5 Eylül 2017 Salı

Kuyucaklı Yusuf

Sabahattin Ali, YKY'de 73. baskı: İstanbul, Ocak 2017, Yapı Kredi Yayıncılık, İstanbul

1937 yılında yazılmış ve yazarın ilk romanıymış.
*
İçinde hoş şeyler var!
Mesela, evliliğe dair, mesela, zenginliğin gücüne dair, anlatımlar.
Ancak, bence, bir bütün olarak pek güzel değil!
Yapay gibi!
Kurgu... Olaylar...
Üzerinde pek çalışılmamış gibi!
Çeşitli görüşler bir araya getirilmiş, ve, aceleyle yazılmış, gibi!
Karakterler de, bence, hiç tutarlı değil!
Hikayenin bazı kısımları da öyle!
Bazı şeyler birdenbire oluveriyor, tutarsızca...
*
Tüm kötülükler zenginliğin gücünden kaynaklanıyormuşçasına bir anlatım var, ki, bu, bence, hiç güzel değil, yanıltıcı da!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"... yamçı..." 8
-"Kaymakam.../ Salahattin Bey... yorgunlaştı... kendisinden tam on beş yaş küçük kızla evlenivermişti./ Bizim küçük Anadolu şehirlerimizde bu müzmin evlenme hastalığı daima hüküm sürmektedir... Bu izdivaç mikrobu evlendikten sonra faaliyete başlar... adamlara... bir lakaytlık gelir. Evde meram anlatmaya asla imkan olmayan, seviyesi, ahlak telakkisi, dünyayı görüşü ve itiyatları büsbütün ayrı bir mahlukla daimi bir beraberlik insanı dış hayatta da bedbin yapar ve bütün insanlardan şüpheye düşürür./ Evlendikten sonra bir adamın bütün gayesi ve istikbal düşüncesi, bir kere içine girmiş bulunduğu ve şimdi mukadder telakki ettiği bu belayı ses çıkarmadan ve dosta düşmana pek belli etmeden sürükleyip götürmek, onda herkes tarafından söylenen, fakat kimse tarafından bulunamayan meziyetler ve saadetler araştırmaktır./.../... derhal bir sürü tatsızlıklar, hatta bir hayli acılar başgösterdi. Salahattin Bey'in be esnade en az işine yarayan şeyler, mantık ve akıl gibi bazen pek gülünç ve aciz oluveren büyük isimli vasıtalardı. Kapalı büyüyen ve bu şekilde bütün tabii arzu ve ihtiyaçlarını içinde hapsetmeye mecbur olan genç kız, gayet tabii olarak, sinirli ve manen bozuk bir mahluktu. Anası onu gezmeye götürürken bir saat saçlarını düzeltmeye uğraştığı halde, ne anasının, ne babasının aklına bu kafanın içi ile de bir parça meşgul olmak düşüncesi gelmemişti.../... yatakta beyaz, tombul bir vücut arayan birçok kocalar için bu çeşit karılar birebirdi. Fakat Salahattin Bey gibi aklınca "bir aile yuvası kurmak!" isteyenler, işlerin bu şekli alıverdiğini, çok gafillik ettiklerini görünce büyük bir hayal inkisarına uğruyorlardı./.../ Saalahattin Bey kızın yaşı(nın) küçük olduğunu, gözlerini dünyaya kendi evinde açtığını düşünerek onu yola getireceğini, kendisine bir arkadaş yapabileceğini zannetti durdu. Ona evlat ve kardeş muamelesi yapacak oldu ve çirkin bir alayla karşılandı; efendi ve hakim muamelesi yapacak oldu, ya isyan, yahut da, daha ileri gidecek olursa, bayılma nöbetleri ile karşılaştı; en nihayet ona tam bir müsavat vermek isteyince de bir sürü yersiz taleplere, saçma hareketlere ve sonradan görme arzulara tahammül mecburiyetinde kaldı./ Bereket versin, Anadolu'nun bu yalnız kendisine mahsus dertleri yanında bunların gene yalnız kendisine mahsus çareleri vardır. Bunlardan en birincisi "rakı"dır./.../... kocasının sarhoşluğu karısını... bir şirret ve tecrübesiz kız mevkiinden alıp bir sabır ve feragat melaikesi mertebesine çıkarıyordu.../ İzdivaçlarının ilk senesinde dünyaya gelen bir kızcağız bile anası ile babası arasındaki bu geniş uçuruma bir köprü olamadı./.../ "Gelmedi teyzeciğim... Yavrucuğum da babası gelmeden uyumuyor..."/... Bu esnada kapı açılarak Salahattin Bey girer, merdivenleri yıkıla yıkıla çıkarak kendini elbisesi ile yatağa atardı" 11-15
-"Yusuf.../.../... hiç kimse bu çocuğun... herhangi bir hissi tezahür gösterdiğini görmemişti./.../ Mektep onu sıkıyordu... Bir sürü "kıvır zıvır" bilgi sahibi olmak için o "bey çocukları" ile düşüp kalkamayacağını söylüyordu.../.../ "Hocanın bildiği birisinin işine yarasa, kendi işine yarardı. Sen bile okudun bildin de ne oldu sanki? Benim babam bir şeycikler bilmezdi ama, evinde sözü senden çok geçerdi," dedi ve... ilave etti: "Şu Şahinde anam sabahacak encek gibi dırlanır durur da bir yolunu bulup onu bile susturamazsın; ne edeyim ben senin okumanı?"..." 15-18
(Eğitimi,
kadını küçümseme,
feodal anlayışa ögü,
değil mi?)
-"Burada çocukların büyük adamlar gibi, muhtelif sınıfları, muhtelif grupları vardı.../.../ En istihfaf edilenler, yüzsüz, korkak, yılışık ve haylaz olan bir sınıftır ki, bunların çoğunu memur çocukları teşkil eder. Usulsüz bir terbiye ile evde mütemadiyen dayak yiyen, izzetinefis namına bir şeyleri kalmayan ve mektep kaçkınlığını itiyat eden bu çocuklar, hakiki kabadayılar tarafından daima hor görülür.../.../ Yusuf bir müddet mahallenin işlerine karışmadı... Buranın insanları çok şeyler biliyorlardı; kendisinin hiç bilmediği birtakım şeyler... Ve bu bilgiçlikleri her tavırlarından dökülüyordu. Bu yabani çocuğa evvela ehemmiyet vermediler; fakat asıl ve hakikaten ehemmiyet vermeyenin bu yabani çocuk olduğunu fark edince onunla alay etmek, onu kızdırmak istediler... Adeta bütün bu anlatılan şeyleri önceden biliyormuş gibi bir hali vardı. Dünyanın en meraklı ve hayret verecek hadisesi bile onun lakaytlığını izale edemeyecek gibiydi" 20-22
-"Memleketi asıl idareleri altında bulunduran bu adamların karşısında bir hükümet memurunun ne kadar az kıymeti olabileceğini; bir kaymakamın, aşağı yukarı, kendisine itibar edilen, fakat işlerine engel olmaya başlayınca derhal tüydürülen bir kukla olduğunu bildiği için, vaziyetten tamamen ümidi kesmiş gibiydi" 56
-"Sonra insan ancak her hususuna akıl erdirebildiği şeyleri söylemeliydi" 69
-""Bu dünyada karşılıksız hayır işlenmediğini öğrendim de onun için sordum," dedi" 71
-"Hayatta hiçbir şey ona kıymetli görünmemiş, peşinden koşmak, erişmek, sahip olmak arzusu vermemişti... yalnızlığının gururu içinde memnun olmaya çalışmıştı. Şimdi ilk defa bir şey istiyor" 82
-"Cemal Çavuş... cevap verdi./ O zaman Hacı Etem elini ceketinin sağ cebine atarak bir küçük torba daha aldı, masanın üstüne, diğerinin yanına bıraktı.../ Cemal Çavuş.../ "Bir falso verip benim de başımı belaya sokmayın... İşinizi sağlam tutun!"/.../ Mahkeme uzun sürmedi. Zaten Şakir, tevkifinin haftasında müstantik tarafından serbest bırakılmıştı. Bu bir hafta... Geceleri evine bırakılıyordu. Güya gizli olarak yapılan bu müsaadeyi kaymakam, müdde-i umumi ve ceza reisine kadar herkes biliyor ve bir şey demiyordu. Çünkü başka türlü olmasına imkan yoktu. Bu böyle gelmiş, böyle gidiyor ve kasabanın başında bulunanların aklı bile, hürriyete ve onun getirdiği birkaç müsavat fikrine rağmen, Hilmi Bey'in oğlunun sahiden hapsedilebileceğini kabul etmiyordu. Hapishane ancak serseriler, köylüler ve aşağı tabakadan insanlar içindi; bir Hilmi Bey'in oğlu, adam öldürse bile, onlarla bir tutulamazdı. Değil böyle mahkum olacağı şüpheli kimseler, on beş seneye mahkum edilmiş eşrafzadeler bile, cürümlerinin cezasını çok kere yarı yarıya evlerinde çekiyorlardı.../.../ Reis, Ali'yi Şakir'in öldürdüğünü biliyordu. Zaten bunu bilmeyen de yoktu. Fakat bu bilgiden daha mühim olan şeyler vardı: Şahitler, deliller.../ Bunlar hep Şakir'in lehineydi veya öyle tertip edilmişti" 94, 96, 97
-"Hayatının bütün hatıraları lüzumsuz ve manasızdı. Ömrünün her vak'ası olmasa da olabilir, hayatına her giren insan girmese de olabilirdi.../.../ Şimdi gözlerini kaparsa hiçbir şeye yanmayacaktı.../... Ah, ölmeden evvel evladının namuslu birine vardığını görse ve gözleri arkada kalmasa, o zaman bu yorgun hayattan ayrılmayı, hatta biraz isteyecekti de" 109, 110
-"Bütün hislerden ve düşüncelerden daha kuvvetli olan ve insanı hayatında ancak birkaç defa idaresi altına alan tabii ve hakim bir duygu şimdi ikisini de avucunun içine almıştı... Bir tek üzüntüleri, bir tek istekleri yoktu. Hatta her istediğine nail olanların iç sıkıntısı da onlardan uzaktı" 129
-"... yüksek Çerkes eyeri..." 136
-"Bu Alevi köylerinin daha geniş mezhepli, daha samimi ve daha temiz olduğunu uzun memuriyet seneleri ona öğretmişti" 139
-"Kendinde her şeyi yapabilecek kuvveti görmek, sonra yapılacak hiçbir şey bulamamak... Tükenmek bilmez bir sabırla bir meçhulü beklemek" 147
-"Mesele memurların yaptığı işte değil, onların mevcut olmasında" 150
-"... bir kitap... Orda yazıyor: Bir gün Allah peygamberleri çağırıp sormuş, saadet nedir? demiş. Her biri kendilerine göre cevap vermişler. Musa: Arzı Mev'uda gitmektir; İsa: Bir yanağına vurana ötekini uzatmaktır; Buda: Hayatta hiçbir arzusu olmamaktır, yollu şeyler söylemiş. Sıra bizim Muhammed'e gelince: "Saadet, hayatı olduğu gibi kabul etmektir..." demiş. Ne doğru söz!... gördüğün fenalıkların bile bir hikmeti olduğunu düşün ve yeryüzünde olmayan iyilikleri oraya getirmek sevdasına kapılma... Sonra en mühimi: Kendini halinden şikayet etmeye alıştırma!" 151
-"Edremit.../ Hürriyet ilanının, İtalyan, Balkan harplerinin tesirleri buraya muayyen bir müddet geçtikten sonra gelmiş, askerler sessizce gidip, ölmeyenler yine sessizce dönmüşlerdi. Şehirde oldukça kalabalık bir Rum kütlesi olmasa ve bunlar dünya işlerini pek yakından takip etmeye biraz fazla meyil göstermese, belki bu kasaba dünyanın her hadisesinden uzak, her vak'asına lakayt olarak yaşamakta devam edecekti. Fakat seferberliğin ilanı havadisi... bir şeyler olacağını halka anlattı" 153
-"Kendilerini nasıl bir akıbetin beklediğini bilmeyen ve "ya gazi, ya şehit!" diye bağırdıkları halde ölümü akıllarına bile getirmeyen zavallılar... kahramanlar" 154
-"... dünyada da hiçbir yere bağlı olmadığını hissetti" 177
-"Muazzez'e bir şey söyleyebilir miydi?.../ O anasının ve başkalarının oyuncağı idi. O bir çocuktu. Onu kurtarmak için kendisine haber vermekten ne çıkacaktı?... bir işe yaramayacaktı" 199
-"Edebiyat, hatta alel-umum sanat, bence... bir fikrin ve bir hissin ortaya atılması, tamim edilmesi demektir; yani bir nevi propagandadır. Ben hiçbir zaman sanatın maksatsız olduğuna kani olmadım... kanaatimce sanat, insana insanı ve hayatı ve bunların manasını öğretmekle muvazzaftır" 221
-"... dünyanın hiçbir hadisesiyle ilgilenmelerine imkan olmadığını sandıracak kadar ruhları kütleşmiş görünen köylüler..." 221
*

6.9.2017-Ankara

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder