10 Ocak 2019 Perşembe

HADİ GİDELİM

Adalet Ağaoğlu, Birinci Basım 1982, Remzi Kitabevi, İstanbul.


Hikayeler.
Toplam 8 adet hikaye.
*
Genelde pek sevmedim.
Ama, "Kimi Zaman da Yapayalnız Gitmek Uzun ve Çok Dönemeçli Yolları", adlı hikayedeki, yazar Osman Hasat tiplemesini, ilginç ve hoş, buldum!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"İnsan ne de olsa övülmekten hoşlanıyor" 33
-"Şimdi bu içki kokan ağız" 35
-Belediye, kayırılmışlarla yaşlı temizlik işçilerinin ellerine uzun saplı birer süpürge vererek onları... kuru yaprakları süpürmeye gönderdi" 71
-"Harika çocuk gibi bir şey olmalı Osman Hasat. Üç yıl öncesine dek, tek satırını bilmiyorduk. Üç yılda dört röportaj, iki denem, beş inceleme, iki de romanı çıktı... okumaya çalıştığım o tek kitabından ötürü, onun yazarlığıyla... bir ortaklık kuramayacağımı sezdim; ancak, sezgiyle olmaz ki. Bilmek gerekir. Mesela, 'YuvanıYaparım'la ne denmek isteniyor?" 91
-"O ilk satırlar da "Saçıbuçıklaar, kaçkaçta papağı nörilirsiniz" diye başlıyordu. Allah kahretsin, ben bu dili bilmiyordum... Hemen şapkayı oturttum tepeme: Anlaşmanın başka yolları da var. Şapka çıkarmak, şapka giymek gibi... El, kol işaretleri... Öyle mi, değil mi, kardeşim ibn Abdullah, derken, uyuyakalmışım zaten" 93
-"Şu bizim yazarlar sanıyorlar ki beyim, yazmak zor iştir. İnanmayın. Hiç zor değil. Amma, tabi laf döktürmeyi bileceksin. Biraz gırgırcıyımdır ben. İyi laf döktürürüm... Sonra biz ne olsa, toprakla, hayvanla haşır neşir ola ola bir şeyler öğrenmişiz. Neyi? Gütmeyi. İnsanları gütmeyi bileceksin" 95
-"İnsan kendine ait bir şeyi başkasına verince, geri istemek çok güç olur" 97
-"Yazmak hoşsohbetlik işidir" 98
-""her şey iğrenç!" diyen biri, neden seni o 'her şey'in dışında bırakmış olsun?... O zamanlar o kadar gençtik ki, kendimizi bile tanımıyorduk... Bu mektuplaşmalar böyle, çok iyi anlaşan iki dost arasında tam üç yıl sürüp gittiğine göre... Derken, bitiveriyor işte. Neden kopmuşuz acaba?" 100
-"İnsan, kendi gözüne görünmeyeni yok sayıyor nedense" 108
-"... kendi kendime olunca, cinbaşıma, işte görüyor musun, hiçbir şeyler almaz oldum, aldırmaz da oldum, ye ye, yalnızlık; ne yiyeceksin, geçende makarnayı da size veriverdim zaten, bitiremedim" 117
-"... zaten otur otur, ağırlaştım, yalnızlıktan iş güç tutmaz oldum, ha deyince toparlanıp kalkamıyorum ki" 118
-"Ankara'ya nerden mi geliyoruz? Sayısını ve adını bilemeyeceğim bir yığın Anadolu kasabasından. Hani, gün batar batmaz yaşam eviçlerinde bir iki saatçık daha sürüyor... çarşının tek açık kalmış yerinde, bir aşevinde, aile babası olamamış küçük memurlar, kurufasulye ile helva eşliğinde rakı içerler ya, oralardan" 129
-(Paris'te), "Konya bir yana, ben geceleri Ankara'da tek başıma hiçbir yere çıkmazdım.../.../... Bense bu kentte hiç yoğum. Geceleri büsbütün ölmüş gibiyim" 133
-"Hoş, oturdumsa hiçbir şey anlamadan, ölmüş gibi... Evet, gerçi benimle aynı bursu alıp gelmiş erkekler de var. Kimi Adana'dan, kimi Sivas'tan... Onlar da benim tek başıma çıkmamı hoş görmüyorlar... Bir gece... ana caddeye dek yürümüştüm... Görmüşler. Ertesi sabah bana kursta... Paris'e gelir gelmez erkek arkadaş aramaya başladın... dediler. Geceleri yalnız dolaşan kadınlara böyle bakıyorlar. Onlar, kendileriyle çıkmamı da istemiyorlar. Memlekette isterler, fakat burada istemiyorlar. Paris'li kadınlar arıyorlar" 143
-"Babam hiç sigara içmemiştir. Annemden başka kadın yüzü görmemiştir. Bir masada, rastlantısal olarak elinin yanına düşen bir kadın elini tutabilmeyi çok istemiştir. Tutmamıştır. Çalışkandır, doğrudur, Türk'dür. Biraz dindar, biraz da tüccardır" 151
-"Dil dersi veren okulun kapısından akın akın çıkıyorlardı... Her boydan, her renkten. "Ulan kıvıramıyacağım ben şu meret dili be!" Oradan geçiyordum. Kalabalık arasında, caddeye çıkan kara bıyıklı adamlardan biri böyle demişti. Gırtlağını temizleyip balgamını yere atmıştı... Yedi kadar adamdılar. Biri ötekinin koluna girmiş. Bir başkası berikinin ensesine vuruyor. Biri, yanından hızla geçip giden çarpıcı bir genç kadına "Anam!" diyor, iç çekiyor. Aralarında ziraat mühendisi olan kadın da var.../.../ "O gördüğünüz beylerle birlikte kursa gönderildim ben. Fakat ilkin dil öğrenmemiz gerekiyormuş da..."/.../... Sarsıcı inceliklerle dolu bir film. O en damıtılmış, saf sevgi ile, en yırtıcı anlayışsızlıklar içiçe... Altı aylık bir bursla gelmiş. Kurs görüyormuş... Keşke benimle sinemaya girmesini istemeseydim! Renksiz, kokusuz, cansıkıcı bir kadın. Donyağı. Öğretmen kılıklı" 154-156
-"Gazeteler yazmıştı. O zaman... Çalgıcılar gelmedi. Babam, Sirkeci'nin bir otelinde o çalgıcıları, çalgıcılarla birlikte gelecek işveli, hoş kokulu bir kadını bekledi. Rakı sofrasının başında oturdu durdu. Kendisi içmediği için, otelin tepesine kurdurulmuş masaya otelciyi çağırdı. Adam içti, babam şarkı söyledi... Ziraat mühendisi, kırk yaşlarında bir kadın, Ankara'dan kurs görmek için burslu gittiği Paris'in bir otel odasında ölü olarak bulunmuştur. İntihar ettiği saptanan..." 161
*
9.1.2019

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder