21 Ocak 2019 Pazartesi

SON UBIH

Bagrat Şinkuba, Birinci Basım: Mayıs 1990, Abhazca'dan Çeviren: Hayri Ersoy (Suktar), Nart Yayıncılık, İstanbul

Kitabın özgün hali, 1974'te, Sohum'da, yayınlanmışmış.
Ve, üç ciltlik serinin ikinci cildiymiş.
*
1909 yılında Kuzey Kafkasya'da Warda Köyü'nde doğup, Leningrad'da, Doğu Dilleri Enstitüsü'nde, Kafkas Dilleri bölümünde asistan olan, ve, özellikle, Ubıkhça konusunda uzmanlaşmak amacında iken, katıldığı savaşta, 24 Nisan 1945 tarihinde ölen, ve, mezarı İtalya'da bulunan, Förah Koabza isimli kişinin el yazması notlarının kitaplaştırılmış hali imiş. (s. 4-9)
*
Notların sahibi başlangıçta bir yerde şöyle yazmış: "Yola çıktığımda nereden bilebilirdim ki, uzaklarda; Türkiye'nin bir köşesinde "cennet toprakları"nı bulmaya giden Ubıkhlar'ın, Ubıkhça bilen tek kalıntısını -Zawurkan Zolak'ı- bulacağımı?" (s. 10)
*
Anlaşılan, Zolak anlatmış, notların sahibi not almış.
Ne zaman?
1940 öncesi olmalı!
*
Ve, anlaşıldığına göre, kitap da, söz konusu notlardan oluşmakta imiş!
*
Anlatılanlardan bazı satırbaşları şöyle:
-Rus Çarı, Ubıkhlar'a, ya Kuban'a, ya Osmanlı'ya demiş.
-Ubıkhlar da, Şardın ve Hacı Kerantukh gibi, liderleri, cennet topraklar, deyince, kanmışlar.
-Osmanlı'ya ait, Nusretiye, Mahmudiye, Assar-ı Şefket, Osmaniye, isimli, ve, diğer bazı gemilerle, Osmanlı topraklarına, genelde de, Samsun'a taşınmışlar.
-Yolculuk sırasında ve sonrasında, açlık ve hastalıktan kitlesel ölümler olmuş.
-Osmanlı görevlileri çok olumsuz davranmış.
-Kendi liderleri, Osmanlı yöneticileri ve tüccarlarla işbirliği yaparak, deyim yerindeyse, kendilerini "satmış".
-Osmanlı sahipsiz bırakmış, ilgilenmemiş.
-Geri dönmek istemişler, Trabzon'daki Rus konsolosu Moşnin de yardımcı olmaya çalışmış, ancak, engellenmişler, ve, Çar da, başvurularına olumsuz yanıt vermiş.
-Samsun'da Ömer Paşa, İzmit'te Selim Paşa, çok olumsuz davranmışlar.
-Selim Paşa, iki güzel kız kardeşi, ve, Rodos'a gönderilenlerden, başka bir güzel kızı, kendisine "kadın" olarak almış.
-İki kız kardeşi kendisine kadın yapması üzerine, kızların kardeşlerinden biri olan anlatıcı Zolak, Selim Paşa'yı öldürmüş.
-Zolak, idama mahkumken, hapishane yöneticilerince, köle olarak satılmış, Mısır'da kalmış.
-Padişah Abdülaziz'in Adiğe olan bir eşi varmış.
-Bu eş sayesinde, bir güzel kız da, sarayda kalmış, ve, Padişah Abdülhamit'e eş olmuş.
-Başka Abhazlar da Osmanlı'ya sürgün gelmiş.
-Abhazların önderlerinden Maan da, onları "satmış".
-Abhazlar da geri dönmek istemişler.
-Osmanlı'da, Kuzey Kafkasyalılardan, genelde, asker olmaları istenmiş.
-Geleneksel dini anlayışlarını sürdürmeleri sorun olmuş, cami imamları, kendi geleneksel duacılarını, daha sonra Osmanlı'nın atadığı imamlar da, önceki cami imamlarını engellemişler, bildikleri şekilde yaşamalarına müsaade edilmemiş, geleneksel anlayışları horlanmış.
-Aç kaldıklarında soygunculuk yapmışlar, adları soyguncuya çıkmış, dışlanmışlar.
-Osmanlı'da yerleştirildikleri yerden de başka yerlere sürgün edilmişler.
-Asıl cennet topraklar Kuzey Kafkasya imiş.
-Kendi vatanın ve kendi dilinin konuşulduğu yer gibisi yokmuş.
*
Kuzey Kafkas sürgünün-göçünün, trajik sonuçlarından, bir kısmına, sanırım, büyük ölçüde, doğru bir istikamette, değinilmiş, tamamı değilse de, bir kısmı, ayrıntıları bir yana, öz itibariyle, dile getirilmiş.
*
Ancak, bence, anlatımda bir sorun var!
Anlatılanlar, sanki, birebir, tarihi gerçekler gibi anlatılmış.
Oysa, bence, anlatılanlar, tarihe, tam değil, belli ölçüde, uydurularak kurgulanmış şeyler!
Bunların, tamamen gerçekmiş gibi anlatılması, uygun sayılabilir mi?
Ve, ne kadarı doğru?
Abartılar, yanlışlar yok mu?
*
Çeşitli yönlerden benzer bir anlatım, Çeçence yayınlanan, Uzun Geceler, adlı kitapta da var!
Sanırım, muhtemelen, bu iki kitaptaki anlatım tarzı, Sovyetik bir yöntem olmalı!
Çar kötü!
Osmanlı kötü!
Kuzey Kafkasyalılar geri dönmek istemişler, öncelikle Osmanlı engellemiş, Çar da izin vermemiş!
Böyle denmek isteniyor!
Kurgusal olduğu açıkça anlaşılacak şekilde yazılsa, yazılanlarda sorun olmayabilir; ama, bunları tarihi gerçeklermiş gibi yazmak...
Uygun mu?
*
Elbette, tarihsel roman olabilir.
Ama, kurguyu gerçekmiş gibi yazmak... olmalı mı?
Bence, bu kitap, bu yönden, kötü bir örnek!
Ayrıca, daha da önemlisi, böyle yapılınca, yaşanan vahşetin, trajedinin, ciddiyetine de, gölge düşürülüyor!
*
Oysa, konu çok ciddi bir konu.
Kuzey Kafkasya'dan Osmanlı'ya 1860'lı yıllarda gerçekleştirilen, göç-sürgün, sanırım, tarihin en trajik olaylarından biri, ve, yine sanırım, Rusya'da 1940'lı yıllarda farklı bir şekilde ve ölçekte bir kez daha tekrarlanan bu uygulama, türünün, dünyadaki ilk örneği.
Bu uygulamayla, Kuzey Kafkasya halklarının birçoğu toptan sürgün ediliyor, köklerinden koparılıyor, hayat hakkı ellerinden alınıyor!
Ve, bu uygulama, açıkça, Rusya ve Osmanlı'nın anlaşmasıyla yapılıyor!
Rusya'nın amacı açık...
Ya Osmanlı'nın amacı?
*
Ve, Osmanlı'ya gelişlerinden sonraki yaşam şartları?
Neler yaşadılar?
Nasıl yaşadılar?
Bugünkü Suriyelilerden, çok çok, daha fazla zorluk çekmemişler midirler?
*
Bu konu, bence, gereken ciddiyetle incelenmemiştir.
Oysa, büyük bir insanlık suçu söz konusudur.
Ve, oluşan yara, o günden bu yana kanamasını da sürdürmektedir!
Olayın travmatik etkileri sonraki nesillerde de devam edegelmektedir!
Bu tablo karşısında, o günden bugüne, konuya ilişkin durumun tespitinin yazılı olarak yapılıp, hiç olmazsa, süregelen mağduriyetlere, bir ölçüde de olsa, merhem olunması doğrultusunda, bir çaba gösterilmiş olması beklenmeliydi!
Bu, "insan"lığın da gereği, değil miydi?
Zira, yapılmış olan, insanlık dışı bir iştir!
Ve, bu husus, ne kadar vurgulansa yeridir!
Ancak, olması beklenen yapılmamıştır, konu, gereken ciddiyetle incelenmemiştir, ve, ayrıca, ne yazık ki, halen, bu konunun, layıkıyla gündeme gelebileceği bir platform dahi bulunamamaktadır!
*
Sanki, konu, sahipsizdir!
*
Bu yüzden, tarzı itibariyle, kötü bir örnek olsa da, Son Ubıh kitabı, içeriği açısından gayet kıymetlidir!
Çok ciddi bir yaraya parmak basmaktadır!
Bu konuda ciddi bir çalışmanın bugüne kadar Türkiye'de yapılmamış olması da, ayrıca, durup üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur!
Nasıl bir iklim, böylesi önemli bir konunun, gereken ciddiyetle ele alınmasına elverişli bir zemine meydan vermemiştir?
Bu iklim bugün de sürmemekte midir?
Özellikle Cumhuriyet döneminde, söz konusu konunun, incelenmesi bir yana, şifahen konuşulması dahi riskli olmamış mıdır?
Bugün, canı isteyenin bugünkü nesillere, vatandaşlık hukukunu hiç dikkate almadan söylediği, geldiğiniz yere gidin, tarzı sözler, o dönem ikliminin doğrudan ürünleri değil midir?
*
Bu konuda, Sovyet yayınları, neden öncü durumunda olsun ki?
*
Kitaptan birkaç  not:
-"Yetkililer, hastalanan insanlarla ilgilenmek yerine, hastalık bulaşır korkusuyla canlı canlı denize atıyorlardı" 14
-"Samsun'a vardıklarında ise "Şehre sıtma bulaştırırsınız" denilerek gemiden inmeleri engellendi.../... Susuzluktan kırılan göçmenler gemi atık sularını içtiler... ishal salgını baş gösterdi. Zavallı çocuklar sinek gibi kırılıyor, gemiciler güvertede koşuşturup bu talihsizleri denize atıyorlardı.../... Bebek... annesinin... kollarının arasında can vermişti... Talihsiz anne gemiciler yanından geçerken, "şiş nani, wa nan (!.." diye ninni söylüyor.../... kokmaya başlamıştı. Denizciler... annesinin kucağından söküp aldıkları ölü bebeği denize fırlattılar. Kadın... kendini denize attı" 15, 16
-"Açlık.../... tüm eşyalarımızı satıp doymaya çalıştık" 18
-"Türk köylüsü elinden gelebilecek her türlü yardımı yaptı bize. Ellerindeki ekmeği bölüp yarısını verdiler... Ama onlar da yoksuldu" 19
-"Ülkelerinin burunlarından kıl aldırmayan yiğitleri, burada... avurtları çökmüş perişan bir haldeydiler... konuşmaya bile güçleri kalmamış... insanlarımız... sanki ölümü bekliyorlardı" 20
*
13.1.2019
*
EK:

http://t24.com.tr/haber/belgelerle-1915-ve-sonrasi-gergeryan-arsivi,803937

Belgelerle 1915 ve sonrası: Gergeryan arşivi

1915'de Anadolu'nun tümüyle "ermenisizleştirilmesi" olaylarını araştırmaya adayan Rahip Krikor Gergeryan'ın arşivi araştırmacıların kullanımına açıldı


- A +

Yaşamının hemen tümünü Osmanlının "tehcir", Ermeniler'in "büyük felaket", ya da "soykırım" olarak nitelediği 1915'de Anadolu'nun tümüyle "ermenisizleştirilmesi" olaylarını araştırmaya adayan Rahip Krikor Gergeryan'ın arşivi araştırmacıların kullanımına açıldı.
Rahip Gergeryan'ın 1930'lardan 1988'de ölümüne kadar Osmanlı, Ermeni ve diğer yabancı kaynaklardan topladığı inanılmaz sayı ve kapsamda belgeden oluşan Gergeryan Arşivi, Amerika'da Clark Üniversitesinde Profesör Taner Akçam başkanlığında Türk ve Ermeni akademisyenlerden oluşan 11 kişilik ekip tarafından Türkçe ve İngilizceye çevrildi, tasnif edildi ve kataloglandı.
1915 öncesi, sırası ve sonrasına ilişkin çok sayıda belgeyi içeren Gergeryan Arşivi'nin varlığı, konuyla ilgilenen uzmanlarca biliniyordu. Ancak hemen hemen hiç kullanılmamıştı. Bunun nedeni tasnifi ancak "iğneyle kuyu kazmak" ve "pösteki saymak" terimleri ile açıklanabilecek ölçüde zor, karışık, düzensiz bir belge yığınından ibaret oluşuydu. Bu bağlamda Profesör Akçam ve ekibinin büyük ölçüde tamamladığı çalışma 1915'i iddialarla ya da milliyetçi önyargılarla değil kanıtlarla, belgelerle tartışma ve açıklığa kavuşturma olanağı sağlaması açısından önem ve değer taşıyor.
Tasnif sonucu arşiv üç bölüme ayrılmış. Birinci bölüm tümüyle Osmanlı belgelerinden oluşuyor ve özellikle 1920 -1921 yılları arasında İstanbul'da görülen ve sorumlu İttihat ve Terakkicilerin yargılandığı  "Ermeni tehciri" davalarındaki sorgu tutanaklarını, tanık ifadelerini içeriyor. Bu belgelerin orijinallerinin Türkiye'de Genel Kurmay arşivinde bulunduğu ve erişime kapalı olduğu ileri sürülüyor. Ancak o dönemde davaya müdahil taraf olduğu için  İstanbul Ermeni Partikliğinin belgelerden bir kopya edinmesi hakkı bulunuyordu ve Patrikhane bu belgeleri Kudüs Ermeni Patrikhanesine  kadar ulaştırarak günümüze kalmasını sağlamıştı.
Arşivin ikinci bölümü ise Gergeryan'ın özel araştırmalarından oluşuyor, Özellikle Yozgat ve Kayseri'de görülen davalara ilişkin tanıklıkları ve İttihat Terakki sorumlularının ifadelerini içeriyor.
Gergeryan Arşivi'nin üçüncü bölümü esas olarak Gergeryan’ın başka ülke arşivlerinden topladığı orijinal malzemelerden oluşuyor. İstanbul Ermeni Patrikliğine ait Fransızca ve Ermenice dökümanlar bu bölümde önemli bir yer tutuyorlar. Bu bölümde  ayrıca Avusturya, Almanya, İngiltere ve ABD arşivlerinden toplanmış malzemeler de mevcut.
Profesör Akçam ve ekibi, PDF formatında internet ortamına aktardıkları Gergeryan Arşivinin serüveni üstüne ayrıntılı ve ilginç bilgiler veriyorlar. Bunlar arasında Sivas'ın Gürün ilçesinde 1911'de doğan ve 1915'de 16 kardeşinden 10'unun ve ana babasının gözü önünde öldürülmelerine tanık olan Krikor Gergeryan'ın çok ilginç yaşam öyküsü de var.
Gergeryan Anrşivi'ne ilişkin tüm bilgilere aşağıdaki linke tıklanarak ulaşılabiliyor:
*



10 Ocak 2019 Perşembe

BİR AİLE



http://t24.com.tr/yazarlar/tayfun-atay/hangisi-lut-kavmine-yakin,21296

T24 Yazarları

Hangisi Lût kavmine yakın?


TARİH

Müge Anlı’nın programı bir pornografidir.
Hayır, hemen aklınıza seksüel pornografi gelmesin.
“Müge Anlı ile Tatlı Sert”, bir kültürel pornografidir.
“Müge Anlı ile Tatlı Sert”, bir yoksulluk pornografisidir.
“Müge Anlı ile Tatlı Sert”, bir folklorik (kırsal/pastoral) pornografidir.
Pornografi ile insan hayatının sırları, mahremiyeti, utancı, aczi, çaresizliği, zavallılığı, kiri, pası, çirkefiyle lime lime ifşa (“çırılçıplak”) edilerek gözler önüne serilmesini;
Ve bunun seyrinden sözde/görünürde bir öfke, nefret, kınama, tiksinme sergilense de özde ve derinden derine, inceden inceye bir haz alınmasını anlarsanız;
İşte Müge Anlı’nın programını pornografi yapan budur.
***
Elbette bu program, ticari açıdan büyük bir başarıdır. Yıllardır da kendisiyle yarışabilecek hiçbir rakip tanımadan yoluna devam etmektedir.
Ve bu “başarı” ile ancak yarışabilecek olan, seksüel pornografilerdir.
Ekrana onları sürerseniz daha da büyük bir “televizyonculuk başarısı” elde edersiniz!..
Ama bunu yapamazsınız. Çünkü RTÜK, tabii “Modern Family” için ceza radarlarını açmaktan, cadı kazanlarını kaynatmaktan fırsat bulabildiği ölçüde böylesi seksüel pornografik içeriklere kuşkusuz aman vermeyecektir!..

Peki ya “kültürel pornografi”? “Bırak Allah aşkına, ne menem bir şeyden söz ettiğini bile anlamıyoruz” diyenler çıkabilecektir karşımıza RTÜK kadrosu içinden (elbette kıymetli, ama azınlıkta kalan istisna isimler de var).
“Modern Family” gibi dikkatli ve "sosyolojik” okunduğunda “aile hâlâ her şeydir” diyen bir diziye üstünkörü ve "feodal-ideolojik" bir düz-okuma ile “ailenin korunmasına aykırı içerik”ten ceza kesenler, Müge Anlı’nın “polisiye-realite-şov”una ancak el-öpesi bir hürmetle bakarlar!..

***
Şimdi bana bu yazıyı yazdıran temel sebebe gelelim! Dün T24 PAZAR’da RTÜK’ün “Modern Family” dizisi üzerinden yayıncı kuruluşa verdiği cezayı değerlendiren, bu arada dizinin kısaca içerik çözümlemesine de giden bir yazı kaleme aldım. Bu yazı sosyal medyada yine dün gündeme gelen ve Müge Anlı programından çıkış bulan “Palu ailesi” ile etkileşimsel bir motivasyonla alımlandı.
Bana ilkin sevgili okurum/takipçim Refik Bilmez’den gelen mesaj şöyleydi:
“Az önce, yazınızdan önce bir başka aileyi tanıdım, okudum. Palu ailesi. Müge Anlı’nın programında ailenin çarpık ilişkileri, cinayetleri, tecavüzleri, cincilik, dayak, iftira… Ne ararsanız bu ailede ve programda mevcut ve bizim toplumdan bir ailenin durumu. Peki bizim toplumumuzun ruhsal yapısına, ahlaki geleneklerine Modern Family mi daha çok zarar veriyor yoksa Palu Ailesi mi? Modern Family’e ceza verilecekse bu programın tv’si kapatılmalı. Bir de yayınlandığı saatler ve seyirci kitlesi de tamamen apayrı. Müge Anlı sabah program yapıyor, çoluk çocuk herkesin izleyebileceği bir saatte ve hiçbir sakınca gözetilmiyor. Modern Family büyük ihtimal akşam kuşağıdır, onu izlemek isteyen mutlaka belli bir çabayla izliyor.”  
Ardından istikrarlı ve kararlı diğer takipçi okurlarımdan mesaj yağmaya başladı. Yıldız Erdal,“Müge Anlı’nın programını izleyenler, Türkiye’de yaşanan bu trajik olaylara ne kadar sorumlulukla bakabiliyor; bu programın kesinlikle 5N1K kritiği yapılmalı” notunu düştü. Şule Samurkaş,“Sosyal medyada gösterilen şemanın 3. satırına kadar okuyabildim;

düşünüyorum da, bizim okumaya kalbimiz dayanmazken, o ailede yaşayan minikler nasıl dayanıyordu” diyerek hissiyatını paylaştı. Tuğçe Ersoy, bana, “Hocam ben de Palu ailesi değerlendirmesi bekliyorum; geriye dönük yayınları izledim, dehşete düştüm; din, aile kurumu, akrabalık, büyü, cehalet, ensest, çocuk istismarı, birçok konu iç içe” uyarısı ile bir yazar olarak sorumluluğumu hatırlattı.
***
Okur’un dediği olur elbette!..
O yüzden bu yazı şekillendi.
Ancak ben, bir dönem sadece televizyon yazıları yazarken Müge Anlı’nın programını uzunca bir süre mercek altına almış ve bu doğrultuda program üzerine neredeyse kitap yazacak noktaya gelmiş olsam da sonra böyle bir yörüngeden uzaklaştım (yine de programa ilişkin olarak son kitabımda yer alan şu yazıya bakılabilir: “Tatlı-Sert Bir Safari ya da Cinayet-Şov”, Görünüyorum, O Halde Varım: Meşhuriyet Çağı’nda Kültür ve İnsan, Can Yayınları, 2017, s. 84-87).
Dolayısıyla “Palu ailesi”yle ilgili programları izlemedim ve bu yazıyı yazma öncesinde de böylesi saatler alacak bir incelemeye zaman yetiremedim.
Bununla birlikte yine bir başka takipçim, Pınar Beğendi, bir sosyal medya popüler sözlüğündeki detaylı entry’e dikkatimi çekerek programın içeriğinden enine boyuna haberdar olmamı sağladı. Gerçekten, yukarıda aktarılan mesajlarda da belirtildiği gibi, bırakın seyretmeyi, okunması dahi zor ve yürek kaldırmayan bir olaylar zinciri! İnsanın yaşadığı coğrafyadan ürpermesine de utanmasına da yol açacak derecede!..

Programda yayınlananlara iyice hâkim olduktan sonra daha ayrıntılı bir değerlendirme için vaatte bulunarak an itibarıyla okuduklarımdan hareketle zihnimde uçuşan düşünce parçacıklarını paylaşmakla yetineyim burada!..
***
 “Modern Family” dizisini cezalandıran RTÜK’ün üye çoğunluğunun dizide kurgusal mahiyette sunulan bazı sosyal-kültürel ilişki biçimlerinden rahatsız oldukları kuvvetle muhtemel...
Evet, evlilik-dışı ilişkiler de var dizide, heteronormatif olmayan ilişkiler de… Ve bunlar, meşru bir çerçevede sunulup sevginin, duygunun, iyiliğin, güzelliğin, doğruluğun, dürüstlüğün bu ilişkilerde de mevcut olduğu işaret ediliyor.
Fakat heteroseksist ve homofobik kültürel koşullanmaların algı evreninde, hele ki bizim bu topraklarda bunların tek yansısı malûm olduğu üzere “Lût kavmi”dir!..
İşte bunları düşünürken, birden dört yıl kadar önce kendisiyle kapsamlı bir söyleşi yapma imkânı bulduğum Müslüman trans birey Öykü Ay’ın bana söylediklerine kanat çırptım!..
Öykü, bu ülkede dindar-muhafazakârlığın LGBTİ+ kültürü değerlendirirken kullandığı en yaygın ve tipik “kriminalize-klişe” olan Kur’an’daki Lût kavmi bahsine ilişkin şu çarpıcı yorumda bulunmuştu:
“İslam’ı şarlatan gibi kullanan beylere söyleyeceğim. Lût kavminin sebebi onlar. Ben, ‘bunu’ isteyerek yapıyorum, kimseyi de bu konuda eğilime teşvik etmiyorum, etmem de; hiçbir eşcinsel de yapmıyordur. Bu benim kişisel tercihim. O dönemde [Lût kavmi dönemi] çocuğa taciz, erkeğe taciz, kadına taciz, bunlar olduğu zaman eşcinselliğin üzerine yapıştırılmış bir damga bu. Erkeğe zorla taciz, kadına zorla taciz, tecavüz, içki-âlem, kavga-gürültü derken Lût kavmi helak olmuş. Ama bir avuç travestinin veya bir avuç LGBTİ bireyin Lût kavmi helakine uğrayacağını sanmıyorum. Lût kavmine sebebiyet verebilecek zihniyet, 3 yaşındaki çocukları 30 yaşındaki adamlarla evlendiren zihniyettir. Sokaktaki 5 yaşındaki, 10 yaşındaki erkek çocuklarına tecavüz edenlerdir” (“Rabbim Böyle Yaratmış: Bir Trans’ın Dinî Serzenişi”, T. Atay, Çin İşi Japon İşi - Cinsiyet ve Cinsellik Üzerine Antropolojik Değiniler içinde, İletişim Yayınları, 2017 [2. Baskı], s. 216).
***
Şimdi, Öykü’nün bu ifadeleri doğrultusunda söyleyin bakalım, hangisi Lût kavmine daha yakın? “Modern Family” mi?..
Yoksa “Palu Family” mi?!..
Cevap aşikâr…
Peki ama bu durumda Müge Anlı’nın programı yayından mı kalksın?
Kesinlikle hayır, çünkü böyle bir yaklaşım ilke olarak da doğru olmadığı gibi, yarardan çok zarar getirecektir. Bu tür yayınlar, televizüel ortamdan çıkarılsa bile bugünün dijital sonsuzluk evreninde, diğer deyişle “siberuzay”da kendilerine rahatlıkla, fazlasıyla ve yasak nedeniyle daha da kışkırtıcı enerjiyle seyir alanı açabilecektir.
Bırakın yasağı falan… Siz, “zehir” karşısında “panzehir”e yönelin, yeter!..
Yani?..
“Modern Family” izlemeye, eğlenceli bir ciddiyetle devam!..   
*
10.1.2019

HADİ GİDELİM

Adalet Ağaoğlu, Birinci Basım 1982, Remzi Kitabevi, İstanbul.


Hikayeler.
Toplam 8 adet hikaye.
*
Genelde pek sevmedim.
Ama, "Kimi Zaman da Yapayalnız Gitmek Uzun ve Çok Dönemeçli Yolları", adlı hikayedeki, yazar Osman Hasat tiplemesini, ilginç ve hoş, buldum!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"İnsan ne de olsa övülmekten hoşlanıyor" 33
-"Şimdi bu içki kokan ağız" 35
-Belediye, kayırılmışlarla yaşlı temizlik işçilerinin ellerine uzun saplı birer süpürge vererek onları... kuru yaprakları süpürmeye gönderdi" 71
-"Harika çocuk gibi bir şey olmalı Osman Hasat. Üç yıl öncesine dek, tek satırını bilmiyorduk. Üç yılda dört röportaj, iki denem, beş inceleme, iki de romanı çıktı... okumaya çalıştığım o tek kitabından ötürü, onun yazarlığıyla... bir ortaklık kuramayacağımı sezdim; ancak, sezgiyle olmaz ki. Bilmek gerekir. Mesela, 'YuvanıYaparım'la ne denmek isteniyor?" 91
-"O ilk satırlar da "Saçıbuçıklaar, kaçkaçta papağı nörilirsiniz" diye başlıyordu. Allah kahretsin, ben bu dili bilmiyordum... Hemen şapkayı oturttum tepeme: Anlaşmanın başka yolları da var. Şapka çıkarmak, şapka giymek gibi... El, kol işaretleri... Öyle mi, değil mi, kardeşim ibn Abdullah, derken, uyuyakalmışım zaten" 93
-"Şu bizim yazarlar sanıyorlar ki beyim, yazmak zor iştir. İnanmayın. Hiç zor değil. Amma, tabi laf döktürmeyi bileceksin. Biraz gırgırcıyımdır ben. İyi laf döktürürüm... Sonra biz ne olsa, toprakla, hayvanla haşır neşir ola ola bir şeyler öğrenmişiz. Neyi? Gütmeyi. İnsanları gütmeyi bileceksin" 95
-"İnsan kendine ait bir şeyi başkasına verince, geri istemek çok güç olur" 97
-"Yazmak hoşsohbetlik işidir" 98
-""her şey iğrenç!" diyen biri, neden seni o 'her şey'in dışında bırakmış olsun?... O zamanlar o kadar gençtik ki, kendimizi bile tanımıyorduk... Bu mektuplaşmalar böyle, çok iyi anlaşan iki dost arasında tam üç yıl sürüp gittiğine göre... Derken, bitiveriyor işte. Neden kopmuşuz acaba?" 100
-"İnsan, kendi gözüne görünmeyeni yok sayıyor nedense" 108
-"... kendi kendime olunca, cinbaşıma, işte görüyor musun, hiçbir şeyler almaz oldum, aldırmaz da oldum, ye ye, yalnızlık; ne yiyeceksin, geçende makarnayı da size veriverdim zaten, bitiremedim" 117
-"... zaten otur otur, ağırlaştım, yalnızlıktan iş güç tutmaz oldum, ha deyince toparlanıp kalkamıyorum ki" 118
-"Ankara'ya nerden mi geliyoruz? Sayısını ve adını bilemeyeceğim bir yığın Anadolu kasabasından. Hani, gün batar batmaz yaşam eviçlerinde bir iki saatçık daha sürüyor... çarşının tek açık kalmış yerinde, bir aşevinde, aile babası olamamış küçük memurlar, kurufasulye ile helva eşliğinde rakı içerler ya, oralardan" 129
-(Paris'te), "Konya bir yana, ben geceleri Ankara'da tek başıma hiçbir yere çıkmazdım.../.../... Bense bu kentte hiç yoğum. Geceleri büsbütün ölmüş gibiyim" 133
-"Hoş, oturdumsa hiçbir şey anlamadan, ölmüş gibi... Evet, gerçi benimle aynı bursu alıp gelmiş erkekler de var. Kimi Adana'dan, kimi Sivas'tan... Onlar da benim tek başıma çıkmamı hoş görmüyorlar... Bir gece... ana caddeye dek yürümüştüm... Görmüşler. Ertesi sabah bana kursta... Paris'e gelir gelmez erkek arkadaş aramaya başladın... dediler. Geceleri yalnız dolaşan kadınlara böyle bakıyorlar. Onlar, kendileriyle çıkmamı da istemiyorlar. Memlekette isterler, fakat burada istemiyorlar. Paris'li kadınlar arıyorlar" 143
-"Babam hiç sigara içmemiştir. Annemden başka kadın yüzü görmemiştir. Bir masada, rastlantısal olarak elinin yanına düşen bir kadın elini tutabilmeyi çok istemiştir. Tutmamıştır. Çalışkandır, doğrudur, Türk'dür. Biraz dindar, biraz da tüccardır" 151
-"Dil dersi veren okulun kapısından akın akın çıkıyorlardı... Her boydan, her renkten. "Ulan kıvıramıyacağım ben şu meret dili be!" Oradan geçiyordum. Kalabalık arasında, caddeye çıkan kara bıyıklı adamlardan biri böyle demişti. Gırtlağını temizleyip balgamını yere atmıştı... Yedi kadar adamdılar. Biri ötekinin koluna girmiş. Bir başkası berikinin ensesine vuruyor. Biri, yanından hızla geçip giden çarpıcı bir genç kadına "Anam!" diyor, iç çekiyor. Aralarında ziraat mühendisi olan kadın da var.../.../ "O gördüğünüz beylerle birlikte kursa gönderildim ben. Fakat ilkin dil öğrenmemiz gerekiyormuş da..."/.../... Sarsıcı inceliklerle dolu bir film. O en damıtılmış, saf sevgi ile, en yırtıcı anlayışsızlıklar içiçe... Altı aylık bir bursla gelmiş. Kurs görüyormuş... Keşke benimle sinemaya girmesini istemeseydim! Renksiz, kokusuz, cansıkıcı bir kadın. Donyağı. Öğretmen kılıklı" 154-156
-"Gazeteler yazmıştı. O zaman... Çalgıcılar gelmedi. Babam, Sirkeci'nin bir otelinde o çalgıcıları, çalgıcılarla birlikte gelecek işveli, hoş kokulu bir kadını bekledi. Rakı sofrasının başında oturdu durdu. Kendisi içmediği için, otelin tepesine kurdurulmuş masaya otelciyi çağırdı. Adam içti, babam şarkı söyledi... Ziraat mühendisi, kırk yaşlarında bir kadın, Ankara'dan kurs görmek için burslu gittiği Paris'in bir otel odasında ölü olarak bulunmuştur. İntihar ettiği saptanan..." 161
*
9.1.2019

ŞEHADET

Ne çok şehit var!
Bu söz ne kadar çok kullanıyor!
*
Bir liderimiz, anlam olarak, şöyle konuşabiliyor:
Biz farklı geldik, şehadeti göze aldık.
*
Demokratik olduğu belirtilen bir ülkede, halkın karşısına çıkıp oy isteyen ve seçimi meşru gören anlayıştaki biri neden böyle şeyler söyler?
*
Geçmişteki bir örnek olay, bu yaklaşımı açıklamakta yeterli olur mu?
*
9.1.2019

GELİNEN YER

Nerdeyiz?
*
Nasıl yaşayacağımız bir yana, artık, ne düşüneceğimizi de başkalarının kararlaştırılacağı bir noktaya mı geldik?
*
9.1.2019

İNSANLIK

odatv'de şöyle bir haber var:

*

https://odatv.com/su-avrupada-insanligin-geldigi-noktaya-bak-08011940.html

Şu Avrupa'da insanlığın geldiği noktaya bak

Malta, İtalya ve İspanya iki kurtarma gemisinin limanlarına girmesine izin vermezken, gemilerdeki durum da giderek kritikleşiyor...


 

Karakter boyutu :

Malta, İtalya ve İspanya iki kurtarma gemisinin limanlarına girmesine izin vermezken, gemilerdeki durum da giderek kritikleşiyor. İki gemi Aralık ayında 49 mülteciyi boğulmaktan kurtarmıştı. Papa Avrupa devletlerini gemidekileri kabul etmeye çağırdı. Köşe yazarları bu çağrıya kulak verilmemesi karşısında dehşete düşmüş durumda.
EuroTopics'in derlemesine göre yazar ve gazeteci Paolo Di Stefano Corriere della Sera'daki yazısında, Avrupa'nın insan hayatına saygısını tamamen yitirmiş olmasından yakınıyor:
“Haftalardır 49 insanın hayatının uluslararası bir tartışmaya, karşılıklı suçlamalara, sayılara, diplomatik tedbire ve 'emsal oluşturmama' endişelerine indirgendiği tüyler ürpertici bir tiyatro izliyoruz. Savaştan ve ülkelerindeki yoksulluktan kaçan zavallıların kurtarılması, cömertçe Noel, yılbaşı ve Epifani Yortusunu kutlayan Avrupa devletleri için affedilmez bir emsal vaka olur. Çünkü bir insanın kurtarılması ilerde birçok insanın kurtarılması zorunluluğu doğurabilir ve böyle bir sorumluluğu şu anda üstlenmek isteyen hiç kimse yok. Yani, birçok insanı kurtarmak zorunda kalmaktansa, bir tanesini bile kurtarmamak.”
The Malta Independent öfkeli:
“Yeter artık. ... Malta bu 49 sığınmacıyı kabul ederse uluslararası arenada çok net belirlediği duruşundan taviz vermiş olmayacaktır. Aksine daha fazla insanlık gösterebilirsek, ülkenin ağır darbe almış imajı düzelebilir. 49 kişi Malta kıyılarında dalgalarla ve soğukla boğuşurken Katolik Malta'nın Epifani yortusunu törenlerle kutlaması düpedüz ahlaksızlık. (Gemideki) Umutsuzlardan biri öylesine çaresizdi ki, karaya ulaşmak için denize atladı.”
Público'ya göre sığınmacıların kaderiyle ilgili yaşanan siyasi çekişme çok manidar:




 



“Malta Başbakanı Joseph Muscat pazar günü gemilerin yanaşmasına izin vererek emsal oluşturmak istemediğini açıkça söyledi. ... Muscat on yıldır (Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grubu üyesi olan) sosyal demokrat Malta İsçi Partisi'nin lideri, radikal sağ bir partinin değil. Ama radikal sağın güçlendiği ve bir zamanlar hümanist değerleri paylaşan geleneksel partileri yuttuğu bugünün Avrupa'sında, radikal sağın tırmanışı karşısında duyulan korku diğer partileri de radikal sağa kaydırdı. Muscat'ın partisi de bunlardan biri. Avrupa seçimlerini beklemeye hiç gerek yok: Avrupa'yı felç ederek ve bilinçleri ele geçirerek, aşırı sağcılar çoktan zafer kazandı bile.”
Odatv.com
*
odatv, Avrupa'da insanlık demiş.
Peki, başka yerlerde farklı mı?
"Biz"de, "insanlık", daha da, beter bir halde değil mi?
*
9.1.2019
*
EK:

http://t24.com.tr/yazarlar/zeynel-lule/irkcilik-ve-dogru-bilinen-yanlislar,21315

Konuk Yazar

Irkçılık ve doğru bilinen yanlışlar

Bundan yaklaşık altı ay önce yine bu sütunlarda, “Türkiye’de konuşulmayan sorun: Irkçılık” başlığında bir yazı yazmıştım.
O yazıda şöyle bir tespitte bulundum:
“Dünyanın neresinde olursa olsun yaşanan felaketlere ‘Vicdan’la bakamayan, ya da vicdansız insanların Türkiye’de giderek arttığını görüyorum.”
Üzülerek görüyorum ki, bu vicdan yoksunu bakış giderek artıyor. Vatandaşlarımın, yılbaşında bayraklarıyla kutlama yapan Suriyelilere tahammülü yok.
Sosyal medyada ‘yalan ve yanlış’ paylaşımlarla halkın Suriyelilere yönelik öfke ve kinini artırma eylemi yapılıyor. Teyit.org’un bizzat resmi kaynaklardan bilgi alarak yalanladığı bir çok paylaşım var.
Suriyeli bir sığınmacının doktor dövdüğüne yönelik görüntülerin, Rusya’da çekildiği, Konya Belediyesi’nin Suriyelilere maaş dağıttığına yönelik görüntülerin, belediyenin sosyal yardımı olduğu, Türk halkının dinden çıktığına yönelik Suriyelilerin Gaziantep’te yürüyüş yaptığı yönündeki görüntülerin de 2012’de Yemen’de ki bir görüntüye ait olduğu anlaşılmıştı. Bu ve buna benzer birçok örneklere yer verilmişti.
Görülüyor ki ortada bir kışkırtma var ve sosyal medya bunun için iyi bir mecra oluşturuyor.
Bir de ‘doğru bilinen yanlışlar’ var.
- Suriyeliler devletten maaş almıyorlar. Kızılaykart ile yapılan yardımların tamamı, (ayda 120 TL) AB ve AB ülkelerinden karşılanıyor. 
- Suriyeli gençlerin istedikleri üniversitelere sınavsız girdiği bilgisi yanlış. Yabancı ülke vatandaşı statüsündeler. 
- TOKİ’den bedava ev aldıkları, devlet memuru oldukları, seçimlerde oy kullandıkları tamamen asılsız. Bunun için TC vatandaşı olmak gerekiyor.
Geçenlerde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu açıkladı. Bugüne kadar 76 bin 443 Suriyeliye vatandaşlık verilmiş. Suriyeli olup da çalışma iznine sahip olanların sayısı da 65 bin. Yani 3 milyon 650 bin civarındaki bir sayı için oldukça az rakamlar.
BBC Türkçe’den Selin Girit ve DW Türkçe’den de Burcu Karakaş bu konuda kapsamlı haber yayımladılar. Okumanızı  tavsiye ediyorum. Hatta, Selin Girit’in röportajını şuradan  izleyebilirsiniz. 
Hem Suriyelilerle birlikte yaşayan Türkler, hem Suriyeliler hem de bu konuda uzman isimlerle yapılmış söyleşiler var. Oldukça kapsamlı.
Durum aciliyet gösteriyor. Bir yılbaşı kutlamasının yarattığı tepki bunu gösterdi. Türkiye’de giderek yükselmekte olan ırkçı söylem, davranış ve tepki biçimleri var.
İşin garibi, kimse bu tavırların ‘ırkçı tavırlar’ olduğunun farkında değil. Rahatlıkla, -sosyal medyada da olsa- ‘Suriyeliler kısırlaştırılsın, çocuk doğurmasınlar’ denebiliyor. Buna benzer en ufak bir söz Avrupa’da Türkler için söylense, hemen soruşturma açılır ve bu kişi hakkında mahkûmiyet kararı çıkar. Üstelik davayı Türkler değil, insan hakları örgütleri açar.
Türkiye resmi rakamlara göre 3 milyon 650 bin Suriyeliyi bünyesinde barındırıyor. Son yedi yılda, ‘zorunlu’ olarak, ‘savaştan ve ölümden kaçmak’ amacıyla ülkemize gelişler oldu.
Bu durum daha sonra şekil değiştirebilir veya bu gelişler ‘suistimal’ edilebilir. Ama bu konu hiçbir zaman bir başkasına ‘Nefret’ bakışını beraberinde getirmemeli.
Irkçılık, hiç bir şekilde savunulamaz. İnsan şeref ve haysiyetine kasteden, insan onurunu zedeleyici, yok edici, toplumları birbirinden ayıran bölücü ve parçalayıcı; medeni milletlerin kabul edemeyeceği bir bakış açısıdır, duygu halidir.
Üstelik bundan en çok mağdur olanlar Avrupa’daki Türkler…
İnsanı, insan olarak kabul etmek, insanlığın bir gereğidir.
*



 
 

7 Ocak 2019 Pazartesi

BİR DÜĞÜN GECESİ

Adalet Ağaoğlu, 3. Basım: Mayıs 1980, Remzi Kitabevi, İstanbul

SEDAT SİMAVİ VAKFI EDEBİYAT ÖDÜLÜ
MADARALI ROMAN ÖDÜLÜ


Kitabı, üzerine yazdığım nota göre, Haziran 1980'de almışım.
Okuduğumda çok beğenmiştim.
Ama, ilginçtir, Tezel'in sözleri olan şu ilk cümlesi, "İntihar etmeyeceksek içelim bari!", dışında, konusunu dahi unutmuştum!
*
Yakınlarda, Ölmeye Yatmak'ı okuyunca, ve, sevince, merak ettim, tekrar okumak istedim.
Tekrar sevdim!
*
Ölmeye Yatmak'ın devamı.
Ölmeye Yatmak, ölmeye yatılan bir sabahtan, bir andan, geriye gitmelerle anlatılan, Cumhuriyet'in ilk elli yılının bir açıdan, belgesel gibi, bir hikayesiydi.
Bir Düğün Gecesi ise, bir akşamdan, bir düğün gecesinden, geriye gidişlerle anlatılan, Cumhuriyet'in daha çok altmışlı-yetmişli yıllarının, daha çok kurgusal, bir hikayesi.
Kahramanlar-tipler aynı!
Biri diğerinin devamı!
*
Bence, kurgu güzel, tipler güzel!
Anlatım da güzel, ve, kendine özgü!
Abartmalar bile güzel!
*
Temeli eleştiri!
Yoksa, tespit, mi demeli?
Toptan, topluma ilişkin.
Onlarca kişiyi gördüğümüz kitapta, eleştirilmeyen, neredeyse, Ali Usta ile kitapta hiç görünmeyen genç yeğeni Metin'den, ve, yine kitapta görünmeyen bir Engin'den, başka, kimse yok!
Eleştiri, herkese!
Sola!
Aydına!
İnsana!
Yönetime!
Askere!
Topluma!
İşadamına!
*
Eleştiri çok çok gerekli bir iş değil midir?
*
Anlatımın bazı yerlerinde, biraz sadelik olsa, bazı yerlerde, daha az abartma olsa, denebilir, ama, yine de, genelde, çok çok, beğendim, sevdim.
*
Toplumsal, sosyolojik... boyutu, baskın, değil mi?
*
Bence:
-Ölmeye Yatmak, Cumhuriyet'in ilk elli yılının genel bir resmi resmi ve başarısızlığının belgesi,
-Bir Düğün Gecesi, ise, bu Cumhuriyet'in, en verimli olabileceği gençlik çağında geldiği bir yerin, 12 Mart sonrasındaki, 1972 yılındaki bir anın, bir başka, ve, ibretlik, bir resmi!
*
Cumhuriyet doğal mecrasında ilerliyor!
Eşyanın tabiatı gereği, olması gereken oluyor!
Ya, bugün: o Cumhuriyet'in iyice olgunlaştığı bu zamanda, durum nasıl? Ağaoğlu bu dönemini nasıl yazardı acaba, Cumhuriyet'in?
Cumhuriyet, normal bir şekilde, tam da, gelebileceği yere, gelmiş, değil mi?
Bazı değişikliklerle.
Dönemine göre.
İhtiyaca göre.
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Çarkına okunmuş bir profesörüm demek?" 8
-"Dün tarhana kararken bugün ansızın pokere oturuvermiş eller gibi" 9
-"Hala her şeyi kendisi yönetiyor sanıyor. Yakınlaşmaların da, uzaklaşmaların da gününü, saatini ötekilerin ayarlayıp kararlaştırdıklarını bir türlü göremiyor" 11
-"O isterse olmaz. Ben istersem, kimse emekli albayımızın kendisi için bir şey istediğini anlamaz" 15
-"Konfeksiyon çağı. Ben de bu çağa uygun hazır sözler bulup söylüyorum işte. Tezel, hazır giyimin bu denli ayağa düşmüşünü sevmez.../... aydın olmak adına sırt çevirdiğimiz, görmezden geldiğimiz bütün ucuzluklara rastladım. Onların arasında kendime de" 19
-"Üstünde en çok ne yanı seçeceğini bilememenin yorgunluğu var. Onu evlatları arasında bir seçme yapma durumunda kim bıraktı, bir bilebilse!" 21
-"İyi bir resim nasıl anlatılır? Hem kendini siliş bu resimlerde, hem tepeden tırnağa kendisi oluş nasıl boyanır?" 22
-"Ablasıyla aralarında çok uzak, yakınlığı özenle bastırılmış uzak, soğuk bir konuşma geçti" 23
-"Deftere geçirilerek anımsanan şeylerden bir hayır gelirmiş gibi" 24
-"Ne dünden sorumlu, ne yarına borçlu olduklarını ilan etmiş kişilerin küçük koalisyonu çözüldü" 26
-"... bulup o enayiyi, kendi vermek istemedikleri hizmete ve yardıma koşarlar. Hemen bir yolunu bulurlar yükü üstlerinden aşırtmanın" 28, 29
-"Sanat ve kültür kolonimiz öyle istediği için estetik konusunda uzmanım ya, konuş artık" 30
-"Çünkü bunamadan ölmeye kararlıyım"31, 32
-"Hele İlhan'ın, kapısında kullar besleyen, seni öperken bile o öpücüğü alacak defterine kaydeden halleri! İmparatoriçesine bayılıyorum ama. Bir gün aklıma esse de, yirmi-yirmi beş yılda New Yok'tan daha New York olmuş bir Amasya çizeyim desem, Müjgan'ı çizerdim. Tabii bir adım önünde de Başkentimizi; İlhanı" 32
-"Artık cezaevlerinde tek kişiyi görmeye gitmedim işte. Kimse için ah, vah etmez oldum. Kendime hiç bir görev vermiyorum... İşte her şey nasıl yarım yırtıksa, devrimcilerimiz de nasıl geri kalmışsa... benim anarşizmim de öyle yarım yırtık, öyle geri kalmış.../.../... Onca kıçını yırt, sonuç... Bunu düşünüyor olarak bile... Hiçlik piç oluyor. Puşt Ruslar! Onlar da adam kandırdılar. Onların düşünürleri de, yazarları da, sanki her bir şeyi ve her bir kişiyi tek tek yaşamışlarmış, YAŞAMIŞLARMIŞ gibi ya şu, ya bu deyip çıktılar... Ne o, ne bu. Bu inançsızlığın, o bunalımın ve yorgunluğun, bezginliğin sonu bilmem nereye varırmış... Niye varmadı peki?" 33, 34
-"... geri kalmış devrimcilerimizin en ilerisi kadar gelişmiş.../... Kendini suçlayıp suçlayıp bağrına kurşun sıkan üç beş aptal Rustan biri olup çıkarsın.../... Bencilim ben!... İnsan yüceymiş, insan direnirmiş, insan yönetirmiş... Gördük. Para yönetir, silah yönetir... Sen orda saf saf insanlığı yönetiyorum güzellikle, barışla, sevgiyle derken, başkaları üstüne bir fiske şeltoks sıkıyorlar, işin tamam!... bu işi beceren de Papa, pardon para!.." 35
-"... yarım yırtık iki arkadaşları varsa, onlarla da küsüşmüş olarak..." 42
-"Eski dangalaklarıma bu gece sıkı sık yakalanıyorum nedense... Bir zaman önceydi o. Yani, neyle karşılaşırsam karşılaşayım... herkes işi gücü bıraktı da yalnız benim iyiliğimi düşünüyor sanırdım. Niye...? Sen öyle düşünüyorsun diye... İyi ya işte, artık böyle düşünmezsin. Ellerini yüzünü umut mu, iyimserlik mi ne diyorlar, işte onlardan bir güzel yıkar arıtırsın... Benim asıl ümidim ümitsizliğimdir! Mutluluksa mutsuzluğun bilincinde olmaktır!" 43
-"Yirmi beşlerinde... sınırdışı edilmiş, yersiz yurtsuz bir vatandaş -ne vatandaşı canım-, sınırdışı edilmiş bir HİÇ olarak duydum kendimi" 53
-"Herkes işi gücü bırakmış, başkalarına neyi nasıl yapacağını öğretme peşinde" 57
-"Kendisini ansızın bin misli nasıl önemsiyorsa beni de ansızın bin misli küçümseyen yüzünü gördüm... İneklikti, başka hiç. Faşizme karşı Oktay'la yan yana, el ele dayanışma tablosu sunmaya kalkmak. Hem nasıl içtenlikle!.. O dayanışma bizim aramızda gerçekten olabilseydi... Her birimiz bir hava tutturmuşuz, onu çalıyoruz... Kimileri dışarda ağlar... kimileri içerde, burnu kaf dağında; onlar için... ordan burdan borç alıp, iane toplayıp azlığından da utana sıkıla paralar verenlere bir afra, bir tafra: Biz içerdeyiz, siz niye dışardasınız? Salt bu nedenle hala kendi kendilerini ihbar edip yanlarına gidenler var" 61
-"... iki kasketli çiziktirmişsindir. Ellerinde birer yaba. Yabalara iyice özenmişsindir ama. Adamlar yaba görmeyeli kim bilir kaç yüzyıl var. Bir yüzyıl var. O İsveçlilerden biri evinin duvarına, elinde yaba, iki kasketli astı mı, doğayla birlik müzeden çıkarılmış en ilkel üretim aracına el koymuş gibi duyar kendini. Sen onlara o eski kilimini okutsaydın daha iyi ederdin" 63
-Gerçekte hiç bir bağım yok o kentle... Son yıllar oraya her gidişimde aile bağımın bir ilmi kopa kopa, her dönüşümde ardımda bir iki yok bıraka bıraka o kentten boşaldım.../.../ Yanlarına her gidişimde bir şey eksilmiş oldu. Her dönüşümde dönüş hüznü biraz daha yok oldu. Eski küçük kırgınlıklar bile silineceğine azmanlaştı. Ömer ve Aysel dışında hepsiyle. Ama artık Aysel de yok.../ Bütün bağları koparıyorsun. Bütün zorunlu aile bağlarını yok ediyorsun" 69, 70
-"İnsanın kendisine yalan söylemesinden daha rahat ve kolay ne var acaba?" 74
-"Yanlış insanlıktır" 77
-"... payımıza düşen... külüstür apartmanın iki dairesini işte, Aysel'le ben, -ee mirasa karşıyız ya-, yeni Anayasa özgürlüğünden başımız dönmüş olarak subaylara yüzme havuzu, kıyı konutu falan yapılsın diye şanlı ordumuza bağışlamıştık, çoktan!/ Böylece Thames'e bakıyorum işte.../ Gelir gelmez bana verilen numaraya telefon ettim. Soğuk, kuşkulu bir sesti benimle konuşan. O donuk sese karşı kendiminkinin neden öylesi coşkulu olduğuna şaştım ve buna kızdım... Bir kadındı, evet. "Burda bir İngilizle mi evliymiş ne? BBC'ye bizi tanıtıcı programlar da mı yapıyormuş ne?" Herkes de neler biliyor. Ben dünyadan habersizim canım. Koca alıp bırakmaktan, içmekten, zalimlerden nefret etmekten ve resimlerimi güzel yapmaya çalışmaktan sağı solu görecek halim mi oldu?" 81
-"Yoklaya yoklaya yaklaşmak herkese... Adımları hesaplı atmak... Açık olmamak. Her gün biraz daha kapanmak. Her gün biraz daha köstebekleşmek, tilkileşmek, böcekleşmek.../.../... Bizim içimiz müze be! Her gün biraz daha karanlıklaşan, kuytulaşan birer müze!.." 83
-"Bu karıyı buraya Jön Türkler miras bıraktı... Biz de Mısırlı bilmem ne paşanın torunları... Ben böyle yüz buruşturmalara, kuşku duyulmalara, öğüt dinlemelere gelemem. Aklım karıştı mı, kendime bile küserim ben... "Bir Jön Türk'ün en yoz kalıntısı yüzünden dünyam başıma yıkıldı be!" de diyemem.../.../ Öyle ya, arada bunlar olmasa kimse bir derdini postayla doğrudan bir örgüte gönderemez... Onun için bu yozun da yozu Jön Türk artıkları hep arada olacaklar.../.../ Sen de, biliyorum, sevgiyi tam zamanında istersin. Ne daha erken, ne daha geç. Sen benden daha hepçi ya da hiçisin... bilirsin ki, hep diye bir şey zaten yok. O zaman nasıl oluyor da Hep'in peşindesin... Sürekli olarak? O bütün sevginin, o bütün insanın peşindesin ha? Beni inançsızlığımdan kuşkuya düşüren sensin... Beni sevme! Göz ucuyla, için titreyerek bakıp durma bana! "Yakamdan kop!" Sana olan sevgim de... duyduğum hayranlık da bana yük. Sırtıma koca bir yük sevgim" 86-88
-"Önünü hep açık buldun. Gerçek bir acıyı bile hiç yaşamadın, bu nedenle de kendin dahil kimseye güvenmedin" 89
-"Ömer'in cetvele vurulmuş akılcılığı..." 93
-"Gizlediğimi bilmekten kaçtığımı" 103
-"Özgürlük gibi haklılık da görece bir şeydir" 104
-"Dayanmak da, direnmek de çocukların işi" 105
-"Nasıl İlhan'ın her an herkesin, Tümgeneralin bile bir kusur işlemekte olduğu kuşkusu taşıyan bakışları karşısında... söyleyebilecek?/.../... Takılırdı... Aysel, sen... Remzi'ye varsaydın ya?... milletvekili bile oldu... Köklü ailedir, diyor ya annem?... Müteşebbis adamdır, diyor İlhan da. Sen bu Remzi'ye varsaydın, bak biz o zaman ne rahat solculuk yapardık./... Aysel de gülmeye çalışırdı ya, biraz zorlama. İçin için, genç kızlığında kendi başına yaptığı küçük ihtilallerine Tezel'in hazır konmasına içerleyerek" 106, 107
-"Bilim fazla, yaşama eksik olunca ya yaşama küskünleşir insan, ya bilim içinde hödükleşir" 108
-"Sen devgençten bile ürkmemiş insansın. Benim gibi zararsız bir anarşistten, bütün eylemi içki kadehlerini dinamit gibi içine boşaltan birinden çekinmene akıl erdiremiyorum doğrusu.../.../... Demek açıksözlülüğüme duyduğu saygı bir tuzak. Faşistlerin sosyalist parti kurdurup da üyelerini bir kepçede toplamayı amaçladıkları türden bir tuzak!/.../ "Apaçık olmak suçtur. Apaçık olmanın cezasız kalmayacağı bir yerdeyiz henüz..."/.../... Kendinden gayrı kimseye verecek hesabı bulunmayan bir Aysel vardı karşımda... yanlışa da hazır.../ Yüreğini oyup önüne koymuş. Beynini çıkarıp eline almış" 109, 110
-"Ama yaşamasını bildikleriyle özümsemiş, öğrenebildiğini insanlığa yedirmiş... biriydi Engin" 112
-"Kimse polis değil. Çünkü herkes polis. Herkes polis olunca kimse polis olamaz artık" 114
-"Şimdi gericilerin sırıtık bakışlarıyla dışarıda artakalmış bir kaç ilericinin kuşkulu, uzak bakışları arasında, geçmişi yalnız kendi gözünde bir değer taşıyan züğürt baronlar gibi derslerime gülünç bir kasılmayla girip çıkmaktayım" 116
-"Geçer bu günler. Böyle sürmez. Bu düğün biter... Geçer bu günler" 117
-"Bu Pierre Loti bir tiyatro oyuncusu. Bunlar bir punduna getirip anaları yerinde reklam patroniçeleriyle evlenirler. Ondan sonra televizyonu aç, karşında bunlar. Radyoyu aç, bunların sesi" 124
-"27 Mayısçılara bile yaranamadı.../.../ Sözde 22 Şubattan post kapacaktı. İyi kaptın. Emekliye ayırıp iyice defettiler işte seni... Neyse, bu sefer bari Allah biraz yüzümüze güldü. Oyak işi kurulmasaydı, Hayrettin Paşa onu oraya, iyice bir yerleştirmeseydi..." 134, 135
-"Hüzün gözleri irileştirir... Sevinçse kısar, küçültürmüş" 137
-"Neyi bilemedim? Hepsini gül gibi büyüttüm, memlekette adları anılır kimseler oldular da nasıl bir arada tutamadım üçünü de?" 147
-"... kim nereye ne kağıt parçaları saklamıştır dense aklıma hep Aysel düşer. Altmışına gelse yine çocuğum değil mi... başını belalara sokuyor sanırım... Öz abisi bile ona vatan hainidir diye bakıyor. Bu beni yıkıyor işte" 150
-"Sanki Ömer, karısını sorarım diye uğramıyor yanıma. Aralarında bir şey var. Şunca yıl sonra? Ne oluyorlar bilmiyorum ki, ne oluyoruz?" 151
-"Beni üzdüğünü... bile düşünmedi Aysel artık! Kendini kaybetti: Aynı karından çıktık diye senin çıkarcı suratını görmek zorunda mıyım? Fırsatçı sen de!.. En yakınlarına bile insanca tek yaklaşımın olmadı. Bir bunu öğrenmişsin. En yakınlarına bile boyun eğdirmeyi. Eğmediler mi edepsizleşiyorsun. Herkese her bir biçimde küfredebilirim sanıyorsun. Buraya seninle sarmaş dolaş olmaya gelmediğimi biliyorsun ya, ondan deliriyorsun. Yaptıklarını üstelik bir de onaylamalıyız ki için rahat olsun değil mi? Onaylamıyorum işte!" 154
-"Ben anayım. Tek isteğim, çocuklarım el ele, kol kola, düşman bellemeden birbirlerini, bahtiyar olsunlar. Bunlarınsa, tam üç yıla yakındır, görüştükleri bile yok" 155
-"İnanç güzelleştirir" 162
-"Her şeyi elde etmeye alışmış insanlar, her şeyi olan insanlar bakarsın devrim de bizim olsun, devrimciler de bizim olsun derler. Kız bunu açık seçik bilemez... Yıldız paraya pula doymuş bir kız. Bunda eksik olan tek şey var. Çevresinde bulunmayan, elini uzatınca onun olamayacak bir şey. Günümüzün parlak delikanlısı artık iki tür, Tuncer. Zabit üniformalarının modasını yeniden yaratmak istiyorlar, lakin o moda da güne göre biçim değiştirdi. Şimdi yoksul kızlar için altı arabalı, altın çakmaklı delikanlılar gözde ve genellikle altı arabalı, altın çakmaklı kızlar için yoksul, devrimci gençler" 191
-"... yeterince pişkinleşememiş daha. Kendi kendisinin savcısı olmaktan bütünüyle kurtulamamış" 198
-"... o büyük sürünün, o aşağılık sürünün bir üyesi olmadığını göstermek, o aşağılık sürüden öç almak için cinayet işleyen Raskolnikov anarşizminden daha büyük bir anarşi değilse ne?.../.../... Tezel'in... Rus biçimi bluzunun iki karış üstünden ona bakıyorum" 208, 209
(Raskolnikov!)
-"Baş kişi bu işte. Bu gece... güç taşra yıllarını geride bırakıp burada muradına ermiş mutlu zaman parçası" 223
-"... benim milletim savaş sırasında bunlardan da kötü şeyler yemeğe alışıktı.../ Ben Amerikalı savaş arkadaşlarımı... her zaman çok sevmiş ve saymışımdır... kendilerini kıskanmak aklımın köşesinden geçmemiştir... onların hakkıdır... bizim gibi fakir memleketlere yardım ellerini uzatmış, büyük düşmanlarımız komünistlere karşı bizleri korumak için her şeylerini seferber etmiş bu insanlara ne yapsalar layık, ne yeseler haktır.../.../ Şimdi aramızda iyi bir formül bulduk... yiyeceklerin en yenilebilir gibi olanlarını... Tommy yiyor. Kalanları... ben yiyorum" 234, 235
-"Tokyo. Toplantıların turistik programı.../.../ Boşlukları başıboş doldurmaya çabalama. Tezel'in hiç bir şeye bir anlam vermeye çalışmaksızın o büyük boşlukları alkolle doldurabilmesi" 244
-"... size bir kasa iyi cins viski göndereyim.../.../... nereden bulacağını merak ettim... Oyak'ın bütün ziyafetleri, kokteylleri falan kendisi tarafından organize ediliyormuş da.../.../... Balkan Savaşı'nda Bulgarlar'ın esir aldıkları Türk askerlerine ot yedirdiklerini nasıl unutursunuz ha?.../... Onun bu gece, yeğenlerinden birinin düğününde, son demlerinin tadını ne olursa olsun çıkarmaya ant içmiş davranışları" 245, 246
-"Dünya dönüyor Gül. Kimseden bir şey istemeyeceğim" 263
-"Fakülteye uğradım... Dışardakiler... bir hain... girmiş gibi aralarına, benden uzaklaşıyorlar./ Gözaltından çıkarıldığımdan bu yana böyle. Ben istemedim, benim haberim yok... Kaç kez kendimi ihbar bile ettim... Ama beni koruyorlar.../.../ Babam... son olarak bilmem ne motorlarının Türkiye temsilcisi ise ve o motorları orduya satmakta da hünerliyse ben ne yapabilirim?" 276
-"Size yakın durmak için, size benzemek gerek. Çünkü sizin onlara benzemeye hiç niyetiniz yok. Tezel... çıkara dayalı evliliğiniz... Unutabilseydi, içmezdi. Aynı evde "Yüzkarası, şırfıntı, alkolik!" Size başka nasıl dayanılır... Şu fotoğraflara... Yardımseverlere de üyeymiş ya?... "Nedense Yardımseverlerin terzileri çok iyi dikiş bilirlerdi." İyi dikiş bilenini tutarsanız, iyi olur" 278, 279
-"Babaannem.../.../ Oğlum götürür beni, İlhan'ım, derken bir onurlanışı vardı!.. Kalabalıkta oğlunun cafcaflı arabasında görünmek istedi, Ömer abinin tutacağı taksi de neymiş?... Babaanneme karşı da içimde bir şey eksildi" 280
-"Bana bir muhbirmişim gibi baktı. Ama niye?/ Nereye tutunacağım? Ben bu evde olmak istemiyorum. Ben arkadaşlarımla olmak istiyorum, yalnız onlarla. O Amerikalının arabasını yakmak için ilk öne atılanlardan biri de bunun için bendim. Arkadaşlarım bana güvensinler... istedim" 281
-"Bu sıralar en çok üniforma kokuyorsun. Kan kokuyorsun, kan! Her şey kokuyorsun, ama hiç anne kokmuyorsun" 282
-"Boykot devrimciliği bildiri devrimciliğinden öte bir şey olmalı" 296
-"Lafa bakın. Şimdi koşullar hazır değilmiş daha. Şimdi serüvencilikmiş bizimki. Halk yeterince bilinçlenmeden örgütlenemezmiş. Harekete geçirilemezmiş. Geçirilirse de çok kıyım olurmuş. Yetti bu ılımlı sosyalistler de!" 298, 299
-"Herkesi yalnız içeri değil, kendi içlerine de tıkmak istiyorlar" 312
-"Aysel... Nerden buluyor bu işleri, o mutlu olma yollarını? Neden intihar etmiyor?/ "İntihar etmeyeceksek içelim bari..." Harika bu Tezel. Tam böyle gecelerin dostu" 322
-"Eyy insan onuru! Sen kişiyi düştüğü yerden kaldıran tek kurtarıcısın" 330
-"İçkinin İlhan'da iyice abarttığı cüret, yıllardır onunla aramda duran kilometrelerce uzaklığa artık pabuç bırakmıyor. Bana kaşı öfkeyle donanmış bir saygısı vardı. Saymadan edemediği için öfke, öfkelenmeden edemediği için de saygı. Şimdi taşra kentinde akşam piyasasına çıkmış iki küçük memur olarak kol kola giriyoruz düğün salonuna.../.../ Defol yanımdan, diyor... Ben şimdi bir profesörün kolundayım. Millet görsün, biz burnu havada, bizleri adam yerine koymayan aydın takımıyla istersek nasıl elense geliriz, millet görsün! Benim elde edemeyeceğim ne var be, ne var?/... Kendini bu kadar önemsemeseydin bu girişten böylesi sıkılmazdın Ömer!.." 331, 332
*
7.1.2019