Kitabın özgün hali, 1974'te, Sohum'da, yayınlanmışmış.
Ve, üç ciltlik serinin ikinci cildiymiş.
*
1909 yılında Kuzey Kafkasya'da Warda Köyü'nde doğup, Leningrad'da, Doğu Dilleri Enstitüsü'nde, Kafkas Dilleri bölümünde asistan olan, ve, özellikle, Ubıkhça konusunda uzmanlaşmak amacında iken, katıldığı savaşta, 24 Nisan 1945 tarihinde ölen, ve, mezarı İtalya'da bulunan, Förah Koabza isimli kişinin el yazması notlarının kitaplaştırılmış hali imiş. (s. 4-9)
*
Notların sahibi başlangıçta bir yerde şöyle yazmış: "Yola çıktığımda nereden bilebilirdim ki, uzaklarda; Türkiye'nin bir köşesinde "cennet toprakları"nı bulmaya giden Ubıkhlar'ın, Ubıkhça bilen tek kalıntısını -Zawurkan Zolak'ı- bulacağımı?" (s. 10)
*
Anlaşılan, Zolak anlatmış, notların sahibi not almış.
Ne zaman?
1940 öncesi olmalı!
*
Ve, anlaşıldığına göre, kitap da, söz konusu notlardan oluşmakta imiş!
*
Anlatılanlardan bazı satırbaşları şöyle:
-Rus Çarı, Ubıkhlar'a, ya Kuban'a, ya Osmanlı'ya demiş.
-Ubıkhlar da, Şardın ve Hacı Kerantukh gibi, liderleri, cennet topraklar, deyince, kanmışlar.
-Osmanlı'ya ait, Nusretiye, Mahmudiye, Assar-ı Şefket, Osmaniye, isimli, ve, diğer bazı gemilerle, Osmanlı topraklarına, genelde de, Samsun'a taşınmışlar.
-Yolculuk sırasında ve sonrasında, açlık ve hastalıktan kitlesel ölümler olmuş.
-Osmanlı görevlileri çok olumsuz davranmış.
-Kendi liderleri, Osmanlı yöneticileri ve tüccarlarla işbirliği yaparak, deyim yerindeyse, kendilerini "satmış".
-Osmanlı sahipsiz bırakmış, ilgilenmemiş.
-Geri dönmek istemişler, Trabzon'daki Rus konsolosu Moşnin de yardımcı olmaya çalışmış, ancak, engellenmişler, ve, Çar da, başvurularına olumsuz yanıt vermiş.
-Samsun'da Ömer Paşa, İzmit'te Selim Paşa, çok olumsuz davranmışlar.
-Selim Paşa, iki güzel kız kardeşi, ve, Rodos'a gönderilenlerden, başka bir güzel kızı, kendisine "kadın" olarak almış.
-İki kız kardeşi kendisine kadın yapması üzerine, kızların kardeşlerinden biri olan anlatıcı Zolak, Selim Paşa'yı öldürmüş.
-Zolak, idama mahkumken, hapishane yöneticilerince, köle olarak satılmış, Mısır'da kalmış.
-Padişah Abdülaziz'in Adiğe olan bir eşi varmış.
-Bu eş sayesinde, bir güzel kız da, sarayda kalmış, ve, Padişah Abdülhamit'e eş olmuş.
-Başka Abhazlar da Osmanlı'ya sürgün gelmiş.
-Abhazların önderlerinden Maan da, onları "satmış".
-Abhazlar da geri dönmek istemişler.
-Osmanlı'da, Kuzey Kafkasyalılardan, genelde, asker olmaları istenmiş.
-Geleneksel dini anlayışlarını sürdürmeleri sorun olmuş, cami imamları, kendi geleneksel duacılarını, daha sonra Osmanlı'nın atadığı imamlar da, önceki cami imamlarını engellemişler, bildikleri şekilde yaşamalarına müsaade edilmemiş, geleneksel anlayışları horlanmış.
-Aç kaldıklarında soygunculuk yapmışlar, adları soyguncuya çıkmış, dışlanmışlar.
-Osmanlı'da yerleştirildikleri yerden de başka yerlere sürgün edilmişler.
-Asıl cennet topraklar Kuzey Kafkasya imiş.
-Kendi vatanın ve kendi dilinin konuşulduğu yer gibisi yokmuş.
*
Kuzey Kafkas sürgünün-göçünün, trajik sonuçlarından, bir kısmına, sanırım, büyük ölçüde, doğru bir istikamette, değinilmiş, tamamı değilse de, bir kısmı, ayrıntıları bir yana, öz itibariyle, dile getirilmiş.
*
Ancak, bence, anlatımda bir sorun var!
Anlatılanlar, sanki, birebir, tarihi gerçekler gibi anlatılmış.
Oysa, bence, anlatılanlar, tarihe, tam değil, belli ölçüde, uydurularak kurgulanmış şeyler!
Bunların, tamamen gerçekmiş gibi anlatılması, uygun sayılabilir mi?
Ve, ne kadarı doğru?
Abartılar, yanlışlar yok mu?
*
Çeşitli yönlerden benzer bir anlatım, Çeçence yayınlanan, Uzun Geceler, adlı kitapta da var!
Sanırım, muhtemelen, bu iki kitaptaki anlatım tarzı, Sovyetik bir yöntem olmalı!
Çar kötü!
Osmanlı kötü!
Kuzey Kafkasyalılar geri dönmek istemişler, öncelikle Osmanlı engellemiş, Çar da izin vermemiş!
Böyle denmek isteniyor!
Kurgusal olduğu açıkça anlaşılacak şekilde yazılsa, yazılanlarda sorun olmayabilir; ama, bunları tarihi gerçeklermiş gibi yazmak...
Uygun mu?
*
Elbette, tarihsel roman olabilir.
Ama, kurguyu gerçekmiş gibi yazmak... olmalı mı?
Bence, bu kitap, bu yönden, kötü bir örnek!
Ayrıca, daha da önemlisi, böyle yapılınca, yaşanan vahşetin, trajedinin, ciddiyetine de, gölge düşürülüyor!
*
Oysa, konu çok ciddi bir konu.
Kuzey Kafkasya'dan Osmanlı'ya 1860'lı yıllarda gerçekleştirilen, göç-sürgün, sanırım, tarihin en trajik olaylarından biri, ve, yine sanırım, Rusya'da 1940'lı yıllarda farklı bir şekilde ve ölçekte bir kez daha tekrarlanan bu uygulama, türünün, dünyadaki ilk örneği.
Bu uygulamayla, Kuzey Kafkasya halklarının birçoğu toptan sürgün ediliyor, köklerinden koparılıyor, hayat hakkı ellerinden alınıyor!
Ve, bu uygulama, açıkça, Rusya ve Osmanlı'nın anlaşmasıyla yapılıyor!
Rusya'nın amacı açık...
Ya Osmanlı'nın amacı?
*
Ve, Osmanlı'ya gelişlerinden sonraki yaşam şartları?
Neler yaşadılar?
Nasıl yaşadılar?
Bugünkü Suriyelilerden, çok çok, daha fazla zorluk çekmemişler midirler?
*
Bu konu, bence, gereken ciddiyetle incelenmemiştir.
Oysa, büyük bir insanlık suçu söz konusudur.
Ve, oluşan yara, o günden bu yana kanamasını da sürdürmektedir!
Olayın travmatik etkileri sonraki nesillerde de devam edegelmektedir!
Bu tablo karşısında, o günden bugüne, konuya ilişkin durumun tespitinin yazılı olarak yapılıp, hiç olmazsa, süregelen mağduriyetlere, bir ölçüde de olsa, merhem olunması doğrultusunda, bir çaba gösterilmiş olması beklenmeliydi!
Bu, "insan"lığın da gereği, değil miydi?
Zira, yapılmış olan, insanlık dışı bir iştir!
Ve, bu husus, ne kadar vurgulansa yeridir!
Ancak, olması beklenen yapılmamıştır, konu, gereken ciddiyetle incelenmemiştir, ve, ayrıca, ne yazık ki, halen, bu konunun, layıkıyla gündeme gelebileceği bir platform dahi bulunamamaktadır!
*
Sanki, konu, sahipsizdir!
*
Bu yüzden, tarzı itibariyle, kötü bir örnek olsa da, Son Ubıh kitabı, içeriği açısından gayet kıymetlidir!
Çok ciddi bir yaraya parmak basmaktadır!
Bu konuda ciddi bir çalışmanın bugüne kadar Türkiye'de yapılmamış olması da, ayrıca, durup üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur!
Nasıl bir iklim, böylesi önemli bir konunun, gereken ciddiyetle ele alınmasına elverişli bir zemine meydan vermemiştir?
Bu iklim bugün de sürmemekte midir?
Özellikle Cumhuriyet döneminde, söz konusu konunun, incelenmesi bir yana, şifahen konuşulması dahi riskli olmamış mıdır?
Bugün, canı isteyenin bugünkü nesillere, vatandaşlık hukukunu hiç dikkate almadan söylediği, geldiğiniz yere gidin, tarzı sözler, o dönem ikliminin doğrudan ürünleri değil midir?
*
Bu konuda, Sovyet yayınları, neden öncü durumunda olsun ki?
*
Kitaptan birkaç not:
-"Yetkililer, hastalanan insanlarla ilgilenmek yerine, hastalık bulaşır korkusuyla canlı canlı denize atıyorlardı" 14
-"Samsun'a vardıklarında ise "Şehre sıtma bulaştırırsınız" denilerek gemiden inmeleri engellendi.../... Susuzluktan kırılan göçmenler gemi atık sularını içtiler... ishal salgını baş gösterdi. Zavallı çocuklar sinek gibi kırılıyor, gemiciler güvertede koşuşturup bu talihsizleri denize atıyorlardı.../... Bebek... annesinin... kollarının arasında can vermişti... Talihsiz anne gemiciler yanından geçerken, "şiş nani, wa nan (!.." diye ninni söylüyor.../... kokmaya başlamıştı. Denizciler... annesinin kucağından söküp aldıkları ölü bebeği denize fırlattılar. Kadın... kendini denize attı" 15, 16
-"Açlık.../... tüm eşyalarımızı satıp doymaya çalıştık" 18
-"Türk köylüsü elinden gelebilecek her türlü yardımı yaptı bize. Ellerindeki ekmeği bölüp yarısını verdiler... Ama onlar da yoksuldu" 19
-"Ülkelerinin burunlarından kıl aldırmayan yiğitleri, burada... avurtları çökmüş perişan bir haldeydiler... konuşmaya bile güçleri kalmamış... insanlarımız... sanki ölümü bekliyorlardı" 20
*
13.1.2019
*
EK:
http://t24.com.tr/haber/belgelerle-1915-ve-sonrasi-gergeryan-arsivi,803937
Belgelerle 1915 ve sonrası: Gergeryan arşivi
1915'de Anadolu'nun tümüyle "ermenisizleştirilmesi" olaylarını araştırmaya adayan Rahip Krikor Gergeryan'ın arşivi araştırmacıların kullanımına açıldı
- A +
Yaşamının hemen tümünü Osmanlının "tehcir", Ermeniler'in "büyük felaket", ya da "soykırım" olarak nitelediği 1915'de Anadolu'nun tümüyle "ermenisizleştirilmesi" olaylarını araştırmaya adayan Rahip Krikor Gergeryan'ın arşivi araştırmacıların kullanımına açıldı.
Rahip Gergeryan'ın 1930'lardan 1988'de ölümüne kadar Osmanlı, Ermeni ve diğer yabancı kaynaklardan topladığı inanılmaz sayı ve kapsamda belgeden oluşan Gergeryan Arşivi, Amerika'da Clark Üniversitesinde Profesör Taner Akçam başkanlığında Türk ve Ermeni akademisyenlerden oluşan 11 kişilik ekip tarafından Türkçe ve İngilizceye çevrildi, tasnif edildi ve kataloglandı.
1915 öncesi, sırası ve sonrasına ilişkin çok sayıda belgeyi içeren Gergeryan Arşivi'nin varlığı, konuyla ilgilenen uzmanlarca biliniyordu. Ancak hemen hemen hiç kullanılmamıştı. Bunun nedeni tasnifi ancak "iğneyle kuyu kazmak" ve "pösteki saymak" terimleri ile açıklanabilecek ölçüde zor, karışık, düzensiz bir belge yığınından ibaret oluşuydu. Bu bağlamda Profesör Akçam ve ekibinin büyük ölçüde tamamladığı çalışma 1915'i iddialarla ya da milliyetçi önyargılarla değil kanıtlarla, belgelerle tartışma ve açıklığa kavuşturma olanağı sağlaması açısından önem ve değer taşıyor.
Tasnif sonucu arşiv üç bölüme ayrılmış. Birinci bölüm tümüyle Osmanlı belgelerinden oluşuyor ve özellikle 1920 -1921 yılları arasında İstanbul'da görülen ve sorumlu İttihat ve Terakkicilerin yargılandığı "Ermeni tehciri" davalarındaki sorgu tutanaklarını, tanık ifadelerini içeriyor. Bu belgelerin orijinallerinin Türkiye'de Genel Kurmay arşivinde bulunduğu ve erişime kapalı olduğu ileri sürülüyor. Ancak o dönemde davaya müdahil taraf olduğu için İstanbul Ermeni Partikliğinin belgelerden bir kopya edinmesi hakkı bulunuyordu ve Patrikhane bu belgeleri Kudüs Ermeni Patrikhanesine kadar ulaştırarak günümüze kalmasını sağlamıştı.
Arşivin ikinci bölümü ise Gergeryan'ın özel araştırmalarından oluşuyor, Özellikle Yozgat ve Kayseri'de görülen davalara ilişkin tanıklıkları ve İttihat Terakki sorumlularının ifadelerini içeriyor.
Gergeryan Arşivi'nin üçüncü bölümü esas olarak Gergeryan’ın başka ülke arşivlerinden topladığı orijinal malzemelerden oluşuyor. İstanbul Ermeni Patrikliğine ait Fransızca ve Ermenice dökümanlar bu bölümde önemli bir yer tutuyorlar. Bu bölümde ayrıca Avusturya, Almanya, İngiltere ve ABD arşivlerinden toplanmış malzemeler de mevcut.
Profesör Akçam ve ekibi, PDF formatında internet ortamına aktardıkları Gergeryan Arşivinin serüveni üstüne ayrıntılı ve ilginç bilgiler veriyorlar. Bunlar arasında Sivas'ın Gürün ilçesinde 1911'de doğan ve 1915'de 16 kardeşinden 10'unun ve ana babasının gözü önünde öldürülmelerine tanık olan Krikor Gergeryan'ın çok ilginç yaşam öyküsü de var.
Gergeryan Anrşivi'ne ilişkin tüm bilgilere aşağıdaki linke tıklanarak ulaşılabiliyor:
*
Rahip Gergeryan'ın 1930'lardan 1988'de ölümüne kadar Osmanlı, Ermeni ve diğer yabancı kaynaklardan topladığı inanılmaz sayı ve kapsamda belgeden oluşan Gergeryan Arşivi, Amerika'da Clark Üniversitesinde Profesör Taner Akçam başkanlığında Türk ve Ermeni akademisyenlerden oluşan 11 kişilik ekip tarafından Türkçe ve İngilizceye çevrildi, tasnif edildi ve kataloglandı.
1915 öncesi, sırası ve sonrasına ilişkin çok sayıda belgeyi içeren Gergeryan Arşivi'nin varlığı, konuyla ilgilenen uzmanlarca biliniyordu. Ancak hemen hemen hiç kullanılmamıştı. Bunun nedeni tasnifi ancak "iğneyle kuyu kazmak" ve "pösteki saymak" terimleri ile açıklanabilecek ölçüde zor, karışık, düzensiz bir belge yığınından ibaret oluşuydu. Bu bağlamda Profesör Akçam ve ekibinin büyük ölçüde tamamladığı çalışma 1915'i iddialarla ya da milliyetçi önyargılarla değil kanıtlarla, belgelerle tartışma ve açıklığa kavuşturma olanağı sağlaması açısından önem ve değer taşıyor.
Tasnif sonucu arşiv üç bölüme ayrılmış. Birinci bölüm tümüyle Osmanlı belgelerinden oluşuyor ve özellikle 1920 -1921 yılları arasında İstanbul'da görülen ve sorumlu İttihat ve Terakkicilerin yargılandığı "Ermeni tehciri" davalarındaki sorgu tutanaklarını, tanık ifadelerini içeriyor. Bu belgelerin orijinallerinin Türkiye'de Genel Kurmay arşivinde bulunduğu ve erişime kapalı olduğu ileri sürülüyor. Ancak o dönemde davaya müdahil taraf olduğu için İstanbul Ermeni Partikliğinin belgelerden bir kopya edinmesi hakkı bulunuyordu ve Patrikhane bu belgeleri Kudüs Ermeni Patrikhanesine kadar ulaştırarak günümüze kalmasını sağlamıştı.
Arşivin ikinci bölümü ise Gergeryan'ın özel araştırmalarından oluşuyor, Özellikle Yozgat ve Kayseri'de görülen davalara ilişkin tanıklıkları ve İttihat Terakki sorumlularının ifadelerini içeriyor.
Gergeryan Arşivi'nin üçüncü bölümü esas olarak Gergeryan’ın başka ülke arşivlerinden topladığı orijinal malzemelerden oluşuyor. İstanbul Ermeni Patrikliğine ait Fransızca ve Ermenice dökümanlar bu bölümde önemli bir yer tutuyorlar. Bu bölümde ayrıca Avusturya, Almanya, İngiltere ve ABD arşivlerinden toplanmış malzemeler de mevcut.
Profesör Akçam ve ekibi, PDF formatında internet ortamına aktardıkları Gergeryan Arşivinin serüveni üstüne ayrıntılı ve ilginç bilgiler veriyorlar. Bunlar arasında Sivas'ın Gürün ilçesinde 1911'de doğan ve 1915'de 16 kardeşinden 10'unun ve ana babasının gözü önünde öldürülmelerine tanık olan Krikor Gergeryan'ın çok ilginç yaşam öyküsü de var.
Gergeryan Anrşivi'ne ilişkin tüm bilgilere aşağıdaki linke tıklanarak ulaşılabiliyor:
*