14 Nisan 2018 Cumartesi

DÜŞÜNCENİN BIRAKTIĞI İZLER

Osman Çelik, 1988, Gelişim Matbaası, Ankara

Merhum Osman Çelik 1966-1988 döneminde yazdığı yazılardan bazılarını bir araya getirmiş, düşüncenin bıraktığı izler demiş!
Gerçekten de öyle olmuş!
Merhum, muhtelif konularda, ciddi ciddi düşünmüş, belli ki, çok yoğunlaşmış, çok emek sarfetmiş. Bu kitapla da, düşüncesinin izlerinden bazılarını aktarmış!
*
Neler yok ki!
Çeşitli teorik-tarihsel konular...
Sosyal konular...
Bazı kitap ve kişiler konusundaki düşünceler...
*
Ancak bir hususu şaşırtıcı buldum: Bu kadar yoğun bir şekilde düşünüp yazan merhum, Çerkes Ethem konusunda yazmamış...
Yoksa yazmış mı?
Düşüncesini bilmek isterdim!
*
Ben merhumu, 1990'lı yıllarda, Çeçenistan'da savaş varken tanıdım, ciddiyetine, duyarlılığına, Kafkasya sevgisine, çabasına-emeğine şahit oldum, kendisini sevdim, saygı duydum, ve, duygu ve düşüncelerimi de adına hazırlanan bir kitap için yazdım.
*
Düşüncesinin izleri, merhumun ne denli ciddi bir düşünce adamı olduğunu gösteriyor. Hem ciddi ve duyarlı hem de emek verip çaba gösteren biri...
Düşünmüş, yazmış, odağında da hep Kafkasya olmuş!
*
Öğretici!
*
Yararlandım.
*
Ama içerik olarak katılmadığım kısımlar da var.
*
Tam olarak bilmemekle birlikte, merhumun sol karşıtı olacağını düşünür-tahmin ederdim, ancak, sol karşıtlığının ölçüsünün bu denli şiddetli olacağını düşünemezdim, algılayabildiğim kadarıyla komünizm karşıtlığının şiddeti beni şaşırtacak ölçüde imiş!
Hatta, o beyefendi insanı, çileden çıkaracak kadar...
*
Burada söylemek istediğimi, sanırım, şu iki alıntıdaki üslup, benim sözlerimden daha iyi yansıtır; ilkinde, kendi kitabının eleştirisi karşısında, tavır nedeniyle üzüldüğünü belirtirken, ikincide, kendisi eleştirirken, utanma yokluğu-yüzünün derisinin kalınlığı gibi ifadeler kullanabilmiş.
Tanıdığım o beyefendi insanla bağdaştıramadığım bir üslup...
Bu da komünizmin etkisi olmalı!
1) 1979, "NART SAVSUR'A/ "Nart Savsur", takma bir ad. Bu adın arkasındaki bir "Muhterem"... son yazımı eleştirmiş.../... alaylı... tepeden bakma eda yazı boyunca devam etmiş./ Eleştiri medeni bir usul; gerçek demokrasilerde, insani, hukuki bir haktır. Yazım, olumsuz şekilde ele alındığı için değil, takınılan tavır, kullanılan ifade beni üzmüştür.../.../ Halinden memnun "uysal bir köle" olsaydım, yazmaz susardım. Köşemde keyfime bakardım. Ulusal bir sancım var ki, "Ben de varım!" diyorum./.../ Sen kalkacaksın; ihtiyaç duyduğunda, İmam Mansur'la, İmam Şamil'le Hacı Murat'la öğüneceksin. Sonra, her şeyi unutup, "Turan safsatası" diyeceksin. Kuzey Kafkasya'da binbeşyüz yıldır oturan Karaçay-Balkarları inkar edeceksin. Ama, işine gelince, günümüz Kafkasya'sında yaşayan Karaçay-Balkar aydınlarıyla öğüneceksin. Dilediğin Turani kökenlileri kendinden bileceksin, istemediklerini unutmuş görüneceksin. Bu zeka biraz fazla değil mi?/... Biz, Kuzey Kafkasyalı kaslarla Turani kökenlilerin aynı kültür potası içinde piştiğine inanıyoruz. Bu inanç, Turani kökenliler dahil, her Kuzey Kafkasyalıda vardı. Ta ki, Sayın Savsur gibileri sol hummaya tutulaana kadar./ Şunu da hemen hatırlatayım. Bağımsızlık yolu sağ ya da sol ideolojiden geçmez.../.../ Kafkasya davası, bir bütündür. Amaç, tam bağımsızlıktır./ Başarının şartı, "Birleşik Kafkasya" dır.../.../ İkiyüz bin Çeçen-İnguş'un, yirmibeşbin Karaçay-Balkar'ın yurtlarından nasıl sürüldüğünü, cümle alemin bilmediğini sanıyor. Sayısız bireysel kıyım ve sürgünün olmadığını farzediyor. Komünist rejime ters düşen aydınların, nasıl temizlendiğini bilmez görünüyor. Bizim Turancılık yaptığımızı iddia ederken, Slav ırkının akıl almaz zulmünü aklı sıra gizlemeğe çalışıyor" 175, 177, 179-181
2) 1980, "KİTAPLAR/ "Ulusal Sorun ve Çerkeslerin Konumu", Yazan: Murat Özden.../ Kitap... asıl gayenin; komünizme, özellikle Rus emperyalizmine hizmet etmek olduğu açıkça görülür./.../ Adığe dilinde, "vursı" (vurıs) diye bir kelime vardır. "Düşman", anlamına gelir. Aslında bu, "Rus" adının karşılığıdır... her türlü düşman için, bu kelime kullanılır... kendi soyundan ruhça uzak kalanlar, bu gerçeği kavrayamazlar./.../ İlk bölümlerden biri... marksizmin ne harikalar yarattığını, "uluslara" ne büyük "özgürlükler" sağladığını anlatıyor. Güya komünizm; "Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını" getirmiş. Lenin: "Proleterya, bir ulusun bir devlet sınırları içinde zorla tutulmasını olanaksız kılan bir demokrasiden yanadır." demiş. Büyük laf etmiş. Etmiş ama; Rusya İmparatorluğu içinde bulunan yirmiye yakın mahkum millet; "biz, Rusya'dan ayrı bağımsız bir devlet kurmak istiyoruz." demek akıllılığını gösterememiş "insaf", "utanma" kavramlarını tanımayan, komünist ahlakına bakınız. Sormak gerekir: "Rusya içindekiler bir yana; Macaristan ve Çekoslovakya'dan ne haber?"/ Bu görüşlerin karşısında olanlar geri zekalı imiş! Keskin zekaya bakınız! Daha doğrusu, bu sözleri yazabilen adamın yüzündeki derinin kalınlığını ölçünüz./.../... Rusya, 18 Mayıs 1918 tarihinde kurulan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'ni, gerici bir hareketin ürünü sayarak, bu genç kardeşine saldırıyor. Yazar, bunu alkışlıyor. "Mart 1920'de tüm Kuzey Kafkasya toprakları gerici beyaz yönetimden kurtarılarak, yeniden devrimci yönetimler kuruldu." diyor./... Teraki... Afganistan'ı buna örnek gösterilmiştir.../ Afgan Halkı, "ulusal eşitlik" ve "sosyalizm" yolunda "önemli adım" atmanın kefaretini ağır bir şekilde ödemektedir.../.../... Kafkasya'daki "uluslara" geniş "özgürlükler" verildiğini, dile getiriyor. Bunu yaparken de savunduğu bazı şeyleri kendi kendine yalanlıyor. "Örneğin yerli dilin nüfus çoğunluğunca konuşulduğu özerk bölge ve özerk çevre yok gibidir. Birlik ve özerk cumhuriyet birimlerinde bile yerli nüfusun sayısı artmakta, fakat oranı düşmektedir." diyerek, Kuzey Kafkasya'nın "Rus Denizi" içinde yavaş yavaş nasıl batmakta olduğunu itiraf ediyor./.../ Komünizmde, asla milliyetçilik söz konusu olmazmış. Çünkü, bütün "uluslar" kardeşmiş.../ Bu sözlere, aancak, Lenin ve Stalin kadar has komünistler inanır./.../ Yazar, milli varlığımızın yokolması gibi bir tehlikeyi anlatmak için yola çıkmışken bundan vazgeçiyor; herşeyi komünizm adına feda ediyor. Zaten asıl yapmak istediği de bundan başka bir şey değildir./.../... Lenin'in hiçbir zaman uygulanmamış, yalan olarak kalmış, boş sözlerini yeniden yutturmağaa çalışmaktadır./.../ Rusya'nın, milletimizi yoketmek için yapmadığını bırakmadığı halde, biz yine de, Sayın Yaazaar'a göre şükran borcumuzu ödemeğe devam etmeliymişiz. Kendi asıl vatanımız üzerinde hak iddia etmek yerine, Rus komünist partisinin proğram hedeflerine varması için çalışmalıymışız. Türkiye'yi Sovyetlere bölmek için, kaynağı ne olursa olsun bütün komünistlerle işbirliği yapmalıymışız./ Bu tür düşünceler, zeka ürünü olmaktan ziyade, ruh bozukluklarından kaynaklanır. Kişinin soyuna karşı yabancılaşmasıdır. Milletimiz bu tipleri çok iyi tanır./.../... "Dönüşçü" tezi savunanlar varmış. Bu, devrimci maskesi altında küçük burjuva hareketiymiş... Zaten böyle bir istek devrim yasalarına ters düşermiş.../.../ Kendi milleti aleyhine işleyen, bu kadar alçalmış bir vicdan bulmak son derece güçtür. Böylesine çürümüş beyinlerin aramızdan çıkabilmesi, utanç vericidir./.../ Bu tür isteklerde bulunanlar, milliyetçi faşistlermiş.../ vatanları ve milletleri için bağımsızlık isteyen Kuzey Kafkasyalılara; faşist, Nazi ve Amerikan işbirlikçisi diyenler, sadece Rus uşaklarıdır. Asıl işbirlikçiler, vatanından ve milli bağımsızlık idealinden vazgeçenlerdir. Rusya'nın dünyaya hakim olma sevdasına hizmet edenlerdir./ Süper bir devlet, büyük bir güce sahip olduğu kabul edilen Rusya'ya gelince! En büyük güç Allah'tır. Maddeye tapanlar bu gerçeği bilmezler./ Rusya, İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda, doğal genişleme sınırlarına ulaşmıştı. Afganistan'ı işgal etmekle bu sınırı aşmıştır. Geriye doğru saymanın ilk adımlarını atmıştır./... Sovyet Rusya İmparatorluğu'nun yıkılacağı günler pek uzak değildir./.../... "Dönüş gibi saçma bir istekten vazgeçere, Türkiye'deki rejimi yıkalım; burada özerk bir topluluk olalım." demek istiyor. Fakat, dili bir türlü tam çözülemiyor./" 201-207
*
Kitaptan diğer bazı notlar:
-1966, "TEMEL VE MALZEMESİ/.../ 1917 Bolşevik İhtilali, Rusya'da tam bir anarşi meydana getirmişti. Rus olmayan bütün milletler istiklal için harekete geçmişlerdi. Kırım'da bunlardan biriydi. Kırım'da halk, bilhassa köylüler uyarılmaya muhtaçtı. Bu maksatla, Kırım istiklal hükümeti, anavatandan öğretmen istemişti. Anavatan; mağlup, her bakımdan yıkılmış olmasına rağmen, bu isteği cevapsız bırakmadı. Ş. Bektöre, yola çıkışlarını şu şekilde anlatır: "Elliden fazla öğretmenle, İstanbul'dan ayrılarak Kırım'a gidiyorduk... bir an önce vazifemize başlamak için çırpınıyorduk."/ Volga Kızıl Akarken, Anlatan: Prof. Şevki Bektöre./ Ş. Bektöre Kırım'da, Kuruözen Köyü'nde öğretmenlik yapar, Akmesçit'te gazete çıkarır. Fakat, çok geçmeden komünistler Kırım'a girerler... Bektöre... Türkiye'ye dönmedi. Mücadeleye devam etti. "Türkiye'nin müdafaası buralardan başlıyor." diyordu. Kafkasya'ya geçti. Bakü... Daha sonra, Türkmenistan'da, maarif teşkilatında görev aldı. Orada da rahat yoktu... 1930 isyanı kanla bastırılıyor.../.../ Komünist Rusya'da suç işlememiş olmak mühim değildi. Suçu kabullenmek mühimdi... Bektöre inat etmişti. İtiraf etmiyor... Hem neyi itiraf edecekti? 1930 isyanı, baskı rejimine bir direnişti. Bu direniş, doğal bir haktı. Komünistler bunu biliyorlardı.../.../ Zerefşan kampı... Orta Asya'da ve Sibirya'daki yüzlerce kamptan biriydi. "Sovyetler Birliğinde, mecburi çalışma kampları, lüzumlu ihtiyaçları karşılamak ve hükümetin siyasetini desteklemek maksadıyla meydana getirilmiştir."... "İnsan hayatına, şeref, ahlak gibi manevi değerlere zerre kadar kıymet vermeyen komünistler...".../.../ İkinci Dünya Harbi... "Alman orduları süratle Rusya içinde ilerledikçe... Halkta, zorla cepheye gönderilmek korkusu hakimdi. Hiç kimse Bolşevikler uğruna hayatını kaybetmeyi istemiyordu.".../.../ Harpten sonra çalışma kamplarında temizlik başlamıştı. Bektöre'yi: "Mahkumiyetin bitti." diye serbest bıraktılar. Yaşlanmış Bektöre'ye yapılacak başka muamele yoktu. Türkiye'ye dönmek için müracaat etti. Aldığı cevap:/ (-... Senin Türkiye'ye gitmene müsaade edilemez. Zira sen, tehlikeli bir adamsın. Türkiye ise, bizim, Amerika'dan sonra en çok korktuğumuz yerdir.)/.../ Sibirya'ya bir çok milletler sürülmüştü... Çeçen-İnguşlar... Sibirya, milletler hapishanesi haline gelmişti... Alman kadın ve kızlarına hayasızca tecavüz ediliyordu.../ Bektöre'nin Sibirya'daki mahkumiyeti 1956 senesine kadar devam etti. İhtiyarlamıştı... Son on yıl, Türkiye'ye dönmek için durmadan mücadele etti... Nihayet 7.Eylül.1956 da, ihtiyar Bektöre'yi sevindiren haber çıktı. Pasaportu tamamdı./... Viyana, Belgrad üzerinden, İstanbul'a doğru uçtu. Yeşilköy'e indiği zaman heyecanlanmış, gözleri yaşarmıştı. "Birden etrafımı kalabalık bir gazeteci grubu sarınca..."/ Komünistlerin işkencesine, 25 yıl dayanan Bektöre; ertesi gün, gazetelerin en mühim konusu olmuştu. Halbuki, komünist Rusya'da, Bektöre gibi binlerce, milyonlarca insan hala inliyordu./ İşte, komünist binasının temel malzemesi: Milyonlarca insanın hayatı. Milyonlarca insanın karşılıksız emeği.../.../... "Tanrı benim!" diyen Mısır Firavunları, Kızıl Şeflerde çok daha samimi idiler. Firavunlar kullarına, Tanrıca davrandılar. Kulları, kendilerine: "Tanrıdır" diye itaat ettiler. Gerçek değildi. Fakat, tatlı bir oyundu. Ya Kızıl Şefler! Cennet vadederek milyonları cehenneme sokmaları. Milyonlar, cehenneme girdikten sonra anladı sahtekarlığı.../ Evet. Bir devletin elinde, milyonluk ırgat grupları olur ve bunlar bedava çalışırsa, hazine elbette dolacaktır./ Dünyanın diğer ülkelerinde, hür camiada; bazı kuş beyinli aydınların gözünü boyuyan, parlak Rus zaferinin temelinde bu gerçekler yatmaktadır" 13, 15-23
-1966, "BÜYÜKLERİN PROJELERİ, KÜÇÜKLER VE ESİRLER/.../ Irk, fiziki karekterlerin müşterek olmasıyla izah edilir. Millet, ruhi unsurlar ve kültür birliğidir.../.../ 18. asırda, Fransa'da bir "Filozoflar nesli" yaşıyordu. Bu nesil, olumlu bir fikri çalışmanın eseriydi. Filozofların, Fransız milletinin hayatını ve hudutlarını aşan evrensel fikirleri vardı.../... Avusturya İmparatoru II. Joseph ile Rus Çariçesi II. Katerina, "Rum projesi"nin ana hatlarını, gizli olarak çizmişlerdi. II. Katerina'nın filozoflar nesliyle, sözde, samimi ilgilenişine karşılık; filozofça eserleri ve davranışlarıyla, filozof hükümdar ünvanını alan Büyük Frederik, ikili, gizli anlaşmaya, başka maksatla katılınca üç kafadarlar çetesi tamamlanmış oluyordu. Rum projesi ile, Türk'ler Balkanlardan ve Ön Asya'dan sürülecek; üçlü ittifakla Lehistan pay edilecekti.../... Fransa... ihtilalle çalkalandı... kanlı hadiselere sahne oldu... Fakat filozoflar, fikirlere ve hadiselere kendi özel damgalarını vurmuşlardı... 1791 Fransız Anayasasına da şu fasıl girmişti: "Fransız milleti fütuhat gayesiyle herhangi bir harbe girişmekten vazgeçmektedir. Kuvvetlerini hiçbir milletin hürriyetine karşı, hiçbir zaman kullanmayacaktır."... bu hakkı teslim duygusunun sürekli kaynağı olacak gerçek samimiyeti, hiçbir zaman taşımamıştır. İhtilalin meşhur ettiği bir asker, İmparator ünvanıyla Avrupa'yı harabeye çevirdikten sonra, Rusya'ya gayesiz bir sefer yapmıştır./ Fransa, sözde şerefi için savaşıyordu. Değişen bir şey yoktu. Filozofların: "Milletlere hak ve istiklal" parolası, Fransa'nın boynunda bir altın haç gibi sallanıp kalmıştı./ 19. asırda, iktisadi meseleler... "Milletlere hürriyet" fikrinin mahiyet ve yönünü değiştirmiştir... kötü şartlar altında yaşayan binlerce işçi, huzursuzluğun, her türlü kargaşalığın kaynağı olmaya başlamıştı... Gür sakallı bir Alman Yahudisi işçilere arka çıkmıştı. "Dünya işçileri birleşiniz!" diyordu. Büyük şehirlerin etrafında, her türlü manevi değerini yitirmiş, makineleşmiş insan yığınlarına fazla güvenmişti. Gür sakallı Yahudi, dünya ihtilalini müjdelemişti. Modern çağların peygamberi gibi konuşuyordu. Milletleri ayıran kesin hatları görmemezlikten geldiği için, büyük bir yalancı olarak kaldı. Fakat, yalanları gerekli etkiyi yaptı. Hiç gönül vermediği köylüler, fabrika işçilerinden daha baskın çıktı.../ Savaşın sebepleride değişmek üzere idi. Savaş için, iktisadi kaynaklar, istihsaller ve bunların planlanması esas oluyordu... Fransa'da yayılan, bir an için değer kazanan, "Milletlere istiklal" sözleri, iktisadi sebepler yüzünden tekrar unutulmuştu. Sözde, tek insanın, topluluk içindeki hürriyeti ve hakları ele alınmıştı./ 19. asırda, alt yapı buydu. Üstte, klasik müesseseler aynen duruyordu. Dış siyasetin sahte, kaypak yüzü değişmemişti.../ Kırım harbinden sonra, 1856 da Paris'te toplanan taraflar, asrın en dikkate değer kararlarını imza altına almışlardı. "Menfaat, ancak, kuvvetlilere feda edilerek, zaifler zararına elde edilmektedir." Sözü, tam anlamıyla uygulanmıştı. Galipler, mütecavize "Artık Yeter!" diyecekleri yerde; kendi aralarındaki menfaat savaşı yüzünden, Kırım'ı ve Kafkasya'yı feda etmişlerdi. Müttefiklerle savaşan Kafkasya, konferans salonuna alınmamış; hayatı savaş konusu olan Kırım ise, tedrici bir ölüme terk edilmiştir... Esir milletlerin dünkü hamisi Fransa, Paris antlaşmasında, İngiltere ile Asya üzerinde, menfaat ve nüfuz savaşına girmişti. Bu yüzden de Rusya mağlup olmasına rağmen, en karlı olarak, antlaşma salonunu terk etmişti./ 19. asrın son, 20. asrın ilk yıllarında, büyük devletlerin hak anlayışı değişmemiştir... Hukuk ve siyasi kanaatların bu hantal yürüyüşüne karşılık, saavaş makinesi korkunç bir mahiyet almıştı... Savaş, bütün bir memleketi harap ediyordu. Onun için, savaşı kendi gözleriyle gören halklar, baştakileri tutmada ve seçmede, eskisi kadar cömert davranmıyorlardı. Bu, halk idaresinin doğması demekti. Bir taraftanda milletler, kendi toprakları üzerinde, savaşsız yaşamak arzusuyla, birazda, hakların iadesi fikriyle beslenmek zorundaydı. Zira, hakların çiğnenmesi, savaşın sebebi oluyordu. Bunun için; I. Dünya savaşından sonra, Cenevre Milletler Cemiyeti, II. Dünya savaşından sonra da Birleşmiş Milletler Teşkilatı kurulmuştu./ Cenevre Milletler Cemiyeti, büyük devletlerin vesayeti altında kurulmuştu. Bir mütecavize karşı koyacak, hiçbir hazırlığı yoktu.../.../ Birleşmiş Milletler Teşkilatı, hazırladığı -"İnsan hakları beyannamesi"- ile, küçüklere ve esir milletlere ümit ve heyecan vermişti.../... Teşkilatın ana hedeflerine gidebilmesi, güçlülerin insafına terk edilmiştir.../.../ Sovyet Rusya, bir dünya devleti hayal etmektedir.../ Amerika, bunun aksini düşünmektedir... Devletlerarası münasebet, hakkaniyet esaslarına dayanacaktır. Serbest çalışma ve serbest mübadele, iç ve dış düzeni sağlayacaktır.../.../ Belki, Amerika, Rusya kadar suçlanmaya hak kazanmayabilir. Ancak, Rusya'nın bugünkü hale gelmesine, Amerika'nın ve dostlarının gafleti sebep olmuştur. Dünyanın tamamını istemeyecek bir Rus projesi, Amerika için muteberdir. Bugünkü hudutları içinde Rusya, istediği zorbalığı yapabilir.../.../ Türkiye; Cumhuriyet öncesinin kısır dünya görüşü, Türk milletinin başına büyük felaketler getirdi. Cumhuriyet sonrasının temelsiz, sulh ve batı uygarlığı parolası, devletin varlığını küçültücü bir faktör olarak gelişti. Büyüklüğünü besleyen, ırki ve kültürel kaynaklara sırtını çevirmiş oldu. Hak çerçevesi içinde, kutsal bir hedefi nişanlama yerine, tarihiyle öğünen cüce bir devlet oldu. Ama, Türk milletinin özü bu değil! Millet, büyüklüğün yollarını gösterecek liderler serisini beklemektedir./.../ Doğu Avrupa halkları, yerli hainlerle kızılların işbirliği sonunda mahkum olmuşlardır" 37, 40-49
(Merhum Çelik'in milletin beklediğini belirttiği liderlerden en azından birisi bugün mevcut olan lider olmalı, ama, maalesef kendisi göremedi!)
-1966, "NEVRUZ'UN DÜĞÜNÜ/ Mevhum bir mevsim. Güneşin doğduğunu düşünün. Dağların, beyaz-gri bulutlardan sıyrılmış, çelik tolga giymiş yüce tepelerini görürsünüz. Farzedin, böyle dağları olan bir ülkedesiniz. Dağların, kar-buzul kaplı dik yamaçlarından aşağı doğru ininiz; siyah, kırmızı, morumsu toprak... Sonra orman! Daha sonra, tatlı bir meyil. Çim ve çayırlardan geçin; ekili, verimli topraklara giriniz. Vadi tabanında tembel tembel akan bir ırmağın kenarında bir süre yürüyünüz. Yoruldunuz. Durun! Geldiğiniz yere doğru dönün. Ne görüyorsunuz? Renk ve ses cümbüşü. Değişim. Canlı ve ölü varlığın müşterek tablosu./ Bağ ve meyve bahçeleri ile orman arasında bir yeşil berzah" 51
-1968, "SAVAŞ VE BARIŞ/.../... Savaş; direnmek, var olmaktır. Bir harekettir. Yaşamaktır./ Barış nedir?... barış... Sonsuz farklılığın varlığını kabul etmektir. Barış, tek bir düşünce, değişmeyen bir tek düzen yaratma hayalini terketmektir.../ Barış, durgun bir düzenin adı değildir. Düşüncenin sonsuz farklılığına rağmen, bir prensibe bağlı olmasıdır. Her düşüncenin, sahibi adına, haddini bilmesidir./.../... Sözde, barıştan yana, çok emek çok masraf yapılmaktadır. Hepsi sahte!" 57, 58, 61
-1968, "GÜRCÜSTAN/ (Yazan... Ahmet Özkan (Melaşvili...)/ Kitap.../.../... Sovyetlerin taksimatına göre; bugünkü Sovyet Sosyalist Gürcüstan Cumhuriyeti'ne, Abhazya ve Güney Osetya'nın tamamı, Çeçenistan'ın bir kısmı dahil edilmiştir.../.../ XIX... Yüzyılın ilk üç çeyreğinde, Kuzey Kafkas-Rus mücadelesi fasılasız devam etti. Bu sırada (maalesef) Gürcü prensler Ruslarla müttefikti. (Gürcü Halkının bu ittifakla gönülden katıldığına inanmak çok güçtür.) Azerbaycan ve Gürcüstan'ın Rus garnizonlarıyla dolu olması, Kuzey Kafkasya istiklal mücadelesini zayıf düşürmüş ve yardım alma imkanlarını tamamen kaybettirmiştir. Sadece bir fikir düzeyinde de olsa, Gürcüstan'ın katıldığı bir Kafkasya Birliği doğmuş olsaydı, bütün Kafkasya için bağımsızlık ümit edilebilirdi... Ama, Gürcüstan aristokrasisinin hareketi aksi olmuştur.../.../ Eserin... çağ, din savaşlarının yapıldığı bir çağdır... Avrupalı savaşı kazandığı zaman, sürüyor, hayat hakkı tanımıyor, Osmanlı ise girdiği yere, bir hukuk düzeni götürüyordu" 63-67
-1974, "GEGUAKO-USAKOLAR/.../... Geguako-Usakolar, Adığelerin halk şiirlerini, halk deyişlerini en iyi bilen, en iyi söyleyen topluluklardı. Adiğe müziğini en iyi seslendiren kişilerden oluşuyordu.../.../... neden hayat sahnesinden çekilmişlerdi?.../.../... Geguako-Usakolaar, yabancı mal ve paralara karşı çıkacaklarına, onlarla birlikte ülkeye giren dine karşı çıkmışlardır. Halbuki, Onlar'ın itibarını düşüren din değil, yabancı ülkelerden gelen mal ve para idi.../.../ Geguako-Usakoları, din değil, işte bu, iktisadi sebepler ortadan kaldırmıştır.../.../... Her türlü ses şamatasının müzik kabul edildiği, onlar için binlerce lira ödendiği bir devirde, bizim milli müziğimizin değeri bir "Hiç!" midir?" 71, 73-75, 77
-1975, "ALİ İLE NİNO/... Azeri yazarı Yusuf Vezir'in eseridir.../.../... Ali Han ne kadar Asyalı ise, Nino o kadar Avrupalı. Ama, ikisinin kaderi Kafkasya'da, Avrupa ile Asya arasındaki sınır taşı üzerinde düğümleniyordu./ Ali Han, Türk ve Müslüman. Mezhebi Şii. Şii'lik O'nu ve ailesini İran'a yaklaştırmıştı... Türklüğü, ayrı bir renk veriyordu benliğine... Türkiye'ye umutla bakıyordu./ Nino ise, Gürcü ve hıristiyan. Hıristiyanlığı O'nu Avrupa'lı yapıyor, Rusya'ya yaklaştırıyordu. Gürcü kanı ikinci bir kişilik halinde beliriyor, O'nu yurduna bağlıyordu./ Ali Han ile Nino, görünüşte bu birbirini tutmaz temeller üzerine kuruyorlar aşklarını.../... Her ikisinin dostu, bahtsız Ermeni Naçararyan.../.../ Naçararyan şöyle diyordu:/ -"İşte Kafkasların en büyük üç milletinin üç temsilcisi bir aradayız: Bir Gürcü, bir Müslüman, bir de Ermeni. Aynı göğün altında aynı toprakta doğmuş, hem birbirlerinden farklı, fakat yine de aynı, Meryem, Hazreti İsa ve Ruhulkudüs üçlüsü gibi. Avrupalıyız. Buna rağmen Asyalıyız. Doğu ile Batıdan hem alıyor, hem de veriyoruz."/ Birinci Dünya Savaşı.../ Savaşın başında Enver Paşa'nın yönettiği Türk Orduları Ali Han'a umut veriyordu... Ermeni taburları Anadolu'nun içine doğru ilerledikçe, Naçararyan izahı güç bir hazla sarsılıyordu. Nino ise, bu iki devin arasında kararsızdı. Çarlığın yıkılabileceğini asla hayal dahi etmiyordu. Olanları korkuyla seyrediyordu./ Savaş, Türk cephesi için iyi gitmiyordu. Naçararyan dostluğu bozdu. Ali Han'ın nişanlısı Nino'yu kaçırdı. Nino bir barbar olan Ali Han'a göre değildi. Nino'nun duygularında da biraz ihanet kokusu vardı. Büyük savaş hattının gerisinde, başka bir savaş başlamıştı. Ali Han, dostları... Naçararyan'ı öldürdü. Naçararyanlar... Ali Han'ı... aylarca aradılar. Dostluğun yerini şimdi, kin ve kan davası almıştı. Ali Han, Dağıstan'a kaçar. Dostları ise, Nino'dan ayrı bir hesap istemektedirler. Ali Han'ın namusu ve şerefi! Gerekirse... Nino'yu öldüreceklerdir. Nino, kadınca bağlılığını ispat eder. Toprak damlı küçük bir evde, hasır üzerinde nikahlarını Seyyid Mustafa kıyar. Kayalara asılmış, topraksız, yoksul Dağıstan köyünde, mutlu günler geçirirler. Kafkasya'nın içlerinde olmak her ikisine de huzur ve güven verir./ Bu mutluluğu, sonuna kadar sürdürmek de güçtü. Bir yerde kesilmesi gerekiyordu. O da oldu. İhtilal!... Cepheler bozuldu. Kurulu herşey yerinden oynadı./ Ali Han ve Nino da Bakü'ye döndüler./... Bakü'de artık Rus idaresi yoktu. Hiçbir idare yoktu. Başıboş askerler, ne yapacağını bilmeyen memurlar, korkuyla bekleyen halk. Kafkasya Birliği'nden bahseden, fakat içten ayrı bir maksatla kımıldanan Ermenistan. Tedirgin, suskun Gürcüstan. Bakü sokaklarında kanlı çarpışmalar./ Ali Han ile Nino, bu defa İran yolunda./ İran'da geçen sıkıntılı günler. Uykulu, melankolik bir ruh dünyası.../ Bakü'de Türk Ordusu; çekilme, arkasından İngilizler.../ Kafkasya'da yeni cumhuriyetler kuruluyordu. Federal bir birlik yerine, birbiriyle uğraşan genç devletler. Kızıllar durmadan kemiriyordu bu genç toplulukları. Ermeniler büyük hayaller peşindeydi. Azerbaycan ve Gürcüstan hududuna yığınak yapıyor, Doğu Anadolu'da taşkınlıkları sürüp gidiyordu./ Sonra herşey bitti./ Kızıl Ordu, dört Kafkas Cumhuriyetini ezerek geçti. Türk hududuna dayandı. Halklara bağımsızlık vadeden komünistler, Çarlığın varisi oluyorlardı./ Genç Cumhuriyetler ölürken, Ali Han Şirvanşir gibi vatanseverler de öldü. Nino ve benzerleri de dul kaldı. Kafkasya yine sahipsizdi. Yalnızdı... tekrar zincire vurulmuştu. Bütün aydınları ya öldürülmüş ya da sürülmüştü.../ "Ali ile Nino", gerçekte Kafkasya'nın hikayesidir./ Bu hikaye daha bitmemiştir.../... O, kişisel dikbaşlık. Uzlaşmaz gurur. Ötesini düşünmeden, "Benim!" diyen sonsuz inat!" " 79, 81-84
-1975, "KUBAN VE KUBAN BALIKÇILARI/ Kuban, Kuzey Kafkasya'da; doğudan batıya akarak Karadeniz'e ulaşır. Güneyden, yine Kafkas dağlarından hızla, büyük bir gürültüyle dökülüp gelen bir sürü ırmak, çay, dere Kuban Nehri'ne karışır. O'nu besler. Nehir, Karadeniz'e yaklaştıkça büyür, yatağı genişler, suyu ve derinliği artar./.../... Balıkçıların ruhunda biraz bezirganlık vardı. Üreten ve satan bir tüccar sınıfı meydana getirmişlerdi. Seçtikleri hayat yolu; kararlılık, sükûnet ve barış istiyordu. Bu hayat; devamlı tesisler, tecrübe, sabır gerektiriyordu./ Balıkçılar, meslek bakımından ayrı bir sınıf teşkil ediyorlardı. Ama, ayrı bir ırkı temsil etmiyorlardı. Kuban'ın orta mecralarında Bjeduğ ve Şapsığlar, aşağı mecralarda ise yine Şapsığlar ve Taman Hatkoyları bulunuyordu.../ 1700-1750 yılları arasında, Kuban Balıkçıları'nın üretimi artmıştı.../ Ruslar, Baltık Donanması'nı ve ticaret filolarını kurduktan sonra, dünyaya havyarı tanıtmışlardı. Halbuki havyar, yüzyıllardan beri Volga boyundaki Türkler ve Kuban Balıkçıları tarafından üretiliyordu.../.../ Karadeniz'in tam kuzeyinde, Kırım-Rus çekişmesi devam ediyordu. Rus baskısının ağırlığı hissedilir olmasına rağmen, Kafkas limanlarında henüz emniyetli bir pazarlama imkanı mevcuttu. Bu sebeple, Kuban Balıkçıları yeteri kadar alıcı buluyorlardı./.../... balıkçılar... Kara avcıları gibi, sert mizaçlı değildiler. Uysal, barışçı, dostluğu seven insanlardı. Kara avcıları, ister yaya ister atlı olsunlar, silahları ellerinde diledikleri yere gidebiliyorlardı. Diledikleri yerde kamp kurabiliyorlardı. Hiçbir baskıyı kabul etmeyecek kadar uçarı bir hayat ve hareket serbestliğine sahiptiler. Ama, balıkçılar öyle değildi. Sabit kamplar kurmuşlardı. Taşınması güç tesisleri, malları vardı. O yüzden rahat değildiler. Zaman zaman endişeli günler geçiriyorlardı. Gün geçtikçe de, bu endişeler, açık bir güvensizliğe dönüşüyordu. Bilhassa 1750'den sonra... kara bulutlar ufukta görünmeye başlamıştı./.../ Kırım, Rusya'ya bağımlı bir ülke olmuştu. 1787 ve 1807 savaşları sonunda, Rusya Karadeniz'in kuzeyine hakim olmuştu. Kafkasya'da ise, Kuban ve Terek boylarına kadar inmişlerdi... Girdikleri yerlere, yönetici olarak değil, yerleşici olarak giriyorlardı. Yakıp, yıkıyor; yerli halkı sürüyor, öldürüyorlardı. Herşey Rus ve Rusya oluyordu./.../ Kuban Balıkçıları, Kafkasya bağımsızlık savaşlarında önemli bir lider, çıkarmamışlardır. Ne yapabileceklerini bilen insanların alçak gönüllülüğü içinde, her zaman mütevazi mevkilerini korudular. Er olarak çarpıştılar" 85, 87-90, 92
-1976, "KIRIM SAHASI ve MANGIT-NOGAYLAR, KALMUKLAR/.../... Hazarlar, Peçenek-Oğuz baskısıyla zayıfladılar. 965 yılında hanlıkları yıkıldı./.../ Peçenek-Oğuz birleşik boyları, Volga ile Dnepr arasındaki bozkırlarda yüz yıl kadar kaldılar. Kuman (Kıpçak) baskısıyla, Peçenek-Oğuz boylarının bir kısmı Balkanlara bir kısmı da Macaristan içlerine kadar ilerlediler.../ Kuman (Kıpçak) ların yürüyüşü, pek öyle gelip geçici olmadı. Volga ile Dnepr arasındaki bozkırın yüzyıllarca gerçek insan unsuru oldular. Bozkıra kendi adlarını verdiler. Yüzyıllarca yaşadıkları bu geniş alanlara "Deşt-i Kıpçak" denildi. Esasen, daha sonraki yüzyıllar zamanımıza kadar, Kuzey ve Doğu Türklüğünün hayatında Kıpçak boylarının rolleri büyük olacaktır./ Moğol istilasından sonra, Altın Orda'nın* dayandığı hakim nüfusu, Kuman (Kıpçak) lar teşkil etmiştir. Kumanlar olmasaydı, Altın Orda Devleti kurulamazdı.../ İnsan toplulukları için göç, basit, önemsiz bir olay değildir... Yaşama muhiti için gerektiğinde savaşıyor, ölüyordu./ Bugünkü milletlerin ve devletlerin doğuşu, kavimler göçü sonunda olmuştur. Yeryüzünün, ırki kabiliyetlere göre iskanı, göçler sonunda gerçekleşmiştir./.../ * (1241-1502), Doğu Avrupa'da ağırlık merkezi Aşağı İdil (Volga) boyunda bulunan Türk-Moğol Devleti.../.../... Şehirler... Altın Orda sahasında yaşayan kavimlerin kaynaştığı, dil ve kan karışımı yapıldığı, Moğolların hakim Kıpçaklar arasında asimile olduğu, toplu yaşama yerleriydi.../ Altın Orda... Hükümet merkezi Saray Berke'de Müslüman din adamlarından başka, Ortodoks rahipleri vardı... Henüz pagan (Putperest) adetlerini sürdüren Hanlar, her iki dine (İslamiyet ve Hıristiyanlık) eşit şartlarda cemaatlerini çoğaltma izni veriyorlardı./ Altın Orda Hanları, Moskova Büyük Prensini (Büyük Kneze) tayin ediyor; diğer Rus prenslerinin ona tabi olmalarını istiyorlardı. Bağımsız şehirler, bu şekilde Hanların müdahalesiyle tek idare altında toplanmıştı. Ayrıca, zamanla Hanlar, vergi memurlarını çekerek, kendi adına vergi toplama yetkisini Büyük Prense vermişlerdir.../ Moskova Büyük Prensi'ne tanınan imtiyazlar, Altın Orda'nın, Kuzey ve Doğu Türklüğünün felaketi için atılan ilk adımlardı. Verilen bu imtiyazlar, Rus Birliği, Rus Devlet Teşkilatı için lüzumlu ana malzeme olmuştur. Birbirleriyle boğuşan şehirler, birbirlerinden ayrılarak farklılaşan Slav boylarını akılsızca bir araya getirilmiştir. "Birleşin! Bizi mahvedin!" dercesine, Altın Orda Slav Birliği'ni kendi eliyle sağlamıştır./ Altın Orda, görünüşte büyük ve güçlü idi. Ancak, yapısı zayıftı. Devletin gücü, hanedana mensup göçebe feodallarının merkeze bağlılıkları ölçüsünde değişiyordu. Kırım ve batı sahası kumandanı Cuçi'nin torunlarından Nogay, Tuda Mengü Han (1280-1287) zamanından itibaren, müstakil bir hükümdar gibi hareket etmeye başlamıştı. Altın Orda'nın zoruyla Büyük Prense tabi olmak istemiyen, küçük Rus Prensleri, Nogay'dan yardım görüyorlardı. Bu gerginlik ilerde, kötü ve yüz kızartıcı bir ölçüye ulaşacaktı./ Doğu sahasında bulunan bazı kabileler de, oldukça serbest hareket ediyorlardı. Timur, Batı Türkistan'da ün kazanınca, doğu sahasındaki bu kabilelerin bazılarının, onun nüfuz sahasına kendi rızalarıyla girdiklerini görüyoruz.../ Timur, belirli bir Han soyundan gelmiyordu. Onun için, devamlı olarak yanında bir Han gezdiriyordu. Hanlara saygısı vardı... Fakat Timur, kendisini tanımayan hanların yaşamasına tahammülü yoktu. Bu sebeple, Altın Orda ile dostluğu uzun sürmedi./ Timur ile Toktamış Han ilk defa, doğu sahasında Kundurçe (Kunduzça) mevkiinde, 1391 yılında karşılaşmışlardı. Toktamış Han... zor kurtulmuştu. İkinci karşılaşma Kuzey Kafkasya'da olmuştu. Toktamış Han'ın ordusunda Kuzey Kafkasyalı atlı ve yaya kıtaları vardı. 1395'te, Terek boyunda vuku bulan savaş çok kanlı oldu. Her zaman olduğu gibi, yine Timur kazandı. Bu savaş, Altın Orda ve Toktamış Han'ın bir nevi sonunu getirmiştir./ Timur, Kuzey Kafkasya, Kırım ve Volga boyundaki bütün önemli şehirleri tahrip ve yağma ettirmiştir.../ Daha sonraki yıllar, Altın Orda'nın çöküşünün ve parçalanışının hızlandığı yıllardır. Uluğ Mehmet eski Bulgar toprakları üzerinde Kazan Hanlığını, Hacı Girey Kırım Hanlığını kurmuşlardır. Altın Orda, göçebe bir devlet durumuna düşmüştür. Aşağı Volga boyunda, kısmen Harizm'i içine alan cüce bir devlet haline gelmişti./ Bu üç devletin kesin hudutları yoktu. Bozkır, yine göçebelerindi... bu göçebeler... Bozkırın feodal birliklerini meydana getiriyorlardı. Beyleri, mirzaları, kendilerine göre teşkilatları, devletvari bir görünüşleri vardı./ Timur istilasından sonra, Altın Orda tahtı için, Hanzadeler arasında uzun süren mücadeleler olmuştur.../... Timur bozgunundan sonra Altın Orda, çok basit bir ulus olmuştur. Bu hal, sonuna kadar, Kuzey ve Doğu Türklüğünün kaderi olacaktır./.../ Altın Orda, 1480 yılına kadar, çevredeki Hanlıkların, göçebelerin saygısını toplayan eski bir "Ata ocağı" idi. Moskova Büyük Prensliği, Orda'ya, hala kuşkuyla bağlılığını ifade ediyordu... Seyyit Ahmet'in Moskova üzerine yaptığı iki seferi, Kırım ve Kasım Hanlığı yüzünden başarısız geçti. Bu seferler esnasında, Seyyit Ahmet Lehistan (Polonya) Kralı Kazimir ile, Kırım Rusya ile müttefikti./ Kırım 1475 yılında Osmanlı İmparatorluğunun nüfuz sahasına girmişti. Hanlar iç işlerinde serbestti. Kefe'de ise, devamlı olarak askeri karakterde bir Osmanlı Valisi oturuyordu... Kuzey Türklüğünün tek temsilcisi olmak isteyen Kırım Hanları da, Osmanlı sarayına daima yanıltıcı raporlardan başka bir şey sunamadılar. Yaklaşan Rus tehlikesini zamanında gereği gibi göremediler./ Hanlar, Rusya'dan vergi aldılar. Güçleri tükenince hediye kabul etmeğe başladılar. Rus şehirlerini yağmaya çıktılar. Sözde Osmanlı toprağı sayılan Kuzey Kafkasya'yı talan ettiler./ Osmanlı tabiiyetinin ilk yüzyılları, Kırım için refah yüzyılları oldu.../... Mirzaların dahili kavgaları, Osmanlı otoritesi ile bir süre durdu. Huzur ve zenginliğin kaynağı, bu sağlam ve kendinden emin yönetimden ileri geliyordu./... yüzyıllar geçti. Rusya vergi ve hediye vermez oldu. Kırım süvari kıtalarını, Rus ateşli silahları etkisiz hale getirmeye başladı. Mirzaların taht kavgalarını, zamanla İstanbul Hükümetleri önleyemez hale geldi. Bu kavgalar, Rus yanlısı mirzalar yetiştirdi./.../ Mangıt-Nogaylar, tam göçebe idiler.../.../... Volga'nın doğusuna "Nogay tarafı" batısına ise "Kırım tarafı" adı veriliyordu. Zaten, 1550 yılına kadar, Volga'nın batısında Nogay mirzalarına bağlı hiçbir boy (uruk) yoktu./ Yayık Nehri havzasında yerleşmeye çalışan Rusların en büyük düşmanı, Mangıt-Nogaylardı... Ruslar, Mangıt-Nogay feodal yapısının zayıf taraflarını çabuk keşfettiler. Veliaht durumunda olan... "Alçı İsmail Mirza" yı elde ettiler. İsmail Beğ, Rus dostu oldu. Ruslara tabi bir durum aldı./... Ticaret, mübadele şeklinden, para esasına dönüştü. Rus parası, birçok şeyi satınalır oldu... 1588 yılında Nogaylar, Moskova pazarlarına otuz bin at sürmüşlerdi.../ Kırım Sahası'nda da Osmanlı ve İran parası söz sahibiydi. Üstelik, onaltıncı asır, Osmanlı İmparatorluğu topraklarında refah ve huzur devriydi. Kırım Sahası'ndaki parlak ve huzurlu hayat, Nogayları batı yakasına çekiyordu. Nitekim, 1550 yılından sonra Nogayların, Volga'nın batısına geçmeğe başladıklarını görüyoruz. 1557-1558 yıllarında, Yayık Nehri havzasında büyük bir kıtlık başgöstermişti. Kıtlık, Mangıt-Nogay göçünü fazlalaştırmıştır./ Ruslar, batıya yayılan Nogay Göçü'nü istemiyorlardı... göçü önlemek istediler. Muvaffak olamadılar./.../ Yusuf Beğin oğulları, diğer söz sahibi Mirzalar, kendilerine bağlı boylarla 1558-1559 kışında, Volga'nın donan kısmından batıya geçtiler.../... araba üstünde taşınan çadırdan evleriyle binlerce kilometre yol almıştır./... Volga'nın batısına göçenlere "Kiçi Nogay", doğuda kalanlara... "Ulu Nogay" adı verilmiştir./ 1588 de, yine önemli Nogay Göçü olmuştur.../.../... 1580 yılında Ruslar, Altın Orda'nın ikinci hükümet merkezi Saraycık Şehrini işgal ederek yağma ettiler... 1584 yılında Yayık Kalesi'ni kurdular. 1600 yılında Nogaylardan boşalan Ufa ile Samara arasını işgale başladılar.../ 1601 yılı kışı, Yayık çevresinde oturan Nogaylar için acı oldu. Önemli kışlak merkezleri Rusların kontrolü altındaydı... Mirzaaları Saydak ve Tin Ahmet Oğulları kendilerine bağlı boylarla Kuban ve Kırım hududuna göçettiler./... Saydak ve yakınları Kuzey Kafkasya'yı özellikle Terek ve Kuban ötesini zorlamaya başlamışlardı. Bu yüzden, kanlı bir şekilde Kabartay-Nogay çatışması oldu./ Göçlerden memnun gibi görünen Kırım, göçebelere gerekli ilgiyi göstermiyordu... Nogayların Kuzey Kafkasya'ya taarruzları Kırım Hanlığı'nın yol göstermesiyle olmuştur./ Rusların Volga boyunu kontrol altına almalarından sonra, her iki tarafa vaki göç hareketi bir süre durdu./ Osmanlı toprakları sayılan Kırım Sahası'ndaaki Nogaylar, hiçbir zaman Kırım Yarımadası'na sokulmadılar... bozkırda göçer hayat sürdüler. Kırım ve Osmanlı ordularına atlı kıtalar verdiler.../.../... Doğu Moğolları daha 1447 de batıya doğru harekete geçmişlerdi... Doğu Moğolları'nın baskısıyla, 1552 yıllarında Kalmuk hareketi de batı yönünde baskısını sürdürdü./... 17. asrın son yarısında, Kazakistan'ı kontrolleri altında tutan Kalmuklar; hafif, çok seri hareket eden süvari birliklerine sahiptiler. Hazır kıtaları, daima yüz binin üzerinde oluyordu./ 1630 yıllarında Kalmuk öncüleri, Volga kıyılarına varmışlardı. Bu sırada, Rus istilası yüzünden parçalanmış, dağılmış, Mangıt-Nogay ve Batı Kazakları, Kalmukları bir kurtarıcı gibi karşılamışlardı. Ne de olsa, Kalmuklar bir Asya kavmi idi./... 1600-1608 yılları arasında Mangıt-Nogay, Kazak, Başkurt ve Kalmuk hareketi müşterek oldu. Rusların elinde olan Tobil, Tümen ve Ufa kalelerine müşterek taarruzlar tertip edildi./ Çok geçmeden, Kalmuklara bağlanan ümit boşa çıktı. Batı Kalmuk Hanı, 1655 yılında Ruslara tabi oldu. Volganın batısına geçti./ Kalmukların Volga boyundaki hayatları, gayesiz ve istikametsiz bir şekilde geçmiştir. Budist olmalarına rağmen, eski pagan adetlerini de sürdürüyorlardı. Koyu göçebe idiler... çevrelerindeki Müslüman Türk boyları ile birlik ve barış içinde olmalarına imkan yoktu... her istikamete yönelttikleri gayesiz ve mantıksız saldırılarıyla kendilerini sonunda tüketmişlerdir./... 1635 de, Mangıt-Nogayların üçüncü büyük göçü başlamıştır. 1640 yıllarında, bütün Nogay ileri gelenleri Kuzey Kafkasya ve Kırım hududunda toplanmışlardı... Nogaylarla Kalmuklar arasında şiddetli çarpışmalar olmuştur./.../ Bazı Nogay Mirzaları, 1641 yılında... Volga'nın doğusuna geçtiler. Rusya'ya tabi oldular... tekrar batıya, Kırım Sahası'na döndüler. Kırım-Osmanlı uyruğu oldular. Bir kısım Nogay 1649 da tekrar Volga'nın doğusuna geçerek, Volga-Yayık arasına yerleştiler.../... 1696 da, Ulu Nogaylar batıya geçmişlerdir. Kalmuklar, bunları zorla tekrar doğuya sürmüşlerdir. 1723 de aynı Nogay boyları, tekrar Kırım tarafına geçtiler. Bir yıl sonra, Rus ve Kalmuklar Ulu Nogay boylarını Volga'nın doğusuna geçirdiler. 1728 de, son Mangıt-Nogay hareketi batıya oldu. Ulu Nogay'ın son göçü feci oldu.../ Kalmuklar Ruslarla birlikte, Mangıt-Nogayların yanı sıra Kazakları da perişan etmişlerdir.../.../ Zamanla Ruslardan ateşli silahları kullanmasını öğrendiler. Rus hükümetleri, Asya kavimlerine hertürlü silah satışını yasaklamışlardı.../.../ Volga'nın doğusundaki Kalmuk hareketi, Kazak Bozkırı'nın boşalmasına sebep olmuş, Rusların buraya kolayca girmelerini sağlamıştır.../ Uralların her iki tarafında yurt tutmuş olan Başkurtlar, Rus tehlikesini en iyi sezen Türk boyu idi. Bir kısmı göçebe bir kısmı da yerleşik hayat sürüyordu... yerlerini terketmediler. Korkunç Kalmuk göçünü en iyi değerlendiren Başkurtlardır. Kalmuklarla dost geçinerek, onları Ruslara karşı kullanmışlardır. Öyle ki; 1663 de isyan ettiklerinde, Kalmukların yardımını sağlamışlardır. 1683 de, Başkurtlarla birlikte, çevredeki Rus kalelerine kırkbin kişilik bir Kalmuk ordusu saldırmıştır. Deli Petro, İsveç ile savaşırken, Samar ve Kama ırmakları arasındaki Rus göçmen kamplarını ve kasabalarını tahrip ve yağma etmişlerdir.../ Kalmuk Hanı Ayüke, Kalmuk ve Başkurt kıtaları ile Kuzey Kafkasya üzerine de yürümüştür. İlk sefer, Kalmuk ve Başkurt işbirliği ile gerçekleşmiştir./ Terek ve Kuban nehirlerinin kuzeyinde yoğunluğu artan, Mangıt-Nogay göçebeleri rahat durmuyorlardı. Terek ve Kuban ötelerine saldırıyorlardı. Sözde Osmanlı Toprağı sayılan Kuzey Kafkasya sahasında yapılan bu çapulları, Kırım Hanları da destekliyordu. Üstelik, Kefe'de bulunan Osmanlı Valileri de görüyordu. Bu yüzden, Kabarday Prensleri Rusya ile ittifak yapmak zorunda kalmışlardı.../... Kalmuk-Başkurt kıtaları Terek'teki Rusları gerçekten bozguna uğratmışlardır. Ancak, kırsal alanda yaşayan Kabardayları yağma etmek daha çok işlerine gelmiştir. Kalmukların yağma için müsait gördükleri Kuzey Kafkasya'ya bu şekilde birkaç seferleri olmuştur. Bu yüzden kanlı çarpışmalar olmuştur./.../... 1758 yılında, iki generalin idare ettiği büyük bir Çin Ordusu, geniş çapta Kalmuk imha hareketine girişti. Bir milyondan fazla Kalmuk öldürüldü... Böyleece Doğu Kalmukları, bir daha başkaldıramayacak şekilde ezilmişlerdir./ Batı Kalmuklarını da, buna benzer bir akıbet bekliyordu./.../ Volga'nın batı sahası artık Kalmuklar için, emin bir yer değildi. Eskisi gibi, Rus kuvvetlerine karşı koymak mümkün değildi. Açık alanlarda, göçebe hayatı süren toplulukların buna dayanması devri geçmişti. Üstelik Ruslar, diledikleri gibi yaşama imkanı da vermiyorlardı.../ 1771 yılında, batı yakasının son Kalmuk Hanı Ubaşı... Volga'nın doğusuna geçti... Cungarya'ya kaçtı. Yol boyunca da, Başkurt ve Kazakların hücumuna uğradılar, yağma edildiler. Sekiz ayda Çin hududuna vardılar. Fakat yüz bin Kalmuk telef olmuştu, yetmiş bin kadarı Çin'e varabilmişti. Çin hükümeti, bu perişan topluluğu iyi karşılayarak, Doğu Türkistan yaylalarına yerleştirmiştir./ Böylece, manasız bir şekilde başlayan Kalmuk hareketi manasız bir şekilde bitmiştir... bu okumamış, çağın gerisindeki Moğol urukları, hem kendilerinin hem de Kuzey Türklüğünün mahvına sebep olmuşlardır./ Mangıt-Nogaylar, Kalmuk çekilişinden sonra, doğrudan doğruya Ruslarla yüz yüze gelmişlerdir. Nogaylar genellikle Kırım ile, bazan da Kuzey Kafkasya ile kader birliği etmişlerdir" 93-95, 100-117
-1977, "KAFKAS IRKINDA FİZİKSEL DEĞİŞİM/... "Kafkas Irkı" deyimiyle, Kafkasya'nın ilk sakinleri olan Kasları kastetmeyeceğiz.../ Tarih öncesi göçlerle, ilk önce; güneyden Alpinler, kuzeyden Nordikler Kafkasya'ya girmiştir.../ Bir tarih koymak gerekirse, bugünkü Kafkas Irkı'nın, ırki özelliklerini, Moğol istilasından biraz önce tamamlamıştır.../ Kafkas Irkı'nın bilinen özellikleri; normalin üstünde boy ve açık kumral bir renktir.../.../ Yunan, Bizans, Arap, Acem ve Rus eski yazarlarının "Güzel Irk" dedikleri Kafkas Irkı'na ne oldu? Beyaz Irk'a örnek gösterilen "Kafkas Irkı", ilmi bir terim, tarihi bir hatıra olarak mı geride kaldı?/ Bir bakıma öyle!/... Kafkas Irkı... Hazar Devleti'ni meydana getiren federasyonun üyesi olmuş, Peçeneklerin, Kuman-Kıpçakların etkisi altında kalmıştır. Ancak, Moğol istilasından sonra Kafkas Irkı, bünye olarak, yeni unsurları kabul etmemiş, reddetmiştir./... Artık, millet olma şuurunun eşiğinde olan unsurların, toplulukların, birbirlerini reddetmesi doğaldı./ Hazar Devleti istisna tutulursa, Altın Orda Devleti zamanına kadar; gerek insan unsuru bakımından gerekse iktisadi yönden kuzeyde, Kafkasya'yı tam anlamıyla etkisi altına alacak güçlü devletler kurulmamıştır.../.../ Hazar Federasyonu'nun bir üyesi olan Kafkasya, bu devletin hayatı boyunca, köle ticaretinden pek etkilenmedi. Peçeneklerin baskısı ile yıkılan Hazarlardan sonra, Kuzey bozkırlarında bir otorite boşluğu meydana gelmiştir. Bu sırada, Karadeniz'de ticaret üsleri kuran İtalyan denizcileri ve korsanlar, büyük kar getiren köle ticaretini yüzyıllarca sürdürdüler.../.../ Altın Orda, İran'da saltanat süren İlhanlılara karşı Mısır'la birleşmişti.../ Bereke Han'la siyasi ve ticari işbirliği yapan Mısır'daki iktidar, Kafkas menşeli kölelerden oluşmuştu. Mısır kölemenleri, eski yurtları Kafkasya ile ilişkilerini sürdürmüşlerdir... özel askeri kıtalarını, Kafkasya'dan davet ettikleri göçmenlerle kurmuşlardır./ Böylece, Kafkasya'da, Hazar Devleti'nin yıkılışından sonra... baskılar olmuştur. Kafkasya'nın insan unsuru kötü bir seleksiyona (elemeye-seçime) tabi tutulmuştur. Irkın, en sağlıklı, fizik yapı bakımından en güzel bireyleri seçilmiştir./ Kırım ve Osmanlı Devleti zamanında da... erkekler asker, kadınlar cariye olmuştur./ Felaketin en büyüğü, Rusların Kırım'a, Kafkasya'ya inmesiyle başlamıştır. Yüzyıl süren Kafkas-Rus savaşları esnasında, sağlıklı genç kuşaklar ölmüş, öldürülmüştür.../.../ Üstelik göç edenler, göç ettikleri yerlerde de, yeni bir seçime... tabi tutulmuşlardır. Göçettikleri yerlerin zedegan sınıfı, Kafkas göçmenlerinin en güzel fertleri ile evlenmeyi amaç edinmişlerdir" 121, 123-126
-1979, "ELBRUZ GAYTAOĞLU/.../ Elbruz Bey... Sanki, yarın veya öbür gün, bir ya da birkaç yıl sonra tekrar yola düşecekmiş gibi yaşadı. Tedirgin, etrafına bakınarak oturdu. Bekledi./ Yer değiştirdikçe, yeni bir dil öğrenmek zorunda kaldı" 145, 148
-1979, "KAFKAS HALKLARININ DÜNÜ, BUGÜNÜ, GELECEĞİ.../.../ Kafkasya Halkları, aynı vatanı, aynı kültürü, aynı kaderi paylaştıkları halde, hiçbir zaman birlik içinde olmamışlardır.../.../ Bugün Kafkasya'da... Küçük cumhuriyetlere, muhtar bölgelere bölünmüş Kafkasya, bir daha birleşmemek üzere, farklılığa sürüklenmiştir" 151, 152
-1978, "KÖLELİK DÖNEMECİ/ (Roman. Yazan: Kemal Bilbaşar...) /... "Kölelik Dönemeci"... Kuzeybatı Kafkasya'da meydana gelen olayları anlatmaktadır./... 1774.../.../ Kırım'ın elden çıkması üzerine, Kafkasya, Osmanlı Devlet adamları gözünde önem kazanmıştır. Kafkasya'da yaşayan halka itimat telkin edilir, yeteri kadar savunma kaleleri inşa edildiği zaman, Rusya önünde bir baraj kurulabileceği inancı savunulur olmuştur./.../... Nathoy... Zanuko (Zanoğlu) Mehmet Bey, bir heyetin başında, İstanbul'a gönderilmişti./ Padişah ve Osmanlı Devlet adamları, heyeti ilgiyle karşıladılar... dinlediler.../ Fakat, Osmanlı Devleti bu konuda hiç hazırlıklı değildi. Hudutlar içinde bulunduğu kabul edilen Kafkasya, yeterince tanınmıyordu. Kuzey Kafkasya halkı da, kendi adına antlaşmalara imza atan, Rusya ile "senin, benim" tartışması yapan Osmanlı Devleti'ni, efendisi olarak kabul etmiyordu./ İstanbul'a, yardım istemeye giden Zanuko Mehmet Bey ve arkadaşları, ricacı gibi değil, müttefik arayan bir gösteriş içindeydiler./ Ne olursa olsun, istekler, müşterek menfaatleri dile getiriyordu. Kafkasya'ya bir "Sefer Heyeti" gönderilmesine karar verildi. Soğucak'da, bir bölük Yeniçeri'nin koruduğu küçük bir kale vardı. Tutunma noktası olarak burası seçildi. "Soğucak Muhafızlığı" ihdas edildi. Muhafızlığa, İzmit Mutasarrıfı Ferah Ali Paşa seçildi... Kafkasya kökenliydi.../... zamana ihtiyaç vardı. Bunun için, "Soğucak Muhafız Vekili" ünvanıyla Mehmet Bey, Kafkasya'ya geri gönderildi. 1782 Ağustos ayında da Ferah Ali Paşa, Soğucak önlerinde, Kuzey Kafkasya'ya ayak bastı./... Gelincik ve Anapa kalelerini inşa ettirdi./ Bu arada, Kırım'daki taht kavgasını ilgiyle izledi./ Ferah Ali Paşa'nın Divan Katibi Haşim Efendi, bu seferle ilgili olayları not etmiştir.../ Kemal Bilbaşar, "Kölelik Dönemeci" ni, Haşim Efendi'nin bu notlarından yararlanarak yazmıştır. Romanın konusu, Ferah Ali Paşa ile başlar, O'nun ölümüyle biter.../.../... Kabileler, kabilelerin söz sahibi soyluları, biri diğerinin tabi haline gelmeyecek kadar gururlu, başına buyruk ve bağımsızdı./ Kuzey Kafkasya'da siyasal birliği; Osmanlı Devleti'nin maddi ve manevi gücünü temsil eden bir askeri vali sağlayabilirdi./ Zanuko'nun gördüğü ikinci gerçek de bu idi./.../ Romanda, böyle bir Zanuko Mehmet Bey'den eser yoktur./.../ Kafkasya konusu işlenmemiştir... Ferah Ali Paşa zamanında başlayan Kafkasya'nın dramı, sonsuz bir oyun gibi hala devam etmektedir" 155-157, 162, 165
-1979, "ÇOK, PEK ÇOK DÜŞÜNMELİYİZ/.../ 1917 Bolşevik İhtilali'nden sonra, sadece bizim kaderimiz değil, düşmanlarımızın kaderi de değişti. Kişinin hürriyetini, sosyal ve ruhsal hak ve yeteneklerini inkar eden komünizm, yeni bir düzen ve ahlak anlayışı getirdi./ Komünistler, aslı olmayan vaadler ve korkunç yalanlardan meydana gelen bir proğramla, iktidar koltuğuna oturdular.../ Dinlerin, evrensel ahlakın, gerçek hukukun meydana getirmek istediği ve fakat hala başaramadığı barış ve eşitliği; komünizm, "ben başaracağım" dedi. O denli sinsi ve o denli şeytani bir propaganda tekniği geliştirmişti ki, zayıf ve ezilmiş kitleler içinde taraftar buldu. Hatta budala soyluları, iki yüzlü zenginleri, fanatik aydınları bile bir köle gibi kullandı. Barış ve eşitlik adına yaptığı zulmü, hak adına başarının şartı saydı. Gerçek eşitlik doğuncaya kadar da, bu zulmün devam etmesi gerektiğini savundu ve zorla kabul ettirdi./.../ İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra; dinsiz, ahlaksız ve hukuka saygısız, sadece akıyla herşeye yön vereceğini sanan dünyanın yeni nesli, komünist yapının temel malzemesi olabilecek bir taş ocağı haline geldi./ Başta olduğu gibi, bütün dünyada; inanç, ahlak ve hukuka dayalı bir direniş başladı. Kısa zamanda, hürriyetçi nizam ile komünist nizam dünyayı iki büyük kampa böldü./... Türkiye'nin... bu savaştan etkilenmesi oldukça doğaldı. Komünizm, daha ihtilalin zuhuru esnasında, Türkiye'yi zayıf anında yakalamış, ilk mikrobunu rüşeym halinde Anadolu'ya bırakmıştı./.../ 1950 yılından sonra; hürriyetçi bir rejim, açık bir ekonomi sistemi, dışa dönük bir kültür alış verişi, bizi, yabancı bütün evrensel değerlerle ve fikirlerle yüzyüze getirdi.../ Türkiye'de; sol, demokratik sol, komünizm perde perde; tiyatroda, sinemada, basın ve hertürlü yayın hayatımızda boy göstermeye başladı.../.../... Kuzey Kafkasyalı göçmenler, bu ülkede azınlık değil, gerçek vatandaştırlar. Her zaman saygı göstermişler ve saygı görmüşlerdir.../.../ Biz biliriz ki; komünizm, bizi yurdumuzdan eden Slav ırkının dünya hakimiyeti için kullandığı korkunç bir silahtır. Biz biliriz ki; komünistler, münkir ve yalancıdırlar. Biz biliriz ki; komünistler, sinsi ve sözlerine sadık değildirler./ Komünist nizamın babaları, Lenin ve şürekası; "Slav olmayaan halklar! Bizimle olun! Kendi mukadderatınızı kendiniz tayin edeceksiniz!" demişlerdi daha 1917-1918'lerde.../ Biz biliriz ki; bu büyük laflar, görülmemiş şeytani bir tuzaktı. Yalandı. Yalan çıktı. Milletimizin en güzel neslini bu yalanla yokettiler./ Biz biliriz ki; bütün bunlar, aksi ispat edilemeyecek acı gerçeklerdir./.../ Bugün Türkiye'de; "Halklara özgürlük" diye komünistlerin tutturduğu terane, bize göre değildir. Biz halk değil, milletiz. Biz komünistlerin nemenem olduğunu biliriz.../ Biz, Türkiye Cumhuriyeti Kanunları'nın tanıdığı vatandaşlık haklarından başka bir şey istemiyoruz. Bizim milli seciyemiz, ancak bu şekilde düşünmeye ve davranmaya izin vermektedir.../ Bizim hürriyet davamızın mahiyeti ve hedefi açıktır. Biz, Kuzey Kafkasya'nın kurtuluşunu istiyoruz.../ Bu aydınlık, bu açık yolun dışındaki düşünceler; saçma aldatmaca ve çok kötü vehimdir" 167, 169-173
-1980, "ÇAĞRIŞIM/.../ Kökleri, seyrederken Kuzey Kafkasyalıları, Musa Kundukhov'u okurken zencileri hatırlamamak mümkün değildir.../.../ Olayları gören ve yaşayan Musa Kundukhov şöyle yazıyor:/ "... General Loris Melikof, Çar'dan ödül almak arzusu ile Çeçenlerin Terek ötesine, Küçük Kabardiya'ya aktarılması hakkında Prense bir proje sundu. Bu projeyi gerçekleştirmek için Batı Kafkasya'daki kuvvetler Çeçenistan doğrultusunda harekete geçtiler."/.../ Kafkasya işgal edildikten sonra; "ya hükümetin seçeceği yere ya da Rusya dışına" diyerek, halk göçe zorlanmıştır. Rusya içinde, Volga öteleri, Güney Sibirya düşünülüyordu. Halk bunu bildiği için Osmanlı Ülkesine sığınmak zorunda kaldı./.../ Komünistlere göre; "Milletler, kendi geleceklerini kendileri tayin edecekti." Bu aldatmaca sözlerin, ömrü ve geçerliliği yoktu. Yalan söylüyorlardı. Yeniden kıyımlar, sürgünler, göçler oldu. Daha kanlı, daha acımasız./ Komünist uygulama ise, daha korkunç oldu.../.../... sözde Almanlarla işbirliği etmişlerdi. Bu bahane ile binlerce Çeçen, Karaçay-Malkar yurtlarından sürüldü" 185-188
-1980, "İMAM ŞAMİL/.../ Şamil... Babası, Dengalara mensuptu. Dengalar, sıradan bir Avar ailesiydi.../... Üstün bir zeka ve geniş bir seziş gücüne sahipti... İman konusunda, takvaya erişti.../.../ Nakşibendi Tarikatı'nın kurucusu, Behaeddin Şah-ı Nakşibend, miladi 1340 yılında Buhara civarında bulunan, Kasr-ı Arifan köyünde doğmuştu... Hayata bağlı, dinamik Nakşibendi dervişleri, Osmanlı Devleti'nin yükselme ve genişleme döneminin akıncı ruhunu beslemişlerdi./ Nakibendi Tarikatı'nda, altı esas mevcuttu: 1) Zikr (Allah'ı anma ve ibadet), 2) Murakaabe (Nefsi kontrol); 3) Kalbi vukuf (Sezgi), 4) Muhabbet (Sevgi), 5) Nisbeti hıfz (Bilgi ve bunun için şeyhi rehber edinmek), 6) Mürşid sohbeti (Şeyhin başkanlığında her konuyu tartışmak)./ Şah-ı Nalşibend, izlediği yolu şu şekilde tarif eder: "Zahirde (açıkta) halk ile, batında (gizlilikte) hak ile bulunmak./ Tarikatın temel esaslarından "kalbi vukuf", insanı yücelten en büyük unsurdur. "Allah, gerçeği kişinin kalbine yerleştirmiştir. Sonra da, o gerçeği nefsani arzularla örtmüştür. Eğer insan, nefsani arzularını kalbinden çıkarıp atarsa, gerçeği görür. Gerçeği gören, Allah'ını da bilir." "Kalbi vukuf", düşünerek gerçekleşir./ Kur'an ve Hadisi Nebiviyi esas kabul eden Nakşibendilik; İslami görüşü kavramağa çalışmaktan, İslami görüşü hayata uygulamaktan ibarettir. Karanlık, belirsiz amaçları yoktur./.../ Nakşibendi Tarikatı, İslam dünyası içinde oldukça geniş bir alana yayılmıştır. Ancak, Kafkasya'da meydana getirdiği heyecan, hiçbir yerde görülmemiştir. Amacı, ruhu olgunlaştırmak; kalbi sevgi dolu, barışçı insan tipini ortaya çıkarmak olan tarikat, Kafkasya'da adeta metod değiştirir. İmanlı, yürekli; ölümü hiçe sayan fedailer yetiştirir. Sertleşir./ Kafkasya'da Mürşid, zaviyede postu üzerinde oturan bir aksakallı değildir. Mürşid; önderdir, yöneticidir, kumandandır. Belinde kılıcı, omuzunda tüfeği vardır. Gerektiğinde camide, zaviyede konuşur, nasihat eder. Gerektiğinde, müridlerinin önünde, yalın kılıç vatanı savunur. Emirler verir. Kanunlar koyar. Bunları uygular. Ama, "sözüm söz" diyen bir despot değildir. Önemli kararlar almak için, naipler meclisinin fikirlerini öğrenir. Hatta, yönettiği halka danışır./ Mürşid-Mürid ilişkisi; saygı, güven ve itaate dayanır. "Müridizm" adı verilen bu hareket, şartların zoruyla ortaya çıkmış, dini-milli bir harekettir. 19. yüzyıl Kuzeydoğu Kafkasyası'nda, vatanı saran harici tehlikeye karşı ortaya çıkan sosyal bir reaksiyondur. Vatanın içine düştüğü tehlikeye rağmen, Avar Hanları'nın ihaneti, soylu beylerin vurdum duymazlığı karşısında, halkın başkaldırmasıdır./ İmamlar, soy kütükleri ne olursa olsun, halkın önderi olarak ortaya çıkmışlardır. Halkın ve naipler meclisinin oyuyla seçilmişlerdir. Nakşibendi Tarikatı esaslarına bağlı müridizm hareketi, demokratik bir harekettir. Kuzey Kafkasya'nın geliştirdiği orijinal bir modeldir./.../... Hamzat Bek... Avar Hanedanı'nı ortadan kaldırdı./ Ne var ki, Han ailesine bağlı olanlar, İmam Hamzat'ı daha sonra şehit ettiler. Bu cinayete, daha sonra, bağımsızlık savaşlarının ünlü kumandanları arasında yer alan Hacı Murat da karışmıştı. Hacı Murat, öldürülen Hanzadelerin süt kardeşi oluyordu./ Hamzat Bek, 18 Eylül 1934 (1834 olmalı!) Cuma günü, Hunzah camiinde şehit edilmişti. Bu olayı, kararsız, kaygılı günler izlemiştir. Nihayet, 2 Ekim günü, Aşilte köyünde toplanan naipler meclisi, Şamil'i "İmam" seçmiştir./ İmam Şamil.../.../... Mıntıkalarında saygı gören, ülkenin bütün büyüklerini etrafında toplamayı başarır. Adları, Kuzey Kafkasya tarihinde daima anılacak ünlü birer kumandan yapar. Şuayb Molla, Duba, Taşof Hacı, Sadu, Ahverdil Muhammed, Kabet Muhammed, Hitinav Musa, Danyal Sultan ve Hacı Murat bunların en tanınmış olanlarıdır. Müridler ise, birer efsane kahramanıdır./.../ Bağımsızlık savaşı, Batı Kafkasya'da da devam ediyordu. Batı'da, Doğu'daki gibi, dini vasıfları olan müridizm teşkilatı yoktu... İmam Şamil... Batı'ya, kendisini temsil edecek naipler göndermiştir. 1845 te Hacı Mehmet, 1846 da Süleyman, 1848 de Mehmet Emin naip olarak, Batı Kafkasya'ya gitmiş ve görev yapmışlardır./ Batı'yı yöneten, bölgenin bir Milli Meclisi vardı... Yetkilerin, daha seri kullanılabilmesi için, İmam Şamil'in gönderdiği naipler etkili olmuştur. Özellikle Mehmet Emin, başarılı çalışmalar yapmıştır./.../ İmam Şamil, üstün bir kumandan, güçlü bir hatip, zeki bir yönetici idi. Ne var ki, Kafkasya için, geç gelen bir liderdi. Kafkasya'nın kötü kaderi belli olmuştu. Rusyaa, Karadeniz'in kuzeyinden, Osmanlı Devleti'ni uzaklaştırmıştı. Batı'da, Fransız ve Alman tehlikesi kalmamıştı. Osmanlı-İngiliz-Fransız ittifakı çözülmüştü. Güney'de, İran, uzun sürecek bir uykuya dalmıştı. Orta Asya'daki, Türk hanlıkları çoktan çökmüştü. Henüz milli birliğini kuramayan Kuzey Kafkasya, çok geniş kaynaklara sahip Rusya karşısında yapayalnızdı./ Kuzey Kafkasya'nın tek bir vücut haline gelmesi için, sosyal yapı henüz müsait değildi. Halk, okumamış yığınlardan ibaretti. Aydınlar yok gibiydi./ hür kalmak için, bütün millet ölmeğe hazırdı.../.../ Büyük İmam, Gunip Dağı'na çekildiği zaman, yanında sadece dörtyüz kişi kalmıştı. Oysa, Çeçenlerin bu eski kartal yuvasını kuşatan Rus kuvvetleri altmış bin kişiden fazla idi./ Rus harekatı, 9 Ağustos 1859 günü başladı. 20 Km. uzunluğundaki Gunip yaylasını, dörtyüz muharip yirmi yedi gün savundular.../ Nihayet, Rus Birlikleri... Küçük Gunip Kalesi'ni, topçu bataryaları ile kuşattılar. Burası aslında kale değil, küçük bir Çeçen köyü idi./ Büyük İmam'ın yanında, Gunip köyünün vatansever köylüleri, bir avuç sadık müridi, oğulları, kadınlar ve çocuklar vardı./ Büyük İmam, Büyük Mucahid, 6 Ağustos (Eylül olmalı!) 1859 günü, öğleden sonra teslim oldu" 191-199
-"MİLLİ TARİH ŞUURU/ Sosyal ilimler, "millet kavramını"; din, dil, ırk vatan ve kültür birliği içinde olan, aynı tarihi ve ideali paylaşan, geçmişte olduğu gibi gelecekte de beraber yaşamayı amaçlayan insan toplulukları olarak tarif eder.../ Kısaca, millet olma, bir insan topluluğunun müşterek duygu ve düşüncede birleşmesidir.../.../... Ayrıca Kuzey Kafkasyalılar, islamiyetin beraberinde getirdiği çok geniş bir hoşgörüye sahiptirler./ Kuzey Kafkasya'da düşündürücü olan dildir. Birkaç dil ve bunların lehçeleri konuşulur. Fakat, millet olmak için dil, yeterli bir engel değildir.../.../ Mevcut milletlerin hiçbiri tek bir ırktan meydana gelmemiştir.../.../ Batu Han orduları karşısında bütün kavimler karton kuleler gibi savrulup giderken Kuzey Kafkasya inatla direnmiştir. Altın Orda'ya karşı durabilmiştir. Timur Orta Doğu'da kasırga gibi eserken, Kuzey Kafkasya'da hızını kesmek zorunda kalmıştır. Kırım Hanlarının, Nogay ve Kalmuk göçebelerinin her saldırısı püskürtülmüştür. Osmanlılar, sadece sahillerinde tutunmakla yetinmişlerdir./ Dünyanın en korkunç emperyalist devleti Rusya'ya karşı ise, bir bütün halinde karşı koymuştur.../ Doğu'da Çeçenler arasında çıkan İmam Mansur, ülkenin en batısındaki Anapa Kalesi'ni savunmuştur. Orada Ruslara esir düşmüştür. İmam Şamil'in, naipleri, Batı'da valilik yapmışlardır. Halk tarafından sayılmış, saygı görmüşlerdir.../ 11 Mayıs 1918 tarihinde kurulan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, Kuzey Kafkasya'nın ideal birliği içinde olduğunun en büyük delilidir. Emperyalist Çarların varisçisi kızıllar, bu genç cumhuriyeti yaşatmamışlardır.../... Kuzey Kafkasya'nın ideal birliği yokolmamıştır. İdeal birliği bugün de vardır.../.../ Kuzey Kafkasya'da tek bir millet vardır. Bu sebeple tek bir cumhuriyet kurulabilir.../.../ Ya kızılların yaptıkları.. Genç Cumhuriyetin yıkılması. Çeçen ve Karaçayların sürülmesi" 209-213
-1986, "HALKLARIN PSİKOLOJİSİ/.../ Halk, homojen bir insan topluluğudur. Geniş anlamda, bir milleti meydana getirir... bünyesinde etnik grupların varlığından sözedilebilir./ Halk, basit bir insan yığınından ibaret değildir... "Sınıf" sözcüğünün ifade ettiği mananın ötesinde bir yapı gösterir.../.../ Marksist felsefenin tek sınıflı öğretisini, yapısına uygun olmayan uydurma bir elbise kabul eder. Giymemek için direnir... Marksist felsefe, tek sınıf ve madde temelinde ısrar ederken, halk farklılıkta direnir ve manevi değerlerini ortaya koymağa çalışır. Kollektif mülkiyet yerine, bireysel mülkiyeti savunur... Felaketleri acı çekerek karşılarken, bireylerin tümü tek bir vücutmuş gibi birlikte nefes alır. Sevinçli günlerinde coşkuyla boşalır./.../ Bir milleti meydana getiren halk, üzerinde yaşadığı coğrafi alanlarda, ekolojik şartlara uygun farklı adacıklar şekillendirir. "Yöresel özellik" denen, küçük ayrıntılar yaratır. Dilde şiveler, fiziki yapıda nüanslar ortaya koyar.../ Halk, kendisine kaynaklık yapan ırkların temel özelliklerini taşır.../ Halk, varlığını korumak için idari ve politik tercihler yapar. Bunda ilk amaç... Birliğin korunmasıdır. Hayatın devam etmesidir. Bu şekilde ortaya çıkan irade, devleti meydana getirir./ Halk, dışa karşı kollektif bir refleks gösterirken, kendi özel sahasında bireysel davranışlardan hoşlanır. Üstün yetenekleri alkışlar.../ Halk, tıpkı bireyler gibi, yeni şartlar karşısında varlığını sürdürmek için yeni biçimler dener.../... Geri kalmış halkların psikolojik yapısı statiktir.../ Bölünmüş halkların psikolojisi, çevre özelliklerine, içinde yaşadıkları halklarla olan münasebet derecesine göre yeni biçimlere doğru sürüklenir.../.../... Kuzey Kafkasya halk psikolojisinin birliğe doğru yönelmesi 10. asırda başlamış, 19. asırda olgunluk devresine ulaşmıştır.../.../... Kuzey Kafkas halk psikolojisi, varlığını korumak için, birliğin çatısı olacak son hedefe yönelmişti. Bu hedef; devlet olmaktı! Fakat, bu fırsat Kuzey Kafkasya halklarına verilmedi. 19. yüzyılın ikinci yarısında, ülke Ruslar tarafından tamamen işgal edildi./.../ Basit bir işgal, halk psikolojisini yoketmek için yeterli değildi... Psikolojik bütünlüğün bozulması şarttı. Bunun gereği hemen yapıldı./ Kuzey Kafkasya Halkları, göçe zorlandı. Ülkenin boşalan yerlerine, işgalci Rusların kolonileri yerleştirildi.../ Bu uygulamalar... Sovyetler döneminde, daha öldürücü bir hız kazandı./ Bütün bu zorlayıcı tedbirlere rağmen, Anavatan'da kalan Kuzey Kafkasya Halkları, büyük bir inatla psikolojik bütünlük içinde kaldılar.../ Muhaceretteki Kuzey Kafkasyalılar; Osmanlı Devleti'nin parçalanmasıyla, ayrı politikaları, ayrı kültürleri olan değişik ülke ve halklar arasında kalmışlardır.../... psikolojik yapıları bu kötü gidiş karşısında inatla direnmiştir./.../... muhaceretteki bölünmüş Kuzey Kafkasyalı Halkların psikolojik temayülleri iç-içe iki halka oluşturmak zorunda kalmıştı./ duygu ve davranışlarıyla, içinde yaşadıkları halkların psikolojik temayüllerine katılmaları, psikolojik görüntünün birinci halkasını ve katını oluşturuyordu.../ Buna karşılık, hakim halk psikolojisinden farklı psikolojik davranışlar gösterme temayülleri ikinci halkayı oluşturuyordu. Israrla farklılığı benimseme, soyu ve kültürü korumak iç güdüsünden ileri gelmiştir. Dil, sosyal değerler, gelenekler bilerek veya bilmeyerek kitlenin bütünleşen ve tekleşen iradesiyle muhafaza edilmiştir. Bu konuda ne derece başarılı olunmuştur hususu, şüphesiz tartışılabilir.../... Kuzey Kafkasya Halklarının psikolojik temayülü iki ana hedef seçmiştir. Birincisi; halklar olarak varlığın sürdürülmesi.. İkincisi; Kuzey Kafkasya'nın bağımsızlığına kavuşması, halkların tekrar Anavatan'da birleşmesi.../ Halk psikolojisi... önce varolma savaşı verir. Acele etmeden yoluna devam eder. Psikolojik zorlamalar karşısında kabuğuna çekilir. Bekler. Zarar görürse, acı çeker. Yarasını, zaman içinde tedaviye çalışır... "Kurtuluşa giden yol tektir!" diyenlere kuşkuyla bakar. Çünkü; engin bir tecrübesi vardır. Bu tür kendini beğenmiş aydınların, işi nereye kadar götüreceklerini görmek için sabırla bekler. Gerekirse, onları yüzüstü bırakıverir. Maceradan, acelecilikten hoşlanmaz. Çünkü halk, birkaç slogandan başka serveti olmayan bir fanatik değildir. Halk; anadır, babadır. Büyük anne, büyük babadır. Delikanlıdır, çocuktur. İffet sahibi; kadındır, gelindir, kızdır. Ev, tarla, bahçe, hayvan, eşya sahibidir. Sorumlulukları vardır. Gururludur. Yeri geldiğinde utanır, kızar, ağlar. Gülünç duruma düşmekten korkar. İnançlarından, geleneklerinden, alışkanlıklarından vazgeçmez" 215-223
-1986, "BAĞIMSIZLIK ÇAĞI/ 16. ve 17 yüzyıllarda... okyanuslar sır olmaktan çıkmıştır. Avrupalı bu sayede, Amerika'ya, Güney Afrika ve Asya'ya ulaşma imkanını bulmuştur.../ 20. yüzyılın başlarına kadar, milyonlarca kilometre karelik verimli müstemleke toprakları karşılıksız kullanılmıştır.../.../ 20. yüzyılın başlarında, bağımsız ülke sayısı yirmi civarında iken, bugün ikiyüzün üstüne çıkmıştır./.../ 10. ve 15. asırlar arasında Ruslar, küçük prensliklerin yönetimi altında yaşıyorlardı. On kadar büyük Slav kabilesi, kendi hiyerarşik yapılarını koruyarak, birbirleriyle mücadele halindeydiler. Büyük Altın Orda Devleti'ne vergi veriyorlardı. Altın Orda, Timur tarafından yıkılınca, Slav boylarında bir kaynaşma başlamıştır. Moskova Knezliği'nin öncülük ettiği milli birlik hareketi, zamanla, güçlü bir devlet şekline dönüşmüştür./ Buna karşılık, Altın Orda'nın halkını meydana getiren Moğol-Türk boyları... tam bir anarşi içinde yüzüyorlardı.../.../ Ruslar, ortaya çıkan bu yeni durumu, çok iyi değerlendirmesini bilmişlerdir./ Kazan Hanı Uluğ Mehmed'e yenilen Moskova Knezi Kör Vasili, anlaşma gereği Han'ın çocuklarına kendi topraklarında "yurt" verecekti. Bu, Moskova'nın çıkarları bakımından gerilemek değil, ilerlemek için önemli bir adım olmuştur. Uluğ Mehmed'in oğullarından Kasım'ın adını taşıyacak olan bu "yurt" çok geçmeden yeni bir hanlığa dönüşecekti. Kasım Hanlığı ile Altın Orda'nın parçalanmasından sonra meydana gelen hanlık adedi, dörde yükselmiş olacaktı. Kasım Hanlığı, kısa bir süre sonra, Türk illerinin gözetlendiği ve izlendiği bir Rus sömürgesi durumuna gelecekti./ Bundan sonra, Ejderhan'a karşı Kırım Hanlığı kullanılmıştır. Kazan Hanlığını vurmak için, Kasım Hanlığı'nın imkanlarından yararlanılmıştır./ Osmanlı Devleti'nin himayesini kabul eden Kırım Hanlığı, varlığını ikiyüzelli yıl daha uzatmak imkanını bulmuştur. 1552 yılında Kazan, 1556 yılında ise Ejderhan (Astarhan) Ruslar'ın eline geçmiştir. Kasım Hanlığı, büyüyen Rusya'nın ortasında ikiyüz yıl, sadece adını korumuştur. Bu süre içinde Hanzadeler, sefil bir sadakatle Ruslara hizmet etmişlerdir.../ Tarihi oyun bitmemiştir... Volga ötesindeki Mangıt-Nogaylar parçalanmıştır... Volga'nın doğusunda Kalmuklar görünür. Başkurtlar, Fin boyları, Çuvaşlar.. hepsi Rus politikasının kurbanı olurlar. Köçüm Han ile birlikte Sibir Hanlığı çöker. Bu trajediyi, Orta Asya Türk Hanlıkları uzaktan seyrederler. Adeta, sıranın kendilerine gelmesini beklerler./ Kuzey Kafkasya da aynı gafletin içindedir. Milli birlik ve milli devlet yoktur.../ Ruslar, Kuban ve Terek boylarına indikleri zaman bile gaflet devam etmiştir. Diğer prenslerle yaptığı mücadelede yenik düşen Kabartay Prensi Kanşoko, Rus himayesini kabul eder. 1762-1763 yıllarında, Rusların Mozdok Bölgesi'nde bir kale inşa etmelerine yardımcı olur. Doğuda, Hunzah Hanları, saltanatlarının Rus himayesinde devam edebileceğine inanırlar./ Kuzey Kafkasya, bu şartlar altında Ruslara yakalanır... şanlı şerefli bir bağımsızlık mücadelesi verir./.../ Kabilelere bölünmüş, kabile hiyerarşisini devam ettiren milletler emperyalizmin kurbanı olmuşlardır.../.../ Fakat, çağımızın yeni emperyalistleri vardır... Asılsız sloganlarla, bir hayalet gibi her ülkeye sızmaya çalışmaktadırlar. Bunlar, komünistlerdir./... Sovyet... Kabile hiyerarşisi esas tutularak, milletler bölünmüştür.../.../ Çarlık Rusya'sı... Kabileler arası ayrılıkları körüklemiştir./ Komünistler ise, aynı amaca yönelen yeni metodlar geliştirmişlerdir. Kabile ayrılığına dayanan, cumhuriyetler ve özerk bölgeler kurmuşlardır.../ Maalesef, komünist propaganda etkili olmuştur. Muhaceretteki Kuzey Kafkasyalılar arasında bu yalanlara inananlar çıkmıştır... marksist görüşü savunanlar olmuştur. Bunlar, utanmadan, Kuzey Kafkasya'daki uygulamayı alkışlamışlardır. "Soydaşlarımız, kendi özerk bölgelerinde bağımsız yaşıyorlar." diyebilmişlerdir./ Ayrıca, belirli bir siyasi amaç gütmedikleri halde, gaflet içinde geleneksel kabile hiyerarşisini sürdüren, farklılıkta direnenler olmuştur. Amerika'da, aynı bölgede yaşayan Çeçen ve Kabartaylar, çok yakın bir zamanda mezarlıklarını ayıracak kadar tefrikaya düşmüşlerdir.../... millet ideali içinde erimek şarttır" 225-231
(Özerk bölgeler-cumhuriyetler konusundaki yazarın yaklaşımı şaşırtıcı değil mi? Özerklik tamamen zararlı mıdır? Hiç yararı yok mudur? Ve, başka ne bekleniyor, ki?)
-1987, "ALLAH RAZI OLSUN/.../... Biri yazdığı kitabı lütfedip size gönderdi... Sakın fiyatına bakmayın... ödemeğe falan kalkmayın. Çok ayıp olur... "Allah razı olsun!" deyiniz. Efendim, borcunuz fazlasıyla ödenmiştir.../.../ Manevi ve estetik değerlerimize yorum getiren büyük sanatkarlarımız var mı? Tarihimizi ve kültürümüzü işleyen düşünür ve yazarlarımız var mı? Dehamız, araştırmacılarımız var mı? Herkesin hayranlık duyabileceği bize ait eserler var mı?/... Sorduklarımıza "evet!" demek çok zor./ Değer üretmek; emek, azim ve zaman ister. Sağlam karakter ve disiplinli çalışma ister. Bunların karşılığı ise, sadece manevi değildir. Üretilen her değerin, ayrıca maddi bir değeri vardır./ Çağımızda, maddi değer; para ile ifade edilir. Ancak biz, bunun kolayını bulmuşuz. Parayı; "Allah razı olsun!" çekiyle ödemişiz" 233-235
-1987, "GİORGİ SAAKADZE/ (Büyük Savaşçı)/... Yazan: Simon Kvarianı.../.../ Gürcüstan 17. yüzyılda sekiz parçaya bölünmüştür. Üçü krallık seviyesinde, beşi prensliktir" 239
-1975, "ADİGHE-HATİKHE/ (Çerkes Tarihi)/... Şora... eseridir... 1842 de tamamladığı eseri... oğlu Evristan tarafından 1861 de bastırılmıştır... 1974... Türkçe... /.../ 1830-1835 yılları arasında Şora'yı, Petersburg'da Rus Çarı'nın özel muhafız birliğinde görüyoruz.../... 1844 yılı içinde tamamladığı eserini, aynı yıl içinde akademiye sunmak ister. Kalp yetersizliğinden ölür./.../ Şora'nın fikri çalışmaları, hayatı gibi çelişkilerle doludur... Bedeniyle Ruslara hizmet etmiş, zihni ve ruhuyla milletine bağlı kalmıştır. Muhtemelen dilediği gibi düşünememiş, dilediği gibi yazamamıştır. Bu yüzden eseri, ölü bir eser olmuştur... Hoş! Etkin olacak şeyler yazsa da, yurttaşları okuyacak durumda değildi. Zordur Şora'nın durumu. Hayatı boyunca derlediği kırık dökük bilgileri bir araya getirmiştir. Çevresini, çağının olaylarını izliyeceği, gözlemlerini aktaracağı yerde; oturmuş, eski anıları derlemiştir. Gününün olaylarına yaklaştığı zaman, kalemi elinden bırakmıştır. Susmuştur. "Eserim tamam!" demiştir" 243-245
-1979, "AHMET CANBEK/ Biz, "Canbek Amca" derdik... yumuşak görünüşünün altındaki kemikleşmiş iradesini herkes görebilirdi. Tek tek hepimizle ilgilenirdi. Beştoy'un şahsında Çeçenleri över... Kendisi Kabartay olduğu için, tevazu gösterir, "Kabartaylarda iş yok" diyerek Lu'ya takılırdı.../.../ 1903 de, Kabartay'da doğmuştu. 1920 de, onyedi yaşında yurdunu terkederek İstanbul'a gelmişti.../... Ruhunun ve kişiliğinin temiz kalmasına büyük özen gösterdi. Yetenekleri, büyük bir ihtirası besleyebilecek güçte olduğu halde, O, azla yetindi. Pasif yaşadı. Sessiz köşeleri tercih etti. Ama, azimli, bilinçli yürüdü./ Canbek Amca'nın yetmişbeş yıllık hayatı; vatansızlıktan dolayı ülkeden ülkeye, geçim derdinden dolayı da görevden göreve atlayarak geçti. Bu çile dolu, yorucu hayat, O'nun bilgi ve düşünce alanına geniş boyutlar kazandırmıştı. Adıgece, Türkçe, Bulgarca, Rusça, Lehce ve İngilizce biliyordu. Bütün dünyadaki Kafkas literatürünü az-çok ana hatlarıyla takip etmişti.../ Kesinlikle şuna inanıyordu: Kafkasya mutlaka hür olacaktı. O gün gelecekti. Buna bizim de inanmamızı isterdi./ İkinci bir görüşü daha vardı. Bu görüş, O'nun birinci inancı kadar güçlüydü. "Kafkasya'yı yeniden kuracak olanlar, Türkiye'de yaşayan Kafkasyalılardır." derdi.../.../ Biz kendisini tanıdığımız zaman, yaşı altmış civarındaydı. Yorgun görünüyordu. Yaş ve fikri olgunluğa erişenlerin sadeliğini, ağır başlılığını, tedbirli ve temkinli hareket etme alışkanlığını elde etmişti. Bu görünüşü ile O, çekingendi. Köşesinde, gölgede kalmayı isteyen; ışıktan, gürültüden, aşırı hareketten kaçan biriydi./ İsteseydi, ibret dolu hatıralarını yazabilirdi.../.../... O, yol gösteren, emreden bir sesti. Fakat, kendisi gölgede kalmayı tercih ederdi./... Polonya ile Kafkasya'nın geçmişinde bir paralellik görürdü. "Her iki ülkeyi, Ruslar perişan etti. İkisinde de, soyluların akıl almaz ihtirasları, milli devlet olma şuurunu geciktirdi. Bir zamanlar Polonya'da yüzbin soylu vardı. Bizde ise herkes." derdi./.../ "... Davaya inanmayanlardan fedakalık beklemeyin. Başkalarına güvenip yola çıkmayın!" dedi./.../... Yeni, zor bir mücadeleye girecek cesaret ve gücü artık kendinde göremiyordu./.../ Hayatının son yıllarında, iyice kabuğuna çekilmişti" 251-257
-YENİ-1988, ""FETHEDİLEN KAFKASYA"/... isimli kompoze kitap, 20. yüzyılın başında Rusya'da yayınlanmıştır.../.../ Kitap; ayrı ve müstakil bölümlerden oluşmasına, ayrı yazarlar tarafından farklı tarihlerde kaleme alınmasına rağmen, bir bütünlük arzetmektedir. Kitabı meydana getiren metinleri derleyen A. A. Kaspari, bölümleri tarih sırasına ve konuların akışına göre düzenleyerek gerekli ahengi sağlamıştır./.../ Kitap, 663 sayfa olup, 1904'de Petersburg'da yayınlanmıştır./.../... Kafkasya'nın tarihi... ile bilhassa bu görkemli ülkenin fethi ve yatışma dönemine şahit olmuş Rus insanının kahramanlığı... editörü, bu edebi eseri hazırlamaya itmiştir./.../ Birinci bölüm... Bu geniş izahlara yer verilmemiş olsaydı, Kafkasya'yı fetheden Yermelov ile haleflerinin yapmış olduğu seferleri kavramak çok güç olurdu./ Sonra geniş bir bölüm; (deyim yerinde olursa), Rusya'yı Transkafkasya'ya çeken güçlü politik bir organizasyon olan Gürcüstan'a hasredilmiştir./.../ Sonunda ise, yakın geçmişte Rusya'yı çetin savaşlarla hayli hırpalayan önemli Dağlı topluluklar ve Kabilelerin anlatımıyla dolu Kafkas kahramanlık destanı yer almaktadır./... nihayet ünlü Yermelov döneminde Kafkasya'nın fethi... yeralmaktadır./... Gazavat, Şamil'in 1859 yılında tutsak edilmesine kadar devam eden dramatik sahnelerle doludur... yenen ve yenilenin de aynı derecede övüldüğü büyük savaşta.../... Özetlenirse; uzun, ısrarlı, kanlı savaşlardan sonra Kafkas Ülkesi'nin şimdiki görüntüsü ortaya çıkar... yeraltı kaynaklarının ortaya çıkarılması, ticaretin sağlam temellere oturtularak gelkiştirilmesi.. Sözün kısası; yakın geçmişte sadece zulüm ve yağma düşünen vahşi insanlarla ve soyguncu yuvalarıyla dolu Kafkasya'nın, Rusya ve O'nun fedakar evlatlarına borçlu olduğu gelişmiş, refaha ulaşmış ülke olması gibi olumlu neticeler bu bölümlerde anlatılmaktadır.../... Rusya'nın en iyi süslerinden biri olan bu harikulade ülkenin... her bakımdan tam bir tablosunu gözler önüne sermekle... hizmet ettiği.../... Tüm sanatını Kafkasya'ya adamış ünlü ressamların tablolarında Rus askerinin kahramanlıkları tam ve doğru olarak yansıtılmaktadır. Kafkas Tarihi'nde kişiliğiyle sivrilmiş önemli kahramanların portreleri günümüz insanına hatırlatılıyor.../.../... bazı pasajlar:/.../... önce, kısa bir açıklama.../ Rusya, Kiev Büyük Prensi Vladimir zamanından başlayarak, Kafkasya'yı işgal etmek için birkaç defa teşebbüste bulunmuştur. Kafkasyalılar, Rusların gizli emellerine kanmadıkları sürece, bu teşebbüsler başarısızlıkla sonuçlanmıştır.../ Buna karşılık, kaleyi içten fethederek, Kafkasyalılardan yardım gördükleri zaman başarılı olmuşlardır. Nitekim; Kabardey Prensi Temiriko'nun Çar İvan'dan, Gürcü Kralı Salamon'un ise Çariçe Katerina'dan yardım istemesi, Rusya'nın işini kolaylaştırmıştır... Kabardey Prensi Kanşoko... nun... Rus himayesini kabul etmesi ise ayrı bir facia olmuştur. Amcazadesi olan prenslere kızarak saf ve din değiştiren bu zavallı Prens, yurduna ve halkına en büyük kötülüğü yapmıştır. Birliğe karşı, bir red cephesi oluşturarak, ülkenin kapılarını düşmana açmıştır./... kitabından takip edelim./ İmparatoriçe Katerina'nın tahta çıktığı yıl... Kabardey Prensi Korgoko Konçokin... Rus yöneticilerinin izniyle, Küçük Kabarda'dan kendine tabi halkın bir kısmıyla Terek'e yerleşir. Mozdok sahasında bir kale inşa ettirir. Konçokin buradan Asetinleri, Çeçenleri ve diğer Dağlı kabileleri denetim altında tutacağını söyler. Andrey İvanoviç adını alarak, Ortodoks olur. İmparotoriçe, gene de Çerkes Konçokin adıyla prenslik onurunu sağlam tutar. O'nu armağanlara boğar. Bu arada, Mozdok sahasında yükselen kalenin önemli stratejik bir nokta olduğunu anlayarak, Albay Gan'a ileri karakolun sağlam bir istihkama dönüştürülmesini emreder./ Kalenin inşa edilmesi Kabardeyleri telaşlandırır... karşı dururlar. Buna rağmen, 1765 yılındaa Mozdok Kalesi'nin inşaatı tamamlanır./ Tarihçi V. Potto: ... "Mozdok, Kafkas Savaşı'nda, tam yüzyıl milyonlarca maddi kayıp ve manevi çabalara malolan büyük programın gerçekleştirilmesinde önemli bir başlangıcı teşkil etmiştir. Tam zamanında Konçokin'le doğan bu iki ideal, zamanla muazzam ölçülere vararak gelişmiştir. Mozdok Kalesi'nin yapılmasıyla, Kafkasya'yı zaptetmek hususunda ilk köşe taşı atılmıştır..."/ Başka bir deyişle, Kabardeylerin kendilerine ait saydıkları topraklardaki Mozdok Kalesi'nin inşaası, Rusların yeniden Kafkasya'ya doğru ileri hareketin başlangıcı olmuştur./ Kabardeyler, muhtemel bir istilayı önlemek için, Petersburg'a bir delegasyon gönderirler. Fakat elleri boş dönerler. Bu defa etkin bir mücadele için karar alırlar. Kuban Çerkesleri ile birleşerek Kızılyar Kalesi'ne saldırırlar. Kuşatma, tam onbeş gün sürer. Sonra, yoğun bir saldırı başlatırlar. Ancak, büyük kayıplar vererek geri çekilirler.../ Bu arada, beylerinden kaçan alt tabaka insanlar, Mozdok bölgesine sığınırlar. Bu hal, 1780 yılına kadar devam eder. Prensler, bu çözülmeyi engelleyemezler./... Mozdok Kalesi inşa edildikten sonra, onun çevresindeki ilk kolonileri, hıristiyanlığı kabul eden Dağlılar oluşturur. Onlara çok geçmeden elli kadar aile ile Don Kazakları katılır. 1769 yılında ise, Mozdok ve Greben kasabaları arasında, Mozdok Alayı içinden teşkil edilen Voloj Kazakları yerleştirilir. Beş adet Stanistaa (Kazak Köyü) nın Böylelikle Kafkas hattında, geleceğin sol kanadını teşekkül etmiş olur./... Güney'de... Rus yazarlarının kalemlerinden dinleyelim./ (1768 yılı... Osmanlı-Rus Savaşı...) / Bu sırada, İmeretiya'da I. Salamon tahttadır. Geçmişle bağını koparmış, kendini halkının Türk boyunduruğundan kurtarılması davasına adamış olan bu Kral, sarsılmaz, çelik iradeli bir kişidir... sevilir... çok geçmeden tahttan indirilir. Ama, maneviyatını yitirmez ve kendisini tekrar ülkesine götürecek çareleri bulmakta güçlük çekmez. Lezgilerin yardımıyla ülkesine döner. Ancak... Kutais ve... Poti, Türklerin elindedir. Onları geri almak için Rusya'dan yardım ister./ Bu devirde Kafkasya ile ilgili bilgiler, Petersburg aydın çevrelerinde yok denecek kadar azdır... Fon-Vizin... şu olayı anlatarak dile getirir. Bir defasında Katerina, yabancı işler kuruluna... Tiflis'in nerede olduğunu sorar. Aldığı cevap ilgi çekicidir. Kurul ittifak halinde, Tiflis'in Hazar Denizi kıyılarında bulunduğunu söyler. Fakat, Rusya talihlidir. Katerina üstün bir zekaya sahiptir. İmparatoriçe, profesyonel diplomatlardan çok daha bilgilidir. İmeretiya'nın konumunu haritada gördükten sonra burada küçük bir cephe açmak suretiyle, Türk kuvvetlerini buraya çekmenin mümkün olacağını ve böylece Tuna üzerindeki Türk Ordusu'nun sayıca azaltılabileceğini düşünür. Bu plan üzerine, Salamon'a yardım etmeye karar verir. Nitekim, Transkafkasya'ya küçük bir birlik gönderir./... küçük bir açıklama.../ Aslında Katerina, Gürcüstan için düşündüğü planın gerçekleşeceğinden pek emin değildir. Bir nevi kumar oynayacaktır. Bunun içinde, uygun biri gereklidir... Bu kişi, General Totleben'dir!/ General Totleben... Almanlarla kurduğu bazı gizli ilişkiler yüzünden... idama mahkum edilir./ Şu halde, Totleben'den daha iyi bir fedai olamazdı. Katerina... bu general eskisini affeder. Gürcüstan Seferi için komutan tayin eder./ Kuzey Kafkasya'da alınan mesafeyi... kaybetmemek için, geniş bir plan yapılır... Totleben'in, General Medeme ile birlikte hareket etmeleri kararlaştırılır./... Totleben sadece Rus ve Kazaklardan oluşan bir kuvvetle Gürcüstan'a yürüyecektir. Medeme ise, mevcut kuvvetlerine ilaveten, bozkırdaki Kalmuk ve Nogayları tahrik ederek Kırım ve Kuzey Kafkasya'yı meşgul edecektir./... ortam uygundur. Kabardey Prensleri'nin başı derttedir. Alt sınıflar isyan halindedir... Nogay ve Kalmuklar da... cahil topluluklardır./... Totleben... Gürcüstan'a ulaşır... görevi de başarır./ General Medeme ise, Kalmuk liderlerinden Dunduk Hanı, Doğu Kafkasya'ya sevkeder. Dunduk Han, Kabardey ve Çeçen bölgelerini büyük ölçüde rahatsız eder. Kanlı çarpışmaların meydana gelmesine sebep olur./Bu arada, General'in kendisi de boş durmaz. Kalmukların diğer lideri Ubaşi'yi yanına alarak Kuban Bölgesine saldırı. Ancak, feci şekilde bozguna uğrar... Ubaşi'yi... suçlar./... Kabardey'in açık alanlarına saldırır./ Hal bu iken... Rus tarihçileri gerçeği tahrif etmişlerdir.../... metinden izleyelim./... Kubanlıların üstesinden gelen, Tuğgeneral Medeme... 1769 baharında, Kafkasya'ya bağımsız bir birliğin komutanı olarak gönderilmiştir. Tüm Terek Kazakları O'na boyun eğerler. Oysa, Medeme'nin birliği pek o kadar büyük değildir. Üçbini aşmayan piyade... en önemli gücünü, Kalmuk Hanı Ubaşi'nin yirmi bin kişilik ordusu teşkil eder./... iki Kırım Sultanı... Kalmukların Ruslarla beraber Tuna'ya hareket ettiklerini sanarak, Kalmuk ulusunu yoketmek için fırsattan yararlanmak isterler. 24 Nisan 1769... ansızın Ubaşi'nin kuvvetleriyle karşılaşırlar... Kalmukların, Tatar ve Çerkeslere saldırısı amansız olur... çok azı... kaçmayı başarır.../... Medeme, bundan yararlanır. Kabardey'i işgal eder... Ubaşi... Kuban... yakıp yıkar... Rus Birliği Kuban gerisine geçer. Fakat, Çeçenlerin Kızılyar'a saldırması... Medeme'yi... dönmeye mecbur eder. Çeçenleri geri püskürtür. Fakat ertesi yıl Çeçenler, taze kuvvetlerle yeniden Kızılyar önlerinde görünürler. Her tarafı, yakıp yıkarlar... Medeme, Türk Ordusu'nu Avrupaa savaş sahnesinden uzaklaştırmak amacıyla Kuban'da bulunuyordu. Kızılyar bozgunu, O'nu bu hatta tekrar döndürmek zorunda bırakır... Çeçenler... çareyi çekilmekte bulurlar.../ Medeme... insanlarla iyi geçinmek... başaramaz... Ubaşî'ye, Rusların paha biçilmez müttefikine tepeden bakar... Ubaşi, Ruslardan... kopar... 1771... yirmisekiz bin Kibitka (çadırlı araba) ile doğuya kaçar... Çin sınırına ulaşır./... Rus tarihçilerine göre... Medeme'de sonsuz bir güç ve hız vardır. Karadeniz ile Hazar sahilleri arasında mekik dokumuştur.../.../ 'Fethedilen Kafkasya' kitabında, İmam Mansur Olayı:/ Önce kısa bir açıklama:/ İmam Mansur olayı, II. Katerina'nın son zamanlarına raslar. Yönetimde tecrübenin ve kudretin doruğunda olan yaşlı Çariçe'yi çok zor durumda bırakmıştır.../ Rus tarihçileri, İmam Mansur'un başlattığı "Birleşik Kafkasya" idealini görmek istemezler.../ Bu maksatla da İmam Mansur'u, sağlam mantığı olan biri olarak değil; hasta, meczup bir kişi olarak tanıtmak isterler./ Metinden.../ İmam Mansur, hoca sıfatıyla sahneye çıkar... kardeşlik sevgisini yaymaya çalışır. Malını-mülkünü yoksullara dağıtır... Muhammed'in... elçi olarak kabul edilir. Sara hastalığı... üstün ruh oluşumunun bir delili olarak görülür. Mansur, bundan yararlanır... Kardeşlik ve sevgi duygularını aşılarken... "İnançsızları (Ruslar kastedilmiştir), amansızca yoketmek, mallarını gaspetmek farzdır!" der.../ Ayrıca Mansur'un... İstanbul Hükümeti'nin Kafkasya'ya ordu sevk edeceği söylentisini yayması, Dağlıların büyük coşkusuna ve O'nu tasvip etmelerine neden olur./ Bu fanatik kişinin "Peygamberliği" gerçek olan bir vakıadır... şöhreti Çeçenya'nın dışına taşmış... Mansur en nihayet, "Kutsal Savaş" çağrısını başlatır... Yarbay Piyer'in Birliği mağlup edilir... bu Birlik... Çeçenya Ormanlarında... perişan edilir... Rusların Kafkasya'daki bu ilk yenilgilerini daha kötüleri izler./ Mansur... Kabarde'yi ayaklandırır... Kızılyar'a saldırır.../ V. Potto makalesinde: İmam Mansur'un sadece Dağlıların değil, Rusların da düşüncelerini perişan ettiğini anlatır. Kızılyarlılar, hayatlarından bezmişlerdir... "... Rus ve Ermeni azizleri kentin sokaklarında... kutsal su serpmişlerdir." der. Dağlılar, 1785 Ağustos'u içinde Kızılyar'a beş defa saldırırlar. Fakat, büyük kayıplarla geri püskürtülürler. Sonunda, Tomsk Alayı tarafından Terek ötesine sürülürler.../... Rus tarihçilerine göre, Mansur büyümez, küçülür. Zamanla önemini yitirir.../ Halbuki, gerçek bu değildir. İmam Mansur'un başlattığı "Birleşik Cephe Fikri" Kuzey Kafkasya'yı yetmiş yıl daha ayakta tutacaktır.../ 'Fethedilen Kafkasya' kitabında, Battal Hüseyin Paşa Olayı:/ Önce kısa bir açıklama:/ 1787 de Osmanlı-Rus Savaşı çıktığı zaman, Kuzey Kafkasyalılar bazı ümitlere kapılmışlardı. Osmanlı Devleti'nin yardımıyla... Rusları durdurmayı düşünmüşlerdi. Bu maksatla, İstanbul'dan yardım istemişlerdi./... İstanbul... Battal Hüseyin Paşa'yı Anapa'ya gönderir... ikbal bekleyen Paşa bozulmuştur... Trabzon Valiliği iptal... hoşnutsuzluğunu büsbütün arttırır./ Kuban ve Terek nehirlerinin kuzeyindeki Rus kalelerinde, savaş nedeniyle asker azalmıştır. Bazı birlikler, Batı Cephesi'ne gönderilmiştir. Kafkasyalı liderler Paşa'ya, bu fırsatı değerlendirmak gerektiğini söylerler. Paşa Onlar'a hakaret eder...liderler hakareti sineye çekerler. Osmanlı topları olmadan, Rus kallelerine nüfuz etmenin mümkün olmadığını biliyorlardı... /... Paşa'nın olumsuz... tutumunu Padişah'a duyururlar./ Padişah III. Selim, Paşa'ya hareket ve saldırı için kesin emir verir./ Çok sert bir dille kaleme alınan fermanda, Battal Hüseyin Paşa'yı ürküten esrarengiz bir hava vardır... idam edileceğini düşünür./ Artık Paşa, savaşı değil geleceğini düşünür./... Anapa Kalesi'nden çıkar... Kuban Nehri'ni geçer... yavaş yol alır. On günlük yol, iki ayda tamamlanır./... Ruslarla ilişki kurar. Orduya ait sekizyüz keselik hazineyi toprağa gömerek, gizlice düşmana iltica eder. Ordu çaresiz, Anapa'ya geri döner./.../... Bu Olayı bir de Rus tarihçilerinin ağzından dinleyelim./ Türklerin bu savaştaki amacı, bir önceki Kırım Savaşı'ndaki kayıplarını geri almaktır. Porta (Padişah)... Kuban'ın Batı yakası... Başkomutan olarak Battal Paşa'yı atar. 1789... Kuban'ın sol yakasında güçlü bir hücum ordusu kurar. Tüm Dağlı halkları Ruslarla savaşmaya çağırır... Korkunç an yaklaşmıştır. Birbirine hiç de eş olmayan Çerkes, Kabardey, Çeçen ve Lezgilerden meydana gelen birlik yaklaşmaktadır... Rus Ordusu gene komutansız kalmıştır... Kont De Balmen... hastalanır.../ Battal Paşa ise, zaferinden emin, sadece Kafkasya'daki değil, Ural ve Volga boyundaki tüm Müslümanları Ruslara karşı koymaya çağırır./... Battal Paşa herşeyden önce, Kabardeylerin yardım edeceğinden emindir. Sonra yarı deli Nadir Şah'ın buyruğuyla iğdiş edilen... İran Şahı Ağa Muhammed'in transkafkasya'ya saldırmak için, sadece Türk zaferinin neticesini beklediğini bilmektedir... Dağlılarla takviyeli ellibin kişilik ordudan kuşku duyulabilir mi?/ Rus tarafı... düzensiz... casusları, Battal Paşa'nın moralini bozacak haberler yayarlar.../... "olağanüstülük".../ General German... üçbin altıyüz kişilik bir birlik olur.../... onbin kadar Çerkes süvarisiyle birlikte kırk bin kişilik Türk Ordusu... German... Türklerin üzerine ne zaman gidileceğini bilir. Taarruz eden kuvvetlerin, cepheye yayılmasını bekler./ 30 Eylülde, Rus Öncü Birliği, Toktamış Irmağı'na hareket eder. Başlarında Gürcü Prens Orbeilani bulunmaktadır.../.../... Gelecekteki Napolyon Savaşları'nın kahramanı genç komutan Lukovkin'in başı çektiği Don Kazakları haykırışı.../... Üçbin Rus, ellibin kişilik orduyu çığlık çığlığa kaçan firarilere dönüştürmüştür. Lukovin, Battal Paşa'yı esir alır.../... Batalpaşinski adlı bir Kazak köyü inşa edilir./.../... hayal mahsulü rapor... örneklerinden biridir./... Osmanlı kaynakları çok daha açık... Türk Ordusu, onbeşbin kişiden fazla değildi. Kuzey Kafkasyalıların da buna yakın bir kuvvet çıkardıkları tahmin edilmektedir... bu ordu, Rus kuvvetleriyle ciddi bir çarpışma yapmamıştır... Battal Paşa Ruslara sığınmıştır... esir alınmamıştır./.../... Ruslar... propaganda malzemesi yapmışlardır. Kuzey Kafkasyalıların moralini bozmak... için onu kullanmışlardır./ 'Fethedilen Kafkasya' kitabında, İora Savaşı./ Önce kısa bir açıklama:/ ... Tiflis'e Rus birliklerinin gelmesi Osmanlı... telaşlandırmıştır. Osmanlı... tahrik edilen Dağıstanlılar, Gürcü-Rus işbirliğini bozmak için 1785 yılında harekete geçmişlerdir. Ilısu Hanı Ali Sultan ve Avar Hanı Omar Han, yirmibeş bin kişi... Gürcüstan'a saldırmışlardır./... Tiflis'i kuşatmıştır. Çıldır Valisi... topları göndermediği için, başarı gösteremezler. Dağıstan kuvvetleri... Kışı Çıldır'da geçirmek isterler. Süleyman Paşa, bu isteği kabul etmez.../ Bu defa, yorgun Dağıstan Ordusu'nun önünü Rus ve Gürcü birlikleri keser. Kanlı çarpışmalar sonunda, düşman hattı yarılır. Ağır kayıplar pahasına ülkelerine dönerler./... bu olayın bazı bölümlerini, "Fethedilen Kafkasya" kitabından izleyelim./... bu bahtsız ülkede (Gürcüstan) amansız biri daha ortaya çıkar. Bu tüm Lezginistan'ın sahibi, Avar Hanı Omar'dır./ Omar Han becerikli, usta, küstahlık derecesine varan gözüpekliğiyle ün salmıştır... Omar Han, kuşku götürmez Dağıstan zekasına rağmen, Gürcüstan'ın Rusya gibi büyük bir devlete ait olduğunu düşünmez. Sınırı geçerek, saldırır. Lezgiler... Tiflis'e ulaşırlar. Lazarev ile Gulyakov hemen karşılarına çıkar. Fakat Omar Han... Tiflis'e yönelir.../.../ Rus birliği, sessizce İora ırmağı vadisine sokulur. Lazarev... saldırı emri verir. Saldırı da Gürcü Milisleri de bulunmaktadır.../.../ Lezgin kaybı, iki bin kadar ölü ve yaralıdır... Omar Han... kalçasından... yaralanmıştır. Rus kaybı ise, bir ölü bir yaralıdan ibarettir./ Dağıstanlıların Gürcüstan Seferi, bu ülkedeki Rusları büyük ölçüde endişelendirmiştir... doğru olmayan raporlar tanzim etmişlerdir.../.../ 'Fethedilen Kafkasya' kitabında, Gürcüstan'ın İlhakı:/ Kısa bir açıklama:/ Ruslar, Gürcüstan'a girdikten sonra, iktidar için mücadele eden prenslerin en zayıfları desteklenmiştir. Rusya'ya bağlılığı konusunda şüphe uyandırmayan kişiler tercih edilmiştir. Otuz yıl gibi kısa bir süre içinde, Gürcüstan bağımsızlığını yitirmiştir./ Himaye altındaki Gürcüstan'ın son günlerini, metinden izleyelim./.../ Ölüm döşeğindeki Kral... bir iç savaşın patlak vereceğini anlar... İmparator Pavel'e bir mektup yazar./ "... Gürcü halkı, eğer İmparator kabul ederse, Rusya'nın tebalığına daimi olarak girmeyi arzu etmektedir." der./ 18 Aralık 1800 tarihinde, hükümdar manifestosu yayınlanır. On gün sonra da Georgi ölür./... Gürcü tahtı lağvedilir... 16 Şubat 1801 tarihinde de Gürcüstan kesin olarak Rusya'ya bağlanır./.../... Dağlı topluluklar... Baskınlar düzenleyerek, ülkeyi yağma etmeye başlarlar... 1802... başkomutanlığa Prens... Tsitsianov tayin edilir./ Kafkas Ülkesi için, yeni bir dönem başlamıştır./... Puşkin'in şu coşku dolu satırları bu dönemi en iyi biçimde karakterize etmektedir:/ ".../ Coşkulu Tsitsianov'un belirdiği o anı..."/... başka örnekler bulmak mümkün. Kitabın tam tercümesi elimizde olmadığı için, bu kadarıyla yetiniyoruz./... / Kuzeybatı Kafkasya'nın uzlaşmaz liderleri, Kabardey ve Gürcü prensleri, Dağıstan hanları devamlı bir yanılgının içinde bulunmuşlardır. dar bölgelerinde, üç günlük dünya saltanatı için birbirleriyle uğraşmışlardır. Rus Çarlarının dostluğunu kazanmak ümidiyle, gururlarından fedakarlık etmişlerdir. Halklarını esarete ve felakete sürüklemişlerdir" 259, 260, 263-288
*
15.4.2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder