.../.../... evrensel yapay bir dil konusunu düşünüyordu; kurallar dışına çıkmayan, tuhaflıkları ya da ikili anlamları olmayan bir dil... her sözcüğün kendi nesnesiyle kusursuz bir Adem ilişkisine sahip olduğu bir dilde, yanlış anlamaya da, paradoksa da yer yoktu./... böylesi bir dil oluşturmak, geleceği icat etmek olacaktı./... dedi Thurlow... "Bir dilin, gizli geçitlere ve kapalı zindanlara ihtiyacı vardır. Yoksa benim gibi şairler işsiz kalır."/.../... Latince ve Yunanca dışında, mevcut hiçbir dilden etkilenmemiş bir dil oluşturmaya kararlıydı... Zarfları geri koymayı bile düşünmek zorunda kaldı; ama Haziran 1882'de onlara gerek olmadığı kararına vardı... 1890... Pangaeaca Dil Bilgisi ve Sözlüğü.../... O dönemde Avrupa'nın en popüler yapay diliydi Volapük; iki yüz konuşanı vardı... Volapük'ün... Alman bir rahip tarafından yaratıldığını.../... daha kötüsü... Amersham'ın da yapay bir dil üzerinde çalışmakta olduğunu öğrenmesiydi. Yorkshire'da, Orba denilen bu yeni dil için bir kulüp bile kurulmuş, üyeleri çoktan İncil'i çevirmeye başlamıştı.../ Fakat 1901 yılında Pangaeaca da, Orba da, Volapük de, Esperanto'nun hücumuyla bir kenara itildi... Zamenhof. "Ruslarla Lehler, Almanlarla Yahudiler; hepimiz birbirimizden nefret ederiz, ama birlikte yaşamak zorundayız... Kimse bir Yahudi kadar güçlü bir şekilde hissedemez, hiçbir ulusa ait olmayan bir dile duyulan ihtiyacı; çünkü Yahudi, çoktan ölmüş bir dilde Tanrı'ya dua etmek zorundadır. Ona tüküren insanların dilinde eğitim alır ve yeryüzünün dört bir yanında hiç iletişim kuramadığı ama onun gibi acı çeken insanlar vardır."... Erskine... bir Yahudinin bir dil icat etme küstahlığında bulunmasından yakındığı zaman, Thurlow ona Joseph Addison'ın... 1712 tarihli makalesinden alıntıyla yanıt verdi: "... tek başlarına pek bir değerleri olmasa da, bütün iskeleti bir arada tutmak için kesinlikle gereklidirler.".../.../ Heyet 1903 yılında... toplandı... Heyet bu iş için bir Komite atadı. Komite bir Komisyon atadı. Komisyon Heyet'i dağıttı ve onun yerine bir Birlik atadı. Birlik bir Komite ile bir Akademi atadı. Akademi bir Dernek atadı. Bütün bunlar çok mantıklı bir şekilde yapılıyordu.../ (Böylece aslında hiçbir yeni dil, Esperantı bile, zafer kazanamadı... Hitler... Üçüncü Reich'ın dört bir yanında Pangaeaca ve Esperanto öğretilmesini yasakladı... Bu araada Stalin dde, dünya devriminin bir dünya diline sahip olması gerektiği görüşüne varmıştı; hem Pangaeca, hem de Esperanto öğrenmeye çalıştı. Başaramadı ve bu dilleri Sovyetler Birliği'nde yasakladı... 1939 yılında Vilnius'taki bir hapishane hücresine giren bir Pangaeacacı, bir Esperantocu ve bir Yahudiyle ilgili şu gerçek hikayeyi duyma fırsatı... "Şalom" dedi Yahudi. "Saluton" dedi Esperantocu, "İlakş" dedi Pangaeacacı. Birbirlerini anlayamadılar ve hepsi açlıktan öldü.)" 116-124
-"Böceklerden biri kendini, tekrar tekrar, geriye çekilip çekilip cama vuruyordu. Her vuruşla birlikte cam titriyor ve çatlak büyüyordu. Ve öylece, gözlerinin önünde böcek, kabın içinden camı ve toprağı patlatarak çıkıp dosdoğru karşıdaki masaya uçtu; masada... canlı solucan vardı.../.../ "Anophthalmus hitleri" dedi Erskine... "Türünün ilk örneği."/... bir köpek kadar güçlü olan bu kınkanatlıyı, böceklerin bu Seth Roach'unu yaratmıştı.../... Herr Hitler'e bir mektup yazacak ve zarfın içine böceğin tek örneğini koyacaktı. Erskine'in çalışmasını anlayacak tek bir kişi vardıysa, o da Hitler'di... o muhteşem lider" 129, 130
-"Batman komik dururdu. Çizmelerine sakız falan yapışırdı... Grublock'ın lüks inşaatları ise, yasal kılıfına uydurup vergi kaçırmayı haydutluk sayan tiplere hitap ediyor" 133
-""Ben sıradan insanları umursamıyorum; çünkü onlar beni hiç umursamıyor." Aslında ikimiz de biliyorduk; bu durumun ardında kalbinin derinliklerinden kopup gelen Nietzscheci sebepler yatıyordu... "...Edebiyat açısından otopark bileti neyse, mimari açıdan öyle olan bir yerde."..." 134
-"1915 yılında... Hampshire'dan ayrıldığı sırada, sıradan bir oda evin göbeğine en az altı farklı yoldan bağlanabiliyordu... Batının Çöküşü'nde... tek şeyin bilime tapmak..." 138, 139
-"1928 yılında... en kaliteli pirinç beyni satın aldı" 140
-"... hafiften Akdeniz tipli bir beyefendiyle.../.../... yoksullara yaptığı büyük bağışları haklı çıkarmak istediği zamanlar dışında siyasetle ilgilenmezdi. Evlendikten kısa bir süre sonra, bir erkekten çok bir evle evlendiğini anlamıştı" 141, 142
-"Amadeo'nun önemsiz İtalyan Fütüristlerinden biri olduğunu hatırladı... Avrupa'yı ancak bir savaşın yeniden canlandıracağını dile getirmişti" 143
-""En kötüsü aristokratlar" dedi Bruiseland. "Bütün paralarını mücevherle at yarışlarına harcıyorlar, evleri harabeye dönüyor; o yüzden sırf çeyizi için zengin bir Yahudi kadınla evleniyorlar. Yahudiler soylu ailelere de el attı mı; hepimiz mahvoluruz. Roma İmparatorluğu'nun başına gelen de buydu işte."/.../... dedi Morton. "Bilirsiniz, Bismarck bir keresinde Yahudilerle Almanların çocuklarının ne kadar iyi çıktığını belirtmişti. Semit bir kısrağın bir Alman aygırı için kötü bir eş olmadığını... söylemişti. Nietzsche de aynı şeyi söyledi...".../.../ "Nietzsche vazgeçilmez biri" dedi Amadeo. "Bize Hıristiyanlığın Museviliğin bir tümöründen ibaret olduğunu gösterdi."..." 154, 155
-""Ah, Tanrı aşkına, nedir bu arılık denen şey?" diye sordu Morton. "İngilizler melez -yarı Norveçli, yarı Kelt, yarı Roman, yarı Norman. Herkes biliyor bunu. Chamberlain bile bizim kuzeyden gelen 'arı Aryanlar' kadar iyi olmadığımızı söyledi."..." 157
-""Yine aynı şey bu; sadece yılanın kafası Moskova'da, kuyruğu da New York'ta" dedi Berthold Mowinckel... "Hepsi de Yahudi, ve hepsi de uygar Avrupa'ya diz çöktürmek istiyor...".../ "... dedi Amadeo. "Kapitalist piyasa sisteminde kendilerini iyi hissediyorlar; çünkü bütün dinleri bir sözleşmeye dayanıyor. Tabii bir de çölün etkisi var. Yakıcı güneş ve berrak ay ışığı ruhsuz entelektüalizmi besliyor. Duyular ve duygular solup gidiyor; geriye kalan şey altın oluyor..."/.../ ... dedi Bruiseland... "Parlamento'nun, hükümeti hükmetmekten alıkoymaktan başka bir amacı var mı; amacı varsa tabii? Parça parça monarşiyi parçaladı, Kilise'yi parçaladı ve sonunda taşra soylusunu bile parçaladı. Ülkede düzeni sağlayabilecek her şeyi parçaladıktan sonra da, bizi Yahudilerin merhametine bıraktı."/.../... "... "Bundan daha iyi bir 'Ulusal Lonca' olamaz. Bize gereken, yapılması gerekeni yapmaktan korkmayan bir kral."/.../... dedi Aslet... "... -'Herkes okumayı öğrensin, herkes dükkanlara gitsin!'- bu kadarı çok faza... Yaşam artık o kadar delice bir şey oldu ki, insanların onun gerçek değerini anlayabilmesi çok zor..."..." 159-161
-"... ahenk, kansız tiranlığın sesidir" 170
-"Bugünümüze yarınımız yön verir/ Slogan Nietzsche... alıntıydı" 227
*
Temel bir mesele, övgülerin nedeni mi, yoksa?
"Rıza imalatı!"
Ya da belli bir anlayışı oluşturma-pekiştirme!
Ve ticaret...
Öyle ise, sonuç çok başarılı sayılmaz mı?

13.5.2017-Ankara




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder